Displaying items by tag: Paris
Rehberimizin Dilinden İmam Humeyni (ra)
İMAM HUMEYNİ’NİN HALKLA MUHABBETİ
Bizim rehberimiz ve imamımız, o büyük ve azametli ilahi kudretiyle her zaman halkı dikkate aldı.
İmam Paris’ten Tahran’a geldiği ilk günlerde – yani o dönemin en hassas anlarında, bütün dünyadaki gözlemcilerin, bütün siyasi izleyicilerin İran’ı asrın en büyük havadisinin odağı olarak gördükleri ve hepsinin ne olacak, olaylar nasıl gelişecek diye merakla bekledikleri o günlerde – daha ilk anlardan itibaren halkın arasına girdi. 80 yaşındaki ihtiyar adam istirahatini, uykusunu ve güvenliğini halka ve halkın iradesine bıraktı. Siyasetçiler geldiler ve dediler ki: ‘’ İmama söyleyin vaktini bu kadar halka harcamasın, gidip gelmelere, halka görüşmeye sarf etmesin; izin versin siyasetçiler, düşünürler, akıl sahipleri gelsinler, otursunlar ve büyük siyasi meselelerle ilgili imamla sohbet etsinler.’’
İmam, bütün bunlara cevaben dedi ki : ‘’ Benim siyasetçilerle, akıl sahipleriyle ve ensesi kalınlarla işim yok, benim halkla işim var. Geliyorlarsa halka beraber gelsinler.’’ O meseleyi doğru anlamıştı ve doğru teşhiste bulunmuştu. Eğer siyasetçilerle sohbete oturmuş olsaydı şimdilerde bile biz, Bahtiyar’ın gayri milli şura meclisinin nutkunu dinliyor olurduk. Geldi, halkla yüz yüze durdu, onunla halk arasında koruma yoktu. Yüz kez, bin kez ‘’ canınız tehlikede ’’ dediler, ‘’ bırakın tehlikede olsun, ben öldürülecek bile olsam bu milletin faydasına olacaktır ’’ dedi. Koruma olmadan, binlerce insanın karşısında durdu, onlarla sohbet etti. Kadınlar, erkekler ve çocuklar geldiler, çocukları kucaklarından aldı, öptü, okşadı, annelerine-babalarına geri verdi. Halkın arasına geldi, halkla beraber çalışmasını sürdürdü, hesabını halkın üzerine yaptı ve gördüler ki, galip oldu.
Tek Başına Bir Ağacın Görkemli Dik Duruşu
Aziz rehberimizin çok ama çok yalnız olduğu bir gündü. Bu memlekette iki mücadele grubu vardı, ikisi de rehberimizin tezini reddediyorlar, kabul etmiyorlardı. Bir grup rahatına düşkün, masa başında oturan, yatağında istirahat eden türden; oturmaya, yemeye, maaş almaya, beylik yapmaya alışmış; egoistlik ve tekebbürle bir kelime sözü zor söyleyen, milletin üzerine yük olan, siyasi bir harekette bazen bir şeyler söyleyen, ama sorun istemeyenler. Rehberimizin yöntemine muhalif olan bu grup şöyle diyordu: ‘’İmam boşuna şahın koluna kanadına takılıyor, şah bu memleketten gidici değil. En azından eğer şahı reddediyorsa saltanatın niyabetini kabul etsin.’’ İmam sağlam durdu ve şöyle dedi: ‘’Her kim bizim şiarımızı kabul etmiyorsa mülakatımıza gelmesin.’’ İmam Paris’te, ileri gelen siyaset adamlarının yanına gelmeleri iznini, evvela İran’da saltanatı ve padişahlığı reddetmeleri ve mahkûm etmeleri şartına bağlıyordu. Ancak ondan sonra İmam’ın yanına kalkıp gelebilirlerdi. Onlarla sohbet etmeye, müzakere etmeye bile yanaşmıyordu, sağlam duruyordu. Bunlar bir gruptu.
