
کارگر
BOP süreci
Başbakan Mısır’dan seslendiği İsrail’e şartların 2008’den çok farklı olduğunu belirtti.
Doğru, 2012’nin şartları 2008’den çok daha farklıdır. Çünkü bugün Türkiye fiili olarak İsrail’e sahip çıkmaktadır. Malatya Kürecik’te kurulan füze kalkanı ile adeta İslam âlemine karşı İsrail’in kalkanı konumuna gelmiştir.
Filistin konusunda Arap Birliği’ni iş başına çağıran Sayın Erdoğan, Arap Birliği’nin bugüne kadar Filistin meselesinde gerçekçi ve Filistin yararına bir tek adım atmadığını çok iyi bilmektedir.
Mısır’dan ekranlara yansıyan bu tablo, Başbakanın her beyanının bir “one minute” olduğunu bize hatırlatmaktadır. Ekranlardan yükselen ses ile icraatlar birbirinden farklıdır ve biz gerçek kimliğin ortaya konması taraftarıyız.
İsrail’in karşısında tavır sergileme yeni değildir. Sayın Mehmet Emin Koç beyin Yeni Mesaj gazetesinde dün çıkan yazısında belirttiği gibi, Erdoğan, Haziran 2010’da Toronto’daki G-20 zirvesinde ve 2011’in Mayısında Güney Afrika Cumhuriyeti’nde “İsrail’i, bölge için tehdit unsuru olarak görüyorum. Çünkü kendisinde atom bombası var. İsrail işgalci konumunda ve devlet terörü uygulamakta. Bu devlet terörü uygulaması yeni değildir” şeklinde İsrail’i kınamıştı. Ancak Büyük Ortadoğu Projesi’nde (BOP) eşbaşkanlığı devam eden Başbakanın, hangi ifadelerle eleştirirse eleştirsin İsrail konusundaki duruşu inandırıcı olmayacaktır.
Davutoğlu’nun Gazze temaslarından da bir netice çıkmayacağı muhakkaktır.
Çünkü gerek Arap Birliği üyelerinin ve gerekse Sünni dünyanın başı olan Türkiye’nin siyaset anlayışı, İslam âleminin birliği ve yararına değil, BOP eksenli şekillenmektedir.
Maalesef bu konuda Şiilerin başı olan İran’ın tavrı da diğerlerinden farklı gelişmemektedir.
Bu acı tablo, Müslümanların kardeş olduğu ve “bir hareket etmesi” hakikatinden topyekûn İslam âlemi olarak uzaklaşıldığını göstergesidir.
Misyonerlik faaliyetleri, BOP ve dinlerarası diyalog çalışmaları meyvelerini vermekte iken, Türkiye ve İran’ın bu olaylar karşısında bu kadar sorumsuz davranması bulundukları konumu hak etmediklerinin izah ve ifadesidir.
Prof. Dr. Haydar Baş 20 Kasım 2012
Şeriati’nin bütün eserleri Türkçeye çevrildiTürkiye’de İranlı yazar Ali Şeriati’ye büyük ilgi
İstanbul’da İranlı Sosyolog yazar Ali Şeriati'nin eserlerinin müzakere edildiği bir sempozyum yapıldı. Şeriati’nin bütün eserleri Türkçeye çevrilmiş durumda.
İki gün süren sempozyumda, Şeriati'nin entelektüel niyeti, dili, Müslüman düşüncedeki yeri, Türkiye'de okunma biçimi, siyasal düşüncesi, çağdaş ideolojilere bakışı, modernizm ve geleneğe yaklaşımı, dinler tarihine bakışı, özgürlük algısı, kadınlar hakkındaki düşüncelerinin ele alınacağı etkinlik bugüne kadar Şeriati hakkında Türkiye'de düzenlenen en geniş kapsamlı etkinlik olması bakımından dikkat çekiciydi.
Sempozyumda, ayrıca Ali Şeriati'nin fotoğrafları ve Türkiye'de basılmış kitaplarından oluşan bir sergi de yer aldı. Ve Ali Şeriati’nin fotoğraflarında hazırlanan bir albüm de izleyicilere dağıtıldı.
iki gün süren sempozyuma ilgi büyüktü. Yaklaşık 40 katılımcının katıldığı sempozyumda Ali Şeriati’nin eşi Puran Şeriati ve oğlu İhsan Şeriati de katıldı.
İranlı yahudilerden onurlu davranışGazzeli yaralıları tedavi etmeye hazırız
İranlı yahudi milletvekili Siyamek Meresıdk, Gazzeli yaralıları gönüllü olarak ameliyat hizmeti sunmaya hazır olduğunu vurguladı.
Korsan İsrail'in Gazze halkına yönelik cinayetlerini kınayan Meresıdk, siyonist caniler direnişe yönelik desteğin azaldığını zannederek Gazze halkını katliam etmeye kalkıştığını belirtti.
Meresıdk, Gazze cinayetinde korsan İsrail'den başka, Suriye'de muhalifleri destekleyen devletler de suçlu olduklarını, çünkü bu devletler direnişi zayıf düşürmeye çalıştıklarını vurguladı.
Bir cerrah olarak Gazzeli yaralılara gönüllü hizmet sunmaya hazır olduğunu belirten Meresıdk, İranlı yahudilerin Sepir hastanesi de Gazzeli yaralıları kabul etmeye hazır olduğunu bildirdiğini ifade etti.
