“İslam Devrimi” Tarihin Akışını Değiştirebildi mi?

Rate this item
(0 votes)
“İslam Devrimi” Tarihin Akışını Değiştirebildi mi?

İster taraftarı ister karşıtı olalım veya kendimize bağımsız bir konum belirleyelim şunu itiraf etmek zorundayız ki, “modern zamanlar”ın küresel çapta kader belirleyici en etkin olaylarından biri imam Humeyni önderliğinde 11 Şubat 1979’da İran’da gerçekleşen “İslam Devrimi”dir.
 

      Ancak karşıtlarının sahip olduğu devasa (teknik, teknolojik, ekonomik, medya, sinema vb.) imkanlar ile taraftarlarının atalet ve pasifliği birleşince gerek ulusal ve gerekse küresel çapta ne devrimin kendisi ve ne de önderi hak ettiği şekliyle gündeme taşınamamış; ideolojisi ve etkileri artısıyla eksisiyle gerektiği şekilde bağımsız analizlere tabi tutulamamıştır.

   Dünyanın Ortadoğu merkezli amansız bir mücadeleye tutuşup korkunç değişim sancıları çektiği şu günlerde otuz dokuzuncu seneyi devriyesini kutlamakta olan “İslam Devrimi” ve önderi üzerinde düşünülmeyi, analiz yapılmayı, konuşulmayı ve yazılmayı fazlasıyla hak etmenin ötesinde bunu elzem kılmakta. Bu gerçeklikten hareketle ben de kendi penceremden bakarak “İslam Devrimi” üzerine fikretmek ve bunları sizlerle paylaşmak istiyorum.

   Öncelikle sosyal ve siyasal (ve tabiatı gereği bu iki alanla ilintili olarak kültürel, ekonomik, askeri, sanatsal ve akademik vs.) olarak küresel çapta etkinlik oluşturan olayların genel karakterleri ve nasıl değerlendirileceklerine dair bazı çözümlemeler yapalım.

   “Devrim” nitelemesini hakkedecek çapta olan olayların açığa çıkardığı fikri ve ideolojik sinerji ile bu sinerjinin bölgesel ve küresel etkileri ve tarih şeridinde oluşturduğu kırılmayı kamilen gözlemleyip çözümleyebilmek için çoğu kere on yıllar yetmemekte ve daha fazlası gerekmektedir. Bu noktada meramımı doğru anlatabilmek için misale yöneleceğim. Tarihin en büyük devrimcisi hiç şüphesiz Hz. Muhammed (s.a.a)’tir. O’nun yirmi üç yılda Arap Yarımadasının iki şehrinde oluşturduğu inkılabın ne demek olduğunu yüzyıllar sonrasından baktığımızda çok daha yüksek bir noktada idrak ediyoruz: O iki şehir ve o yirmi üç yıl insanlığın kaderini nasıl değiştirdi nasıl evrimleştirdi.

   Bu başlıkta “Fransız İhtilali” de ayrı bir misaldir. İhtilali gerçekleştiren kuşağın gerek sosyal ve gerekse siyasal olarak beklentileri ve yine gerek ekonomik ve gerekse yönetim pastasından almak istedikleri pay talepleri çok sınırlı idi. Ancak ihtilalin açığa çıkardığı fikriyat ve sinerji iki buçuk asırdır başta Kara Avrupası olmak üzere tüm küreyi etkilemeye ve biçimlendirmeye devam etmekte.

   Bu noktalardan hareketle şunu tespit etmeliyiz ki; “İslam Devrimi”nin niteliği ve etkinliği gelecek kuşak ve zamanlarda çok daha derin ve isabetli karşılık bulacaktır. İslam Devrimi’nin çağdaş kuşakları olan bizlerin analiz ve değerlendirmelerinde mümkündür ki “tarafgirlik veya karşıtlık heyecanı” galebe çalabilir. Ancak zaman ilerledikçe “tarafgirlik veya karşıtlık heyecanı” yerini aklı selime bırakacaktır.

