Şehit Kasım Süleymani'yi Anmak veya Hüseyince Allah'a Kurban Olmak...

Rate this item
(0 votes)
Şehit Kasım Süleymani'yi Anmak veya Hüseyince Allah'a Kurban Olmak...

 Bir hususu bahsetmeden geçersem hem Allaha, hem kendime, hem de sizlere nankörlük yapmış olurum. En önemli gündem maddemiz, hatta bu günün tek gündem konusu Şehit Kasım Süleymani ve arkadaşlarına karşı vefa borcumu ödemezsem yazdığım yazının hiçbir anlam ve önemi olmayacaktır. Çünkü bu yazımın esin kaynağı şehidimiz ve aziz hatıralarıdır.


İki yıl önce Bağdat havaalanında küresel terörün merkez üssü ABD tarafından şehit edilen İran İslam Cumhuriyeti Devrim Muhafızları Kudüs Gücü Komutanı General Kasım Süleymani, Irak Haşd-i Şabi Başkanı Ebu Mehdi el-Mühendis ve arkadaşlarının şehadet yıl dönümü dolayısıyla; İmamı Zaman Hazreti Mehdi’ye (sa), Rehberimiz Ayetullah Seyit Ali Hamanei’ye, aziz İran halkına, Direniş Cephesi'ne, Ehlibeyt dünyasına, Müslümanlara, mazlumlara, tüm insanlık alemine sabır ve başsağlığı diliyorum. Şehit Süleymani ve El-Mühendis başta olmak üzere üzerimizde emek ve hakları olan bütün şehitlerimizi özlem, rahmet ve minnetle anıyor; aziz hatıralarının önünde saygıyla eğiliyorum.

Direniş'in kahraman evlatlarından değerli dostum Celaleddin Yurtoğlu'nun, büyük bir cesaret ve kararlılık örneği sergileyerek ABD'nin Ankara büyükelçiliğine gidip Şehit Süleymani'nin hayatını konu alan "Şehit'ten Hatıralar" kitabını görevlilere verme teşebbüsü ve 7sabah.com sitesi yazarı Ghoudsi Khanandeh'ın Facebook hesabının kısıtlanmasını "Sosyal medya kısıtlamaları, Kasım Süleymani korkusu ve hiçliğin emperyalist emelleri…" başlığıyla "Özün Sözü" köşesine taşıması, akabinde ise Direnişin kahraman evlatlarından Muhyettin Kaya kardeşimizin, "Yeni hesap açtım ağabey onu da kısıtladılar. Süre de belirtmiyorlar ama bir şey yapmama izin vermiyorlar. Valla abi bıktırıyorlar" sözü üzerine teselli babından yazdığım bir kaç satırlık cümleden ortaya çıkan bir yazıyla yeniden sizlerleyim.

Muhyettin kardeşime whatsapp'tan yazdığım; "hiç sorun değil, mülk Allah'ın, nefes Allah'ın, yaşam Allah'ın, ölüm Allah'ın, hesap günü Allah'ın, cennet ve cehennem Allah'ın. Allah'ın mülkünde Allaha kafa tutmak mı, Allah'ın mülkünde Allaha kulluk yapmak mı daha iyi. Hangisi karlı ve kazançlı. Allah'ın mülkünde Allaha meydan okuyan mı, yoksa O'na canını bile feda edecek kadar kulluğunu ileri düzeye taşımak için çaba sarf edenler mi?" şeklindeki satırların esin kaynağı olan yazımla sizleri baş başa bırakıyorum...