Suriyeli siyasetçi: Tahran Konferansı Bizi Çözüme Yaklaştırdı
Tahran’da düzenlenen ve Suriye’deki tarafların geniş çaplı katılımıyla gerçekleşen Suriye Milli Konferansı görüşlerin bir birine ne kadar yakın olduğunu gösterdi.
Al Alam'ın haberine göre “Şiddete hayır demokrasiye evet” sloganıyla Tahran’da düzenlenen konferansa katım çok genişti. Konferansa, Suriyeli muhalif guruplar, büyük kabile başkanlar, önde gelen siyasi kişilikler ve hükümet temsilcileri katıldı.
Yalnızca Pazar günü yapılması planlanan konferans, katılımcıların isteği ve etkili olması nedeniyle pazartesi günü de devam etti.
Suriye Parlamentosu temsilcisi Marya Sade konferans hakkında şöyle dedi:
“ Sanırım Suriye’deki bütün grup ve halkın temsilcilerinin temsilcilerin bir araya geldiği ilk konferansı.”
Suriye’nin siyasi kişiliklerinden Ammar Merhec ise şöyle dedi:
“ Katar’da düzenlenen ve şiddet yanlısı konferansın aksine, bu konferans bizi çözüme yaklaştırıyor. Suriyeli kardeşlerimiz arasındaki sorun konuşarak halledilebilir. Katar kendi topraklarında düzenlediği şiddet yanlısı konferansta Suriye’nin harabeye dönüşmesi taraftarı olduğunu gösterdi. Bugün tarih Suriyelilerin kendilerine karşı başlattıkları en büyük savaşa tanık oluyor.
Suriye’deki taraflar arasında sorunu konuşarak halletme fikri daha ilk başlarda ortaya kondu. Ama bazıları bu konuşmanın nüne geçip insanları silahlandırdılar.
Tahran’da düzenlenen geniş çaplı bu oturum, tarafların görüşlerini birbirine daha da yakınlaştırabilir.”
İran'la dev işbirliği
"Her iki ülkenin yaptığı toplam eroin yakalaması, tüm dünyadaki eroin yakalamasının miktar olarak ortalama yarısıdır"
Emniyet Genel Müdürlüğü Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele (KOM) Daire Başkanı Mehmet Yeşilkaya, afyon türevlerinin uluslararası pazara sevk edilmesinde kullanılan 'Balkan Rotası'nın, Türkiye ve İran'ın yaptığı büyük yakalamalar sayesinde kaçakçılar için riskli konuma geldiğini belirtti. Yeşilkaya, "Her iki ülkenin yaptığı toplam eroin yakalaması, tüm dünyadaki eroin yakalamasının miktar olarak ortalama yarısıdır" dedi.
Emniyet Genel Müdürlüğü ve Birleşmiş Milletler Uyuşturucu ve Suç Ofisi (UNODC) tarafından düzenlenen Yakın ve Orta Doğu Yasadışı Uyuşturucu Ticareti Alt Komisyonu 47'inci toplantısı, Antalya'nın Serik İlçesi'ne bağlı Belek Beldesi'nde bulunan Spice Otel'de başladı. Komisyon üyesi Afganistan, Azerbaycan, Bahreyn, Suudi Arabistan gibi 23 ülkeden temsilci katıldığı 23 Kasım'a kadar devam edecek toplantıda alt komisyon, bölgede kaçakçılık yapan suç organizasyonlarının kullandığı yeni yöntemler ve rotalar, Batı Afrikalı suç organizasyonları ve sentetik uyuşturucu üretiminde kullanılan yeni metotlar ve ara kimyasallar konularını ele alacak.
Uyuşturucudan Önemli Finans
Toplantının ilk gününde konuşan KOM Daire Başkanı Mehmet Yeşilkaya, uyuşturucu sorununun topluma ağır maliyetler yüklediğini söyledi. Organize suç örgütleri ve terör örgütlerinin uyuşturucu üzerinden kendilerine önemli finans kaynağı bulduğunu belirten Daire Başkanı Yeşilkaya, "İnsani, toplumsal ve ekonomik güvenliği tehdit eden uyuşturucu sorunuyla mücadelede kararlı, dengeli ve uluslararası işbirliğinin artırılması yönünde politikalar geliştirilip uygulamaya konulması çok önemli" diye konuştu.
Balkan Rotası Riskli Hale Geldi
Başkan Yeşilkaya, uyuşturucu problemine bölgesel açıdan bakıldığında birkaç başlığın öne çıktığını belirterek, şöyle konuştu:
"Son yıllarda Afganistan'daki afyon üretimi yüksek seviyelere ulaştı. 2011 Dünya Uyuşturucu Raporu'nda, afyon türevlerinin uluslararası pazara sevk edilmesinde kullanılan 'Balkan Rotası'nın, Türkiye ve İran'ın yaptığı büyük yakalamalar sayesinde kaçakçılar için riskli bir konuma geldiği vurgulanmaktadır. Her iki ülkenin yaptığı toplam eroin yakalaması, tüm dünyadaki eroin yakalamasının miktar olarak ortalama yarısıdır."
