
کارگر
İsrail'in en tehlikeli casusu Suriye'de tutuklandı
Suriye haber kaynakları, Siyonist rejimin en tehlikeli casusunun Şam'da tutuklandığını belirtti.
İrna'nın Suriye'nin Cehina News internet sitesinden naklen verdiği haberde, Suriye güvenlik kaynaklarının, İsrail'in en tehlikeli casusu Ammar El Hendi'yi Şam'da tutukladıkları belirtildi.
Bu habere göre Suriye güvenlik kaynakları, El Hendi hakkındaki dakik incelemeler ardından sözkonusu kişinin İsrail'in Mossad casusluk örgütüyle işbirliği içinde olup, bu örgüt tarafından mali destek görmesinden emin olduktan sonra onu tutukladıkları bildirildi.
El Hendi'nin şimdiye kadara başta Suriye ilmi araştırmalar başkanı olmak üzere, Şam'ın Berze bölgesinde ordunun bazı özel güçlerine yönelik terör girişimlerinde bulunduğu belirtildi.011/
Su-i Zan mı Yoksa Hüsn-ü Zan mı? Devir Hangi Devir?..
Çoğu İslami kavramlar gibi bu kavramlar da bugün artık zalimlerin elinde silah olarak işlev görmekte, zulme itiraza karşı zalimi koruyacak kalkanlar olarak devreye girmektedirler. Vaziyet öyle bir hal almış durumdadır ki, hiçbir zalim eleştirilememektedir, açık ve gizli yaptıkları ihanetler gündeme alınamamaktadır, buna teşebbüs edenler su-i zanla suçlanıp kendilerine hüsn-ü zan tavsiye edilmektedir.
Tahrifin okulunda yetişip ‘usta’laşmış olan zihinlerin, şeklini ortadan kaldıramadıkları için içeriğini değişikliğe uğratıp manasını bozdukları en mühim İslami kavramlardan ikisidir hüsn-ü zan ve su-i zan. Bu iki kavram kardeşliği pekiştirip düşmana karşı birleşmeyi hedef aldıkları halde, bugün düşmanlarla kardeş olma gibi haktan sapmış bir bilincin temelini oluşturmaktadırlar. Çoğu İslami kavramlar gibi bu kavramlar da bugün artık zalimlerin elinde silah olarak işlev görmekte, zulme itiraza karşı zalimi koruyacak kalkanlar olarak devreye girmektedirler. Vaziyet öyle bir hal almış durumdadır ki, hiçbir zalim eleştirilememektedir, açık ve gizli yaptıkları ihanetler gündeme alınamamaktadır, buna teşebbüs edenler su-i zanla suçlanıp kendilerine hüsn-ü zan tavsiye edilmektedir. Bu hüsn-ü zan ise ‘hoşgörü’ şarabıyla sunulduğu için zihinler sarhoş olmakta, idrakler körelmektedir. Böylece zulüm, dokunulmazlık zırhına büründüğünden, göreceli ‘ahlak’ ve ‘iman’ perdesinin gizlediği cinayetlerine ve fecaatlerine rahatça devam edebilmektedir.
Zulme rıza olarak tezahür eden ‘ahlaksızlığın’ şekilsel takva ile süslendiği İslami toplumlarda, resmi dinin tabiileri, iç dünyalarını temizlemek adına dış dünyadaki olup bitenlere ses çıkarmamayı ve onları ‘görmez’den gelmeyi imanın bilmem kaçıncı şartı olarak sunmuşlar , böylece ‘ağrısız başlarını ağrıtmadan’ hem dinlerini hem de ahiretlerini kurtarmanın (!) yolunu keşfetmişler, bu yol onları duble yollar ile süfyanilere bağlamış ve bu bağ nefislerinde hiç kopmayacak kulpa dönüşmüştür. Artık yaşadıkları riyazetin ve ‘diyanet’in kaynağı olan süfyaniler dinlerinin en takvalı liderleri olarak haklarında sadece hüsn-ü zannın geçerli olabileceği masumiyete sahip varlıklar haline gelmişlerdir. Zira onlara karşı su-i zan, bunca iç temizliğine (!) müsaade eden sisteme karşı su-i zandır ki eğer onlar olmazsa içimiz de dışarısı gibi bozulacaktır. Her ne kadar dışarıda faiz, kumar, fuhuş ve bilimum haramlar helal edilmiş olsa da namaza niyaza dokunulmadığı için ve o haramları helal kılanların ağızlarından ‘Allah’ lafzı eksik olmadığı için bahsi geçen haramlara ‘helal’ sertifakası verilebilir ve bu haramlar ‘görmez’den gelinebilir.
İşte bu bilinç(!) su-i zannı nefretle yad edilmesi gereken bir kavram olarak sunarken, hüsn-ü zannı baştacı eder ve her kötülüğün içinde iyiyi(!) arar bulur. Bu öyle bir bilinçtir ki eğer kötülüğün içinde iyiyi bulamazsa ‘üretir’. Ve her halükarda hızla akan kanı yavaşlatmayı başarır. Bu yüzden bu bilinci (!) oldukça seven süfyaniler, bu bilincin üretim kaynaklarına daima yatırım yapar, onların, dünyalarını da rahat yaşayacakları ortamlar hazırlarlar. Bir milyonluk aracı yakıştıramaz, üç milyonluk araç tahsis ederler yetmez uçağı da olsun derler. Zira kendi ellerindeki tüm dünyalıkların varlığının garantisi bu sapkın bilinci hak diye halka pazarlayanlardır. ‘Kaz gelecek yerden tavuk esirgenmeyeceğini’ siyonist atalarından öğrenenler, Bel’amlara karşı da nasıl davranmaları gerektiğini aynı atalarından öğrenmişlerdir ve saltanatlarının hemen yanı başında onlara da bir koltuk ayarlamışlardır. Bugün ‘oda’ olarak tezahür eden o koltuklar, dünün Karun’larının, Haman’larının ve Bel’am’larının yanlışlarından ders alıp yeni metodlar üretenlere bugünün süfyanilerinin minnet borcudur zira.
