Kur’an’da Semanın Manası

Rate this item
(0 votes)
Kur’an’da Semanın Manası

Kur’an’da defalarca zikredilen”sema” kelimesinin kendi dilimizdeki tercümesi gök değildir. Değişik örnekleri olan yukarı taraf manasındadır.

 Kur’an’da Semanın Çeşitli Kullanılışları

“Sema” kelimesi sözlükte yukarı taraf manasındadır. Bu, genel bir mefhum olup değişik örnekleri içinde barındırmaktadır. Bundan dolayı Kur’an’da değişik yerlerde kullanılmış olduğunu gözlemlemekteyiz:

1. Bazen yerin çevresinde yer alan “yukarı taraf” anlamında kullanılmıştır. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

“Görmedin mi, Allah güzel bir sözü nasıl misal getirdi? (Güzel bir söz), kökü sağlam, dalları göğe yükselen bir ağaç gibidir.”[1]

2. Bazen yeryüzünden daha uzak bir bölgeye (bulutlar mahalline) denmiştir. Nitekim şöyle okumaktayız:

“Ve gökten bir mübarek su indirdik.”[2]

3. Bazen yeryüzü etrafında toplanmış kümelenmeye (atmosfer) denmiştir:

“Gökyüzünü de korunmuş bir tavan yaptık.”[3]

Allah’ın biz göğü (atmosfer) korunmuş bir tavan yaptık diye buyurması, yeryüzü atmosferinin bir tavan gibi başımızın üstünde durması ve yeryüzünü gök taşlarının düşmesi karşısında koruyacak derecede sağlam olması nedeniyledir. Eğer kümelenmiş bir hava kalkanı olmasaydı, gece ve gündüz devamlı bir şekilde yeryüzünün çekim alanına giren ve ona doğru çekilen bu taşların düşme tehlikesiyle yüz yüze kalacaktı. Ama bu kalkanın varlığı, taşların yeryüzü atmosferine değmesiyle yanması ve sonra da kül olmasına neden olmaktadır.

4. Bazen de “yukarı küreler” manasında kullanılmıştır[4]:

“Sonra duman hâlinde bulunan göğe yöneldi” (Ve ilk gaz ile gezegenleri yarattı).”[5]

5. Kur’an âyetlerinde “yedi göğün”[6] yaratılışı ve varlığı zikredilmiştir. Yedi gök denilirken gerçek manasıyla yedi gök kastedilmiştir. Bu tabirin değişik Kur’an âyetlerinde zikredilmesi, yedi sayısının burada çokluk[7] anlamında olmadığını ve özel bir sayıya işaret olduğunu göstermektedir. Bu âyetlerden anlaşıldığı kadarıyla gördüğümüz tüm gezegen ve yıldızlar birinci göğün parçasıdır. Ulaşamadığımız ve bugünkü bilimsel araçlarımızın kapsama alanının dışında kalan başka altı gök daha mevcuttur. Toplam yedi âlemi, yedi gök oluşturmaktadır. Nitekim Kur’an-ı Kerim şöyle buyurmaktadır:

“En yakın göğü kandillerle süsledik.”[8]

Bu âyetlerden iyice anlaşıldığı üzere gördüğümüz ve yıldızlar dünyasını oluşturan her şey birinci göğün parçasıdır, onun ötesinde altı gök daha mevcuttur ve bizim hâlihazırda onların detayları hakkında tam bir bilgimiz yoktur.[9] Nitekim yeni nücüm ilmi bu doğrultuda hareket etmiş ve bu görüşü desteklemiştir.[10]

Netice şudur: Kur’an’da kullanılmış “sema” ve “es-sema” kelimesinin tam manası “gök” değildir. Mana itibariyle kastedilen yukarı taraftır. “Atmosfer”, “yeryüzünden biraz yüksek”, “bulutlar mahalli” manalarında kullanılmıştır. Bu Kur’an âyetlerinde sadece bazı yerlerde “gök” (yıldızların bulunduğu yer) manasında kullanılmıştır. Öte taraftan Kur’an on dört asır önce (nücum ilmi bugünkü geldiği noktadan çok uzakken) evrenin azametini ve görünmeyen şeyler karşısında bu görünen dünyanın ne kadar küçük olduğunu açıklamıştır. Göze görünen tüm şeylerin ve yukarıdaki göğün tüm kürelerinin birinci gök olduğunu beyan ederek, evrenin azametini tüm açıklığıyla dile getirmiştir. Soruda işaret edilmiş âyetlerin incelenmesine gelince ise şunları ifade etmek gerekir:

1. Enbiya Sûresi, 32:

 وَ جَعَلْنَا السَّماءَ سَقْفاً مَحْفُوظاً وَ هُمْ عَنْ آیاتِها مُعْرِضُونَ 

“Gökyüzünü de korunmuş bir tavan yaptık. Onlar ise oradaki, (Allah’ın varlığını gösteren) delillerden yüz çevirmektedirler.”