'Deniz Rotasının Boyutu Yeterince Bilinmiyor'
Alternatif güzergâh olarak 'Kuzey Rotası'nın giderek önem kazandığına dikkat çeken KOM Daire Başkanı Yeşilkaya, deniz rotasının ulaştığı boyut ve izlediği güzergâhlar hakkında yeterince bilgi sahibi olunmadığını kaydetti. Deniz rotası hakkında kolluk birimleri arasında daha fazla bilgi paylaşımı yapılmasına ihtiyaç duyulduğunu dile getiren Yeşilkaya, "Kaçakçılar, uyuşturucu üretiminde gerekli olan ara kimyasal maddelere ulaşma konusunda uluslararası ya da iç ticaret kanallarını suiistimal etmektedir" dedi.
Yakın ve Orta Doğu'da uyuşturucu trafiğini de değerlendiren Mehmet Yeşilkaya, Afganistan'ı hedef alan asetik anhidrit kaçakçılığında son dönemde Güney Asya çıkışlı sevkiyatlara da rastlandığını kaydetti. Mücadele safhasında, ara kimyasalların ithalat ve ihracatının elektronik takip ve yetkilendirme sistemiyle kontrol edildiğini belirten KOM Daire Başkanı Yeşilkaya, Afganistan'ın uyuşturucuyla mücadelede yeni bir döneme gireceğini kaydederek şunları söyledi:
"Uluslararası uyuşturucu kaçakçılarının, bu ülkedeki yoksulluktan, alternatif kalkınma araçlarının yetersizliğinden ve 30 yılı aşkın süredir devam eden çatışma ortamından istifade etmesi engellenmelidir. Bu yönde devam eden bölgesel ve uluslararası çabalara daha fazla destek verilmesi, ortak sorumluluğumuzun bir gereğidir."
Suç Örgütleri Teknolojiden Yararlanıyor
İnternetin hem uyuşturucu maddenin satışı hem de suç örgütlerinin kendi arasında haberleşmesinde etkin olarak kullanılmasıyla birlikte, uyuşturucu kaçakçılığı yapan suç örgütleriyle etkili mücadelede sadece klasik soruşturma yöntemlerinin yeterli gelmediğini dile getiren Yeşilkaya "Suç örgütleri nasıl kendi aralarında örgütleniyorsa, mücadeleci birimler olarak bizler de kendi aramızdaki işbirliğini güçlendirmeli, teknolojik imkanları ve yasaların verdiği yetkileri en etkili ve oranlı şekilde kullanabilmeliyiz" diye konuştu.
Daire Başkanı Mehmet Yeşilkaya, 1997 yılından bugüne 58'i yurtiçi, 116'sı yurtdışı toplam 174 kontrollü teslimat gerçekleştirildiğini, aynı dönemde, uluslararası operasyonel bilgi paylaşımı yoluyla, yurtiçinde 114, yurtdışında ise 110, toplam 224 ortak operasyon icra edildiğini
Türkiye ve Mısır ne yapacak? İran’ın Yerini Almak İstiyorsanız, Silah Verin
İsrail'in Gazze'ye saldırısı Türkiye kamuoyunda Netanyahu'nun 2008'deki gibi seçim öncesi bir yatırımı şeklinde değerlendirildi. Saldırının seçimle ilgili bir yönünün olduğu doğru, ama asıl hedef, Suriye'deki iç savaş sürerken, Hamas'ın elinde bulunan silah stokunu imha etmektir.
Bugüne kadar Filistinliler, el yapımı roketlerle kendilerini savunuyorlardı. Ancak geçenlerde Hamas'ın, saldırı özelliği de bulunan insansız hava araçlarına sahip olduğu ortaya çıktı. Lübnan El-Menar, Hamas'a ait El-Aksa Televizyonu Filistinlilerin Fecr-5 adı verilen füzeleri ve insansız hava araçlarıyla ilgili görüntülü haberler verdiler. Bu altı boş bir tehdit değil, çünkü İsrail Başbakanı Netanyahu da bunlardan endişe ettiğini açıkladı. Hatırlanacağı üzere bir süre önce İsrail bu uçaklardan birini düşürdüğünü açıklamıştı. İsrail'in düşürdüğü uçak Hizbullah'a aitti, elde ettiği görüntüleri başarıyla üssüne iletebiliyordu, bu da gelişmiş radar sistemine sahip olduğunun kanıtıydı. İslami Cihad'ın askerî kanadı Kudüs Tugayları, İsrail'in tüm askerî üslerinin füze menzilinde olduğunu açıkladı, öyle ki El-Arabiyye ve El-Cezire'ye göre Filistinlilerin fırlattığı iki füze İsrail işgali altındaki Kudüs'e kadar ulaşmıştı. İsrail ve Amerikan yönetimi de öteden beri, İran'ı ve Hizbullah'ı Hamas'a Fecr-5 füzeleri ve insansız hava araçları vererek bölgesel istikrarı bozmaya çalışmakla suçluyor.
