Hissedilemeyen Varlıklar

Rate this item
(0 votes)
Hissedilemeyen Varlıklar

 Büyüleyici, şahane ve muazzam bir yapı gördüğümüzde, mühendis ve mimarının, kendi alanında üstün bir yetenek taşıdığını ve yapıda gördüğümüz uyum ve düzenden hareketle, yapımcısının bilgi sahibi olduğunu kolaylıkla anlarız.

Bismillahirrahmanirrahim

   Otomobil, uçak, bilgisayar gibi teknoloji ürünleri de, bunların buluş veya yapımında katkısı olan bilge mucit, uzman ve mühendislerin varlığını ortaya koymaktadır. Bu kanıya varmak için adı geçen şeylerin mucit veya yapımcılarını ille de gözle görmemiz gerekmiyor; görsek bile onların ilim ve bilgilerini duyu organlarımızdan biriyle kavramamız mümkün değildir.

Bununla birlikte onların ilim ve bilgi sahibi olduklarına inanmaktayız. Bunun sebebi nedir? Mezkûr eserlerde gördüğümüz uyum, ahenk ve düzen, yapımcılarının ilim ve bilgilerini kanıtlayan yegâne sebeptir. Bu örnekle vurgulamak istediğimiz, "Varlığına inandığımız her şeyin, görülen ve hissedilen türden olması gerekmiyor" sonucudur. Çünkü duyu organlarının hiçbiriyle algılanamayan varlıklar, ancak eserlerinin tanıklığıyla algılanabilir. Akıl nimetinden nasibini alan herkes, bir eseri ve taşıdığı düzeni gördüğünde, akıllı ve bilge bir yapımcısı ve düzen vericisi olduğunu az bir tetkikle anlayabilir.

Demek oluyor ki, varlıklar iki kısımdır:

1- Duyu organlarının herhangi biri aracılığıyla algılanabilen varlıklar.

Bu türden olan varlıkların bazılarını göz ile görüyor, bazılarını kulak ile işitiyor, bir kısmını burun ile kokluyor, bir kısmını dil ile tadıyor ve diğer bir kısmını ise, derimizle yoklayarak soğukluk ve sıcaklığını, sertlik ve yumuşaklığını algılıyoruz.

2- Duyu organlarının hiçbiriyle algılanamayan ve sadece eserlerinin tetkikiyle var oldukları anlaşılabilen varlıklar.

Bu başlık altındaki varlıkların yapıları aynı olmayıp değişiklik arz eder. Şimdi bu tür varlıkları örneklendiriyoruz:

Elektrik: Elektrik akımını sağlayan bir kabloya bakmak ile taşıdığı elektrik yükünü göremeyiz. Ancak lambanın yanması gibi elektriğin eserini görmekle varlığını anlayabiliriz. Elektrik gücü, doğrudan gözle görülememesiyle birlikte varlığı da inkâr edilemez.

Yer çekimi: Elinizde bulunan bir kitabı bırakacak olursanız, yere düşecektir; yer onu kendine çekecektir. Duyu organlarımızla doğrudan hissedemediğimiz bu güç nedir? Bu çekim gücü, görülemeyen, ancak eseri aracılığıyla varlığı anlaşılabilen varlıklardandır.

Mıknatıs: Mıknatısı bir demir parçasına yaklaştırdığımızda, zahirde iki metal parçasından başka bir şey görülmemektedir. Ancak mıknatısla demir arasındaki yakınlaşmayı görerek iki metal arasında bir çekim alanının varlığını algılarız.

Görülmeyen ışınlar: Güneşin beyaz renkli ışını, üç yanlı bir kristalden geçirilecek olsa, kristalin diğer tarafında yedi renk (kırmızı, turuncu, sarı, yeşil, mavi, lacivert, mor) görülecektir. Kırmızı öncesinde ve mor ötesinde başka bir renk görülmez. Oysaki bilim adamları, gözün ışın göremediği yerde de ısı ve kimyasal eserlere sahip ışınların var olduğunu anlamış ve bu ışınları "kızıl ve mor ötesi" ışınlar olarak adlandırmışlardır.

Miladî 1800 yılında “Herschell” adında bir fizikçi ve astronom, gözün gördüğü ışınlar dışında bir ışının olup olmadığını araştırmaya koyuldu. Termometreyi, mordan kırmızıya kadar yedi ışın görülen bir perdenin üzerinde sırayla gezdirip sırayla renklerin ısılarını ölçtü. Kızıl ötesine varınca, termometrenin daha çok ısı gösterdiğini gördü. Böylece "kızıl ötesi" adında görülmeyen bir ışının varlığı ve görülen ışınlardan daha çok ısı ürettiği kesinleşti. İnsan, kızıl ötesi ışını gözüyle görememiş olmasına rağmen, varlığının eseri olan ısıyı hissederek keşfetmiş oldu.

Aynı yıllarda “Wilaston” adlı başka bir bilim adamı, kimyasal bir madde olan gümüş klorürü bileşiğinden bir miktarını mor ötesi ışına tutunca, hiç beklemediği bir şeyle karşılaştı. Mor ötesinde hiçbir ışın görülmezken, gümüş klorürü siyaha çeviren bir etkenin var olduğunu gördü.