HER ŞEY ALLAHINSA, MÜLK SAHİBİNE İTAAT ŞARTTIR

Kainat Allah'ın, dünya ve ahiret Allah'ın, varlık ve yokluk Allah'ın; varlığın içindeki yokluk, yokluğun içindeki varlık Allah'ın. Varlık aleminin içindeki canlı ve cansız her şey Allah'ın. Canlının içindeki cansız, cansızın içindeki canlı Allah'ın. Canlının içinden cansız, cansızın içinden canlı var eden kanun ve sistem Allah'ın. Yaratma, yaşatma ve yok etme iradesi Allah'ın. Alıp verdiğimiz her nefes Allah'ın. Yaşam Allah'ın, ölüm Allah'ın, toprak Allah'ın, kabir Allah'ın, hesap günü Allah'ın

Hesap gününde ceza ve mükafatın adil bir şekilde herkese verileceği büyük mahkeme Allah'ın. Adil yargılama sonucunda herkesin hak ettiği yere gideceği cennet ve cehennem Allah'ın. Her şeyin künhünü içinde barındıran hakikat Allah'ın. Mükemmel bir mizanla kainatı dengede tutan irade Allah'ın. İnsan Allah'ın, insanı tüm varlıklardan farklı ve ayrıcalıklı kılan akıl nimetini bize lütfeden irade Allah'ın.

Akıl ve irademiz kapsamındaki özerk alana müdahale etmeme, özgürlük alanımızı istediğimiz şekilde kullanma ve dizayn etme; iyi veya kötü şeyler yapabilme, sevap ve günah işleme hakkını özgürce kullanabilme hakkını vererek bizi kendi sınavımızla baş başa bırakma, kopya çekme konusunda sınırsız serbestlik olmasına rağmen kimseye torpil geçmeme, sınavı hakkıyla kazanabilme konusunda tüm imkan ve şartları önümüze koyma, tercih hakkımıza ise müdahale etmeme iradesi de Allah'ın.

BİZ YOKTAN VAR EDENE SIĞINMAK

Hiç yokken var olmak, varken yaşamak; varken de, yaşarken de ve hiç ölmek istemezken de yaşamak ve hep yaşamayı istemek... Hiç ölmemek için yaşamak, yaşamak için mücadele etmek ama buna rağmen içine doğduğumuz dünyaya veda edişimize mani olamamak nasıl bir şey?

Dünyadaki varlığımızı sona erdiren, fizik ve fizik ötesi kanunların sahibi olan Allah'ın mülkünde; Allah'ın bize sunduğu özerklik, özgünlük ve özgürlük alanında; sanki her şey kendimizden menkulmüş gibi, sanki her şeyin sahibi ve maliki bizmişiz gibi; sanki dünyaya kendi irademizle gelmişiz, kendi güç ve irademizle yaşam alanı oluşturmuşuz gibi; sanki tek başımıza var olmuşuz ve kendi kendimizi var etmişiz, büyümüşüz gibi; hiçbir şeye veya hiçbir kimseye muhtaç olmadan aş, iş, eş, ev, çoluk - çocuk, mal, mülk ve servet sahibi olmuşuz gibi; içine doğduğumuz dünya bize ait tapulu bir mülkmüş gibi, sanki herkese yaşam hakkı bahşeden bizmişiz gibi bir eda ile Allaha karşı haddi aşmak, efelenmek, kafa tutmak neyin nesi?

Hem de Allah'ın mülkünde, Allah'ın verdiği can ve bedenle; verip alamadığımız zaman her şeyimizin sone ereceği ama sadece alıp verdiğimiz sürece yaşamayabileceğimiz, vermek ve almaktan ibaret olan nefesimizi bile borçlu olduğumuz Allah'ı hiç yokmuş kabul edip var olabilmeyi maharet saymak da neyin nesi?

Var oluş sürecine müdahil olamayan, geldiği dünya mekanındaki yaşamında her şeye ve herkese muhtaç olan; ölmeyi veya yok olmayı ya da bu dünya ile bağlantısını kesmeyi hiç istememesine rağmen, buna müdahale edemeyen, etme gücüne hiçbir surette sahip olamayan, başarısızlığıyla çap ve kapasitesini ortaya koyan insanoğlunu hakikat gibi kabul edip hayatın merkezine almanın kazanımı ne olabilir dersiniz?

"ALLAH GÖKYÜZÜNE TAHT KURSUN AMA YER YÜZÜNE KARIŞMASIN" MANTIĞI BAŞA BELADIR

Hem de onca nankörlüğüne rağmen, kendisini muhatap almaya değer görerek sorumluluklarını hatırlatmak, bunu yaparken de hiçbir karşılık istememek gibi hasletlerle donatılan peygamberler ve varisleriyle muhatap edilmesindeki sebebi hikmet ne olabilir dersiniz?