   Devrimlerin özellikle çağdaş kuşakları tarafından analiz ve değerlendirilmesinde bir diğer zorlukta: Devrimin açığa çıkarttığı öncül dalgaların doğru teşhis ve tespiti ile bu öncül dalgaların ilerleyen süreçte nasıl bir dip dalga doğuracağını doğru çözümleyebilme problemidir. Zira devrimlerin açığa çıkışlarından sonraki birkaç on yıl boyunca daha çok ”heyecan ve merak” içeren öncül dalgalar açığa çıkarır ki, bunların etkileri geçicidir. Ancak gerçek devrimler, bu öncül dalgaların ardından “fikir, ideoloji ve eylem”e dayalı tsunami hükmünde bir dip dalga doğurur ve esas etkisini o zaman açığa çıkartır.

   Ve bir de “İslam Devrimi”ni değerlendirmenin kendine mahsus özel bir zorluğu vardır. Bir kez “İslam Devrimi”dir ki, dünyanın kahir ekseriyeti İslam’ın devrimine karşıt ya da en azından buz gibi soğuk durmaktadır. İkincisi: Şii mezhebi müntesiplerinin ağırlıklı olduğu bir halk tarafından başarılmıştır ki, “taassup, kavmiyetçilik ve mezhepçilik”in neredeyse iman esası haline getirilmiş olduğu İslam dünyasında kabullenilmesi, kabullenilse onaylanması çok ama çok güçtür.

   Yapacağımız analiz için bir hareket noktası oluşturmak için yaptığımız bu girizgahtan sonra şimdi “İslam Devrimi”nin sosyal ve siyasal olarak küresel çapta açığa çıkarttığı bazı etkileri tetkik edelim.

1- İnsanlık nasıl sınıflandırılacak?

   Fransız İhtilali ve onun doğurduğu artçı devrimlerin etkisi ile tüm yerkürede “ulus devlet, milli sınır” fikrinin mutlak kutsal kabul edildiği bir ortamda gerçekleşen “İslam Devrimi”, insanlığın “ulus ve ülke” temelli tanımlanmasını yerle bir etmiştir. Asırlardır üzeri kara örtülerle kapatılmış, zincire vurulmuş “mustazaf ve müstekbir” kavramlarını özgürleştiren “İslam Devrimi”, insanlığın sınıflandırılmasında yepyeni bir ufuk ve ideoloji ortaya koymuştur. Irkı, etnisitesi, dili, dini, mezhebi ve meşrebi ne olursa olsun başkalarına “tasallut ve tahakküm” eden, zulüm sisteminin parçası ya da paydaşı olan her özel veya tüzel kişi “müstekbir”dir. Ve müstekbirlerce hakları gasp edilmiş her kim varsa ırkı, etnisitesi, dili, dini, mezhebi ve meşrebi ne olursa olsun “mustazaf”tır. Dolayısıyla yeryüzünde olup biten her şey “mustazaflar-müstekbirler” mücadelesinden başka bir şey değildir. İstikbar (müstekbirlerin kurduğu küresel zulüm sistemi), ulus, kavmiyet ve mezhep temelli kargaşa, kaos ve savaşları mustazafların enerjisini birbirine yönlendirip tüketmek ve onları esas hedeften uzaklaştırmak için bir araç olarak kullanmaktadır.

