Displaying items by tag: Husiler
İran Yemen’e müdahil mi?
Yemenliler diğer milletlerden daha çabuk İslam İnkılabı’nın ıslahat çağrılarına olumlu yanıt verdi. Daha sonra 2011 yılının başlarında Arap hareketleri başladı. Yemenliler, kendi toplumsal yapılarına uygun bir şekilde mücadeleye başladılar ve başarılı da oldular.
Yemen’de Suudi Arabistan önderliğinde uygulamaya konulan Körfez Önlem Planı yenilgiyle sonuçlandı ve Yemen halkı ortaya koyduğu siyasi irade ve devrim tecrübesi ile iki yıl önce Şafii’lerin, Zeydi’lerin yürekten vahdeti ve tek elden yönlendirilmesi ve halkın inkılabın halkasına eklemlenmek için yarışmalarını beraberinde getirdi.
Suudi Arabistan, Yemen ile 1400 kilometrelik bir sınıra sahiptir ve bu sınır her zaman için Suudilerin endişe kaynağı olmuştur ve olmaya da devam edecektir. Bu yüzden de yıllar boyunca endişelerini bertaraf etmek uğruna Yemen’de kukla rejimleri ayakta tutmak için büyük bütçeler ayırmıştır. Ancak henüz üzerinden çok zaman geçmemesine rağmen, Körfez Önlem Planı da siyasi çıkmaza girmiştir. Bu gün Suudilerin en büyük stratejik endişesi Yemen’de işleri havale edebilecekleri ve güçlü bir müttefiklerinin bulunmayışı ve buna karşın ortaya çıkan inkılabın arkasında yapısal bir değişimden başka bir sonucu kabul etmeyen halkın sağlam duruşudur.
Durum böyleyken, Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Ban Ki Moon, Güvenlik Konseyi’ne “Yemen gözlerimizin önünde yıkılmaktadır” diyerek Ürdün ve İngiltere’nin Konseyden bir karar tasarısı çıkarma yönündeki çabalarının yolunu açmıştır. Güvenlik Konseyi üyelerinin Bahreyn’deki halk kıyamını bastırmak için bu ülkeye askeri müdahaleyi öngören işbirliği tecrübesini sahiptirler, ancak Yemen toprak genişliği ve iç dinamiklerin şekli bakımından Fars Körfezi ülkelerinin tek başlarına askeri müdahalesinin bir etkisi olmayacağı aşikardır.
Bunlara ilaveten Husilerin dış güçlerin ve son zamanlarda IŞİD’e biat ettiğini açıklayan ve yıllardır Amerika’nın insansız hava uçaklarıyla bombalamalarına rağmen yok edemedikleri el-Kaide terör örgütü karşısındaki dikkat çekici direnişi de göz ardı edilmemelidir. Yemen’e müdahale için uluslar arası bir gücün oluşturulması ve uluslar arası meşruiyet, Suudilerin liderliğinde oluşturulan Körfez İşbirliği Şurası için önemlidir.
Söz konusu olan bu kararnamede Husilerden “acil bir şekilde ve kayıtsız şartsız” devlet yönetiminden çekilmeleri, Amerika’nın desteklediği istifa eden cumhurbaşkanı Abdurabbuh Mansur Hadi ve kabine üyelerini ev hapsinden serbest bırakmalarını ve “iyi niyet” ile Birleşmiş Milletler önderliğinde yapılacak barış görüşmelerine katılmaları istenmektedir.
Arap ve Batı medyası bölgesel ve küresel bütün sermayedarlara ve müstekbirlere İran nüfuzunun yönlendirmesinden, İran nüfuzunun tehlikesinden bahisle üst üste haberler yaptıkları gözlenmektedir. Birleşik Arap Emirlikleri gazetelerinden Gulf Businnes yazarlarından Askar şunları yazdı: “Sana Husilerin eline geçmemeli, çünkü onlar İranlıların güçlü müttefikleridirler ve bu bölgede İran nüfuzu anlamına gelmektedir, İran’ın nüfuzuna son verin, İran’ı durdurun.”
Bu bağlamda Ortadoğu uzmanı Sadullah Zâriî Yemen meselesi, Suudi Arabistan ve Amerika’nın bu ülkenin içinde bulunduğu duruma etkileri ile ilgili Tabnak ile bir röportaj gerçekleştirmiştir:
İlk soru olarak size göre İslami Uyanış sürecinde Yemen’de meydana gelen değişimlerin bu noktaya ulaşmasında ne etkili olmuştur?
