Batı Sulta Sistemi Artık Tek Oyun Kurucu Değildir

Rate this item
(0 votes)
Batı Sulta Sistemi Artık Tek Oyun Kurucu Değildir

Başını ABD’nin çektiği Batı emperyalizmi, müttefikleri ve kuklaları Batı Asya bölgesinde son bir yüzyılda ilk defa karizmalarının yıkıldığına, heybetlerinin, tehditlerinin bir işe yaramadığına tanık olmaktadırlar.

Batı sulta sistemi bölgemizde ve hatta uluslar arası çapta artık tek oyun kurucu olmaktan çıkmıştır. Batı Asya bölgesinde İran merkezli Direniş Cephesi adında yeni bir oyun kurucu ortaya çıkmış, artık sınırlarını ve kurallarını ABD’nin belirlediği dairede hareket etme dönemi sona ermiştir. Bu mücadelenin sona erdiği anlamına gelmez elbet.

Peki bu noktaya nasıl gelindi?

İran’da İslam İnkılabının zafere ulaştığı 1979 Şubatı’nda başlayan savaş aradan geçen 42 yıla rağmen hızından bir şey kaybetmeden devam etmektedir. ABD bölgedeki önemli bir üssünü kaybetmenin acısıyla yeniden İran’a dönebilmek veya en azından güçlenmesini önlemek için bu ülkede iç isyanlar çıkarmak, dışarıdan savaş dayatmak, kalkınmasını engellemek için çok yönlü yaptırımlar uygulamak, Afganistan ve Irak başta olmak üzere İran çevresindeki ülkeleri doğrudan veya dolaylı olarak işgal ederek kurduğu üslerle bu ülkeyi kuşatma altında tutmak da dahil başvurulabilecek tüm yol ve yöntemleri denemiş olmasına rağmen hedefine ulaşabilmiş değildir.

Tam aksine yukarıda saydığımız alanların hemen hepsinde İran’ın oyunu kendi lehine çevirdiği, Amerikan saldırılarını etkisiz hale getirdiği ve bu mücadelenin her aşamasından daha güçlü çıktığı söylenebilir.

ABD İslam Devrimini yenilgiye uğratmak veya en azından İran sınırları içinde tutmak isterken bugün görüldüğü kadarıyla İslam İnkılabının nüfuz alanı Akdeniz ve Kızıldeniz’e kadar yayılmış bulunuyor. Dün yıkmaya çalıştığı devrimin bugün nüfuz alanını nasıl daraltabileceğinin hesaplarını yapmaktadır.

Başını ABD’nin çektiği Batı sulta sistemi kendisiyle uyum sağlamayan her gücü terörist veya terörist destekçisi olarak tanımlamaktadır. Onlara göre; İran’ın kendisi ve bölgedeki müttefikleri bu tanıma göre ya teröristtir ya da terör destekçisidir ve geri çekilip meydanı onlara bırakmaları gerekir.

Devrimin zaferinden önce her açıdan ABD’ye bağımlı olan İran kendisine dayatılan sekiz yıllık savaş sırasında dikenli tel bile üretemezken bugün savunma sanayiini geliştirmiş olarak tank, top, uçak, helikopter, insansız savaş uçağı ve hepsinden önemlisi Avrupa’nın merkezine ulaşacak uzun menzilli kruz ve balistik füzeler üretecek düzeye gelmiş bulunuyor. Ve bu deneyimini emperyalist ve müttefiklerine karşı ülkelerini savunan dostlarına da aktarmaktadır. En belirgin örneği ise Yemen ordusunun kullandığı füze ve SİHA’lardır.

Bilimsel-teknolojik alanda ise yerel insan gücünden yararlanarak biyoteknolojiden nano teknolojiye, uzay tekonolojisinden nükleer teknolojiye kadar modern bilim ve teknolojinin bir çok dalında önde gelen ülkeler arasına katılmış bulunuyor.

Adına Amerikan yaptırımları denilse de gerçekte uluslararası en şiddetli yaptırımlarla sıkıştırılan İran bunca abluka ve baskıya teslim olmamış ve direniş ekonomisini hayata geçirerek daha uzun süre ambargolara direnebileceğini ortaya koymuştur.

