İmam Ali b. Musa er-Rıza (a.s), yüce Allah'ın kendilerinden her türlü kötülüğü giderip tertemiz kıldığı Ehl-i Beyt İmamları'nın (a.s) sekizincisidir.
En meşhur lakabı “Rıza” ve “İmam Rıza” olarak anılmaktadır. Künyesi Ebü’l-Hasan’dır. Babası Şiaların Yedinci İmamı, İmam Kâzım’dır. Annesinin adı konusunda fikir ayrılıkları bulunmaktadır: Örneğin Ümmü’l Benin, Tüktem, Necime denilmiştir.
Medine’de dünyaya gelmesine rağmen Abbasi halifesi Me’mun onu zorla Horasan’a getirtmiş ve ona zorla veliahtlık görevini vermiştir. Me’mun’un İmam Rıza (a.s) ile öteki din ve mezhep büyükleri arasında teşkil ettiği münazara toplantıları meşhurdur. İmamet süresi 20 yıldır. Tûs şehrinde vefat etmiştir. Me’mun İmam Rıza'nın (a.s) şehadetinden sorumlu tutulmuştur. Kabr-i şerifleri Meşhed şehrindedir ve her yıl dünyanın çeşitli ülkelerinden milyonlarca Müslüman ziyaretine gelmektedir.[1]
Nesebi, Künyesi ve Lakapları
Ali b. Musa b. Cafer b. Muhammed b. Ali b. Hüseyin b. Ali b. Ebu Talib (Medine, 148- Tûs, 203).[2] Babası Şiaların yedinci imamı, İmam Musa Kâzım’dır (a.s).
İmam Rıza’nın (a.s) künyesi Ebü’l Hasan’dır. Bazı kaynaklara göre, lakapları: "Rıza, Sabır, Razi ve Vafi’dir." Bunlardan en ünlüsü ise Rıza’dır.[3]
Dünyaya geliş yılının hicretin 148. veya 153. yılı Zilhicce ayının veya Zilkade ayının veya Rebiülevvel ayının 11’i Perşembe veya Cuma günü olduğu nakledilmişti
Hz. Rıza'dan (a.s) Hikmetli İnciler
Akıl, İlim ve İrfan Üzerine
1- Akıl, Allah'ın bir bağışıdır. Edep ise zahmet çekilerek elde edilir. Edep elde etmek için uğraş veren kimse, sonunda onu elde eder; ama akıl edinmek için çabalayan insan, cahilliğini arttırmaktan başka bir iş yapmaz.(1)
2- İbadet çok namaz kılmak ve çok oruç tutmak demek değildir; ibadet Allah'ın işleri üzerinde tefekkür etmektir.(2)
3- Allah bir kuluna akıl emanetini vermişse, mutlaka onu bu akıl sayesinde bir gün kurtarır.3
Kur'ân-ı Kerim Üzerine
1- Hasan b. Halid rivayet eder: Rıza Ali b. Musa'ya (a.s) dedim ki: "Ey Resulullah'ın oğlu! Söyler misin; Kur'ân yaratıcı mıdır, yaratılmış mıdır?" Buyurdu ki:
"Ne yaratıcıdır, ne de yaratılmıştır. O, Allah'ın kelamıdır."(4)
2- Reyyan b. Salt şöyle rivayet eder: İmam Rıza'ya (a.s): "Kur'ân hakkında ne dersin?" diye sordum. Buyurdu ki: Allah'ın kelamıdır, sakın onun sınırlarını aşmayın. Ondan başka yol gösterici de aramayın, aksi takdirde sapıtırsınız.(5)
3- İmam Rıza'nın (a.s) azatlısı Ebu Hayyun şöyle rivayet eder:
"Kur'ân'ın müteşabih ayetlerini muhkem ayetlerine döndürerek açıklayan kimse dosdoğru yolu bulur."
