
کارگر
İran’dan Batı’ya karşı ‘Milli İnternet’ hamlesi
İran, milli arama motoru Yooz’u devreye soktu.
Proje yöneticisi Nakavi’ye göre Yooz, “Batı ülkeleri tarafından İran’a uygulanan internet kısıtlamalarını etkisiz bırakacak.”
Mehr Haber Ajansı’na göre, proje yöneticisi Mehdi Nakavi, milli arama motorunun Batı ülkeleri tarafından İran’a uygulanan internet kısıtlamalarını etkisiz bırakacağını söyledi.
Nakavi, İran İletişim ve Enformasyon Bakanlığınca geliştirilen arama motorunun, ilk aşamada, “1 milyar Farsça site arama kapasitesine sahip” olduğunu belirterek, “İkinci aşamada Farsça, Arapça ve İngilizce sitelerin de eklenmesiyle Yooz’un kapasitesi 6 milyara yükselecek. Son aşamada ise 24 milyon internet sitesi arama kapasitesine sahip olacak” ifadelerini kullandı.
‘IŞİD gerçek hedefi Kudüs değil,Mekke ve Medine’dir’
Hizbullah Genel Sekreteri Seyyid Hasan Nasrallah, Hizbullah Komutanı İmad Muğniye’nin bir terörist saldırı sonucu şehit olmasının yıldönümü münasebetiyle yaptığı konuşmada Lübnan’da ve bölgede yaşanan gelişmelere de değindi.
Hizbullah Genel Sekreteri Seyyid Hasan Nasrallah, Hizbullah Komutanı İmad Muğniye’nin bir terörist saldırı sonucu şehit olmasının yıldönümü münasebetiyle yaptığı konuşmada Lübnan’da ve bölgede yaşanan gelişmelere de değindi.
Sözlerine IŞİD’in Libya’da başlarını keserek öldürdüğü 21 Mısırlı Hıristiyan’ın katledilmesini kınayarak başlayan Nasrallah, Mısır devletinin, halkının ve Kıbti kilisesinin acılarını paylaştığını söyledi.
İmad Muğniye’den sonra oğlu Cihad Muğniye’nin de İsrail saldırısında hayatını kaybettiğini hatırlatan Nasrallah, İmad Muğniye’nin kanının İsrail’in yakasını bırakmayacağını söyledi.
Lübnan eski Başbakanı Refik Hariri’nin ölüm yıldönümü dolayısıyla Hariri ailesine de başsağlığı dileyen Nasrallah, Hizbullah olarak terörle mücadeleye yönelik bir strateji planı hazırlanmasını desteklediklerini söyledi ve “Terörle mücadele konusunda bir strateji oluşturulması konusunda görüş birliği var; ama maalesef İsrail’e karşı mücadele konusunda görüş ayrılıkları söz konusu” dedi.
Nasrallah, “Lübnan’ın Beka bölgesinde bir güvenlik planı uygulanmasını bir kez daha desteklediğimizi açıklıyoruz. Hepimiz güvenlik ve istikrar için Lübnan ordusunu, güvenlik güçlerini ve hükümeti desteklemeliyiz” dedi.
Hizbullah ile Ulusal Özgürlük Hareketi’nin anlaşması önemli
“IŞİD, Libya’dan bizim bölgemize kadar uzanıyor. Arsel eteklerine kadar varlıkları söz konusu. Hükümet, bu tehlikeli durumu ve doğu dağlarındaki IŞİD ve Nusra varlığını dikkatle izlemelidir. Hükümet ve halk, Arsel’de IŞİD’le mücadele konusunu ciddiye almalıdır. Hizbullah ve Ulusal Özgürlük Hareketi arasındaki anlaşma önemlidir. Biz bu ilişkinin daha da derinleştirilmesini istiyoruz. Biz Hizbullah ve Ulusal Özgürlük Hareketi arasındaki anlaşmanın benzerinin ulusal düzeyde de gerçekleşmesini istiyoruz” diyen Nasrallah, cumhurbaşkanlığı seçimleri konusunda da azami düzeyde çaba gösterilmesi gerektiğini söyledi.
Hizbullah-Mustakbel görüşmelerinin olumlu etkileri oldu
Hizbullah Genel Sekreteri Seyyid Hasan Nasrallah, Sa’ad Hariri liderliğindeki el-Mustakbel Partisi ile sürdürülen görüşmelere de değinerek şunları söyledi:
“El Mustakbel Partisi ile yapılan görüşmelerin olumlu sonuçları oldu. Öngörülerimiz doğrultusunda bunu sürdürüyoruz ve olumlu sonuçlara varmayı umuyoruz. Cumhurbaşkanlığı seçimleri konusunda, uluslararası ve bölgesel güçlerden yana beklenti içine girmemek gerekiyor; çünkü bunalım daha da derinleşiyor.
Çevremizde yaşanan olaylar konusunda tarafsızlıktan söz edilmesi mantıksız ve gerçek dışıdır. Bizim bölgemizin yazgısını bölge yaratıyor, tek bir ülke değil. Bugünün dünyasının yazgısı, bölgede belirleniyor. Biz, Lübnan’ın bölgede yaşanan olaylardan etkilenmediğini söyleyemeyiz. Lübnan bugün her zamankinden çok daha fazla bölgeden etkileniyor.
Suriye, Irak, Lübnan, Ürdün ve diğer ülkelerinin kaderi bölgede belirleniyor. Bizi Bahreyn tutumumuz konusunda eleştirenler, diğer ülkelerin, özellikle de Suriye’nin iç işlerine karışmamalıdır. Suriye’ye askeri ve siyasi anlamda müdahale edenlerin bizim Bahreyn konusundaki barışçı tutumumuzu eleştirmeye hakkı yoktur. Bahreyn hükümeti, muhaliflerle diyalog konusunda kör ve sağır davranıyor ve her haklı sözden korkuyor.”
IŞİD’in hedefi Kudüs değil, Mekke ve Medine
Hizbullah Genel Sekreteri Seyyid Hasan Nasrallah, bölgedeki tekfirci teröre değindiği konuşmasında şunları söyledi:
“Biz en başından beri tekfirci terörün herkese, bir din olarak İslam’a yönelik tehlikesi konusunda uyarılarda bulunmuştuk. Dünya bugün bunu anlamaya başladı. Şu an IŞİD ve Nusra’yı tehlike ve tehdit olarak görmeyen tek taraf İsrail’dir. Şu an IŞİD’in yaptığı her şey bütünüyle İsrail’in çıkarınadır.