Bu kolaylaştırıcılık ve hatırlatıcılık görevini en mükemmel şekilde ifa eden elçileri reddeden; yetmiyormuş gibi ağır zulümler yapan, hatta bir çoğunu öldüren insanoğlunun; "Allah, sadece gök yüzüne karışsın. Bizi nimetlerden mahrum etmesin. Canımız ne isterse bize vermeyi de ihmal etmesin ama bizim nasıl yaşayacağımıza, hangi kanunlarla nasıl idare edileceğimize karışmasın. Biz onun gök yüzüne karışmayalım, o da bizim yaşam alanımız olan yer yüzümüze ve dünyamıza karışmasın. İkiye bir Peygamber, Peygamber vasisi, Kitap, Din vs. gibi şeyler gönderip bizi rahatsız etmesin. Herkes kendi işine baksın vs." edasıyla efelenmene ne demeli?

Ey İnsanoğlu! Madem efelendin, hiçbir emek ve katkı sahibi olmadığın başkasına ait bir mekan veya mülkte istediğin her şeyi insanlık tarihi boyunca zaten yaptın ve yapmaktasın; istediğin kanun ve yasaları da hakim kıldın, dünyayı kendi kanunlarınla yönettin, hatta uhdendeki herkesi kullandın ve sömürdün, dünyayı da kendine göre şekillendirdin...

Üstelik bunları yaparken mekan ve mülkün sahibinin engellemeleriyle de karşılaşmadın; başarısızlık ve beceriksizliğinin bedelini ödeteceğin, faturasını keseceğin kimse de yok. Tüm imkanlar, güç unsurları elinin altında; on binlerce yıldır egemen olduğun dünyayı bu hale getiren sen değil misin?

Her şeyi kendi kontrolüne alıp yönetmenin sonucu olan; baskı, zulüm, haksızlık, adaletsizlik, katliam ve cinayetler, savaşlar, kan, göz yaşı; her geçen gün artan ölümcül virüs ve hastalıklar, sosyal sorunlar ve bu sorunların sonucu olan sosyal patlamalar, doğal afetler, ekolojik dengenin bozulması, kaos ve kargaşalar kimin eseri? Bunun hesabını vermek yerine, sebep olduğun tüm sorunların faturasını kendinden başka her şeye kesme acizliğinin sebebi nedir acaba?

MÜLKÜN SAHİBİ OLMAYAN İNSANOĞLU NEYİN PEŞİNDE

Din gömleğini ters yüz eden, insanlık tarihi boyunca bunu hep yapan, hala yapmaya devam eden; yarın da yapacak olan "yalancı, düzenbaz, sahtekar, bukelamun, iki yüzlü, münafık, yobaz, ilkel, bağnaz, cahil vs." gibi kötücül bütün vasıfları üzerinde barındıran ama insanları Allah'la aldatan ve kandıran; çıkar ve menfaati için her şeyi kullanan, kan dökmekten bile çekinmeyen doymak ve tatmin olmak bilmeyen hırsların değil mi tüm bunların sebebi? Ama tüm bunlara rağmen, işlediğin ağır cürümlerin faturasını, aynen senin kötü örnekler üzerinden başkalarına kesmeyi hüner sayıyorsun. Bu şekilde kendini aklayarak zulüm ve sömürü hanedanlığını sürdürmek istiyorsun. Yaptığın kötülüklerin sorumluluğunu kendinde görmüyor olmanın izahını yapmadan yakanı kurtaracağını sanıyorsan aldanıyorsun demektir?

Allah'ın mülkünde, Allah'ın verdiği imkan ve güçle, Allah'ın mülküne ve mû'min kullarına, hatta diğer canlılara ihanet ederek yaptıklarından mülk ve mekan sahibinin haberdar olmadığını, olmayacağını mı sanıyorsun? Hiçbir şeyin hesabını vermeyeceğine, yaptıklarının yanına kar kalacağına mı inanıyorsun?

