Displaying items by tag: emperyalizm

İslam İnkılâbı Rehberi İmam Seyyid Ali Hamaney, mübarek Ramazan bayramı dolayısıyla ülke yetkilileri, İslam ülkelerinin tahran büyük elçileri ve halktan muhtelif kitleleri kabulünde yaptığı konuşmada, vahdet ve birlikteliğin, İslam dünyasının şifa verici reçetesi olduğunu bildirerek, bölgede var olan mevcut mezhebi ve etnik içerikli çatışma ve savaşın Müslüman halkların dikkatinin Siyonist İsrail rejiminin dağıtılması amacıyla planlandığına temasla, “İran İslam cumhuriyetinin bölge siyasetlerinin tamamen Amerika önderliğindeki dünya müstekbirliğinin siyasetlerinin karşı noktasındadır ve İran kesinlikle Amerika’ya güvenmemektedir. Çünkü Amerikan siyaset adamları sadakatsizlik ve insafsızlığın doruğundadır” dedi.

Mübarek Fıtr (Ramazan) bayramı dolayısıyla tebriklerini dile getiren İmam Hamanei, İslam dünyasının içinde bulunduğu üzücü duruma ve birlik ve dayanışmanın olmamasına temasla, bölgedeki mevcut tefrika ve ihtilafın doğal olmadığını ve (birileri tarafından) tahmil edildiğini, İslam âleminin din âlimleri, aydınlar, devlet adamları, siyasetçiler, elitler ve güzidelerinin bu tefrika ve ihtilaflarda İslam ümmetine yönelik hıyanet ellerin farkında olmaları gerektiğini söyledi.

İslam inkılâbı rehberi, bölge ülkelerinde Sünni ve Şii Müslümanların uzun yıllar birlik içinde yaşamalarına rağmen bugün gelinen noktada yaşanan ihtilaf ve çatışmaların normal olmadığını hatırlatarak, ''Eğer İslam ülkeleri vahdet içinde olsa ve müşterekleri üzerinde yoğunlaşsalardı kesinlikle dünya siyasetinde kendine has çok büyük bir güç olurdu ama büyük güçler kendi çıkarlarını ve Siyonist rejimin çıkarlarını korumak için İslam ümmetine bu ihtilaflar ve fitneleri dayatmışlardır'' dedi.

İslam devletleri içinden bazılarının gayrı meşru Siyonist rejime eğilim göstermelerine rağmen Müslümanların Siyonist İsrail rejimine karşı nefretlerini hatırlatan İslam İnkılâbı Rehberi İmam Hamaney müstekbir devletlerin İslam ülkeleri içinde de bazı münasebetsiz kimselerle işbirliğinde bulunarak mezhepsel savaşları planladıklarını ve el-Kaide ve IŞİD gibi cani örgütleri ortaya çıkardıklarını söyledi.

İmam Hamaney, Amerikalı bazı yetkililerin terör örgütü IŞİD'in oluşturulmasında Amerikan yönetimin rolünün olduğuna dair itiraflarına da temasla, IŞİD aleyhinde oluşturulan koalisyonun inandırıcı olmadığını belirterek; bölgede emperyalist güçlerin siyasetlerinin, açık bir şekilde haince olduğunu ve bunun herkes tarafından görülmesi gerektiğini söyledi.

İslam inkılâbı rehberi, İran İslam cumhuriyetinin bölge siyasetlerinin emperyalist ülkelerin siyasetlerinin tam tersine olduğunu belirterek; Irak konusuna temas etti ve ''Emperyalizmin Irak'taki siyaseti, halkın oyuyla iktidara gelen hükümetin devrilmesi, Irak'ta Şii ve Sünni Müslümanlar arasında çatışma çıkarılması ve sonuçta Irak'ın parçalanmasıdır. Ama İran'ın siyaseti ise, seçimle iktidara gelen hükümeti desteklemek, iç savaşları önlemek, Irak'ın toprak bütünlüğünü korumak ve mezhepler arası çatışmaları engellemektir'' dedi.

Suriye konusuna da değinen İslam inkılâbı rehberi, emperyalizminin Suriye'deki siyasetlerinin de, halkın iradesi dışında bir iradenin dayatılması ve Suriye yönetiminin devrilmesi yönünde olduğunu ama bu şom emellerini bu zamana kadar gerçekleştiremediklerini zira Suriye halkı ve devletinin bir bütün olarak başta Siyonistler olmak üzere her türlü entrikaya karşı direndiğini, İran Cumhuriyetinin ise, Siyonistler karşısında direnen bir devletin şiar, hedef ve mukavemetini İslam dünyası açısından bir ganimet bildiğini söyledi.