Yemen Arap ülkeleri arasında kendine has özellikleri olan bir ülkedir. Çünkü bir yandan Yemen kendini Arapların annesi olarak kabul etmektedir. Kahtanlılar, Adenliler karşısında Arap’ın annesi olarak görülür ki bunların bölgesi Yemen’in Batı bölgesi ve Sana’dan başlamaktadır. Gerçekte Yemenliler kendilerini Arap medeniyetinin kaynağı olarak görmektedirler. Öte yandan Yemen en çok Zeydi nüfusun yaşadığı ülkedir, 22 milyon nüfusun yaklaşık yarısını Zeydiler oluşturmaktadır. Zeydiler İslami mezhepler arasında en savaşçı mezhep olarak tanınmaktadırlar ve kılıç mezhebi olarak meşhur olmuşlardır, dolayısıyla onlar geleneksel olarak ilk gençlik yıllarından itibaren silah taşımaya başlarlar. Gerçekte onlar silah taşımayı bir aidiyet olarak görmektedirler. Zeydiler tabii olarak büyük bir inkılaba dahil olmaya hazırdılar. İslam İnkılabı’nın İran’da zafere ulaşması bütün toplumlardan çok Yemen toplumu üzerinde etki bıraktı. Yemenliler diğer bütün milletlerden daha çabuk İslam İnkılabı’nın ıslahat çağrılarına olumlu yanıt verdi. Daha sonra 2011 yılının başlarında Arap hareketleri başladı. Yemenliler, kendi toplumsal yapılarına uygun bir şekilde mücadeleye başladılar ve başarılı da oldular. Bir yıla yakın bir süre sonunda mücadele ettikleri Ali Abdullah Salih’i devirdiler. Daha sonra Yemen İnkılabı bazı saptırmalara maruz kaldı, Suudiler bu dalgadan yararlanarak Fars Körfezi İşbirliği Konseyi planlarını uygulayarak 2012 yılında bu inkılabı hedefinden uzaklaştırdılar.
Mansur Hadi’nin Yemen’i idare edememesinin sebebi nedir?
Körfez Önlem Planı çerçevesinde Salih’in yerine gelen cumhurbaşkanı bu planın Suudilerin istediği gibi sonuçlanmasını sağlayamadı. Yemen cumhurbaşkanı büyük hatalara düşmüştür, özellikle Yemenli grupların ortak anlaşmasını uygulama konusunda, Mansur Hadi çok ileri gitti. Toplumsal alanda da direkt olarak çoğunluğu çiftçilik ve hayvancılıkla uğraşan, en az halkın yüzde 80’ini etkileyen akaryakıtın görülmemiş bir biçimde zamlanması meselenin yeniden alevlenmesine yol açmıştır. Bu kez yeni güçler sahneye çıktı ve bu güçlerin önderliğini Ensarullah devraldı. Ensarullah’ın sahip olduğu tecrübeler ve siyasi, sosyal güçleri ile Yemen’deki liderlik boşluğunu doldurmayı başardı ve Körfez Önlem Planı çerçevesinde oluşan düzeni yerle bir etti. Salim el-Beyd ve Ali Nasır Muhammed Yemen’de geçiş dönemi için geçici bir yapı oluşturmaya çalışmaktadırlar ve geçici hükümet seçim ve referandumla sonuçlanacak yeni devletin anayasasını oluşturma yolunda yardımcı olacaktır.
Arabistan ve Amerika’nın bu olaydaki etkileri nelerdir?
Amerika ve Arabistan’ın birinci aşamada yani 2001’den 2012’ye kadar olan süreç içindeki müdahaleleri çok aşikardır ve esasen Mansur Hadi’nin işbaşına gelmesi, Körfez Önlem Planı çerçevesinde bu iki ülkenin müdahaleleri ayrıca incelenmeye muhtaçtır ki, Suudiler de bu konuyu itiraf etmişlerdir. Suudi Arabistan Yemen’deki dönüşüm esnasında Al-i Ahmer ailesinden yani Abdullah Salih’in aşiretinden yana tavır koymuşlardır. Ancak Amerika ve Suudilerin Yemen ile ilişkileri zayıflayıp kesilme noktasına gelince, İran’ı Yemen’in iç işlerine müdahale etmekle suçladılar.
