کارگر

کارگر

İran halkı ülkenin genelinde düşmanların yeni komplosu ve kamu malını yakıp yıkan isyancıların girişimlerini protesto etmek için yürüyüş düzenlendi.
 

[Geçtiğimiz perşembeden beri, İran'ın bazı kentlerinde düzenlenen eylemlerde bazı ürünlerin pahalanmasını, finans kuruluşları mağdurlarının durumunun belirlenmemesi ve hükümetin denetim ve kontrol zafiyeti protesto edildi. Ancak bazı isyancılar ve münafıklar terör örgütü gibi fırsat kollayanlar, bu eylemlerden bazılarını kargaşaya dönüştürdü. 

   İran halkı bugün ülkenin Dehlüran, Ahvaz, Loristan, Hemedan, Kirmanşah, Kerec ve İsfahan başta olmak üzere birçok kentte düzenlenen yürüyüşlere katılarak, düşmanların yeni komplo ve fitnesini kınayarak, rahmetli İmam Humeyni, İslam İnkılabı Rehberi ve İslam İnkılabı Rehberi'nin ülküleriyle biat yinelediler.

 "Kahrolsun ABD", "kahrolsun İsrail" sloganı atan eylemciler, bazı kentlerdeki olaylar ve kargaşların son bulmasını, ülke yetkililerinden de yolsuzlukla ciddi şekilde mücadele yapmalarını ve işsizlik başta olmak üzere halkın ekonomik sorunlarının çözümü için ciddi girişimlerde bulunmalarını istediler.

 Yarın ve cuma günü de İran'ın bazı kentlerinde kargaşa ve isyanları kınamak için halk yürüyüş düzenleyecek.

 Suudiler, ABD ve Siyonist rejim İsrail yetkilileri ile kendi güdüm olan medya, İran'daki kargaşaları açık şekilde destekledi ve desteklemeye devam ediyorlar.

slam İnkılabı Rehberi, son günlerde yaşanan olaylar hakkında; İran düşmanları para, silah, politika ve güvenlik servisleri başta olmak üzere çeşitli araçlarla İslam nizamına zarar vermek için ittifak kurdular.

İslam İnkılabı Rehberi İmam Hamanei haftalık olarak düzenlediği şehit aileleriyle görüşme programında; İran’ın izzeti, gelişmesi ve emniyetinin şehitlere borçlu olduğunu vurgulayarak, son günlerde yaşanan olaylarda düşmanların İslam nizamına darbe vurma telaşında olduğunu belirtti. Düşmanı ve emellerini engelleyen şeyin; şehitlerin fedakarlıklarının, cesaretlerinin ve imanlarının olduğunu söyledi.

İmam Hamanei, düşmanın her zaman İran milletine zarar vermenin fırsatını kolladığını vurgulayarak; son günlerde yaşanan olaylarda İran düşmanları para, silah, politika ve güvenlik servisleri başta olmak üzere çeşitli araçlarla İslam nizamına zarar vermek için ittifak kurdular açıklamasında bulundu.

İslam İnkılabı Rehberi, bu konu hakkında söyleyecek sözlerinin olduğunu ve zamanı geldiğinde konu hakkında konuşma yapacağını belirtti. 

İslam İnkılabı Rehberi; Batı Asya ve Kuzey Afrika'daki bazı ülkelerin esef verici durumuna işaretle, “dayatma savaşı sırasında düşman Baas, İran'ı işgal etseydi kimseye acımadan Libya ve Suriye'nin bugünkü durumundan daha kötüsünü İran için yapmış olurdu” açıklamasında bulundu.

Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Behram Kasımi, Kabil’de bir kültür merkezi ve Ava haber ajansına düzenlenen intihar saldırısını şiddetle kınadıklarını açıkladı.


Sözcü Kasımi Kabil’de düzenlenen ve onlarca alim, düşünür, öğrenci ve akademisyenin ölümü veya yaralanmasıyla sonuçlanan saldırı, teröristlerin ve hamilerinin Afganistan halkının ifade özgürlüğü ve bilinçlenmesine yönelik kin ve nefretini yansıttığını belirtti.

Kabil’de bir kültür merkezi ve Ava haber ajansına düzenlenen intihar saldırısında 40’ı aşkın sivil hayatını kaybetti, 84 kişi de yaralandı.
 

"Filistin halkının %99.99'u bizim Ehl-i Sünnet kardeşlerimizdendir. Biz, onların Siyonizm'le olan mücadelesine destek veriyoruz.." General Kasım Süleymani'nin stratejik konumu ve ilkesi, Tahran'ın vahdetçi ve mezhep ayırt etmeyen ilkesine dayanıyor. Bu pozisyon İran'ın, –temelde- Şii olmayan Suriye'yi, mazlum Bosna Hersek'i ve Rohingya Müslümanlarını desteklemesine meydan veriyor.

 General Kasım Süleymani'nın sosyal medyadaki kişisel sayfasında kendi vatandaşlarına hitaben yazdığı bir yazısı dikkatimi çekti:

"Filistin halkının %99.99'u bizim Ehl-i Sünnet kardeşlerimizdendir. Biz, onların Siyonizm'le olan mücadelesine destek veriyoruz. Bu konuda beni eleştirmekte özgür olduğunuzu açıkça söyleyebilirim".

Bunun sırrı nedir?

Yarım yüzyıl önce İmam Humeyni'nin bir konuşmasında ilan etmesinden bu yana İran İslam Devleti, mızrağın ucunu Kudüs gasıbı Siyonist varlığa çevirmeyi genel bir strateji olarak benimsemiştir. İran'ın devrik Şahının en büyük hatası İsrail'i desteklemesi ve yanlış yollara sapmasıydı. Şah rejiminin devrilmesinin en önemli sebebi ise, Tahran'ın merkezinde bir İsrail büyükelçiliği açması ve İsrail'e cömertçe petrol vermesi oldu.

İslam Devrimi Şah rejimini devirmeyi başardığında, vakit kaybetmeden aynı binayı Filistin büyükelçiliğine verdi. Hani el-Hassan (d. 1939 – ö. 2012), Tahran'daki ilk Filistin büyükelçisi oldu. Burası, merhum lider Yaser Arafat'ın ziyaretine zemin hazırladı. Kendisi, devrimden birkaç gün sonra İmam Humeyni'yi ziyaret eden ilk yabancı lider oldu. Tahrandaki elçilik çalışmaları hala devam ederken, Seyyid Salah el-Zevavi yalnızca Filistin büyükelçisi olarak değil, Tahran'da tüm diplomatik heyetlerin başkanı olarak görev alıyor.