IŞİD’in hedefi Kudüs değil, Mekke ve Medine’dir. IŞİD Lideri Ebu Bekir Bağdadi’nin Mekke ve Medine için emir tayin ettiğini duyuyoruz.
Tekfirci akımlar belirli bir rejime değil, tüm bölgeye tehdittir, tüm halklara ve bir din olarak İslam’a yönelik bir tehdittir.
IŞİD’in işlediği cinayetler dehşet vericidir. Mossad, ABD ve İngiliz istihbaratları IŞİD’e hedef gösterme konusunda rol oynuyor.
İtalya, terörizmin sınırının 350 kilometresinde bulunduğunu ve dağlarının eteklerine geldiğini açıkladı.
Bölgedeki tüm devletlerden ve halklardan tekfirci terörizm konusunda ortak adımlar atmasını istiyoruz. İslam’ı savunmak için fikri, siyasi ve askeri düzeyde terörizmle mücadele etmek gerekiyor. İnsan fıtratına zıt olan hiçbir şey İslam’a mal edilemez. Biz tekfirci teröre karşı İslam’ı savunuyoruz.”
IŞİD’le Nusra’nın bir farkı yok
Hizbullah Genel Sekreteri Seyyid Hasan Nasrallah, Ürdünlü Plot Muza Kesasbe’nin yakılarak öldürülmesi sonrasında Ürdün hükümetinin tavrına değindiği konuşmasında şunları söyledi:
“IŞİD’le Nusra arasında bir fark yok. Her ikisi de aynı akımdır, onların tek farkı liderlerinin ayrı olması. Ürdün, Irak’ta IŞİD’le savaşırken Suriye’de Nusra’yı destekleyemez.
Yemen’deki devrim, Suriye’ye hakim olup oradan Arabistan’a ulaşmayı planlayan el-Kaide’ye karşı durdu. Öfke ve çözümsüzlük, Yemen’i herkese tehdit oluşturabilecek noktalara götürüyor.
Suriye’deki savaş, bazılarının Suriye’yi yıkma pahasına inadıyla sürdürülüyor. Suriyeliler arasında teröristler hariç olmak üzere bir siyasi çözüm yolu bulunmalıdır.”
ABD’ye umut bağlayanlar serap görüyor
Hizbullah genel Sekreteri Seyyid Hasan Nasrallah, terörle mücadele konusunda Amerika’ya umut bağlayan ülkeleri eleştirdi ve şunları söyledi:
“Körfez ülkeleri bölgeye yönelik farklı bir tutum sergilemelidir; çünkü tehdit herkese yöneliktir. Bölgedeki tüm ülkeler, bölgedeki sorunların çözümü yönünde hareket etmelidir.
Amerika, IŞİD’le mücadele bahanesiyle bölge ülkelerinin kaynaklarını yağmalıyor. Umutlarını Amerika’ya bağlayanlar, kuruntu içindedir ve serap görmektedir. Bizi yıkmaya ve yok etmeye çalışanlara nasıl umut bağlanır? Direniş, düşmanla mücadele için Arapların veya uluslararası güçlerin stratejisini beklemeyecektir. Bu tekfirci gruplarla mücadele etmek ve onların yayılmasını engellemek gerekiyor.
Amerika, IŞİD’i ortaya çıkararak bizi yıpratma, bölgede büyük kin, düşmanlık ve yıkımla İsrail’in egemenliği yönünde hareket ediyor. IŞİD’e karşı duran Iraklılar, teröristlerin Kuveyt’e ve Arabistan’a ulaşmasını önlediler.”
Hizbullah Genel Sekreteri Seyyid Hasan Nasrallah, Hizbullah’tan Suriye’yi terk etmesini isteyenlere hitaben de “Gelin hep beraber Suriye’ye, Irak’a ve bölge ülkelerine yönelik tehditlerin olduğu yerlere gidelim” dedi.
Hizbullah’ın Irak’ta terörle mücadeleye katılıp katılmadığı yönündeki belirsizliğe de açıklık getiren Nasrallah, “Şimdiye kadar Irak konusunda konuşmamıştık; ama şu an Irak’ın halen geçirmekte olduğu hassas aşamadan dolayı Irak’ta sınırlı bir askeri varlığımız var” dedi.
Ruhani: Bilimsel Gelişim için Hiç Kimseden İzin Almadık, Almayacağız
İran Uzay Fuarı sonrasında konuşma yapan İran Cumhurbaşkanı, İran'ın şimdiye kadar bilimsel gelişmler konusunda hiç kimseden izin almadığı ve bundan sonra da almayacğını belirtti.
MHA'nın haberine göre, uzay teknolojile alanında elde edilen başarılar hakkında konuşan İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani, İran'ın özellikle nano bilimi, nükleer bilimler ve uzay bilimleri ve teknoloji alanlarında büyük gelişimler kat ettiğini belirterek, "Devletimiz boyunca nükleer bilimler alanında birçok gelişme sağlanmıştır. Ama nükleer müzakerelerin çok ses getirmesi nedeni ile bu gelişimler her zaman arka planda kalmıştır" dedi.
Ruhani açıklamasının devamında "İran İslam Cumhuriyeti ve devletimiz, bilimsel gelişim için şimdiye kadar hiç kimseden izin almamış ve bundan sonra da almayacaktır. Hiç kimse, dünyaya daha yaklaştığımız ve müzakere yaptığımızdan dolayı, bazı bilimleri kenara atacağımızı düşünmesin. Müzakerelerde bir bilimin kenara atımasını görüşmüyoruz. Bazen düşmanlarımız bilimsel gelişim konusunda bahaneler üretmeye çalışıyor ve devletimiz de sadece bu bahanelerin önüne geçmeye çalışıyor" dedi.