Aslında kötülüğün içinde iyiyi bulma veya kötü yönlerini görmektense iyi yönlerini görme o kadar sihirli bir sözcüktür ki yere atılınca yılana dönüşen ipler bile bu kadar tesirli etki bırakamaz halkların gönlünde. Böylece halklar, gözlerine hiçbir zulmü ve günahı, hiçbir gözyaşını ve acıyı, hiçbir ihaneti ve baskıyı göstermeyen süfyani markalı gözlükler takılmış olan ve hastalığından bihaber neşeli tipler diyarı sakinleri haline getirilir. Bu sükunet ise iyiye değil kötüye yarar. Çünkü kötülüğü görünmeyen kötü, yeni kötülüklerini işlemekten de sakınmayacaktır. Ve yine ‘gör(ün)mez’ olacaktır. Ve ne hikmetse kötülükten iyilik arayanlar hiçbir iyiliğin kaynağını aramamakta, saf iyiliğe ulaşmak için hiçbir çaba sarfetmemekte, kötüye niye rıza göstermeleri gerektiğine dair bizi tatmin edecek bir tek delil sunamamaktadırlar. Bunlar sanki halklar illaki kötüye mahkumlarmış gibi bir izlenim oluşturmakta bunu oluşturabilmek için de daha kötüyü gündeme getirmektedirler. Akıllarına asla hiçbir kötüye razı olmama seçeneği gelmemekte, bu yüzden boyun eğme baş kaldırmadan daha ‘iyi’ görünmektedir. Böylece ‘çalan’ ama ‘çalışan’ların varlıklarına ‘şükür’ bilinci zillet olarak damarlarında gezmektedir.
Peki bu kadar tahrife uğramış olan hüsn-ü zan ve su-i zan nedir? İslam bu kavramlarla neyi amaçlamaktadır. Bu kavramların muhatapları kimlerdir? Herkese hüsn-ü zan gerekmekte midir? Veya su-i zan hakikaten o kadar kötü müdür? Gelin hep beraber bu sorulara cevap arayalım ve bu terimlerin literatürdeki karşılıklarına bakarak açıklamaya ve bu terimleri bayraklaştıranların dertlerini deşifre etmeye devam edelim.
Malumunuzdur ki hüsn-ü zan genellikle birileri veya bir olay hakkında içeriğini tam olarak bilmeksek bile iyi ve olumlu düşünme, su-i zan ise bunun tersi olarak kötü ve negatif düşünmedir. Hüsn-ü zannı genel geçer tek kural olarak dayatanlar genellikle ‘Ey iman edenler! Zannın bir çoğundan kaçının. Çünkü zannın bir kısmı günahtır. Birbirinizin kusurunu araştırmayın. Biriniz diğerini arkasından çekiştirmesin. Biriniz, ölmüş kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı? İşte bundan tiksindiniz. O halde Allah’tan korkun. Şüphesiz Allah, tevbeyi çok kabul edendir, çok merhamet edendir.'(Hucurat 12) ayetini delil getirirler ve başkaları hakkında kötü düşünmenin haram olduğunu vurgulayarak bizlerin siyasi eleştirilerimizi eleştirirler. Dedikleri hem doğru hem yanlıştır. Zira ayette bile ‘zannın bir kısmı günahtır’ ve ‘çoğundan’ kaçının ibareleri mevcutken tüm ‘zan’ları hele bir de delile dayanıyorlarsa red etmenin bu ayetle ilgisi yoktur olamaz da. Ama diyelim ki doğru söylüyorlar ve bu ayet vb. ayetler de bütün ‘zan’lardan kaçınmamız emrediliyor, peki ayet kimler hakkında zandan kaçınmamızı emrediyor? Kimlerin kusurunu araştırmamızı yasaklıyor?
Açıkça ortadadır ki yukarıdaki ayet ve Kur’an’daki zan ile ilgili ayetlerin tümünün muhatabı mümin kardeşlerimizdir ve bir müminin başka bir mümin hakkında bilgiye sahip olmadan fikir yürütmesi haramdır, onun açığını araştırması yasaklanmıştır. Ama ne bu ayet ve ne de diğer ayetler zulmedenler hakkında nazil olmamıştır. Yani zulmedenler hakkında konuşmamızı onları eleştirmemizi ve yaptıklarını ve hatta yapabileceklerini ifşa etmemizi engellememektedirler. Ne ayetler ne de hadisler bizleri zalimlere karşı hoşgörüye çağırmamakta onlardaki ‘iyiliği’ görmeye davet etmemektedirler. Tahrif edilmemiş hiçbir İslami kaynakta herhangi bir zalime hüsn-ü zan edilmesi gerektiğine dair tek bir ibare yoktur zaten olamaz da. Aksine zalimleri teşhis edebilmemiz için onların tanımlaması yapılmış, münafıkların icraatleri ve tıynetleri hakkında kapsamlı bilgiler verilmiş ve onlardan uzak durmamız onlarla savaşmamız emredilmiştir. Hatta ‘bir mümin aynı delikten iki kez ısırılmaz’ diyen Resulullah s.a.a., daha ısırılmadan önce aynı delikteki yılan hakkında tedbirli olmayı ve su-i zan da bulunup ‘elimi oraya sokarsam yine beni ısırır’ bilincine ulaşmayı imanın nişanesi saymıştır. Allah c.c. geçmiş zalimlerden ve batıl ehlinden bahsederken zamanımızın zalimlerini ve münafık idarecilerini tanımamız için bahsetmiş ve tedbirli olmayı yani onlara karşı su-i zan da bulunmayı bize farz kılmıştır. ‘Onlara meyletmeyi'(Hud 113) dahi ateşin dokunması için yeterli sebep olarak gösteren Allah (c.c.) bu tiplere karşı su-i zannı değil de hüsn-ü zannı emretmiş olabilir mi?