Hiç kuşkusuz Hizbullah'ı ve Hamas'ı silahlandıran Suriye ve İran'dır. Bugüne kadar Arap ülkelerinin Filistinlilere bu ölçekte silah sağladıkları görülmemiştir. Dahası el'an İsrail'in petrol ihtiyacını Araplar, doğalgaz ihtiyacını Mısır karşılamaktadır. Katar Şeyhi'nin Hamas liderine önerisi El-Fetih gibi direnişi bırakmalarıdır. İsrail'in acelesi var. İran, nükleer programını tamamlayacak olursa, İsrail'in bölgedeki nükleer tekeli kırılmış olacak, bölgede “dehşet dengesi” hükmünü icra edecek. İsrail ve Batı tabii ki bunu istemiyor; ama İran'ı vurmak demek Suriye ve Lübnan Hizbullah'ını da karşısına almak demektir. İsrail, İran'ı vurduğu anda 2006 anlaşmasına göre Suriye ve arkasından Hizbullah, İsrail'i vuracak. Bu durumda bir an önce Suriye faktörünü ve Hizbullah'ı ortadan kaldırmak lazım. Amaç, Hizbullah'ı imha etmek, Suriye'yi Batı kampına çekmek. Suriye'de süren iç savaşın tabii ki otokrat rejimin sona erdirilmesi gibi haklı bir gerekçesi var, ama bir de bölgesel anlamı, İran'a karşı İsrail'in elini rahatlatmaktır. Son Gazze saldırısıyla acaba İsrail, Hamas'ın Sudan üzerinden İran'dan elde ettiği silah stokunu imha edebilir mi? Sadece hava saldırılarıyla bu pek mümkün görünmüyor. Bu da silahları ortadan kaldırmayı hedeflemiş bir kara harekâtını gerektiriyor. İsrail bunu göze alabilir mi? Bilemiyoruz. Alabilir de.
Eğer Filistin direnişinde Türkiye ve Mısır, İran'ın yerini almak istiyorlarsa, maddî karşılığı olmayan retoriklerin ötesinde İran'ın direnişe sağladıklarının fazlasını sağlamaları beklenir: Daha çok ve daha etkin silah tedariki, parasal ve diplomatik destek vs.. İki ülkenin uluslararası konumları ve takip ettikleri stratejiler açısından bakıldığında güçleri ve imkanı buna yeter mi? Bu şimdilik muallakta bir soru. Açık olan şu ki, Filistin, sorunların anasıdır. Arkasında geniş bir kamuoyu desteği ve öfkesi vardır. Hangi yönetim bu işe bulaşırsa, eninde sonunda ya Batı ve İsrail'e avantaj sağlamak isterken kendi kamuoyuyla karşı karşıya gelir, meşruiyetini kaybeder; ya da Batı ve İsrail ile bizzarure çatışmaya girer. Türkiye ve Mısır'ın hangi mecrada seyredeceklerini pek uzak olmayan bir gelecekte hepimiz birlikte göreceğiz.
Ali Bulaç
'Şiiler ve Sünniler arasındaki ihtilafların alevlenmesi İslam toplumuna dayatılmaktadır'
İmam Hamanei, Şiiler ve Sünniler arasında vahdet ve hoşgörüye vurgu yapmakla yetinmenin yeterli olmadığını belirterek şunları söyledi: “Bu anlaşmazlıkların bazıları şüphe ve kuruntulardan kaynaklanmaktadır. Bu yanlış tasavvur ıslah olmalıdır ve bazı ihtilaflar ise, yanlış davranışlardan kaynaklanmaktadır. Bu vakalarda dikkatle belirlenerek çözümlenmelidir.”
Abna'nın haberine göre Veliyyi Emr-i Müslim’in İmam Hamanei, Suriye krizine de değinerek şunları söyledi: “Eğer herhangi bir ülkenin, muhalifleri o ülke dışından silahlarla donatılırsa, doğal olarak ülke yöneticileri de onlarla mücadele edecektir. Eğer muhalifler Suriye’de silahlı mücadeleye son verirlerse, devlet tarafından muhaliflerin görüşlerini dinleme ve onlara konumlarını ifade etme imkanı verilir.”
İmam Hamanei, Bu yılki Hac organizasyonunun gerçekleştiren yetkililerle görüşmesinde, haccın istisna farzlardan olduğunu ve İslam dünyasının önemli meselesi olan vahdet konusuna vurgu yaparak şunları söyledi: “Hac mevsiminde, İslam dünyasında vahdet, azamet ve çeşitlilik gerçekleşmektedir. Bu kapasiteden en iyi şekilde yararlanmak gerekir.
İmam Hamanei’nin Şiiler ve Sünniler arasındaki Vahdetine Vurgu
Şiiler ve Sünniler arasındaki anlaşmazlıkların yeni bir şey olmadığını, geçmişten beri süregeldiğini belirterek şunları söyledi: “Ancak son yıllarda bu anlaşmazlıklar olağandışı ve anormal bir şekilde artış kaydetmiştir. Bu ihtilafların alevlenmesinin İslam toplumuna dayatıldığı ve empoze edildiğini ortaya koymaktadır.
Ayetullah İmam Hamanei, Şii ve Sünniler arsında vahdet ve anlayışa vurgu yapmakla yetinmenin yeterli olmadığını belirterek şunları söyledi: “Bu anlaşmazlıkların bazıları şüphe ve kuruntulardan kaynaklanmaktadır. Bu yanlış tasavvur ıslah olmalıdır ve bazı ihtilaflar ise, yanlış davranışlardan kaynaklanmaktadır. Bu vakalarda dikkatle belirlenerek çözümlenmelidir.”