Sonra İmam (a.s) şöyle der:
"Kur'ân'da olduğu gibi, bizim hadislerimizde de müteşabih ve muhkem ifadeler vardır. Bizim hadislerimizdeki müteşabih ifadeleri muhkem ifadelere döndürün; muhkemleri bir kenara bırakıp sadece müteşabih ifadelere uymayın, aksi takdirde sapıtırsınız."(6)
4- İmam Rıza (a.s) Kur'ân'dan söz etti, Kur'ân'ın içerdiği kanıtları, nazmındaki ayet ve mucizeleri yüceltti ve şöyle dedi:
"Kur'ân, Allah'ın sağlam ipidir, kopmaz kulpudur, örnek yoludur. Cennete götürür, ateşten kurtarır. Üzerinden çok zaman geçti diye çürümez, diller tarafından sürekli tekrarlanmaktan dolayı zayıflamaz. Çünkü belli bir zaman için indirilmemiştir. Bilakis bütün insanlar için bir delil, bir burhan, bir hüccet kılınmıştır. Ne önünden, ne de ardından batıl bulaşır ona. Hikmet sahibi, daima övülen Allah tarafından indirilmiştir."(7)
Tevhid Üzerine
1- Bir adam âlemin hâdis (sonradan olma) oluşuna dair kanıt istedi. İmam (a.s) şöyle dedi: "Sen yoktun, sonra oldun. Senin kendini ve kendin gibi olanların seni var etmediğini de biliyorsun."(8)
2- Belh nehrinin ötesinden bir adam Ebu'l Hasan Rıza'ya (a.s) geldi ve dedi ki: "Sana bir soru soracağım; eğer benim düşündüğüm gibi cevap verirsen, senin imamlığını kabul edeceğim." Ebu'l Hasan: "İstediğin sor." dedi. Adam dedi ki: "Bana Rabbinin ne zamandan beri var olduğunu, nasıl var olduğunu ve neye dayandığını söyle?"
İmam (a.s) şöyle buyurdu:
"Allah, neresiz, nereyi, nere yapandır. Ve nasılsız, nasılı, nasıl yapandır. O, kudretine dayanır. Bunun üzerine adam yerinden kalktı, İmam'ın alnından öptü ve dedi ki: "Allah'tan başka ilâh olmadığına, Muhammed'in Allah'ın resulü olduğuna, Ali'nin Allah Resulü'nün vasisi olduğuna, ondan sonra Resulullah'ın yerine geçtiğine, siz imamların doğru sözlü olduklarınıza ve senin de onlardan sonra onların görevini üstlendiğine şahitlik ederim."(9)
3- Hasan b. Beşşar rivayet eder: Ebu'l Hasan Ali b. Musa Rıza'ya (a.s) sordum ki: "Allah olmayanı, bu olmayanın olması durumunda nasıl olacağını bilir mi? Yoksa sadece olanı mı bilir?" Buyurdu ki:
"Allah, eşyayı, onların olmalarından önce bilir."
4- Yunus b. Abdurrahman rivayet eder: “Ebu'l Hasan Rıza'ya (a.s) dedim ki: "Bize: 'Allah, cehalet içermeyen ilimdir, ölümsüz hayattır, karanlıksız nurdur:' diye rivayet edilmiştir." Buyurdu ki: "O, öyledir."(10)
Peygamberlik ve Peygamberler Üzerine
1- İbn Sıkkıt İmam Rıza'ya (a.s) şöyle dedi: "Niçin Allah Musa b. İmran'ı asa ve parlak el ve sihir iptal edecek vesileyle ve İsa'yı tıp ve Muhammed'i söz ve hutbelerle gönderdi?"