İmam Hamaney, “İran İslam cumhuriyeti, Irak, Suriye, Yemen, Lübnan ve Bahreyn gibi bölge meselelerinde kendi özel çıkarları peşinde değil bilakis bu ülkelerde asıl karar vericilerin halklar olduğuna ve başkalarının bu ülkelerde müdahalede bulunma ve karar verme hakkına sahip olmadıklarına inanmaktadır” ifadesini kullandı.

İslam İnkılâbı rehberi Lübnan’da müstekbirlik siyaseti ile İslam nizamı siyasetinin karşı karşıya geldiğini de hatırlatarak, başta Amerika olmak üzere müstekbirlik düzenin yıllar boyunca Lübnan topraklarının bir parçasının Siyonist İsrail rejimi tarafından işgal edilmesi karşısında onay içerikli sessiz kaldığını, fakat dünya düzeyinde en şerefli milli müdafaa gruplarından olan mümin, fedakâr bir grubun işgalci Siyonistler karşısında direniş göstermesi ve onları Lübnan topraklarından dışarı atmasıyla derhal bu grubu terörist gruplar listesinde ilan ettiğini ve onu yok etmeye çalıştığını söyledi.

İran İslam Cumhuriyetinin Lübnan direnişini desteklemesinin sebebinin, onlar saldırganlar karşısında gerçek bir direniş göstermeleri, yiğitlik ve fedakârlıkları olduğunu belirten İslam İnkılâbı Rehberi, “Amerikalılar, Lübnan direnişi terörist diye adlandırmakta ve İran’ı da Lübnan direnişine verdiği destekten dolayı terörist destekçisi olmakla suçlamaktadır hâlbuki gerçek teröristin ta kendisi, IŞİD’i oluşturan ve habis Siyonistlere destek veren Amerika’dır ve terörizme destek verdiği için yargılanması gerekmektedir” dedi.

Yemen meselesine ve bu bölgede de İran ile Amerikan siyasetlerinin çatıştığını belirten İmam Hamaney şöyle dedi: Yemen’de Amerika, ülkenin çok kritik bir döneminde siyasi kriz yaratmak amacıyla görevinden istifa ederek firar eden ve başka bir ülkeden kendi halkına yönelik saldırı düzenlemesini isteyen, Yemen masum halkı ve çocuklarının katliam edilmesini savunan bir cumhurbaşkanından himaye etmekte ve kendi halkını seçimler meselesini ağızlarına almasına dahi izin vermeyen en dikta, despot bir yönetimine dostluk eli vermekte ama buna karşılık tepeden tırnağa kadar seçimlerle iç içe olmuş İran İslam cumhuriyetini despot bir yönetim olmakla suçlamaktadır. Amerikalı siyaset adamları büyük bir insafsızlık içinde konuşmaktalar ve açıkça aleni gerçekleri utanmadan inkâr etmekteler. Şimdi ise Amerikalılara güvenilmeyeceği sözünden asıl maksatta da budur. Çünkü onların kesinlikle bir sadakati yoktur. Cumhurbaşkanı ve öteki yetkililerinin zahmete katlandıkları bu çetin nükleer görüşmelerde bile defalarca Amerikalıların sadakatsizliğine tanık olduk.”

İslam ülkelerinin sorunlarının çözümü ve İslam devletlerinin her birinin özelde reçetesinin vahdet ve bütünlüğün korunması olduğunu hatırlatan İslam İnkılâbı Rehberi, İran halkının da birleşik ve dayanışma içinde olması ve nükleer meselenin onların ihtilafa düşmesine yol açmaması gerektiğini, zira nükleer meselenin ilgili sorumlular tarafından takib edilmekte olduğunu ve yetkililerin de ülkenin milli çıkarları peşinde olduklarını söyledi.

Ülkede ihtilaf ve tefrikanın oluşturulması yönünde yabancı medyanın yoğun propagandalarına temas eden İmam Hamaney, bu çabalara karşı koymanın tek yolunun, genel ve milli takva olduğunu, iman, ilim, sanayi ve kültürün güçlendirilmesi yoluyla ülke içi iktidarın artırılması gerektiğini söyledi.