Veliyi Emr-i Müslim’in İmam Hamanei, Suriye krizinin bu ülkeye sokulan silahların engellenmesiyle çözüleceğine değinerek şunları söyledi: “Eğer herhangi bir ülkenin, muhalifleri o ülke dışından silahlarla donatılırsa, doğal olarak ülke yöneticileri de onlarla mücadele edecektir. Eğer muhalifler Suriye’de silahlı mücadeleye son verirlerse, devlet tarafından muhaliflerin görüşlerini dinleme ve onlara konumlarını ifade etme imkanı sağlanmış olur.
İslami Cihad: "Direnişimizin mermisinden füzesine kadar tüm cephanesi İran kaynaklıdır"
Filistin İslami Cihad Hareketi Genel Sekreteri Yardımcısı Zilad El Nahale, Filistin direnişinin silah kaynağını açıkladı.
Filistin İslami Cihad Hareketi Genel Sekreteri Yardımcısı Ziyad El Nahale, Filistin direnişinin mermisinden füzesine kadar tüm cephanesinin İran kaynaklı olduğunu söyledi.
Siyonist rejim güçleri ile Gazze’deki mücahidler arasında sürmekte olan savaşta, İsrail’in ateşkes istemek zorunda kaldığını, zira savaşa hazırlıksız oldukları için büyük bir fatura ödemekten kaçındıklarını belirten Nahale “biz İsraillilerin Gazze’ye saldıracak çapta ellerinde büyük bir askeri gücün olduğunu biliyoruz, buyursunlar denesinler. Biz kendi açımızdan korkmuyoruz ve mücahidler önceki savaşlara nispetle çok daha fazla hazırlar” dedi.
İsrail’in Gazze’ye saldıracağını yönündeki açıklamaların sadece bir tehdit olduğunu ve şu andaki saldırılarında ise hedeflerini gerçekleştiremediğini söyleyen El Nahale, Gazze direnişinin siyonistlerin kalbi Tel Aviv’i füzelerle vurmakla büyük avı avladığını, İsrail başbakanı ve bakanların sığınaklara koştuğunu belirtti.
Filistin İslami Cihad’ın ateşkes konusundaki tavrına da açıklık getiren el Nehale şunları söyledi:
“Mısır bize ve Hamas’a ateşkes çağrısında bulundu. İsrail ateşkes istiyor, Mısır ateşkes istiyor. Hamas ateşkes istiyor. Mısır “Filistinlilerin kanı durması için ateşkeste acele edin” diyor. Biz ise ateşkesi, Filistin halkının şahsiyetini korumak için istiyoruz. Başta Gazze’ye uygulanan ambargonun kaldırılmasını, Refah kapısının normal bir şekilde çalışmasını, Filistinlilerin sebepsiz yere Kahire havaalanında alıkonulmaması veya tahkir edici hiçbir muameleye maruz kalmadan insanca bir muamele yapılmasını istiyoruz” dedi.
Filistin İslami Cihad Hareketi Genel Sekreter Yardımcısı Ziyad el Nahale, siyonist rejim ile Gazze’deki Filistinli mücahidler arasındaki savaşla ilgili ortaya atılan, “direniş gerginliği İran istediği için çıkarıyor” şeklindeki iddiaya “gerginliği tırmandırıp savaş olsun diye Ahmet el Cabiri’yi İsrail’e İran mı öldürttü?” diye cevap verdi.
Ziyad el Nehale, Gazze’deki mücahidlerin İsrail karşısındaki direnişte sahip olduğu silahların kaynağı ile ilgili olarak da çok açık bir şekilde, “direnişin elindeki silahın mermisinden füzesine kadar hepsi İran menşelidir” diyerek Gazze’yi silahlandıran tek devletin İran olduğunu söyledi.
KUDÜS HABER
Hüseyni Kıyam'ın Sebep ve Boyutları
Allah’ın adıyla
Tarihte meydana gelen önemli kıyam ve devrimlerin kendi zamanlarından belli bir süreye kadar etkisini sürdürdüğü bir gerçektir. Asırlarca etkisini sürdürmüş, gerçek mahiyyeti zamanın geçmesiyle daha iyi anlaşılan, başka toplumlara ilham kaynağı olmuş, zamanın eskiltemediği, gün geçtikce değer ve azameti artan, birçok kıyam ve devrimlerin kaynağı olmuş tek bir kıyam vardır; Kerbela kıyamı. Kerbela kıyamı sadece bu özelliklere sahiptir. Maneviyat ve irfanı içinde barındıran, fedakarlık ve isarın sembolü haline gelmiş, cesaret ve yiğitlik dersi veren tek kıyam Hüseyin’nin Kıyamı’dır.
Tarihte eşi ve benzeri olmayan bu kıyamı tanımak hakka susamış, adaleti hakim kılıp zülmü yok etmek isteyen her müslüman ve gayri müslimin bir vazifesi olduğu unutulmamalıdır.
Kerbela kıyamını tanımak için çok çabalar harcanmıştır ve üzerinde en fazla konuşulan, hakkında en fazla kitap yazılan bir kıyam olduğu inkar edilemez.