Diğer bir grup ise solculuk ve fedakârlık iddiasıyla mücadele meydanında ortaya çıkan aşırılık taraftarı kimselerdi. Bunlar silahlı mücadele taraftarıydılar ve kurtuluşun tek yolunun silahtan geçtiğine inanıyorlardı. Şöyle diyorlardı: ‘’İmam boşuna ısrar ediyor, şah gibilerle bu mücadele zafere ulaşmayacaktır. Boşuna oyalanmayın, silahlı savaş yapılmalı, ellerimize silah almalıyız. Halk genel olarak gönüllü askerler olmalıdır.’’ İmam’la irtibatta olduğunu düşündükleri herkesin etrafını çeviriyorlar ve ‘’Bizi silahlandırın’’ diye feryat ediyorlardı. Elbette ‘’Bizi silahlandırın’’ diyenler genelde halk kitleleriydi, ama tez, silahlı mücadeleyi şiar edinmiş gruplara aitti. ‘’Elinize silah almadıkça, halkı silahlandırmadıkça fayda etmez, şah bu memleketten gitmez’’ diyorlardı. İmam heyecana kapılmadı, eli ayağı birbirine dolaşmadı, kendi çizgisini kaybetmedi, yolunu sürdürdü. ‘’Siyasi mücadeleyle bu rejimi o kadar daraltıp sıkacağız ki, ya intihar ya da firar edecektir’’ dedi ve gördük ki, bu da oldu. Memleketteki mücadeleci gruplar, İmam’ın tezine muhaliftiler. Esasen mücadeleye karşı olan ve her türlü mücadeleyi mahkûm eden, rahatlık peşindeki fırsatçı gericileri ise geçelim, onları hiç saymayalım.
İmam tek başına bir ümmetti: ”Şüphe yok ki İbrahim, tek başına bir ümmetti” (Nahl Suresi,120)
Yalnız kendisi bir ümmetti. Sonsuz bir çöldeki tek bir ağacın yalnızlığının görkemiyle tufanlara, kumlara, yakıcı ve sıcak güneşe, susuzluklara galip geldi ve ortamı yeşillendirip güzel kokularla doldurarak ayakta durdu, ve mücadeleyi buraya ulaştırdı.
Ben Charlie Değil, Ortadoğu'yum
غفر الله لنا ولكم
Ünlü ve küstah mizah dergisi Charlie Hebdo'nun Paris'teki bürosuna düzenlenen saldırı sonucu 12 kişinin yaşamını yitirmesinin ardında terörizm lanetli yüzünü bir kez daha gösterdi.
Terör, hangi gerekçelere dayandırılırsa dayandırılsın başta sevgi ve kardeşlik dini olan İslam dininin mensubu olan Müslümanlar olmak üzere hiçbir insanın kabul etmeyeceği bir vahşettir. Faili kim olursa olsun ve kime karşı işlenirse işlensin terör, vahşi bir eğilimdir.
Her insan gibi bizlerde Fransa'da düzenlenen menfur terör eyleminin insanlık suçu olduğu kanısındayız. Zira hiçbir gerekçe sivil ve masum insanların öldürülmesini haklı ve meşru çıkaramaz. İnsanın yaşam hakkını elinden alan terörizmin failleri ve finansmanları kendilerini ne kadar da demokrasi havarileri olarak göstermeye çalışırsa çalışsınlar katildirler, kanla beslenen insanlık yoksunu kimselerdir.
Ama şu da var ki, teröristler sadece Avrupa'da boy göstermiyor. Terörizm sadece Paris'te can almadı. Bugün Ortadoğu, teröristlerin cirit attığı, kolaylıkla ürediği bir merkez haline gelmiştir. Ortadoğu, müsebbip ve niyetleri belli olanların kirli planlarını hayata geçirmeye çalıştığı kaos coğrafyasına dönüştü.
Müslüman coğrafyada kaldırdığınız her taşın altından "etnik veya mezhep savaş" sloganlı yeni bir tarihi hesaplaşma ya da bir paylaşım planı görürsünüz. Her geçen gün biraz daha belirsizlik girdabına sürüklenen bu coğrafyada selefi, radikal vb. terör grupları, maşaları oldukları oyun kurucularının da desteğiyle ayakta kalma imkânı buldu. Ortadoğu'yu kan gölüne çevirdi.