İslam İnkılâbı Rehberinin konuşmasından önce İslami İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani yaptığı konuşmada, mübarek Ramazan bayramı dolayısıyla dünya Müslümanlarına tebriklerini bildirerek, Ramazan ayının imanın sınanma ayı, direniş ayı, mukavemet ve sabır ayı olduğunu belirterek, “bu yılki Ramazan gönlü ve dil birlikteliği ayı ve pak ilahi fıtrata geri dönüş ayı olmuştur” ifadesini kullandı.

Bu yılki Ramazan ayında halkın hayır duaları sayesinde İran halkının müstekbir güçler karşısındaki 12 yıllık direnişinin meyvesini verdiğini belirten Ruhani, “Hükümet, İran halkının iradesi ve direnişi sonucu ve İslam İnkılâbı Rehberinin devamlı hidayetleriyle, nizamın tüm kurum ve organlarının desteği ayrıca diplomasi alandaki halkın evlatlarının mücadele ve fedakârlıkları sonucu belirlenen yol haritası uyarınca yüce İran halkının haklarını kabullendirmeyi başarmıştır” dedi.

Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani ayrıca İran İslam cumhuriyeti diplomasi ve müzakere adına yeni modern bir gücü tüm dünyanın gözleri önünde sergilediğini hatırlatarak, bölge olaylarına temasla bu yıl Irak, Suriye, Yemen’den Filistin, Lübnan, Afganistan ve Pakistan’a kadar bölge ülkeleri ve komşu devletlerin bu yılki Ramazan’da çok zorluk çektiklerini, ancak İran İslam cumhuriyetinin iradesinin tüm mazlumları ve zalimler karşısında direnenleri desteklemek yönünde olduğunu bildirdi.

Published in Rapor

- İran İslam İnkılabı Rehberi İmam Seyyid Ali Hamanei, üniversite öğrencileri ve  üniversite  teşekküllerinin  temsilcilerini kabulünde yaptığı konuşmada, dünya zorbalarının İran milletine  yönelik  düşmanlığının temelinde,  İran İslam  Cumhuriyetinin  'sultacı sistemi kabul etmemesinin' bulunduğunu söyledi.

İslam inkılabı rehberi,  dün  yüzlerce üniversiteli ve üniversite teşekküllerinin temsilcilerine hitaben  yaptığı konuşmada,  onların eleştirileri, görüşleri, talepleri ve önerilerini dinlerken, bölge meseleleri başta olmak üzere dünya emperyalizminin İran milletine karşı düşmanlığı ve ayrıca üniversitelilerin meseleleri hakkında  onlarla konuştu.

İmam Hamanei, mübarek Ramazan ayının son günlerine  yaklaşılmasına temas ederken,  herkesin bu maneviyat ve safa baharında,  kalbini rahmet yağmuru ve ilahi lütfün etkisine bırakması gereğine işaret ederken, gelecekte bu manevi bereketin meyvelerinin  toplanacağı ve istifade edileceği temennisinde bulundu.

İslam inkılabı rehberi,  dünya emperyalizminin İran milletine karşı düşmanlığının temelinde, İran İslam cumhuriyetinin  zorba sistemi  kabul etmemesi ve kabule yanaşmamasının bulunduğunu  belirtirken, öte yandan İran'ın  bölgede 'manevi  nüfuzu ve varlığının da   ilginç boyutta olduğunu  belirtti ve  bu durumun aslında üniversitelilerin üzerinde önemle durması  gereken bir konu olduğunu  söyledi.

İmam Hamanei, Amerikalılar ve bölgenin gerici güçlerinin  gizli oturumlarında,   İran'ın bölgedeki nüfuzundan dolayı  rahatsızlıklarını birbirlerine  bildirdiklerini ama onların ellerinden hiçbir şeyin de gelmediğini söyledi.

Masum ve mazlum Yemen halkının 100 günü aşkın bir şekilde  zalimce  bombardımana ve katliama tabii tutulmasına da işaret eden İslam inkılabı  rehberi, liberal batı ve özgürlük iddiasında olanların Suudilerin bu cinayetleri karşısında sessiz kaldıklarını öte yandan Güvenlik Konseyi'nin ise bombardımanı gerçekleştirenleri kınamak yerine  bombalar altındakileri kınayan bildiri yayınladığını belirterek  böylece tarihinin en utanç verici bildirisini de yayınladığını söyledi.

Yemen'in  bombalanmasının asıl sebeplerinden birinin Suudiler ve hamilerinin  İran'ın bölgedeki nüfuzundan duydukları öfke olduğunu belirten İslam inkılâbı rehberi, iddiaların aksine, İran'ın bölgedeki etkinliği gerçekte  kendiliğinden gelişen bir muhabbet olduğunu ve fiziki  olmadığını söyledi.

