Displaying items by tag: Suriye


İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani, Suriye’nin geleceğinin Suriye halkının oylarıyla belirleneceğini söyledi.

İrna haber ajansının bildirdiğine göre İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani, Tahran’ı ziyaret eden Avusturya Cumhurbaşkanı Heinz Fischer ile yaptığı ortak basın toplantısında Suriye soruna da değindi.

Avusturya televizyonundan bir gazetecinin İran’ın Suriye sorununun çözümüne yönelik görüşmeler ve Suriye politikası konularındaki tutumunun ne olacağına ilişkin sorusuna şöyle cevap verdi:

“Sorunuza cevap vermeden önce Avusturya hükümetinin tarihi bir nihai anlaşmayla sonuçlanan 5+1 müzakerelerine yaptığı güzel ev sahipliğinden dolayı teşekkür etmeyi gerekli görüyorum. Bu anlaşma İran’ın, 5+1’in, Avrupa Birliği’nin ve tüm bölgenin ve dünyanın yararına olabilir.

Bugün yaptığımız özel ve genel görüşmelerde ele aldığımız konulardan biri de bölge, terörizm ve başta Suriye olmak üzere bölgede yarattığı sorunlardı. Bizler, terörizmin büyük bir uluslararası sorun olduğu konusunda görüş birliği içerisindeyiz.

Terörizm sadece bölgenin değil tüm dünyanın güvenlik ve istikrarını tehdit ediyor. Avrupalıların bölgemizdeki teröristlerden ve teröristlerin sebep olduğu mülteci sorunundan duyduğu kaygılar, terörizmin Avrupa’yı ve diğer bölgeleri de etkilediğini gösteriyor.

Suriye’de öncelik ne olmalı?

Bu meselenin çözümü, bir şahsın ya da hükümetin desteklenmesi tartışması değildir. Suriye, bir hükümetin, muhaliflerin ve terörist grupların bulunduğu bir ülkedir. Burada önemli olan bizim ne yapmamız ve önceliklerimizin ne olması gerektiğidir.

Önceliğimiz Suriye’de demokrasi ile ilgili konuları ele almak mı olmalıdır? Muhalif veya muvafık grupları tartışmak mı olmalıdır, anayasa değişikliğini konuşmak mı olmalıdır? Yoksa şu an öldürülmekte ve mülteci durumuna düşürülmekte olan Suriye halkı mı olmalıdır?

Milyonlarca kişi mülteci oldu, yüz binlerce kişi öldü, ülke baştan başa istikrarsız ve güvenliksiz bir yer haline geldi.

Suriye halkının petrolü terörist gruplar tarafından çıkarılıp piyasalara satılıyor, halkın refahı için harcanması gereken parası öldürmeler için kullanılıyor.

Suriye’de temel sorun bir öncelik sorunudur. Tartışma neyin öncelik olduğu üzerinedir. Eğer biz başlangıçta yanlış bir adım atarsak hiçbir zaman hedefe varamayız.

İlk adım dökülen kanı durdurmak olmalı

Atılması gereken ilk adım, kanın durdurulması ve mültecilerin evlerine dönebilmesi için nispi bir güvenlik ortamının şartlarını yaratmak olmalıdır. İşte o zaman Suriye’nin geleceği, muhalif veya muvafık gruplar, demokrasi ve oy gibi konuları konuşabiliriz.

Hiçbir devletin Suriye’nin geleceğine karar verme hakkı yoktur

Suriye konusunda birkaç noktaya dikkat etmek gerekiyor. Bunlardan birincisi, Suriye’nin geleceği Suriye halkının oylarıyla inşa edilir. Gelecekteki hükümetlerine, hükümet şekline vs. karar verecek olan Suriye halkıdır.

Hiçbir ülke veya yabancı güç Suriye’nin geleceğine karar veremez ve vermemelidir.

Suriye ile ilgili ikinci mesele de şudur: Bölgedeki bir sorun olarak Suriye konusunda herkes demokrasinin istikrar kazanmasına yönelik şartların oluşturulması için güvenliğin sağlanması konusunda yardım etmelidir.       

Bu iş için tüm bölge ülkeleri, AB gibi soruna etki eden ülkeler yardımcı olmalıdır.

İran, gelecekte Suriye’de güvenlik ve demokrasinin yerleşeceğini gördüğü her türlü toplantıda ve masada yer alır. Konuşulması gereken herkesle konuşur; hem bölge ülkeleriyle hem de uluslararası çevrelerle... bizim için önemli olan Suriye halkının hayatı ve mültecilerin evlerine dönmesidir.

Suriye’de güvenlik herkesin yararına

Suriye, bir gün daha güvenli bir yer olursa, bu bölge halklarının da dünyanın da yararınadır. Masum insanların çöllerde veya başka ülkelerde mülteci haline gelmesi kabul edilebilir mi?

İran İslam Cumhuriyeti, uluslararası, bölgesel, insani ve İslami görevi olarak terörle mücadele ve teröristlerin Suriye’den çıkarılması, Suriye’de güvenlik ve istikrarın sağlanması, mültecilerin dönüşü, akan kanın durdurulması ve Suriye halkının oylarıyla demokrasinin kurulması için sonuç alınabilecek her türlü masaya gerek bölge ülkeleriyle ve gerekse uluslararası güçlerle oturacaktır.

Önemli olan müzakere masası, onun şekli veya etrafında kimlerin oturduğu değil, son derece hassas olan Ortadoğu bölgesinde barış ve istikrar hedefine ulaşılmasıdır.

Published in Rapor
Pazar, 06 Eylül 2015 02:41

Timsah Gözyaşları

IŞİD, Nusra ve benzeri ruh hastası grupları kurdular kurdurdular. Dünyanın dört bir yanından on binlerce ruh hastası katili Türkiye üzerinden Suriye'ye taşıdılar. Başından beri yalan söylediler. Utanmadan 'Irak'ta IŞİD'ten kaçanlar Esad zulmünden kaçtı kaçıyor' diyecekler. 'Ezidi kızları da Esad kaçırdı ve köle pazarında satmıştır'. 'Libya'da birbirini boğazlayan ve tümü Sünni grupların arkasında da Esad vardır'!

Bodrum sahillerinde minik cesedi bulunan Suriyeli çocuk Aylan'nın fotoğrafını tüm dünya gördü.

Manşetler, duygusal söylemler, iki yüzlülük ve vicdan pazarlayıcıları.


Hiç kimse 'Bu çocuğun Bodrum sahillerinde ne işi vardı' diye sorgulamadı. Babası, annesi ve bir yaş büyük kardeşi ile. Binlerce benzer aileler gibi.

Her gece plastik botlar, kayıklar ve her tarafı dökülmüş teknelerle Bodrum ve Ege kasabalarından Yunan adalarına doğru ölüm yolculuğuna çıkıyorlar.

Ne sahil koruma ne de polis hiç bir önlem almıyor. Bile bile ve göre göre ölüme gönderiliyorlar.


Bodrum ve Yunan Kos Adası'nda kendim gördüm. Bu insanları Suriye'den getirenler Bodrum sahillerinden Yunan adalarına ölüme gönderenlerdir.


Ege Denizi Aylan'ın minik bedenini yutmayıp Bodrum sahiline bırakması bu vicdansızlara bir mesajdır. Son dört yılda buna benzer bir çok mesaj verildi ama anlayan yok.


Sık sık Suriyeli göçmenlerin kamplarını ziyaret eden Angelina Jolie bile sessiz. Herkes gösteri peşinde. Suriye'de daha hiç bir olay yokken Mayıs 2011'de Hatay bölgesinde çadırlar kurulmuştu. Olayların çıkacağını ya da daha doğrusu çıkaracağını bilen AKP 'Haydi gelin Suriyeliler' der gibiydi.

Suriyeliler de geldi. Sonra da utanmadan birileri 'Suriyeliler Esad'ın zulmünden kaçıyor' propagandasına sarıldı. Zavallı Suriyeliler kin, nefret ve intikamın malzemesi yapıldı. Şimdi gelin bu yalana da bakalım.

Suriye nüfusu 22 milyon.

Irak, Türkiye, Lübnan, Ürdün ve Mısır'da 4 milyon Suriyeli göçmen var.


Bunların büyük bölümü sınıra yakın bölgelerden dışarıya kaçtı. Bu bölgeler IŞİD, Nusra ve benzeri ruh hastası terör örgütlerinin işgali altında.


Dışarıya kaçmak istemeyenler Suriye içinde daha güvenli bölgelere sığındı. Yani devletin kontrolü altındaki bölgelere. Bu bölgelerde 16 milyon Suriyeli yaşıyor. Yaklaşık iki milyon kadarı da IŞİD, Nusra ve benzeri ruh hastası örgütlerin işgali altındaki bölgelerde yaşıyor ya da yaşamak zorunda.