General Kasım Süleymani'nin stratejik konumu ve ilkesi, Tahran'ın vahdetçi ve mezhep ayırt etmeyen ilkesine dayanıyor. Bu pozisyon İran'ın, –temelde- Şii olmayan Suriye'yi, mazlum Bosna Hersek'i ve Rohingya Müslümanlarını desteklemesine meydan veriyor. Bunun yanı sıra İran'ı Suud hanedanlığı tarafından haksız ve zalimce bir kuşatmaya maruz kalan Yemen halkını ve Katar'ı (siyasi ve ekonomik olarak) desteklemeye götürüyor.

Bu doğrultuda, İslam Devriminin Filistin halkının cihadına -her düzeyde- sınırsız destek sağladığını, yardım eli uzattığını, İsmail Heniyye liderliğindeki Gazze yönetiminin yanında güçlü bir şekilde durduğunu ve Hamas ile İslami Cihad'ı sonuçlarından korkmaksızın açıkça desteklediğini unutmamak gerekiyor.

Yahudi haber sitesi “Debka” geçtiğimiz günlerde yayınladığı bir haberde, Hamas ve İslami Cihd'ın son günlerde Gazze'den fırlattığı füzelerin, General Kasım Süleymani'nin emriyle “İsrail” aleyhinde bir yıpratma savaşının başlangıcı olduğunu yazdı. Habere göre, İran Devrim Muhafızları Kudüs Gücü Komutanı Mervan İsa, geçtiğimiz pazartesi günü Hamas hareketinin askeri kanadı İzzeddin Kassam Tugayları komutanı ile görüştüğü bir telefon konuşması sırasında bu emri verdi. Bununla eşzamanlı olarak Hasan Ruhani ve İsmail Heniyye de bir telefon görüşmesi yaptı.

Yahudi sitesi “Debka” şöyle devam etti:

    İran'ın üst düzey askeri komutanı ile Hamas'ın askeri komutanı arasında ilk kez telefon görüşmesi yapıldı. Bu görüşme, aleni ve kasıtlıdır. Çünkü İranlılar, İsrail istihbarat organlarının ve Gazze'de gerçekleşen telefon görüşmelerini dinleyen Mısır istihbaratının, Süleymani'nin Filistin'de İsrail'e karşı düzenlenen her türlü askeri operasyona tam destek verdiğini öğrenmesini istiyorlar. Süleymani, Filistin Direnişine kapsamlı bir destek sağlamaya hazır olduklarını açıkça ifade etti. Nitekim ABD başkanının Kudüs kararından bu yana Hamas ve İslami Cihad toplamda 13 füze gönderdi. Bu bağlamda Süleymani'nin emriyle İsrail'e karşı kapsamlı bir yıpratma savaşı başlatılmış gibi görünüyor.

Debka'da yayınlanan bir Rapora göre, Tahran ve müttefiki Hizbullah, İsrail aleyhinde birden fazla cephede tırmandırma meydana gelmesini ve İsrail'e karşı kapsamlı bir savaşın ateşlenmesini umuyorlar. Ve Hamas, İsrail'in İran ve Hizbullah'ın desteğine füzelere cevap vereceği tehditlerine kulak asmıyor.

Elbette tüm bunlar itham değil, İran İslam Devrimi için birer şereftir. İran'ın pozisyonunda mezhepçiliğin hiçbir etkisi yoktur. Çünkü Resulullah'ın (s.a.a) dediği gibi, “Mü'minin mü'mine karşı durumu, parçaları birbirine sımsıkı kenetlenmiş binanın tuğlaları gibidir.”

Cuma, 29 Aralık 2017 05:59

İyliği Emretmenin Merhaleleri

Nebevi çizgiyle Emevi çizgiyi birbirinden ayırmak için bazen Hz. İmam Hüseyin (a.s) gibi her şeyini feda etmek gerek.

Marufu emredip hayra ve iyiliğe çağırarak, münkerden sakındırmanın üç merhalesi şöylece özetlenebilir:
 

Birinci Merhale: İnsanın kalben günah ve kötülükten hoşlanmaması ve Allah'ın hoşlanmadığı şeylerden onun da nefret etmesi. Bu merhaleden kimse muaf değildir. Yani en güçsüzler bile; sağır, dilsiz, kör, fakir... herkes günahtan ve kötülükten nefret duymalıdır.
 

İkinci Merhale: Bir günah veya kötülük karşısında susmayıp sözlü şekilde muhatabı uyarmak ve onu doğru ve olumlu çizgiye davet etmek gerekir. Kur'ân-ı Kerim şöyle buyuruyor:
 

"Allah'a çağıran, sâlih amelde bulunan ve 'gerçekten ben Müslümanlardanım.' diyenden daha güzel sözlü kimdir?" (Fussilet, 33)

 

Üçüncü Merhale: Sözlü müdahale etkili olmazsa güç ve kuvvet kullanarak kötülük ve günah engellenmelidir.
 

Etki İlkesi
 

Marufu emretme ve münkerden sakındırmada en önemli faktör, etkili olan yöntemi uygulamaktır, yani muhatabın hangi yolla etkilenmesi mümkünse o yola ve yönteme başvurulmalıdır:
 

– Eğer işaret yetiyor ve etki gösteriyorsa işaretle uyarmak farz olur.
 

– Bağırmak etkili olacaksa, bağırmak farz olur
 

– Tehdit etkili olacaksa tehdit edilir.
 

– Sürekli uyarı ve ikaz gerekiyorsa, bıkmadan uyarıda bulunulur.
 

– Toplu dilekçe vermek, duygulandırıcı ve vicdanları uyandırıcı yöntemlere başvurmak gerekiyorsa, bu yapılmalıdır.
 

– Bizim söz veya uyarımızın etkili olmadığını; ama başka birinin etkili olacağını biliyorsak onu devreye sokmamız gerekir.
 

Bu farzın uygulanmasında dikkat edilmesi gereken nokta, Allah'ın razı olmayacağı bir yola başvurmamaktır, bu çerçevede kalmak kaydıyla bu mukaddes farizanın uygulanmasında belli bir yol ve yöntem sınırlaması yoktur; ama unutmayalım ki:
 

– Eğer uyarı için belli bir zaman gerekiyor ve o zamanda uyarının daha etkili olacağı biliniyorsa söz konusu zaman tercih edilmelidir.
 

