Displaying items by tag: Almanya
Almanya Başbakan Yardımcısı ve Ekonomi Bakanı Tahran’da
Almanya Başbkan Yardımcısı ve aynı zamnda Ekonomi ve Enerji Bakanı da olan Sigmar Gabriel ve beraberindeki üst düzey heyet Tahran’ı ziyaret ediyor.
Pazar günü öğleden sonra İran’a gelen Almanya Başbakan Yardımcısı ve Ekonomi ve Enerji Bakanı ve aynı zamanda hükümet ortağı Almanya Sosyal Demokrat Parti lideri Sigmar Gabriel ve beraberindeki 60 kişilik üst düzey heyetin üç günlük İran ziyareti sırasında başta enerji sektörü olmak üzere Nükleer Anlaşma sonrası iki ülke arasındaki ilişkiler ele alınacak.
Sigmar Gabriel liderliğindeki Alman heyetin bu ziyareti geçen hafta İran ve P5+1 Grubu arasında varılan Nükleer Anlaşma’nın ardından Tahran’a gelen ilk üst düzey ziyaret olma özelliğini taşıyor. Almanya’nın 60 kişilik heyeti ve Ekonomi Bakanı Gabriel’in Tahran’da bulunduğu üç günlük süre zarfında İran İslam Cumhuriyeti Enerji Bakanı Hamid Çitçiyan, Ekonomi Bakanı Ali Tayyibniya ve Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani ile görüşmesi bekleniyor.
Bu görüşmelerin ana maddesini İran ve Almanya arasında ve geçen yıllarda İran’a karşı uygulanan yaptırımlar nedeni ile gerileyen ticaret hacmini yeniden yükseltmek, Alman yatırımcıların İran pazarına ve özellikle de enerji sektörüne yönelik yatırımları ve petrokimya alnındaki yeni teknolojilerin İran’a aktarılması konuları oluşturuyor.
Ruhani:“Batılı tarafın da bağlı kalması şartıyla biz de verdiğmiz taahhütlere bağlıyız”
İran İslam Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani, Tahran'da Almanya Başbakan Yardımcısı ve aynı zamanda Enerji ve Ekonomi Bakanı olan Sigmar Gabriel ve beraberindeki üst düzey heyeti kabulünde, iktisadi ve kültürel işbirliklerin, karşılıklı güven ve taahhütlerin dakik olarak yürürlüğe girmesine zemin hazırladığını söyledi.
Hasan Ruhani, Almanya Sosyal Demokrat Partisi Lideri ve hükümet ortağı Sigmar Gabriel’i dün akşam Tahran’da kabul ettiği görüşmede, sorunların genelinin çözümünün temelinde karşılıklı güven ortamının olduğunu belirterek, bunun için ise taahhütlerin dakik olarak yerine getirilmesi gerektiğini ve İran ile 5+1 Grubu arasında nükleer konuda varılan anlaşmanın İran ve Almanya arasında iktisadi ve ticari ilişkilerin kapsamlı bir şekilde gelişmesine vesile olacağını söyledi.
Cumhurbaşkanı Ruhani, Alman bakanla yaptığı görüşmenin bir diğer kısmında ise “Batılı tarafın da bağlı kalması şartıyla İran da verdiği taahhütlere bağlı kalacak ve verdiği sözleri yerine getirecektir” dedi. Ruhani, İran'ın bölgedeki stratejik konumuna temasla, İran'ın batıyı doğuya bağlayan bir konumda olduğunu, aynı şekilde Orta Asya ülkelerinin serbest sularla bağlantı yolu olduğu ve diğer taraftan batıyı doğuya bağlayan koridor konumunda bulunduğunu belirterek; İran ve Almanya arasında yakın ilişkilerin bölgenin geneli ve Avrupa ilişkilerini daha da yakınlaştıracağını söyledi.
Söz konusu görüşmede Almanya Ekonomi ve Eenerji Bakanı Sigmar Gabriel de, Almanya hükümeti ve işadamlarının bütün imkanlarını kullanarak iki ülke ilişkilerinin gelişmesinde güçlü adımlar atacaklarını söyledi. Sigmar Gabriel ayrıca iki ülke arasında ilişkilerin gelişmesinin zor olmadığını zira bunun için iki ülke arasında ciddi potansiyelin olduğunu hatırlatarak, İran ve Almanya halklarının çok güçlü yeteneklere sahip olduklarını ve aynı zamanda gelişmiş teknolojiye ilgileri olan halklar olduğunu belirtti.
