IŞİD: Made in America! Musul ve Ramadi’nin 2012’de planlanmış düşüşü

Rate this item
(0 votes)
IŞİD: Made in America! Musul ve Ramadi’nin 2012’de planlanmış düşüşü

Yakınlarda Bilgi Edinme Özgürlüğü Kanunu çerçevesinde yayınlanan Ağustos 2012 tarihli ABD Savunma Bakanlığı İstihbaratı’nın 7 sayfalık bir belgesi, Suriye Muhalefeti’nin “açık ve net bir şekilde mezhepçi biz çizgide ilerlediği” ve “Selefilerin, Müslüman Kardeşler ve Irak El Kaidesi’nin Suriye’deki isyanın en büyük aktörleri oldukları” yönünde bilgiler veriyor.


ABD önderliğindeki koalisyon IŞİD’e karşı mücadele ediyormuş gibi yaparken aslında Esad’ın yalnızlaştırılması ve İran’ın genişleyen nüfuzuyla savaşmak için örgütün yükselişine yardım ediyor.

Diğer yandan, aynı “IŞİD karşıtı” koalisyon, bugünkü IŞİD’in habercisi olan Irak El Kaidesi (IEK) ve Irak İslam Devleti’nin (IİD) Suriye muhalefetindeki diğer El-Kaide bağlantılı gruplara nazaran çok da baskın konumda olduklarının en kötü ihtimalle 2012 gibi erken bir tarihte bile farkındaydı.

2009-2010 tarihlerinde gerileme sürecinde olan Irak El Kaidesi’ni Suriye’deki isyan hayata geri döndürdü. Buna rağmen, ABD ve müttefikleri bu gruba askeri ve finansal destek sağlamaya ve dahi bu grubun savaşçılarını eğitmeye devam edip, IŞİD’in yükselişini (ve insanlığa karşı suçların en dehşetlilerini) jeo-politik hedeflerine yönelik stratejik bir kazanım olarak gördüler.

Sadece IŞİD’in yükselişinin öngörülmesinden bahsetmiyoruz, aynı zamanda bu yükselmesi muhtemel gücün, mezhepçi Suriye muhalefetinin dış destekçileri tarafından Esad’a muhalefet edecek ve İran’ı sıkıştırabilecek bir araç olarak görülmesinden bahsediyoruz. IŞİD’in yükselişinin Musul’un ve Ramadi’nin düşmesi örneğinde görüldüğü gibi Irak için ne meşum sonuçlara gebe olduğu tahmin edildiği halde, ABD ve müttefiklerinin IŞİD’e yardım etmeye devam etmeleri ve desteklerini sunmaları bizi tek bir sonuca götürüyor: IŞİD, onların ya maksatlı bir ürünü, ya da politika tercihleri sırasında kabuledilebilir buldukları bir yan ürünleri.  

Yakınlarda Bilgi Edinme Özgürlüğü Kanunu çerçevesinde yayınlanan Ağustos 2012 tarihli ABD Savunma Bakanlığı İstihbaratı’nın 7 sayfalık bir belgesi, Suriye Muhalefeti’nin “açık ve net bir şekilde mezhepçi biz çizgide ilerlediği” ve “Selefilerin, Müslüman Kardeşler ve Irak El Kaidesi’nin Suriye’deki isyanın en büyük aktörleri oldukları” yönünde bilgiler veriyor.

IŞİD’in gelişinin habercisi olarak görülebilecek Irak El Kaide yapılanması, “Suriye Muhalefeti’ni başında beri desteklemekte” ve “2009-2010 yıllarında gerilemekte olmasına rağmen, bölgedeki dini ve aşiret yapıları Suriye İsyanı ile birlikte bu mezhepçi kalkışmaya yakınlık duymaya başladılar.” Elde bu veriler varken, “Batı, Körfez ülkeleri ve Türkiye muhalefeti desteklerken, Rusya, Çin ve Iran rejimin tarafını tutuyorlar.”