Bazı açıklamalar ve sözlerin düşmanların bu bahane arayışlarına yardımcı olduğunu belirten Ruhani, "Bazı açıklamalar, kelimeler ve tutumlar da düşmanlarımızın bu bahane arayışına yardım ediyor. Düşmanlarımız bazı yanlış ve asılsız suçlamalardan yola çıkarak ve kelimeleri seçerek, İranlı yetkililerden itiraf aldıklarını öne sürüyorlar. Bu neden ile devletimiz, İran aleyhine çalışan güçlerin elinden bu bahaneleri almaya çalışıyor. Biz düşmalamızın bu taktiklerini, tümünün yanlış ve gerçek dışı iddialar olduğunun aydınlandığı zamana kadar etkisiz kılmaya çalışıyoruz" dedi.
Ruhani açıklamasının devamında ise uzay biliminin önemi hakkında da konuşarak, "Uzay bilimi ülkemiz için hem strateji ve hem kullanım açısında ve ayroca düşman tehditlerinin gelişimini engelemmek açısından büyük önem taşımaktadır. İran olarak havacılık ve uzay alanında büyük başarılara imza attık ve daha ilerlememiz gereken uuzn bir yolumuz var" dedi.
İran'ın tüm uzay alanındaki bilim adamları ile gurur duyduğunu belirten Ruhani, "Bu oturumda siz bilim adamlarını tebrik ediyor, ve sizlere İran halkının şükranlarını sunuyorum. Halkımız mutludur ve bilim adamarı ile gurur duyuyorlar. Sizlerde çalışmalarınız değerli olduğunu bilmelisiniz. Devletimiz de uzay bilimleri gibi tüm modern bilimlerin gelişiminin devam etmesi ve hız kazanmasına büyük önem veriyor ve bu konuda elinden gelen herşeyi yapıyor" dedi.
İnkılap Rehberi: “İslam Cumhuriyeti’nde, bir gayrimüslüme saygısızlık görülmemiştir”
İnkılap Rehberi, Batı’da yaşayan Müslümanlar’ın durumunu hatırlatarak, mesle neden bu ülkelerde yaşayan bir çok Müslüman’ın gereken hak ve özgürlüğe sahip olmaması değil, belki konu şu ki bu Müslümanlar’ın neden can güvenliği yok? Evet mesele şudur” diye konuştular.
Mehr Haber Ajansı’nın İnkılap Rehberi İmam Seyid Ali Hamanei’nin Bilgilendirme Bürosu’ndan aktardığı habere göre, İran İslami Şura Meclisi dini azınlık statüsündeki milletvekillerini 26 Ocak günü kabul ettiler.
İnkılap Rehberi’nin bu görüşmede yaptıkları konuşma aşağıdaki gibidir:
“Bismillahirrahmanirrahim
Biz İslam’dan diğer dinlere mensuplarla insaf ve adaletle davranmayı öğrendik, bu İslam’ın bize karşı hükmüdür. Günümüz dünyasında görünen ise, insaf ve adalet iddialarında bulunan güçler ve devletler, kendi belirledikleri dar ve zalimce siyasetleri dışında hiç bir insaf ve adalet uygulamadıklarıdır. Siz bugün Amerika ve Avrupa’da Müslümanlar’a karşı nasıl bir kara propaganda yürütüldüğünü görüyorsunuzdur. Burada söz konusu olan mesele ve konunun, neden bu üklerin bir çoğunda Müslümanlar gereken özgürlüğe sahip değiller konusu değil, belki neden bu ülkelerin bir çoğunda Müslümanlar’ın can güvenliği yok, asıl mesele budur! Ve gerçekten böyledir. Mesela son zamanlarda tartışma konusu olan Hallywood yapımı şu “Amerikan Sniper” filmi, bir Hıristiyan veya Müslüman gencin ödürebildiği kadar ve yapabildiği kadar Müslümanlar’ı eziyet etme propagandasını ve reklamını yapıyor, yani bize anlattıkları kadar, biz ki bu filmi izlemedik.
Bu İslam’ın tasdik ettiği bir yöntem değil. İslam insafa inanıyor. Hz. Ali (a.s) Anbar şehrine saldırı olayında buyuruyor ki: “بلَغَنی اَنَّ الرَّجُلَ مِنهُم لَیدخُلُ المَرأَةَ المُسلِمَةَ وَ الاُخرَی المُعاهِدَة ben duydum ki şehre saldıranlar İslami devletin bayrağı altında yaşayan bir gayrimüslim kadının evini basmışlar ve kendisini eziyet etmişler, daha sonra ise Hz. Ali (a.s) bir müslümanın bu olayın üzüntüsünden ölmesi halinde, kınanması gerekmiyor!” diyor. Bakınız ki bu Emirel-Müminin’dir ve düşmanın bir gayrimüslim kadının evini basıp ve onu eziyet ettiğinde ve bileziklerini aldığında, bir Müslüman erkeğin bu olayın üzüntüsünden ölmesi halinde eliştirilmesi gerekmiyor diyor, evet İslam’ın bakış açısı böyledir. Ve bizde İnşaallah böylesi ve bu doğrultuda hareket etmeyi umuyoruz.
Ve bu konuda güzel de anılarımız var. ben genellikle Sürani ve Ermeni şehitlerin evlerini ziyarete giderim. Ve bu yıl da ne mutluki kaç Ermeni şehidin evini ziyaret ettim. Bunların evine gittiğim zaman görüyorum ki bunlar ülkelerine karşı sorumluluk hissediyor. Yani gerçekten sorumlu davrandılar. Savaş döneminde de ben hatırlıyorum ki bu Ermeniler’den bir kaçı Ehvaz şehrine geldi, ben havaalanında bazı insanların oturduğunu gördüm, bunların kim olduğunu sordum, bunların Ermeniler olduğunu dediler, savaş hattında sanayi ve teknik işler için geliyorlardı, biliyorsunuz Ermeniler sanayi işlerinde ustalar, ve yardım ve hizmet için gelmişlerdi, merhum şehit Çemran bunları işe aldı. Bunlar çalıştı, zahmet ettiler, hizmette bulundular ve bazıları da şehit düştü.