Şimdi size iki somut örnek vereyim. Önce Cerablus'a bakalım. Bu kasaba Temmuz 2012'de Türkiye tarafından giren yüzlerce terörist tarafından işgal edildi. Kasabaya giren ruh hastası teröristler bazı devlet memurlarını öldürünce devletine bağlı olan insanlar kaçmak zorunda kaldı. Bunlar ilk göçmen grubuydu. Sonra teröristler birbirini boğazlayınca ikinci göç dalgası yaşandı. Mart 2014'te IŞİD kasabayı ele geçirince Nusra ve yandaşlarının boğazını kesti.


Onlar da benzer yöntemle karşılık verdi.


Üçüncü ve dördüncü göçmen dalgası...


Bugün artık 200 binlik kasaba ve köylerinde 30 bin insan yaşıyor ya da yaşamak zorunda.


Bu kasabanın herşeyini bilirim.


Peki bu Cerablus ve köylerinden kaçanlar Esad zulmünden mi kaçtı?


İkinci örnek Cerablus'un karşısında bulunan Aynelarab yani Kobani'den.


IŞİD saldırınca Türkiye'ye sığınanlar da mı Esad zulmünden kaçtı ?


Suriye'yi bu hale sokanlar tarih ve insanlık önünde hesap verecektir.


Allah Suriye'de 300 bin insanının ölümüne, bir milyonun yaralanmasına, 8 milyonunun içte ve dışta evinden uzak yaşamasına ve 600 bin evin yıkılmasına neden olanlardan mutlaka hesap soracak, sormalıdır.


Yaptıkları din, iman ve insanlıkla hiç bir ilgisi yok.


Yalnız Suriye'de değil. Irak, Libya, Yemen, Mısır ve bu coğrafyanın her yerinde.


Aptalca hayaller uğruna milyonlarca insana acı çektirdiler. 'Sünni alem' adına 'Kafir Alevi ve Şiileri' yok edeceklerdi.


IŞİD, Nusra ve benzeri ruh hastası grupları kurdular kurdurdular. Dünyanın dört bir yanından on binlerce ruh hastası katili Türkiye üzerinden Suriye'ye taşıdılar. Başından beri yalan söylediler. Utanmadan  'Irak'ta IŞİD'ten kaçanlar Esad zulmünden kaçtı kaçıyor' diyecekler. 'Ezidi kızları da Esad kaçırdı  ve köle pazarında satmıştır'. 'Libya'da birbirini boğazlayan ve tümü Sünni grupların arkasında da Esad vardır'!


'Yemen'de her gün onlarca çocuğu öldüren Suudi uçakları da Esad kullanıyordur'!


'Her gün onlarca kişiyi tutuklayıp işkence yapan Bahreyn polisine de talimatı Esad veriyordur'!


'Türkiye'yi de Esad karıştırıyordur'.


'Arap Baharı'ndan bu yana bizim coğrafyada milyonlarca insan acı çekiyor. Onların bedduası mutlak yerini bulacaktır. Türkiye, Katar, Suudi Arabistan, Ürdün ve bölgesel ve uluslararası ortakları onlara demokrasi ve özgürlük getirecekti. Şimdi  hep birlikte Aylan için timsah göz yaşı döküyorlar. İnsanda biraz olsun utanma ve arlanlama olur.


O da yoksa Allah korkusu. Pis oyunlarınızla acı çektirip öldürdüğünüz Aylan ve onun gibi on binlerce bebek ve çocuğun ruhu asla peşinizi bırakmayacaktır.

Cumartesi, 08 Ağustos 2015 00:51

Suriye’de gündelik yaşam

Suriye Enformasyon Bakanlığı’nın davetiyle Suriye’ye giden gazeteci Fehim Taştekin izlenimlerini aktardı.
SAVAŞLA BARIŞIK HAYAT

Suriye’de 2011’den beri ömür biçilen Esad yönetimi ülkenin belkemiği sayılan kentleri elinde tutuyor. Şam, Halep, Humus, Tartus ve Lazkiye’yi gezdik, günlük hayatın fotoğrafını çektik. Kontrol noktaları ve muhaliflerin kırsaldan attığı roketler sayılmazsa Şam’da hayat her şey normalmiş gibi akıyor. Devlet işliyor, maaşlar ödeniyor, belediye çalışıyor. Sünni’siyle Alevi’siyle konuştuğumuz insanlara göre bu artık rejimi değil Suriye’yi koruma savaşı. Bu yol hikâyesinde, cephe hattında ordu korumasında ilerleyen TIR’ları, bölünmüş Halep’i, devasa fabrikaların yağmalandığı Şeyh Neccar’ı, ‘Şebbiha’ diye anılan milisleri, milyonlarca Sünni göçmene güvenli liman olan Lazkiye ve Tartus’u, Suriye için savaşan Filistinlileri, Humus’taki korkunç yıkımı ve Türkçe türkülerle kederlenen Ermenilerin hikâyelerini bulacaksınız…

SURİYE Enformasyon Bakanlığı’nın davetiyle Şam’da Uluslararası Tekfirci Terör Konferansı’na katılmak üzere gece yarısı Beyrut’a indiğimizde mihmandarım bizi Suriye sınırına götürecek minibüse bindirirken “Bunlar Seyyid’in adamları, endişelenme” dedi. Hizbullah lideri Hasan Nasrallah’a adanmış iki genç. Hizbullah’ın marşları ve Hüseyniye ağıtlarıyla coşan sürücü Anti Lübnan Dağları’na son sürat sürdü. Yanındaki Ali Ekber Bero, sınır kapısı Mesna’da pasaport kontrolü için indiğimizde kolu ve boynundaki yara izlerini gösterdi: “Üç yıldır Suriye’de savaşıyorum.” 2012’de Şam’da Hz. Zeynep’in türbesini korumak için milis gücüne katılmış, ardından Kuseyr ve Kalamun cephelerinde savaşmış. Yaşı daha 22. Ali Ekber Lübnan ve Suriye’nin nasıl iç içe geçtiğinin küçük bir simgesi.

 

KARŞIMDA KASYUN DAĞI

Lübnan gümrüğünden sonra bir hayli uzun ara bölgeyi kat edip Suriye’ye VIP’ten girdik. Hizbullah ve Suriye ordusunun muhalif güçlere karşı savaştığı Kalamun bölgesi hemen kuzeyde. Sınırdan Şam’daki Dama Rose Oteli’ne kadar bize üç araçlık konvoy eşlik etti. Muhaberat’tan olduklarını söylemeye gerek yok. Elektrik kesintileri yüzünden karanlık bir Şam beklerken ışıklandırılmış caddeler ve parklardan geçip otele vardık. 2011 öncesi Dedeman’ın kullandığı devlete ait otelin tüm personeli ‘hoş geldin’ için ayakta! Yakındaki minareden yükselen Kur’an tilaveti ve ezan sesiyle sessizlik bozuldu. Odanın penceresini açtım, karşımda Şam’ı dikizleyen Kasyun Dağı. Habil ile Kabil’in kavga ettiği dağ. Halk Sarayı da orada. Ama Devlet Başkanı Beşşar Esad sarayda değil bulunduğum yakında bir mahallede kendi konutunda yaşıyor.

Ertesi gün Opera Evi’nde İran ve Lübnanlıların damgasını vurduğu konferanstayız. Bir Türk gazeteci ile konuşmak isteyen ne kadar çok meslektaşım varmış. Bunalıp öğleden sonra kaçtım. Fotoğraf makinesi ile dolaşmak için henüz izin kâğıdım yok, tek güvencem konferansta verilen tanıtma kartı. Yollarda kontrol noktaları var ama araç yığılmaları bezdirecek kadar değil. Belli yerlerde yayaların da çantalarına bakılıyor. Böylesi bir yerde fotoğraf makinesi yüzünden durduruldum, birkaç soruyla bırakıldım.

Kontrol noktasında askerler Mette çayının keyfini çıkartıyor. Arjantin’den gelen bu çay fincana dolduruluyor, su ilave ediliyor ve ucunda süzgeç olan metal çubukla içiliyor.
Çay deyip geçmeyin, bu biraz simgesel. Sahil ahalisi yani Lazkiye ve Tartuslular arasında çok yaygın. İnsanlar kendilerini mezhebiyle tanımlamaktan kaçınıyor; kimse kolay kolay ‘Aleviyim’ demiyor ama biri Matte içiyorsa hüküm veriliyor: “Evet kesin Alevi.” Tabii bu çayın tiryakisi sadece Aleviler değil. 

Kavurucu sıcakta sokaklar tenha. Birçok işyeri kapalı. Kepenkler Suriye’nin iki yıldızlı kırmızı, beyaz ve siyah bayrağındaki renklerle boyalı. Muhalifler kendi bayraklarını ilan edince bayrak hassasiyeti tavan yapmış ve yönetim 2012’de kepenkleri bayrak rengine boyattırmış. Güvenlik için konulan beton bariyerler de öyle.

 

HABER ÇOK, SATIŞ AZ

Şaalan semtinde bir gazete bayiine takıldım. Başköşeyi Vatan, El Baas ve Sevra gazeteleri almış. Yabancı gazeteler ve dergiler de satılıyor. Sipariş ettiği lavaşları torbaya yerleştiren Muvaffak Keyyal gazete satışından memnun değil, mutsuz da değil: “Savaştan önce günde 200-300 gazete satardım. Şimdi en fazla 100. Elhamdülillah ekmek parası çıkıyor.” Az ötede başkentin en eski semtlerinden Şağur’un parfümeri mağazasını kolaçan ettim, satış sorumlusu dert yandı: “Fiyatlar 8-10 kat arttı. Ambargo nedeniyle ürün temin edemiyoruz. Körfez’de üretilen ikinci kalite Fransız malları da artık gelmiyor.”