O halde şunu tam olarak idrak etmek gerekir ki hüsn-ü zan toplumsal yaşantımız içinde muhatap olduğumuz kardeşlerimiz için gereklidir ve onlar hakkında mümkün mertebe olumlu düşünmek durumundayız ki ümmet olarak var olan bağımız güçlensin ve şeytan, kurşunla kenetlenmiş bir bina gibi kurduğumuz safımıza sızamasın. Ve zalimler ayrılığımızın ve düşmanlığımızın bağında yetişen meyvelerden beslenemesinler. Bu yüzden müslüman kardeşlerimize özellikle bireysel ilişkilerimizde su-i zan, İslam’ın onaylamadığı bir durumdur. Ama, toplumu ilgilendiren herhangi bir meselede ve yaptığı ve yapacağı fecaatleri toplumu ve toplumun imanını etkileyecek olanlara karşı hüsn-ü zan haramdır. Onlara karşı yüreğimizde taşıyacağımız tek his su-i zan olmalıdır ki bir kez daha tuzaklarına düşmeyelim. Bunun dışında bizi yönlendirip bireysel ilişkilerdeki kuralı toplumsal ilişkilerdeki kurala atfetmeye çalışarak bugünün münafıklarını ve zalimlerini ‘ak’lama ve paklamaya çalışanların kendileri de su-i zannımızın muhatabıdır ki bu bizi onlara karşı teyakkuzda tutmakta ve böylece sapmamızı engellemektedir. Nasıl ki geçmişi sürekli tecavüzlerle dolu olan birinin, küçük bir kız çocuğunun başını okşadığını gördüğümüzde ‘ıslah olmuştur nasıl olsa’ diyerek hüsn-ü zan da bulunmayıp hemen tedbir alacaksak, tarihi zulüm ve nifak ile dolu olanların, siyonizmin emirleri ile hareket edenlerin ve müslümanların kanına her coğrafyada girenlerin gülümseyen yüzlerine de aldanmayacağız.
Velhasıl devir vahdet devridir. Devir mümin kardeşlerimize el uzatma ve ümmet arasında hüsn-ü zan devridir. Ama devir aynı zamanda ümmetin gücünü zalimlere peşkeş çekmeye çalışanlara karşı da su-i zan devridir. Uyanık olma ve tedbir alma devridir. Bizden görünseler de bizim gibi yaşamayan, bizim dilimizi konuşsalar da başkaları ile anlaşan, bizim topraklarımızda dolaşsalar da başka topraklara vefa borcu olanlara karşı hüsn-ü zan zillet, su-i zan ise izzet demektir.
General Süleymani: “ABD, IŞİD’le Mücadele Etmiyor Çünkü Ortağı”
İslam İnkılabı Muhafızları Ordusuna bağlı Kudüs Ordusu Komutanı General Süleymani, memleketi Kerman’da yaptığı konuşmada, Amerikan’ın IŞİD ile mücadelede ciddi olmadığını söyledi.
Mehr Haber Ajansı’nın haberine göre, İslam İnkılabı Muhafızları Ordusuna bağlı Kudüs Ordusu Komutanı General Kasım Süleymani, Kerman eyaleti gazi ve Mukaddes Savunma dönemi mücahitleri ile yaptığı görüşmede, “Amerika, Irak halkını korumak bahanesi ile Ramadi’nin kaç kilometreliğinde varken, IŞİD nasıl bu kadar cinayet yapabiliyor ve Amerikalılar tarafından ise bunlara karşı hiç bir şey yapılmıyor? Bunun kurulan koploda suç ortağı olmaktan başka bir anlamı var mı?”Diye konuştu.
General Süleymani, Obama’nın buraya kadar IŞİD ile mücadele konusunda hiç bir halt etmediğini belirterek, “Bu davranışlar IŞİD ile mücadele konusunda ciddi olmadıklarını göstermiyor mu?” dedi ve “İran IŞİD ile mücadele konusunda ciddi olan ve gerçek anlamda mücadeleye girişen yegane ülkedir” diye ekledi.
Kudüs Ordusu Komutanı aynı zamanda memleketi de olan Kerman eyaleti gazilerine karşı yaptığı konuşmada İran’ın, Irak topraklarında veya petrolünde gözü olduğu konusunda bazı komik söylentiler olduğunu hatırlattı ve “İran’ın, Irak’ın petrolü veya toprağına hiç bir ihtiyacı yok ama eğer IŞİD ile savaşıyor ise de bu ulusal çıkarları çerçevesindedir” dedi.
Nasrallah'tan Seferberlik Çağrısı 'Bu yolu Sıffın'a kadar sürdüreceğiz...'
"Tüm gücümüzü ve imkanlarımızı tekfirci gruplara karşı mücadele için seferber edeceğiz...Bugünden sonra artık sessiz kalmayacağız, tekfircilerle yürütülen savaş var olma ve dini bir savaştır..."
Hizbullah Genel Sekreteri Seyyid Hasan Nasrallah İslami Direnişin gazi ve yaralılarıyla yaptığı bir görüşmede çok önemli açıklamalar yaptı.