Zaten geçen hafta evine ziyarete gittiğim bu Ermeni ailelerden birisi, oğlu askermiş, diyordu ki oğlumun askerliği bittikten sonra neden kendisinin askerliği bitmiş de ama savaş devam ediyor ve benim askerliğim bitmiş şimdi ne yapayım? Sonra anlatıyordu ki daha sonra askerliği tamamlayanların yeniden üç ay daha askerlik yapmaları gerekiyor diye duyurdular. Dedi ki oğlum da çok sevindi, yeniden savaş cephesine çağrıldığı için çok sevindi, yeniden savaş hattına gitti ve şehit düştü ve naaşını getirdiler, yani insan böyle duygu ve davranışları gayrimüslüm vatandaşlar arasında görüyor. Tabi ki çalıştılar. Ve İslami Düzen’in de bunlara karşı sorumluluğunu yerine getirmeyi umuyoruz. Ve onlar da gerçekten ülkeye karşı ve sözün tam anlamıyla sorumlulukla davrandılar.
İslam Cumhuriyeti’nin böylesi davranışlarını yurtdışında yayınız. Yani dünyada ve Hıristiyanlık aleminde İslami bir ülkede ne kadar gayrimüslümlere karşı hoş görülü davranıldığını bilsinler, bu hoş görüler ki oralarda yok. Ve siz mesela Almanya’da Neonazi gençler, ki Nazi olduklarına övünüyor ve isimlerini Neonazi diye koymuşlar, bir avuç müslümana saldırıyor, müslümanların mescidine saldırıyor, vuruyor, öldürüyor ve bu suçları doğru dürüst araştırılmıyor ve takip de edilmiyor. Mesela o genç Arap hanım efendiyi sadece türban ve peçe taktığı için ve sadece teseddürü için vuruyor ve öldürüyorlar ve kimse de takipçisi değil. Şimdi bu adama bir miktar ceza verdiklerini soylediler, ama insan böylesi olayların çok ciddi bir şekilde takip edildiğini düşünmüyor. Ve gerçekten de cezalandırılmıyor ve takip edilmiyor. Diğer yerlerde de zaten böyle, Amerika’da ve diğer ülkelerde de ne yazık ki böyledir. Ve bunlar insan haklarının savunucusu olduğunu da iddia ediyor, bunları İran’da ceryan eden olaylarla karşılaştırınız. Böylesi bir şeyin İran’da sabıkası yok, yani İslami devirde ve İslam Cumhuriyeti hakimiyeti döneminde bir gayrimüslüme saygısızlık ve saldırı söz konusu değildir. Hatta delikanlı bir hizbullahi genç bile kendine bir gayrimüslüme saldırmak iznini vermez ve bunu yapmaz. İnşaallah Tanrı sizlere de bize de görevlerimizi yerine getirmeyi nasip eder."
Safevi Döneminde İran ve Osmanlı Toplumsal İlişkileri
Özet
İki Müslüman komşu ülke olan İran ve Osmanlı, tarih boyunca oldukça iyi ilişkiler içerisinde olmuşlardır. Elbette tarih sahnesinde bu uzun birliktelik bazen askeri ve siyasi çekişmelere sahne de olmuştur. Ama bu yaşanan krizler hiçbir zaman bu iki millet arasında var olan dostluğu derinden etkileyememiştir.
Bu araştırmanın amacı; iki ülke arasında var olagelmiş iyi ilişkileri ön plana çıkarmaktır. Hiç şüphesiz bu iki milleti birbirine bağlayan konuların başında dini, siyasi, ilmi, kültürel ve tasavvufi konular gelmektedir. Başta Kâbe, Mescid-i Nebi, Necef ve Kerbela gibi Atebat-ı Aliye’nin Osmanlı topraklarında yer alması bunun yanı sıra ticaret ve ziyaret için yolculuk yapan kervanların bu topraklarda bir hayli zaman geçirmesi İran ve Osmanlı halkları arasında oldukça sağlam ilişkiler kurulmasına neden olmuştur.
Giriş
Miladi 17. yüzyıl başlarında iki önemli değişim ve yenilik Osmanlı Devlet ve toplumunun çehresini gözle görülür bir şekilde değiştirmişti. Bunlardan ilki İran’da Safeviler adıyla Şii ideolojisini benimsemiş bir devletin iktidara gelmesi ve hemen akabinde bölgede yavaş yavaş ağırlığını hissettirmesi, bir diğeri de; Osmanlı devletinin batılı devletlere karşı kazandığı muhteşem zaferlerdi.
Osmanlı İmparatorluğunun kuvvet açısından zirveye ulaştığı ve siyasi olarak bir otorite olduğu bu dönemde, Osmanlı hala merkezi Orta Asya ve İran’da olan İran-Türk kültürünün büyük bir temsilcisi konumunda yer alıyordu.
Osmanlı ve İran halkları arasında kurulan toplumsal bağlar hiç de azımsanacak bir ilişki olarak görülmemelidir. Çünkü bu iki Müslüman toplum arasında oldukça derin dini, edebi, tasavvufi ve içtimai bir bağ bulunmaktaydı.
Tarihin bazı dönemlerinde her ne kadar bu ilişkiler rengini yitirip, zayıfladıysa da, hiçbir zaman kopmadı. Hatta her iki devlet arasında patlak veren siyasi ve askeri çatışmalarda dahi bu iki millet sosyal ve kültürel bağlarını muhafaza etmesini bildi.
Bu iki devlet arasında imzalanan antlaşmaların birçoğunda yol güvenliği ve bu yollarda yolculuk yapan insanların can güvenliğine dair maddeler onaylanmıştır. I. Şah Tahmasb’ın dönemin Osmanlı padişahı Kanuni Sultan Süleyman ile imzaladığı “Sulhname” adlı metinde;
“Her iki devlet payidar olduğu sürece siyasi ilişkileri de devam edecek ve İranlı ziyaretçilere Osmanlı kontrolündeki topraklarda kolaylık sağlanacaktır.”[1] ibaresi geçer.