Fransa’da İslamofobi, Almanya’da İslamofobi’yle Mücadele
Charlie Hebdo haftalık dergisi Avukatı Richard Malka, derginin bu hafta içinde Yüce İslam Peygamberine yönelik hakaret karikatürleri yayımlanacağı açıkladı. Derginin ofisine düzenlenen saldırının ardından, Charlie Hebdo'nun hayatta kalan çalışanları, bir an önce özel bir sayı çıkarmaya çalışıyor.
Derginin avukatı Richard Malka France Info radyosuna yaptığı açıklamada, Charlie'nin doğasında dine eleştirinin olduğunu savundu. Çarşamba günü 1 milyon baskı yapacak derginin yeni sayısında da daha önce tepki çeken karikatürlerin yer alacağını söyledi.
Charlie Hebdo'nun Çarşamba çıkacak sayısı 1 milyon basılacak ve 16 dile çevrilecek.
Charlie Hebdo dergisine yönelik çarşamba günü gerçekleştirilen baskında 12 kişi hayatını kaybetmişti. Hayatını kaybedenler arasında derginin genel yayın yönetmeni Stéphane Charbonnie de bulunuyor.
Söz konusu dergi daha önce defalarca Peygamber Efendimize –saa- yönelik hakaret karikatürleri yayımlamıştı.
Öte yandan Paris'teki saldırıların ardından Fransa'da binlerce askeri güç, ülkenin güvenliğini sağlamak için görevlendirildi.
Fransız kaynaklarının verdiği habere göre Fransa Savunma Bakanı Jean Yves Le Drian bugün Elize Sarayında güvenlik konulu toplantıda yaptığı açıklamada, Cumhurbaşkanı François Hollande'nin talimatı üzerine, Fransa'nın hassas noktalarını korumak üzere 10 bin askerin görevlendirildiğini bildirdi.
Fransa Savunma Bakanı, Cumhurbaşkanı'nın silahlı kuvvetlerin kritik noktaların güvenliğini sağlamak amacıyla görevlendirilmesini istediğini ifade etti.
Jean Yves Le Drian, Fransa'da ilk kez bu kadar gücün ülkenin kritik noktalarının güvenliğini sağlamak amacıyla görevlendirildiğini söyledi.
Fransa Başbakanı daha önce yaptığı açıklamada, 8500 askerin görevlendirileceğini söylemişti. Fransız yetkililer, camiler, sinagoglar ve dini okulların güvenliğini sağlamak amacıyla, ülkenin genelinde binlerce askerin konuşlanacağını bildiriyor.
Ancak Fransa hükümeti, bu ülkedeki Müslümanları ve mekanlarını korumak için önemli bir girişimde bulunmuyor.
Fransa'daki Müslümanlar topluluğu Pazartesi günü yaptığı açıklamada, geçtiğimiz hafta Paris'te meydana gelen olaylardan sonra Müslümanlar ve İslam merkezlerine en az 50 kez saldırı gerçekleştiğini duyurdu.
Fransa'daki İslami Merkez Kurulunda çalışan sözcü Abdullah Zekri, Müslümanlara ait binalara 21 saldırı raporu aldıklarını, bu saldırıların el bombası veya kurşunla gerçekleştiğini, ayrıca Müslümanların 33 kez saldırıyla tehdit edildiğini bildirdi.
Fransa'da İslamofobi girişimleri tırmanırken, Almanya'da İslamofobi'ye karşı büyük hareketliliğin olduğu bildiriliyor.
Bu bağlamda, Pazartesi günü Almanya'nın genelinde yüz bini aşkın kişi, İslam karşıtı Pegda isimli hareket aleyhinde gösteri düzenleyerek, çok kültürlü ve özgür topluma destek verdiler.
Pegida hareketi son sıralarda, Almanya'da İslam karşıtı gösteri düzenlemişti.