İhanet ve nankörlüğünden hiç taviz vermediğine, vermeyecekmiş gibi davranışlar sergilediğine göre sanki hiç ölmeyecekmişsin, dünyaya kazık çakacakmışsın gibi bir eda içinde, hükümranlığını ebediyen sürdüreceğine kendini iyice inandırmış olabilirsin.

MÜTEKEBBİRLERİN CEVAPLAMASI GEREKEN SORU: GEÇMİŞ DÖNEM MUKTEDİRLERİ ŞU AN NEREDE

Ama sen böyle inandın diye her şeyin ebediyen senin istediğin gibi olacağı konusunda kendini nasıl inandıracaksın? Hele senden 100-150-200 yıl önce yaşamış olan atalarının toprak altında olduğu, kimsenin kaçamayacağı ve değişmezliğiyle herkesi teslim alan bir gerçek söz konusu ise, kendini buna inandırman nasıl mümkün olabilecek?

Diyelim ki, bu değişmez gerçeğe rağmen kendini inandırdın; atalarının bile kaçamadığı, direnemediği ve teslim olmak zorunda kaldığı ölüm gerçeğine sen nasıl direneceksin? Ataların gibi senin de direnemeyeceğin mutlak bir gerçekle yüz yüzeysen, sahibi olmadığın mülkün gerçek sahibine karşı yaptığın nankörlüklerin hesabının ölüm ötesi hayatta sorulmayacağını iddia edebilir misin?

Diyelim ki, nankörlükte sınır tanımazlığının bir sonucu olarak buna da; "toprak olup gideceğim. Hesap kitap yok. Cennet cehennem de yok. Ya da başka bir şekil ve surette dünyaya yeniden gelip kaldığım yerden icraatlarıma devam edeceğim, ölüm diye bir şey yok. Veyahut Allah çok merhametlidir. Cehennem diye bir yer yaratmadı. Herkesi cennetine alacak vs." gibi gerekçeler sıralayarak mazeretler buldun ve kurtulacağına kendini inandırdın.

Peki bunca şeyi biliyorsun, kendini kurtarmanın yollarını arıyor ve kafana göre çözümler arıyorsun; madem ki, yaptığın katliam ve cinayetlerin, nankörlük ve ihanetlerin hesabının sorulmayacağına kendini ikna edecek kadar bilgi ve maharet sahibisin, hiç ölmek istemiyor olmana rağmen ölüm gerçeğini yok ederek tüm insanlığa ölümsüzlüğü armağan etme konusunda bilgi ve maharete neden vakıf olamıyorsun?

ÖZGÜR AKIL, HALİS NİYET VE CESARET AYRILMAZ BİR BÜTÜNDÜR

İşte insanlık, özgür akıl, halis niyet ve cesaretle bu soruların cevabını vermek, cevabını verip kainatın mutlak sahibi ve hakimi olan Allaha yönelmek yerine; nefsinin arzuladığı, başkalarının da bu arzulara cevap verdiği geçici dünya nimetlerine aldandığı veya aldatıldığı ya da aldattığı için belalardan hiç kurtulamıyor.

İnsan kendini var edene tabi olsa, ona kulluktan başka hiçbir şeyi önce melese, her şeyi Allah'ın istediği şekilde anlamaya ve şekillendirmeye çalışsa çok mutlu ve huzurlu olur, güvenli bir dünyada yaşama şansını elde edebilir.

Ama ne yazık ki kısa süreli konaklama yeri olan dünyaya olan aşk ve sevda buna izin vermiyor. Dünyanın çekim merkezinde tutsak olmayı özgürlük sanan köleler; kendini ve başkalarını aldatarak ya da başkaları tarafından aldatılarak en büyük kötülüğü kendilerine yapmaktadırlar. Anlık veya geçici çıkarlar peşin koşarak hayatını heba etmeyi özgürleşmek ya da özgürlük zan edenlerin egemenliği altındaki bir dünyada hiçbir kimsenin, hatta hiçbir canlı türünün huzur içinde, özgürce yaşayamadıkları, yaşayamayacakları gerçeğinden habersiz olarak... Kulakları patlatırcasına haykıran bu gerçeğe kör ve sağır bir şekilde...

