Ramazan Dersleri 2- Tekebbür

Rate this item
(0 votes)

Tekebbür insanın tekamüle ulaşmasını engelleyen en büyük engeldir.

Bismillahirrahmanirrahim

Tekamul yolunda en büyük engel ve en kötü hastalık insanın kendisini üstün, temiz ve prüzsüz görmesidir. İnsanın kendisini diğerlerinden daha güçlü ve daha üstün görmesi bir hastalıktır.

Kur’an’ın çeşitli tabirlerle beyan ettiği, rivayetlerin üzerinde hassasiyetle durduğu ve kaçınmamızı istediği sıfat “tekebbür” ve “insanın kendisini üstün” görmesidir. Bu sıfat, manevi makamlara ulaşmada insanı tehdit eden büyük bir tehlikedir.

Tekebbürün özelliklerinden biri insanın kendisini diğerlerinden üstün görmesidir. Bu çok tehlikeli ve hayret edilecek birşeydir. İnsan, Kur’an ayetlerini okudukça bu sıfat üzerinde ne kadar hassasiyetle durulduğunu görecektir; İsti’la, Uluv, Tekebbür, İstikbar gibi kelimelerle beyan edilmiştir. Allah yolunda hareket eden bir mümin bu sıfatlardan uzak durmalıdır.

Kendisini muktedir görmenin tekebbürle bir farkı yoktur; insan kendisini kudret sahibi, ihtiyaçsız ve mustağnı görürse veya kendisini ilim sahibi görüp herşeyin kendisine sunulması gerektiğini düşünürse, herşeyi kendi ilmi ile ölçerse, kendi ilim hazinesinde olmayanı redederse, kendi ilmini ölçü olarak görürse bu da tekebbürün bir kısmıdır ve çok tehlikelidir. Hatta ibadet, zühd ehli, Allah’a yönelmiş maneviyat peşinde olan insanın işlerinde de tekebbür sözkonusudur; buna “ucb” denir. Ucb tekebbürün kısımlarındandır; kendisini beğenmek, yaptıklarıyla kendisini diğerlerinden üstün görmek tekebbürün bölümlerindendir.

Bizim gibi normal insanlar amiyane tekebbürlere mubtela oluyoruz. Manevi makamlara ulaşma yolunda seyr-u suluk edenler, kendileriden daha üsteki yüksek makamları görünce onlar da bulundukları makam ve dereceye rağmen tekebbür ve nefsinin üstünlüğü gibi hatalara düşebilir. Bu da onlar için bir tehlikedır yani her makamın kendisine göre tehlikeleri vardır.

Bu sıfatı yok etmenin, tekebbürü yok etmenin birinci adımı insanın kendisini muhtaç, fakir, eli boş ve hiçbir şeye sahip olmayan olarak görmesidir. Yani insan sahip olduğu güç, servet, ilim ve bütün olumlu meziyyetlerine rağmen kendisini Allah’ın karşısında gerçekten -laf olsun diye değil- muhtaç, eli boş, küçük ve hakir görmelidir. Böyle olursa bu insanın yüce ruha sahip olduğunun nişanesidir elbette bu makama ulaşmak kolay değildir, çaba gerekir.

Kendi zamanının arif ve velilerinden sayılan merhum Hacce Mirza Cavad Melikiyi Tebrizi, Necef’e ilk gittiği zaman normal bir talebeyken, büyüklerden ve eşraftanmiş gibi davranır ve arkasında bir hizmetçi bulundururmuş. Babası Tebriz’in zenginlerinden olduğundan dolayı ekonomik durumu da gayet iyiyimiş. Pahalı elbiseler giyer, omuzuna da pahalı bir parça atarmış.

İlahi lütüf onu zamanın büyük arifi tevhid, ahlak ve marifet üstadı Molla Hüseyin Goli Hamedani’nin kapısına götürür. Molla Hüseyin Goli Hamedani, Necef’te merce-i taklid, kalp ve mana ehli olanların kıblesi olarak tanınırdı. Mirza Cevadi Melikiyi Tebrizi her zamanki eşraf ve zengin çocukları edasıyle derse katılır, sınıfa girerken Molla Hüseyn Goli Hamedani minberden onun kapıdan girdiğini görür görmez bağırarak “hemen o kapının ağzında (ayakkabıların yanında) otur” der. Miraza Cevadi Melikiyi Tebrizi de hemen orda oturur ama ustadın oraya oturtması kendisine çok dokunur, bunu kendisine hakaret görür. Yine de derslere katılmaya devam eder, bir müddet sonra Molla Hüseyin Goli Hamenadi dersten sonra Mirza Cevadı çağırır ve kendisinden bir şey yapmasını ister, istediği şeyi yapmak eşraf ve zenginlerin yapacağı şey değildir, kendilerine yakıştırmazlar, dışarı çıkar ve yanında bulundurduğu hizmetcisine yaptırır. Ustadının istediği şeyi getirince ustad, ben senin yapmanı istemiştim, hizmetcinin değil.

Arif insanlar birini eğitmek istediklerinde nefsini ayaklar altına almasını, gurur ve kibri yenmesini isterlerdi. Bencilliği, kendini beğenmeyi yok edecek şekilde eğitirlerdi. İnsanı şirke sürükleyen kibirden, bir makam ve mevkiye sahip olduğu duygusundan kurtarıp sırat-ı mustakime yönelterek kemal makamlarına ulaştırırlar. Mirza Cevadi Melikiyi Tebrizi bu gibi ustadların elinde kalp ve mana ehli ariflerden olmuşlardır. Şuan kabri mana ve batin ehlilerinin ziyaretgahı olmuştur.

Öyleyse birinci adım her insanın batinde var olan bencilliği kırmaktır; insan devamlı tezekkür, hatırlatma, nasihat ve riyazetle nefsini kınamaz ve tahkir etmezse nefis güçlenir ve Firavun sıfatlı olur.

Dünyadaki bütün müsibet ve belaların kaynağı bencilliğin başının altından çıkıyor. Bütün zulümler, bütün ayrıcalıklar, bütün savaşlar, katliamların hepsinin kaynağı bu Firavuni sıfatın insanlarda kök salmasındandır. Eğer bu sıfatı dizginlemesek, batinimizde olan bu azgın ata gem vurmasak çok tehlikeli işler yapacaktır. Yalnız kendisine değil diğerlerine de zarar verecektir; insan dış dünyasında etkili olduğu oranda başkalarına zarar verir. Bundan dolayı Kur’an bu gibi insanlara hakkında buyuruyor: “Böbürlenenlere (kendilerini üstün görenlere) cehennemde yer mi yok?”. Zümer/60

Günahlar, bedbahtlıklar ve fesadların hepsi tekebbürden kaynaklanıyor.

Emirelmuminin hz. Ali (a.s) Nehc-ul Belağa’da tekebbür ve bu hastalığı yok etme, tedavi etme yolları hakkında olağanüstü güzel noktaları beyan etmiştir. O hazretten nakl edilen değerli sözlerin yanısıra o hazretin hayatının Allah’a ubudiyetin mazharı olduğuna teveccüh edilmelidir. Bu ubudiyyet ve kulluğun karşıtı kibir, uluv, istila ve istikbardır diyebiliriz. Ubudiyyet, Allah’ın karşısında huzu ve huşuyla durmak ve ilahi ahkamı kabullenip Allah’ın emirlerine teslim olmaktır, diyebiliriz.

Vesselamu aleykum verahmetullahi ve berekatuh

İmam Hamanei

 

Read 2195 times