İMAM MEHDİ'NİN (A.S.) GAYBETİ HAKKINDA 10 SORU VE CEVABI (2)

Rate this item
(0 votes)

6. Eleştiri

İmamiye’nin iddiası bir başka yönden de gerçeklerin tersinedir. O da şu dur: Diyorlar ki, İmam Mehdi, babasının vefatın (Hicri 260)’dan bir kaç yıl önce dünyaya geldi ve şu ana kadar yaşamaktadır. Buda normal olarak imkansız bir şeydir. Bir insanın bu kadar uzun bir süre yaşaması mümkün müdür?

Cevabı

Bu eleştiride öncekiler gibi zayıf bir eleştiridir. Çünkü gerçi bu asırdaki insanlar ömürleri genel de 70 ila 80 yaşlan arasındadır. Ama hiç bir şekilde geçmişte yaşayanların da böyle olduğu ispatlanamaz. Şimdi gerçeğin daha iyi anlaşılabilmesi için, uzun ömürlü olanlardan bir kaç örnek sayacağız:

1) Alimlerin hepsi Hz. Adem aleyhi’s-selâm’ın ömrünün yaklaşık olarak 1000 yıl olduğunu söylüyorlar. Hatta yaratıldığı günden ta öldüğü güne kadar onda asla bir değişiklik olmadığı nakledilmiştir. Çocukluk, gençlik, yaşlılık, kudret ve ilmin azalıp çoğalması gibi, normal insanlarda görülen bu durum onda olmamıştı. Ölünceye kadar aynı şekilde idi.

Çok daha ilginç ve acayip olan bir başka nokta, onun diğer insanlar gibi bir anne ve babadan yaratılmış olmamasıdır. Allah onu topraktan yaratmıştı.

2) Kur’an-ı Kerim de, Hz. Nuh aleyhi’s-selâm’ın 950 yıl, kavmini Allah’ın yoluna davet ettiği açıklamaktadır. Davete başlamadan öncede uzun yıllar yaşamıştı. Ama ne zayıflamış, ne yaşlanmış, ne gücünü kaybetmiş ve ne de aciz olmuştur. Müslüman bilginler Hz. İbrahimaleyhi’s-selâm öncesinde insanların yaşlanmadığını söylemişlerdir. Ancak maddeciler bunları kabul etmezler.

3) Tarih, muhtelif milletlerin için de, bir çok uzun ömürlü insanın hayat öyküsüyle doludur. O insanlardan bir kısmının adını “el- İzah fil- İmamet” kitabında kaydettim. Bir kısmını da burada zikredeceğiz. Daha geniş tarih ve biyografi kitaplarına müracaat edebilirler.

Onlardan biri “Lokman b. Aad” dır. Tarihçilerin nakline göre 3500 yıl yaşamıştır. Bazıları onun ömrünün 7 akbabanın ömrü kadar olduğunu söylüyorlar. Şöyle ki, o akbabalardan birini yakalıyor, dağlık bölgede, büyütüyordu. O öldüğü zaman bir başkasını yaklıyor eğitiyor ve ölünceye kadar koruyordu. Bu şekilde 7 tane akbabayı sırasıyla ömürlerinin sonuna kadar bulundurmuştur. Son akbabasının adı da “Lebed” idi ve o içlerinde en uzun süre yaşayanıydı.

Meşhur şair A’şa, Lokman’ın hakkında şöyle bir şiir yazmıştı:

Yedi tane akbabayı kendin için eğittin,

Birinin ömrü bittiğinde diğerini getirdin.

Uzun ömürlülerden bir başkası Rabi b. Za’b b. Vahab b. Buğeyz b. Malik b. Said b. Adiy b. Fezare’dir. O, 340 yıl yaşamıştır. Resulullahsallâ’llâhu aleyhi ve alih’i de görmüştür. Bu şiir de ona aittir.

Beni çok koruyun kış geldiğinde

Soğuk güç bırakmaz yaşlı insanda

Ama bahar gelip, gök sakinleştiğin de

Ona yeterlidir incecik bir cübbe de

Birisi 200 yıl yaşadığın da

Onun bütün sevinçleri kaybolur.

Uzun ömürlü olanlardan bir diğeri Mustevğer b. Rabia Kaab dır. 333 yıl yaşamıştır. Bu şiiri ömrünün uzun olması hakkında yazmıştır.