Al Akhbar ve Fars News'in bildirdiğine göre Nasrallah "Lübnan'ın şartlarının 1982 yılından (İsrail işgali) daha tehlikeli olduğunu" belirterek yakında gerçekleştirilecek bir genel seferberlik ihtimalinden söz etti
Nasrallah konuşmasından öne çıkan başlıklar;
"Artık daha fazla sessiz kalmayacak ve hiç kimseyi idare etmeyeceğiz. Bu, direnişin varlık yokluk savaşıdır. Onur ve din savaşıdır. Gün seferberlik günüdür. Buna herkes katılabilir, isterse sadece dille olsun. Herkes bu seferberliğe katılabilir. Halkın gözünde itibarı, nüfuzu ve söz hakkı olan, herkes bu seferberliğe katılmalıdır, âlimler konuşmalıdır.
Konuşmadan aktarılanların çevirisini sunuyoruz:
Bu yolu Sıffın'a kadar sürdüreceğiz
Önümüzdeki merhaleler için ümitsiz olmaya gerek yok. Bu merhalede tekfircilerle mücadele için tüm güç ve imkanımızı kullanacağız... Her mekanda ve sınırsız bir şekilde ve hiç kimseden utanmadan açık bir gözle mücadele edeceğiz. Bizim bu seçeneğimizden hoşlanmayanlar nasıl uygun görüyorlarsa öyle davransınlar. Moralimiz iyi ve güçlü olmalı. Zaferlerimizi küçük göstermek isteyen ya da inkar edenlere aldırış etmiyoruz, hatta tüm şehirlerimiz de düşşe irademizde zayıflık olmaz... Allah bu savaşı bize vacip kıldı, tıpkı Resulullah (s.a.a.a) ile birlikte olanlara Bedir Savaşını ve Hayber'e kadarki diğer savaşları vacip kıldığı gibi... Bu yolu Sıffın'a kadar sürdüreceğiz ve kim sabit kadem durursa maksada ulaşacak.
Artık Arabistan, Katar ve Türkiye arasındaki ihtilaflar son bulmuştur ve hepsi karşımızda birleşmiş durumdadır
Önümüzde üç seçenek var: 1) Geçmişteki dört yıldan daha fazla savaşmak 2) Teslim olmak suretiyle kadın ve kızlarımızın boğazlanıp esir olmasına göz yummak 3) Ya da Filistin'in işgali gibi yeni bir faciayla yüzleşmek, sürgün olmak.
Eğer bu savaşta yarımız şehid düşer ve diğer yarımız sağ kalır ve izzet ve şerefle yaşarsa bu bizim için daha iyidir. Hatta bu savaşta dörtte üçümüz şehid olsak ve geriye dörtte birimiz kalsak, ama izzet ve şerefle yaşamaya devam etsek bu da iyidir. Elbette inşallah bu kadar şehid vermeyeceğiz fakat fiili durum büyük fedakarlıklar gerekmektedir, zira saldırı büyüktür. Artık Arabistan, Katar ve Türkiye arasındaki ihtilaflar son bulmuştur ve hepsi karşımızda birleşmiş durumdadır.
Artık her kim başkalarını gönülsüz kılıp morallerini bozar ve bundan başka söz söylerse ahmak, kör ve haindir. Amerikan elçiliğinden beslenen Şiiler hain ve satılıktırlar ve bizim bu konudaki kabulümüzü asla değiştiremezler.
Artık daha fazla sessiz kalmayacak ve hiç kimseyi idare etmeyeceğiz. Bu, direnişin varlık yokluk savaşıdır. Onur ve din savaşıdır. Gün seferberlik günüdür. Buna herkes katılabilir, isterse sadece dille olsun. Herkes bu seferberliğe katılabilir. Halkın gözünde itibarı olan herkes bu seferberliğe katılmalıdır, alimler konuşmalıdır. Önümüzdeki aşamada da tüm halk için genel seferberlik ilan edebiliriz. Her yerde savaşabiliriz diyorum. Bugün kimse karşısında susmayacağız. Her kim bizim karşımızda durur ve sözle buna engel olmak isterse gözlerinin içine bakacak ve sen hainsin diyeceğiz, ister büyük olsun ister küçük.
Suudi Arabistan’da Şii camisine intihar saldırısı düzenlendi bilanço ağır
Suudi Arabistan’ın doğu bölgesindeki Kutayf ilinde bulunan ve Cuma namazı kılındığı sırada bir Şia camisine yönelik düzanlenen intihar saldırısında çok sayıda şehit ve yaralı olduğu aktarılıyor.
Suudi Arabistan’ın doğu bölgesindeki Şiiler’in çoğunlukta olduğu Kutayf ilinde ve Cuma namazı sırasında bir camiye düzenlenen intihar saldırısı sonucu en az 30 kişi şehit olurken, 50’nin üzerinde de yaralı var.
Suudi Arabistan’ın Şii nufusun çoğunlukta olduğu doğu bölgesindeki Kutayf eyaletinde ve Cuma namazı sırasında İmam Ali (as) Camisi’ne yöenelik düzenlenen bombalı intihar saldırısı sonucu son bilgilere göre 21 kişi hayatını kaybederken 123 kişi de yaralandı.
Dışişleri Bakanlığı’ndan;Suudi Arabistan’da camiye düzenlenen terör saldırısına kınama
İran Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü, Suudi Arabistan’ın Kutayf eyaletinde dün Cuma günü bir camiye düzenlenen bombalı terör saldırısını kınadı.
İran İslam Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Merziye Afham, Cuma namazı sırasında Suudi Arabistan’ın doğusunda bulunan Kutayf eyaletinde bir Şia camisine düzenlenen bombalı intihar saldırısı ile ilgili yaptığı açıklamada, birçok günahsız kişinin hayatını kaybetmesine neden olan bu terör saldırısını şiddetle kınadıklarını açıkladı.