Dahası, “Irak İslam Devleti’nin diğer terörist örgütleri birleştirerek Irak ve Suriye’de bir İslam Devleti ilan edebileceği” ve yine “Doğu Suriye’de ilan edilmiş ya da de facto bir Selefi Emirlik kurulma olasılığı,” ABD Savunma Bakanlığı tarafından öngörülüyor. Bütün bunlar 2012’den sonra IŞİD’in kurulmasıyla gerçekleşen sürecin ta kendisi.
 
Bunlar öngörülmüş olasılıklar olmaktan daha ziyade “muhalefeti destekleyen dış güçlerin istedikleri,” ve bu isteğin amacı “[İran ve Irak’ın da aralarında bulunduğu] artan Şii nüfuzunda stratejik bir yeri olan Suriye rejimini izole etmek” olarak özetleniyor. Muhalefeti destekleyen güçler şeklinde ismi geçen ülkeler ise “Batı, Körfez ülkeri ve Türkiye.”

“Krizin geleceğine yönelik tahminlere” de yer veren raporda, “rejim yaşamaya devam edecek” ve halihazırda yaşanmakta olan gelişmelerin, süreci bir yanda İran, Rusya ve Çin, diğer yanda ise  Batı, Körfez ülkeleri ve Türkiye’nin yer aldığı bir “vekalet savaşına” evireceği söyleniyor. Dahası, rapor doğru bir şekilde Musul ve Ramadi’nin düşeceğini de öngörüyor:

“Durumun giderek kötüleşmesininin Irak’ta meşum sonuçları olacak… Bu durum, Irak El Kaidesi’nin Musul ve Ramadi’ye dönmesi için ideal çevre koşullarını yaratmakla kalmıyor, bu örgüt etrafında Irak, Suriye ve Arap Dünyası’ndaki Sünnilerin ortak düşmana karşı cihad fikri etrafında birleşmesini sağlayan bir enerjiyi de ortaya çıkarıyor.”

Bu hal, “üniter Irak ve onun toprak bütünlüğü için büyük bir tehlike arzedebilir.”

Bu sözünü ettiğimiz belge “gizli” olarak sınıflandırılmış ve yalnızca ABD Kamu Güvenlik Kurumu, Dışişleri Bakanlığı, Askeri İstihbarat Teşkilatı, FBI, CIA, Savunma Bakanlığı, Dışişleri Bakanı, Merkezi Kumandanlık ve diğer birkaç kurum arasında dolaşımına izin verilmiştir. Bu “nihai istihbari bilgi” olarak kabul edilemeyecek ama yine de dolaşımdan önce güvenlik soruşturulması yapılmış bir istihbarat raporu.

Bu yüzden, şu anda IŞİD’le “savaşan” ABD önderliğindeki koalisyon, aşırıcı güçlerin hakim olduğu muhalefete yardım ederken ve onları “ılımlılar” diye nitelendirirken kamuoyuna yalan söylüyordu, ve yine aynı koalisyon bu yardımlarının sonucunda “İslam Devleti” kurulacağının farkındaydı, ancak Esad güçlerini zayıflatmayı ve İran nüfuzunu durdurmayı amaçlayarak bu yeni devlete yardım etmeye devam ettiler. Bir hukuk kuralıdır, “Bir şeyi yapan kimse, yaptığı şeyin muhtemel ve doğal sonuçlarına niyet ederek yapmış farzedilirler.” Dolayısıyla, IŞİD’in varlığı ve yükselişine yönelik niyetleri ispatlayan hiç bir belge olmasaydı bile, ABD ve müttefiklerinin mezhepçi muhalefete yönelik sürmekte olan yardımlarının “muhtemel ve doğal sonuçlarına” ulaşmak maksadıyla yaptıkları farzedilmelidir.