Şüphesiz ki çok yaşamaktan bıktım.

Üç yüz yıl boyunca ömür sürdüm.

Yüz yıl da ardından geldi.

Buna ilave olarak bir sürede

Ayları günleri saydım.

Eksem b. Seyfi Esedi’de uzun ömürlülerdendir. O, 380 yıl yaşamıştır. Bu adam Peygamber sallâ’llâhu aleyhi ve alih döneminde ulaşmış ona iman etmiş, ancak Resulullah sallâ’llâhu aleyhi ve alih’le görüşememiştir. Eksem den bir çok tarihi hikayeler, özlü sözler ve hutbeler nakledilmiştir. Bu şiirde onundur:

Birisi doksan ya da yüz yıl yaşasa,

Cahildir o insan eğer yaşamdan bıkmamışsa

Ömrüm iki yüzü aştıysa da

Ama bana bir kaç gece gibi geldi.

Sefi b. Riyah b. Eksem 276 yıl yaşayan bir başka uzun ömürlü insandır. Onun aklı ve fikri gücü asla değişmedi.

Zabire b. Said b. Saad b. Sehm b. Amr, 220 yıl yaşayan insanlardan bir diğeridir. Asla yaşlanmadı. İslam’ın doğuşuna şahit oldu, ama iman getirmedi. Ebu Hatem Rubasi, Utba’dan şöyle naklediyor: Zabire Sehmi, 220 yaşında ölmesine rağmen saçlar siyah dişleri ise sağlam kalmıştı. Amcasının oğlu, o öldüğü zaman şöyle bir şiir yazmıştır:

Zabire Sehmi Öldükten sonra kim ölümü tatmayacak.

Öyle bir halde öldü ki, yaşlanmamış ölmesi ise uzak.

Öyleyse hazır olun, ölüm haber vermeden gelip size de çatar.

Derid b. Samme Çeşmi, 200 yıl yaşayan uzun ömürlülerdendir. İslamın doğuşunu gördü ama Müslüman olmadı. Huneyn savaşında müşriklerin önde gelen komutanlarından idi. Orada Müslümanlar tarafından öldürüldü.

Muhammed b. Utban b. Zalim b. Zubeydi adındaki şahıs 253 yıl yaşamıştır.

Amr b. Hameme-i busi, 400 yıl yaşamıştır. Şu şiir o yazmıştır:

Beni henüz bulmamıştır ölüm

Oysa gelip geçmiş güzel, baharlı yıllarım

Üç asır üzerimden geçmiştir,

Dördüncüsü ise bitmek üzeredir.

Salman-i Farisi herkesin, hatta Müslüman olmayanların dahi kabul ettiği uzun ömürlülerdendir. Müslüman ve Müslüman olmayan alimlerin çoğu onun Hz. İsa aleyhi’s-selâm’ı dahi gördüğünü söylemektedirler. Resulullah sallâ’llâhu aleyhi ve alih’den sonra ikinci halifenin hilafet döneminin ortalarına kadar yaşamını sürdürmüştür.

İranlı tarihçiler, İran’ın eski padişahlarından bazılarının ömürlerinin yukarıda adları geçenlerden daha uzun olduğunu söylemişleridir.

Onlar şöyle yazmakta: “Ceşn Mehrgan, uzun ömürlü padişahlardan biridir. O, 2500 yıl yaşamıştır.”

Ben bu padişahların adını üç sebepten dolayı burada getirmedim:

1) Arapların uzun ömürlü olanları, Farslarınkinden daha çoktur.

2) Arap uzun ömürlüler, zamanımıza daha yakındırlar.

3) Arap alimleri, bu insanların yaşadığını kabul ediyorlar. Ama Farslar, Fars padişahlarının böylesine uzun ömürlü olup-olmadıkları konusunda ihtilafa düşmüşlerdir. Bazıları kabul ederken bazıları reddetmektedirler.

Yukarıda saydığımız insanlar, tarih kitaplarında adları geçen uzun ömürlü insanlardan bazılarıdır. İnsanların uzun ömürlü olmasının mümkün olduğu konusunda kimsenin şüphesi yoktur. Böyle bir şeyin gerçekleştiği de kesindir. Uzun ömürlü insanların olamayacağını söyleyenler, sadece Allah’ı inkar edenlerle, bazı müneccimlerdir. Ama semavi dinlerin takipçilerinin hepsi insanların uzun ömürlü olabileceğini kabul etmektedirler.