Daha sonra bilim adamları, bu ışının kimyasal etkisi sonucu vücut derisinin güneşte renk değiştirdiğini anladılar.[1] Böylece mor ışını ötesinde, gözle görülmeyen başka bir ışının da varlığı kesinleşti ve bu ışın, mor ötesi ışın olarak adlandırıldı.

İşitilmeyen sesler: Ses ötesi sesler olarak bilinen nice sesler vardır ki bunlar, tıp ve sanayi alanında kullanılmaktadır. Bu seslerin varlığı ancak eserlerinden anlaşılmaktadır.

Algılama: Herkes kendisini, var olduğunu bilmekte ve kendisi dışındaki mevzular hakkında da birtakım ardı arkası kesilmeyen algılamalarını aşağıdakilere benzer cümlelerle ifade etmektedir:

En zor matematik problemini çözdüm.

Filân teori hakkında çok düşündüm ve doğru olduğunu anladım...

Aynı zamanda insan, bildiğinin bilincindedir. Yani bildiğini bilmektedir. İdrak ve algılama, gözle görülen veya kulakla duyulan bir şey değildir. İnsan, hiçbir duyu organıyla algılama gerçeğini hissedemez; ancak diğer duyu organlarıyla birlikte onun varlığını da algılar. Diğer insanlar da duyu organları aracılığıyla onu algılayamaz ve varlığını, ancak eserlerinden anlayabilirler. Meselâ bir bilim adamı, bilimsel bir analizde bulunduğu zaman "Meseleyi anlamış ve algılamıştır" sonucuna varılır. Veya bir bilim adamına, "Matematikten anlar mısınız?" diye sorulduğunda, "Evet, anlarım" diyorsa, bildiklerinin bilincinde olduğu anlaşılır.

Tasavvur ve hayal: İnsan, hayal âleminde istediği her şeyi yaratabilir. Dış dünyada, yapımı yıllarca zaman, binlerce araç gereç, tonlarca malzeme ve yüzlerce işçi gerektiren “Eyfel kulesi” gibi bir kule ve hatta kat kat daha büyüğü, hem de hiçbir zahmete katlanmadan, hayal âleminde bir lahzada yapılabilir. Dahası, dış dünyada var olmayan “yedi başlı dev” gibi efsanevî varlıkları da hayal âleminde yaratmak mümkündür.

Görülmez ve duyulmaz olgular türünden olan bütün bunlar, hayal âleminde gerçekleşirken, bunların varlığından kimse haberdar olamaz. Bu olguların hayalî varlığı, ancak eserlerinden veya sözlerden anlaşılabilir.

Sevgi, nefret ve karar: Herkesin hoşlandığı, nefret ettiği ve karar vermek zorunda olduğu şeyler vardır. İnsan, sevdiği her şeyi yapmaya ve hoşlanmadığı her şeyden sakınmaya ve uzak kalmaya karar verir.

Kimse doğrudan doğruya başkasının kararını, neyi sevdiğini ve neyi sevmediğini bilemez. Bu bilgi, ancak eser ve tepkiler kanalıyla edinilebilir. Çünkü ne sevgi, ne nefret ve ne de karar, duyu organlarıyla algılanacak türden olgular değildir.

Hayat: Karşımızda duran sevimli bir civciv, birden havuza düşüp ölür ve öldükten sonra da hiçbir hayat belirtisi görülmez. Nasıl bir değişim gerçekleşti ki canlı olduğu bir lahza öncesindeki gibi hareket etmiyor?

Bunu şöyle izah etmek mümkün: Canlı her varlık, yaşadığı sürece bir güce sahiptir. Bu güç ancak ölümle ondan ayrılır. Buna "hayat" denmektedir. Hayat, duyu organlarıyla hissedilir bir şey değildir. İnsan sadece hareket, beslenme, büyüme... gibi hayat belirtilerini gözlemler ve bu gözlemlerine dayanarak da "hayat" denen bir olgunun var olduğunu anlar. Bu sıralanan tartışmasız bilimsel gerçekler, duyu organlarıyla algılanan varlıklar dışında birtakım varlıkların var olduğunu ve bunların, ancak eserleri aracılığıyla anlaşılabileceğini kanıtlamaktadır.

Buna binaen, görülmeyen bir şeyi, “sırf görülmüyor” diye inkâr etmek doğru değildir. Çünkü görülmemekle mevcut olmamak farklı şeylerdir. Bir şeyin var olduğunu anlamak, sadece duyu organlarının algılaması ile sınırlı değildir. Akıl da bir şeyin varlığını, o şeyin eserlerine dayanarak anlayabilir. Meselâ, bahsi geçen ve ancak eserleriyle tanınan bilimsel gerçeklerin varlığını kimse inkâr edemez.

Allah'ın da bu gerçekler gibi olduğunu söylemek istemiyoruz. Çünkü Allah, bunların ötesinde bir hakikattir; eşsiz ve benzersizdir. Anlatmak istediğimiz, bu varlıkların var olduğunu eserlerinden anladığımız gibi Allah'ın var olduğunu da eserlerinden anlayabileceğimizdir.