Binlerce Alman vatandaşı, geçtiğimiz hafta da ülkenin Berlin, Coln ve Neonazilerin kalesi Dresden dahil birkaç kentinde sokaklara gelerek, Irkçılık ve yabancılarla mücadele söylemini yayma yerine diğer din mensuplarına saygı gösterilmesine vurgu yapmıştılar.
Dresden başta olmak üzere Almanya'nın Güney kentlerinde ırkçı Neonaziler, her hafta Pazartesi günü Müslümanlar aleyhinde gösteri düzenliyor.
Almanya Adalet Bakanlığı son sıralarda, radikal sağcıların göçmenler ve mültecilere yönelik itirazlarının Almanya'yı mahcup ettiğini bildirdi.
Kadınlar ve Savaş - 1
Hepinizin bildiği üzere, sosyal olayların arasında bazıları toplumun sosyal yaşamını ve insanların hafızasını uzun süre etkiler. Bazıları da kısa süre sonra unutulur gider ve yerini yeni deneyimlere ve olaylara bırakır. Savaşlar insanların sosyal, iktisadi, kültürel ve ailevi yaşamını etkilediği için ve yine bir çok sosyal değişikliği beraberinde getirdiğinde, uzun süre akıllarda kalan ve insanların hafızalarından silinmeyen olaylardan biridir.
Savaşlar özellikle çeşitli toplumlarda kadınların üzerinde derin etki ve iz bırakır. Bazı kadınlar savaş yüzünden evini barkını ve aile fertlerini kaybederken, bazıları da yaşamını veya en azından sağlığını yitirir. Savaşın bazı kadınları, yaşamdan bıkacak noktaya getirir. Bazı kadınların ailesi çöker veya ciddi değişikliklere maruz kalır. Bazı kadınlar düşmana çok yaklaşır ve bazıları da tecavüze uğramak gibi acı ve aşağılayıcı deneyimlerle karşılaşır ve bazı kadınlar da yaşamı boyunca dünyayı bir boşluk gibi görmeye başlar.
Ama yine de bu kadınların tümü bir nevi güncel yaşamına geri dönmek zorundadır. Fakat hiç kuşkusuz bu kadınların savaştan önce yaşadıkları yaşamlarıyla savaştan sonra ve onca acı deneyimin ardından yaşadıkları yaşam birbirinden çok farklıdır. Çünkü bu kadınların yaşamında bir çok bileşen etkilenmiş, değişmiş veya yok olmuştur, öyle ki her birini onarmak veya telefi etmek bir ömür gerektirir.
Bugün ilkini sunduğumuz sohbetimiz kadınların savaşlarda yaşadıkları acı deneyimlerle ilgilidir. Dünyada artık hiç bir savaş olmaması dileğiyle sohbetimize başlıyoruz.
Kadınlar ve çocuklar savaşları başlatan kesim olmadığı halde tarihin de şahadetine göre savaşlarda bu iki kesim türlü biçimlerde en çok etkilenen kesimlerdir. Kadınlar ve çocuklar genellikle çatışmaların baş kurbanıdır ve yine savaşlarda mülteci durumuna düşen insanların büyük bir kısmını bu iki kesim oluşturur.
Tarihte de belirtildiği üzere geçmiş çağlardan beri beşeriyet tarihinde herhangi bir savaş veya çatışmada toplumun en kırılgan kesimleri olan kadınlar ve çocuklar en büyük cismi, ruhi ve psikolojik zararlara katlanmak zorunda kalmıştır. 20. yüzyılın başından beri dünyada yaşanan 250 savaşta kadınlar en çok zarara uğrayan toplumun en kırılgan kesimidir. Örneğin Saddam rejiminin İran'a dayattığı 8 yıllık savaşta nice masum kadın ve çocuk hayatını kaybetti, esir alındı veya en vahşi zulümlere maruz kaldı. Sırbistan ve Bosna savaşında onca acımasız katliamların sırasında nice kadın katledildi, ciddi cismi ve ruhi zararlara maruz kaldı. Küçük bir bölge olmasına karşın yoğun bir nüfusu barındıran Gazze şeridinde siyonist rejim İsrail bu bölgeye dayattığı son üç savaşta namertçe masum insanları bombardıman etti ve bu bombardımanların başlıca kurban kesimi yine kadınlar ve çocuklar oldu. Yine korsan İsrail'in Lübnan'a dayattığı 33 günlük savaş sırasında düzenlenen hava akınlarında kadınlar en çok kayıp veren kesimdi. Afganistan'da Amerikalılar düğün törenlerini bombardıman etti. Irak'ın işgali sırasında Amerikalı askerler insanların aile haklarını hiçe sayarak evlere baskın düzenledi. Şimdi de tekfirci IŞİD terör örgütüyle savaşta kadınlar 21. yüzyılda en zilletli ve en aşağılayıcı günlerini yaşıyor. IŞİD kadınları köle olarak satıyor, organlarını çıkarıyor, vahşice tecavüz ediyor ve kadınlara yönelik her türlü aşağılayıcı davranıştan kaçınmıyor.