– Bir gezi, kamp ya da misafirlik gibi belli mekânlarda uyarının daha etkili olacağı biliniyorsa bu şartları dikkate almak gerekir.
 

– Eğer kötülüğü durdurabilmek için gerekli uyarı ve girişimlerin etkili olması bir devlet ve nizam gücüyle mümkünse, devlet kurulmalı, iktidar elde edilmelidir.
 

Yüce İslâm'ın bizden istediği şey bâtılın yok edilmesi, hakkın diriltilip yerine getirilmesi, münkerlerin yasaklanıp engellenmesi ve marufların tavsiye edilip yaygınlaştırılmasıdır.
 

Bunun uygulama şekli ise, belli bir yöntemle sınırlı değildir; yani ne zaman, nerede, neyle, kimin katılımı veya müdahalesiyle veya ne şekilde yapılacağı, şartlara bağlıdır.
 

Yüce İslâm dini bunların cevabını akla ve mantığa bırakmış, Allah rızası çerçevesinde kalmak kaydıyla akıl ve mantığı en etkili, en süratli ve en geçerli vesile saymıştır.

Şehit Ayetullah Sadr'ın Görüşü
 

Bu büyük İslâm âliminin marufun emredilmesi ve mün-kerin önlenmesiyle ilgili ayet ve rivayetlere dayanarak önerdiği yol ve şartlar, bu hususta verilebilecek örneklerden biridir. şehit Ayetullah Sadr şöyle diyor:
 

"Bazen marufu emretme ve münkerden sakındırma derken birinin diğerine şahsî konularda uyarı ve tavsiyelerde bulunması, yani bireysel bir çerçevede davranılması kastedilmektedir, gıybet eden birini bundan sakındırmak gibi. Bu gibi durumlarda etki ihtimaline göre davranmak ya da can güvenliği şartıyla bu uyarıda bulunmak makuldür. Ancak, kimi zaman marufu emretme ve münkerden sakındırma derken bütün bidatlere, toplumdaki bütün fikrî, fiilî, siyasî ve ahlâki sapmalara son vermek, yeryüzünde bozgunculuk ve fesat çıkaranların kökünü kazımak, hakkı ihya edip bâtılı silmek ve bozuk ve sapmış olan düzeni değiştirmek gibi büyük ve kapsamlı bir gaye kastedilir. Bu durumda marufu emretme ve münkerden sakındırma eylemi için can güvenliğinin sağlanması gibi bir şart öne sürülemez.

 

Zira Yüce Allah'ın hükümlerinin uygulanması ve O'nun emirlerinin egemenliği söz konusu olunca can ve malın kıymetinden bahsedilemez." (Ayetullah Seyyid Mahmud Haşimî'den naklen)

 

Binaenaleyh, insanların Nebevî çizgiyle Emevî çizgiyi birbirinden ayırabilmesi için kimi zaman Hz. İmam Hüseyin (a.s) gibi marufu emretme ve münkerden sakındırma yolunda her şeyin feda edilmesi gerekir.
 

Evet, yüce ve ulvî değerlerin korunması için canların feda edilmesi elbet caizdir. Hz. İmam Ali (a.s) fakirlerin çağrılmadığı, sadece zenginlerin davet edildiği bir yemeğe katıldığı için kendi valisi
 

Osman b. Hüneyf'e öylesine sert ifadelerle dolu bir mektup yazmıştır ki, aradan geçen asırlara rağmen bu mektup önemli ve öğretici bir belge olarak dillerden düşmemiştir. Osman için tam bir skandal olsa da, bu mektupla Hz. Ali (a.s) gerçek İslâm'ı korumuş, bizzat Hz. Resulullah'tan (s.a.a) öğrenmiş olduğu bu asil İslâm'ın mazlumlardan, fakirlerden ve takva ehlinden yana olduğunu; İslâm'ın kesinlikle zengin şımarıkların sürdürdüğü bir keyif, zevk, refah ve ayrımcılık dini olmadığını tarihin hafızasına kazımıştır. Evet, yüce İslâm dininin değerlerinin ve mukaddesatının korunması, bireyin canından çok daha önemlidir; bu nedenle de İslâm uğruna yeri geldiğinde Müslümanlar seve seve can verirler. Gerçek Müslümanlar İslâm'ı kendilerine değil, kendilerini İslâm'a feda ederler.
 

Etkileyici Olmasa Bile...
 

İslâm büyükleri marufu emretme ve münkerden sakındırmanın, ancak etkili olacağına ihtimal verildiği takdirde farz sayıldığını belirtmişlerdir. Yani etkili olmayacaksa, yapılması farz değildir. Bu genel kuralın yanı sıra bazı özel noktaların bilinmesi de faydalı olacaktır:
 

1- Marufu emretme ve münkerden sakındırma eylemi hemen o sırada etkisini göstermeyebilir; ama konunun önemine binâen kimi durumlarda hak sözün ifade edilebilmesi ve hakkın ihyası için şehadete kadar yürünmelidir.
 

İmam Hüseyin (a.s) İslâm ümmetine marufu emretmek ve münkerden sakındırmak için Kerbela'ya gittiklerini buyurmuşlardır. Kerbelâ'da İmam Hüseyin (a.s) şehit düşmüş ve Yezid'le ordusu o sırada bu şehadetten hemen etkilenmemiştir; ama zamanla hür vicdanlar ve selim olan akıllar bu şanlı kıyamın muazzam mesajını almakta gecikmemiş, insanların fıtratı ve tarihin vicdanı Hz. İmam Hüseyin'i (a.s) takdir ve iftiharla bağrına basarken Emevîlerin haksızlığını gün ışığına çıkararak kınanmış, Hz. Resulullah'ın (s.a.a) temiz Ehlibeyt'inin mazlumiyeti, yiğitliği ve takvası bütün Müslümanlarca anlaşılıp idrak edilmiştir.
 

Adalet ve maruf için bazen şehit olunması gerektiğine dair Kur'ân'da çeşitli ibarelere rastlamak mümkündür; nice peygamberler bu uğurda şehit düşmüşlerdir. Meselâ şöyle geçmiş: "Peygamberleri öldürürler.", "Adalete emredenleri öldürürler."
 