Kahve molası verdiğim Gemini Pastanesi’nin girişinde Beşar Esad’ın portresinin üzerinde ‘Maek’ yani ‘Seninleyiz’ yazılı. Bu, işyerlerinde en sık rastladığım poster. Naneli limonata polo içerken “Biz Şam’ı da biliriz, Ortadoğu’yu da” diye böbürlenenler için dev bir esere gözüm ilişti. Köşede 39 ciltlik ‘Büyük Şam Tarihi’ Suriyeli kimliğini  küçümseyenlere bir yanıt gibi duruyor.

 

İRAN DEĞİL HİZBULLAH

Şam’ı biraz daha arşınladıktan sonra girdiğim ‘3 Tavilat’ adlı mini lokantada milletin gözü, benim kaçtığım konferansı canlı yayımlayan televizyonda. Yan masada ‘okumuş adam’a “Nasıl buldun” diye sordum, çelişkili duyarlılığın ipuçlarını verdi: “İranlı konuşmacıların bu kadar olması beni rahatsız etti. Evet, İran’a müteşekkiriz ama Suriye’nin içişlerine müdahale eder diye de kaygılıyız.”

Peki, Hizbullah’ın müdahil olması? Onun yeri ayrı: “Onlar bu bölgenin insanları ve devlet değil örgüt. Bize bir şey dikte edemez.” 

Nasrallah’ın fotoğrafları her yerde ama İranlılardan herhangi birinin posterine rastlamadım.

“Ya Esad’ın durumu; İran ve Hizbullah olmadan Esad ayakta kalabilir mi?” İşte yanıtı:

“Esad’ın gidip gitmemesi Suriyelilerin meselesi. Şu aşamada giderse ordu dağılır ve terör örgütleri sadece Suriye’yi değil Türkiye ve Ürdün’ü de tehdit eder.” İran’a ‘kaygılı teşekkür’, Hizbullah’a ‘coşkulu teşekkür’ eden Suriyelilere başka yerlerde de rastladım. Gözlemlerimi paylaştığım İranlı gazeteci Hüseyin Murtaza ile din adamı Ali Mir Zai’nin yanıtı ortaktı: “İran direnişi destekliyor; Suriye’de solcu, sağcı ya da İslamcı iktidar olması bizi ilgilendirmiyor.”

Konferansın ikinci gününde öğlen sonrası seanslara katılmayıp yine Şam’ın sokaklarına çıktığımda istikamet Baas Partisi’nin kurulduğu Kemal Kahvesi’ydi. Yolda gitarını sırtlanmış, sakallı ve uzun saçlı bir gence rastladım. Objektifi doğrulttum, keyifle poz verdi. Onun da mekânıymış, gittik, oturduk. Adı Şadi el Hüseyni. Death metal çalıyor, dövmeciler için çizimler yapıyor. “Araplara benzemiyorsun” diye takıldım, “Çeçen’im” dedi. Suriye’deki Kafkasyalılar bu tür soyadlarını kullanmaz. “Annem Çeçen, babam Arap” diye açıklık getirdi. Mihmandarımın Alevi olduğunu öğrenince sohbeti birden kesti: “Sizinle konuşmam, bu adam Muhaberat’tan olabilir!” Neyse mihmandarımın öyle olmadığına ikna oldu. Bu kadar tepkili olmasının altında takip edilmesi yatıyor: “Daha 17 yaşındayken evimize kâğıt gönderip merkeze çağırdılar, sorguladılar, gözdağı verdiler. Çünkü müziğim, saçlarım ve sakalımla standartların dışına çıkıyorum. Muhaberat bunu otoriteye başkaldırı olarak görüyor. Şimdiye kadar 10 kez sorgulandım.” Şadi, Trablus’tan Mersin’e gemi bileti almış. Kaçma planının nedeni savaş değil müziği için bir mecra bulmak. Güneşin batışıyla kahvehanenin bahçesi tamamen doldu, nargileler fokurdamaya başladı.

 

İŞADAMININ TRAJEDİSİ

Otelde akşam yemeğinde aynı masada oturduğum Halepli işadamı Kemal Bankesli’ye kulak verdik; hikâyesi isyan sürecinin nasıl geliştiğini de özetliyor: “Muhalifler beni kaçırdı. 1 milyon Suriye Lirası fidye istedi. Reddettim. İşkence yaptılar, kollarımı kestiler, iki ayak parmağımı kırdılar. Sonunda grubun kadısı idamıma karar verdi. İnfaz sırasında liderleri “Dur” diyerek infazcının elini indirdi ama o sırada tetiği çektiğinden kurşun dizime isabet etti. Kendi aralarında ‘Bu adam bizden yana değil ama rejimin adamı da değil. Bizim için faydalı olabilir, idam etmeyelim’ diye konuşmuşlar. 4 saat kanlar içinde beklettiler, sonra akrabalarıma teslim ettiler.” 

Karşımda oturan kadın gazeteci Rula el Salih de yaralandıktan sonra bilek kemikleri ortaya çıkmış kardeşinin fotoğraflarını gösterip acılarını paylaştı: “Bu savaşta 35 akrabamı yitirdim. Oturduğum mahallede 185 kişi öldü.”
Şam’ın sokaklarında birçok binanın önünde ‘şehit’ fotoğraflarına rastlamak mümkün. Gün içinde uğradığım Radyo Televizyon Kurumu da kendi kayıplarını sergilemiş: Devasa panoda ölen 25 gazetecinin fotoğrafları sıralanmış. İç savaşın vurmadığı aile sanki yok. Kayıp bilançosu büyük ama yönetim bu konuda ketum. Opera Evi’nde kadın askeri doktor Hala Bilal’e ısrarla sorduğum halde “Vatan için ne kadar can verdiğimizin önemi yok” demekle yetindi.
Bu acılara rağmen insanlar yaşamlarına asılıyor. Dama Rose’da her gece bir düğüne denk geldim. Teras bölümünde ise sanatçı Mecide el Rumi Suriyelilerin sevdiği şarkılarla konukları eğlendiriyordu.

 

ESKİ ŞEHİR DİRENİYOR

Üçüncü gün artık Enformasyon Bakanlığı’nın yazılı izni elimde. Rahatça kentte fotoğraf çekebilirim. Fehhami bölgesinden başladım. Muhafazakâr bir semt. Pazar yeri kalabalık, sebze-meyve fiyatları üçe katlanmış. Maaşlar ise 5 yıldır aynı yerde sayıyor. Bir dükkan sahibi “Önceden herkes bolca alırdı, şimdi azar azar” dedi. Fiyat artışlarının iki temel nedeni şu: Mazot 17 liradan 140 liraya, benzin 40 liradan 150 liraya fırlamış. Ve çatışmaların olduğu bölgelerde tarımsal faaliyet azalmış.

Hamidiye Çarşısı’nda hediyelik eşya satan biri ise “Turist gelmediğinden krizin ilk yıllarında satışlarımız çok düştü. Şimdi yavaş yavaş açılıyor. Turist geldiği için değil. Çok sayıda Suriyeli yurtdışına çıktı. Onların yanlarına gidenler hediye götürüyor” dedi. Eski Şam’ın ziyaretçisi çok ama eskisi gibi canlı değil. Daracık sokaklarda ayakta kalamayan dükkânlardan bazıları fast food ya da kahveye dönüşmüş. Bana Şiraz halısını yok pahasına satmaya hazır bir dükkân sahibi muhtemelen o günü de siftahsız kapattı. Sıcakta daha fazla yürüyemedik, Bab Tuma yolunda Beyt el Ayli’de soluklanıp Şam dutundan meşrubatları kana kana içtik.

BUTİ, SELAHADDİN EYYÜBİ’NİN YANINDA

Suriye nereye giderse gitsin Selahaddin Eyyübi Türbesi ve Emeviye Camii ziyaretçisiz kalmıyor. Türbedeki yenilik şu: Nusra Cephesi’nin vaaz sırasında intihar saldırısıyla öldürdüğü Kürt alim Said Ramazan el Buti, Kudüs fatihi Selahaddin Eyyübi’nin yanına, aynı saldırıda ölen oğlu Ahmed Tevfik de türbenin dışında ilk Türk hava şehidi Üsteğmen Nuri, Yüzbaşı Fethi ve Üsteğmen Sadık’ın mezarının yanına gömülmüş. ‘Levant’ın şeyhi’ Buti, silahlı isyanı reddedip Erdoğan’dan krizin çözümü için yardım istemişti.