2- İstikbarın tanıtılması ve teşhis edilmesi

   “İslam Devrimi”nin en önemli etkilerinden biri hiç şüphesiz dünya da mustazafların “malları, canları, emekleri ve kutsalları”na musallat olmuş olan “küresel sulta sistemi”nin mahiyetinin tanımlanması ve onun müşahhas olarak teşhis edilmiş olmasıdır. “İslam Devrimi” açısından yerküreye tasallut ve tahakküm eden bir sömürü düzeni vardır ki, “emperyalizm (yani çağdaş firavun)” olarak terimlenen  bu sistemin müşahhas karşılığı “Amerika”dır. “İslam Devrimi”nin önderi İmam Humeyni bu gerçeklikten hareketle Amerika’yı “Büyük Şeytan” olarak nitelendirmiştir. (Tabi bura da şu ayrıntı gözden kaçırılmamalı: “İslam Devrimi”nin “istikbar (yani çağdaş firavun)” olarak işaretlediği Amerika’nın başını çektiği zulüm sistemidir. Amerikan halkı değildir. Zira “İslam Devrimi” açısından Amerikan halkının da büyük bölümü mustazaf konumundadır.)

3- Mustazaflar-müstekbirler mücadelesinin ana cephesinin belirlenmesi

     Yeryüzündeki tüm insanları iki sınıftan birinin üyesi olarak gören “İslam Devrimi” açısından bu mücadelenin ana cephesi “Filistin ve Kudüs”tür. “İslam Devrimi” açısından İsrail’in hiçbir meşruiyeti olmadığından o sadece “gasıp bir rejim”dir. Bu gasıp rejimin ideolojisi olan “siyonizm”, emperyalizmin yamağı ve ortağıdır. Özellikle Ortadoğu coğrafyası olmak üzere yerkürenin her neresinde bir zulüm, kan ve gözyaşı varsa mutlaka siyonizmin habis elleri oradadır. Mazlumların gözyaşının dinmesi için bu habis ellerin kesilmesi ya da en azından iş yapamayacak raddeye gelinceye kadar kırılması gerekmektedir. Bunun için “İslam Devrimi” açısından sadece Müslümanların değil yeryüzündeki tüm mustazaflar için öncelikli ve ana cephe “Kudüs”tür. Dünyanın neresinde yaşarsa yaşasın hangi milliyet ve dinden olursa olsun bir mustazafın öncelikli görevlerinin başında “Kudüs’ün özgürleştirilmesi gelmektedir. Zira tüm mustazafların özgürlüğü ile Kudüs’ün özgürlüğü birbiriyle ilintili değil bilakis eklemlidir.

4- “Vahdet”in tanımlanması ve şartsız vahdet çağrısı

   “İslam Devrimi”nin özelde Müslümanların genelde tüm dünya mustazaflarının gündemine taşıdığı başlıklardan bir tanesi de “vahdet” meselesidir. “Vahdet; kişinin kendi mektep, mezhep ve meşrebini terk ederek başka bir mektep, mezhep veya meşrepte buluşma değil bilakis herkesin kendi mektep, mezhep ve meşrebi içerisinde kalıp onun gereklerini icra ederken “Müslümanların ortak sorunları karşısında ortak sorumluluk kuşanmaktır.” şeklinde bir tanımlama yapan “İslam Devrimi”, kurucu önderi İmam Humeyni’den itibaren her zaman ve koşulda vahdet yanlısı olmuş ve tüm dünya Müslümanlarını şartsız koşulsuz bu bayrak altına davet etmiştir. İmam Humeyni ve yaşayan Velayet-i Fakih Rehber Hamaney’in mesajları dakik bir şekilde incelenirse “İslam Devrimi”nin bir sonraki halkada tüm dünya mazlumlarını vahdete davet ettiği de müşahede edilecektir.

5- İstikbara karşı mücadele örnekliği ve aşısı

   “İslam Devrimi”, Sosyalizm ve Marksizm’in nefesinin kesildiği ve emperyalizmin mutlak galibiyetini ilan ettiği, mazlum ve mahrum halkların istikbar karşısında tüm ümit ve dirençlerinin kaybolduğu bir zaman diliminde gerçekleşmiştir. O günün dünyasında “Büyük Şeytan”ın kendisi için “ikinci bir İsrail” olarak gördüğü İran’da gerçekleşen “İslam Devrimi”, mazlum ve mahrum halkların ölmüş olan ümit ve dirençlerini diriltti ve tüm mustazaf kitlelere bir mücadele aşısı oldu. Latin Amerika’dan Afrika’ya kadar pek çok devrimci önder, hareket ve adaletperest aktivistin “İslam Devrimi”nin kendileri için bir rehber ve dayanak olduğunu defaatle beyan etmiş olmaları bu hakikatin en büyük şahididir.

