Gazze’nin Z raporu: Daha yazılmadı!

Rate this item
(0 votes)
Gazze’nin Z raporu: Daha yazılmadı!

Gazze’de BM sözleşmesindeki tanıma uyan bir soykırım karşısında 13 Ekim’de Şarm el Şeyh’te sahnelenen sirk tarifsiz acıların üzerine tüy dikti.


Soykırımcının bir numaralı tedarikçisi ve koruyucusu ABD Başkanı Donald Trump, İsrail’in ulaşamadığı bazı stratejik hedefleri devralan Gazze Planı’na Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan başta olmak üzere onlarca ülke liderini ortak etti.

Trump zirveyi ‘emir-kul’ ilişkisini canlandıran bir müsamereye çevirirken her bir liderin nasibine aşağılayıcı sözler düştü. Gaf değil taammüden laf. Gazze Planı’nın ruhunu ele veren iki laftan birini Birleşik Arap Emirlikleri temsilcisine, diğerini Erdoğan’a etti. Erdoğan’ı çetin ama Amerikan başkanının her istediğini yapan biri diye tanımlarken BAE temsilcisini parmağıyla işaret edip “Çok para, sınırsız para!” ifadelerini kullandı. Biri planı Hamas’a kabul ettiren baskıyı, diğeri planı finanse edecek keseyi temsil ediyor.

Trump’ın altına ‘riviera’ düşlerini döşediği Gazze planı olduğu gibi uygulanırsa esir-tutsak ve cenaze takaslarından sonra bu ortaklara açık bir görev tevdi ediyor:

Hamas’ın olmadığı teknokratlar yönetiminin kurulması; Amerikan koordinasyonunda uluslararası güç konuşlandırılması; tüm direniş güçlerinin silahsızlandırılması; savunma ve saldırı altyapısının yok edilmesi; Gazze Şeridi’nin kaderine hükmedecek uluslararası Barış Konseyi’nin oluşturulması; Gazze’yi küresel sermayeye peşkeş çeken projelere girişilmesi…

Plan günün sonunda İsrail’in Gazze’nin haritasını küçültecek şekilde dış çemberde işgalini sürdürmesini öngörüyor.

Nihayetinde katliamların durması, insani yardımlara izin verilmesi, Gazze’nin tamamının işgal edilmemesi ve Filistinlilerin 1948’deki gibi topraklarından yeniden sürülmemesini temin edecek diye bu planı meşrulaştıran unsurları öne çıkarıyorlar. Ne katliamlar tamamen duruyor ne insani yardımın önü hepten açılıyor ne de işgal bitiyor.

7 Ekim Aksa Tufanı’nı takip eden iki yıllık kıyım ve imha sürecinde hiçbir suçun bedelini ödemeden İsrail’i temize çıkaran bir plana “Gazze sevdalısı” liderler garantör oluyor.

Fakat 7 Ekim’in Z raporu bu değil; daha doğrusu rapor henüz çıkmadı, belki hiç çıkmayacak.

Bu rapora giren ağır sonuçlarının olmadığı anlamına gelmiyor; 68 bin can, 171 bin yaralı, enkaz altında sayısını bilmediğimiz kadar ceset, yaşamı imkânsız kılan yıkım, asla sarılamayacak yaralar, geçmeyecek travmalar her zaman en başa yazılması gereken sonuçlardır.

Hedef güç denklemini bozmak ama daha bitmedi!
Sonuçlar Gazze’yi de aşıyor.

Hizbullah Genel Sekreteri Hasan Nasrallah ve lider kadrolarının organize terörle öldürülmesiyle Lübnan direnişinin aldığı darbeler İsrail’in ‘cezalandırıcı güç’ imajını parlatıyor.
Zincirleme olarak bu durum, Suriye’de rejimin Batı-Körfez beslemesi cihatçı projenin eline düşmesiyle sürdü. Ve İsrail güney Suriye’yi tampon bölgeye dönüştürme, bu ülkenin hava sahasını engelsiz koridora dönüştürme, yeni orduyu ağır silahlar ve savunma kapasitesinden mahrum bırakma gibi dayatmalarda bulunma imkanına kavuştu.
‘Direniş Koridoru’ndaki statükonun değişimi en nihayetinde uzun yıllardır üzerinde çalıştıkları İran’ı vurma planının önünü açtı.
İsrail bu sonuçları caydırıcı bir faktörü dönüştürüp güç denklemini kökten değiştiren bir tahakküm mekanizması kurmayı düşlüyor. ‘Düşlüyor’ diyorum çünkü yıkıcı sonuçlara rağmen bunun şu aşamada olabildiğini söyleyemeyiz.

İsrail’in öldürme kabiliyetine dayalı bu tasavvur, özünde tamamen Amerikan desteğine bağımlı. Trump bu konunun anlaşılmasında bizi yükten kurtarıyor; defalarca kendisini İsrail’e ‘dur’ ve ‘başla’ diyebilen ya da Yahudi devletini sürüklendiği bataklıktan kurtaran otorite olarak resmetti.

