Suriye’de ki vekâlet savaşı başladığı günden bugüne, birileri Şam’da Emevi Camiinde namaz kılamamışlarsa, bunu İranlı askeri danışmanlara ve Hizbullah’a borçludurlar.
Bir zamanlar Erdoğan ve Esad arasında su sızmazken, ailece Bodrum’da tatil yaparlarken, ne hikmetse bir gecede Erdoğan’ın dostum Esad diye hitap ettiği şahıs, Esed oluverdi.
Elbette hikmeti açık ve net olarak ortada, büyük Osmanlı hayallerine kapılan zevatlar, ABD dönüşü yaptıkları açıklamada; artık bundan böyle Milli Görüş gömleğini çıkardıklarını ve Büyük Ortadoğu Projesi ‘‘BOP’’a eşbaşkanlığa soyunduklarını ilan ediyorlardı.
Suriye ile aralarının açılmasının ve düşürülen Türk savaş uçaklarının Suriye toprakları içinde vurularak düşürülmesinin ardından, Şamil Tayyar gibi bazı AKP’li milletvekilleri 3 saate Şam’a varacaklarını ve Emevi Camiinde namaz kılacaklarını haykırmaya ve savaş çığırtkanlığı yapmaya başladılar.
Verilen eşbaşkanlık görevini tam anlamıyla yerine getirebilmek için angajman kurallarında değişikliğe giden AKP hükümeti, Suriye’ye misliyle karşılık vererek askeri uçak ve helikopterlerini düşürdü ve Esad’a karşı açıkça savaş ilan etti.
Suriye satrancında ABD, Batı, Sünni Arap şeyhleri ve Siyonist rejim safında yer almayı benimseyen AKP hükümeti, müttefiklerinin yardımıyla Libya’da Kaddafi rejimini devirmeyi başardıkları senaryoyu, Suriye’de uygulamaya çalıştılar.
Çünkü Siyonist rejim, Suriye hükümeti ve Beşar Esad’ı devirerek, Şii hilali olarak bilinen direniş cephesinin belini kırmak istiyordu. Zira Lübnan Hizbullah’ı ve Hamas’a silah Suriye üzerinden gitmekteydi.
Siyonist rejim, İran’ın Şii direniş örgütü olan Hizbullah’a ve Sünni direniş örgütü olan Hamas’a, silah göndermesine bir türlü engel olamıyordu.
Siyonist rejim silah sevkiyatının önünü alabilmek için, Şii hilalinin belini kırmak istiyordu. İşte bu bağlamda, Suriye üzerinde oynamak istedikleri senaryoyu uygulamaya başladılar.
Dünyanın dört bir yanından topladıkları hapishane kaçkınları, eroinman, esrarkeş, kiralık katil ve müebbet yemiş cellâtları, adını Irak Şam İslam Devleti ‘‘IŞİD’’ olarak koydukları Tekfirci-Vahabi ideolojiye sahip teşkilat altında Suriye’ye soktular.
Hedefleri Suriye’yi üçe bölerek, Şii hilalinin belini kırmak ve direniş örgütlerine silah akışını önlemekti.
İlk başlarda dünyanın dört bir yanında ki Sünniler, hatta Türkiye’de Akif Beki ve Cübbeli Ahmet gibileri, IŞİD terör örgütünü bir Sünni Devrimi olarak lanse etmeye çalıştılar, işi daha da ileriye götürerek İstanbul Fatih Camiinde Suriye’de kazanılan zaferler için lokum dağıttılar ve verilen şehitler için gıyabi cenaze namazı kıldılar. Hâlbuki IŞİD denen terör örgütünün Sünnilikle ve İslam ile uzaktan yakından ilgisi yoktu.
Ama ne hikmetse İsmailağa Cemaati mensubu Cübbeli Ahmet gibi zatlar, medyada Alevi Esad Sünnilere baskı uyguluyor veya Şii Maliki hükümeti Sünnilere zulüm ediyor diye bas-bas bağırmaya başladılar. Saf, temiz yâda akıldan yoksun insanları, IŞİD saflarına katmak için büyük çaba sarfetmeye özen gösterdiler, özellikle Konya’dan IŞİD terör örgütü saflarına katılan çok oldu.
İş o kadar ilerledi ki Suriye ordusu IŞİD terör örgütüyle baş edemez oldu, tekfirci teröristler Suriye’ye Alevi boğazlamaya geldiklerini söylüyorlardı. Her geçen gün masum insanlar, Ehlibeyt sevgisini yüreklerinde taşıdığı için boğazlanmaya başladı, canları malları ve namusları Suudi-Vahabi müftülerce helal kılındı.
Tam bu esnada yıllarca Siyonist rejime kan kusturmuş Seyit Hasan Nasrallah liderliğindeki Hizbullah, gün geçtikçe artan Alevi ve Şii katliamlarına dayanamayarak, Suriye’ye müdahil oldu. O güne kadar dillere destan olan işgalci Siyonist rejime diz çöktüren Hizbullah, Bakir Bozdağ gibi AKP’liler tarafından bir gecede Hizbuşşeytan ilan edildi.