İmam Hamanei, üniversitelilerden başta Yemen, Irak ve Suriye olmak üzere  bölge ve uluslar arası meselelere kafa yormalarını isterken, üniversite teşekküllerinin oluşumunu yalnızca  seçimlerde kullanılmak istenmesinin üniversite toplumuna  bir tür  hıyanet olduğunu belirterek, bir kullanımlık bu teşekküllerden uzak olmanın ötesinde, İslami teşekküller ve ilginin İran'ın genel hareketinde  çok önemli ve etkili olacağını söyledi.

İslam inkılabı rehberi, sultacı ve emperyalist  düzenle mücadelenin, Kuranı Kerim öğretilerine dayalı, hiçbir zaman  tatil olmayacak bir konu olduğunu belirterek bugün Amerika'nın, emperyalizmin en bariz  simgesi olduğu söyledi.

İmam Hamanei,  emperyalizmle mücadelenin inkılabçı ve temel işlerden olduğunu  belirterek, bundan dolayı öğrencilerin bu konuda  kendilerini her zaman hazırlamaları gerektiğini söyledi.

İslam inkılabı rehberi,  İran gençliğini dünyanın en dinamik,  en yapıcı ve faal  gençliği olarak nitelerken, buna karşı Avrupa gençliğindeki intihar rakamlarının  yüksek olmasının da  batı dünyasının bir bunalım ve çıkmaz içinde olduğunun göstergesi olduğunu  söyledi.

İmam Hamanei, Avrupalı  gençlerin  terör örgütü IŞİD içinde yer alarak  intihar  saldırılarıyla cinayetlere olan eğilimlerine de temasla, bu durumun aslında Avrupa gençliğinin bir  bunalım içinde olduğunun açık göstergesi olduğunu belirterek, buna karşı, İran gençliğinin, oruçlu ağızla ve kadir gecesi boyunca uyanık kalarak yaptıkları ibadetler ardından yazın sıcağında Kudüs Günü  yürüyüşleri için  caddelere akın ettiklerini  ve  bu durumun ise İran gençliğinin bunalımdan uzak ve dinamik olduğunu gösterdiğini söyledi.

Published in Rapor

Kendi mezhebini “din”in kendisi ve kendi dışındaki herkesi yok edilmesi veya en azından başı ezilmesi gereken “öteki” olarak gören yapılar oluşturmak isteyen emperyalizm, direkt veya dolaylı olarak bin bir yoldan “Selefizm, Vahhabizm, Gülenizm, Cübbelizm vb.” gibi akım ve bu akımların yapılarına yatırım yapmaktadır.


 Allah’ın adıyla

Jeopolitik konumu, sahip olduğu tabii zenginlikleriyle Ortadoğu, Yaratıcının Müslümanlara ilahi bir bağışıdır. Dünya siyasi ve ekonomik arenasında sahip olduğu kader belirleyici bu özellikler dolayısıyla Ortadoğu, tüm tarih boyunca egemenlerin iştahını kabartmıştır. Küresel müstekbirler tarih sürecinde şunu keşfetmişlerdir ki, Ortadoğu’ya hakim olmaksızın “global emperyal” bir düzen kurmak mümkün değildir. Gerek bahsi geçen bu özelliklere sahip olmak ve gerekse İslam’ın “devrimci” karakterini yok ederek veya baskılayarak bölge üzerinden tüm dünyaya egemen olmak isteyen müstekbir/egemen güçlerin gözü her zaman bu coğrafyada olagelmiştir. Tüm dünya mazlumlarının kanını emmeye göz dikmiş olmakla beraber emperyalizm ve siyonizmin hedef aldığı esas coğrafya Ortadoğu ve hedef aldığı esas toplumlar Müslüman halklardır.

Emperyalizmin “Haçlı Seferleri” ile başlattığı tüm Ortadoğu’ya sahip tüm Müslümanlara malik olma ihtirası bin yılı bulmuş durumda. Bin yıllık bu mücadele sırasında emperyalizm, İslam coğrafyası ve Müslüman halklar için bin bir türlü fitne ve plan üretmiş ve kendi cephesinden engin bir tecrübe edinmiştir.

Tarihsel süreçte daha ziyade İngiltere ve yirminci yüzyıl başlarından itibaren ise daha ziyade Amerika olarak vücut bulan emperyalizmin son iki yüzyıl boyunca yatırım yaptığı en büyük fitne alanı hiç kuşkusuz “mezhepçilik”tir!