Arabistan İran’ı Yemen’e müdahale etmekle suçluyor. Siz böylesi bir müdahaleyi kabul ediyor musunuz?
Arabistan tam da Yemen’de etkisinin azaldığı zaman İran’ı suçlamaya başladı. Oysa şimdiye kadar İran’ın müdahale ettiğine dair hiç bir açık belirti yoktu ve böyle bir şey gündeme gelmemiştir. Ancak İslam Cumhuriyeti Kuzeylilerin ve Güneylilerin çoğunluğunun isteklerini desteklemektedir. Gerçekte İran’ın desteği Yemen halkının taleplerine olan desteğidir ki, bu da siyasi bir destek seviyesinden öteye geçmemiş, sosyal ve askeri açıdan bir müdahale söz konusu olmamıştır. İran hiç bir şekilde Yemen’de yoktur. Hatta Yemen’deki İran elçiliği de kapatılmıştır, kaldı ki İran’ın orada gayri resmi olarak bulunması söz konusu bile değildir. Arabistan’ın problemi, Yemen halkını İslami değerleri savunmasından kaynaklanmaktadır. İran’a güveniyorlar ve İran’ı kendilerine sadık görüyorlar. Ancak buna karşın Suudi Arabistan’la yaşadıkları tecrübeler, Suud hanedanına güvenmemeleri gerektiğini onlara hatırlatıyor.
Son zamanlarda Fars Körfezi İşbirliği Konseyi, BM Güvenlik Konseyi’nden Yemen’e askeri müdahalede bulunmasını istedi. Size göre böyle bir planın uygulanmasına imkan var mıdır?
Bu mesele bir kaç gün önce gündeme gelmiş, Rusya ve Çin böylesi bir kararnameyi veto edeceklerini açıkça beyan etmişlerdir. Fars Körfezi İşbirliği Konseyi, BM Güvenlik Konseyi’nden böyle bir kararın çıkmayacağını bilmesine rağmen, bunu propaganda malzemesi yapmak için ortaya atmıştır. Rusya ve Çin bu planı desteklemezler ve hatta BM Genel sekreterinin Yemen temsilcisi Cemal bin Ömer bile bu planı desteklemedi. Gerçekte Fars Körfezi İşbirliği Konseyi’nin, BM Güvenlik Konseyi’nden Yemen’e askeri müdahalede bulunmasını istemesi, ara çözüm yollarını güçlendirmek içindir. Bu ara çözüm yolları iki konuya dayanmaktadır:
1- Ensarullah hareketine karşı siyasi ambargo oluşturulması, bu yolla Ensarullah’ın zayıflatılarak halkın gelecekle ilgili olarak korkutulması.
2- İşbirliği Konseyi Ensarullah hareketiyle başlatması gereken diyaloglarda sanki BM’nin desteğini almış gibi davranmaktadır. Bu Husiler açısından kabul edilemez bir konudur. Bu İşbirliği Konseyi iki yıl önce Mansur Hadi’yi Yemen halkına dayatmış ve geçen iki yıl boyunca iç uzlaşmanın şekillenmesine, Kuzey ve Güney güçlerinin anlaşmalarına izin vermemiştir.
Yemen’in Kuzey ve Güney olarak ikiye bölünme ihtimali var mıdır? Acaba Arabistan Yemen’i parçalamanın peşinde midir?
Bu konuyu Yemen’i tanımayan kimseler gündeme getirmektedir. Suudi Arabistan’ın Husilerle olan problemlerinden daha çok, Güneylilerle problemleri vardır. Geçtiğimiz kırk yıl boyunca Güneylilerin Suudilerle ilişkileri sürekli bozuktu. Şimdi de ilişkileri bozuktur. Suudiler güneyde pek sevilmezler. Sadece Beyza bölgesinde Mansur Hadi’nin oğlu vasıtasıyla biraz nüfuz sahibidirler ve provokasyonlar da Beyza bölgesinden başlatılmıştır. Şimdi de bu bölge Mansur Hadi’nin kontrolünden çıkmıştır ve pratikte Husiler ve Güneyliler burada güvenliği sağlamışlardır. Dolayısıyla Arabistan’ın Yemen’i parçalama girişimleri çok uzak bir ihtimaldir ve Güneyliler esas itibariyle Suudilere karşı çok hassastırlar. Bu hassasiyet de tarihi bir hassasiyettir.