Hıristiyan, Şii ve Yahudilerin yaşadığı Bab Duma’da bildiğim mekânlardan Beyt el Şami’de yemek yedik. Sipariş listem aynı: Tabbuli (salata), cibni (peynirli tavuk), baba gannuş, humus, polo. Bab Tuma lokanta ve otele çevrilmiş konakları ve el işlemecilerin maharetlerini sergilediği dükkânlarıyla ünlü. Her şeye rağmen akşamları canlı müzik sokaklara taşmaya devam ediyor. Suriyeliler ölüm ile sevinci birlikte yaşıyor.

O LOKANTA KAPANMIŞ

Erdoğan’ın Esad’la yemek yediği Mithat Paşa Çarşısı’ndaki Khavali’nin halini merak ettim. Kilit vurulmuş. Köşedeki kuruyemişçi Mahmud Gassan’a sordum, “Burası iki kardeşe aitti, biri öldü, diğeri hastalandı. Çocukları yurtdışına gitti” dedi. Türkiye’den geldiğimizi öğrenince duraksadı, sonra devam etti: “Türkiye’yi seviyorum. Erdoğan bu lokantaya geldi; kızı evlenmeden önce gelip bu çarşıdan alışveriş yaptı. İki ülke arasında güzel ilişkiler tesis edildi. Şimdi Erdoğan bize gönderdiği teröristlerle her şeyi mahvetti. Bu savaş sadece İsrail’e hizmet etti.“

VE SESSİZLİK BOZULUYOR

Elektrikler kesik Mithat Paşa karanlık. Bir köşeye üşüşmüş çocuklarla karşılaştım. Latin Kilisesi her yıl yaz kampı düzenlermiş. Çatışmalar artık buna engel. Onlar da kapalı çarşıyı gizemli bir oyun alanına çevirmişler. Gruplar halinde yarışan çocuklar belli yerlere bırakılan işaretler ve ellerindeki haritayla şifreleri çözüyor.

Hamidiye Çarşısı’nda ise uğramadan geçemediğim yer tarihi dondurmacı Bekdaş. Her zamanki gibi ana baba günü. Önceden duvarda ünlü ziyaretçilerin fotoğrafları vardı. Emine Erdoğan ve Ürdün Kralı Abdullah’ın fotoğrafları da asılıydı. Şimdi onların yerinde tek bir çerçeve var: Nasrallah’ın direnişe katkılarından dolayı gönderdiği teşekkür mektubu.

Güneşin batışıyla caddeler de şenleniyor. Akşamın son yürüyüşünü yaptığım Şaalan kalabalık, dükkânlar doluydu. Şam’ın gecelerinde sessizlik dördüncü gece bozuldu. Sabaha doğru kırsaldaki Cobar’a yönelik bombardıman uyutmadı. Muhalifler de Dahiyet el Esad bölgesine roket attı.

 

Emeviye Meydanı’nda savaştan eser yok

Silahlı gruplar Şam’a sarsıcı darbeyi 26 Eylül 2012’de Emeviye Meydanı’nda Genelkurmay karargâhına saldırarak vurmuştu. O günden itibaren rejim silahlı grupları Şam’ın merkezinden uzak tutmak için ciddi önlemler aldı. Yine de kentin doğusunda Guta, Duma ve Cobar’ı elinde tutan muhalifler zaman zaman roket atarak Şam’ı terörize edebiliyor.

hürriyet.  FEHİM TAŞTEKİN

Published in Rapor

İslam İnkılâbı Rehberi İmam Seyyid Ali Hamaney, mübarek Ramazan bayramı dolayısıyla ülke yetkilileri, İslam ülkelerinin tahran büyük elçileri ve halktan muhtelif kitleleri kabulünde yaptığı konuşmada, vahdet ve birlikteliğin, İslam dünyasının şifa verici reçetesi olduğunu bildirerek, bölgede var olan mevcut mezhebi ve etnik içerikli çatışma ve savaşın Müslüman halkların dikkatinin Siyonist İsrail rejiminin dağıtılması amacıyla planlandığına temasla, “İran İslam cumhuriyetinin bölge siyasetlerinin tamamen Amerika önderliğindeki dünya müstekbirliğinin siyasetlerinin karşı noktasındadır ve İran kesinlikle Amerika’ya güvenmemektedir. Çünkü Amerikan siyaset adamları sadakatsizlik ve insafsızlığın doruğundadır” dedi.

Mübarek Fıtr (Ramazan) bayramı dolayısıyla tebriklerini dile getiren İmam Hamanei, İslam dünyasının içinde bulunduğu üzücü duruma ve birlik ve dayanışmanın olmamasına temasla, bölgedeki mevcut tefrika ve ihtilafın doğal olmadığını ve (birileri tarafından) tahmil edildiğini, İslam âleminin din âlimleri, aydınlar, devlet adamları, siyasetçiler, elitler ve güzidelerinin bu tefrika ve ihtilaflarda İslam ümmetine yönelik hıyanet ellerin farkında olmaları gerektiğini söyledi.

İslam inkılâbı rehberi, bölge ülkelerinde Sünni ve Şii Müslümanların uzun yıllar birlik içinde yaşamalarına rağmen bugün gelinen noktada yaşanan ihtilaf ve çatışmaların normal olmadığını hatırlatarak, ''Eğer İslam ülkeleri vahdet içinde olsa ve müşterekleri üzerinde yoğunlaşsalardı kesinlikle dünya siyasetinde kendine has çok büyük bir güç olurdu ama büyük güçler kendi çıkarlarını ve Siyonist rejimin çıkarlarını korumak için İslam ümmetine bu ihtilaflar ve fitneleri dayatmışlardır'' dedi.

İslam devletleri içinden bazılarının gayrı meşru Siyonist rejime eğilim göstermelerine rağmen Müslümanların Siyonist İsrail rejimine karşı nefretlerini hatırlatan İslam İnkılâbı Rehberi İmam Hamaney müstekbir devletlerin İslam ülkeleri içinde de bazı münasebetsiz kimselerle işbirliğinde bulunarak mezhepsel savaşları planladıklarını ve el-Kaide ve IŞİD gibi cani örgütleri ortaya çıkardıklarını söyledi.

İmam Hamaney, Amerikalı bazı yetkililerin terör örgütü IŞİD'in oluşturulmasında Amerikan yönetimin rolünün olduğuna dair itiraflarına da temasla, IŞİD aleyhinde oluşturulan koalisyonun inandırıcı olmadığını belirterek; bölgede emperyalist güçlerin siyasetlerinin, açık bir şekilde haince olduğunu ve bunun herkes tarafından görülmesi gerektiğini söyledi.

İslam inkılâbı rehberi, İran İslam cumhuriyetinin bölge siyasetlerinin emperyalist ülkelerin siyasetlerinin tam tersine olduğunu belirterek; Irak konusuna temas etti ve ''Emperyalizmin Irak'taki siyaseti, halkın oyuyla iktidara gelen hükümetin devrilmesi, Irak'ta Şii ve Sünni Müslümanlar arasında çatışma çıkarılması ve sonuçta Irak'ın parçalanmasıdır. Ama İran'ın siyaseti ise, seçimle iktidara gelen hükümeti desteklemek, iç savaşları önlemek, Irak'ın toprak bütünlüğünü korumak ve mezhepler arası çatışmaları engellemektir'' dedi.

Suriye konusuna da değinen İslam inkılâbı rehberi, emperyalizminin Suriye'deki siyasetlerinin de, halkın iradesi dışında bir iradenin dayatılması ve Suriye yönetiminin devrilmesi yönünde olduğunu ama bu şom emellerini bu zamana kadar gerçekleştiremediklerini zira Suriye halkı ve devletinin bir bütün olarak başta Siyonistler olmak üzere her türlü entrikaya karşı direndiğini, İran Cumhuriyetinin ise, Siyonistler karşısında direnen bir devletin şiar, hedef ve mukavemetini İslam dünyası açısından bir ganimet bildiğini söyledi.

İmam Hamaney, “İran İslam cumhuriyeti, Irak, Suriye, Yemen, Lübnan ve Bahreyn gibi bölge meselelerinde kendi özel çıkarları peşinde değil bilakis bu ülkelerde asıl karar vericilerin halklar olduğuna ve başkalarının bu ülkelerde müdahalede bulunma ve karar verme hakkına sahip olmadıklarına inanmaktadır” ifadesini kullandı.

İslam İnkılâbı rehberi Lübnan’da müstekbirlik siyaseti ile İslam nizamı siyasetinin karşı karşıya geldiğini de hatırlatarak, başta Amerika olmak üzere müstekbirlik düzenin yıllar boyunca Lübnan topraklarının bir parçasının Siyonist İsrail rejimi tarafından işgal edilmesi karşısında onay içerikli sessiz kaldığını, fakat dünya düzeyinde en şerefli milli müdafaa gruplarından olan mümin, fedakâr bir grubun işgalci Siyonistler karşısında direniş göstermesi ve onları Lübnan topraklarından dışarı atmasıyla derhal bu grubu terörist gruplar listesinde ilan ettiğini ve onu yok etmeye çalıştığını söyledi.