Tarih boyunca herkes farklı pencerelerden bakmışlardır bu kıyama; bazıları sosyolojik açıdan bakmış ve kendi ideolojisi doğrultusunda bu kıyamdan yararlanmış ve neticede bu kıyamı zulme, adaletsizliğe, haksızlığa karşı bir hareket olarak değerlendirmişler, İmamın bir özgürlük savaşcısı olduğunu ve bu yolda herşeyini feda ettiğini söylemişlerdir.
Bazıları, bu kıyamı dini ve fikhi açıdan incelemiş ve İmam Hüseyin’in (a.s) bu kıyamının İslam ümmetini ıslah etmek için olduğunu,’’Emri bil maruf nehy anil münker’’ hükmü gereği kıyam ettiğini ve neticede şehadet şerbeti içmesine sebep olsa da, bu kıyamı gerçekleştirmesi gerektiğini belirtmişlerdir.
Bu kıyama siyasi açıdan bakanlar ise, İmamın bu hareketinin zamanın tağutu olan Emevi saltanatını yıkıp yerine gerçek İslam devletini kurmak olduğunu ve bunun için kıyam ettiğini zahiren başarılı görünmese de hakikatte zafere ulaştığını, hem Emevi saltanatını devirmeyi başardığını, hem de kendisinden sonraki asırlara örnek ve iftihar vesilesi olacak bir devrim gerçekleştirdiğini düşünmektedirler.
Bazıları kıyamın asıl sebebının zamanın zalim sultanı Yezid bin Muaviye’nin, İmam Hüseyin’i (a.s) kendisine biat etmeye zorlamasından kaynaklandığı olarak kaydetmişlerdir.
Bazıları, kıyamın asıl faktörünün Kufelilerin İmam Hüseyin’i davet etmesi ve eğer İmam onlara müsbet cevap verip kıyam etmemiş olsaydı gelecek nesiller İmam’ı kınayacaktı, onun için İmam’ın kıyam ettiğini söylemişlerdir.
Bazıları, bu kıyamı ve devamını ilahi bir senaryo olarak değerlendirmiştir; Allah-u Teala tarihin o kesitinde bir kıyamın gerçekleşmesini irade etmiş, zamanın tağutunun devrilmesi gerektiğini İslam’ın diriltilmesini istemiştir.Ve bunun için bir grubun, insanların uyanması ve sırat-ı mustakime dönmeleri için kıyam edip canlarını, mallarını feda ederek ilahi iradenin gerçekleşmesine vesile olmalarını istemiştir. İmam Hüseyin (a.s), Ehl-i Beyti ve yarenleri kendi iradeleriyle gönüllü olarak bu ilahi iradenin tecellisi için kendilerini feda ederek kıyam etmişlerdir.
Diğer bir görüş ise, bu kıyamın bir aşk kıyamı olduğunu, İmam Hüseyin’in (a.s), Allah’a aşkı ve onun yolunda şehid olma arzusu ve kendisini Allah yolunda feda etme aşkının bu kıyamın gerçekleşmesine sebep olduğu görüşünü ileri sürmüşlerdir.
Bu görüşleri savunan herkes, doğal olarak kendi görüşünü ispat etmek için Kur’an’dan, Resulullah’ın (s.a.a) sünnetinden ve hatta İmam Hüseyin’in sözlerinden deliller getirme çabası içinde olmuşlardır.
Yukarıda zikredilen sebeplerin herbirisi İmam Hüseyin’in kıyamının gerçekleşmesinde etkin olduğu inkar edilemez ve aynı şekilde bu görüşlerin birbiriyle çelişmediği görüldüğü gibi hiçbirisinin tek başına kıyamın hedefini oluşturamıyacağı da kesindir.
Kerbela kıyamının bu denli çok boyutlu olması onun evrensel, zamanlar üstü olduğunu gösterir. Kıyamı tanımak isteyen kendi perspektifinden olaya bakmış ve kapasitesi kadarıyla anlayabildiğinden farklı görüşler ortaya çıkmasına sebep olmuştur.
Böyle evrensel bir kıyamın tanınması pek kolay olmayacak, büyük bir çaba ve geniş bir araştırma gerektirecektir. İmam Hüseyin mektebini, Kerbele kıyamını, Aşura hamasetini tanımak isteyenlere ışık tutar ümidiyle birkaç noktaya değinmeyi zaruri görüyoruz:
Bu Kıyamın tanınması için yapılması gereken araştırmalar;
Aslında önce şu soruya cevap verilmelidir, İslam ümmeti kendi peygamberleri Hz. Muhammed’in (s.a.a) torunu Hz. Hüseyin’i (a.s) yarenleriyle birlikte Kerbela’da şehid etmiş ve eşlerini ve çocuklarını esir alarak şehirlerde gezdirmişlerdir. İslam ümmeti yarım asır gibi kısa bir zamanda nasıl bu kadar değişebilmiştir? Peygamber’in Ehlibeyti’ne bu kadar zulmü nasıl reva gördüler? İşte bu soruların cevaplarını bulmak için taasupsuz, insaflı ve geniş çaplı bir araştırma yapmak gerekir.