İmam Ebu'l Hasan (a.s) şöyle dedi:
Kuşkusuz Allah Teâlâ Musa'yı (a.s) gönderdiğinde o dönemde yaygın olan, sihir idi. Bu yüzden, Musa (a.s), yüce Allah'ın katından onların güçlerini aşan ve onların sihirlerini iptal eden ve onlara karşı hücceti geçerli kılan bir mucize getirdi. İsa'yı (a.s) ise yüce Allah müzmin hastalıkların ortaya çıktığı ve insanların tıbba gerek duyduğu bir dönemde peygamberlikle görevlendirdi. Böyle bir dönemde onların yanında benzeri bulunmayan bir bilgi ile ve yüce Allah'ın izni ile ölüleri diriltecek ve dilsizi ve abraşı iyileştirecek bir mucize ile gönderdi ve bu yolla onlara hücceti geçerli kıldı.
Muhammed'i (s.a.a) de hitabet, konuşma (sanıyorum şunu da ekledi) ve şiir sanatının halk içinde yaygın olduğu bir dönemde gönderdi. Muhammed Allah'ın kitabından, öğütlerinden ve hükümlerinden onların sözlerini iptal edecek ve onlara karşı hücceti ispat edecek gerçekleri açıkladı.
İbn Sıkıt: "Allah'a yemin ederim, senin gibi birisinin bugün olduğunu sanmıyorum dedi." dedi ve ardından: "Bugün İnsanlara karşı Allah'ın hücceti nedir?" diye sordu. İmam buyurdu ki: Akıldır. Akıl ile Allah hakkında doğruyu söyleyen tanınır ve tasdik edilir ve Allah hakkında yalan uyduran bilinerek yalanlanır.
İbn Sıkkıt: "Allah'a yemin olsun ki, doğru cevap işte budur." dedi.
2- İmam Rıza'dan (a.s) şöyle nakledilir:
"Ulu'l Azm peygamberlerin Ulu'l Azm diye isimlendirilmelerinin sebebi, onların şeriat ve azimet sahibi olmalarıdır. Şöyle ki: Nuh'tan sonra gelen her peygamber onun şeriat ve yöntemi üzere idi ve onun kitabına uyuyordu. Bu durum İbrahim-i Halil'in (a.s) zamanına kadar devam etti.
İbrahim'in (a.s) döneminde ve ondan sonra olan her peygamber Musa'nın (a.s) dönemine kadar onun şeriat ve yöntemi üzere idi ve onun kitabına uymakta idi. Musa'nın (a.s) zamanından ve ondan sonra gelen her peygamber İsa'nın (a.s) dönemine kadar Musa'nın (a.s) şeriatı, yöntemi ve kitabı üzere idi. İsa'nın (a.s) zamanından ve ondan sonra gelen her peygamber peygamberimiz Muhammed'in (s.a.a) dönemine kadar İsa'nın (a.s) şeriatı, yöntemi ve kitabı üzere idi. Bu beş peygamber, peygamberlerin ve resullerin en faziletlisi idi. Muhammed'in şeriatı kıyamete kadar nesholmaz ve kıyamete kadar ondan sonra peygamber gelmeyecektir. Ondan sonra kim peygamberlik iddia ederse veya Kurân'dan başka bir kitap getirirse, bunu ondan duyan herkese onun kanı mubahtır."(11)
İmamet ve İmamlar Üzerine
1- Abdülaziz b. Müslim şöyle rivayet eder: "İmam Rıza (a.s) ile birlikte Merv'de idik. Merv'e girişimizin ilk cuması camide toplandık. İmamet konusundan söz açıldı. Bu konuda insanların farklı görüşlere sahip oldukları dile getirildi. Ben İmam'ın yanına gittim ve insanların bu konuya daldıklarını bildirdim.