7. Eleştiri

İmamiye’nin iddiasının doğru ve gerçekle uygun olduğunu kabul etsek bile, gizli olarak yaşayan bir İmamın ne faydası olacaktır? Esasen beşeriyet İslami tebliğ etmeyen, İslami had ve hudutları uygulamayan, hükümleri beyan etmeyen, kimseye yol göstermeyen, marufu emir ve münkeri nehiy etmeyen ve İslam yolun da cihad etme imkanı olmayan bir rehbere neden ihtiyaç duysun?!

Cevabı

Başka bir ifadeyle eleştiren şöyle diyor: İmamın toplumdaki rolü, İslam şeriatını uygulamak ve ümmeti korumaktır. Eğer İmamiye’nin dediği gibi İmam gaybete çekilirse bütün ceza ve hükümlerin askıya alınması gerekir. Örneğin cihad ve buna benzer bir çok hükmün emrini sadece İmam verir, oda olmayınca, bu emri verecek kimse kalmaz, o zaman da artık ona ihtiyaç kalmayacaktır. Dolayısıyla böyle bir İmamın varlığı ile yokluğu arasında fark söz konusu olamaz.

Bu eleştiri de bir kaç sebepten dolayı temelsizdir:

1) Hakka davet ve İslam’ı tebliğ etmek, herhangi bir şahısla sınırlı değildir. Bu bütün Müslümanların vazifesidir. Acaba Şiiler şimdiye kadar hak yola daveti üstlenmemişler midir? İmamın şahsen bu işi üstlenmesine gerek yoktur. Peygamberlerin daveti de her zaman takipçilerinin ve müminlerin aracılığıyla olmuştur. Davet bu yöntemle de olabilir. İmamların tebliğ için uzaklara gitmelerine veya başkalarının onların yanına gelmelerine gerek yoktur.

Ceza ve hükümlerin uygulanması, düşmanlarla cihad etme konusu da yine vekiller ve komutanlar tarafından yerine getirilir. Peygamberler döneminde de vekiller ve komutanlar ciddi bir şekilde bu işleri yapıyorlardı. Bu işleri mutlaka kendimiz yapacağız demiyorlardı. İmamların durumu da böyledir ve kendileriyle sınırlı değildir.

Şimdiye kadar anlattıklarımızdan şu anlaşılmaktadır: Şeriat ve İslam’ın kanunlarını korumak, gerektiği şekilde tebliğ etmek için İmamın varlığına ihtiyaç vardır. Eğer bu işleri üstlenecek birileri varsa, İmam bu işi onlara bırakabilir veya kendisini gizleyebilir. Ama ümmetten hiç kimse bu işi yapmaz, hepsi hak ve doğru yoldan saparlarsa o zaman İmamın gizli kalmaya hakkı yoktur. Ortaya çıkarak işlerini bizzat kendisi üstlenmelidir.

Bu konunun kendisi İmamın gerekli oluşunun felsefesini akli yönden ispat etmekte ve Allah’ın onu göndermesinin lüzumunu da ortaya koymaktadır.

2) Akli açıdan ümmetin hidayeti, şeriat korunması ve emniyetin sağlanması için Allah’ın bir İmam göndermesi şarttır. Eğer ümmet zulme başvurup, İmamı öldürme amacını güderse veya onun işlerine engel olmak isterse, o zaman İmam gayba çekilir ve ümmet içerisindeki işlerini durdurur. Buna sebep olan şey de ümmetin tutumudur. Bunda ümmet suçludur. Doğacak her fesattan da yine ümmet sorumludur. Eğer Allah Teala İmamı görevlendirmezse, doğacak olan eksikliğin sebebi “neuzubillah” kendisi olmuş olur. Allah Teala her türlü karışıklık ve fesattan uzaktır.[4]

8. Eleştiri

Şia’nın İmamiye dışındaki fırkaları da İmamiye gibi bir önderlerinin gizli olarak yaşadığını iddia etmektedirler. Ama İmamiye bunu şiddetle reddetmekte, onların inançlarının batıl olduğunu söylemektedir.

Cevabı

Eleştirmen şöyle diyor: İmamiye’nin gaib İmam yani Hz. Mehdi aleyhi’s-selâm hakkındaki iddiasının benzeri başka gruplarda da mevcuttur. Ama İmamiye onları kabul etmemektedir.