Bunun için kanıt ve delil sunmaya gerek yoktur. Kendi özümüzde, evimizde, sülalemizde, mahallemizde, okulumuzda, işimizde, sokaklarımızda, il ve ilçemizde, ülkemizde ve bölgemizde, genel olarak tüm dünyada yaşananlar bunun en net ve en açık kanıtı niteliğindedir.

Elbette yaşadığımız dünyada delil ve kanıtın maksimum seviyede olduğu konusunda herkes hemfikir olduğu bilinen ve kabul edilen bir gerçektir. Ama buna rağmen çoğunluğun sessiz kaldığı ya da dünyayı bu hale getirenler etkisi altında kalarak gerçeklere kör ve sağır olmayı tercih ettiği de bir gerçektir.

ŞEHİT SÜLEYMANİ VE ARKADAŞLARINA VEFASIZLIK YAPAN HERKES, BELAYA DAVETİYE ÇIKARIYOR DEMEKTİR

Bu sessiz çoğunluğun içinden çıkan bir grup insanın sağlam bir kale haline getirdiği İran İslam Cumhuriyeti'nin karar mercilerinin önderliğindeki Direniş cephesinin bu kötü gidişata karşı yaptığı, Ehlibeyt Mektebi ve Kerbela Üniversitesinin öğretileriyle şekillenen mücadele azmi ve kararlılığı tüm dünya halkları için görevini ifa etmektedir.

Şehit Süleymani, El-Mühendis ve arkadaşları görevlerini ifa ederken iki yıl önce pak bedenleri paramparça bir şekilde şehadete yükseldi. Hem de herkese güç, enerji ve umut vererek, kimsenin öldüremeyeceği bir ölümsüzlük makamına terfi ettiler.

Ama ne yazık ki İslam aleminde sayıları azımsanmayacak olan dinli veya dinsiz bir güruh o gün ve o günden bu güne küresel terörün merkezi olan ABD ile aynı safta sevinç naraları atmaktadırlar. Bu naraları duyduğu halde sessiz kalarak destek olanlar da cabası...

Mülkün sahibi Allah'ın rızası doğrultusunda tüm mazlumlar, Müslümanlar ve insanlık için canlarını feda eden kahramanlar için sızlamayan yürek, atmayan kalp; yazmayan kalem, konuşmayan dil, duymayan kulak, hissetmeyen vicdan; daha da acısı katillerle birlikte naralar atanlara sessiz kalan herkes, 14 masum ve Kerbela'nın pak şehitleri başta olmak üzere tüm şehitlere vefasızlık yapıyor ve belalara davetiye çıkarıyor demektir.

Rabbimin lütfu, 14 masumun dua ve inayetiyle; kulluk görevimi ifa etme adına, gücüm ve kalemim elverdiğince belaları savmaya çalışıyorum. Bu çabamı batıl etme potansiyelini elinde bulunduran şeytan ve şeytanla işbirliğine hazır olan nefsimin zaaflarından ve çabalarımın akamete uğramasından yüce Allah'a sığınırım. Duanıza çok ama çok muhtacım.

Selametle...

*******

ÖZÜN SÖZÜ:

"Kendinden emin olanlar muhakkak ki azar." (Alak suresi, 6. Ayet)
"Asra andolsun. Muhakkaki insanlık hüsrandadır. İman edenler, birbirine hakkı ve sabrı tahsiye edenler müstesna." (Asr suresi)
"Ey iman edenler! Allaha, Resule ve sizden olan emir sahiplerine itaat ediniz." (Nisa Suresi, 59. ayet)
"Deki, anlattıklarımın karşılığında, ehlibeytimi sevmeniz dışında sizden hiçbir ücret istemiyorum." (Şura 23)
"Ehlibeyt Nuh'un gemisi gibidir. Binen kurtulur, binmeyen helak olur." (Hadisi Şerif)

Habil Aydın

Read 977 times