İmam gülümsedi sonra şöyle dedi:
"Ey Abdülaziz! Bu topluluk cehalete kapıldılar, görüşlerine aldandılar. Kuşkusuz yüce Allah dinini Peygamber'ine (s.a.a) tamamlamadan ve her şeyin açıklaması bulunan Kur'ân'ı indirmeden, Peygamber'i bu dünyadan götürmedi. Kur'ân'da helal ve haramı, hadleri ve ahkâmı ve insanların ihtiyaç duyduğu her şeyi mükemmel olarak açıkladı. Yüce Allah: "Biz kitapta hiçbir şeyi eksik bırakmadık."(12 )
Allah Teâlâ, Resulullah'ın (s.a.a) ömrünün sonunda vaki olan Haccetü'l Veda'da şu ayeti nazil etti: "Bugün dininizi ikmal ettim, size verdiğim nimetimi tamamladım, size din olarak İslâm'ı seçip beğendim..."(13)
İmamet meselesi, dini tamamlayan ve onu kemale erdiren bir meseledir. Resulullah (s.a.a) vefatından önce, dinin nişanelerini ümmetine açıklamış, onun yollarını onlara izah etmiş, onları doğru yola iletmiş, Aliyi (a.s) onlara bir imam ve kılavuz tayin etmiş ve halkın ihtiyaç duyduğu her şeyi açıklamıştır. Kim, Allah'ın kendi dinini kâmil etmediğini düşünürse, gerçekte Allah'ın kitabını reddetmiştir; Allah'ın kitabını reddeden de kâfirdir. Acaba halk imametin kadrini ve ümmet arasındaki konumunu biliyor mu ki, onların bu konudaki seçimleri de doğru olabilsin?
İmametin, kadri ve değeri halkın kendi akıllarıyla ulaşabileceğinden veya kendi görüşleriyle anlayabileceğinden ya da kendi seçimleriyle bir imamı seçebileceğinden daha büyük, şanı daha ulu, makamı daha yüce, alanı daha engin, dibi daha derindir. İmamet öyle bir makamdır ki, Allah Teâlâ İbrahim'i (a.s) nübüvvet ve halillik (Allah'ın dostu olma) makamından sonra üçüncü bir makam ve fazilet olarak onunla şereflendirip bu makamla onun adını yüceltmiştir. Yüce Allah İbrahim'e şöyle buyurmuştur: "Ben seni insanlara imam kılacağım."(14) İbrahim (a.s) sevinçle: "Benim zürriyetimden de mi?" dediğinde, Allah Teâlâ: "Benim ahdim zalimlere ulaşmaz!" buyurdu. Bu ayet kıyamete kadar her zalimin imametini iptal etmektedir. Böylece imamet, ümmetin seçkinlerine mahsus kılınmış oldu.
Sonra yüce Allah imameti İbrahim'in (a.s) soyundaki seçkin ve temiz insanlara vererek ona ikramda bulunmuş ve şöyle buyurmuştur: "Ve ona (İbrahim'e) İshak'ı armağan ettik, üstüne de Yakup'u ve hepsini de salih kişiler kıldık ve onları kendi emrimizle hidayete yönelten önderler kıldık ve onlara hayırlı işleri; namaz kılmayı, zekât vermeyi vahiy ettik ve onlar, bize ibadet eden kişilerdi."(15)
İşte imamet böylece sürekli olarak onun neslinde baki idi. Peygamber (s.a.a) onu miras alıncaya kadar daima asırdan asra, nesilden nesle imameti birbirinden miras alıyorlardı. Yüce Allah onlar hakkında şöyle buyurmuştur: "İbrahim'e gerçekten de yakın olanlar, ona uyanlarla bu Peygamber ve iman edenlerdir. Allah inananların dostu ve yardımcısıdır."(16)
Böylece imamet, Peygamber'e (s.a.a) mahsus kılınmıştı. O da onu Allah'ın emriyle (Allah'ın farz kıldığı şekilde) Ali'nin (a.s) uhdesine bıraktı; daha sonra bu makam onun, Allah'ın kendilerine ilim ve iman verdiği seçkin nesline intikal etti. Yüce Allah onlar hakkında şöyle buyurmuştur:
"Kendilerine ilim ve iman verilenlerse derler ki: Andolsun ki siz, Allah'ın kitabında (yazılı süre boyunca) diriliş gününe kadar (kabirde) yatıp kaldınız; işte bu dirilme günüdür."(17) Öyleyse bu (imamet), kıyamet gününe dek sadece Ali'nin (a.s) soyunda baki kalacaktır. Çünkü Muhammed'den (s.a.a) sonra hiçbir peygamber yoktur. O hâlde bu cahil insanlar, imamı (kendi reyleriyle) nasıl seçebilirler?!