Örneğin Sebeiye fırkası Hz. Ali hakkında şöyle diyor: Hz. Ali aleyhi’s-selâm ölmedi, O gizli olarak yaşıyor.

Başka bir fırka olan Kisaiyye şöyle diyor: Muhammed bin Hanefiyye ölmemiştir. O insanlardan gizli olarak normal yaşamını sürdürmektedir, uygun bir zamanda zuhur edecektir.

Navusiye fırkasının ise şöyle bir iddiası vardır. Cafer bin Muhammed hayattadır. Belirli bir zamanda zuhur edip, silahlı bir kıyam edecektir.

İsmailiye fırkası, İsmail bin Cafer bin Muhammed’in Mehdi olduğunu ve bir gün ortaya çıkıp kıyam edeceğini iddia etmektedir.

İsmailiye fırkasına mensup bir takım insanlarda şöyle demektedir: Muhammed bin İsmail bin Cafer şu ana kadar yaşamaktadır.

Zeydiye fırkası da İmamları hususunda aynı görüşü savunmaktadır. Hatta Şahi denilen yer de atından düşüp ölen Yahya bin Ömer hakkında da bu iddiayı öne sürmektedirler.

İmamiye bütün fırkaların görüşlerini reddederek hepsinin batıl olduğunu söylemektedir. Öyleyse İmamiye’nin Hz. Mehdi aleyhi’s-selâmkonusundaki iddiası da batıldır. Çünkü bütün bu grupların iddialarını batıl etmek için ortaya attığı deliller, kendileri içinde geçerlidir. Dolayısıyla kendi inançları da batıl sayılmaz mı?

Bu eleştiride yersiz ve temelsizdir. Çünkü bütün bu fırkaların gaybına inandığı kimselerin öldüğü kati ve aşikar olan delillerle ispat olmuştur. Söz konusu gaybetine inanılan bu insanların hepsi İmamların soyundan gelmişlerdir ve bunlardan sonra gelen İmamlar, bunların öldüğüne şahadet etmişlerdir.

Ayrıca bu şahısların öldüğü diğer tarihi kaynaklarda da kayıtlıdır. Bunları reddetmek kesin delilleri hiçe saymakla eş değerdedir. İmam Mehdi aleyhi’s-selâm’a gelince onun ölümüne dair hiç bir belge ve delil mevcut değildir. Diğer fırkaların inandıkları şahıslar, bu dünyadan göçüp gitmişlerdir. Ama İmam Mehdi aleyhi’s-selâm bu dünyada hayatını sürdürmektedir. Diğer fırkaların iddiaları tarihi belgelerden yoksun ve hissi bir takım özellik taşımaktadır. Ama İmamiye’nin görüşü bunun tam aksinedir. Çünkü hiç bir tarihi kaynak İmam Mehdialeyhi’s-selâm’ın varlığını ve yaşadığını inkar etmemektedir. Dolayısıyla diğer fırkalarla İmamiye’yi mukayese etmek, akıl kârı bir iş değildir ve yapılan bu eleştiri de delilsiz olup hakikati tahrif etmekten öte bir şey değiştir.

Ayrıca İmamiye bu iddiaları gaybet müddetinin uzunluğundan veya bu gibi gaybetlerin mümkün olamayacağından dolayı reddetmiyor ki kendi inancına bir halel gelmiş olsun. İmamiye bunların öldürüldüğüne veya öldüğüne dair kesin delillere istinaden bunların hayatta olmadıklarına inanıyor. Bunların ölümünde hiç bir ilim, his ve vicdan şüphe etmemektedir.

Nitekim onların bazılarının İmameti, İmamiye’nin inandığı usule göre ispat edilememiş, bazılarının da İmam olduğu hususunda hiç bir tarihi belge, rivayet ve hadis bulunmamaktadır. Onların bazılarının İmam olmadığı, tarih kaynaklarda şüpheye yer vermeyecek şekilde açıktır. Dolayısıyla söz konusu bu kişilerin gaybeti hiçbir şeyi ifade etmez.