Size göre Yemen’in geleceği hangi yöne doğru ilerleyecektir?
Araştırmalar göstermektedir ki, Fars Körfezi İşbirliği Konseyi geçen 25 Ocak’taki uzun süren beşinci toplantısında, askeri müdahale seçeneğinden vazgeçmiştir. Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri’nin önderliğinde gerçekleşen bu toplantıda Yemen’de Ensarullah hareketine karşı takınılacak tavırda, üç çözüm yolu üzerinde çalışmalar yapılmıştır. Birinci çözüm yolu askeri yöntemlere başvurmaktı, ancak Suudiler Ensarullah hareketi karşısında Konsey üyesi ülkelerin askeri zaaflarından dolayı bu yolu askıya alarak, askeri müdahale konusunu BM Güvenlik Konseyi’ne havale ettiler, ama iki gün sonra Barack Obama Yemen’de çözüm yolu olarak askeri bir müdahaleyi desteklemeyeceklerini açıkça beyan etti. Şu halde BM Güvenlik Konseyi’nin ya da Körfez İşbirliği Konseyi’nin emriyle bir askeri müdahalenin olamayacağı açıktır.
Toplantıda ele alınan ikinci çözüm yolu, Ensarullah hareketi aleyhine uluslararası bir birlik oluşturmaktı. Yani, Batı ve Arap ülkeleri Yemen’i boykot edip, bu ülkeyle olan ilişkilerini kesmeleriydi, bu öneri Amerika ve Suudi Arabistan tarafından benimsendi, hatta bazı Batılı ve Arap ülkeleri de bu öneriyi benimsediler. Ancak bu kapsayıcı bir şekle dönüşmedi ve hatta Amerikalılar Yemen’e Ensarullah hareketinin hakim olmasından dolayı elçiliklerini kapattıklarını söylemediler. Aksine bunu “geçici şartlar”la alakalı olarak ilişkilendirdiler. Yemen halkı geleceği için meydanlara inmişti ve geleceğin kendileri için daha karanlık görünmesinden korktukları için böyle bir yola başvurdular.
Toplantıda ele alınan üçüncü çözüm yolu ise, asgari müştereklere ulaşılması için bir formül geliştirmek üzere Ensarullah hareketiyle ilişkiye geçilmesiydi. Katar, Umman ve Kuveyt bu konuyu gündeme getirdiler ve elbette Birleşik Arap Emirlikleri ve Bahreyn sultanlarının şiddetli muhalefetiyle karşılaştılar, Suudi Arabistan temsilcisi bunu zor bir konu olarak niteledi. Bu durumla birlikte, meselenin Husilerle birlikte çözülmesi yolu, Fars Körfezi İşbirliği Konseyi’nde onlarla savaşmaktan daha çok benimsenmiş gibi durmaktadır.
Öyle görülüyor ki, Fars Körfezi İşbirliği Konseyi ve Amerika, İngiltere ve Fransa üçlüsü ikinci ve üçüncü çözüm yolu üzerinde düşünmektedirler ve ikinci çözüm yolu üzerinde durmanın Yemen inkılabî hareketiyle uzlaşma sağlamanın en uygun yolu olduğuna inanmaktadırlar. Ancak öte yandan Ensarullah hareketi müdahale peşinde olan Fars Körfezi İşbirliği Konseyi ve BM Güvenlik Konseyi karşısında dış müdahalenin kabul edilmeyeceğini vurgulamış, diğer taraftan meydan ve sokakları, özellikle de Sana’daki özel durumu canlı tutarak, Yemen’deki dönüşümün devam etmesini sağlamıştır. Önümüzdeki haftalar özellikle 2 ile 8 hafta arasındaki süreç çok belirleyici olacaktır.
intizar
2011-2012’de yaşananları selamlayanlar neden Sana’yı terk ediyor?
Diplomatlar Yemen’i niçin terk ediyor? Amaç bir müdahaleye zemin hazırlamaksa böylesi bir senaryo Yemen’i birkaç parçaya bölebilir. IŞİD’in eline geçmek üzereyken bütün uyarılara rağmen Musul Başkonsolosluğu’nu boşaltmayan Türkiye, Yemen Büyükelçiliği’ni kapatıyor.