İran ve Osmanlı arasında toplumsal bağları kuvvetlendiren bir diğer unsur ise, bu iki ülke topraklarında yaşayan insanların gruplar halinde karşılıklı göç etmesidir. Osmanlılar, ülkenin idaresi konumunda her daim İranlı göçmenleri kabul etmiş ve onlara destek olmuşlardı. Bernard Lewis bu konuda şöyle yazar;
“… İster devlet ve yönetim açısından olsun, ister fıkıh ve kelam alanlarında, isterse de edebiyat ve kültür konularında Selçuklulardan sonra bu bayrağı sırtlayan ve doğu ekolünün temsilciliğini yapan Osmanlılar olmuştur. Aynı şekilde Osmanlılar devlet yönetiminde yer almak için doğudan gelen göçmenlere bir hayli imkânlar sunmuşlardır.”[2]
Bazı araştırmacılar Osmanlı padişahlarının o bitmek bilmeyen servetlerinin kaynağını İran’dan büyük gruplar halinde göç eden halk kitleleri, bilgin insanlar ve edebiyatçılar olarak anlatırlar. Bazıları da, mübarek İslam dinini, İran ve Osmanlı arasında var olan kültürel ve toplumsal bağın temeli olarak görürler:
“Her ne kadar bu iki milletin kültürel ve toplumsal yakınlıkları çok çok eski asırlara dayansa da, bu yakınlığın özü aslında bir tek şeyden beslenmektedir ve o da, her iki toplumun mübarek İslam dinine bağlı olmalarıdır. İslam dininin bu iki halk arasında yer edinmiş örf, adet ve sünnetleri oldukça bariz bir şekilde gözlenmektedir.”[3]
Dr. Ebulfazıl Abidini
------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
[1] Lockhart, Laurence, Safevilerin Yok Oluşu ve İran’da Afgan Hâkimiyeti, Tercüme İsmail Dovletshahi, Tahran, 2001, s.35,
[2] Lewis, Bernard, İstanbul ve Osmanlı İmparatorluğunun Gelişimi, Tercüme Mah Melik Behar, Tahran, 1986, s.42,
[3] Terzemi, Zekeriya, Dini Sünnetler ve Toplumsal Müşterekler, Aşina, Yıl 1, Sayı 4, s. 1-4,
İran Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Minsk zirvesini değerlendirdi
İran İslam Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü, Ukrayna'nın doğusundaki anlaşmazlığın Minsk zirvesiyle sona ermesini ümit etti.
Mehr haber ajasının bildirdiğine göre, Belarus'un başkenti Minsk'te yapılan zirveden çıkan sonuçtan memnuniyetini dile getiren İran İslam Cumhuriyeti Dışileri Bakanlığı Sözcüsü Merziye Efhem, söz konusu barış planın Ukrayna'nın doğusundaki anlaşmaszığın sona ermesinin yanısıra mevcüt anlaşmazlıkların çözülmesine yol açmasını ümit etti.
Efhem, konuşmasının devamında, çatışmaların sonlandırılması yönünde olan bu barış planın yürülüğe girmesiyle suçsuz insanların katleilmesinin önlenmesini ümit etti.
Ukrayna sorunu dolaysıyla 11 Şubat'ta Belarus'un başkenti Minsk'te yapılan zirveye, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, Ukrayna lideri Petro Poroşenko, Almanya Başbakanı Angela Merkel ve Fransa Cumhurbaşkanı François Hollande katıldı.
Tümgeneral Caferi: İran, IŞİD'le mücadelede Irak'a ciddiyetle yardım etti
İran İslam İnkılabı Muhafızlar Ordusu Genel Komutanı Tümgeneral Muhammed Ali Caferi, hiçbir ülkenin İran İslam Cumhuriyeti gibi terör örgütü IŞİD'le mücadelede, Irak halkının yardımına koşmadığını belirtti.
İran İslam Cumhuriyeti Devrim Muhafızları Ordusu Komutanı General Muhammed Ali Caferi, Besic Kurumu'nun kadın üyelerine hitaben yaptığı konuşmada Seferberlik ve İnkılap Muhafızları kurumlarının iki kutsal birim olduğunu söyledi.
General Caferi, İnkılap Muhafızları Ordusu'nun kuruluş amacının İslam İnkılabı'nı tüm alanlarda savunmak ve korumak olduğunu belirterek, "Bugün dost ve düşman herkes Devrim Muhafızları'nın olmaması halinde İslam İnkılabı'nı nasıl ve ne türlü belirsiz bir kader beklediği hususunda hemfikir, biz Devrim Muhafızları Allah'tan İslam İnkılabı'nı savunma görevini bizlere nasip ettiği için teşekkür etmeli ve şükretmeliyiz, ama Devrim Muhafızlığı göreviyle ilgili unutmamamız gereken bir konu var ve o da İnkılap Rehberi'nin söylediği gibi, İslam İnkılabı'nı doğru, yerinde ve açıkça savunma ve koruma ilkesidir" diye konuştu.
İslam İnkılabı Muhafızlar Ordusu Genel Komutanı, ayrıca İslami Uyanış döneminde Müslüman ülkeleri kollayan ve savunan yegane ülkenin İran olduğunu vurguladı ve "IŞİD Irak'ta ortaya çıktığı zaman hiç bir ülke Irak'a yardım etmedi, ancak İran, Irak halkının da yardımıyla olağanüstü bir hızla Irak'ın yardımına koştu ve bu yardımlar o kadar etkiliydi ki tüm dünya ve hatta Obama bile şahsen bundan şaşırmış durumda" dedi.
İran’ın ipiyle kuyuya inilmez diyen Suriye muhalefeti Batının ipiyle kuyuya indi
Burhan Kavuncu,gelinen süreci değerlendiren bir Suriye değerlendirmesi yaptı,
Gözden kaçanlar:
1-Savaş başlamadan önce İran İhvan’a ve diğer muhalefete birlikte olmayı teklif etti, muhalefetin tümü İran’ı reddederken Batı blokunu tercih etti. (Kaynak: Suriye ihvan yetkilileri)
2-Savaş devam ederken İran 3 defa ihvana işbirliği teklif etti, İhvan görüşmeyi dahi reddettiğini övünerek açıkladı. Çünkü desteği Batı’dan bekliyordu.
3-Muhalefet Türkiye ve Katar tarafından örgütlenirken sürekli Batı desteği hesaplandı, B.Galyon, G.Sabra, Gassam Hito gibi kişiler Batı ile anlaşarak lider yapıldı.
4-ÖSO komutanlığına başından beri Baas vasıflı satılık adamlar getirildi, bunlar emperyalistlerle alenen görüşmeler yaptılar,
5-Muhalefet Esed’i devirmek için sürekli, Batılı devletler ve Arap liginin oluşturduğu Suriye’nin Dostları ile toplantılar yaptı.
