Karaman’a Teşekkür ve Beşir’e Cevap

Rate this item
(0 votes)

Bismillahirrahmanirrahim

Yenişafak gazetesinin 25 ağustos tarihli sayısında iki yazı yayınlandı; biri “Caferîler, Nusayrîler ve Hizbullah” başlığı altında Sayın Hayrettin Karaman’a aitti, diğeri de “Yaratan bilmez olur mu? başlığıyla Faruk Beşer’e. Sayın Karaman adı geçen yazısında, siyasi yönden, Şia camiasının Hizbullah Teşkilatı gibi bazı siyasi kurumlarını eleştirmenin yanı sıra -ki bu siyasi eleştirlere cevap vermek konumuz dışındadır- Caferî Şiasının akidesi hakkında doğru bilgi vermekten çekinmemiştir. Bu da onun gerçekleri gören ve bildiği gerçekleri söylebilen bir alim olduğunu gösterir. Biz, bu yüzden kendisine teşekkür ediyoruz.

Ama Faruk Beşer adlı yazara gelince; o “Yaratan bilmez olur mu?” başlıklıklı yazısında Allah’ın ilminin cüz’ileri ve vuku bulmamış şeyleri kapsadığına dair akidevi ve aynı zamanda felsefi konuyu işlemeye çalışmıştır; ama ne yazık ki adı geçen şahıs yazısının bir bölümünde Şia’yı dolaylı olarak suçlayarak şöyle demiştir:

“Rafızilerin önde gelenlerinden Hişam bin Hakem (v. 230) Allah'ın eşyayı yaratmadan önce sadece küllileri bilebileceğini, cüz'ileri ve insanların gelecekte neler yapacaklarını bilemeyeceğini söylemiş. Allah'ın da insanlar gibi etten kemikten oluştuğunu, boyunun kendi karışıyla yedi karış olduğunu vehmetmiş. Yani bir bakıma o da tanrısını kendi yaratmış. Bunları söylerken de Kuranı Kerim'deki 'Biz sizi imtihan edeceğiz, hanginiz cihat ediyor, hanginiz sabrediyor bilelim diye…' (47/31, 11/7) gibi ayetlerden hareket etmiş. Razî gibi dirayetli müfessirler de böylelerine hak ettikleri cevabı vermişler.”

Rafiziler “reddedenler” anlamına gelir; diğerlerinin kabul ettiği bazı görüşleri Şia’nın reddettiğini ifade eder; bu vasfı muhalifler ve düşmanlar, Şia hakkında yermek maksadıyla kullanırlar. Böylece o dolaylı olarak Şia’nın da -neuzubillah- Allah’ın her şeye ilmi olmadığı veya onun cisim olduğu gibi batıl inançlara sahip olduğunu ima etmiştir.

Oysaki Beşer’in bu sözü, Şia akidesiyle tanışıklığı olan bir kimse nazarında batıl ve gülünç bir iftiradan ibarettir.

Çünkü biri çıkıp da “Peygamberin sahabilerinin büyükleri puta tapan idiler!” ve buna karşı bir kimse: müslüman birisi puta tapmaz, diye itiraz ederse o: Sahabiler müslüman olmadan önce puta tapıyorlardı, maksadım işte budur, demesine benzer.

Evet Hişam b. Hakem de rical ve teracim alimlerinin yazdığına göre, Şia mezhebine intisap etmeden önce “Cehmiye” fırkasına ve bazılarınca “Dehriye” fırkasına bağlıydı. Bu fırkalardan ikincisi Allah’ı inkar ettiğinden kafirdirler; birinci fırka ise zahiren müslüman olmalarına rağmen cebre (kulları Allah işlerine mecbur yarrattığına) ve Allah’ın ilmini muhdes yani bir şey oluşumundan sonra onu bilmek türünden olduğuna ve bir şey oluşmadan onu bilmediğine inandıklarından en azından sapık ve batıl bir fırkadırlar.

Ama Hişam, amcası Ömer b. Yezid’in yardımıyla İmam Ca’fer Sadık’la (a.s) tanıştıktan sonra İmam’ın çabaları sonucu bütün bu batıl inançlardan uzaklaşmış ve akide de hakka sarılmıştır; İmam Ca’fer Sadık ve İmam Musa Kazım’dan ve onların özel talebelerinden aldığı derslerle Şia’nin önde gelen kelamcilarından sayılmıştır.