Tarihin her sayfasında terörü imal ve ithal eden ülkeler, maşalarının da yardımıyla İslam dünyasında ölüm yağdırmıştır. Terörizmin kuluçkası sözde dünya liderleri bu topraklara yılların tüketemediği ve tüketemeyeceği kinlerini kusmuştur.
***
Neden?
Neden; Başta katil Netanyahu olmak üzere teröre karşı yürüyen liderler Irak, Suriye, Mısır, Filistin, Bahreyn ve daha nice İslam ülkelerinde 12 kişi değil yıllardır öldürülen, çoğunluğu kadın ve çocuk olan milyonlarca sivil ve masumlar için sokaklarda boy göstermedi?
Neden; Paris Cumhuriyet Meydanı'na 1 milyon insanı aynı anda toplamayı beceren dünya liderleri aynı hassasiyet ve olgunluğu öldürülen Müslümanlar için de göstermedi?
Neden: Bugün Ortadoğu'da istediği gibi hareket edenler, "ifade özgürlüğü" adı altında Müslümanların en kutsal değeri olan Hz. Muhammed'e (s.a.a) hakaretin yaratabileceği tepkiyi hesaplayamadı?
Nijerya'da Boko Haram terör örgütü bir gecede yaklaşık 2 bin kişiyi acımasızca katletti.
Mizah dergisine saldırıda sadece bir gün sonra Yemen'in başkenti Sana'da düzenlenen intihar saldırısında 37 kişi hayatını kaybetti.
İsrail sadece 51 günde, çoğu çocuk ve kadın olmak üzere 2 bin 145 kişiyi katletti.
Suriye'de bugüne kadar yarım milyona yakın insan batının ithal ettiği teröristlerin kurbanı oldu.
Neden; Petrol için cinayet işleyen ve Ortadoğu'nun sınırlarını değiştirmek hayali kuranlar Irak'ta 1.5 milyon Müslüman öldürülürken sokağa çıkmadı?
Neden; Peygambere hakareti bile ifade özgürlüğü kapsamında ele alan batı, Suudi Arabistan'da ve Bahreyn'de sadece "düşüncelerini özgürce ifade ettikleri" için bugün hapiste olan Şeyh Nemr ve Şeyh Salman için yürümedi?
Müslüman oldukları için mi? Yoksa Fransa vatandaşı olmadıkları için mi?
Neden; Fransa'nın yaşadığı terör saldırısını her gün yaşayan Müslüman ülkeleri görmezden gelerek "hepimiz Charlie'yiz" diyenler, "Hepimiz Şam'ız", "Hepimiz Bağdat'ız", "Hepimiz Yemen'iz", "Hepimiz Nijerya'yız" diyemedi?
Paris'te sokaklara dökülen 1 milyon insanı geçelim.
Neden; Ülkemizde bile "Hepimiz Charlie'yiz" diyenler Filistin'de devlet terörü estiren İsrail'e karşı bir gün olsun sokaklara çıkıp "Hepimiz Filistin'iz", "Hepimiz Kudus'üz" demedi?
"Müslümanların Hz. Muhammed betimlemesine karşı hassas olduğunu biliyoruz" diyen ABD sözcüsü, saldırıdan sonra bile Peygamber karikatürü ile Müslümanları tahrik etmeye devam eden mizah dergisinin küstahlığını onaylarken en azında düşünce olarak kime dost kime düşman olduğunu ortaya koymuyor mu?
Medyanın tutumuna değinmiyoruz bile. Zira batının ikiyüzlü olduğu bir dünyada medya yüzsüzdür.
Son bir söz;
Hz. Hüseyin'in (a.s) özgürlük mesajını canlı tutmak için matem programları düzenleyen Şia'ya "bu programlar kabuk tutan yarayı kaşımaktır" diyen sözde aydınlar, dekanlar, profesörler neden ABD sözcüsünün "Müslümanların Hz. Muhammed tasvirine karşı hassas olduğunu biliyoruz" açıklamasına "Müslümanların yarasına tuz basmak" olarak tepki göstermiyor?