Binaenaleyh âvam için marufu emretme ve münkerden sakındırmanın farz olma şartı, onun etkileyiciliği olsa da peygamberlerin ve ulemanın çoğu zaman haykırması gereklidir. Tağutlar, sapmalar ve bidatler gibi etkenlerle doğru yolun ortadan kalkmaması için onların şehadete kadar ilerlemesi kimi zaman kaçınılmaz olmaktadır.

2- Olumlu ve ulvî bir ortam oluşturmak başlı başına bir değerdir. Nitekim yalnız başına bile olsa, namaz kılan kimsenin ezan okuması ve ezanda "Hayye ale's-salât" (haydi, namaza koş) demesi müstehaptır. Böyle bir ortamda ondan başka kalkıp namaza duracak kimse olmadığı hâlde bunu söylemesi, bu davranışın bir değer olduğunu göstermektedir. Ayrıca, kanunun korunması ve unutulmasının önlenmesi de bir değer olduğundan yüce İslâm dini, kadınların namazla mükellef olmadığı günlerde kadınların, namaz vakti girdiğinde kıbleye doğru oturup Allah'ı zikretmelerini, böylece namazdan kopmamalarını tavsiye etmiştir.
 

Yine yüce İslâm dininde, ilk kez hacca gidenlerin Kurban Bayramı gününde saçlarını kesmeleri buyrulmuş; saçı olmayanların da bu kanuna uymaları ve gerekli hissi duymaları için onların da adeta saçları varmış gibi formalite şekilde başlarına yavaşça jilet veya ustura dokundurmaları istenmiştir.

Evet, bir kavşağa vardığımızda, bizden başka kimse olmasa bile, kanunu korumak ve ona saygılı olmaya kendimizi alıştırmak için kırmızı ışıkta durmamız gerekir.
 

Bütün bu örnekler şunu göstermektedir: Marufu emretmenin pek etkisinin olmayacağını düşünerek herkesin susması ve çevresine lâkayt kalması hâlinde iyi ve doğru davranışlar -maruf- giderek önemsizleşecek, toplumda kötüler günbegün cesaret bulup küstahlaşacak ve Müslümanlar her gün bir adım daha geri atıp inandıkları değerlerden taviz vermek durumunda kalacaklardır.
 

Bu nedenledir ki o sırada etkili olmasa bile böyle durumlarda asla susmamalı, gereken tepkiyi göstermeli ve marufu emredip, toplumu münkerden sakındırmalıdır.
 

3- Marufu emretme ve münkerden sakındırma eylemi muhatabı etkilemeyebilir; ama en azından günah veya kötülük işleyenin keyfini kaçırmak ve rahatça istediğini yapmasını engellemek mümkündür. Günah işlemeye kalkışan kimsede bu tedirginlik ve rahatsızlığın oluşturulması bile başlı başına bir değerdir. İslâm dini, günah işleyene surat asılmasını ve ona bu rahatsızlığın hissettirilmesini tavsiye eder. Bu durumda aykırı davranışını düzeltmese bile en azından canı sıkılmış ve yaptığının başkalarını rahatsız ettiğini anlamış olacaktır.
 

4- Münkerden sakındırma eylemi, hür olmanın belirtisidir. Gerekli etkiyi göstermeyecek diyerek, kötülük işleyenin karşısında sessiz kalıp hiçbir tepki göstermemek, onun meydanı boş bulup azgınlaşmasına ve neticede ortamı kötülüğün geçerli olduğu bir baskı, yozlaşma ve dehşet ortamına dönüştürmesine neden olacaktır. Binaenaleyh beklenen etkiyi hemen yaratmasa bile hürriyeti ve insanca yaşamı savunmak için gerekli tepki gösterilmeli, sessiz kalın-mamalı, haykırılmalıdır.
 

5- Marufu emretme ve münkerden sakındırma eylemi, bireyin kendisini yetiştirmesi ve kemale ulaşması yolunda bir adımdır; çünkü bireyin kendisine telkinde bulunması, varlığını ilân etmesi demektir; bilincin, sorumluluğun ve uyanışın belirtisidir. Evet muhatap üzerinde kısa sürede etki göstermese bile en azından insanın kendisini etkilemekte ve olumlu hasletleri takviye etmektedir.
 

6- Bugün söylenen bir söz ille de bugün etkili olmayabilir; ama her hayırlı amelin bir de ahiret ödülü olduğu unutulmamalıdır. Allah'a ve ahirete inanmanın kazandırdığı ayrıcalıklardan biri de mümin insanın hiçbir zaman kendisinin "kaybeden taraf" olduğu zannına kapılmamasıdır. Bu, İslâm dininde bir esastır. Allah rızası için camiye giderseniz, cami kapalı bile olsa siz cemaate katılmanın sevabını kazanmış olursunuz. Sadık ve samimî insan, yaptığı her şeyi Allah rızası için yapar; Allah için tavsiyede veya uyarıda bulunmanın pek sevabı vardır; muhatabın kulak asıp asmaması bunu değiştirmez.

 

Kur'ân, insanların en hayırlısının "hakka çağıran kimse" olduğunu buyurmaktadır; çağrılan kimsenin bu çağrıya katılıp katılmaması bu hayrı azaltmaz. Evet, öğrenci öğretmeni dinlemezse, öğretmenin alacağı maaşı azaltmaz bu.
 

7- Marufu emretme ve münkerden sakındırmanın etkisi hemencecik kendisini göstermeyebilir; ama gelecekte etkili olacağından şüphe edilmemelidir. İnsan kimi zaman hak sözü dinleyecek kıvamda olmayabilir; ama haklı bir uyarının onun düşüncesini zamanla etkilememesi mümkün değildir.
 

8- Marufu emretme ve münkerden sakındırma eylemi, aynı zamanda bir cesaret egzersizidir de! Sırf etkilemeyeceğini düşünerek bu farzı terk etmek, zamanla, zulme ve haksızlığa karşı kişinin haykırma ve müdahale etme cesaretini köreltir.

9- Günaha veya haksız bir eyleme müdahale ve itiraz, iman ve vicdan sahibinin vicdanını rahatlatır ve huzur bulmasını sağlar. Bir zulüm günah veya haksızlık karşısında susmayıp haykıran ve gerekli tepkiyi gösteren insanın ruhu ve vicdanı elbet huzurlu olacak, hiçbir zaman eziklik ve boynu büküklük duygusu altında rahatsız olmayacaktır.
 

10- Marufu emretmek ve münkerden sakındırmak, peygamberlerin yolu, enbiyanın sünnetidir.
 