Uluslararası Kızılhaç örgütü Tahran bürosu Başkanı Oliviye Martin bir konuşmasında bu gerçeğe işaret ederek şöyle diyor: Ben hizmet ettiğim bunca yıl boyunca kadınların silahlı çatışmalarda çektikleri acılara şahit oldum ve buna Afganistan, Kongo ve Irak'ı örnek verebilirim. Kadınlar silahlı çatışmaların sırasında ağır bedel ödüyor ve savaştan sonra da aile ocağını yeniden inşa etmekte de önemli rol ifa ediyor. Ancak günümüz silahlı çatışmalarında kadınların üzerindeki yıkıcı tesir arttıkça artıyor.
Konuşmasının devamında kadınların savaşlarda ifa ettiği rollerine işaret eden Martin şöyle diyor: Evin geçiminden sorumlu olan erkeğin yokluğunda kadınların aileye bakmak, biraz su ve ekmek bulmak için uzun yolları kat etmeleri gerekiyor ki bu da onların güvenliğinin yanı sıra cismi sağlığını da tehdit ediyor. Silahlı çatışmalarda en çok erkekler kaybolduğundan kadınlar sürekli büyük bir ıstırap içinde eşinden haber bekliyor. Kadınlar ailenin iktisadi güvenliğini temin etmek zorunda kalarak, savaştan kaynaklanan şiddetin en büyük kurban kesimini oluşturuyorlar.
Kuşkusuz savaşlarda kadınların maruz kaldığı şiddetin esas sebeplerinden biri, savaşan iki tarafın gücünün eşit olmamasıdır. Maalesef günümüzde savaşlarda kazanan taraf kaybeden tarafın namusuna ve kültürel inançlarına el uzatıyor. Bir çok savaşta kadınlara el uzatmak indirilen son darbeyi oluşturuyor. Örneğin ikinci dünya savaşında bu durum yenilgiye uğrayan Nazilere karşı Berlin'de yaşandı. Bu mesele hatta savaştan sonra da Almanya yönetimi için ciddi sorunlar yarattı, çünkü savaş sırasında tecavüze uğrayan kadınlar savaştan sonra da koca, kardeş ve baba gibi kendilerine yakın erkeklerin çeşitli şiddet uygulamalarına katlanmak zorunda kaldı.
Savaşta kadınlara yönelik şiddet uygulanmasının bir başka örneğini Japonya ordusunun ikinci dünya savaşı sırasındaki uygulamalarında görmek mümkün. 6 Ağustos 1945'te sabah saat 8:15 sularında Hiroşima kenti ve üç gün sonra da Nakazaki kentinin atom bombası saldırısına maruz kalmasının görüntüleri dünya medyasında binlerce kez yayınlandı. Fakat Japonya o yıllarda atom bombasının ilk kurbanı olmadan önce bu ülkenin ordusu günümüzde savaş suçu kabul edilen büyük bir cinayet işledi. Japonya ordusu ikinci dünya savaşı sırasında çoğu Çinli, Filipinli, Myanmarlı ve Koreli olan 200 bin kadar kadını köle gibi kullandı ve cinsel tecavüzde bulundu. Gerçi bazı Japon araştırmacılar bu meseleyi tekzip etti ve hatta Japonya'nın dönem Başbakanı Şinzo Abe 2006 yılında açıkça bu suçlamayı reddetti ve bu kadınların zorla cinsel ilişkiye zorlandığını gösteren hiç bir belge ve kanıt bulunmadığını iddia etti. Fakat bugün dünya genelinde 200 bin kadar genç kızın ikinci dünya savaşı sırasında Japon askerlerin tecavüzüne uğradığı konusunda konsensüs söz konusudur. Japon askerler teselli kadını veya huzur veren kadın olarak tabir ettikleri bu kadınları tecavüz ettikten sonra öldürüyordu. Bu korkunç cinayetin kurbanlarından birinin 1991 yılında anılarını dünya medyası ile paylaşması olayın doğruluğunu ortaya koydu.