İran Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Afham, ayrıca bu terör saldırısını düzenleyen kişi veya kişilerin ortaya çıkarılarak cezalandırılmasının altını çizerek, “Terör ve aşrıcı gruplarla mücadele ve maceraperest dış pılitikadan kaçınmak atılması gereken en zaruri adımlardır” diye konuştu.
İran’ın Yemen için gönderdiği yardım gemisi Cibuti’de demir attı
Yemen'e gıda, ilaç ve sağlık malzemesi gibi insani yardım taşıyan İran'ın Necat adlı gemisi Cibuti limanına demir attı.
MHA’nın İran Devlet Televizyonu’ndan aktardığı habere göre, Necat gemisi sözcüsü Seyyid Mücteba Ahmedi, yaptığı açıklamada, yardım gemisinin uluslar arası Kızılhaç örgütü ile yapılan koordine uyarınca geminin Dünya Gıda Ajansı tarafından incelenmesi amacıyla dün akşam Cibuti limanına demir attığını daha sonra yoluna devam edeceğini söyledi.
Seyyid Mücteba Ahmedi, gemide bulunan İRNA ajansı muhabirine yaptığı açıklamada, geminin hareketinin dakik olarak, Dünya Gıda Ajansı'nın incelemesinden sonra belirleneceğini söyledi.
Bilindiği gibi İran'ın Necat adlı yardım gemisi 11 mayıs tarihinde İran'ın Benderabbas limanından Yemen'e gitmek üzere yola çıkmıştı. Mazlum Mazlum Yemen halkına 2500 tonluk yardım malzemesi taşıyan Necat gemisinde Amerika ve Avrupa'dan savaş karşıtı 3 aktivist ile 15 muhabir ve Kızılay Kurumu'ndan hekim ve sağlık çalışanları bulunuyor.
İran’ın Yemen halkına gönderdiği yardımlar BM tarafından dağıtılacak
Birleşmiş Milletler, İran’ın Yemen halkı için gönderdiği yardım gemisinin yükünü Cibuti’de boşalttığı haberini verdi.
İran İslam Cumhuriyeti’nin Şahed gemisi ile Yemen halkı için gönderdiği insani yardımlar dün Cibuti limanına boşaltıldı ve gıda, tıbbi ve diğer acil ihtiyaç malzemelerinden oluşan İran’ın 2500 tonluk yardımı BM tarafından Yemenliler’e ulaştırılacak.
İran’ın Yemen halkına gönderdiği Şahed gemisi 2500 tonluk un, tıbbi malzeme, konserve ve su taşımakta.
Bu habere göre İran yardım gemisinin taşıdığı yardım malzemeleri Cibuti’de boşaltılarak Dünya Gıda Programı çerçevesinde Yemen’e taşınacak. Yapılan anlaşmalar gereği İran’ın Yemenliler için gönderdiği yardımların önce Cibuti’de boşaltılması ve daha sonra ise BM tarafından Yemenliler arasında dağıtılması planlanmakta.
Kurtuluş reçetesi: “Modern cahiliyeye karşı baş kaldırı ve direniş, Kuran düsturlarına teslimiyet”
Dünyanın seçkin Kur’an-ı Kerim hafızları ve kârilerinin, İmam Hamanei’nin huzurunda okudukları ruh bahşedici Kur’an tilavetleriyle daha bir nurlandı.
Bu görüşmede bir konuşma yapan İslam İnkılâbı Rehberi İmam Hamanei, Kur’an-ı Kerim’in Müslümanların ferdi ve sosyal yaşamının tüm kesitlerinde var olması zaruretini hatırlatarak, “Basiret” ve “Gayret” faktörlerinin bu yüce hedefe ulaşmasına ortam hazırlayacağını belirtti ve “İslam dünyasının mevcut sorunlarının tedavisinin reçetesi, Kur’an’ın düsturları karşısında teslim olmak, modern cahiliyet karşısında ise teslim olmamak ve bu cahiliyetin zorbalıkları karşısında direnmektedir” dedi.
Kur’an’ı tilavet ve ezberlemenin, Kur’anî ahlak sahibi olmak ve Kur’anî emirler çizgisinde bir toplumun ortaya çıkmasının başlangıcı olduğunu belirten İmam Hamanei, bugün İslam dünyasının maalesef cahiliyet düzen baskılarından kaynaklanan iç savaşlar, ihtilaf, fakirlik ve zaaftan dolayı aşırı derecede ızdırap çekmekte olduğunu ve bu zoraki baskılara karşı mukabelede bulunmanın tek yolunun, Kur’an-ı Kerim karşısında teslim olmak ve onun üstün hedefleri istikametinde ciddi bir irade sergilemek olduğunu söyledi.
İslam İnkılâbı Rehberi, “Eğer Kur’an-ı Kerim’e doğru bir adım atılacak olursa, Allah Teâlâ daha da fazla bir güç bahşedecektir ve bu İran halkının tecrübe ettiği, zorbalıklar karşısında mukavemetle daha büyük bir kudret ve umut elde ettiği bir mevzudur” ifadesini kullandı.
İslam dünyasının mevcut sorun ve dertlerine reçetenin, İran halkının güçler karşısında direnerek, elde ettiği tecrübeden yararlanmak olduğunu belirten İmam Hamanei, “Düşmanın bugünkü en önemli planlarından biri, İslam ümmetini bölmek ve anlaşmazlık çıkarmaktır; bu yüzden, ihtilafa vesile olunmaması ve İslam ve düşmanlar için hoparlöre dönüşmemek için herkes çok dikkatli olmalıdır” dedi.
İslam İnkılâbı Rehberi, sözlerinin devamında, anlaşmazlık çıkarmak için çalışan herhangi bir gırtlağın, düşmanın hoparlörü olduğuna vurgu yaparak, Şii ve Sünni, Arap ve Acem, kavmiyet ve milletler ve ön yargılı milliyetçilik adı altında ayrılık çıkarmanın İslam ümmeti düşmanlarının gündeminde olduğunu, bunun için onlara karşı “Basiret” ve “Kararlılık” içinde mücadele edilmesi gerektiğini söyledi.