Bu âyet ile ilgili bahis ve onun Kur’an’ın ilmî mucizesine ve ilmî azametine delalet ettiği konusu daha önce belirtildi.

2. Lokman Sûresi, 10:

 خَلَقَ السَّماواتِ بِغَیْرِ عَمَدٍ تَرَوْنَها 

“Allah, gökleri görebileceğiniz direkler olmaksızın yarattı.”

Bu âyet de söyleyeninin azametini bildirmekte ve O’nun sonsuz, zaman ve mekân ile sınırlı olmayan bir ilme sahip olduğunu belirtmektedir. Bu âyet göklerin sütunsuz olduğunu ve sütunsuz bir şekilde durduklarını buyurmamaktadır. Sadece göklerin gözle görülebilecek sütunlara sahip olmadığını bildirmektedir.[11] Bu, bilimin on dört asır sonra ulaştığı yer çekimi kanunudur.[12] Bu, bilimin çocukluk döneminde olduğu bir dönemde, on dört asır önce Kur’an’ın işaret ettiği mucizevî bir konudur.

3. Bakara Sûresi, 22:

 الَّذی جَعَلَ لَکُمُ الْأَرْضَ فِراشاً وَ السَّماءَ بِناءً 

“O, yeri sizin için döşek, göğü de bina yapan, gökten su indirip onunla size rızık olarak çeşitli ürünler çıkarandır.”

Tefsir-i Numûne bu âyet hakkında latif ve güzel bir açıklamada bulunmakta ve şöyle demektedir: “Bu âyette şükretmeyi motive edebilecek Allah’ın büyük nimetlerinden bir kısmına işaret edilmiş ve “O, yeri sizin için dinlenme döşeği kılandır” diye buyurulmuştur.” Başka bir ifadeyle, sizi üzerine alan ve uzayda büyük bir hızla değişik hareketlerini sürdüren bu gezegen, varlığınızda en küçük bir titremeye sebep vermeyen şey O’nun büyük nimetlerindendir. O’nun yarattığı yer çekimi gücü size hareket, istirahat, ev ve yuva yapma, bağ ve bahçe kurma ve de türlü yaşam araçlarını icat etme imkânı vermektedir. Bir başka nimet daha vardır. Hiç düşündünüz mü eğer yer çekimi olmasaydı, bir göz kırpma süresi zarfında hepimiz ve tüm evlerimiz ve de yaşam araçlarımız yerkürenin dairevî hareketi neticesinde uzaya uçar ve uzayda kaybolurduk! “Firaş” (istirahat döşeği) çok güzel bir tabirdir. Firaş, sükûnet, huzur ve istirahat mefhumlarını taşımakla birlikte sıcak ve yumuşak olmak ve denge haddinde bulunmak mefhumlarını da kendinde barındırır. Sonra gök nimetine değinmekte ve şöyle buyurmaktadır:

“O, sizin için, göğü de bina yapandır.” (وَ السَّماءَ بِناءً).

“Bina” kelimesi, gök sizin başınızın üzerinde bina edilmiştir mefhumunu çağrıştırmaktadır. Doğal olarak da bir tavan mesabesindedir. Bu mana daha açık şekilde Enbiya Sûresinin otuz ikinci âyetinde açıklanmıştır. Bu âyette işaret edilen “sema” kelimesi, yerin atmosferidir. Bu hususta daha önce açıklama yapılmıştı. Yani yerkürenin etrafını kaplayan ve bilginlerin teorilerine göre kalınlığı birkaç yüz kilometre olan kümelenmiş hava birikimine denmektedir. Yerküreyi her taraftan saran bu katı hava kümelenmesinin temel ve hayatî rolünü düşünürsek, bu tavanın ne ölçüde sağlam ve insanları korumak için ne kadar etkili olduğunu anlarız. Etrafımızı kuşatan bir kristal tavan mesabesindeki bu özel hava kümelenmesi, güneş ışınının direk vurmasını engellemekle birlikte, metrelerce kalınlıktaki çelik bir kaleden daha sağlam ve dayanaklı olacak kadar da muhkemdir! Eğer bu tavan olmasaydı, yer daima dağınık gök taşlarının yağması tehlikesiyle karşı karşıya olurdu ve dünyadaki insanların huzuru sona ererdi. Ama bu yüzlerce kilometre kalınlığındaki basınçlı kümelenme, tüm gök taşlarını yeryüzüne düşmeden önce yakmakta ve yok etmektedir. Sadece çok az bir kısmı ondan geçebilmekte ve yeryüzü ehline bir tehlike çanı sıfatıyla bir köşeye düşmektedir ve bu az sayı asla huzuru bozamamıştır.[13]