Unutmayalım ki biz peygamberlerden daha üstün değiliz; o masum ve yüce insanlar en güzel ahlâk ve en mükemmel yöntemlerle, üstelik deliller ve mucizeler göstererek insanları doğru yola davet ettikleri hâlde genellikle halkın çoğu onlara kulak asmamıştır. Kur'ân-ı Kerim "...onlara bir öğüt verildiğinde kulak asmazlardı." buyurur, bir başka ayette Firavun'u örnek göstererek "Firavun'a bütün mucizelerimizi gösterdik; ama o gerçeği kabule yanaşmadı." der. 

Bir başka ayete de şöyle buyurur: " Onlara hangi mucizeyi gösterecek olsan yine yüz çevirir ve bu sihirdir derler!"
 

11- Marufu emretme ve münkerden sakındırma eylemi, mümin için üzerine düşen sorumluluğu ve vazifeyi yerine getirmek ve günah işleyen kimsenin özür ve bahane yolunu tıkamaktır. Böylece mümin "neden müdahale etmediği" sorusuyla karşılaşmaz ve günah işleyen kimse, "Beni uyaran olmadı." diyemez. Kur'ân, "Uyarıda bulunmak ya hatırlatma ve öğüt sebebidir ya da özür vesilesidir." (özren ev nezren) buyurmaktadır. Marufu emredip mün-kerden sakındırmanın farz olma şartı, etki bırakmasıdır, yani etkileme ihtimali yoksa farz değildir; ama bu durum, bunun, yasak olduğu anlamına da gelmez.

Bu hususta Allah'ın yasaklamadığı kadar gidilebilir, Allah'ın yasakladığı noktadaysa elbette durulmalıdır; nitekim Rabb'ul-Âlemin (c.c) şöyle buyurmaktadır: 

"...Onlardan yüz çevir..." (Nisâ 63, 81; En'âm, 68) 

"Sağırlara sesini duyuramazsın..." (Rûm, 52; Neml, 30)

 "Kimileri mezardaki ölüler gibidir, onlara sözünü duyuramazsın" (Rûm, 52; Neml, 30) 

"Onları bırak..." (En'âm, 91; Hicr, 3)

Ayetullah Muhsin Kıraati

ehlader

 

 İmam Hamanei, bugün sabah saatlerinde İslami Tanıtım Koordinasyon Konseyi üyelerini kabul etti.

İmam Hamanei’n konuşmasının satır başları şöyle:

-Herhangi bir savaşta, düşmanın ne yapmak istediğini tahmin etmelisiniz. Bugünlerde düşmanlar ülkemizde kötümserliği yaygın bir hale getirmek amacıyla farklı kara propagandalar üretmektedir.

-Ne yazık ki ülke içinde de bazı gruplar düşmanların yolunu izleyerek halkı hayal kırıklığına uğratmaya çalışıyorlar. Boş suçlamalar yapıp düşmanın yalanlarını tekrarlıyorlar.

-Düşmanların yolunu izleyen kişiler takvadan yoksundur. Bunlar İslamcılık ve din politikasının yerine politikayı bir din olarak benimsemiştir.

-Onlar belli bir kişi veya siyasi grubu kötüleyerek düşmanın yaptıklarını tekrarlıyorlar. Bazıları da medya kuruluşları ve çeşitli tribünlerde istediğini konuşuyor fakat Allah, din ve adaletin hakkını yerine getirmiyorlar.

-Bu kişiler halkı ve genç kuşağı hayal kırıklığına uğratmak pahasına düşmanları sevindirmeye çalışıyorlar. Özellikle geçenlerde veya günümüzde yönetici olarak görev yapanlar ve kendilerine sağlanan imkanlardan faydalanan kişiler muhalefet rolünü oynamaya özen gösteriyorlar.

-Geçmişte ve halen ülkede yetkiye sahip olanlar bugünden itibaren bu ülke aleyhine konuşma hakkına sahip değildir. Bendenize de iddia etmeksizin sunulan imkanlar karşısında kendimi sorumlu hissediyorum.

-Hatalar ve sorunlar eleştirilmeli fakat yöneltilen eleştiriler adil ve yapıcı olmalıdır. Aslında eleştiri zaruri ve vaciptir ancak iftira ve boş suçlamalar haramdır. Gerçek şu ki, eleştiriler suçlamalar ve düşmanların aynı sözlerini tekrarlamaktan farklıdır.

- İran milleti 2009'da “30 Aralık Milli İrade Destanı" vasıtasıyla bu tür oyunlara ağır bir yanıt verdi. 30 Aralık 2009’da İran halkı gösterdiği azimle İslam İnkılabı ve İslam değerlerini savundu. Elbette ki, bugünlerde de değerleri kalıcı olarak koruma tartışma konusudur.

-Washington yönetiminin terör örgütü DEAŞ’a destek sağlamasıyla birlikte Yemen’de masum insanları katleden Suudi Arabistan’la işbirliği yapması ve Siyonist Rejim’i koruması ABD rejiminin kirli ve bozuk doğasını ortaya koymaktadır.

-İnanıyorum ki, İran halkı ve İslami düzen yüce Allah’ın yardımıyla her alanda ABD'yi hayal kırıklığına uğratacaktır.

-“Direniş ekonomisi” düşmanların yaptırımlarına karşı alınınan yapıcı bir tedbirdir. Dolayısıyla ilgili yetkililer ve sorumlular “direniş ekonomisi” konusunu ön planda tutmalıdır.

Asıl önemli olan Esad’ın Kürtlerle ilgili çıkışını bir politikaya dönüştürüp dönüştürmeyeceğidir. Eğer bu minvalde bir politika gelişirse kuşkusuz bunun en büyük destekçisi Türkiye olur. Yine de Kürtlerle savaş seçeneğinin öne alınması çok büyük bir risk taşıyor... Astana ve Soçi süreçleri öncesinde Esad’ın ‘aslan’ çıkışı, siyasi sürecin yönünü tayin etme çabası olarak da görülebilir.


Suriye’de gerçeğin kaç yüzü var? Madalyonunki bile kolay; topu topu iki yüz. Birbirine farklı açılardan bakan aynalar labirentindeyiz. Delirten gerçeklik.

Suriye’de son dönemece girildi derken Devlet Başkanı Beşşar el Esad dün “Başta ABD olmak üzere yabancı bir ülkenin çıkarına hizmet edenler, vatan hainidir” diye çıkıştı. Şam’ın Kürtlere bakışında önemli bir kırılma. Ne anlama geldiğine geçmeden önce Suriye’nin son fotoğrafını çekmemiz şart.