Tıpkı Türkiye’nin diplomatik misyonuna yönelik herhangi bir tehdit yokken ‘bir kurtarma operasyonu’ ile Şam büyükelçiliğini kapattığı gibi. Türkiye, Musul’da konsolosluk çalışanlarının rehine alınmasından ders çıkardığı için mi Sana’da erkenden hareket etti? Sanmıyorum. Burada başka bir hikâye var. Evet, Türkiye’den giden silahlar nedeniyle Yemenliler arasında bir hassasiyet olduğu doğru. Bu hassasiyeti dikkate alan bir refleksle elçilik kapatıldıysa bu adımın bugün değil Husiler eylülde Sana’yı ele geçirdiğinde atılması gerekmez miydi? Bu adım, Suudi Arabistan’ın dümen suyundaki Körfez İşbirliği Konseyi (KİK) ve ABD’nin başını çektiği Batı blokunun elçileri çekme kararının ardından geldi. Peki, 2011-2012’de yaşananları selamlayanlar bugün neden Sana’yı terk ediyor? Arap Baharı ya da ‘devrim süreci’ denen hikâyenin devamında aktörler değiştiği için. Malum İran’ın dümen suyuna gireceği korkusuyla Şii çoğunluğun yaşadığı Bahreyn’de KİK’in askeri müdahalesiyle Sünni hanedanın koltuğu garantiye alınmıştı. Doğulusuyla Batılısıyla tüm ‘devrimciler’ bu ikiyüzlülüğü içine sindirmişti. Yemen’de de İran’ın potansiyel müttefiki olan Husiler değişimi zorlayan aktör haline gelince benzer bir tepki verildi. Şimdi İran’ın heyecanla ‘devrim’ diyerek alkışladığını ötekiler ‘darbe’ diyerek yeriyor. Burada İran’ın çok dürüst ve mezhebi saiklerden uzak davrandığını söylemek niyetinde değilim. Bölgesel nüfuz savaşlarının Yemen’de nasıl nüksettiğini anlatmaya çalışıyorum.
GEÇİŞ SÜRECİ İÇİN MÜDAHALE
Malum Amerikan-Suud ortaklığı, Yemen’de halktan gelen değişim baskısını 2012’de Ali Abdullah Salih’in yerine yardımcısı Abdurabbu Mansur Hadi’yi geçirerek savuşturmuştu. Ama bu gerçek bir devrim değildi. Olup biten Suudilerin vekâlet düzenini ve Amerikan nüfuzunu sürdürecek bir operasyondan ibaretti. Husilerin silahlı gücü Ensarullah, Güney Yemenli solcular ile ordunun bazı unsurlarının desteğiyle başkente gidip 21 Eylül’de Hadi’ye ulusal uzlaşı hükümetinin kurulmasını öngören Ulusal Barış ve Katılım Anlaşması’nı imzalatmıştı. Hadi bu anlaşmanın gereğini yerine getirmeyince Husiler birçok kenti ele geçirip kontrol alanlarını genişletti. Kriz, birinin darbe ötekinin devrim dediği noktaya şöyle vardı: – Husi ilerleyişini durduramayan Suudilerin has adamı General Ali Muhsin el Ahmer 22 Eylül’de ülkeden kaçtı. -Yemen’in altı bölgeye ayrılmasını öneren anayasa taslağı ve Husi karşıtlarının silahlandırmaktan bahseden ses kasetiyle tepki çeken devlet başkanlığı sekreteri Ahmed Avad bin Mübarek 19 Ocak’ta gözaltın alındı. Aynı gün Cumhurbaşkanlığı Muhafızları Komutanı’nın karargâhtaki silahları Husi karşıtı kabilelere nakletme girişiminin ardından Ensarullah başkanlık sarayını ele geçirdi. – Bir nevi ev hapsinde tutulan Hadi’ye