6- İsrail’in yenilmezliği efsanesinin çökertilmesi

   Gasıp rejim tarafından Filistin topraklarının tamamına yakınının işgal, halkının bin bir coğrafyaya sürgün edilip Arap devletlerinin neredeyse tümüne diz çöktürüldüğü ve İsrail ile mücadelenin kimsenin aklından ucundan bile geçmediği bir zaman diliminde “İslam Devrimi”, İsrail’i gayri meşru ve mutlak şer olarak görüp Lübnan ve Filistin direniş örgütlerine verdiği eşsiz (eğitim, lojistik, silah, mühimmat, maddiyat ve moral) destek ile mücadeleyi örgütleyip ateşledi. Velayet-i Fakih’e bağlılıklarını her zaman açıktan beyan edip bunu kendileri için iftihar vesilesi gören Lübnan Hizbullah’ı Mayıs-2000 ve Temmuz 2006 (33 Gün) Savaşlarında İsrail’in yenilmezliği efsanesini tarihin çöplüğüne attı. Bu zaferler o kadar kısa zamanda artçılar açığa çıkarttı ki; HAMAS, 2008 ve 2012 yıllarında adeta bir açık hava hapishanesine çevrilmiş olan Gazze’de İsrail’le savaştı ve her iki savaşta da gasıp rejim geri çekilmek zorunda kaldı. Gerek Filistin halkının bizatihi kendisi ve gerekse bölgenin diğer halkları için tüm kurtuluş ve zafer ümitleri tomurcuklanmış durumdadır. Hatta İsrail’in bizatihi kendisi yok oluş kabusu içindedir. Kendilerini Çin Seddivari bir duvar içine hapsetmiş olmaları yaşadıkları korku ve endişenin boyutlarını gözler önüne sermektedir.

7- Kendi halk ve imkanları ile teknik ve teknolojik gelişmenin mümkünlüğü

     İlk sekiz yılı açıktan veya örtülü olarak seksen ülkenin destek verdiği Saddam ile savaşmayla ve otuz dokuz yılın tamamı ağır uluslararası ambargolar altında geçmiş olmasına rağmen “İslam Devrimi” (BERCAM / P5+1 antlaşması ile duraklama dönemine girmiş olsa da..) “nükleer teknoloji”ye ulaşmayı başarmıştır. Bilindiği üzere nükleer teknolojiyi elde edebilmek için yaklaşık beş yüz elli farklı bilim alanında belli bir eşiği aşmanız gerekmektedir. Savaş ve ambargolar altında otuz dokuz yıl gibi toplum hayatı açısından çok kısa bir an hükmünde olan bu süreçte böylesine görkemli bir başarı halka dayanarak neler yapılabileceğin en büyük nişanesidir. Böyle bir sürecin dünyada baskı ve tehdit altındaki pek çok millet ve devletin gözünü açtığı / açacağı bir hakikattir…

   Bir makale için bu kadarının yeterli olacağını düşünerek şöyle bir çözümleme ile bitirelim: Yukarıda paylaştığımız tespitler sosyal ve siyasal olarak halkları en derinden etkileyecek ve zamanla dip dalgaya dönüşme kabiliyetini bağrında saklamakta olan ideoloji ve fikriyattır. Şu ana kadar açığa çıkanlar daha ziyade öncül dalgalar hükmündedir. Bu öncül dalgaların Ortadoğu coğrafyasında doğurduğu sinerji ve etki bizlere dip dalgaların etkisinin ne olacağı ile ilgili işaret mahiyetinde de olsa bir şeyler fısıldıyor herhalde.

Muntazar Musavi

Read 2091 times