İran İslam Cumhuriyetinin Lübnan direnişini desteklemesinin sebebinin, onlar saldırganlar karşısında gerçek bir direniş göstermeleri, yiğitlik ve fedakârlıkları olduğunu belirten İslam İnkılâbı Rehberi, “Amerikalılar, Lübnan direnişi terörist diye adlandırmakta ve İran’ı da Lübnan direnişine verdiği destekten dolayı terörist destekçisi olmakla suçlamaktadır hâlbuki gerçek teröristin ta kendisi, IŞİD’i oluşturan ve habis Siyonistlere destek veren Amerika’dır ve terörizme destek verdiği için yargılanması gerekmektedir” dedi.

Yemen meselesine ve bu bölgede de İran ile Amerikan siyasetlerinin çatıştığını belirten İmam Hamaney şöyle dedi: Yemen’de Amerika, ülkenin çok kritik bir döneminde siyasi kriz yaratmak amacıyla görevinden istifa ederek firar eden ve başka bir ülkeden kendi halkına yönelik saldırı düzenlemesini isteyen, Yemen masum halkı ve çocuklarının katliam edilmesini savunan bir cumhurbaşkanından himaye etmekte ve kendi halkını seçimler meselesini ağızlarına almasına dahi izin vermeyen en dikta, despot bir yönetimine dostluk eli vermekte ama buna karşılık tepeden tırnağa kadar seçimlerle iç içe olmuş İran İslam cumhuriyetini despot bir yönetim olmakla suçlamaktadır. Amerikalı siyaset adamları büyük bir insafsızlık içinde konuşmaktalar ve açıkça aleni gerçekleri utanmadan inkâr etmekteler. Şimdi ise Amerikalılara güvenilmeyeceği sözünden asıl maksatta da budur. Çünkü onların kesinlikle bir sadakati yoktur. Cumhurbaşkanı ve öteki yetkililerinin zahmete katlandıkları bu çetin nükleer görüşmelerde bile defalarca Amerikalıların sadakatsizliğine tanık olduk.”

İslam ülkelerinin sorunlarının çözümü ve İslam devletlerinin her birinin özelde reçetesinin vahdet ve bütünlüğün korunması olduğunu hatırlatan İslam İnkılâbı Rehberi, İran halkının da birleşik ve dayanışma içinde olması ve nükleer meselenin onların ihtilafa düşmesine yol açmaması gerektiğini, zira nükleer meselenin ilgili sorumlular tarafından takib edilmekte olduğunu ve yetkililerin de ülkenin milli çıkarları peşinde olduklarını söyledi.

Ülkede ihtilaf ve tefrikanın oluşturulması yönünde yabancı medyanın yoğun propagandalarına temas eden İmam Hamaney, bu çabalara karşı koymanın tek yolunun, genel ve milli takva olduğunu, iman, ilim, sanayi ve kültürün güçlendirilmesi yoluyla ülke içi iktidarın artırılması gerektiğini söyledi.

İslam İnkılâbı Rehberinin konuşmasından önce İslami İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani yaptığı konuşmada, mübarek Ramazan bayramı dolayısıyla dünya Müslümanlarına tebriklerini bildirerek, Ramazan ayının imanın sınanma ayı, direniş ayı, mukavemet ve sabır ayı olduğunu belirterek, “bu yılki Ramazan gönlü ve dil birlikteliği ayı ve pak ilahi fıtrata geri dönüş ayı olmuştur” ifadesini kullandı.

Bu yılki Ramazan ayında halkın hayır duaları sayesinde İran halkının müstekbir güçler karşısındaki 12 yıllık direnişinin meyvesini verdiğini belirten Ruhani, “Hükümet, İran halkının iradesi ve direnişi sonucu ve İslam İnkılâbı Rehberinin devamlı hidayetleriyle, nizamın tüm kurum ve organlarının desteği ayrıca diplomasi alandaki halkın evlatlarının mücadele ve fedakârlıkları sonucu belirlenen yol haritası uyarınca yüce İran halkının haklarını kabullendirmeyi başarmıştır” dedi.

Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani ayrıca İran İslam cumhuriyeti diplomasi ve müzakere adına yeni modern bir gücü tüm dünyanın gözleri önünde sergilediğini hatırlatarak, bölge olaylarına temasla bu yıl Irak, Suriye, Yemen’den Filistin, Lübnan, Afganistan ve Pakistan’a kadar bölge ülkeleri ve komşu devletlerin bu yılki Ramazan’da çok zorluk çektiklerini, ancak İran İslam cumhuriyetinin iradesinin tüm mazlumları ve zalimler karşısında direnenleri desteklemek yönünde olduğunu bildirdi.

Published in Rapor
Pazar, 07 Haziran 2015 13:01

Dünyayı şaşırtacağız

Önümüzdeki günlerde Suriye’de yapacaklarımız dünyayı şaşırtacak

Londra’da yayın yapan El Kuds el Arabi gazetesinin IRIB’den naklettiğine göre Kasım Süleymani “Dünya bizim ve Suriye ordusu önderliğinin önümüzdeki günler için hazırladığı şeye çok şaşıracak” şeklinde konuştu.
İslam Devrimi Muhafızları Ordusu Kudüs Gücü Komutanı General Kasım Süleymani bu hafta sonu Lazkiye civarındaki cephe hatlarına sürpriz bir ziyaret gerçekleştirdi.

 Londra’da yayın yapan El Kuds el Arabi gazetesinin IRIB’den naklettiğine göre Kasım Süleymani “Dünya bizim ve Suriye ordusu önderliğinin önümüzdeki günler için hazırladığı şeye çok şaşıracak” şeklinde konuştu.

 Gazetenin bildirdiğine göre General Süleymani ziyaretini Fetih Ordusu ile temas noktasında olan Jourin ile başlattı. İlçe Lazkiye’nin 40 km doğusunda yer alıyor.

 Suriye yönetimine ve Hizbullah’a yakın bazı sitelerin bildirdiğine göreyse General Süleymani bu gizli ziyaretinde Suriye ordusunun önde gelen komuta kademesi, cephe komutanları ve Hizbullah’tan yetkililerle bir araya geldi ve cepheye yansıtılacak bir anlaşma üzerinde görüş birliğine varıldı.

 Öte yandan İran’da yayın yapan ve Devrim Muhafızlarına yakın olan bir sitede (yalasarat.com) de “İran’ın kuşatma altında olan Şam’ı rahatlatmak için 50 bin kişilik motorize olmayan bir piyade gücünü en kısa zamanda Suriye’ye sokmasının gerekli olduğuna” vurguda bulunan bir analizin yayınlanması dikkat çekti. Al Arabiya gibi Suud yanlısı sitelerde bu analizin İran’ın Suriye stratejisini değiştirdiğine işaret olduğu yorumları yapılıyor. 

 

medyasafak

Published in Rapor

Cumhurbaşkanı Ruhani, Tahran’da bulunan Suriye Meclis Başkanı’nı kabul ettği görüşmede, sonuna kadar Suriye’nin yanında duracaklarını belirtti.Mehr Haber Ajansı’nın haberine göre, İran İslam Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani, Tahran’da bulunan Suriye Meclis Başkanı Cihad Laham ile yaptığı ikili görüşmede, “İran halkı ve hükümeti sonuna kadar Suriye halkı ve hükümetinin yanında yer alacak” dedi.

Tahran’da düzenlenen görüşmede Ruhani ve Laham ikili ilişkilerin yanı sıra, Suriye’deki son durumu da ele aldılar.

Cumhurbaşkanı Ruhani, Suriye Meclis Başkanı ile düzenlediği görüşmede Suriye Ordusu ve halkının teröristlere karşı verilen mücadeleyi kazanacaklarını umduğunu belirterek, “Suriye halkı bazı ülke ve terör grupları tarafından çıkarılan ve  istenmeyen bir savaş ile yüz yüzeler ama bir ulus istediği taktirde tüm karmaşık komplolara  karşı direnebilir, aynen büyük İran halkının Mukaddes Savunma (İran-Irak Savaşı) döneminde ve bir çok ülkenin Saddam’ı desteklediğine karşın bu savaştan zaferle ayrıldığı gibi” dedi.

Ruhani ve Laham görüşmesinde, Suriye Meclis Başkanı ise Suriye halkı ve Cumhurbaşkanının  selamlarını ileterek, “Suriye halkı ve hükümeti,  dost ve kardeş İran halkının yaptığı yardım ve destekleri unutmayacak “ dedi.

İran ve Suriye meclis başkanları görüştü;
Laricani: “Suriye Terör ve Siyonist Rejim ile mücadelede öncü ülkedir”

 İran İslami Şura Meclisi Başkanı, Suriyeli mevkidaşı ile düzenlediği ortak basın toplantısında, Suriye’nin terör ve Siyonis Rejim’e karşı mücadele konusunda öncü ülke olduğunu söyledi.Mehr Haber Ajansı’nın haberine göre, İslami Şura Meclisi Başkanı Ali Laricani, Tahran’da bulunan Suriye Meclis Başkanı Muhammed Cihad el Leham ile düzenlediği ortak basın toplantısında, terör belasının sadece tek bir ülkeye ait olmadığını belki tüm insanlığın ortak sorunu olduğunu belirtti ve teröre karşı mücadelede ise Suriye devletinin öncü konumda olduğuna vurgada bulundu.