Ulusal Barış ve Katılım Anlaşması’nı yerine getirilmesine yönelik 4 maddelik çözüm planı sunuldu. – Buna karşın Hadi, Başbakan Halid Mahfuz Bahhah ile birlikte 22 Ocak’ta istifa etti. Ensarullah lideri Abdulmelik Husi, Hadi ve başbakanın görevde kalmasını istediklerini ama bu ikilinin yönetim boşluğu doğurmak için istifa ettiğini savundu. – Krizden çıkmak için ulusal diyalog çalışmaları sonuç vermeyince Ensarullah, 6 Şubat’ta hükümet ve parlamentoyu fesheden hamleyi yaptı. 2 yıllık geçiş sürecinde ülkeyi yönetmek üzere eski vekillerin de yer aldığı 551 kişilik bir ‘ulusal geçiş konseyi’nin oluşturacağı, bu konseyin devlet başkanının yetkilerini kullanmak üzere 5 kişilik başkanlık konseyi belirleyeceği, bu 5 kişinin hükümeti tayin edeceği ve 17 üyeli ‘yüksek güvenlik konseyi’ kurulacağı ilan edildi. Bu bildiriyi bu süreçte Husilerle gizli ittifak kurduğu öne sürülen Ulusal Kongre Partisi ve Husilerin müttefiki olan güneyliler reddetti. Ancak Husilerin yaptığı teknik olarak ‘darbe’ olsa da ne 5 kişilik konsey, ne hükümet ne de güvenlik konseyine kendi adamlarını atamış değil. Zaten nüfusun yüzde 40’ını oluşturan Zeydi toplumuna mensup Husilerin siyasi gücü iktidarı tek başına sırtlanmaya yetmez. Bu yüzden geçiş dönemi için ısrarla uzlaşı ve katılım çağrısı yapıyorlar. Daha sonraki müzakerelerde de her partiden bir temsilcinin başkanlık konseyine girmesi, parlamentonun korunması, şura meclisinin üye sayısının 200’den 300’e çıkarılması ve parlamento ile genişletilmiş şura meclisinin yeni hükümeti ataması benimsendi.
DÖRT KAMP
Bu gelişmeler ülkeyi 4 kampa ayırdı: Bir tarafta önemli ölçüde orduyu arkasına alan Husiler, diğer tarafta Suud destekli Sünni aşiretler, bu karmaşada doğu ve güneyde mevzi kazanan Kaide, başlangıçta Ensarullah ile birlikte hareket eden ama sonradan bağımsızlıktan bahsetmeye başlayan Güney Yemenli ayrılıkçılar. Aden’de artık 1990’daki birleşme ile varlığına son veren eski Güney Yemen Halk Cumhuriyeti’nin bayrakları dalgalanmaya başladı. Husilere muhalif bazı vekiller de güneyin merkezi Aden’de üstlenmiş durumda. Niyetleri Husiler gitmezse başkenti buraya taşımak. Sünni kesimlerde Husilerin gücünü İran’a borçlu olduğu iddiası dillendirilse de Yemen ordusunun tutumu manzaraya farklı bir boyut katıyor. Şöyle ki Husilerin ilan ettiği 17 kişilik Yüksek Güvenlik Konseyi’nin başkanlığına feshedilen hükümetin Savunma Bakanı Mahmud Subhi getirildi. Konseyin üyeleri arasında İçişleri Bakanı Celal Rişavi, Genelkurmay Başkanı Hüseyin Hayran, Ulusal Güvenlik Kurulu Başkanı Hasan el Ahmedi, Güvenlik Politikaları Merkezi Başkanı General Halid Sufi de yer aldı. Bu bileşim ordunun genel eğilimini anlatıyor. Buna karşın ordunun bazı unsurlarının Sünni kesimlere silah verdiği söyleniyor.