İmam Hamanei, basiret sahibi olmak ve “dost” ve “düşman”ı sahih biçimde tanımanın zaruriolduğunu belirterek, “Azim ve irade basiretin yanında yer aldığı zaman, yolu kat etmek, baskılar, zorlamalar ve komplolar karşısında durmak daha kolay olur. Bu ise ilahî yardımın ta kendisidir” dedi.
Toplumda Kur’an-ı Kerim’le menus olmanın müjdeleyici ve umutlandırıcı olduğunu belirten İslam İnkılâbı Rehberi İmam Hamanei, yetkililerin Kur’an-ı Kerim’le ilgili olarak ciddi bir özen göstermeleri zaruretine temasla, aydınlar ve gençlerin Kur’an’la daha fazla menus olmaları, zira zihnin Kur’anî maarif açısından zengin olmasının büyük ölçekte söylem, eylem ve kararlarda etkili olacağını söyledi.
İmam Hamanei, “İslami uyanış yok olmayacak bir gerçektir ve onun etkileri her geçen gün biraz daha yaygınlaşacaktır” ifadesini kullanarak, din âlimleri, aydınlar, düşünürler, yazarlar, öğrenciler, araştırmacılar, kâriler ve Kur’an-ı Kerim hafızlarının, İslami uyanış hareketini güçlendirmekteki görevinin daha fazla olduğunu belirti ve insanlara, Kur’an-ı Kerim’in gösterdiği yol konusunda ümit verilmesi gerektiğini hatırlattı.
İslam İnkılabı Rehberi İmam Hamanei’nin konuşmasından önce Veliyi Fakih temsilcisi ve Vakıflar ve Hayır İşler Kurumu Başkanı Huccetul İslam Muhammedi yaptığı konuşmada, Şaban ayındaki kutlu veladet yıl dönümleri dolayısıyla tebriklerini bildirerek, 32. Dönem Tahran Uluslar arası Kur’an-ı Kerim Yarışları’yla ilgili bir rapor sundu.
Bu yılki Kur’an-ı Kerim müsabakalarının geçen yılki müsabakalara oranla nicelik ve nitelik açısından çok daha fazla imtiyaza sahip olduğunu belirterek, yarışlara katılan tüm delegelere gerekli ilginin gösterilmesi, onlar arasında üns ve ülfetin oluşmasına çalışılması, genç yarışmacıların ağırlıkta olması, yabancı Kur’an kârilerinin katılımıyla ülkenin muhtelif eyalet ve şehirlerinde Kur’an tilavet programlarının düzenlenmesi, Kur’an-ı Kerim alanında aktif olan bayanların takdir edilmesi ve halk kitleleri ve yetkililerin bu yılki Kur’an yarışlarına aktif olarak katılımının bu dönem Kur’an müsabakalarının başlıca özellikleri olduğunu söyledi.
leader.ir
İsrail gibi tehdit etmeyiz, vururuz
Eğer İsrail yanlış bir adım atarsa Hayfa ve Tel Aviv’i yerle bir ederiz…
Katıldığı bir televizyon programında gündemi değerlendiren İmam Hamanei’nin Askeri Danışmanı ve Özel Yardımcısı Tümgeneral Seyit Yahya Safevi, ‘İsrail’in İran’a karşı askeri bir hamle düşünecek kadar ahmak olduğunu sanmıyorum’ dedi. Tümgeneral Safevi sözlerine şöyle devam etti;
“İsrail, İran ve Hizbullah’ın sahip olduğu gücü çok iyi biliyor. 33 gün savaşında Hizbullah’a karşı ve 50 günlük saldırılar sonrasında Gazze halkına karşı yenilgiden başka hiçbir şey elde etmeyen İsrail, askeri alanda teknolojik gelişmelere imza atan İslam Cumhuriyeti’ne karşı savaş başlatacak kadar ebleh değildir.
Bundan iki yıl önce Hz. İmam Rıza’nın (a.s) türbesinde İslam İnkılabı Rehberi şöyle demişti; ‘Eğer İsrail yanlış bir adım atarsa Hayfa ve Tel Aviv’i yerle bir ederiz.’
Biz, İsrail gibi sloganik sözlerle tehdit etmeyiz. İran ve Hizbullah bu güce sahiptir. İsrail tarafından gerçekleştirilecek her hangi bir saldırı da Tel Aviv ve Hayfa’yı yerle bir edeceğimizi yineliyorum. Kendi içinde büyük sorunlar yaşayan İsrail, kendisinden kat kat güçlü olan İran’la güreşmeyi göze alamaz.
Bugün Hizbullah’ın elinde bulunan 80 binden fazla füze en ufak bir yanlışta Tel Aviv ve Hayfa’ya fırlatılmak üzere İsrail yanı başında hazır bekliyor. Bu nedenle İsrail’in bize karşı askeri bir operasyon girişiminde bulunma ihtimalini zayıf görüyorum. Çünkü vereceğimiz yıkıcı cevabı çok iyi biliyorlar.
2001 yılında Afganistan’a ve 2003 yılında Irak’a yapılan askeri müdahaleler bölgenin istikrarını kaybetmesine sebep oldu. IŞİD ve El Nusra gibi terör grupları kendilerine yaratılan meydan da boy göstermeye başladı. CIA ve Mossad gibi istihbarat örgüleri ve bazı ahmak ülkeler petrol ve doğalgazdan elde ettikleri milyon dolarları Suriye, Irak, Afganistan vb. ülkelerde bu örgütleri beslemek için harcadılar. Bölgedeki terörizmin kaynağı Amerika, müttefikleri ve onlarla istihbarat paylaşımında bulunarak teröristleri silahlandıran ülkelerdir. Bugün bile bu ülkeler terörizmi destekleyerek bölgedeki istikrarsızlığı İran sınırlarına taşımak istiyor.