Türkiye ‘İslamcıları’ bunların hiçbirine itiraz etmediler, aksi yönde telkinde bulunmadılar. Hatta müzakere girişimlerini reddetme ve Batı’dan silah isteme konularında utanmadan öncülük ettiler. Müzakerenin alternatifinin Batılı devletler olduğunu bile bile.
Baştan itibaren emperyalist vesayeti tercih eden bir stratejinin sonu farklı mı olacaktı? İran elbette ‘büyük ve tarihi’ tecrübesi ile bunları aşmalıydı ….
Hepimize yazıklar olsun diyorum, Allah’ın laneti bu asırda yaşayan Müslümanlara yağmaktadır.
…
Benim yazdığım 5 maddenin dördü dünyanın gözü önünde oldu.
Birincisini bize anlatan İhvan yetkilisinin şahitleri var. Gerekçeleri ise “başka türlü Batı bize yardım etmez” oldu.
Onları destekleyen arkadaşlarımın gerekçesi de “başka çareleri yok n’apsınlar”, “İran’ın ipiyle kuyuya inilmez” idi.
Batı’nın ipiyle kuyuya indiler. Her defasında uyardık, ama anlamak istemediler.
Batılılardan dost olmayacağını şimdi anlıyorlar ama, dürüstçe özeleştiri yapmak yerine sağa sola saldırmayı tercih ediyorlar.
Rusya’nın, İran’ın müzakere tekliflerini elinin tersiyle itenleri daha sonra Kerry ile, Mc Cain ile bir tek ben mi gördüm.
Hem iç savaş isteyip hem de savaşın acılarından şikayet etmek nasıl bir iki yüzlülüktür?
…
Lütfen ucuz eleştiriler yapmayın, ön yargılı olmayın, yazılanları önce bir okuyun, Allah’tan korkun.
Kimseye bağlı değilim…
Suriye konusu bir fitne olduğu için uzak durmaya çalışıyorum. Ama seyrek de olsa gerçekleri 2011 sonundan itibaren paylaştım.
İnkılaba niçin tahammül edemiyorlar?
Bismillahirrahmanirrahim
İslam inkılabı gerçekleştiği zaman kimse bu seviyeye geleceğine inanmıyordu. İslam inkılabını herkes kendi açısından değerlendiriyor; bazıları diğer ülkelerde olduğu gibi rejim değişikliği olarak değerlendirdi; Şah gitti, halk mollaları getirdi başa. Bazıları ise birkaç asırlık şah diktatörlüğü yıkıldı, İslam devleti kuruldu, diye seviniyordu. Ama nedense Amerika’nın başını çektiği Batı emperyal gücü asla kabullenemedi İslam Cumhuriyetini. Hep yıkmaya çalıştılar.
Batı emperyal güç bugünleri görüyordu sanki, İnkılabın bu aşamaya geleceğini iyi biliyordu ve bunu engellemek için her türlü şeytanlığı şimdiye kadar yapmaktan kaçınmadı.
İnkılab üç büyük badire atlatmıştır .
1-İnkılabı devirme girişimi: Önce içte Şahın geride bıraktığı generalleriyle ihtilal yapmak istediler, ama başaramadılar. Daha sonra 8 yıl sürecek yüz binlerce şehid ve gazi geride bırakacak bir savaş başlattılar, bütün güçlerini kullandılar ama yine İnkılabı deviremediler. Savaş, ambargo ve diğer yollarla İnkılabı dıştan deviremeyeceklerini anlayınca içe yöneldiler.
2-İçten yıkma: İç ihtilaf ve kargaşa çıkarıp İnkılabı içeriden yıkmak istediler; İnkılab muhalifleri, liberaller, Batı hayranları hepsini bir araya toplayıp kadife devrimi ile devireceklerdi, ama yine yapamadılar. İç muhalefeti her türlü imkanlarla donattılar ve bunun yanısıra da sistemi zayıflatmak için de her türlü ambargoyu uyguladılar. İslam cumhuriyeti basiretli rehberi sayesinde bu oyunu da boşa çıkardı.
3-Alternatif oluşturma: Dıştan ve içten yıkamayacaklarını anlayınca müslüman ülkelerine yayılmasın ve İnkılab ihraç edilmesin diye bu inkılaba alternatif olarak müslümanları cezbedecek, demokratik ve liberal İslamı savunan güçlü bir rakip çıkarmaya çalışıyorlar; son 10-15 yıllarını buna harcadılar ve hala bu yoldan umutlarını kesmiş değiller.
İnkılab her üç saldırı çeşidinden de yüzünün akıyla çıkıp istikrarlı adımlarla ilerlemeye devam ediyor.
36 yaşındaki İslam İnkılabı kendine kurulan bütün tuzakları atlattı, rakip tanımıyor, gün geçtikçe daha da gelişiyor daha da ilerliyor. Bunları dost düşman herkes biliyor. Bazıları kıskançlığından gizliyor, dile getiremiyor, bazıları da normal göstermeye çalışıyor, bazıları ise şeytanlığından vazgeçmemiş asıl hedefine ulaşana kadar da vazgeçmeyecektir.
Asıl konu şu; neden İslam Cumhuriyetini yıkmak istiyorlar? Neden İslam Cumhuriyetini kabullenemiyorlar? İslam Cumhuriyeti bunlara ne yapmış?
Dünya siyasetini tanıyanlar için bu soruların cevabı çok açık ve nettir:
-İslma Cumhuriyeti, dünyaya hakim tek eksenli siyaset sisteminin karşısına yeni bir eksen olarak çıktı. İslam cumhuriyeti, “dünyada tek eksen olamaz, ben de varım, ben ikinci eksenim, ben müslüman toplum ve ezilen mustazaflar için bir eksen oluşturacağım” deyince, Batı emperyal eksen kendilerine alternatif çıkmasına tahammul edemedi.
-Bilim ve teknolojiyi tekellerinde bulunduran Batı dünyası İslam Cumhuriyetinin bu tekellerini kırıp dünyaya “müslüman da ilim, bilim ve teknolojide başarılı olabilir. İslam, ilim ve bilimle iç içedir, İslam ilerleme, gelişmeye davet etmektedir” deyip bilim alanlarında; nükleer enerji, uzay bilimi, nano teknoloji ve diğer alanlarda 7-8 ülkenin elinde bulunan bu tekeli kırınca Batı emperyal güç rahatsız olmaya başladı..