Dahası, Irak’ı, İran’ın istenmeyen “Şii” yayılmacılığının merkezine yerleştiren belge, Musul ve Ramadi’nin Sünni aşırıcıların eline düşeceği yönünde kehanetlerde bulunup, yine bu gelişmenin muhtemel İran yayılmacılığına set çekeceğini öngörüyor, tüm bunlar bizi şahidi olduğumuz IŞİD kazanımlarının, ABD’nin istemediği değil, bilakis arzu ettiği bir şey olduğu sonucuna götürüyor.

Musul ve Ramadi’nin düşmesini “muhtemel ve doğal sonuçlar” olarak görecek olursak, yine bu şehirlerin düşmelerinin ardındaki soru işaretlerini de gözönüne alıp, ABD önderliğindeki koalisyonun bu muhtemel sonuçları tahmin etmelerine rağmen yardım politikalarına devam ettiklerini de hatırlayacak olursak, bunun ABD ve müttefiklerince doğrudan ya da dolaylı maksatlı bir hareket olduğunu düşünebiliriz.

Musul’un Haziran 2014’deki düşüşünü Noam Chomsky’nin tarif ettiği şekliyle hatırlayalım:

“[Yaşananlar] gerçekten çok enteresandı. Batılı askeri analizler donup kaldılar. Ne olduğunu hatırlayın, Irak Devleti’nin bir ordusu var ve bu ordu savaşmayı bilen, tecrübeli bir ordu. İran-Irak savaşı süresince bu ordu oldukça sağlam durdu ve gayretli savaştı, nihayetinde de ABD’nin desteğiyle savaşın galip tarafı oldu.(?) Envai çeşit silahlarla donatılmış 350 bin kişilik bir ordu Irak ordusu. 10 yıldan fazla süredir de ABD tarafından eğitiliyor. Ve birkaç binlik hafif silahlı cihatçılarla karşı karşıya geldiklerinde, daha hiçbir şey olmadan generaller bırakıp kaçıyorlar. Bunları tabii, askerlerin bütün askeri silah ve mühimmatlarını arkalarında bırakarak kaçmaları izliyor. Ve cihatçılar Musul’a ve sonrasında da Irak’ın büyük bir kısmına doğru yürüyüşe geçiyorlar. Bu gerçekten çok ilginç bir vaka, ve eğer üzerinde biraz düşünürseniz, size birçok şey anlatabilir.”

Iraklı bir asker “Irak güvenlik güçleri bozulmuş bir şekilde komutanlarının liderliğinde kaçışmaya başladılar” diyor ve o günü şöyle anlatıyor:

“10 Haziran sabahında, komutanım ateşi kesmemizi, silahlarımızı asilere verip, üniformamızı çıkararak şehri terketmemizi emretti.”[1]

Özetle, Musul, savaşmanın ne demek olduğunu bilen 350 bin kişilik bir ordu tarafından, üç bölük yaklaşık 1300 kişilik[2] hafif silahlı cihatçılara, komutanların bilhassa silahları da terketmeleri ve kaçmaları yönün emir vermeleri üzerine terkedildi. Bu olaylar olurken Profesör Michel Chossudovsky şu soruları yöneltiyordu: Bu “harikulade” düşüş ABD önderliğindeki koalisyonun Irak’ta “artan Şii nüfuzunu izole etmek” için arzu ettiği bir şey miydi? Ya da “Batılı askeri danışmanları Iraklı komutanlara şehri IŞİD teröristlerine bırakmalarını mı tembihlediler?

Benzer şekilde, Ramadi’nin düşüşü de bir o kadar soru işaretleriyle dolu. Esasında, Irak’ı IŞİD’e karşı savunma sözü vermiş olan ABD önderliğindeki koalisyon, böylesi bir savaşta bahsedilmeye bile değmeyecek sayıda, sadece 7 kez, havadan müdahale ederek, Ramadi’nin düşmesine izin verdi. Bu yaptıklarının bahanesi olarak da bölgede yaşanan büyük bir kum fırtınasının onları düzenli hava saldırıları yürütmekten alıkoyduğunu söylemekle yetindiler. Hemen ertesi gün ise IŞİD günlük güneşlik bir gökyüzü altında geniş caddelerde zafer yürüyüşleri düzenledi. “Kum fırtınası” mazereti olmasaydı, ABD hava saldırıları bütün bu aşırıcı teröristleri kolayca haritadan silebilirdi. Evet, peki ama niye? Bu olay zaten ABD önderliğindeki koalisyonun “artan Şii nüfuzunu izole etmek için” arzuladığı bir durum değil miydi?