Rakka ve Deyr el Zor’un IŞİD’den kurtarılmasından sonra geriye iki kritik mesele kaldı:

– Birincisi Kürtlerin öncülüğünde şekillenen Kuzey Suriye Demokratik Federasyonu, bu yapının savunmasını üstlenen Halk Koruma Birlikleri (YPG) ve YPG’nin omurgasını oluşturduğu Demokratik Suriye Güçleri’nin (SDG) geleceği. Yani Suriye’nin yarınını şekillendirirken Kürtler ve müttefikleriyle nasıl bir yol izlenecek; çatışma mı, müzakere mi? Bunun yanıtı IŞİD sonrası sürecin de bam telini oluşturuyor.

– İkincisi İdlib. IŞİD’den sonra El Kaide’nin ele geçirdiği en büyük toprak parçasının kurtarılışı da Suriye krizinde kanlı sahnenin son perdesi olarak orada duruyor.

Sıra bu iki meseleye geldiği anda Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, 6 Aralık’ta, kriz çıktığından bu yana Suriye’ye ilk ziyaretini gerçekleştirerek operasyonların bittiğini ilan etti:
“Fırat’ın doğu ve batı yakasındaki operasyonlar teröristlerin tamamen temizlenmesiyle tamamlanmıştır. Doğal olarak bazı hücrelerin direnişi olabilir genel çerçevede bu aşamadaki askeri görev teröristlerin tamamen bozguna uğratılmasıyla tamamlanmıştır. Şüphesiz ikinci aşama olarak siyasi sürece geçmeliyiz.”

Putin, Rus askerlere çekilme emrini de verdi. Tartus’taki deniz üssü ile Hmeymim’deki hava üssü ise Rusya için artık kalıcı.

Putin’in bu manevrası elbette savaşın bittiği anlamına gelmiyor. Ya Rusya’nın hava desteğiyle Suriye ordusu ve sahadaki İran destekli milis güçlerinin geri kalan işi tamamlayacağına inanarak bu kararı aldı ya da Astana süreciyle birlikte Soçi’de düzenlenecek Suriye Ulusal Diyalog Kongresi’nin önünü açmak için ‘çekilme numarası’ yaptı. BM’nin arabuluculuğundaki Cenevre Konferansı’nın sekizincisinden de sonuç çıkmayınca Rusya’nın Astana ve Soçi süreçleri daha da önem kazandı.

Putin’in bu tutumu bir başka açıdan şu yoruma açık:

– Rusya’yı Kürtlerle olası bir silahlı restleşmenin parçası yapmak istemiyor.

– İdlib’de kalan işi deruhte ettiği misyona uygun olarak Türkiye’nin tamamlamasını bekliyor. Malum Astana’da varılan mutabakat çerçevesinde ‘çatışmasızlık bölgesi’ oluşturma planının İdlib’de tesis edilmesi konusunda Türkiye bir görev üstlendi. İdlib’i kontrol eden El Kaide’nin Suriye yapılanması Heyet Tahrir el Şam’ın (HTŞ) bir şekilde yola getirilmesi ve bileşenlerinin siyasi sürece katılımının sağlanması. Misyon bu. Kuşkusuz Türkiye bu görevi, Kürtlerin kontrolündeki Afrin’e müdahaleye yönelik uygun bir pozisyonu yakalamak için üstlendi. Mümkünatı düşük bir görev. Türkiye hedefinin Afrin olduğunu belirtip HTŞ’yle anlaşarak bölgeye girdi. Rusya’nın beklentisine denk düşen bir gelişme henüz yok. Üstelik TSK’nin Cerablus-El Bab hattından sonra buraya girmesi, İdlib’in fiili hakimlerine karşı olası bir operasyona karşı bir koruma olarak da algılanıyor. Buna mukabil Suriye ordusu, beklendiği üzere Deyr el Zor’daki operasyonun ardından şu sıralar Hama’nın kuzeyinden İdlib’e güneyden baskılayan harekâta başladı. Bu operasyon eninde sonunda Türkiye sınırına ulaşacak.

Putin’in Hmeymim üssündeki açıklamalarının, Kürtlerin müttefikleri ile birlikte kontrol ettiği bölgeler için ne anlama geldiğine baktığımızda da burada fazla denge unsurunun oluştuğunu görüyoruz.

ABD Başkanı Donald Trump’ın Erdoğan’a “YPG’ye desteğin kesileceği”  yönünde söz verdiğine dair iddiaya rağmen Kürtlerle çalışan Pentagon kanadı ve IŞİD’le mücadele koordinatörü McGurk’un özel görüşmelerde verdiği mesajlar net: “Siyasi çözüm bulununcaya kadar ABD, IŞİD’den kurtarılmış bölgelerde kalmaya devam edecek.”

Kürtler bunu Suriye ordusu ve İran destekli milis güçlere karşı Amerikan kalkanı olarak okumayı tercih ediyor. Her ne kadar Trump yönetiminin Irak Kürdistan’ında referandumu ertele tavsiyesini geri çeviren Erbil yönetimini Irak güçleri karşısında açıkta bırakması, Suriyeli Kürtler açısından Amerikan garantörlüğünün geleceğine gölge düşürse de ABD’nin Suriye’de çizmesine yer açma ve bu ülkenin geleceğini şekillendirecek pozisyonda olma isteği çok belirgin. SDG’ye yapılacak yardım, 2018 bütçesiyle de garanti altına alınmış durumda. Hatta konuştuğum bazı Kürt kaynaklar, özel toplantılarda Amerikalı temsilcilerin, Kuzey Suriye Demokratik Federasyonu’nun siyaseten tanınması yönünde adım atılabileceğine dair sıcak mesajlar verdiğini de belirtiyor. Elbette bu, sahadaki Amerikalı yetkilileri çok aşan bir mesele.