Laricani ayrıca Suriye’nin yıllardan beri Siyonist İsrail Rejimi’ne karşı mücadele ettiğini ve günümüzde ise yinede bu konuda öncü ülkelerden olduğunu söyledi ve “Elbette son 4 yıl boyunca bazı ülkeler terör gruplarını destekleyerek, Suriye için bazı sorunlar çıkarmayı başardı ama Suriye halkının direnişi ile bu maceraperest hedefleri büyük oranda etkisiz hale getirildi” diye konuştu.

İslami Şura Meclisi Başkanı sözlerinin devamında ise bazı Batılı güçlerin ve bölgedeki hükümetlerin teröristlere verdiği desteği hatırlatarak “Biz Suriye halkının bu mücadelede başarılı olacağına inanıyoruz” dedi.

Published in Rapor
Pazartesi, 01 Haziran 2015 18:15

Mossad: İŞİD, en büyük hizmeti bize yaptı

Eski Mossad başkanı Efraim Helfi Lübnan Hizbullah’ının Suriye’de zor bir savaşa mecbur kalmasıyla İsrail’in nefes alma fırsatı bulduğunu itiraf etti.


Mossad eski başkanı: Hizbullah her gün Suriye’de İŞİD ile savaşmayla ve güçlerini yitirmeyle İsrail güvenliğine yardım etmiş oluyor.

Eski Mossad başkanı Efraim Helfi Lübnan Hizbullah’ının Suriye’de zor bir savaşa mecbur kalmasıyla İsrail’İn nefes alma fırsatı bulduğunu itiraf etti.

Helfi, Hizbullahın İŞİD gibi terör örgütüyle savaşmasıyla tarafların birlikte zayıflayacaklarını ve güçlerini yitirecekelrini ifade etti.

Buna karşı Hizbullah genel sekreteri Seyyid Hasan Nasrullah son mesajlarında siyonist rejimi muhatap alarak Suriye’de teröristlere karşı savaş, Hizbullah’ı siyonist rejime karşı direnişten alı koymayacağını bildirdi. Dolaysıyla Suriye’de meşgul olma ve Güney cephesinde uzun zamandan beri operasyon yapmama asla İsrail’in menfatına olmayacağının altı çizildi.

Published in Rapor
Tagged under

Yakınlarda Bilgi Edinme Özgürlüğü Kanunu çerçevesinde yayınlanan Ağustos 2012 tarihli ABD Savunma Bakanlığı İstihbaratı’nın 7 sayfalık bir belgesi, Suriye Muhalefeti’nin “açık ve net bir şekilde mezhepçi biz çizgide ilerlediği” ve “Selefilerin, Müslüman Kardeşler ve Irak El Kaidesi’nin Suriye’deki isyanın en büyük aktörleri oldukları” yönünde bilgiler veriyor.


ABD önderliğindeki koalisyon IŞİD’e karşı mücadele ediyormuş gibi yaparken aslında Esad’ın yalnızlaştırılması ve İran’ın genişleyen nüfuzuyla savaşmak için örgütün yükselişine yardım ediyor.

Diğer yandan, aynı “IŞİD karşıtı” koalisyon, bugünkü IŞİD’in habercisi olan Irak El Kaidesi (IEK) ve Irak İslam Devleti’nin (IİD) Suriye muhalefetindeki diğer El-Kaide bağlantılı gruplara nazaran çok da baskın konumda olduklarının en kötü ihtimalle 2012 gibi erken bir tarihte bile farkındaydı.

2009-2010 tarihlerinde gerileme sürecinde olan Irak El Kaidesi’ni Suriye’deki isyan hayata geri döndürdü. Buna rağmen, ABD ve müttefikleri bu gruba askeri ve finansal destek sağlamaya ve dahi bu grubun savaşçılarını eğitmeye devam edip, IŞİD’in yükselişini (ve insanlığa karşı suçların en dehşetlilerini) jeo-politik hedeflerine yönelik stratejik bir kazanım olarak gördüler.

Sadece IŞİD’in yükselişinin öngörülmesinden bahsetmiyoruz, aynı zamanda bu yükselmesi muhtemel gücün, mezhepçi Suriye muhalefetinin dış destekçileri tarafından Esad’a muhalefet edecek ve İran’ı sıkıştırabilecek bir araç olarak görülmesinden bahsediyoruz. IŞİD’in yükselişinin Musul’un ve Ramadi’nin düşmesi örneğinde görüldüğü gibi Irak için ne meşum sonuçlara gebe olduğu tahmin edildiği halde, ABD ve müttefiklerinin IŞİD’e yardım etmeye devam etmeleri ve desteklerini sunmaları bizi tek bir sonuca götürüyor: IŞİD, onların ya maksatlı bir ürünü, ya da politika tercihleri sırasında kabuledilebilir buldukları bir yan ürünleri.  

Yakınlarda Bilgi Edinme Özgürlüğü Kanunu çerçevesinde yayınlanan Ağustos 2012 tarihli ABD Savunma Bakanlığı İstihbaratı’nın 7 sayfalık bir belgesi, Suriye Muhalefeti’nin “açık ve net bir şekilde mezhepçi biz çizgide ilerlediği” ve “Selefilerin, Müslüman Kardeşler ve Irak El Kaidesi’nin Suriye’deki isyanın en büyük aktörleri oldukları” yönünde bilgiler veriyor.

IŞİD’in gelişinin habercisi olarak görülebilecek Irak El Kaide yapılanması, “Suriye Muhalefeti’ni başında beri desteklemekte” ve “2009-2010 yıllarında gerilemekte olmasına rağmen, bölgedeki dini ve aşiret yapıları Suriye İsyanı ile birlikte bu mezhepçi kalkışmaya yakınlık duymaya başladılar.” Elde bu veriler varken, “Batı, Körfez ülkeleri ve Türkiye muhalefeti desteklerken, Rusya, Çin ve Iran rejimin tarafını tutuyorlar.”

Dahası, “Irak İslam Devleti’nin diğer terörist örgütleri birleştirerek Irak ve Suriye’de bir İslam Devleti ilan edebileceği” ve yine “Doğu Suriye’de ilan edilmiş ya da de facto bir Selefi Emirlik kurulma olasılığı,” ABD Savunma Bakanlığı tarafından öngörülüyor. Bütün bunlar 2012’den sonra IŞİD’in kurulmasıyla gerçekleşen sürecin ta kendisi.
 
Bunlar öngörülmüş olasılıklar olmaktan daha ziyade “muhalefeti destekleyen dış güçlerin istedikleri,” ve bu isteğin amacı “[İran ve Irak’ın da aralarında bulunduğu] artan Şii nüfuzunda stratejik bir yeri olan Suriye rejimini izole etmek” olarak özetleniyor. Muhalefeti destekleyen güçler şeklinde ismi geçen ülkeler ise “Batı, Körfez ülkeri ve Türkiye.”

“Krizin geleceğine yönelik tahminlere” de yer veren raporda, “rejim yaşamaya devam edecek” ve halihazırda yaşanmakta olan gelişmelerin, süreci bir yanda İran, Rusya ve Çin, diğer yanda ise  Batı, Körfez ülkeleri ve Türkiye’nin yer aldığı bir “vekalet savaşına” evireceği söyleniyor. Dahası, rapor doğru bir şekilde Musul ve Ramadi’nin düşeceğini de öngörüyor:

“Durumun giderek kötüleşmesininin Irak’ta meşum sonuçları olacak… Bu durum, Irak El Kaidesi’nin Musul ve Ramadi’ye dönmesi için ideal çevre koşullarını yaratmakla kalmıyor, bu örgüt etrafında Irak, Suriye ve Arap Dünyası’ndaki Sünnilerin ortak düşmana karşı cihad fikri etrafında birleşmesini sağlayan bir enerjiyi de ortaya çıkarıyor.”

Bu hal, “üniter Irak ve onun toprak bütünlüğü için büyük bir tehlike arzedebilir.”

Bu sözünü ettiğimiz belge “gizli” olarak sınıflandırılmış ve yalnızca ABD Kamu Güvenlik Kurumu, Dışişleri Bakanlığı, Askeri İstihbarat Teşkilatı, FBI, CIA, Savunma Bakanlığı, Dışişleri Bakanı, Merkezi Kumandanlık ve diğer birkaç kurum arasında dolaşımına izin verilmiştir. Bu “nihai istihbari bilgi” olarak kabul edilemeyecek ama yine de dolaşımdan önce güvenlik soruşturulması yapılmış bir istihbarat raporu.

Bu yüzden, şu anda IŞİD’le “savaşan” ABD önderliğindeki koalisyon, aşırıcı güçlerin hakim olduğu muhalefete yardım ederken ve onları “ılımlılar” diye nitelendirirken kamuoyuna yalan söylüyordu, ve yine aynı koalisyon bu yardımlarının sonucunda “İslam Devleti” kurulacağının farkındaydı, ancak Esad güçlerini zayıflatmayı ve İran nüfuzunu durdurmayı amaçlayarak bu yeni devlete yardım etmeye devam ettiler. Bir hukuk kuralıdır, “Bir şeyi yapan kimse, yaptığı şeyin muhtemel ve doğal sonuçlarına niyet ederek yapmış farzedilirler.” Dolayısıyla, IŞİD’in varlığı ve yükselişine yönelik niyetleri ispatlayan hiç bir belge olmasaydı bile, ABD ve müttefiklerinin mezhepçi muhalefete yönelik sürmekte olan yardımlarının “muhtemel ve doğal sonuçlarına” ulaşmak maksadıyla yaptıkları farzedilmelidir.