9. Eleştiri

İmamiye, İmam Mehdi aleyhi’s-selâm’ın gaybet ve zuhuru konusunda çelişkiye düşmüştür. Bir taraftan, İmam’ın gözlerden kaybolmasını ve insanların ona ulaşamamasın, Allah Teala irade etmiştir diyorlar; öte yandan bir İmamın olmasının gerekliliğinin felsefesi hakkında, insanların dinin hükümlerini bilen birine ihtiyacı olup, Allah’ın onu göndermesi gerektiğini söylemektedirler. Başka bir ifadeyle eğer Allah böyle birini göndermez ve insanlar dinin hükümlerini öğrenme imkanını bulamazlarsa bu Allah’ın beşeri nizamı gözetmediğini, kullarının ihtiyacını tam ve güzel bir şekilde temin etmediğini göstermez mi? diyorlar. Görülüğü üzere bu iki iddia tamamen birbiriyle çelişmektedir.

Cevabı

Bu eleştiride esassız ve batıldır. Çünkü bu eleştiriyi yapan kimselerin Allah’ın fiillerindeki maslahat ve mefsedelerinin niteliği hususunda bilgilerinin olmadığı anlaşılıyor. Çünkü hekim ve alim olan birisinin hareketleri her zaman bir ölçü üzerinedir dış etkenler değiştiği zaman, onların hareketleri ve davranışları da değişebilir.

Örneğin, alim ve hekim olan bir şahıs kendi çocuklarına, akrabalarına ve dostlarına iyi ahlak, edep ve ilim öğretiyor; daha sonra maddi imkanları ve onların ticaret yapabilmesi için gerekli olan şeyleri onların hizmetine sunuyor. Onlar bu sebeple hem maddi, hem de manevi yönden kimseye ihtiyaç duymazlar. Eğer bu kimseler halka karşı iyi ahlaklı olur edep ve ilim öğrenmede çaba harcarlarsa ve işlerinde dikkatli olarak çalışılırsa, hekim ve alim olan bu şahıs maslahat gereği bu insanlara sunduğu imkanları daha da artırır. Onların ahlak, ilim ve ticari yönde gelişmeleri için gerekli olan neyleri hazırlar. Ama bunun aksine bu kimseler ilim, edep, ahlak ve marifet tahsil etmede kusur ederlerse, kendi hizmetlerine sunulan maddi imkanları iyi kullanmayıp iflas ederlerse, uygunsuz davranışlarda bulunarak halkla olan irtibatlarını kesenlerse tabii olarak bu hekim ve alim şahıs onlara ilim öğretmekten sakınır, sunduğu maddi imkanları geri alır. Burada görüldüğü gibi hekim olan şahsın maslahata uygun olarak yaptığı, birbirinin tam zıddı olan iki ayrı hareketi vardır. Bu iki davranış aynı şahıslar üzerinde uygulanıyor. Farklı olan yöntem her ikisi de yerli yerinde ve maslahata uygun olarak yapılıyor; tezatlık diye bir şey söz konusu değildir.

Arif ve alim olan insanlar, Allah’ın tedbir ve hikmete dayalı sünnetinin kullar arasında uygulanışının yukarıda verdiğimiz misal gibi olduğunu kabul ederler. Şöyle ki, Allah kullarına akıl ve düşünme gücü vermiştir. İnsanlar akıllarıyla iyi ahlakı ve beğenilen yöntemleri anlayabilirler.

Allah Teala, peygamberler ve semavi kitaplar vasıtasıyla insanların iyi ahlak ve iyi amelleri yapmalarını emretmiştir. Bu emir insanların maslahatı için verilmiş bir emirdir. Çünkü insan ancak bu emirlere uymakla ebedi saadete ve kurtuluşa ulaşabilir.

Dolayısıyla eğer insan Allah’ın verdiği aklı kullanarak, onun emirlerine uyarsa, Allah da onu gaybi yardımlarla destekler ve onun hak yolda ilerleyebilmesi için gerekli olan sebepleri hazırlar. Ama eğer insan akıl ve mantığını kullanmaz, Allah’ın emirlerine itaat etmezse o zaman durum tamamen değişir.

Bu iki iş muhtelif ve farklıdır; maslahat bunu gerektirmektedir. Bu farklı yöntemler arasında akli ve mantıki olarak hiç bir zıttık söz konusu değildir.

Allah inanları kendisine ve gönderdiği peygamberlere iman etmeye davet etmiştir. Şüphesiz Allah insanların maslahatına uygun olarak bu emri vermiştir. Ama eğer insanın canı tehlikeye düşerse canını kurtarmak için Allah ve peygamberlerini inkar ederse, günaha düşmez aksine yaptığı bu hareketle sevap kazanmış olur. Allah kendisine iman etmeyi emrediyor öte yandan zorluk anında inkar etme izni veriyor. Bu iki emirde yerine göre verilmiştir.