Nebe Sûresinin on dokuzuncu âyetinin manası ise manevî gök ve insanın yaşadığı evrenin, melekût ve melekler âlemiyle iletişime geçmesidir. Yani o zamana dek insanın yaşadığı evren, meleklerin âleminden ayrıydı ve şimdi bu ayrılık sona erdi. Çünkü maddî âlem kaldırılmış ve yerine bir başka âlem kurulmuştur. Bu yüzden melekler ve insanlar birbirleriyle iletişim kurmaktadır.[14] Nitekim Kummî Tefsiri’nde de bu âyet cennetin kapıları olarak yorumlanmıştır.[15] Elbette bazıları da bu âyeti ve İnfitar Sûresinin ilk kısmını maddî gök olarak tefsir etmiştir.[16]

–—

[1] İbrahim, 24.

[2] Kaf, 9.

[3] Enbiya, 32.

[4] Fussilet, 11.

[5] Mekarim Şirazî, Nâsır, Tefsir-i Numûne,, c. 1, s. 164, Daru’l-Kutubi’l-İslamiye, Tahran, 1. baskı, h.ş. 1374.

[6] Bakara, 29; Fussilet, 12; Talak, 12; Mülk, 3; Nuh, 15.

[7] Sayının çokluk için olmasının manası, sayının bizzat gerçek bir adeti göstermeyip sadece söz konusu şeyin çokluğunu yansıtmak için kullanılmasıdır.

[8] Fussilet, 12.

[9] Tefsir-i Numûne, c. 1, s. 165 ve 167; Tabatabâî, Seyyid Muhammed Hüseyin, el-Mizan fi Tefsiri’l-Kur’an, c. 17,s. 369, Defter-i İntişarat-ı İslamî Camia-i Müderrissin-i Havza-i İlmiye-i Kum, Kum, 5. baskı, h.k. 1417.

[10] Dünyanın Azameti: Palumar rasathanesi evrenin azametini şöyle nitelemektedir: Palumar rasathanesinin teleskopu yapılmadan önce, bizim sanılarımıza göre dünyanın genişliği beş yüz ışık yılından fazla değildi. Ama bu teleskop dünyamızın genişliğini bin milyon ışık yılına çıkardı. Neticede milyonlarca yeni galaksi keşfedildi ve onlardan bazıları bizden bin milyon ışık yılı uzakta bulunmaktadır. Bin milyon ışık yılı mesafesinden sonra ise büyük, müthiş ve hiçbir şey görünmeyen karanlık bir feza göze çarpmaktadır. Orada rasathane teleskopunun fotoğraf sayfasını etkileyecek bir aydınlık geçmemektedir. Ama bu müthiş ve karanlık fezada kuşkusuz milyonlarca galaksi bulunmaktadır ve bizim tarafımızda olan dünya, o galaksilerin çekim gücüyle korunmaktadır. Göze görünen ve yüz binlerce galaksiye sahip olan bu azametli dünya, daha büyük bir dünyanın küçük ve önemsiz bir parçasından öte değildir ve henüz belirtilen ikinci dünyanın ötesinde başka bir dünyanın olmadığından emin değiliz. (Tefsir-i Numûne, c. 1, s. 168 ve 169).

[11] el-Mizan fi Tefsiri’l-Kur’an, c. 11, s. 287.

[12] el-Mizan fi Tefsiri’l-Kur’an, c. 11, s. 287.

[13] Tefsir-i Numûne, c. 1, s. 118 ve 121.

[14] el-Mizan fi Tefsiri’l-Kur’an, c. 20, s. 166.

[15] el-Mizan fi Tefsiri’l-Kur’an, c. 20, s. 176.

[16] Tefsir-i Numûne, c. 26, s. 33.

Read 1002 times