İslam İnkılâbı Rehberi, terörün İran sınırlarına taşınması durumunda Amerika ve müttefiklerine vereceğimiz cevabın çok ağır olacağı konusunda ABD ve İsrail’i açık bir dille uyardı. Pentagon’a ait internet sitesi aleni bir şekilde 25 bin muhalifin Türkiye ve Ürdün’de eğitilerek Suriye’ye savaş gönderileceğini yazmış. Ve şu ana kadar 500 silahlı muhalif sınırlardan geçerek Suriye’ye giriş yapmış.
Amerika’nın Irak’taki IŞİD üyelerine havadan silah yardımı yapıtığına kaç kez şahit olduk. IŞİD aleyhine kurulan koalisyon sadece silah yardımı yapmakla kalmıyor hatta IŞİD’in üst düzey yetkililerini ve komutanlarını savaş meydanından çekip kurtarıyor.
Amerika ‘Yeni Ortadoğu’ ya da ‘Büyük Ortadoğu’ projesinin hayata geçirilmesi için bölgeyi kaosa sürüklemeye devam ediyor. Bu projenin hayata geçirilmesi için de bölgedeki ülkelerin parçalara bölünmesi gerekir. Amerika, bazı Arap ülkeleri eliyle bölgede vekâlet savaşları yürütüyor. Bölgenin kaosa sürüklenmesinin bir diğer nedeni silah pazarını yeniden canlandırmaktır.
Bölgedeki İslami Uyanışı önlemek isteyen, Ortadoğu’nun petrol başta olmak üzere doğal zenginliklerini egemenliği altına almak isteyen, silah pazarında kendine daha büyük stant kurmak isteyen batı ülkeleri için milyonlarca masum insanın öldürülmesinin hiçbir önemi yok. Olayı özetleyecek en güzel cümle; Batı, Müslümanların kendi paralarıyla Müslümanları katletmesine istiyor. Böylece hem İsrail’in güvenliği garanti altına almış olunacak hem de Amerika’nın bölgedeki planları aksamadan işleyecek.
IŞİD’in bölgede Müslümanlar aleyhine işlediği cinayet insanın sabır ve tahammülünü zorlayacak türden. Ancak Yemen, Suriye, Irak, Bahreyn ve daha birçok ülkedeki kahraman insanlar terörizmin karşısında eğilmeden durmaya devam ediyor. Terörizmle mücadele etmenin yolarından biri bölgedeki ülkelerin işbirliği yapmasıdır. Eğer ülke yöneticileri terörizme karşı ortak hareket etme kararı alırsa Fars Körfezi’nde bulunan ülkelerin ve halkların güvenliği sağlanmış olur.
ABD’nin Irak’ı bölümlere ayırma hamlesi kabul edilemez. Iraklı yetkililer, parlamento üyeleri ve Irak’taki dini merciler bu karar karşısında tepkilerini ortaya koymuş ve böyle bir şeyi kabul etmeyeceklerinin altını çizmiştir. İslam Cumhuriyeti, bu konuda Irak’ın yanında olmaya ve Irak’ın bütünlüğünün korunması için gerekli her türlü desteği vermeye devam edecektir.”
İran Tekvando Milli Takımı dünya şampiyonu
İran Tekvando Milli Takımı, Rusya’da düzenlenen 22. Dünya Tekvando Şampiyonası’nda, dünya şampiyonu oldu.
Mehr Haber Ajansı’nın haberine göre, Rusya’da düzenlenen 22. Dünya Tekvando Şampiyonası’nda İran Milli Tekvando Takımı 3 altın ve bir bronz madalya kazanarak dünya erkekler şampiyonu olurken, Dünya Tekvando Şampiyonası’nda kadınlarda ilk madalyasını da kazanılmış oldu.
İran Tekvando Milli Takımı’nın elde ettiği bu başarısı kazandığı ikinci dünya şampiyonluğu ve İran Tekvando Milli Takmı erkeklerde Güney Kore dışında dünya şampiyonluğuna ulaşan dünyanın ilk takımı.
İran Tekvando Milli Takımı erkeklerde -58, -74, ve -80’de ve ayrıca bir de bronz madalya ile ve toplam 65 puanla dünya şampiyonu olurken, kadınlar -57’de Kimia Alizade’nin kazandığı bronz madalya İranlı kadın tekvandocuların dünya şampiyonasında kazandığı ilk madalya.
Bu şampiyonada ev sahibi Rusya ikinci ve Özbekistan ise üçüncülüğe ulaşırken, Güney Kore de dördüncülükle yetindi.
Ali Bulaç :“Yeni Osmanlıcılık” İhvan’ı yanlış yönlendirdi Mısır ve Suriye’ye felaket getirdi
“Maalesef Türkiye’nin bölgeye ilişkin cehaleti, gemlenemez ihtirasları, İhvan’ı yanlış yönlendirmesi ve “Yeni Osmanlıcılık” adı altında hortlayan İttihatçılığı Mısır ve Suriye’nin bu hale gelmesinde rol oynadı, bölgeye felaket getirdi.”
Muhammed Mursi ile yüzlerce kişi hakkında verilen idam kararları vicdanları infiale sürükledi.” diyen Zaman’dan Ali Bulaç, “Mısır’ı askeri darbeye götüren gelişmelerden en önemli olanı Türkiye’nin İhvan yönetimindeki Mısır’la kurmaya çalıştığı ilişki biçimi oldu.” değerlendirmesinde bulundu.