Burada yöntem ya da vazifenin değişmesi ile böyle bir durum ortaya gelmiştir. Buda zalim ve inkarcıların hak olduğunu göstermez. Onlar, yaptıkları bu zorlamaya karşılık olarak cezalarını çekeceklerdir.

Allah Teala hac ve cihadı insanlara farz kılmış, bu iki görevi yerine getirmeyi şartlara bağlamıştır. Eğer insanın gücü olur, hiç bir engelde söz konusu olmazsa muhakkak bu emirleri yerine getirmelidir. Eğer bunları yapacak güce sahip değilse ve engel varsa o zaman bu yükümlülük ortadan kalkar, çünkü şartlar bunu gerektirmektedir. Bu işe engel olanlar sorumludur; cezalandırılacak olanlarda onlardır. .

Şüphesiz Hz. Mehdi aleyhi’s-selâm’ın gaybet ve zuhur meselesi de böyledir. Çünkü kullar kendi İmamına itaat eder, gerekli vazifelerini yerine getirir ve hak yolda ilerlemede ona yardımcı olurlarsa, o zaman İmam zuhur eder ve insanlar da ona ulaşa bilirler. Ama insanlar ona itaat etmeyip, hak ve tekamül yolunda yardımda bulunmazlarsa, İmam insanların erişemeyeceği ve göremeyeceği bir ortama yani gaybete çekilmesi gayet doğal bir olaydır. Onun gaybete çekilmesine sebep olanlar bu sorumluluğu taşımakta ve cezasını da onlar çekecektir. İmamın gözlerden kaybolması bu yöndedir. Ona yardım edecek bir kimse kalmaz ise oda yardım edecek birileri gelinceye dek gizliliğini devam ettirecektir.

10. Eleştiri

İslam mezheplerinin hepsi, mucizenin yalnızca peygamberlere özgü bir şey olduğuna, ayrıca bu elçilerin özel bir alametinin bulunduğuna inanmaktadırlar. İmamiye’nin iddiasına göre, İmam Zaman aleyhi’s-selâm zuhur edeceği zaman kendisini tanıtması için mucizeye ihtiyacı olacaktır. Ancak bu şekilde kendisinin İmametini ispat edebilir. Çünkü kimse mucize olmadan onu tanıyamayacaktır. Ama mucize peygamberlere özgü bir şeydir.

Cevabı

Eleştirmen şöyle diyor: Eğer İmam gaybete çekilir ve asırlar boyu zuhur etmezse bu süre içerisinde bir çok nesil İmamı görmeden gelip gideceklerdir. Asırlar sonra İmam zuhur ettiğinde de o zamanın insanları onu kabul etmeyeceklerdir. Çünkü onun İmametine dair hiç bir delil ve ispat onlara göre mevcut değildir. Kendisini, mucize göstererek ispat edebilmesi ancak peygamber olmasıyla mümkündür. Ama artık peygamber gelmeyeceği bütün İslam ümmetinin inandığı bir ortak noktadır. Ayrıca bir insanın peygamber olmadığı halde mucize etmesi İslam ümmetinin reddettiği konulardan birisidir. Çünkü İslam ümmeti mucizenin fakat peygambere ait olduğu ve peygamberden başkasının mucize yapamayacağı konusunda ittifak etmişlerdir.

Bu da kof bir eleştiridir. Çünkü sayısızca hadis ve rivayet, İmamın özelliklerini bildirmiştir. Ayrıca kıyamdan önceki alametler açıklanmıştır. Bu rivayetler hem Hz. Peygamberden hem de 12 İmamdan nakledilmiştir. Mesela kıyamdan önceki alametlerden birisi Süfyani adında birisinin yapacağı silahlı kıyam, bir diğeri Deccal adında birinin ortaya çıkarak, sayısız insanı katledeceği ve buna benzer bir çok alametler bildirilmiştir. Hz. Hüseyin aleyhi’s-selâm’ın evlatlarından birisinin Medine’de silahlı bir kıyamı başlatması ve halkı Hz. Mehdi aleyhi’s-selâm’a davet etmesi daha sonrada şehid edilmesi, zuhur alametlerinden biridir. Büyük, mücehhez ve donanmış bir ordunun Beyda da (Mekke yakınlarında bir çöl ismi) toprağa gömülmesi ve buna benzer sayısız alametlerin gerek Şia, gerekse Sünni kaynaklarında Hz. Peygambersallâ’llâhu aleyhi ve alih'den nakledilmiş olmasıdır.