Rusya da Kürtleri dün olduğu gibi bugün de denklemde tutmak için hem askeri hem siyasi ayağı olan ikili bir strateji izliyor:

– Birincisi Türkiye’ye rağmen Kürtleri Astana ve Soçi süreçlerine dahil etmeye çalışıyor. PYD ile ilgili kırmızı çizgiyi aşabilmek için ara formül aranıyor. Bu çerçevede PYD bayrağıyla masaya oturmak yerine Kuzey Suriye Demokratik Federasyonu içinde yer alan bütün grupları temsilen 140 kişilik bir katılımcı listesi çıkartıldı. Ruslar, Kürtler çözümün parçası olamazsa Türkiye’nin de İran’ın da istemediği boyutta Amerikan varlığının kalıcı hale geleceği gerçeğine işaret ederek itirazların geri çekilmesini istiyor. Zarrab davası yüzünden Ankara-Washington gerilimi tavan yapmışken bu ara formül bir iki başka taviz eşliğinde Ankara’nın kilidini açabilir. Geçen yaz Astana’ya özerkliğe kapı aralayan bir anayasa taslağıyla giden Rusya, Hmeymim’de de Kürtleri doğrudan Şam yönetimiyle masaya oturttu ama bu denemeden bir sonuç alamadı.

– Askeri olarak da Rusya başından beri cerrahi operasyonlarla Kürtleri destekledi. Afrin’de ateşkesi gözetleme misyonuyla Türkiye’yi frenlerken Halep ve Tel Rıfat gibi yerlerde Kürtler etrafındaki baskıyı azaltan hava operasyonları düzenledi. Ayrıca temmuzda Rakka operasyonu sürerken Suriye ordusu ve YPG’nin katılımıyla Rusefa yakınlarında bir ortak operasyon odası kurdu. Son olarak Deyr el Zor’un kuzeyinde YPG’ye askeri destek verdi. Dahası Deyr el Zor IŞİD’den kurtarıldıktan sonra Rus ordusu, Salihiyye’de YPG ile ortak operasyon kurma kararı aldı. Poplavsky heyetlerle görüşmelerin ardından 3 Aralık’ta Salihiyye’de Rus ve YPG bayraklarının asıldığı bir salonda YPG sözcüsü Nuri Mahmud ile ortak açıklama yaptı. Poplavsky, YPG’ye destek kapsamında Rus savaş uçaklarının IŞİD’e karşı 672 operasyon düzenleyip 1450 noktayı vurduğunu söyledi. Bu işbirliği Kürtleri yakın planda tutma çabasının en açık göstergesiydi.

Rusya’nın Şam’la önceden bir mutabakat ya da anlayış birliği olmadan Kürt açılımını da içeren bir anayasa taslağı hazırlaması, PYD’yi siyasi sürece katmaya çalışması ve YPG ile askeri işbirliğini geliştirmesi mümkün değil. Kürtler de son zamanlarda Şam’la müzakereye daha fazla kapı aralayan demeçleriyle dikkat çektiler. Mesela PYD’nin Moskova Temsilcisi Abdüsselam Muhammed Ali, İzvestiya gazetesine siyasi bir çözüm bulunduğu takdirde YPG’nin Suriye ordusuna katılabileceğini söyledi. Muhammed Ali, Nezavisimaya Gazeta’ya demecinde de “Kürtler bağımsızlık çağrısı yapmıyor. Birleşik bir Suriye’nin parçası olacak federe bir demokratik cumhuriyet oluşturmaya çalışıyor” dedi.

O halde Beşşar el Esad neden düne kadar teröristlere karşı mücadele eden Suriye vatandaşları diye tanımladığı Kürtleri birden bire hain ilan etti?

Şam’ın Kürtlere bakışı, YPG’nin ABD ile ilişkilerinin boyutunu artırmasına paralel olarak keskinleşti. Tepkinin evrilmesinde bir seyir çizgisi var:

– Kürtler teröristlere karşı kendi topraklarını koruyor. Kürtlerin DAİŞ’e karşı mücadelesi meşru. (Vatanseverlik vurgusu)

– Kürtler bizim verdiğimiz silahlarla DAİŞ’e karşı savaştı. (Ülkeye bağlılık ve minnet vurgusu)

– Suriye ordusu ülkenin bütün topraklarını kontrolü altına alıncaya kadar operasyon bitmeyecek. (Özerklik projesini büyütme, fiili duruma son ver vurgusu)

– Yabancı bir ülkenin çıkarına hizmet edenler, vatan hainidir. (ABD ile işbirliğini bitir vurgusu)

Kürtlerle ilgili ışık, iki noktada turuncudan kırmızıya geçti: Birincisi ABD ile ortaklık; ikincisi kanton sisteminden federasyona geçilmesi.

ABD’nin, İsrail’in güvenliği ve Amerikan çıkarlarına endeksli “Ortadoğu düzeni”nin ayarlarını bozan Suriye’ye yerleşmesi hakim siyasi ve toplumsal zihniyet açısından ciddi bir alarm nedeni. Şam’ın en önemli destekçisi İran için de bu kırmızı çizgi. Savaşı iki büyük güç arasında bir bilek güreşine çevirmemek için hep alttan alma gereği duyan Rusya da bu konuda oldukça hassas. CIA Başkanı’nın “Amerikalılar hedef alınırsa bundan İran’ın sorumlu tutulacağı” uyarısını içeren mektubunu almayı reddeden Kudüs Gücü Komutanı Kasım Süleymani’nin Ruslar aracılığıyla ABD’ye “Ya Suriye’den kendiniz çıkarsınız ya da sonunuz 1983 Beyrut gibi olur” mesajı verdiğine dair iddia ne kadar gerçek bilmiyoruz ama spekülasyon da olsa bu tür bir iddianın basına sızdırılması başlı başına El Kaidevari gruplarla savaş tamamen bittiğinde Suriye sahnesinin yeni aşamasına işaret ediyor: “Kim vurduya gitti savaşları.” 

1983’te Beyrut’taki bombalı saldırı ABD ve Fransa’yı Lübnan’dan çekilmek zorunda bırakmıştı. İran ve Rusya’nın farklı tonlardaki Amerikan hassasiyeti de kendini toparlayan Suriye’nin daha tehditkar olmasına yardım ediyor.

Bir dönem Şam’da federatif bir modelin Suriye’ye uymayacağına dair çıkışlara rağmen Kürtlerin kanton sistemiyle sorunun çözümüne dair önemli bir pratik sergilediği ve yönetimin bunun üzerinde çalışması gerektiğine dair tartışmalara denk geldim. Bu tartışmalar hem askeri hem siyasi çevrelerde yapılıyordu. Ancak Kürtlerin kanton sisteminden Fırat’a kadar federasyon modeline yönelerek oyunu büyütmeleri tartışmaların seyrini değiştirdi. Nükseden bölünme sendromunun tarihsel kaynağına dair de bir hatırlatmada bulunayım: Suriye’nin bağımsızlık mücadelesi verdiği dönemde kuzeyde bir Kürt kemeri oluşturulduğuna dair Arap milliyetçiliğini körükleyen bir yaklaşım vardı. İsrail’in kuruluşundan sonra da Kürtlerin siyasal mücadeleleri “İkinci İsrail kuruluyor” itirazıyla karşılaştı. Arap Kemeri bu konsept üzerine geliştirildi.