Dahası, Irak’ı, İran’ın istenmeyen “Şii” yayılmacılığının merkezine yerleştiren belge, Musul ve Ramadi’nin Sünni aşırıcıların eline düşeceği yönünde kehanetlerde bulunup, yine bu gelişmenin muhtemel İran yayılmacılığına set çekeceğini öngörüyor, tüm bunlar bizi şahidi olduğumuz IŞİD kazanımlarının, ABD’nin istemediği değil, bilakis arzu ettiği bir şey olduğu sonucuna götürüyor.

Musul ve Ramadi’nin düşmesini “muhtemel ve doğal sonuçlar” olarak görecek olursak, yine bu şehirlerin düşmelerinin ardındaki soru işaretlerini de gözönüne alıp, ABD önderliğindeki koalisyonun bu muhtemel sonuçları tahmin etmelerine rağmen yardım politikalarına devam ettiklerini de hatırlayacak olursak, bunun ABD ve müttefiklerince doğrudan ya da dolaylı maksatlı bir hareket olduğunu düşünebiliriz.

Musul’un Haziran 2014’deki düşüşünü Noam Chomsky’nin tarif ettiği şekliyle hatırlayalım:

“[Yaşananlar] gerçekten çok enteresandı. Batılı askeri analizler donup kaldılar. Ne olduğunu hatırlayın, Irak Devleti’nin bir ordusu var ve bu ordu savaşmayı bilen, tecrübeli bir ordu. İran-Irak savaşı süresince bu ordu oldukça sağlam durdu ve gayretli savaştı, nihayetinde de ABD’nin desteğiyle savaşın galip tarafı oldu.(?) Envai çeşit silahlarla donatılmış 350 bin kişilik bir ordu Irak ordusu. 10 yıldan fazla süredir de ABD tarafından eğitiliyor. Ve birkaç binlik hafif silahlı cihatçılarla karşı karşıya geldiklerinde, daha hiçbir şey olmadan generaller bırakıp kaçıyorlar. Bunları tabii, askerlerin bütün askeri silah ve mühimmatlarını arkalarında bırakarak kaçmaları izliyor. Ve cihatçılar Musul’a ve sonrasında da Irak’ın büyük bir kısmına doğru yürüyüşe geçiyorlar. Bu gerçekten çok ilginç bir vaka, ve eğer üzerinde biraz düşünürseniz, size birçok şey anlatabilir.”

Iraklı bir asker “Irak güvenlik güçleri bozulmuş bir şekilde komutanlarının liderliğinde kaçışmaya başladılar” diyor ve o günü şöyle anlatıyor:

“10 Haziran sabahında, komutanım ateşi kesmemizi, silahlarımızı asilere verip, üniformamızı çıkararak şehri terketmemizi emretti.”[1]

Özetle, Musul, savaşmanın ne demek olduğunu bilen 350 bin kişilik bir ordu tarafından, üç bölük yaklaşık 1300 kişilik[2] hafif silahlı cihatçılara, komutanların bilhassa silahları da terketmeleri ve kaçmaları yönün emir vermeleri üzerine terkedildi. Bu olaylar olurken Profesör Michel Chossudovsky şu soruları yöneltiyordu: Bu “harikulade” düşüş ABD önderliğindeki koalisyonun Irak’ta “artan Şii nüfuzunu izole etmek” için arzu ettiği bir şey miydi? Ya da “Batılı askeri danışmanları Iraklı komutanlara şehri IŞİD teröristlerine bırakmalarını mı tembihlediler?

Benzer şekilde, Ramadi’nin düşüşü de bir o kadar soru işaretleriyle dolu. Esasında, Irak’ı IŞİD’e karşı savunma sözü vermiş olan ABD önderliğindeki koalisyon, böylesi bir savaşta bahsedilmeye bile değmeyecek sayıda, sadece 7 kez, havadan müdahale ederek, Ramadi’nin düşmesine izin verdi. Bu yaptıklarının bahanesi olarak da bölgede yaşanan büyük bir kum fırtınasının onları düzenli hava saldırıları yürütmekten alıkoyduğunu söylemekle yetindiler. Hemen ertesi gün ise IŞİD günlük güneşlik bir gökyüzü altında geniş caddelerde zafer yürüyüşleri düzenledi. “Kum fırtınası” mazereti olmasaydı, ABD hava saldırıları bütün bu aşırıcı teröristleri kolayca haritadan silebilirdi. Evet, peki ama niye? Bu olay zaten ABD önderliğindeki koalisyonun “artan Şii nüfuzunu izole etmek için” arzuladığı bir durum değil miydi?

Irak Meclis sözcüsü Wahda Al-Jumaili, şehrin düşüşünün ardından verdiği demeçte şunları iddia etti: “Bu bir ihanetin, bir kusur ve ihmalin, bir komplonun, bölgesel ya da uluslararası bir entrikanın sonucu… Uluslararası koalisyon bile üzerine düşeni yapmadı. İnsanlar, uluslararası koalisyonun IŞİD’e silah ve mühimmat temin ettiğine şahit oldular. Ramadi’de terörist güçlere ağır silahlar verdiler. Bu uluslararası koalisyon güçlerinin ihanetidir.”

Bu maalesef Iraklı bir siyasinin IŞİD’e silah ve mühimmat yardımları yaptıkları için ABD önderliğindeki koalisyonu ilk suçlayışı değil, bilakis bu süregiden bir süreç, hatta bir seferindeIŞİD’e silah yardımı yapan iki İngiliz uçağı da Iraklılar tarafından düşürüldü. Irak milletvekili Jome Divan: “Uluslararası koalisyon IŞİD’i desteklemek için kullanılan bir paravan, bu terörist gruba gerekli teçhizat ve askeri malzeme ulaştırıyorlar. Koalisyon, IŞİD’in Irak’taki pozisyonunu zayıflatmak için hiçbir şey yapmadı.” diyor ve Jome Divan, bu tür iddiaları dillendiren bir çok Iraklı milletvekilinden sadece birisi.

Olayların Irak’a sıçraması, Musul ve Ramadi’nin düşmesi, Batı’nın Suriye politikasının muhtemel ve doğal sonuçlarından, örneklerde de görüldüğü gibi bazı durumlarda Batı bu şehirlerin düşüşüne yardım bile etmiş durumda, yani en iyimser ihtimalle bu sonuçları İran ve Suriye’ye karşı kullanılabilir ve dolayısıyla kabuledilebilir buluyorlar, kötümser senaryo ise Irak’ın toprak bütünlüğüne bilerek kastettiler.

Tüm bunları veri olarak kabul edersek, ve ABD önderliğindeki koalisyonun muhtemel bir “İslam Devleti”nin kurulmasından haberdar oldukları halde yardımlara devam ettiklerini gözönüne alır, Musul ve Ramadi’nin düşüşünün bu politikaların “muhtemel ve doğal” sonucu olarak görür, onlarca Iraklı siyasinin iddialarını ciddiye alır ve ciddi bir sorgulamaya girişebilirsek, IŞİD’in çıkışının ve bu şehirlerin ani düşüşlerinin ardında çok da inanması kolay, ancak bir o kadar da netameli, bir açıklama yatmakta: IŞİD, Made in America!

Steven Chovanec, Chicago’da yaşayan bağımsız siyasi analist ve yazar. Roosevelt Üniversitesi Uluslararası İlişkiler ve Sosyoloji departmanında öğrenimini sürdüren Chovanec, jeopolitik ve toplumsal konularda açık istihbaratı kullarak bağımsız araştırmalar sürdürüyor.

Çev: Mehmet Ali Beygider

Steven Chovanec
 
globalResearch.ca
 
[1] Cockburn, Patrick. “The Rise of ISIS.” The Rise of Islamic State: ISIS and the New Sunni Revolution. Brooklyn, NY: Verso, 2015. 15. Print.
 
[2] Adı geçen eser, sayfa 11.

medyasafak

Tagged under

Suriye haber kaynakları, Siyonist rejimin en tehlikeli casusunun Şam'da tutuklandığını belirtti.