Son günlerde ABD-İran mücadelesinde yeni bir aşamaya şahit olmaktayız. BMGK üyesi beş ülke ve Almanya’dan oluşan 5+1 ülkeleriyle İran arasında 2015 yılında imzalanan KOEP(Kapsamlı Ortak Eylem Planı) olarak adlandırılan nükleer anlaşmaya göre; İran nükleer programının- araştırmalar hariç- önemli bir bölümünü 2025 yılına kadar durduracak ve bu tarihten sonra da aşamalı olarak ve UAEA denetiminde yeniden faaliyetlerini sürdürecekti.

Buna karşılık başta BM ve tek taraflı ABD yaptırımları olmak üzere İran’a uygulanan ambargolar aşamalı olarak kaldırılacaktı. BM yaptırımları kısmen kaldırılmış olmasına rağmen Amerikan yaptırımları kaldırılmadığı için bunun da olumlu bir etkisi olmamıştır. Çünkü anlaşmadaki taahhütlerinin aksine Barack Obama hükümeti ABD yaptırımlarını kaldırmadığı gibi İran’a karşı yeni yaptırımlar uygulamaya başladı. Amerikan yaptırımları kaldırılmayınca BM yaptırımlarının kaldırılması da bir işe yaramadı. Çünkü uluslararası bankacılık sisteminin ABD’nin kontrolünde olması ve İran’dan büyük çapta petrol satın alan ve çeşitli alanlarda yaptırım yapacak çok uluslu şirketlerde Amerikan ortaklığı olduğu için tüm büyük şirketler Amerikan baskı ve tehditleriyle İran’la ticaret ve işbirliği yapamaz duruma geldiler.

ABD’de 2017 yılında iş başına gelen Donald Trump hükümeti ise uluslararası siyonist çevrelerin baskısıyla nükleer anlaşmanın Amerikan çıkarlarını korumadığı bahanesiyle bu anlaşmadan çıkmaya karar verdi. AB ülkeleri ise bu sırada anlaşma şartlarının kısmen İran lehine yerine getirilmesi için yeni çözüm yolları bulma sözü verseler de ABD’nin baskısıyla geçen dört yıl içerisinde hiç bir girişimde bulunamadılar veya bulunmak istemediler.

ABD+AB koalisyonu uygulanan azami baskıların İran’ı teslim olmaya mecbur bırakacağı beklentisiyle İran’ı bazen boş vaatlerle bazen tehditlerle ve bazen de İran’ın bölgesel nüfuzunu kısması, uzun menzilli balistik füzeler üretimine son vermesi vb yeni konularda görüşmeye zorlamak amacıyla bekleyip ve bekletip durdular.

İran ise KOEP(Kapsamlı Ortak Eylem Planı) nükleer anlaşmasından hiçbir kazancı olmadığını görünce taahhüt ettiği konulardan aşamalı olarak geri adım atmaya başladı. %3.5 oranında uranyum zenginleştirme ve depolama sınırını kaldırması, ilaç üretimi için ihtiyaç duyulan %20 oranında uranyumu zenginleştirmeye başlaması, uranyum zenginleştirmede geliştirdiği yeni tip santrifujları kullanması ve en son olarak ise NPT( Nükleer Silahların Yayılmasını Önleme) ek protokolüne uymayı askıya alarak UAEA müfettişlerinin nükleer tesislerdeki kontrollerini sınırlaması vb teşebbüsleri sayılabilir.

Joe Biden hükümeti ise D.Trump zamanında çıkılan KOEP’e(Kapsamlı Ortak Eylem Planı) geri dönmek istediğini ve bunun için İran ile yeni görüşmeler yapmaya hazır olduğunu tekrarlayıp durmaktadır. İran ise ABD’nin uyguladığı yaptırımları kaldırmasıyla zaten anlaşmaya dönmüş olacağını ve bunun için görüşmeye ihtiyaç olmadığını, vurgulamaktadır. İran’ın görüşmelere yanaşmama kararlılığını gören ABD bu defa da anlaşmaya aşamalı olarak dönebileceğini, anlaşmadaki taahhütlerine dönerek ilk adımın İran’ın atmasını öne sürmektedir. İran buna cevap olarak taahhütlerini zaten anlaşmadan hemen sonra yerine getirdiğini ve başta ABD olmak üzere Batılı ülkelerin sözlerinde durmayarak yaptırımları kaldırmaması yüzünden aşamalı olarak geri adım attığını, tüm yaptırımların kaldırıldığı gün yeniden tüm taahhütlerine geri döneceğini resmen ilan etmiştir.