-İnkılab diğer toplumları uyandırıyor, ezilenleri emperyal sömürü ve zülme karşı kıyama hazırlıyor. Batı emperyal güç halkların uyanıp kendi kuklası olan diktatör ve demokrat rejimleri devirmesine izin veremezdi. Bunları harekete geçiren gücün önü alınması gerekir.
- Filistin meselesi müslümanların en son sorunu haline getirilmişken İslam Cumhuriyeti tekrar Filistin ve Kudüs meselesini müslümanların ilk meselesi haline getirdi. Siyonist cephe buna tahammül etmeyecekti tabi ki. Tek çare İslam Cumhuriyetinin devrilmesi veya temel ilkelerinden uzaklaştırılması, içinin boşaltılması olarak görüyorlar.
İslam Cumhuriyetinin Irak, Suriye, Lübnan ve Yemen’deki başarısı empeyalist ve siyonist gücü daha da çıkmaza sürüklemektedir. Yalnızken yenemediler, şimdi nasıl devirecekler karar kara düşünüyorlar.
Empeyalist ve siyonist güç bunları yaparken, büyük şeytanın gönüllü dostları da yeni bir cephe açıyorlar; Velayet-i Fakihe sistemine saldırı. Ama hedeflerine ulaşamayacaklardır, şeyatnın işi vesvesedir. Allah bizi cin ve insin vesveselerinden korusun.
Vesselamu aleyku . Sabahattin Türkyilmaz
36 Yaşındayız…
Asırlar süren fetret devrinden sonra yeniden somut meyveler veren şecere-i tayyibenin gerçekleştirdiği ve kendisiyle baharın geldiğinin müjdelendiği İslam Devriminin üzerinden 36 yıl geçti. Onca asır suskunluk illetine müptela olan mazlumların dillerindeki düğüm 36 yıl önce İmam Hümeini (r.a.) nurani hareketi ile çözülmüş, içlerindeki birikmiş öfkeyi büyük şeytanın ve siyonizmin üstüne salan mustazaflar, birer birer ve ikişer ikişer kıyam ederek (Sebe 46) şahları devirdikleri gibi, şahlık hayalleri kuranları da lisan-ı hal ile uyarmışlardır.
Bu kıyam öyle bir kıyam olmuştur ki, sadece 2500 yıllık şahlık rejimi değil, bütün tarihi ile birlikte nifak ve küfür, üstelik her coğrafyada, ya yıkılmış, ya yıkılmaya yüz tutmuştur. En kurak topraklara dahi devrim tohumu ekilmiş ve kayaların ortasına düşen tohumlar o kayaları yavaş yavaş delerek yeşermeye başlamış ve mazlumların gölgelerine sığınacakları ağaçlara dönüşmüştür. Ve bugün bu tertemiz ağaçların sayısının arttığı ve bir ağaçtan bir ormanın oluştuğu gören gözler için artık gizli değildir.
Özellikle İmamın (r.a.) işaret ettiği gibi Fecr suresinde ilahi bir vaad ve müjde olarak kendini belli eden İslam İnkılabı, Resulullah’ın (s.a.a.) ve İmamların (a.s.) hadislerinde adres gösterilerek muştulanmıştır ki bunun üzerine yıllardır çokça yazı yazılmış ve bu deliller sürekli gündemde tutularak halkların gönlündeki şüpheler giderilmeye çalışılmıştır. Siyasetmektebi olarak bahsi geçen delilleri bir çok yazımızda beyan ettiğimiz için bugün İslam İnkılabını ve İmamı (r.a.) farklı bir boyutta ele almayı ve ahir zamanın vaad edilen bu zaferinin temsil ettiği hakkı, yüreklere nasıl yerleştirdiğini izah etmeye çalışmayı uygun gördük. Zira hak diye ortaya çıkan batılların, göreceli olarak kazandıkları zaferlerin kısa ömürlü olması, sınırlarla çevrili olup tüm insanlığa hitap edememesi, çizilmiş bütün sınırları ve kurulmuş bütün setleri alaşağı eden, farklı dinlerden de olsa mazlumların tümünü kuşatabilen ve tüm mahrumların kurtuluş ümidi haline gelen İslam İnkılabı hakikatinin bu gücünü nerden aldığını ve neye dayandığını bilmek, benzeri kıyamların, zalimlerin sultası altında nifak ile uyuşturulmuş olan halklar tarafından da gerçekleştirilebilmesi için önemlidir.
Bu meyanda bize göre İslam İnkılabını gerçekleştiren ve bunu gençlik yıllarında planladığını Sebe suresi 46. ayeti ön plana çıkartarak belli eden İmam’ın (r.a.) hareketini ve bu hareketin başarısını özetleyen en önemli ayet ‘attığın zaman sen atmadın, ama Allah attı’ (Enfal 17) ayetidir ki, bütün bir ömrünü Allah (c.c.) rızası için tüketmiş olan ve en sonunda gönül huzuruyla, razı olan ve razı olunan olarak Rabbine dönen (Fecr 27-30) İmam’ın (r.a.), nur dolu hayatının özeti bu ayettir. Gençliğinden itibaren bütün varlığı ile ömrünü İslama adayan İmam (r.a.), bulunduğu her cephede, planladığı her işte başarıya ancak bu şekilde ulaşmış, rızasını kazandığı Rabbine (c.c.) itaatinin mükafatı olan devrimi ancak bu şekilde gerçekleştirmiştir. Tıpkı ceddi Resulullah (s.a.a.) gibi çıktığı yolda önceleri tek olan ve daha sonraları hakikati kalplerine akıttığı talebeleri ile maddi olarak güçten yoksun olmalarına rağmen tüm dünyayı karşılarına alabilecek azme sahip olduklarını yıllar boyu süren mücadeleleri ile ispatlayan İmam (r.a.) ve O’nun (r.a.) talebeleri, adeta İslam’ı yeryüzüne ikinci kez getirmiş ve Süreyya yıldızına sürgün edileceği Resulullah (s.a.a.) tarafından asırlar önce beyan edilen imanı, devletleştirmişlerdir.