Kim Sun Duk, japon askerlerin işlediği bu korkunç savaş suçunun kurbanı ve şahitlerinden biridir. O yıllarda henüz 16 yaşında olan ve Kore'de yaşayan Kim, konu ile ilgili ifşaatında günde en az kırk kez Japon askerlerin tecavüzüne uğradığını belirtti.
Yine Japon ordusunun bu savaşta işlediği korkunç cinayetlere şahit olan ve hala hayatta olan Lee Ek Sun da şöyle anlatıyor: Bizi her gün dövüyorlardı, bıçakla tehdit ediyorlardı, eğer onlara hizmet etmeyi reddedecek olursak acımasızca yaralıyorlardı.
1993 yılında Tokyo'da yayınlanan çok muteber bir araştırma, bu kadınların anlattıklarını ve Japon ordusunun işlediği cinayetleri doğruladı. Japonya yönetimi ilkin bu suçlamaları reddetti, fakat daha sonraları ve Tokyo mahkemesinin kurulmasının ardından bir kaç kez olayın kurbanlarından veya kalanlarından özür diledi, ancak tazminat ödemeyi reddetti. Japonya mahkemeleri ise bu cinayetten sağ geriye kalanların 75 ila 85 yaşında olduklarını ve yakında hepsinin öleceğini ve bu öykünün ebediyen unutulacağını düşünüyor.
Evet, biraz önce de belirttiğimiz üzere bu tür cinayetler günümüzde de devam ediyor. BM raporlarında modern savaşların esas kurbanlarının da başta kadınlar olmak üzere sivillerin oluşturduğunu itiraf ediyor. Savaşların kurbanı olan kadınlarla ilgili verilerin bazen ürpertici boyutlara ulaştığı gözleniyor. Örneğin 1994 yılında Ruanda soykırımı sırasında yüz ile 250 bin kadın cinsel tecavüze maruz kaldı. BM raporları Sieraleon'da da 1991 ile 2002 yılları arasında 60 bin kadın, Liberya'da 1989 ile 2003 yılları arasında 40 bin kadın, eski Yugoslavya'da 1992 ila 1995 yılları arasında 60 bin kadın ve Kongo cumhuriyetinde de 1998 ila 2008 yılları arasında tam 200 bin kadının cinsel tecavüze uğradığını gösteriyor. Uzmanlar bu rakamların gerçeklerin küçük bir bölümünü yansıttığını belirtiyor.
Gerçekte uluslararası Kızılhaç raporları dünyanın bir çok bölgesinde cinsel şiddet ve tecavüz vakalarının örtbas edildiğini gösteriyor, çünkü olayın kurbanları toplumda rezil olmak ve dışlanmaktan korkuyor. Bu yüzden çektiği acı ve uğradığı haksızlığı asla dile getirmek istemiyor. Fakat bu durumun dünya camiasının bu tür cinayetlerle mücadele etmesine mani olmaması gerekiyor.
Batı, İslam-Fobia projesinde ne kadar başarlı?
Son zamanlarda Avrupa ülkelerinde Müslümanlar’ı savunan ve Anti – İslam gruplara itiraz eden hareketler, İslam-Fobia projesinin bittiğine ve İslam’ın Avrupa’da kök saldığına işaret eder.
Son yıllarda dünya emperyalist düzeni İslam Dünyası’yla çatışmaya odaklanmıştı. İslam-Fobia projesi de ABD’nin ve uluslararası siyonizmin araçlarından biriydi. İslam dinini olumsuz ve korku verici bir imajla dünya kamuoyuna sunuyorlardı, bununla dünya devletlerini İslam Dünyası’na karşı siyaset uygulamalarını sağlıyorlardı.