Durum bundan ibaretken, duyu organlarından biri olan gözle Allah'ı göremeyen ve bundan dolayı da inkâr yolunu seçenlerin akıl ve düşünce gözleri kördür. Aklın hükmü gereği şunu biliyoruz ki, Allah'ın eserlerinden olan yaratılışın dakik düzeni etrafında düşünmekle Allah'ın varlığı anlaşılabilir.

"Aç kalbinin gözünü de can göresin,

Görülmeyen şeyleri yekten göresin."

Çünkü her varlıkta Allah'a kılavuzlayan nişaneler vardır.

Burada gözden uzak tutulmaması gereken daha zarif ve önemli nokta, Allah'ın kudret eserlerinde -dünya ve dünyadaki varlıklar- tefekkür etmenin, Allah'ın varlığına kılavuzlayacağıdır. Aynı zamanda, Allah'ın eseri, belli bir yer, zaman ve konuyla sınırlı olmayıp bütün evreni kapsamına aldığından ötürü evrenin her zerresi Allah'ın ayetini taşımakta ve O'nun hiçbir varlığa benzemeyen, eşsiz, sınırsız, ebedî, bütün kemal vasıflarına malik ve her türlü eksiklikten münezzeh bir hakikat olduğunu da kanıtlamaktadır.

Sonuç itibariyle, Allah'ın eserlerini incelemekle şu iki nokta anlaşılmış olacaktır:

1- Bütün eserlerin sahibi olan evrenin yaratıcısının varlığı.

2- Eserlerinin belli bir zaman ve mekânla sınırlı olmayışı ve bundan hareketle de O'nun sınırsız bir varlık ve bütün kemallerin sahibi bir hakikat olduğu.

Ancak insan, bu varlığın hakikatini anlamaya kadir değildir.

Sekizinci İmam Hz. Rıza'nın (a.s) hadimi Muhammed b. Abdullahi Horasanî şöyle anlatır: İmam Rıza (a.s), huzurunda oturan bir grup insanla sohbet ediyordu. Bu esnada Allah'ı inkâr edenlerden biri geldi. İmam Rıza (a.s) ona hitapla şöyle buyurdu:

— Eğer sizin dediğiniz gibi Allah, peygamber, hesap ve kitap meselesi yoksa -ki mutlaka vardır-, bizim namaz, oruç, zekât ve imanımızın bize bir zararı olacak mı?

Adam susup kaldı. İmam (a.s) şöyle buyurdu:

— Ama eğer bizim dediğimiz -kesinlikle Allah, din, ahiret ve kıyamet vardır- gerçekleşirse, o zaman siz bedbaht ve helâk olmaz mısınız?

Belli ki, bu dünya ötesinde bir âlemin var olabileceğini düşünen herkes, bedbaht ve helâk olmamak için aklın hükmüne uyarak dine inanmalı ve emirlerini hayatına aksettirmelidir.

İnkârcı:

— Sizin inandığınız Allah nasıl ve nerededir?

İmam (a.s):

— Senin soru şeklin yanlıştır. Çünkü Allah, mekânı olmaksızın, mekânı yarattı ve niteliği olmaksızın, nitelik ve keyfiyeti yarattı. Allah bu tür sorularla tanınamaz; O, duyu organlarının hiçbiriyle algılanamaz ve hiçbir şeyle de kıyaslanamaz.

İnkârcı:

— Eğer duyuların hiçbiriyle algılanamıyorsa, demek ki öyle bir şey yoktur.

İmam (a.s):

— Ne kadar da dar görüşlüsün! “Duyuların Allah'ı algılamaktan âcizdir” diye O'nun ilâhlığını inkâr mı edeceksin?! Oysa biz, Allah'ı idrak etmekteki âciz ve güçsüzlüğümüzü görünce, O'nun kesinlikle rabbimiz ve ilâhımız olduğuna inanıyoruz.

İnkârcı:

— Allah ne zaman var oldu?

İmam (a.s):

— Allah'ın ne zaman olmadığını sen söyleyecek olsan, ne zaman olduğunu ben söyleyeceğim. Yani Allah, zaman öncesi var olup zamanı da O yaratmıştır.

İnkârcı:

— Allah'ın varlığını kanıtlayan delil nedir?

İmam (a.s):

— Kendime bakıyorum da, bedenimin uzunluk ve genişliğine ne bir şey ekleyebiliyor ve ne de bir şey azaltabiliyorum; sağlık ve hastalığım hususunda da elimden bir şey gelmiyor (hasta olduğum zaman iyileşmek istesem bile bu, benim isteğimle olmuyor). Ayrıca güneşin, yıldızların, yerin, göğün, kısaca evrenin düzenini görüyor ve hem bedenimin, hem de evrenin, bilgi ve kudret sahibi bir yaratıcısı olduğunu anlıyorum. [2]

 

---------

[1]- Understanding Light' by Tanonhaum, Spillman.

[2]- Usûl-u Kâfi, c. l, s. 78.

 

Read 373 times