Irak Meclis sözcüsü Wahda Al-Jumaili, şehrin düşüşünün ardından verdiği demeçte şunları iddia etti: “Bu bir ihanetin, bir kusur ve ihmalin, bir komplonun, bölgesel ya da uluslararası bir entrikanın sonucu… Uluslararası koalisyon bile üzerine düşeni yapmadı. İnsanlar, uluslararası koalisyonun IŞİD’e silah ve mühimmat temin ettiğine şahit oldular. Ramadi’de terörist güçlere ağır silahlar verdiler. Bu uluslararası koalisyon güçlerinin ihanetidir.”

Bu maalesef Iraklı bir siyasinin IŞİD’e silah ve mühimmat yardımları yaptıkları için ABD önderliğindeki koalisyonu ilk suçlayışı değil, bilakis bu süregiden bir süreç, hatta bir seferindeIŞİD’e silah yardımı yapan iki İngiliz uçağı da Iraklılar tarafından düşürüldü. Irak milletvekili Jome Divan: “Uluslararası koalisyon IŞİD’i desteklemek için kullanılan bir paravan, bu terörist gruba gerekli teçhizat ve askeri malzeme ulaştırıyorlar. Koalisyon, IŞİD’in Irak’taki pozisyonunu zayıflatmak için hiçbir şey yapmadı.” diyor ve Jome Divan, bu tür iddiaları dillendiren bir çok Iraklı milletvekilinden sadece birisi.

Olayların Irak’a sıçraması, Musul ve Ramadi’nin düşmesi, Batı’nın Suriye politikasının muhtemel ve doğal sonuçlarından, örneklerde de görüldüğü gibi bazı durumlarda Batı bu şehirlerin düşüşüne yardım bile etmiş durumda, yani en iyimser ihtimalle bu sonuçları İran ve Suriye’ye karşı kullanılabilir ve dolayısıyla kabuledilebilir buluyorlar, kötümser senaryo ise Irak’ın toprak bütünlüğüne bilerek kastettiler.

Tüm bunları veri olarak kabul edersek, ve ABD önderliğindeki koalisyonun muhtemel bir “İslam Devleti”nin kurulmasından haberdar oldukları halde yardımlara devam ettiklerini gözönüne alır, Musul ve Ramadi’nin düşüşünün bu politikaların “muhtemel ve doğal” sonucu olarak görür, onlarca Iraklı siyasinin iddialarını ciddiye alır ve ciddi bir sorgulamaya girişebilirsek, IŞİD’in çıkışının ve bu şehirlerin ani düşüşlerinin ardında çok da inanması kolay, ancak bir o kadar da netameli, bir açıklama yatmakta: IŞİD, Made in America!

Steven Chovanec, Chicago’da yaşayan bağımsız siyasi analist ve yazar. Roosevelt Üniversitesi Uluslararası İlişkiler ve Sosyoloji departmanında öğrenimini sürdüren Chovanec, jeopolitik ve toplumsal konularda açık istihbaratı kullarak bağımsız araştırmalar sürdürüyor.

Çev: Mehmet Ali Beygider

Steven Chovanec
 
globalResearch.ca
 
[1] Cockburn, Patrick. “The Rise of ISIS.” The Rise of Islamic State: ISIS and the New Sunni Revolution. Brooklyn, NY: Verso, 2015. 15. Print.
 
[2] Adı geçen eser, sayfa 11.

medyasafak

Read 2389 times