1- Kıyamın tarihi süreci:
a) Resulullah zamanından kıyam’ın gerçekleştiği 61. hicri yıla kadar geçen zaman
b) İmam Hüseyin’in (a.s.), kıyamı başlattığı günden Aşura gününe kadar geçen zaman
c) Aşura günü gerçekleşen olaylar
d) Aşura sonrası Kıyam’ın tebliğ süreci
e) Ehlibeyt’in esirlik süreci
2- İmam Hüseyin’in (a.s) kişiliğini tanımak
3- Kıyama sebep olan faktörlerin incelenmesi
Bu hususlar aydınlığa kavuşrurulmadığı müddetçe Kerbela kıyamı gerçek çehresiyle tanınamaz.
İmam Hüseyin’in(a.s.) evrensel kıyamını tanımak için yapılacak araştırmada unutulmamalıdır ki, bu kıyam sadece tarihi bilgiler elde etmekle tanınamaz. Kerbela sahrasında gerçekleşen evrensel Hüseyni kıyamı tanıma araçları ise daha bir dikkatle seçilmelidir.
Bilgi biliminde, ilme ulaşmanın ve hakikatleri idrak etmenin araçları olarak duyu organları, deney ve akıl gösterilir, lakin bu araçlarla evrensel Hüseyni kıyamın bütün yönlerini idrak etmenin imansızlığı aşıkardır. Hüseyni kıyam „aklaniyet ve maneviyat“ eksenli olduğundan müsbet ilim araçları yetersız ve acizdirler.
Hüseyni kıyam kaynağı ilahi olduğundan en önemli tanıma kaynağı Kuran, örneklilik alanı bütün zaman ve mekanlar olduğundan evrensel, insanın fıtratından kaynaklandığı için ikinci en önemli yararlanılacak kaynak heva hevestan arınmış akıldır. Duygu ve hislerin tercümanı, ilahi aşkın sembolleştiği, şehadet ve şehametin mana kazandığı ilahi değerleri tanıma kaynağı ancak kalp olabilir.
Öyleyse bu kıyamın bazı yönleri güvenilir tarihi kaynaklardan elde edilir; Kuran, Nebevi sünnet ve Ehlibeyt rivayetleri, bazı yönleri taassuptan uzak, heva hevesin esaretinden kurtulmuş akıl kullanılarak yapılacak analiz ve yorumlarla anlaşılır, bazı yönleri ise ancak kalple idrak edilebilir, özellikle Aşura günü gerçekleşen olaylar yalnız kalble, ilahi aşkla ve İmam Hüseyin (a.s.) ile kurulan gönül bağıyla anlaşılabilir.
Allah, bütün İmam Hüseyin (a.s.) aşıklarına onun yolunda gitmeyi, onun hedeflerini yaşatmayı ve onun şefaatine nail olmayı nasip eylesin.
Abdullah Özgür 16/11/2012
Gazze Savaşı ve Amerikancı İslamcıların İflası
Bismillah
Bilindiği üzere bir kaç haftadan beri İsrail ile Hamas arasında daimi ateşkes ilanı sağlamak için ABD’nin bölgedeki uşakları Gazze ile İsrail arasında mekik dokumaktaydılar. Amaç direniş cephesinin Hamas kolunu İran ve Hizbullah’tan uzaklaştırmak ve son yıllarda uzlaşmacı/ulusalcı kanada karşı güçlenen Filistinli İslamcıları uzlaşmacı cepheye yaklaştırmaktı. Katar’ın kukla emirinin Gazze’ye gönderilmesi de aynı amaçla gerçekleşti ve Hamas’ın askeri komutanı Ahmed el Caberi maalesef başta Halid Meşal olmak üzere bazı Hamas liderlerinin stratejik hatalarına kurban edildi.
İsrail’in mütareke veya ateşkes ilanının kendi sonunu hazırlayacağını bildiğini ve bunun için ayakta durabilmek için savaş ve cinayetten başka yolu kalmadığını unutan Filistinli liderlerden biri de maalesef Şehid Ahmed el Caberi idi. Çünkü Katar ve Mısır’ın arabuluculuğu ile İsrail’le ateşkes ilanını imzalayan El Caberi düşmanın hilesine kanmış olacak ki üssünü terkedip ortaya çıkar çıkmaz siyonist rejim uçaklarının saldırısına uğramış ve şehid edilmiştir.
Suriye olaylarının tırmanması ardından bu ülkeyi terkederek Katar’a yerleşen Hamas’ın siyasi lideri Halid Meşal, ABD ve İsrail’in emrindeki Hamed bin Halife el Sani’nin -efendilerince dikte edilen- vaadlerine kanmakla büyük bir hata yapmaktaydı. Direnişle birlikte izzet kazanan Filistin’in bazı İslamcı liderleri maalesef Amerikancı İslamcılıkla gerçek Muhammedi İslamcılığı ayırdetmekte acziyetlerini ortaya koydular. Laikliğin hamisi ve müdafisi Erdoğan’ı İslam dünyasının lideri olarak tanımlayan, İsrail’in cani Cumhurbaşkanı Şimon Perez’e dostum diye hitap eden Mursi’ye bel bağlayanların varıp varacakları nokta ancak bu kadar olabilir.
Halid Meşal gibilerin bel bağladığı liderler açık seçik bir şekilde görüldüğü üzere devam eden Gazze savaşında İsrail’e karşı harekete geçmeyi veya en azından Filistinlileri destekleyeceklerini açıklamak yerine İsrail’in baş destekleyicisi ABD’den medet umduklarını dile getirmekteler.