İrna'nın Suriye'nin Cehina News internet sitesinden naklen verdiği haberde, Suriye güvenlik kaynaklarının, İsrail'in en tehlikeli casusu Ammar El Hendi'yi Şam'da tutukladıkları belirtildi.
Bu habere göre Suriye güvenlik kaynakları, El Hendi hakkındaki dakik incelemeler ardından sözkonusu kişinin İsrail'in Mossad casusluk örgütüyle işbirliği içinde olup, bu örgüt tarafından mali destek görmesinden emin olduktan sonra onu tutukladıkları bildirildi.
El Hendi'nin şimdiye kadara başta Suriye ilmi araştırmalar başkanı olmak üzere, Şam'ın Berze bölgesinde ordunun bazı özel güçlerine yönelik terör girişimlerinde bulunduğu belirtildi.011/

Published in Rapor
Tagged under

Söylentilerden biri İran’ın Suriye’den vazgeçtiği yönündeydi ki bunun hiçbir aslı temeli yok. Birkaç gün önce İmam Hamenei yaptığı bir konuşmada bu meseleye işaret etti ve müzakerelerin yalnızca nükleer meseleyle sınırlı olduğunu, nükleer program dışında hiçbir konunun müzakere edilmediğini açıkladı. Dolayısıyla İran’la ilgili bu söylentilerin hiçbir şekilde aslı astarı yok.


Hizbullah Genel Sekreteri Seyyid Hasan Nasrullah, İdlib’de sahadaki bir gelişmeyle ilgili olarak Suriye’ye yönelik psikolojik savaşın tırmandırıldığını söyledi.

Hizbullah Genel Sekreteri Seyyid Hasan Nasrullah, Salı akşamı yaptığı konuşmasının Suriye’deki gelişmelerle ilgili bölümünde de şunları söyledi.

Suriyeliler, Lübnanlılar ve bu bölge sakinleri, İdlib’in Cisr eş-Şugur kasbasının silahlı gruplar tarafından ele geçirilmesi üzerine medyanın yaydığı büyük bir söylenti ve baskı dalgası ile karşı karşıya kaldı.

Bu medya baskısını görsel ve yazılı basında ve internet sitelerinde gözlemlemek mümkün. Bütün bu medya baskıları, hedefsiz bir medya savaşından başka bir şey değil. Bunlar yıllardır kara operasyon odalarında bölge ülkelerine yönelik psikolojik savaş için idare ediliyor ve her bir olay ve fırsatta bundan halkı hedef alan bir psikolojik savaş için yararlanılıyor.

Bu şayialardan sonra bazı medya organları, Suriye gelişmelerindeki mezhebi boyuta yoğunlaştı. Bu psikolojik savaşın hedefi, ‘İdlib ve Cisr eş-Şugur’un düşmesiyle Suriye yönetiminin işi bitti, Suriye yönetimi son günlerini yaşıyor’ algısının oluşturulmasıydı.

Bununla Suriye ordusunun mücadele gücünü yitirdiği ve çökmekte olduğu imajı yaratılmak istendi.

Bazı medya organları bu psikolojik savaş çerçevesinde, Suriye’nin müttefiklerinin Suriye’den vazgeçtiğini, İran’ın nükleer meseleden dolayı Suriye’yi sattığını, Rusya’nın Suriye’yi terk ettiğini iddia ettiler.

Psikolojik savaşın hedefi Suriye’nin direncini kırmak  

Ayrıca Suriye’deki iç durumla ilgili yalan haberler yayımladılar. Suriye’de yaşamın zorlaştığını, halkın kaçmayı düşündüğünü iddia ettiler, özetle tuhaf bir Suriye görüntüsü yaydılar.

Onların yalanlarından biri şuydu: Suriye’nin sahil bölgeleri çöküş aşamasında çok sayıda Suriyeli Alevi, sahil bölgelerinden Lübnan sınırına doğru kaçıyor, Lübnan hükümeti onların girişine engel olmaya çalışıyor. Hizbullah, Alevilerin Lübnan’ girişine izin verilmesi için Lübnan hükümetine baskı yapıyor. Bunlar içi boş yalanlar…

Ayrıca Suriye yönetiminin Şam’daki ve diğer yerlerdeki Alevilerden evlerini terk etmelerini istediğine dair söylentiler yaydılar. Bunlar temelsiz, aslı astarı olmayan söylentiler.

Biz şu an Suriye direnişinin azim ve iradesini kırmaya yönelik bir psikolojik savaşla karşı karşıyayız.

Bu yalanların ve söylentilerin bir diğer hedefi, Suriye halkına dayatılan 4 yıllık uluslararası savaşın acizliğini gölgelemekti.

Bazı noktalarda bu tür söylentilerin sonuç vermesi mümkündür. Bu meseleye IŞİD’le ilgili olarak Musul’da ve bazı Irak kentlerinde tanık olduk.

Şartlar dört yıl önce daha zordu

Birinci olarak hiç kimse bu söylentileri ve psikolojik savaşı dikkate almamalıdır. Özellikle Lübnanlılar ve Suriyeliler bu yalan ve söylentilerin psikolojik savaşın bir parçası olduğunu, bunun yeni bir şey olmadığını ve 4 yıldır bu tür söylentilere ve yalanlara tanık olunduğunu anlarlar.

Dört yıl önce bu söylentileri Şam ve Halep’teki çatışmaların çok daha zorlu, şartların da çok daha ağır olduğu dönemlerde de duymuştuk. O dönemde şartlar şimdikine göre çok daha kötüydü.     

Bugün Suriye içinde de uluslararası alanda da şartlar çok daha fazla değişti.  Dolayısıyla bu durum bizim bu söylentileri veya öngörüleri dikkate almamamıza neden oluyor.

İran ve Rusya söylentilerinin aslı yok

Söylentilerden biri İran’ın Suriye’den vazgeçtiği yönündeydi ki bunun hiçbir aslı temeli yok. Birkaç gün önce İmam Hamenei yaptığı bir konuşmada bu meseleye işaret etti ve müzakerelerin yalnızca nükleer meseleyle sınırlı olduğunu, nükleer program dışında hiçbir konunun müzakere edilmediğini açıkladı. Dolayısıyla İran’la ilgili bu söylentilerin hiçbir şekilde aslı astarı yok.   

Aynı şey Rusya için de geçerli. Ben İran’a kıyasla Rusya’dan daha fazla bilgi sahibiyim. Rusya’nın Suriye konusundaki politikasını değiştirdiği yönünde en küçük bir belirti yok. Dolayısıyla sahada bir gelişme olduğu zaman sahadaki sebepleri dikkate almak gerekiyor.

İdlib ve Cisr eş-Şugur gelişmeleri konusunda silahlı grupların ve Suriye ordusunun durumuna, askeri ve lojistik meselelere dikkat etmemiz gerekir.

Bir saha gelişmesini incelerken bölgesel, uluslararası meseleler, müttefikler ve Suriye’nin iç durumu gibi konulara girmek doğru değil.

Suriye yönetiminin ve ordusunun çöktüğü nasıl söylenebilir? Suriye ordusu birçok cephede direnişini sürdürüyor ve her gün bu ordudan yeni bir zafer duyuyoruz.

Dolayısıyla sahadaki bir gelişmeyi değerlendirirken tekrar aynı sorunlarla karşılaşmamak için sahadaki sebepleri ve sorunları göz önünde bulundurmalıyız. Her savaşın muhtelif dönemleri vardır. Bir tarafın bir sahada zafer kazanması, savaşta zaferi kazandığı anlamına gelmez.

Dört yıldır ordu, Ulusal Savunma Güçleri ve Suriye’nin müttefikleri birçok zaferler kandılar; ama bu savaşta zafer kazandıklarını iddia etmediler. Bir tarafın sahada yenilmesi mümkündür; ama bu, savaşta yenildiği anlamına gelmez.

Bu psikolojik savaşı yürütenler, sahadaki değişimle birlikte kendi taraftarlarını umutsuzluğa düşürüyorlar. Kimse bu söylentilerden etkilenmemeli.

Biz bu duruma Lübnan’da tanığız. Bu ülkedeki bazı vatandaşlar bu söylentiler karşısında aceleci davranıyorlar; ama bir müddet sonra bunun asılsız olduğunu anlıyorlar.

Şartlar ne olursa olsun Suriye halkının yanındayız

Bu vesileyle aziz Suriye halkına diyorum ki sahadaki şartlar her ne olursa olsun Suriye halkının yanındayız ve öyle kalacağız. Şimdiye kadar bulunmamız gereken her yerde var olduk. Bundan sonra da bulunmamız gereken her yerde var olacağız.

Son dönemde öyle yerlere girdik ki geçen yıllarda oralara girmemiştik. Biz Suriye’deki bu savaşın yalnızca Suriye halkına ait bir savaş olmadığına inanıyoruz.

Biz bu savaşa duygusal, şahsi, partisel, grupsal sebeplerle girmedik. Doğru bir teşhisle bu savaşa girdik. Teşhisin tüm kanıtları, bizim Suriye gelişmeleri konusundaki anlayışımızı teyit ediyor.

Suriye’yi savunmak, Lübnan’ı Filistin’i, tüm bölgeyi savunmaktır. Dolayısıyla kinleri bir tarafa bırakıp tüm açıklığıyla şu meseleyi düşünmeliyiz: Eğer silahlı gruplar Suriye’ye hakim olsaydı, Suriye, Lübnan ve bölge halklarını nasıl bir kader bekliyor olurdu?

Bölgeye şöyle bir bakılarak bu soruya cevap verilebilir. Biz sorumluluklarımızı yerine getireceğiz.

Published in Rapor
Sayfa 1 / 3