Müslümanların vahdetine engel olmak, güç ve enerjilerini birbirlerine yönlendirmek, esas düşmanlarını tanıma ve tanımlamalarını önleyerek bölgenin fiziki ve beşeri zenginliğini yağmalamak ve hem de tüm coğrafyaya sulta kurmak için emperyalizm ve siyonizmin elindeki “en etkin silah” mezhepçiliktir!

İslam dünyasına kısa bir göz gezdirdiğimizde koca coğrafyayı üç kelime ile özetlemek mümkün: “zulüm, kan, gözyaşı”! Katledilen canların, kirletilen iffetlerin hepsi Müslüman. Harap olan şehirler, viran olan köyler, telef olan ürünler, fesada uğrayan toplumlar, yok olup giden zenginlik ve enerji… hepsi İslam ümmetine ait! Ve bunların hepsinden daha acı olanı ise tüm bu zulüm ve cinayetlerin neredeyse tamamının Müslümanlar eliyle işleniyor olması!

Küresel müstekbir planlayıcılar, gerek sahadaki tetikçilerinin ve gerekse kitlelerin bu cinayetleri kabullenme, meşrulaştırma ve içselleştirmeleri için dinsel kılıflar üretmek zorunda olduklarını biliyorlar. Küresel emperyalizm ve siyonizmin “cihadist terörist” anlayışların kullanımı için ürettiği dinsel kılıflar, genellikle mezhebi ihtilafları kullanma şeklinde tezahür etmektedir.

İslam ümmetinin enerjisini birbirlerine karşı tüketmek ve asla kendilerine dönmesine müsaade etmek istemeyen emperyalizm ve siyonizm, İslami mezhep ve fırkaların ihtilafları üzerine korkunç bir yatırım yapmaktadır. Kendi mezhebini “din”in kendisi ve kendi dışındaki herkesi yok edilmesi veya en azından başı ezilmesi gereken “öteki” olarak gören yapılar oluşturmak isteyen emperyalizm, direkt veya dolaylı olarak bin bir yoldan “Selefizm, Vahhabizm, Gülenizm, Cübbelizm vb.” gibi akım ve bu akımların yapılarına yatırım yapmaktadır.

Ancak emperyalizmin yatırım yapıp bel bağladığı yapı ve anlayışlar, sadece “Sünni Mektep” içerisinden olanlar değildir. “Mezhepçilik fitnesi”nin ateşinin bir an bile sönmesini istemeyen emperyalizm, “Şii Mektep” içerisinden de bir kısım anlayış ve yapılara yatırım yapmaktadır.

İslam İnkılabı Rehberi Seyyid Ali Hamaney’in “İngiliz Şiiliği” olarak tanımladığı, emperyalizmin hedeflerine hizmet etmesi için fitnekar bir Şii anlayış, Londra merkezli olarak yeşertilmeye çalışılıyor!

İster Şii olsun ister Sünni, izledikleri yol ve yöntemler hatta bizatihi varlıkları küresel emperyalizmin hizmetinde olan “mezhepçilik” fitnesini kuşanmış bu anlayışlara karşı Şii’si ve Sünni’si ile İslam ümmetinin her ferdinin ayık olması; sosyal, siyasal, kültürel ve ekonomik tüm güçleri ile bunlara karşı koyması en büyük vazifedir.

İşte bu merhalede şöyle bir sorunun cevabını aramalıyız: “İster Şii olsun ister Sünni, acaba bilinçle veya cehalet ve taassuplarının kurbanı olarak kendilerince “İslam’a” ama hakikatte “emperyalizme” hizmet etmekte olan bu anlayış ve yapıların onları teşhis etmemizi kolaylaştıracak karakter ve özellikleri nelerdir?”

Bu soruyu cevapladığımızda “Amerikan Sünniliği” ve “İngiliz Şiiliği”nin ortak karakterini ortaya koymuş olacağız.

1-Mezhepçi bir söylem ve hareketi şiar edinmiş olma

Amerikan Sünniliği ve İngiliz Şiiliği’nin birincil ortak yönü: “Kendi mezhebini dinin kendisi ve kendi dışındaki herkesi ise “batıl” görmesidir.” Pek çok merhalesi olan bu vahim vakıanın son aşaması kendi dışındaki mezhep ve fırkaları “şirk ehli” olarak ilan edip; “kan, mal ve namuslarını helal görme” aşamasıdır ki, maalesef şu an Ortadoğu’da özellikle “Vahhabizm”den beslenmiş yapılar bu aşamaya ulaşmış durumdadırlar!