ABD ve AB ülkelerinin asıl amacı nükleer anlaşmaya ilaveten İran’ın füze teknolojisini ve bölgedeki nüfuzu dedikleri Direniş Cephesini varlığını da masaya yatırmak ve İran’dan yeni tavizler koparmaktır. İran ise ne nükleer teknoloji konusunda yeni görüşmelere oturmayı ne de öteki iki konuyu görüşme konusu yapmayı kesin bir dille reddetmiştir.

İran’ın bu kararlı duruşuna paralel olarak direniş cephesinin öteki üyeleri, en başta da Yemen’in Başkent San’a merkezli hükümeti(Ensarullah ve Halk Komitelerinden oluşan Ulusal Kurtuluş Hükümeti) ABD’nin görüşme tekliflerini geri çevirerek bu ülkeye uygulanan kara, hava ve deniz ablukasının kaldırılması; Amerikan destekli Suudi koalisyonunun Yemen’den tamamen geri çekilerek altı yıldır yaptığı tahribatın tazminatını ödemesini görüşmeler için şart koşmuştur.

Yemen’in enerji bölgesi olarak bilinen Maarib eyaletinin önemli bir bölümünü ele geçirerek Maarib şehrinin birkaç kilometre yakınlarına kadar ilerleyen Ensarullah ve Yemen Ordusu birliklerinin şehre girmesinin Yemen için büyük bir zafer ve işgalciler için büyük bir yenilgi olacağını gören ABD destekli Suudi koalisyonu hava saldırılarını sıklaştırdıkça Ensarullah da Suudilerin petrol tesislerine füze ve SİHA saldırılarını artırmaktadır.

Ayrı bir ifadeyle ister İran ve ister Yemen konusunda olsun artık görüşme için şart koşan tarafın ABD ve bölgedeki müttefikleri olmadığı açık seçik bir şekilde ilan edilmiş bulunuluyor. Direniş Ekseni artık şart kabul eden değil şart koşan taraf olmuştur.

Ziya Türkyılmaz

 

ABD ve genel olarak Batı emperyalizmi Suriye, Irak ve Lübnan’da da artık belirleyici değildir. Irak’ta etkin çevrelerin gafleti ve bir kaza sonucu işbaşına gelen Mustafa Kazimi hükümetinin ABD lehine bunca çabalarına rağmen işgalci Amerikan güçleri hemen her gün Iraklı mücahitlerin saldırılarına uğramaktadır. Ardı arkası gelmeyen saldırılara tahammülü olmayan Amerikan askeri güçleri Irak Meclisinin almış olduğu karar doğrultusunda er geç Irak’ı terk etmek zorunda kalacaktır.

Bir zamanlar Lübnan’da büyükelçilikteki memurlarının emriyle hükümet kurup hükümet değiştiren ABD ve Fransa şimdilerde Hizbullah duvarına çarpmış olarak sadece hükümet kurulmasını engellemekle yetinmektedir.

Suriye’deki durum ise ortada. Süper güç(!) ABD Büyük Kürdistan projesini takibi dışında bugünlerde bu ülkenin petrolünü çalmak, işgal ettiği bölgelerde terörist eğitmek, kontrolündeki kamplarda tuttuğu IŞİD teröristlerini ihtiyaç duydukça Irak’a aktarmakla meşguldür.

Özetlersek ABD’nin Batı Asya veya BOP projesi yenilgiye uğramıştır. Siyonist rejimin Nil’den Fırat’a hayalleri suya düşmüştür. İslam dünyasındaki birkaç gerici kral ve şeyhle kurulan ilişkiler bu rejimin ömrünü uzatamayacak ve Filistin davasını unutturamayacaktır. Çünkü bölge halkları artık büyük oyunun farkına varmış, kendilerine tahakküm eden rejimlerin mahiyetini anlamış ve hepsinden önemlisi Direniş Ekseni artık durmadan güçlenerek ve komplocuların oyunlarını bozucu güce kavuşmuş olarak bölge halklarının ümidi ve destekçisi konumuna gelmiştir.

Ziya Türkyılmaz

Read 901 times