Husi karşıtı kampta Kaide dışında Ortadoğu’da bazı ezber bozucu ittifaklar da görüyoruz. Suudi Arabistan’ın Mısır’da varlığını bitirmek için uğraştığı Müslüman Kardeşler’in (İhvan) Yemen kolu Islah Partisi burada Husilerin başdüşmanı. Aslında Suud-İhvan ortaklığı Husilerin tetiklediği dönemsel bir ittifak değil. Kısa bir arkaplan bilgisinde fayda var: Suudi Arabistan’ın kurulmasının üzerinden çok geçmeden Yemen bu yeni ülkenin arka bahçesine dönüştü. Riyad komşusundaki siyasi süreçlere her müdahil oldu. Ali Abdullah Salih de 1978’de iktidara gelirken koltuğunu Ahmer aşireti ve Suudi desteğine borçluydu. Ahmer aşiretinin siyasi kolu Islah Partisi de Salih’in en kritik müttefikiydi. Suudi Arabistan, yardım ettiği Salih’i dövmekten de geri durmadı. Salih, Suudilerden ilk zılgıtı Kuveyt’i işgal eden Saddam Hüseyin’i desteklediği zaman yedi. Suudi Arabistan 1 milyona yakın Yemenli işçiyi sınırdışı ederek ve 1994’te Güney Yemen’deki iç savaşta güneylilere destek vererek Salih’i cezalandırdı. Halbuki 1990’da Güney ve Kuzey Yemen’in birleşmesinde Suudilerin rolü az değildi. Eski Savunma Bakanı Sultan bin Abdulaziz, 2011’de ölünceye kadar yaklaşık 50 yıl Yemen dosyasından sorumlu Suudi yetkiliydi. Ahmer aşireti ile Salih arasındaki ittifak 2011’de gösteriler patlak verdiğinde bozuldu. Suudiler Yemen’i yörüngede tutabilmek için Salih’i kızağa alan formülü devreye sokarken yeni dönemde Ahmer aşireti, Islah Partisi ve Islah Partisi’nin kurucularından General Ali Muhsin el Ahmer öne çıktı. Salih sonrası yeni siyasi dengeler, Yemen üzerindeki gizli el Abdülaziz’in ölümü, Kral Abdullah’ın ‘Yemen özel komitesi’ni feshetmesi ve Riyad’ın Mısır’da İhvan’a darbeyi finanse etmesi nedeniyle Islah ile ilişkilerin soğuması Suudilerin Yemen üzerindeki kontrol gücünü zayıflattı. Husilerin son darbesi de Suudi Arabistan’da Kral Abdullah’ın ölümünün ardından yeni Kral Selman saraydaki operasyonlarla meşgul olduğu döneme denk geldi. Şimdi Suudiler Yemen’de oyunu yeniden oynamak istiyor. Bunu yaparken de bölgesel ve uluslar arası müttefiklerini harekete geçirmeye çalışıyor. Yeni kralın ilk sınav yeri Yemen. Birilerinin de yeni krala kur yapma ihtiyacı var.
KAİDE PALANLANIRKEN SANA’YI TERKETMEK
Bu süreçte Kaide, silah temin ettiği bazı Sünni aşiretlerle güç birliğine gidip petrol bölgesinde gücü arttırırken Batılı ülkeler ve müttefiklerinin Sana’dan çekilmesi kötüye işaret. Sonuçta 2012’de yetki devrine rağmen bu ülke ne siyaset ve ekonomi ne de güvenlik açısından kendi mecrasını bulamadı. Reformların yapılamadığı, yolsuzluğun sürdüğü ve siyaseti belli aşiretlerin elinde döndüğü anormallikler ortamında Husiler yükseldi. Böylesi bir ülkeyi düze çıkartacak şey ne Husileri sahneden silmek için KİK’in BM Güvenlik Konseyi’nden istediği askeri müdahale ne de siyasi ve ekonomik tecrittir. Ulusal uzlaşı bu krizin yegâne ilacı. Madem ki Ensarullah ‘uzlaşı’ davetinde ısrarlı o halde uluslararası aktörleri Husilerin niyetini test etmekten alıkoyan nedir? Belki bunun için Husilere yaptıkları baskının bir benzerini Ahmer ve Islah için de yapmaları gerekir. Aksi halde Yemen nüfuz savaşlarına kurban gidiyor. Asıl çabalar uzlaşı için harcanmazsa güneyin ayrılmasıyla ülkenin yeniden bölünmesi ve güneydoğu bölgesinde Kaide’nin kendine emirlik kurması yakındır. Bu arada güney bağımsızlık için sabırsızlanıyor ama Kaide’nin güçlendiği yerler eski Demokratik Güney Yemen Cumhuriyeti’nin sınırlarında yer alıyor. Yani merkezi otorite kaybolduğunda Kaide’den Güney Yemenlilere sıra gelmeyebilir. Yemen’deki Kaide tehdidi Batı’yı da vuracak şekilde büyümeye devam ederken ABD’nin bu belaya karşı potansiyel ortak olarak öne çıkan Husileri tepelemesi çok manidar gelmiyor. İran’a yakınlıklarına ve ‘Amerika’yla ölüm’ sloganlarına rağmen Husilerle ortaklık mümkün. Sorun İran etkisinden duyulan korku ise Suudilerin arzuladığı türden bir müdahale Tahran’ı işin içine daha fazla sokabilir ve patlak verecek vekalet savaşının sonu gelmez, Suriye’de gelmediği gibi.
radikal
E-Mailiniz
Yorumunuz