İsrail, İran’ın nükleer tesislerini yok etmek ve rejimi yıkmak bir kenara, hedeflediği caydırıcılık denklemini de kuramadı.

Hizbullah da Amerikan-Suud ikilisinin muazzam baskılarına rağmen silahlarına veda etmedi. Suriye’yi tamamen teslim alma çabaları hâlâ ucu açık bir süreç.

Yemen’de hiçbir bombardıman Husileri Gazze ile dayanışmadan vazgeçiremedi. Bölgesel denklemle ilgili kumpas, müdahale ve baskılar devam edecek.

İsrail küçük bir şeritten ibaret olan Gazze’ye yaşattığı cehenneme rağmen stratejik hedeflerini tutturamazken tüm coğrafyaya hikâye yazmak daha çok mürekkep tüketir.

Enkaz ve ceset yığınları arasından doğrulan Filistin
7 Ekim’in Z raporundan söz ederken hedefler ile sonuçlar arasında ilk bağlamın kurulacağı yer elbette Gazze.

Binaları yıkılmış, toprağı yakılmış, ceset taşımaktan bitap düşmüş, yavrularını açlığa vermiş, oradan oraya sürülmüş Filistinliler ateşkesle birlikte düştüğü yerden aman dileyerek kalkmadı. Siperdeki 12-13 örgütten hiçbiri beyaz bayrak çekmedi. İsrail’in hedefi nüfusun en az yarısını Gazze’den atmak idi, ama bu kadar korkunç koşullara rağmen kitleler sınırlara yüklenip “Bizi bu cehennemden alın” demedi. Kimse teknelere doluşup denizlere açılmadı… Buna kalkışsalardı İsrail nice ‘Exodus’ gemisini sefere çıkarırdı! Ateşkesle birlikte başlarını sokabilecekleri bir bina kalmadığını bile bile sel olup şehirlerine dönmeye çalıştılar. ‘Filistin bilinci’ cehennemde kavrularak, ateşte dövülerek geri döndü. Bütün meseleyi Hamas’tan ibaret görmek insanda astigmatizm yapıyor.

“Neredeyse bitti” denilen Hamas da ateşkesin ilk dakikalarından itibaren üniformalı güçleriyle kontrolü yeniden ele aldı. “Yok olası” değil miydi? Üstelik işgal ordusuyla iş birliği yapıp yardımları çalan ve İsrail’in verdiği silahlarla cinayetler işleyen çeteleri temizlemeye girişti. Çatışarak ya da halka açık alanda yargısız infazlar yaparak… Kötü şöhretine dönüşü sadece intikam alma değil hakim güç olarak kalma kararlılığını da gösteriyor.

Hayattaki rehineleri tanınan süre içinde teslim ederek örgütsel bütünlüğünü koruduğunu da gösterdi. İlginç olan Trump’ın asayişin temini için Hamas’ın duruma vaziyet etmesine geçici olarak onay verdiklerini söylemesiydi.

Ödenen ürkütücü bedellerden sonra Hamas içerde kendi varlığına karşı yükselecek muhalefeti savuşturmak için stratejik hedefleriyle ilgili bir çetele tutmak zorunda kalabilir.

Hamas, Aksa Tufanı ile Gazze üzerindeki ablukayı kaldırmak, İsrail hapishanelerinde çürütülen tutsakları kurtarmak, Filistin davasını gömen Abraham Anlaşmalarını parçalamak gibi hedeflerden söz ediyordu.

Çetin pazarlıklara rağmen lider kadrolarından kurtarılan olmadı, ama müebbet hapis cezası almış 250 tutsak ve Gazze’de esir alınmış 1718 kişi serbest kaldı. Bunun Filistinliler üzerinde psikolojik etkileri olacaktır.

Filistin Devleti’nin kuruluşuna dayalı iki devletli çözüm dünyanın gündemine geri döndü. Ve İsrail soykırım suçlarından dünya mahkemesinde sandalyeye oturtuldu. Tarihinde hiç olmadığı kadar tecrit edildi ve varlığı sorgulanır hale geldi. İsrail için bunlar stratejik yenilgidir.

Fakat abluka kalkmadığı gibi işgal genişledi. Abraham Anlaşmaları da sadece dondurucuya kaldırıldı. Trump’ın “Barış 2025” sloganını kullandığı yeni sürecin hedeflerinden biri Abraham Anlaşmalarını genişletmek, bölgede ekonomik projelere İsrail’i ortak etmek ve Orta Doğu’daki tetikçisini tecritten kurtarmak.