Batı liderlerinin “kutsal devlet terörizmi ittifakı”
Paris sokaklarında fikir/düşünce zabıtaları ve haksızlık koruyucu ve yayıcılarından oluşan kutsal bir devlet terörizmi ittifakı buluşması izledik. Buna sessiz kalanlar saldırganlar üzerine ağızlarını açmasınlar.
Paris’te yaşanan saldırının faturası şimdiden sinsice halka çıkartılıyor. Hükümetler gecikmeden ırkçılığı ve ayrımcılığı körükleyen, halkları dini kimlikler üzerinden bölen ve kendi ekmeğine yağ sürmek için açıklamalar yapmaktan geri kalmıyor. Bu konuda yapılan iki çeviriyi sizlerle paylaşıyoruz:
Kutsal Terör İttifakı: Fransa’daki Saldırılar ve AB İçişleri Bakanları
Arnold Schölzel SCHOLZEL
Junge Welt
Daha Paris’teki anma yürüyüşü sırasında ajanslar AB içişleri bakanlarının terörle mücadele amacıyla Schengen bölgesi dış sınırlarında kontrolleri yoğunlaştırmak istediklerini bildirdiler. Aynı zamanda uçak yolcularıyla ilgili bilgilerin Avrupa çapında merkezi toplanmasını sağlayacak bir sözleşme imzalanacağı konusunda da çığlıklar atılmaya başlandı. Almanya İçişleri Bakanı Thomas de Maiziere, pazar günü Paris’te 11 AB içişleri bakanı ve ABD Adalet Bakanı Eric Holder’le yaptığı görüşme sırasında AB üyesi ülkeler gizli servislerinin kendi aralarındaki ve ABD ile ilişkilerinin güçlendirileceğini açıkladı.
‘Polis bakanlarının resmen açıkladıkları arzularına bakarak Paris’teki saldırıların kimin işine yaradığı sorusuna cevabımız; ‘Bir sonraki adım birey haklarının yok edilmesi, parlamentoların yetkilerinin kısıtlanması, özgürlük haklarının gasp edilmesi, vb.dir.’ şeklinde olabilir.Maiziere’nin, üstüne üstlük bir de ABD ile gizli servis ilişkilerinin güçlendirileceğini açıklamasıyla atılan adım reel bir kara mizaha doğru yönlenmektedir. Almanya, 2013’te Edward Snowden’ın açıklamalarından bu yana ABD gizli servislerinin, özellikle NSA’nın olta yemi olarak sürekli boyun eğmeyi esas alan bir güvenlik politikası sergiliyor. Devletsel olarak boyun eğme politikası izleniyor.
Bu komik değil. Kanlı bir politika. Kısa süre öncesine kadar komplo teorisi sayılan şeyler şik hamdi gerçeline geldi. Bir Alman generali, ABD’nin dron (insansız savaş uçakları) katliamlarına Almanya’nın yardımcı olmasının çok doğal olduğunu açıkladı. Savaş propaganda dergisi Der Spiegel de bir dron saldırısında savaşın yan etkisi (koleteral tahribat) olarak öldürülmesi mümkün olan kadın, çocuk ve genel olarak suçsuzların sayısını tartışma konusu yaptı. Hangi komutanın hangi sayıdan itibaren dron saldırısına yeşil ışık yakabileceğini gündemine aldı.
Almanya’da terörist kavramıyla ilgili resmi açıklama en kıyısından Beyaz Saray’a kadar uzanan zeminde siyasal veya dinsel hedeflere ulaşmak amacıyla baskı, yıldırma ve her türlü şiddet içeren yolun kullanımı, desteklenmesi veya şiddet uygulamaya yönelik çağrı şeklindedir.