İmamet, peygamberlerin makamı ve vasilerin mirasıdır. İmamet, Allah'ın ve Peygamber'in (s.a.a) hilafetidir; Emirü'l Müminin Ali'nin (a.s) makamı ve Hasan ile Hüseyin'in (a.s) mirasıdır. İmamet, dinin yuları, Müslümanların nizamı, dünyanın salahı ve müminlerin izzetidir. İmamet, İslâm'ın gelişen kökü ve yükselen dalıdır. İmam'la namaz, zekât, oruç, hac ve cihat kâmil olur; ganimet ve sadakalar çoğalır; had ve hükümler uygulanır; hudut ve sınırlar korunur. İmam Allah'ın helalini helal, haramını da haram kılar; şer’i hadleri (cezaları) icra eder, Allah'ın dinini savunur; hikmet, güzel öğüt ve kesin delillerle halkı Rablerinin yoluna davet eder.
İmam âlemlere ufukta yer edinerek doğan bir güneş gibidir; öyle bir güneş ki, ne eller ona erişebilir, ne de gözler. İmam aydınlık saçan bir dolunay, parlak kandil, doğan nurdur. Karanlıkların ortasında, ıssız çölde ve engin denizlerde hidayet yıldızıdır. Susuzlar için tatlı bir su gibidir; doğru yola kılavuzluk eden ve tehlikeden kurtarandır. İmam, tepedeki ateş gibidir; soğuktan kaçıp ona sığınanı ısıtır, tehlikeli yerlerde kılavuzdur; kim ondan ayrılırsa, helâk olur. İmam, çok yağmurlu bulut, sağanak yağmur, ışık saçan güneş, geniş yer, bol suyu olan pınar, su biriken büyük göl ve bahçedir.
İmam; şefkatli bir dost, şefkatli bir baba, öz bir kardeş, küçük çocuğu üzerine titreyen bir anne ve zorluklarda kulların sığınağıdır.
İmam, Allah'ın yeryüzündeki güvenilir kulu, kullarına hücceti, beldelerindeki halifesi, halkı Allah'a davet eden ve hürmetleri (korunması gerekli olan şeyleri) savunandır.
İmam, günahlardan arındırılmış ve ayıplardan tertemiz kılınmıştır; ilim ona mahsustur, sabırlı ve halîmdir; dinin düzeni, Müslümanların izzeti, münafıkların öfkesi ve kâfirlerin yok olmasına sebep olandır…”(18)
2- Hüseyin b. Halid, Ebu'l Hasan Ali b. Musa Rıza'dan o da babasından, o da babalarından Resulullah'ın (s.a.a) şöyle dediğini nakleder:
"Kim kurtuluş gemisine binmek, sağlam kulptan tutunmak ve Allah'ın sağlam ipine sarılmak isterse, benden sonra Ali'yi (a.s) veli edinsin, onun düşmanına düşman kesilsin ve onun evlatlarında olan hidayet imamlarına uysun. Çünkü onlar benim halifelerim, vasilerim ve benden sonra Allah'ın yeryüzündeki hüccetleridir. Onlar ümmetimin efendileri, takvalıları cennete götüren önderlerdir. Onların hizbi, benim hizbimdir. Benim hizbim, Allah'ın hizbidir. Düşmanlarının hizbi ise, Şeytan'ın hizbidir."
3- İmam Rıza'dan (a.s) aynı senetle şöyle dediği nakledilir. Resulullah şöyle dedi:
“Ey Ali! Sen benim kardeşim, vezirim ve dünya ve ahirette benim bayrağımı taşıyansın. Sen benim havuzumun sahibisin. Seni seven, beni sever ve kim sana düşman olursa, bana düşman olur.”