Bütün bu haberler günümüze kadar gelmiş ve gelecek nesillere de muhakkak ulaşacaktır. Bu nişanelerle Hz. Mehdi aleyhi’s-selâm’ın İmam olduğu anlaşılacaktır.

Ayrıca alametlerin ortaya çıkması ve birtakım mucizelerin İmam tarafından gerçekleştirilmesi onun peygamber olduğunu göstermez. Çünkü mucize sadece peygamberlik iddiasını doğrulamak için değildir. Mucize, iddia eden kimsenin iddiasının ve kendisinin doğruluğuna, delalet eder. Mucize hem peygamberlik iddiası için geçerlidir hem de başka ilahi iddialar için.

Başka bir ifadeyle Hz. Muhammed’den sonra artık kıyamete kadar Peygamber gelmeyeceği her Müslümancı bilinen ve Kur’an’da açıklanmış bir hakikattir. Ve bunu Ehl-i Beyt İmamları açıkça beyan etmişlerdir. Evet mucizenin fikri ve ameli olarak her türlü pislik ve günahtan uzak olan kimseye ait olduğu doğrudur. Dolayısıyla bu şahıs peygamber, İmam yada salih bir kul olabilir. Misal olarak Kur’an da gelmiş iki olayı aşağıda aktaracağım.

1) Allah Teala Kur’an-ı Kerim de şöyle buyuruyor:

“Zekeriyya, Meryem’in yanına her gittiğinde onun yanında rızkının hazır olduğunu görüyordu. O, Meryem’e şöyle dedi: “Bu yemekler kimin tarafından gelmektedir.” Meryem, bu rızk Allah tarafından gelmektedir, dedi. Kim rızkını ondan istese o hesapsız olarak onun rızkını verir. Zekeriyya bu esnada dua etti: “Ey Allah’ım bana pak ve değerli evlatlar nasip eyle şüphesiz sen benim isteğimi duyansın.”

Allah Teala bu mucizeyi Hz. Meryem’e bağışlamıştı. Hz. Meryem peygamber değildi. Sadece, O’nun salihe kullarından biriydi.

2) Kur’an-ı Kerim’in buyurduğuna göre Allah Teala, Hz. Musa’nın annesine vahyetmişti.: “Biz Musa’nın Annesine vahyedip dedik ki; ona süt ver, düşmanlardan korktuğun zaman onu denize bırak, korkma, hüzünlenme onu sana tekrar geri döndüreceğiz ve şüphesiz onu peygamber yapacağız.”

Allah Teala, açıkca Hz. Musa’nın annesine vahiy ettiğini buyurmaktadır. Eğer vahiy sadece peygamberlere mahsus bir mucize olsaydı Hz. Meryem’e peygamber olmamasına rağmen vahiy gelmesi doğru bir şey olmayacaktı. Dolayısıyla neden Allah-u Teala Hz. Mehdi aleyhi’s-selâm a mucizeler bağışlamasın? Bu mucizelerle Hz. Mehdi aleyhi’s-selâm, diğer yalancı Mehdilerden ayırmış olacak ve kimin gerçek Mehdiolduğu anlaşılacaktır. Onun iddiası bu mucizelerle doğrulanacak ve halk için bir delil olacaktır. Ben “el-Bihar” ve “el-İzah” kitabımda mucize konusuna genişçe yer verdim; daha geniş bilgi için söz konusu kitaplara müracaat edebilirsiniz.

Kendime bir vazife bilerek bu eleştirilerin cevabını Allah’ın izniyle yazmaya çalıştım. Buradaki Hedefim hakkın ortaya çıkmasından başka bir şey değildi.