Doğal olarak Berlin, devlet terörizmi sözcüğünün bu bağlamda hukuki açıdan anlamsız olduğunu açıklayarak kendisine terörist denmesine karşı tedbirini aldı. Eğer anayasadaki saldırı savaşlarına dahil olma yasağı veya BM’in saldırgan çatışmalara müdahalenin devletler hukukuna aykırı olduğu sözleşmesinin her ihlal edilişi cezalandırılabilseydi kararı alan ve sürdüren başbakan, dışişleri ve savaş (savunma) bakanları ve destekçi parti ve parlamenterlerin terörist ilan edilip cezalandırılmalarını görmek bizim açımızdan çok iyi olurdu.
Paris sokaklarında fikir/düşünce zabıtaları ve haksızlık koruyucu ve yayıcılarından oluşan kutsal bir devlet terörizmi ittifakı buluşması izledik. Buna sessiz kalanlar saldırganlar üzerine ağızlarını açmasınlar.
Manuel Valls’a Göre ‘11 Ocak Ruhu’
Michel SOUDAIS
Politis
45 dakikalık konuşmasından sonra başbakan herkes tarafından ayakta alkışlandı. Salı öğleden sonra Mecliste eşi nadir bulunan bir birlik vardı. Sadece savaşlar esnasında görülen bir birlik. Zaten Manuel Valls’da savaşta olunduğunu belirtti: “Fransa terörizme, cihada ve radikal İslam’a karşı savaşta”.
Meclis oturumu saat 15’de Meclis başkanının 7, 8 ve 9 Ocak’da katledilenlerin 17 kişinin anısına kısa bir konuşma ile başladı, daha sonra 1 dakikalık saygı duruşu ve hemen ardından milletvekilleri, beklenmedik bir şekilde sağcı UMP partisinin en sağında bulunan Serge Grouard’ın başlattığı, milli marş Marseillaise’i söylediler. Milli marşı Mecliste ta 11 kasım 1918’den bu yana hiç söylenmemişti.
Manuel Valls diğer grup liderlerinden sonra söz aldı, ama konuşmadan önce çok savaşçı bir içerikle konuşan UMP Parlamento Grup Başkanı Christian Jacob’un kendisine seslenerek “Yıllar sürecek terörizme karşı bu savaşta” “Ülkeyi silahlandır” talebini kafasıyla onaylamıştı. Sinsi bir konuşma yapan Başbakan “olağanüstü önlemler” alınmasını onaylarken asla “sıradışı önlemler” alınmayacağını belirtti ve UMP’nin şahinlerini bile çok memnun kıldı. Manuel Valls’ın önlemleri şunlar oldu:
* İç istihbarat ve antiterör hukukunu “İnsan ve maddi kaynakları bakımından önemli oranda” güçlendirme. Manuel Valls diğer şeylerin yanı sıra istihbarat servislerini güçlendirme konusunda “Daha da ileri gidilmesini” istedi ve İçişleri Bakanı Bernard Cazeneuve’den “sekiz gün içinde” interneti ve “eyleme geçme, irtibat kurma ve beyin yıkama konusunda her zamankinden daha fazla kullanılan sosyal medyayı” denetlemek için önerilerde bulunmasını istedi.
* Avrupa uçak yolcularının bilgilerini paylaşma sistemi PNR’nin (Passenger name record) hayata geçmesi açısından Fransa’nın sistemi Eylül 2015’te hazır olacak. Manuel Valls AB parlamenterlerine 2 yıldır dondurulan bu sistemi onaylamaları için resmi bir çağrıda bulundu.
* Radikalleşmeye karşı önleyici önlemler. “Terör eylemlerinden mahkum olmuş ya da terör savaş gruplarına girmiş kişilerin ikametlerini ve denetlenme zorunluluğuna boyun eğmelerini mecbur kılan” yeni bir fişlenme sistemi kurulacak. […]
2015 sonundan önce hapishanelerde “Radikalleşmiş olarak sayılan kişilere” yönelik “Özel ve ayrı bölümler” oluşturulacak. Bu ise hapishane yönetimi ve istihbaratının “olanaklarını güçlendirme” anlamına geliyor. […]
* Başbakan “gençlerin hukuksal korunma bölümünün (PJJ) yönetiminde bir istihbarat biriminin kurulmasını” istiyor. Ve PJJ servisi çalışanlarına yönelik nitelikli bir eğitim verileceğini belirtti.