Gadir-i Hum Hakkında
İmam Rıza'nın (a.s) Gadir-i Hum gününde şöyle dediği nakledilir:
"Bu gün tebrik günüdür. Birbirinizi tebrik edersiniz ve mümin, mümin kardeşini görünce şöyle der: "Bizi Emirü'l Müminin'in ve imamların velâyetine sarılanlardan kılan Allah'a hamdolsun."
Bu gün iman ehlinden olan kişilerin yüzüne tebessüm etme günüdür. Kim Gadir günü tebessüm ederse, Allah kıyamet günü ona rahmet ile nazar eder, bin ihtiyacını giderir, ona cennette beyaz inciden bir saray yapar ve onu sevindirir.
Bu gün, süslenme günüdür. Kim Gadir günü için süslenirse, Allah yaptığı büyük veya küçük her günahı bağışlar ve gelecek yıl bu güne kadar kendisine sevap yazmak ve derecelerini yükseltmek için meleklerini ona gönderir. Ölürse, şehit olarak ölür. Yaşarsa, mutlu olarak yaşar. Kim bir mümine (bu günde) yemek yedirirse, tüm peygamberlere ve doğrulara yemek yedirmiş gibi olur. Kim bir mümini ziyaret ederse Allah, kabrine nur indirir ve kabrini genişletir; her gün yetmiş bin melek onu kabrinde ziyaret ederek o-nu cennetle müjdelerler.
Gadir gününde Allah, velayeti yedi kat göğün halkına sundu. Yedinci katın ehli ona doğru koştular da bu katı arşıyla süsledi. Sonra dördüncü katın halkı ona koştular da, onu Beytu'l Mamur'la süsledi. Sonra dünya semasının halkı ona koştular ve bunu da yıldızlarla süsledi. Sonra Medine buna koştu, Allah Medine'yi de Muhammed Mustafa ile süsledi. Sonra Kûfe buna koştu, Allah onu Emirü'l Müminin ile süsledi. Sonra onu dağlara sundu. Buna ilk ikrar eden üç dağdır:
Akik dağı, Firuze dağı ve Yakut dağı. Bu dağlar bu değerli taşların dağı oldular ve bu taşlar da en değerli mücevherler oldular."
Kaynaklar
1- el-Kâfi, 1/24
2- el-Kâfi, 2/55
3- el-Emali, Şeyh Tusî, 1/55
4- et-Tevhid, s.223
5- et-Tevhid, s.223; el-Emali, s.226
6- Uyunu Ahbari'r-Rıza, 1/290
7- Uyun Ahbari'r-Rıza, 2/130
8- et-Tevhid, s.293
9- el-Kâfi, 1/88
10- et-Tevhid, s.38
11- Uyunu Ahbari'r-Rıza, 2/80
12- En'âm, 38
13- Mâide, 3
14- Bakara/124
15- Enbiyâ, 72–73
17- Âl-i İmrân, 68
17- Rûm, 56
18- Hadis uzundur, tamamını görmek için Şeyh Saduk'un Men Lâ Yahzuruhu'l-Fakih, c.4, s.300; el-Hisal, s.527 ve Uyunu Ahari'r-Rıza (a.s), 1/212 adlı eserlerine bakınız. [Hadisi, Ebu Muhammed b. Yakub el-Kuleynî, Ebu Muhammed Kasım b. Âlâ’dan, o da Kasım b. Müslim'-den, o da kardeşi Abdülaziz b. Müslim'den, o da İmam Rıza'dan (a.s) nakletmiştir. bk. Usul-i Kâfi, 1/24. Yine Tuhefu'l Ukul'da, İmam Rıza'nın (a.s) imametle ilgili sözleri bölümünde de hadisin tamamı yer alır.]
ehlader