Faruk Beşer’in naklettiği görüşler, Zehebi’nin Siyer-i A’lam kitabında İbn-i Hazm’den naklen Hişam’a isnat edilmişse de Zehebi, bunun için hiçbir tutarlı kaynak zikretmemiştir ve bu görüşlerin onun hayatının hangi dönemine ait olduğu da zikredilmemiştir. Bir de Zehebi’nin kitabının muhakkiki dipnotta bu bilgilerin kitabın asıl nushasında Hişam b. Hakem’e değil, Hüşam b. Amr’e ait olduğunu ama kendisinin İbn-i Nedim’in Fihrist’ine nazaran Hişam b. Hakem’in adının altına aktardığını söyleyerek kitapta açık bir tahrif yaptığına itiraf etmiştir.

Ayetullah Uzma Hoi, Mu’cem Rical’il-Hadis adli değerli eserinde Hişam b. Hakem hakkında gelen bütün rivayetleri inceldikten sonra onu yeren veya onun mucessime’den olduğunu ileri süren rivayetlerin senedinin zayıf hatta uyduruk olduğunu ifade etmiş ve onun yüksek bir ilmi mevkiye sahip güvenilir ve değerli bir Şia kelamcısı olduğunu bildiren onlarca hadise dayanarak onun hakkında bu tür isnatlara itibar etmenin mümkün olmadığını delillendirmiştir. (bk Mucem Rical’il-Hadis c. 19 272 – 294.)

Faraza, Hişam b. Hakem’in Allah’ın ilmi ve Onun cisim olduğu konusunda yanlış akidelerinin varlığını kabul edelim, yine de onun bu inançlarının Şia’yı bağlamadığı açıklanmalıdır; çünkü Şia’nın akidesi yüzyıllar boyunca tedvin edilen akide, kelam, tefsir ve diğer kitaplarında açıkça belli olduğu gibi, bu akideyi taşıyan milyonlarca insanın nezdinde de malumdur ve bunu gizlemek veya farklı göstermek mümkün değildir.

Buna göre “Şia’nın ilk dönem önde gelen kişilerinin inancı Allah’ın cisim bilmek yönündeydi sonradan görüşleri değişti,” demek de Şia’da tedvin edilen bütün eserlerin ve kaynakların Allah’ı cisim olmaktan tenzih yönünde olmasını nazara aldığımızda taasuptan kaynaklanan bir iddia sayılır.

Konunun açıklık kazanması için Şia’nın Allah’ın ilminin kuşatıcı oluşu ve cisim olmadığı görüşüne kısaca değinelim:

Şia’nın, Allah’ın ilmi Hakkındaki İnancı:

Şia, Allah’ın her şeyi ve her olayı geçmişte olsun veya gelecekte bildiğine ve hiçbir şeyin kulli olsun veya cüz’i ona gizli olamdığına inanır.

Allah Teal Kur’an’da buyuruyor ki:

Gökte ve yerde olan hiçbir şey Allah'a gizli kalmaz. (Al-i İmran, 5)

Yine buyruyor ki:

Gaybın anahtarları O'nun katındadır; O'ndan başka kimse onları bilmez. Karada ve denizde olan her şeyi O bilir. (Ağaçtan) bir yaprak bile onun bilgisi olmadan (yere) düşmez. Yerin karanlıklarındaki her tane, her yaş ve kuru, mutlaka açıklayıcı bir kitapta kaydedilmiştir. (En’am: 59)

Yine buyuryor ki:

Göklerde ve yerde zerre ağırlığında bir şey O'ndan gizli kalmaz. Bundan daha küçük veya daha büyük ne varsa, hepsi apaçık bir kitaptadır. (Sebe: 3)

Hz. Ali buyurmuştur ki:

“Allah gökten yağan yağmur damlalarının sayısını ve yıldızların sayısını, rüzgarın akışını, kayalar üzerindeki karıncanın ayak izini, zerrelerin karanlık gecelerdeki yerini, yaprakların düşüşünü bilir.( Nehc’l-Belağa Hütbe: 178)

Yine buyurmuştur ki:

“Allah çöllerdeki yabani hayvanların sesini, kulların halvetlerde işledikleri günahları, büyük denizlerdeki balıkların hareketini ve kasırglar vasıtasıyla suların dalgalanmasını bilendir.” (a.g.e: 198)

İmam Ca’fer Sadık (a.s)’tan bu konuda nakledilen bir rivayet şöyledir:

Mansur b. Hazim diyor ki İmam Ca’fer Sadık’a: Sizce vuku bulmuş ve kıyamete kadar vuku bulacak olan her şey Allah’ın bilgisi dahilinde mi? diye sordum. İmam: Evet, gökleri ve yeri yaratmadan önce bunları biliyordu, dedi. (Tevhid-i Saduk, s. 135)

Yine İmam Ali Riza (a.s) şöyle demiştir:

“Allah Azze ve Celle eşyaları yaratmadan kadimden onlara bilgisi vardı O Rabbimiz ne yücedir, eşyalar olmadan onlara ilmi vardır, dilediği gibi.” (a.g.e: 137)

Şia’nın akidesi bu çerçevede şekillenmiş ve Şia akidenin tedvin edildiği kitaplar da istisnasız açıkça bunu delilleriyel ispatlamaktadır.

Şia’nin büyük muhaddislerinden olan Allame Meclisi bu gerçeği şöyle ifade eder:

“Şia Mezhebinin zaruriyatından biri Allah’ın ezelden ebede her şeyi, -Onun ilminde de hiçbir değişiklik olmadan- cüziyat olsun kulliyat olsun bildiğidir. Ama felasife’nin çoğunluğu bu konuda muhalif görüşe sahiptirler. Onlar (Felasife) Allah’ın cüziyatın bilgisini Allah’tan nefyetmişlerdir. Eski felasifenin Allah’ın ilmi konusunda garip görüşleri vardır. Bazıları, Allah’ın hiçbir şeyi bilmediğini iddia etmiş; bazıları kendisinden başka bir şeyi bilmediğini söylemiş; bazıları bunun aksini söylemiş; bazıları da kendisinden başka her şeyi bilmez sadece bazı şeyleri bilir, demiştir ve bazıları da aşyayı ancak vuku bulduktan sonra bilir, demişlerdir. Bu son görüş bazı rivayetlerde de yer aldığına göre Eb-i Hüseyin Basrı’ya ve Hişam b. Hakem’e isnat edilmiştir. Belki de hak mezhebi seçmeden onun (Hişam b. Hakem) görüşü buymuş veya nakledenler onun bazı sözlerini iyi anlamamışlar. Bütün bu batıl görüşler, açıkça küfürdür. Kesin deliller, bu görüşlerin batıl olduğunu bildirmektedir.” (Biharu’l-Envar c. 4 s. 88.)

Şia’nın Allah’ın Cisim Olmadığına Dair Akidesi

Bu konuda da Şia’nın akidesi açıktır; Şia Allah cisim olmadığına ve bir mekan veya zamana sınırlanamayacağına ve bu yüzden de görülmesinin imkansız olduğuna inanmaktadır.

Şia’nın büyük fakıhleri Allah’ın gerçek manada cisim olduğunu söyleyenlerin kafir olduklarına hükmetmiştir. Bu husuta Şeyh Tusi onların müşrikler gibi necis olduklarını ve artıklarını yemenin haram olduğunu açıkalmıştır. Muhakkik Hilli ve diğer fakıhler de aynı görüşü savunmuşlardır. Her halukarda Allah’a cisim özelliklerini veren fırkaların sapık ve batıl inanca sahip olduklarında hiçbir Şia alimi ve fakıhı terddüt etmemiştir. (Bk. El-Mebsut, Şeyh Tusi, c. 1 s. 14; Er-Resailu’tsi’ Muhakkik Hilli, s. 277; Tehriru’l-Ahkam, Allame Hilli, c. 1. S. 157.)

Kısacası sayın Faruk Beşer, bilgi yetersizliğinden mi veya başka sebeplerden mi bu yazısında, dolaylı olarak Şia mezhebini tohmet altına almış oysa açıklandığı üzere bu taasupla yoğrulmuş insafsızlık ve bilgisizliktir.

Bir de Beşer’in yazısında Hişam b. Hakem vefatı 230 hicri olarak nakledilmiştir, bu da açık bir hatadır; çünkü onun vafatı hakkında Necaşi, 299 hicri, Keşşi 279, İbn-i Nedim, 175 tarihlerini zikredilmişlerdir ve araştırdığımız kadarıyla hiçbir muteber kaynakta onun 230 yılına kadar yaşadığı yer almamaktadır.

 

Murtaza Turabi – Kum İlmi Havzası

26 Ağustos 2013

 

 

Read 1966 times