Bu yüzden İmam’ın (r.a.) attığı hiçbir adım kendisine ait değildir. Çünkü attığı zaman o atmamıştır, Allah (c.c.) atmıştır. Bu adımların bunca sağlam oluşu ve her daim hedefe yönelik oluşu, sonuç getirişi ve Allah (c.c.) düşmanlarına darbe vuruşu bunun ispatıdır. Bu adımlar öyle sert adımlardır ki yeryüzü boyun eğmiş ve halifesini olanca edebiyle karşılamaya hazırlanmıştır. Bunun ilk nişanesi olarak, sırtında taşıdığı küfür ve nifağı sarsmış, büyük şeytanın ve siyonizmin bağrında ehil olanların göreceği depremleri oluşturmuştur. Bu adımların sesi binlerce kilometre uzaktan işitilmiş, kavimleri helak eden sayhanın benzeri zalimlerin kulaklarına kadar ulaşmıştır. ‘Ölüden diri, diriden ölü çıkaran’ (En’am 95) Allah (c.c.), bu adımların bereketiyle nice ölüyü diriltmiş, nice diri görüneni ise hakkı işitemeyen ölüye (Rum 52) çevirmiştir ki, kendi elleri ile kendi kalplerini mühürleyenlerin yaşamlarının hayat olmadığı bizler tarafından anlaşılsın ve İmam (r.a.) ile İnkılabın hakikatinin değeri ortaya çıksın.
Konuştuğu zaman da İmam (r.a.) konuşmamış, her söz ilahi bir hakikatten kaynaklandığı için İmam’ın (r.a.) diliyle Allah (c.c.) konuşmuştur. İmam’dan (r.a.) önce ve sonrada çokları konuşmuş olsa da kalpler bu sözleri anlayamayıp kabullenmedikleri halde, İmam’ın her sözünün müslüman olsun veya olmasın herkesin kalbine tesir etmesi de bu hakikatin en önemli delilidir. Zira yaşamı ile Allah’tan (c.c.) bir ruh olduğunu ispatlayan İmam (r.a.), ‘kendi heva ve hevesinden konuşmayacağı'(Necm 3) bizlere bildirilen Ceddi (s.a.a.) gibi, bütün yaşamında heva ve hevesinden uzak durmuştur ve dilinden sadece hakikat pınarları akmıştır. Duru, temiz ve berrak olan bu pınar, içine nifak karışıp bulanıklaşmış olan nice zehirli suyla uyuşturulan halkların gönlüne ab-ı hayat olarak akıp, o kalplerdeki iman, onur ve izzet tohumlarını yeşertmiş ve direniş meydanının ‘Lebbeyk’ nidaları ile dolup taşmasını sağlamıştır.
Baktığı zaman da aslında bakan İmam (r.a.) değildir. Zira hiçbir dünyevi gözün basireti, zulmün kurduğu bunca tuzağı deşifre etmeye ve zaferi bu kadar net olarak mazlumlara sunmaya yeterli değildir. Zaten bakan göz olunca görünen hakikat olmamaktadır çoğu zaman. O halde kalbi Allah’a (c.c.) ait olan İmam’ın (r.a.) bakışı da Allah’a (c.c.) aittir ve o bakış gizlenen bütün hakikatlerin üzerlerindeki perdeleri kaldıracak kadar net, mümine huzur verecek kadar şefkatli ama kafirlerin yüreklerini delip geçecek kadar keskindir. Bu yüzden İmam’a (r.a.) bakan mümin huzur bulurken, küfrün önderlerinin ömrü tükenmekte, uykuları kaçmaktadır. Zira İmam’ın (r.a) varlığı onların varlığının en büyük düşmanıdır. Ve İmam (r.a.) İslam İnkılabı var olduğu sürece var olmaya devam edecektir ki mirası zaten emin ellerdedir.
Ve idare edip yönettiği zaman da aslında idare eden O (r.a.) değildir. Başından sonuna kadar ilahi direktifler doğrultusunda kurulan İnkılabın bütün kurum, kuruluş, yasa ve kanunları ile dayandığı Kur’an’ı gönderendir İslam İnkılabının işlerini düzene koyan ve İnkılabın idaresini üstlenmiş olan. Çünkü ‘zikri gönderen o zikri korumayı da üstlenmiştir'(Hicr 9) ve O’nun (c.c.) koruduğunu bozabilecek hiçbir güç yoktur yaratılmış olan. İslam İnkılabının habire birleşik şeytanların topyekün saldırılarına maruz kalsa da dimdik ayakta durabilmesinin dayanağı da budur. Vurulmak istenen her darbe, ‘tuzak kuranların tuzaklarını başlarına geçirerek ve İnkılabın daha da güçlenmesini sağlayarak bu tuzakları bozup bunlara karşı kurduğu tuzağı'(Enfal 30) ayan eden Allah (c.c.) tarafından hayra çevrildikçe, yönetenin kim olduğu aşikar olmuştur aslında bizce.
İşte ister savaşta ister barışta attığı her kurşunu, füzeyi ve adımı hedefe ulaştıran Allah (c.c.) olunca İmam’ın gerçekleştirdiği İnkılap ta ilahi bir nimet olmaktadır bizim için. Ve bu nimetin çağrısının ulaştığı beldelerde İmam’ın (r.a.) manevi talebeleri kıyam etmekte. İnkılabın ağacı 36 yıldır meyve vermekte ve 36 yaşında bu meyveyi dermeye güç yetirenler yetişmekte İnkılabın ve İmam’ın (r.a.) medresesinde. 36 yaş ne mübarek bir yaşmış ki sarayları sarsacak olgunluğa eriştirmekte insanı. 36 yaşında olan insan yıkabilmekteyse onlarca yaş büyük zalimlerin tahtını, 36 yaşına basan İnkılabın yıkmasını beklemekteyiz yüzlerce yıllık küresel siyonizmin saltanatını. Umut vermekte bizlere İmam’ın (r.a.) varlığının devamı olan Rehberin varlığı ki İmam (r.a.) attığı zaman atmadıysa, Allah’ın (c.c.) attığıdır Rehberin bu zamanda attığı. Kutlu olsun İnkılabımızın yeni yaşı ve mutlu olsun İmam’ın (r.a.) yolundan giderek Allah’ın (c.c.) adım attırdıkları.
siyasetmektebi