2-Vahdet karşıtlığı

Amerikan Sünniliği ve İngiliz Şiiliği’nin en karakteristik özelliklerinden biri: “Müslümanların vahdetine inanmamaları hatta karşı durmalarıdır.” Kendi dışındakileri “batıl” olarak gören bu anlayışların doğal olarak lügatlerinden “vahdet” kelimesi çıkmış durumdadır. Müslümanları İlay-i Kelimetullah bayrağı altına değil, kendi yapılarının bayrağı altına davet etmektedirler. Ve herkes kendi bayrağını esas aldığından vahdet hayal ve tefrika kaçınılmaz oluyor!

3-Diğerlerinin kutsallarına hakaret etme

Amerikan Sünniliği ve İngiliz Şiiliği’nin “en tehlikeli” karakteristik ortak özellikleri ise “Öteki ve batıl olarak gördüğü diğer mezhep ve fırkaların kutsallarına, değerlerine, ritüel ve şahsiyetlerine hakaret ve küfür etmedir.” Emperyalizmin bu anlayış ve yapılardan beklediği en büyük hizmet budur! Çünkü bu sayede mezhep ve fırkalar birbirlerine karşı kinlenecek, bilenecek ve ardı arkası kesilmeyen fitnelerin kapısı aralanabilecektir..!

4-Emperyalizm ve siyonizm ile mücadele etmeme

Amerikan Sünniliği ve İngiliz Şiiliği’nin ortak karakteristik bir başka özelliği ise “Tüm dünya mazlum ve mustazaflarının ortak ve esas düşmanı olan emperyalizm ve siyonizm ile mücadele etmemektir.” Bu türden anlayış ve yapılar, hiçbir zaman emperyalizm ve siyonizm ile hesaplaşma yolunu seçmedikleri gibi ya uşaklık veya yandaşlık yapmaktadırlar. Bazen şartlar onları emperyalizm ve siyonizm aleyhine olmaya mecbur kılar ki –aksi takdirde halklar nezdindeki konumları açığa çıkacaktır- o zamanlarda sadece söylem boyutunda kalacak yuvarlak sözler söylenir.

5-Mücadele ve cihat alanı olarak diğer mezhepleri görme

Amerikan Sünniliği ve İngiliz Şiiliği’nin ortak bir başka karakterleri ise “Dünya küfür ve müstekbirleri dururken, “cihat” alanı olarak, “öteki ve batıl” olarak belledikleri mezhep ve fırkalara yönelmiş olmalarıdır.” Dünya küfür ve müstekbirleri “Ehl-i Kitap” nitelemesi ile yumuşatılıp, flulaştırılıyorken; diğer mezhep ve fırka mensupları “şirk ehli” ilan edilerek “kan, mal ve namus”ları ile hedef tahtasına oturtulmaktadır.

İhanet, cehalet ve taassupları dolayısıyla mezhebi ihtilafları derinleştirmenin İslam ümmetini vahdetten uzaklaştırmak olduğunu ve bu tefrikanın ardında yatan ana etkenin ise emperyalizm ile siyonizmin planları olduğunu fark edemeyen/fark etmek istemeyen Amerikan Sünniliği ve İngiliz Şiiliği mensupları, çatışmacı bir dil kullanarak her zaman gerilimli bir ortam yaratmak istemektedirler. Zira bu tür anlayışlar, “tefrika”dan beslenmektedirler! Ve yine bu türden anlayışlar, menfaat ve mevzi kazanmanın yegane yolu olarak çatışmayı görmektedirler!

Sonsöz: Şii önderler ne diyor?

Burada merak edilebilecek en önemli hususlardan biri de: “Acaba Ehl-i Beyt Mektebi’nin önderlerinin bu konudaki yaklaşımları nedir?” sorusudur.

Öncelikle şunu söylemeliyiz ki; mezhepçi bir dil kullanarak tefrikaya sebebiyet verme, İslam’a ihanettir! Kur’an-ı Kerim’in, Hz. Peygamber (s.a.a)’in, Ehl-i Beyt (s.a)’in anlaşılmamasının önündeki en büyük engel hiç şüphesiz “mezhepçilik”tir!