Bu IŞİD denen terör örgütüne o kadar güvendiler ki İstanbul gibi metropol şehirlere yerleşmelerine ve yuvalanmalarına göz yumdular. Bir taraftan Türkiye’ye sığınmaya çalışan Suriyeli mülteciler, diğer taraftan yeteri kadar hizmetin verilememesi, Suriyeli mültecilerin tüm Türkiye’ye dağılmalarına neden oldu. İstanbul’un her köşesi en lüks turistik yerlerinden tutun, arka mahallelerine kadar Suriyeli oldukları ama gerçekte ne oldukları belirsiz insanlarla doluverdi.
Özellikle Bağcılar ve Esenyurt kimliği belirsiz insanların yurdu yuvası oldu, takriben her evin bodrumu Esad karşıtı ve IŞİD taraftarı insanların hücre evi oldu. Suriye ile 900 km olan sınırlarımız zaten tamamen açık, sağolsun THY da herkes gibi dünyanın dört biryanından IŞİD terör örgütüne katılmak için Türkiye’ye ve oradan da karayoluyla Suriye’ye geçip IŞİD’e katılmak isteyen militanları taşıyarak, üzerine düşen görevi en iyi şekilde yerine getirdi.
Suriye sınırında içi silah dolu ve Suriye’ye gönderilmek üzere depolanan tırlar jandarma tarafından yakalandı. Tırların MİT’e ait olduğu söyleniyordu. Sözde MİT tırları Türkmenlere gidiyormuş.
Yahu görünen köy kılavuz istemez, şimdi Türkiye’nin, AKP hükümetinin, Erdoğan’ın ve Davutoğlu’nun, MİT’in, bazı tarikat ve cemaatlerin, Esad’ın gitmesi için her şeyi yaptığı günışığı gibi ortada. Son olarak Yayladağı Türkmenlerinden dolayı Ülkücülerde bu koalisyona katıldı.
Türkiye’nin izlemiş olduğu Suriye siyasetinde yanıldığı ve hata yaptığı herkes tarafından bilinmekte.
Başını ABD ve Siyonist İsrail’in çektiği Emperyalist güçler, Esad’ı devirip BOP için Suriye’yi üç parçaya bölmeyi kafalarına koymuştu. Esad tecrübesiz Suriye ordusuyla IŞİD terör örgütüne karşı koyamıyordu, İranlı askeri danışmanlar ve Hizbullah’ın olaya müdahil olmasıyla birlikte, tek çarenin halkı silahlandırıp eğitmekten geçtiği kanısına vardılar.
Bu büyük görev İran devrim muhafızları Kudüs orduları komutanlarından General Hamedani’ye verildi. General Hemadani, Suriye halkına kısa sürede gerekli silahlı eğitimi vererek, 100 bin kişilik gönüllü halk komitesi kurmayı başardı ve Suriye düşmekten kurtuldu. Lübnan Hizbullah’ı da bir taraftan Suriye ordusuna destek veriyordu. General Hamedani bu uğurda canınıda feda etti ve şehitlik makamına terfi etti.
Ama tüm bunlara rağmen baş edilemiyordu, çünkü Emperyalizm Suriye savaşını bir Sünni-Şii savaşı olarak lanse etmişti. Başını Suudi Arabistan, Katar ve Türkiye’nin çektiği Sünni blok’ta, körfezde ki Arap ülkeleri ve müttefikleri olan ABD, Batı ve Siyonist rejim, karşı taraftaysa Şii hilali olarak adlandırılan İran, Irak, Yemen ve Lübnan Hizbullah’ı vardı. Acaba gerçektende ortada bir Sünni-Şii savaşı mı vardı? Hayır, kesinlikle hayır, ama Sünni camiayı ve devlet yöneticilerini buna inandırmışlardı. Sünni blok o kadar kendini kaptırmıştı ki Şii hilali denilen grup, IŞİD ile başedemez oldu. Olaya Rusya’da dahil oldu ve dengeler tamamen değişti. Emperyalist güçler Türkiye’ye Rus uçağını düşürttürerek, Türkiye’yi de Suriye savaşına sokmaya çalıştılar, elbette tecrübeli Putin soğukkanlı davranarak ve karşılık vermeyerek oyuna gelmedi. Her geçen gün biraz daha kan kaybeden tekfirci IŞİD terör örgütü, bugünlerde kurduğu Hilafet devletini Libya’ya taşımaya hazırlanıyor.
Sonuç: yüz binlerce masum ve günahsız insan öldü. Şii hilalinin belini kıramadılar, iykide kıramadılar çünkü eğer kırsaydılar sıra Sünni blok’a gelecekti.
Burada asıl eleştirim Türk devlet yöneticileri ve milletinin (hepsi değil tabi) hiçbir şey olmamış gibi davranmaları, hani bir atasözü var ya; Bana dokunmayan yılan bin yaşasın veya karnım tok olsun da gerisi önemli değil. Yine hiçbir şey olmamış gibi AKP’ye oy veriyorlar tek başına iktidara getiriyorlar ve….ve….ve…AKP hükümetinin siyasetleri ülkeyi bölünmeye götüren siyasetlerdir. BOP’ un gerçekleşmesi için sadece Suriye, Irak, Yemen veya Lübnan değil Türkiye ve İran’ın da bölünmesi gerekmekte.
İşte bu yüzden 80 milyon Türkiye’nin tüm fertlerine görev düşmekte, kimse bana ne diyemez, çünkü bugün Suriyelinin, Iraklının, Yemenli’nin veya Lübnanlının başına gelen yarın benimde başıma gelecek.
Can Polat