 --------------------------------------------------------------------------------

[1] - Ahmed b. İbrahim diyor ki 262 Hicri yılında İmam Cevad (a.s)’ın kızı ve İmam Ali Naki (a.s)’ın kızkardeşi Hakime’den şöyle sordum: “Hasan’ın oğlu nerdedir?” O da “Saklanmıştır” diye cevap verdi. Ben “Şiiler dini işlerinde kime başvursunlar” diye sorduğum da ise şöyle dedi: “Hasan b. Ali (İmam Askeri) (a.s)’ın annesine”. Dedim ki “Bir kadına vasiyet edene nasıl inanayım?” O da şöyle cevap verdi: “Hasan bu işte ceddi Hüseyin b. Ali gibi yapmıştır. Hüseyin’de Zeyneb’e vasiyet etmişti. Ama emirleri İmam Zeyn-ul Abidin (a.s) veriyordu. Bu, İmam Zeyn-ul Abidin (a.s)’ın canını korumak için bir siyaset idi.” (Sefinet-ul Bihar, c. 1, Hasan Maddesi, Bihar-ul Envar, c. 22, s. 99).

[2] - Abbasi halifelerinin bu dönemde Şiilere ve İmam Askeri (a.s)’ın yakınlarına yaptıkları şiddetli baskılar hakkında acaip olaylar vardır. Örneğin, Allame Kuleyni “Kafi”de şöyle diyor: “Halifenin veziri Abdullah b. Süleyman, İmam Hasan Askeri (a.s)’ın vekillerinin hepsini yakalama kararı aldı. Halife şöyle dedi: “Bu iş için tanınmayan memurlarımızı, şüphelendiğimiz şahısların yanına gönderelim. Memurlarımız onlara, humus, zekat vereceğiz, desinler. Eğer bu humus ve zekatları kabul ederlerse hemen onları yakalasınlar.”

Öte yandan İmam (a.s) bütün vekillerine ikinci bir emre kadar hiç kimseden humus ve zekat almamalarını emretti. Vekillerde amelettiler.”

Yine “Kafi” de şöyle naklediliyor: “İmam Mehdi (a.s) bütün şiilere bundan böyle Kerbelaya ve Kureyş kabristanına (şiilerin çoğunun gömüldüğü kabristan) gitmemelerini emretti. Bunun hemen ardından, halife Kerbela ve Kureyş kabirstanına gidenleri hemen tutuklama emri verdi. (Usul-u Kafi, Mehdi (a.s)’ın hali)

İmam Mehdi (a.s)’ın özel naiplerinden biri olan Osman b. Said, Abdullah b. Cafer Himyeriye’ye şöyle diyordu: “Onun ailesi zorluklar içindedir. Kimse onlara yardım etme cüretinde bulunamıyor, onların dostu olduklarını söyleyemiyorlar. “Bihar-ul Envar (Kompani Baskısı), c. 22, s. 94”.

[3] - Kur’an bu olaydan, “yıkılan şehire uğrayan kimse” diye bahsediyor. Onun adının ne olduğuna dair ihtilaflar var. Bazıları onun “Üzeyir” bazılarda “Urumiya” olduğunu söylüyorlar. Her iki isim de hadislerde geçmiştir. Daha geniş bilgi için Bihar-ul Envar, c. 5; Taberi, c. 1, Bakara/259 ayetin tefsirine başvurunuz.

[4] - Hace Nasıruddin Tusi “İmamın gönderilmesi şarttır” konusunda şöyle buyuruyor: “İmamın varlığı, Allah’ın insanlara ettiği bir lütufdur. Onun toplumu yönetmesi insanlar için daha büyük bir lütufdur. Bu zaman İmam, toplumu idare etmiyorsa bunun sebebi bizleriz.”

Allame Hilli, Şeyh Nasiruddin Tusi’nin bu sözünü şöyle açıklıyor: İmametin insanlara olan faydasını, bir kaç şeyde özetleyebiliriz:

a) Allah, İmamı açıkca göndermeli ve ona insanları sahih bir şekilde yönetme imkanı vermelidir.

b) İmam da İmamet makamını kabul etmeli, vazifesini yerine getirmeye hazır olmalıdır. Ve böyle de olmuştur.

c) İnsanlar da İmama karşı vazifesini yerine getirmelidirler. Yani Onun emirlerine uymalı, işleri idare etmede ona yardımcı olmalıdırlar. Ama insanlar bu vazifelerini yerine getirmemişlerdir. Sonuçta da Allah’ın lütfunun kendilerine şamil olmasına engel olmuşlardır. Ne Allah, ne de İmam buna sebep olmamıştır. (Keşf-ul Murad, s. 285)

 

 

Read 3567 times