Bu durum Müslümanların gözünden kaçmamaktadır. Bu, direniş cephesine karşı ABD ile birlikte hareket edenlerin, Amerikancı İslamcıların iflas ilanıdır.
“Mekeru ve mekerallah vallahu hayr’ul- makirin” (onlar bir düzen kurarlar ve Allah da bir düzen kurar, Allah düzen kuranların en hayırlısıdır)
Hatırlanacağı üzere 2009 Gazze savaşı öcesinde de bölgenin mürteci, kukla ve Batı müttefiki rejimlerinin ileri gelenleri Amerikanın Anapolis şehrinde bir araya gelmiş, bölge ve dünya barışı(!) için asıl tehlike olarak İslami İran ve direniş cephesini göstermiş ve buna karşı en güçlü silahın, direniş cephesinin parçalanması ve Şia-Sünni savaşı çıkarmak olduğu sonucuna varmışlardı. Direniş cephesinin önemli kollarından biri olan Suriye ile İsrail’i uzlaştırmak görevi AKP hükümetine verilmiş, Şii-Sünni fitnesi çıkarmak da Suudilerle körfezdeki mürtecilere. Bu komplonun tam da uygulamaya konulduğu bir sırada Gazze savaşı patlak vermiş ve komplocuların foyaları ortaya çıkmıştı. O zaman da bugün olduğu gibi Gazze halkı direniş cephesinden yardım almış ve İran’ın ve Hizbullah’ın sağladığı silahlarla İsrail’e karşı direnmiş ; ABD ve bölgedeki müttefikleri ise ateşkes sağlayarak İsrail’in burnunun daha fazla sürtülmesini önlemişlerdi.
Suriye iç savaşı bahanesiyle ülkemizde olduğu gibi bölge ülkelerinde mezhep tassubunun tavan yaptığı şu günlerde Sünni Gazze halkının ve Filistin direnişinin yanında yine Şii İran ve Şii Hizbullah yer almaktadır. Mecusi diye tanımlanan Şii İran’ın verdiği füzeler bu son savaşta ilk defa olarak Telaviv’i, siyonistlerin merkezini sallayıp durmaktadır. Sünni dünyanın liderliğine soyunanlar ise yine İsrail’in ateşkes teklifini Hamas’a kabul ettirmek için didinip durmaktalar veya ABD tarafından verilen talimatları yerine getirmekteler.
Direniş cephesini varlığını inkar eden basiretsiz çevreler uyanıp gerekli dersi alacakları yerde bunca kanıt ve burhana rağmen hala İsrail’in Gazze’ye saldırısını sözde Suriye mücadelelerini yenilgiye uğratmak için başlattığını söyleyecek kadar alçalmaktalar. Allah bu zavallılara basiret versin demekten başka söz bulamıyoruz.
Direniş cephesinin varlığı ve haklılığı bir kere daha gözler önüne serildi. ABD ve Avrupalı müstekbirlerle bölgedeki kukla ve mürteci rejimlerin desteğinde Suriye iç savaşını körüklemek için yanıp tutuşanların bundan ibret dersi alarak uyanmaları ümit edilir.
Gazze savaşının gözler önüne serdiği ayrı bir gerçek de İsrail’in İran’a saldıracağı iddialarının ne kadar kof olduğudur. İran’ın desteklediği Hamas, İslami Cihad ve Hizbullah gibi sınırlı imkanlara sahip örgütlerle bile başa çıkamayan İsrail, İran gibi güçlü bir ülke karşısında nasıl tutunabilir?! İran’ın zor şartlar altında Gazze’ye aktarabildiği hafif ve küçük ölçekteki silahlar karşısında bile zelil bir duruma düşen İsrail, İran’ın uzun menzilli balistik füzelerinin bombardımanına nasıl dayanabilir? Zaten psikolojik temellere dayalı, bölgenin kukla/mürteci rejimlerine moral vermek amaçlı bu saldırı iddialarının uzun bir süre dile getirilmeyeceğine kesin gözüyle bakılabilir.
Gazze savaşının önemli sonuçlarından biri de İsrail’deki moral bozukluğunun işgal altındaki topraklardan geri göçü hızlandıracağı gerçeğidir. İlk defa olarak başlarına füze yağdığını gören Telaviv halkı bir kaç gündür sokağa çıkmaya cüret edememektedir. Çoğunlukla batı ülkelerinden toplama bu refah düşkünü yığınları buralarda tutmak mümkün müdür?!
Ümidimiz o ki, başta AKP hükümeti olmak üzere ABD ve topyekün Batı ile ittifak ederek bölge halklarının seslerine, inançlarına, beklentilerine kulak tıkayan rejimlerin son Gazze savaşında Batı müstekbirliğinin takındığı tarafgir tavrı dikkate alarak uyanmaları, dostun ve düşmanın kim olduğunu görmeleri, hatalarını anlayarak tevbe etmeleri ve İslam dünyasının meselelerinin ancak ve ancak bölge ülkelerinin işbirliği ile çözülebileceğini idrak etmeleridir. Aksi takdirde bu gerçeği gören müslüman kitlelerin hışmından kurtulamayacaklardır.
Y. ZİYA T.YILMAZ 17/11/2012