İşte, Bulaç’ın dikkat çeken analizi:
İdam Kararlarında Türkiye’nin Rolü
Mısır’ın ilk seçilmiş Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi ile yüzlerce kişi hakkında verilen idam kararları vicdanları infiale sürükledi.
İdam kararları peşpeşe geliyor: Bu sene (2015) 24 Mart’ta 529; 5 Şubat’ta 183, 11 Nisan’da aralarında Müslüman Kardeşler Rehberlik Konseyi Başkanı Muhammed Bedii’nin de bulunduğu 13 kişiye idam, 37 kişiye müebbet hapis cezası verildi. 16 Mayıs günü ise önce 20 yıl hapis cezasına çarptırılmışken 17 arkadaşıyla Muhammed Mursi’nin cezası idama çevrildi.
İdam kararlarına Sünni dünyanın pek itibar ettiği Yusuf el Kardavi’nin de dahil edilmiş olması Ortadoğu’nun genelinde yeni bir baskı dönemine girdiğimizin işaretidir. Sadece siyasiler değil, baskı rejimlerine karşı olan alimler de hedef seçiliyor.
Mısır’da olup bitenler üzerinde çok yönlü düşünmek lazım. 3 Temmuz (2013) darbesine yol açan birden fazla faktör sıralamak mümkün. Zaten böylesi altüst oluşları tek bir sebebe irca etmek doğru değil, mümkün de değil. Biz, önümüzdeki zamanlarda ışık tutması dolayısıyla darbe sürecinde Türkiye’nin oynadığı rolü anlamak durumundayız.
Mursi ve arkadaşlarının idamını isteyen savcıların öne sürdüğü iddialara ve Mısır medyasında yer alan haberlere göre Mursi, Mısır’ın genel ulusal çıkarları aleyhine olmak üzere Türkiye ile ilişkiler içine girmiştir. Yurtdışı iki bağlantısı önemli (!) suç delili olarak öne sürülmektedir. Bunlardan biri Gazze’de Hamas’la, diğeri Türkiye ile ilişki kurması.
TÜRKİYE DARBE İHTİMALİ ORTAYA ÇIKINCA “DİREN” DEDİ
Yine iddiaya göre darbe ihtimalinin belirmesi üzerine oğlunu Türkiye’ye gönderen Mursi, Türkiye’den “direnin” talimatını almıştır. İstihbarat generali Azeb’e göre, İhvan üyelerinin yattığı hapishane baskınını Türkiye ve Hamas ortaklaşa planlamışlardır.
Bu iddiaların İhvan mahkumlarına idam ve müebbet hapis cezaları verilmesi için öne sürülmüş uydurma şeyler olduğunu düşünebiliriz. Nitekim İhvan’a verilen ağır cezalar da bu fiillerden dolayı değil, bunların tamamı birer bahane, yukarıdan direktif alan yargının kendini hukukla ilişkilendirmeye çalıştığı bir pamuk ipliği. Asıl zamirde yatan sebep başka!
Halkın oyunu alarak cumhurbaşkanı seçilen Mursi’yi ve İhvan’ı idama götüren süreci başlatan faktörler sıralanırken, Mursi’nin “İhvan” adı verilen bir cemaatten talimat aldığı; Mısır’ı otoriter bir rejime doğru götürdüğü ve kendi programını diğer kesimlere kabul ettirmek üzere hareket ettiği iddia edilir. Bu iddiayı 3 Temmuz cuntası yanında başlangıçta İhvan karşıtlığıyla öne çıkan liberaller, Arap milliyetçileri ve solcular yüksek sesle dillendirmektedirler. Mısır darbesini zımnen destekleyen Batı dünyası da söz konusu argümanlara sığınarak darbeye olan tepkiyi hafifletmeye çalışıyor. Fakat bu suçlamaların ciddiye alınır bir yanı yok. Mursi’nin İhvan’dan talimat aldığı kesin değil; İhvan Mısır’ın zararına çalışan bir cemaat değil; Mursi kendi programını başkalarına zorla uygulatacak zamana sahip olmadı; ayrıca hâlâ “çoğunluk faktörü”nün rol oynadığı demokrasilerde bu soruna çözüm bulunmuş değil.
Mısır’ı askeri darbeye götüren gelişmelerden en önemli olanı Türkiye’nin İhvan yönetimindeki Mısır’la kurmaya çalıştığı ilişki biçimi oldu. Türkiye, İhvan’ın seçimleri kazanmasıyla öyle bir hava estirdi ki, sanki Mısır’ın önderliğinde Arap âlemi Türkiye’nin kontrolüne geçti; bölgenin tamamını içine alacak “Yeni Osmanlı imparatorluğu” kurulmasına ramak kaldı. Buna tuz biber eken son gelişme darbeden iki ay önce Mursi’nin Türkiye ziyareti sırasında Türkiye ve Mısır ortaklaşa ordu kurup Suriye’ye müdahale edip Esed’i devirecekleri yolunda çıkan haberler oldu. Maalesef Türkiye’nin bölgeye ilişkin cehaleti, gemlenemez ihtirasları, İhvan’ı yanlış yönlendirmesi ve “Yeni Osmanlıcılık” adı altında hortlayan İttihatçılığı Mısır ve Suriye’nin bu hale gelmesinde rol oynadı, bölgeye felaket getirdi.
Bundan sonra Ortadoğu’yu hakiki manada dönüştürmeye aday bütün İslami hareket ve oluşumların sistemli bir biçimde tasfiye edilmeleri süreci başladı. Türkiye’nin dahil olduğu bu musibetlerle dolu süreçten şimdilik sadece Tunuslu Müslümanlar kendilerini kısmen koruyabilmektedirler. Bölgede sadece İhvan değil, İslami hareketler idam edilmek isteniyor.
zaman