Kürtler 2011 sonrası süreçte özerkliğe yönelince ve “İsrail’in koruyucusu” ABD de bu yapıya destek verince küllenmiş kaygılar yeniden üste çıktı.

Asıl önemli olan Esad’ın Kürtlerle ilgili çıkışını bir politikaya dönüştürüp dönüştürmeyeceğidir. Eğer bu minvalde bir politika gelişirse kuşkusuz bunun en büyük destekçisi Türkiye olur. Yine de Kürtlerle savaş seçeneğinin öne alınması çok büyük bir risk taşıyor. Şam’la müzakerenin yolunu açabileceği beklentisiyle Kürtlerin tehdidi hissetmesi bir yere kadar Rusya ve İran’ın da tercihi olabilir. Ama her iki ülke de Kürtlerle çatışmanın ABD’nin bölgeye yerleşmesine bahane olacağını biliyor. O yüzden Astana ve Soçi süreçleri öncesinde Esad’ın ‘aslan’ çıkışı, siyasi sürecin yönünü tayin etme çabası olarak da görülebilir.

Perşembe, 28 Aralık 2017 04:00

İran Meclisinden Kudüs Kararı

İran İslami Şura Meclisi’nin Kudüs'ün Filistin'in ebedi başkenti olarak tanımlanmasını öngören tasarıyı acil bir toplantıda kabul ettiği açıklandı.

 

Filistin halkının İslami devriminin korunması yasasının birinci maddesine bir not daha eklenmesini öngören tasarı İslami Şura Meclisi’nin gündeminde yer aldı.

Meclis’te yapılan oylama sonucu, sözü geçen tasarı 198 oyla kabul edilip onaylandı. Meclis’teki oylamaya 226 milletvekili katıldı. Taslağa 198 kabul ve 1 çekimser oy verilirken ret oyu çıkmadı.

İlk oylamada tüm Kudüs'ün Filistin'in daimi başkenti olarak tanınması onaylandı, ardından hükümet bunu desteklemekle görevlendirildi. Yasada bu bir 'yükümlülük' olarak ifade edilirken Müslüman ülkelerle işbirliği yapılması ve farklı yöntemlere başvurulmasına vurgu yapıldı.

Bu tasarı uyarınca hükümet, Kudüs’ü Filistin’in ebedi başkenti olarak tanımlayacaktır.

Meclis Başkanı Ali Laricani, "ABD Başkanı'nın Kudüs'ü İsrail'in başkenti ilan ederek Filistin halkı ve Müslümanlara darbe vurmak istediği bir dönemde bunun onaylanması önemlidir" dedi.

İran Dışişleri Bakan Yardımcısı, telegram hesabından Suriye konulu 8. Astana toplantısında İran, Türkiye ve Rusya arasında sağlanan uzlaşı hakkında bir yazı yayınladı.

İran Dışişleri Bakan Yardımcısı Hüseyin Cabiri Ensari, telegram hesabından Kazakistan'daki 8. Astana toplantısında Suriye'de güvenli bölgelerde garantör ülke olan İran, Türkiye ve Rusya arasında sağlanan uzlaşı hakkında bir yazı yayınladı.

Paylaşılan notta, “Garantör ülkelerin ortak bildirisine göre, Suriye'deki UNESCO'nun kültürel miras alanlarının terör örgütleri tarafından bilinçli olarak tahrip ve imha edilmesi ciddi bir tehdit oluşturmaktadır. Garantör ülkeler, BM üye ülkelerinden, gelecek nesiller ve tarihi mirasın korunması için Suriye’de mayınları temizleme ve patlama riskini ortadan kaldırmak amacıyla acil tedbirler almasını istedi” ifadelerine yer verildi.

Cabiri Ensari ilaveten şu ifadelere yer verdi: Astana’da sağlanan diğer anlaşmaya göre, tutuklular ile kaçırılanların serbest bırakılması, cesetlerin teslim edilmesi ve kayıpların tespiti konusunda bir çalışma grubunun oluşturulması gerekiyor. Bu çalışma grubu, ilk oturumunu Kazakistan'daki Suriye konulu toplantısının yeni turu çerçevesinde gerçekleştirecektir.

Salı, 26 Aralık 2017 04:49

İmam Hamanei'den Namaz Mesajı

İmam Hamanei, 26. Genel Namaz Oturumu'na gönderdiği mesajında, yetkililerin namaz davet tüm imkanları kullanmalarına vurgu yaptı.


İmam Hamanei mesajında, bu yıllık oturumunu düzenleyenlerin bu büyük İlahi fırsatın değerini bilip, bu müstakim hattı ısrarla sürdürmeleri ve Allah'ın sabredenlerin yanında olduğunu bilmeleri gerektiğini beyan etti.

İmam Hamanei, namaza davetin, hayatın en güzel tecellilerine davet olduğunu çünkü, insanın yaratan ve tüm iyilikler ve güzellikler sahibi karşısında aşıkane niyazda bulunduğu hayatın bir mevsimi olduğunu ve insanın ruh ve iç güzelliği ve iyiliği ayarını arttırdığını kaydetti.

İmam Hamanei, Kuran-i Kerim ve hadiste dua ve namaza ciddi şekilde tavsiyede bulunulmasının da, namaza davetteki aynı özelliğin göstergesi olduğunu, Allah'ın sahil ve iyi kullarının bunu kendileri için bir ders olarak görüp, namaza davet etmeleri gerektiğini vurguladı.

İslam İnkılabı Rehberi, İslam nizamındaki mümin yetkililerin bu davet için geniş şekilde imkanlarını sunmaları gerektiğini, alim, öğretmen, eğitmen, müdür ve yetkilinin her yerde kendi muhatapları bu tarafa çekmeleri ve onları Allah ve namaza davet edenlerden yapmaları gerektiğini belirtti.

26. Genel Namaz Oturumu bugün "Namaz ve Sanal Ortam" başlığıyla Şii ve Eh-i Sünnet alimleri, kültür aktivistleri ve yetkililerin katılımıyla ülkenin güneyinde yer alan Benderabbas liman kentinde düzenlendi.