2012’den bu yana 2 antiterör yasasının onaylandığını hatırlatan Başbakan, dinlemeleri kolaylaştıracak yeni istihbarat yasa projesinin ise 3 ay içinde gündeme geleceğinin sözünü verdi. Ve kasım 2014’te onaylanan son terör yasasında cihat adaylarına sınır dışına çıkma yasağı ve tehdit teşkil eden yabancıların ülkeye girmelerini engelleyen maddelerin gelecek çarşamba bakanlar kurulunun gündeminde olduğunu ifade etti. Tüm bu güvenlik önlemlerini meşrulaştırmak için Manuel Valls konuşmasında bir çok defa “11 Ocak ruhuna” atıfta bulundu, hani 4 milyon insanın “cumhuriyet yürüyüşlerine” katılmasını sağlayan “ruh”.
Ona göre bu ruh ulusal topraklarımızda ve “Bize saldırmak, çıkar ve yurttaşlarımızı tehdit etmek için örgütlenen teröristlerin bulunduğu yerlere” müdahale etme ve sert yanıt vermeyi meşrulaştırıyormuş. Özgürlüğü ve kardeşliği savunmak için sokağa inen milyonlar şimdiden ihanete uğradıklarını hissedebilirler.
evrensel.net
Independent: ‘Türkiye IŞİD’in güçlenmesinde suç ortağı’
Independent gazetesi başyazısında “birlik” yürüyüşlerine katılanların güçlerini sayılarından aldığını belirtiyor. Gazeteye göre Paris’teki yürüyüşe katılan bazı isimler“tedirgin edici”ydi.
BBC Türkçe’nin aktardığı habere göre Davutoğlu’na ağır sözlerle yüklenen gazete, “IŞİD’in Suriye ve Irak’ta güçlenmesinde suç ortağı olan Türkiye Başbakanı Ahmet Davutoğlu” ifadelerini kullandı.
Başyazıdan bazı satırlar şöyle:
“Yürüyüşe katılan 50 dünya liderinin bazılarının varlığı bir nebze de olsa tedirgin ediciydi: Victor Orban, Macaristan Başbakanı, cesur ve bağnaz toplumun yeni savunucusu; geçen yıl Gazze’deki dehçet verici savaşın yanı sıra yerleşim birimlerinin feci bir şekilde yayılmasından da sorumlu olan Binyamin Netanyahu; hükümeti eşcinsellere ve muhaliflere aman vermeyen Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov; devleti 20. yüzyılın ilk İslamcı vahşetinden -bir buçuk milyon Ermeninin soykırımla katledilmesinden- sorumlu olan, hükümetinin de IŞİD’in Suriye ve Irak’ta güçlenmesinde suç ortağı olan Türkiye Başbakanı Ahmet Davutoğlu. Hatta saldırgan Amedy Coulibaly’nin kız arkadaşı Hayat Boumeddiene’nin kısa süre önce Suriye’ye Türkiye üzerinden geçtiğine inanılıyor.”
GUARDIAN: ‘PARİS’E GİDEN BAZI LİDERLER ELEŞTİRİLİYOR’
Guardian’daki Mark Tran imzalı haberde de benzer satırlar var. Tran, ülkelerinin insan hakları ve basın özgürlüğü sicilleri pek de iyi olmayan bazı liderlerin Paris’teki yürüyüşe katılmalarının eleştiri konusu olduğunu yazıyor.
Sınır Tanımayan Gazeteciler örgütünün bu noktada atıfta bulundukları ülkeler Mısır, Türkiye, Rusya, Cezayir ve Birleşik Arap Emirlikleri.
Guardian’ın haberinde ise Türkiye’de 70’e yakın gazeteci hakkında, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın yakın çevresindeki bazı kişilere yönelik yolsuzluk iddiaları ile ilgili haberleri yüzünden dava açıldığı belirtiliyor.
odatv