Trump’ın hayal sepeti ve karşılıksız bazı çekler
Abraham Anlaşmalarının muhatabı en başta Körfez ülkeleri. Orada da “Filistin’in canı cehenneme” diyen yeni nesil liderler var. Onlar da İsrail’le ortaklık kuralı çok oldu. Soykırım devam ederken Katar, Bahreyn, Mısır, Ürdün, Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) hem İran’a hem de Gazze’deki örgütlere karşı ABD ve İsrail’le gizli işler çeviriyordu. The Washington Post’un Amerikan gizli belgelerine dayandırdığı habere göne bu altı ülkenin ABD ve İsrail’le istihbarat ve güvenlik ortaklığı 2022’de başladı. Süreç Gazze nedeniyle kesintiye uğramadı. CENTCOM çatısı altında İsrail’le düzenli toplantılar yapıldı. Geliştirilen ortaklığa “Bölgesel Güvenlik Yapısı” adı verildi. İran’ın füzeleri ve insansız hava araçlarına karşı koymak için ortak bir hava savunma planı tasarlandı. Planlamalar 2024’te bu ülkelerin CENTCOM’un sistemine bağlanmasıyla ileri bir aşamaya geçti. Taraflar İran’ın yanı sıra Gazze’deki direniş gruplarının yeraltı tünelleriyle mücadele konularına da odaklandı. Fakat bu ortaklığa rağmen Katar’ın 9 Eylül’de vurulması, İsrail’e aradığını vermeye hazır olan Suudi Veliaht Prensi Muhammed bin Selman ve BAE Devlet Başkanı Muhammed bin Zayid’de ciddi bir güvensizlik yaratmış olabilir. Bu iki liderin Şarm el Şeyh zirvesine katılmaması spekülasyona açık bir konu. Pek çok neden akla geliyor. Trump’ın dayattığı planın istedikleri gibi Hamas’ın fişini çekmeyi garanti etmediğini düşünüyor olabilirler. Başarısızlığa mahkûm bir planın finansmanında gönülsüz olabilirler. Israel Hayom gazetesine bakılırsa Suudi-Emirlik ikilisi Hamas’ın yok olduğunu görmeden Gazze Planı’nı finanse etmeyeceğini Amerikan yönetimine bildirdi.

Gazze Planı, Filistin devletinin kurulmasına yönelik hiçbir taahhüt içermiyor. Aksine ‘Büyük İsrail’ düşleri için ara gaz moduna geçiyor. Pek çok kişi Trump’ın, 3 bin yıl sonra Orta Doğu’da barışın kendisi tarafından sağlandığına dair sözlerini küstahlık saçan kibrine bağlıyor. Muhtemelen bilinçli olarak Davud ve Süleyman dönemine atıf yaparak bu anlaşmayla ‘Büyük İsrail’ hayallerine alan açıyor. Yine de planın ‘sevindirik’ garantörleri hem Trump’ın bu sözlerini hem de Netanyahu’nun ‘Büyük İsrail’ idealine bağlılığını ifade eden açıklamasını bağlam dışı görmeyi tercih ediyor.

Trump garantör ülkelerin taahhüdünü önemli ölçüde Hamas’ın silahsızlandırılması hedefine ve riveara için finansal kaynaklara indirgiyor.

Hamas, iktidarı Filistinli bir teknokrat yönetime bırakabileceğini söylüyor. Bunu planın başarısı olarak bir kenara yazabilirler. Ama Hamas kadroları ve tabanıyla yine orada. Hamas ve diğer örgütler işgal sürdükçe silah bırakmanın söz konusu olamayacağını ya da silahların ancak kurulacak Filistin devletine teslim edilebileceğini tekrarlıyor. Trump da “Hamas anlaşmaya uymazsa, benim tek bir sözümle İsrail çatışmalara yeniden başlayabilir” tehdidini savuruyor. Plan zaten bu noktadan sonra mayınlı alana giriyor. Uluslararası güç konuşlanabilecek mi? Türkiye’nin asker göndermesine yönelik İsrail içinde ‘korkular’ köpürtülüyor. Bunun siyasi kararlara etkisi olacak mı? Uluslararası güç konuşlansa bile direnişi silahsızlandırabilecek mi? Kurulacak sivil yönetim başarılı olacak mı?

İsrail’in her başarısızlığı savaşa dönmek için bahane olarak kullanma ihtimali yüksek. Bu mekanizmaların hiçbiri İsrail’i saldırganlıktan menetmeye kâfi gelmeyebilir. İsrail, Lübnan modelini buraya da dayatabilir. Lübnan’da 27 Kasım 2024’te sağlanan ateşkes Litani nehrinin güneyinde silahsızlanmayı öngörüyordu. Süreçten Lübnan ordusu ve UNIFIL sorumlu. Fakat İsrail 15 Ekim 2025’e kadar toplam 4 bin 952 kez ateşkesi ihlal etti.

Özetle ortaya konulan çerçeve müzakereye tâbi olsa da kalıcı barışı temin etmeye dönük hiçbir perspektif içermiyor. Çünkü;

Plan işgali bitirmiyor.
İsrail’in saldırılarını durduracak bir mekanizma içermiyor.
Ablukayı kaldırmıyor. İnsani yardım akışıyla ilgili mekanizma da ablukayı kurumsallaştırıyor.
İsrail’in yeniden inşa sürecini sabote etmesini önleyecek bir mekanizma da yok.
Bütün bunlar sorunu kalıcı olarak çözmediği gibi İsrail’in dilediği zaman saldırmak için tetikte kalacağı anlamına geliyor.
Evrensel

Read 10 times