Emperyalist düzenin İslam-Fobia’sını yıllarca işlemesiyle Batı’da İslam’a ve İslami kültüre karşı bir düşmanlığın oluşmasına yol açtı.Anti-İslam ve Avrupa vatanseverlik hareketi olarak meydana çıkan” Pegida” hareketi buna son zamanların en iyi örneğidir. Pegida Almanya’nın Dresden şehirinde baş gösterdi ve yayılmaya başladı.
İslam-Fobia projesinin hedefi; İslam dinin bölgede ciddi bir tehdit ve dünya barışı ve güvenliği için tehlike olduğunu gütmektir. Bununla İslam uluslararası sahada güçsüzleştirmektir.
Bu arada terörist DAİŞ örgütünüde İslam-Fobia projesinin bir parçası olarak görmek gerek. Bu gerçeği Irak Başbakanı Haydar Ebadi, Batı devletlerinin DAİŞ aleyhine düzenledikleri bir oturumda şöyle dile getirir: ’’ Bu oturumda olanların DAİŞ aleyhine yapacakları en önemli yardım bu terörist örgütü desteklemekten vazgeçmeleridir.’’
Şimdi sorulması gereken soru şudur: İslam-Fobia projesi ne kadar hedeflerine ulaşmada başarlıydı? Ve acaba Batı’nın menfaatine mi oldu?
Avrupa’dan buhran bölgeleri olan Irak ve Suriye bölgelerine giden ve DAİŞ’in saflarında savaşmak isteyen cihadcıların artması ve bunların geri dönmesiyle Batılı ülkelerde terör eylemlerinin yükselme ihtimali Batı istihbarat merkezlerini endişeye sürüklemiştir.
Ayrıca bugünlerde Müslümanlar’ı savunan ve Anti –İslam hareketlerine itiraz eden halk hareketleri Avrupa’da yayılmaktadır. Bu Batı liderlerinin isteklerine rağmen İslam’ın Avrupa’da özel bir konuma sahip olduğunu gösterir.
Geçen haftalarda İsveç’te aşırı gruplar tarafından üç camii yakıldı. Bu hadisenin ardından büyük bir kitle bu saldırıyı kınamak için meydanlara çıktı.
Aşırı Avrupa vatanseverlik ve Anti-İslam hareketi olan Pegida, son zamanlarda Almanya’da haftalık gösteriler düzenliyor, ama buna karşı politik ve kitlesel bir itiraz günbegün büyümekte.
Dün gece Almanya şehirlerinde Anti-İslam Pegida’ya karşı halk itiraz gösterileri düzenlendi. Sadece Münster şehrinde 10 binin üzerinde, Stutgart’da 8 binin üzerinde, Dresden ve Berlin’de 5 bin civarında ve Hamburg’da 4 bin insan bu faşist ve yabancı düşmanı harekete karşı itiraz etmek için yürüyüş yaptılar.
Köln şehrinde ise binlerce insan Pegida’ya karşı itiraz gösterileri düzenlediler ve bir çok bina başta Dom Kilisesi olmak üzere bu faşist hareketi kınama anlamında ışıklarını söndürdüler.
Dresden şehrinde ise VolksWagen fabrikası ışıklarını bu hareketi kınama anlamında söndürdü ve özgür ve demokratik bir toplumun yanında olduğu mesajını verdi.
Almanya siyasetçileri ve liderleri arasında da Anti –İslam hareketi olan Pegida’ya itiraz mahiyetinde mesajlar veriliyor. Almanya Başbakanı Merkel yeniyıl mesajında bu hareketin liderleirni aşırılıkla ve kalplerinin nefret dolu olmayla suçladı ve halkının bu harekete katılmamasını talep etti.
Adalet Bakanı Hayko Mais, bu aşırı gruba itiraz eden halkın arasında yer aldı.
Avrupa halklarının İslam’ı savunmak için düzenledikleri bu geniş yürüyüşler, kamuoyunun ırkçılığa tepkili olduğunu ve Müslümanlar alehyine aşırı grupları kabullenmediğini gösterir.