Tefrika “şeytan”dan, birlik ve vahdet-i kelime “Rahman”dandır. Buyurarak vahdetin önem ve kaynağını gösteren İslam İnkılabı’nın kurucu önderi İmam Humeyni (r.a): “Biz kendi aramızda namazda elimizi şöyle bağlayalım böyle bağlayalım diye tartışıp dururken düşman gelip o elleri kesiyor.” Ve yine: “İslam ülkelerinde, kirli eller, Şiiler ve Sünniler arasında ihtilaf yaratıyorlar. Bunlar ne Şii ne de Sünni’dirler. Bunlar emperyalizmin elleridir. İslam ülkelerini ellerimizden almak istiyorlar.” Buyurarak “vahdet”in önemi ve “mezhepçilik” fitnesinin kaynağını göstermiştir. Yüce İmam (r.a): “İslam’ın, Kuran-ı Kerim ve şanı yüce Peygamberimizin asıl düşmanı Amerika ve onun şirret çocuğu İsrail’dir!” buyurarak İslam ümmeti için esas tehdit ve tehlikenin üzerindeki perdeyi de kaldırmıştır.

“Şia ve Sünni bahaneleri ile vahdeti baltalayanlar, düşmanların uşağı ve İslam düşmanıdır” sözleri ile mezhepçiliğin İslam için ne türden bir ihanet olduğunu ortaya koyan İslam İnkılabı Rehberi Seyyid Hamaney ise bir başka sözünde: “Her kim başka fırkanın kutsallarına ihanet ederse, eğer öfke ve ihanetle başka fırkaya davranırsa vahdete darbe vurmuştur. Her kim olursa olsun!” buyurmuşlardır. Rehber Seyyid Hamaney, bir başka sözlerinde “mezhepçilik” fitnesinin ne manaya geldiğini: “Mezhebi ihtilafları körüklemek, düşmanın kılıcını keskinleştirmektir” buyurarak ortaya koymuştur. Rehber Seyyid Hamaney, “mezhep-vahdet” çizgisinin nasıl çizilmesi gerektiğini de şöyle ifade etmişlerdir: “İslami vahdetin anlamı açıktır. Kastedilen mezheplerin tek mezhepte toplanması değildir. Var olan mezheplerin her biri kendi alanlarında sıradan işlerini yapsınlar; ama birbirleri ile ilişkilerini iyileştirsinler.”

Bu konu da sözü ciltler dolusu uzatmak mümkün ancak akıl sahipleri için kanaatimce bu kadarı kafidir.

Yazımızı İslam İnkılabı Rehberi Seyyid Ali Hamaney’in konumuzla ilgili olarak buyurduğu söz ile bitirelim: “Hem İngiliz modeli Şiilik ve hem de Amerikan modeli Sünnilik, İslam karşıtlığıdır!”

Muntazar Musavi

Pazar, 22 Şubat 2015 00:00

İslami Bir Devrimin Üç Özelliği

Bismillah

İslam dünyasında son yıllarda ortaya çıkan halk hareketleri hedefe ulaşıp ulaşmamaları bir yana çıkış noktaları bakımından hiç kuşkusuz adil bir toplum özleminin dışa yansımalarıdır. Adına ister İslami uyanış, ister Arap baharı ve ister demokratik talepler denilsin asıl amaç bu ülkelere hakim rejimlerin yıkılması, diktatörlerin iktidardan uzaklaştırılması ve yeni düzenlerin kurulmasıdır.

Her ne kadar açıkca ilan edilmemiş olsa da bu ülkeler Müslüman halklarının kendi dini inanç ve yaşantılarıyla uyum içinde bir düzeni arzuladıklarını kimse inkar edemez. Dini uyanış, bahar veya demokratik hayat talebleri tanımları asılda birbiriyle çelişke oluşturmaz. Çünkü sonuçta hak, hukuk ve adalet esaslı bir toplum düzeni talebi bu tanımların hepsiyle uyuşabilir.

Ancak arzulanan ile pratikte ortaya çıkan durum arasında maalesef hiç bir uyumluluk ve benzerlik bulunmuyor. Bu halk hareketlerinin nasıl temel amacından saptırıldığı, hangi faktörlerin bunda etkili olduğu, ne gibi eksikliklerden kaynaklandığı ayrıca incelenmesi gereken bir konudur.

Müstekbir güçlerin halk kıyamlarını hedefinden saptırmak için uygulamaya koydukları komplo planları yanında lider kadrolarının eksiklikleri, zaafları ve hatta bazen hıyanetleri de dikkatlice incelemeye tabi tutulmaldır.

Bütün bunlara rağmen ülkemizde bu halk hareketleri konusunda kafa karışıklığının devam etmesinde çarpık dini anlayışlar yanında bu hareketlere yerli yersiz müdahil olan iktidar partisinin medya gücüyle kamuoyu oluşturma rolü de görmezden gelinemez.

Bu kıyamları İslami hareketler olarak tanımlıyorsak şimdilik şu ve bu ülke veya partiyi suçlamak yerine bu halk kıyamlarının mahiyeti üzerinde duralım. Bu hareketlerin her birinin çkış noktası, iktidara ulaşmada izlediği yöntem, müstekbir güçlerle girdikleri uzlaşmacı ilişkileri ve yenilgilerde suçu başkalarının üstüne atmak için öne sürdüğü bahane ve tevilleri ayrı ayrı incelemek yerine İslami bir kıyam veya devrimin temel ilkelerini beyan edersek bunların mahiyeti de kendiliğinden ortaya çıkar.

İslami bir devrimin taşıması gereken birçok özellikleri düşünülse de üç özellik vardır ki olmazsa olmazlardandır: İlahi hedefler taşıması, halk desteğine sahip olması ve müstekbirlere karşı durması.

İlahi olması: İslami bir devrim hareketi her şeyden önce meşrû olmalıdır. İslam’da meşruiyetin kaynağı Allah’tır. Allah’ın rızasının hedeflenmediği, insanların dünyevi refahı yanında uhrevi saadetini hedeflemeyen, toplumsal adaleti savunmayan devrimler ilahi olamaz. İlahi bir devrimin lideri veya liderlik kadrosunun da ilahi kriterlere göre meşrû olması ve salahiyet sahibi olmaları gerekir.

Makbuliyet: İslami bir devrim hareketinin temel ilkelerinden biri halk desteğine ve genel makbuliyete sahip olmasıdır. Sınırlı bir silahlı kadro veya servet/sermaye/medya çevrelerince yapılan iktidar değişiklikleri devrim değil, darbedir. Devrimin gerçekleşmesinde ve sürdürülmesinde halk desteğine sahip olmayan hareketlerin ayakta durması zaten mümkün değildir. Devrim, kendi nefislerini değiştirmiş; her türlü zorluğa, baskıya karşı direnmeye hazırlıklı olan halk kesimlerinin desteği ile hayatını sürdürebilir. Devrimin gerçekleşmesi ardından halkın oyunu, görüşünü dikkate almayan yönetimler yıkılmaya mahkumdur.

İstikbar ve emperyalizm karşıtlığı: İslami bir devrim hareketinin temel ilkelerinden biri müstekbir/emperyalist güçlerin sultasına karşı mücadeleyi göze alması ve baskılara karşı direnmesidir. Esasen devrimler emperyalist güçlere ve onların işbirlikçilerine karşı başlatılan hareketlerdir. Bugün İslam ülkelerine egemen rejimlerin çoğu ya doğrudan emperyalist güçlerin tayin ettiği kadrolardır ya da onların çok yönlü destekleriyle ve onların çıkarları doğrultusunda hükümet eden kadrolardır. Bu kukla kadrolara ve efendilerine karşı mücadeleye düşünce ve eylem planında hazırlıklı olmayan hareketler İslami devrim olarak tanımlanamaz ve er–geç hedefinden saptırılmaya, yenilgiye uğratılmaya mahkumdurlar.

Kısaca değindiğimiz bu üç ilkenin Kur’an ve Sünnette kanıtları, şahitleri vardır ve ehil kişiler bu kaynaklara ulaşabilir veya uzmanların eserlerine başvurabilirler. Bu üç ilkenin herhangi birinden yoksun halk hareketlerinin İslami meşruiyeti, makbuliyeti ve varlığını koruyabileceği tartışılabilir.

Bu ilkeleri göz önüne alarak İslam ülkelerinde son yıllarda vuku bulan hareketleri ve silahlı mücadeleleri yeniden değerlendirelim. İran’dan Afganistan’a, Filistin ve Lübnan’dan Tunus, Mısır ve Libya’ya, Suriye’den Yemen ve Bahreyn’e kadar İslam ülkelerinde son yarım asır içinde ortaya çıkan ve hala da devam eden halk hareketlerinin hangisi bu üç ilkeye göre şekillenmiş ve devam etmektedir?

Adı geçen ülkelerdeki devrim ve halk hareketlerini saydığımız bu üç temel ilkeye uyarlamayı ve yorumlamayı siz değerli okurlara bırakıyor ve görüşlerinizi bekliyorum.

ZTY