Yabancı Düşmanlara ve Ülke İçinde Şüphe Yaratanlara Karşı Azim ve Dayanıklılık

Rate this item
(0 votes)
Yabancı Düşmanlara ve Ülke İçinde Şüphe Yaratanlara Karşı Azim ve Dayanıklılık

 İslam İnkılabının temeli sebat ve dayanıklılıktır ve tek kelimeyle şu söylenebilir ki, 46 yılda yaratılan ve dünyanın gözlerini kamaştıran bütün büyüklükler, İmam (r.a) ile halkın azminin birleşmesinin bir ürünüydü. Üstelik İran’ın bu 100 veya 200 yıllık çağdaş tarihi, büyük emeklerle ve fedakarlıklarla elde edilen büyük sermayelerin ve büyük başarıların, azim, liderlik veya insan eksikliği veya her ikisinin yokluğu nedeniyle kaybedilen ve heba olan tarihi fırsatlarla ve ülkenin gerilediği olaylarla doludur.
 

Tütün hareketi, meşrutiyet hareketi, petrol hareketi ve bunların ardından gelen gerileme gözümüzün önümüzdedir. Bugün İmam'ın (r.a) ve halkın azmi ile İran, düşmanlarının açıkça “İran'ın kendisi denklem yaratıcısıdır, denklemlerle pasif hale getirilemez, sahneden uzaklaştırılamaz” dediği bir noktaya gelmiştir. Bugün tabii ki çok hassas ve çok tehlikeli bir durumdayız ve sürekli emek vererek ve büyük bedeller ödeyerek elde ettiğimiz büyük başarılarımızdan faydalanmamız ve yurt içi, bölgesel ve küresel arenada özen göstermemiz ve konumlarımızı ve başarılarımızı artırmaya çalışmamız gereken bir noktadayız.

911 kameri yılında vefat eden büyük Ehl-i Sünnet alimlerinden Abdurrahman Süyuti'nin “Dürrü’l Mensur” tefsirinin 66. Sayfasındaki rivayette şu ifadeler geçmektedir: “Hud Suresinin 112. Ayeti (Öyle ise emrolunduğun gibi dosdoğru ol. Beraberindeki tövbe edenler de dosdoğru olsunlar. Hak ve adalet ölçülerini aşmayın. Şüphesiz O, yaptıklarınızı hakkıyla görür) nazil olunca Resulullah (s.a.a) Müslümanlara hitaben şöyle buyurdular: “Şemmiru, Şemmiru” yani “kollarınızı sıvayın”, “kollarınızı sıvayın”.

Bu mübarek sure Mekke döneminde nazil olmuştur ve Peygamber Efendimiz’in (s.a.a) Mekke'de bulunuşu ile Hicri sekizinci yılda Mekke'nin fethi arasında nasıl korkunç ve büyük olaylar yaşandığını biliyorsunuz. Bu zor dönemde kâfirlere göre sayıca az olan, zenginlikleri ve maddi güçleri küfür cephesiyle karşılaştırılamayacak kadar az olan Müslümanlar, İslam'ı Arap yarımadasına hakim kılıp, dünyanın doğusundan batısına kadar elçi göndermeyi başardılar.

Bu durum iki şeyi gösteriyor; Birincisi Müslümanların Peygamber Efendimiz'in (s.a.a) buyurduğu gibi “kollarını sıvamış” olmaları, yani adam gibi işin başına geçmiş olmaları ve ikincisi de onların bu duruş ve azminin “büyük sonuçlar” vermiş olmasıdır.

Halkın bu azmi elbette hadislerden anladığımız kadarıyla Hz. Peygamber'in gece gündüz sürekli ve devam eden çabalarına bağlıydı ve bu nedenle şöyle buyurulmuştur: “Kendine ve aynı zamanda ümmetine de bu yolda direnme konusunda rehberlik et.” Bu, yani Peygamber’in (s.a.a) bu konuya gece gündüz özen gösterdiği ve önem verdiği anlamına gelmektedir.

Bu dayanıklılığın ve direnişin temeli imandı ve Peygamber Efendimiz'in (s.a.a) Mekke'deki çalışmalarının odak noktasının, tahammülle birlikte dini inanç ve inançların teorik ve pratik temellerini derinleştirmek olduğunu biliyoruz. Bu nedenle Mekke'de yetişen Müslümanlar, düşmanların ağır toplu saldırılarıyla karşı karşıya kalınca, onlara sebat etmeleri emredildi. Maide Suresinin 45. Ayetinde de bu konuya değinilmektedir: “Ey iman edenler! (Savaş için) bir toplulukla karşılaştığınız zaman sebat edin ve Allah’ı çok anın ki kurtuluşa eresiniz.”

Şimdi bir an için Peygamber'e iman eden az sayıdaki Müslümanın sayılarının azlığı ve bazı zorlu olaylar nedeniyle işlerine devam etmekten uzaklaştığını ve azmin yerini sabırsızlığın aldığını bir düşünün, o zaman bu din asla kabul edilmezdi ve insanlık başka bir yol bulurdu ve neyin yapılıp neyin yapılmaması gerektiğini bilmenin hiçbir yolu olmaz ve dünya tamamen karanlık ve dehşet verici bir hal alırdı.

Tatlı bir sonucu olan bu yol elbette kolay bir yol değildir. Üstelik dış düşmanlar hak cephe lehine bir denklemin oluşmasını engellemek için ellerinden geleni yapıyorlar. Onlar bu mücadelede tüm ahlaki ve insani ilkeleri ve yalan iddialarını ayak altına almakta, aynı zamanda içeridekilerin kirli dilleri de ortaya çıkmakta ve hak yolunda türlü türlü şüpheler ortaya atılmaktadır.

Kur'an-ı Kerim'in çeşitli ayetlerinde içeriden ve dışarıdan hak cepheye yönelik olarak dile getirilen bu şüphelerin büyük bir kısmına değinilmiştir. Bu şüphelerden biri de güçlü bir düşmana karşı direnmenin ne faydası olduğudur? Günümüz tabiriyle, “Bunun ulusal çıkarlara ne faydası var?” denilmektedir. Bir diğer şüphe ise, düşmanların yakında Müslümanları yok edeceğidir (bugünün tabiriyle, denklem İran'ın ve onların oluşturduğu direniş cephesinin aleyhine değişmektedir) Şüpheciler özellikle kritik anlarda, örneğin hak cephenin yoğun baskı altında olduğu zamanlarda kapsamlı olarak devreye giriyor. Böylesi durumlarda onların özel işi insanların kalplerini boşaltmaktır.

Kur'an-ı Kerim’in farklı ayetlerinde şöyle buyurulmaktadır: “Münafıklar, erleri savaş meydanında olan insanların arasında dolaşarak, müminlerin yakında mağlup olacağını söylerler, “işte o zaman onların bu topraklarda kalmalarına izin vermeyeceğiz” derler. (Günümüz yorumuyla, düşmanla yapılan bu militan politikalar başarısız oldu ve bu politikaların devam etmesine izin vermeyeceğiz ve düşman karşısında direnmek ve sebat etmek yerine, anlaşma ve uzlaşma yolunu izlemeli, militan pozisyonlardan vazgeçilmelidir.)

İlginçtir ki, dışarıdaki düşmanların baskıları ve içerideki münafıkların şüpheleri doruğa çıktığında, Allah müminleri, dış düşmanın baskıları ve münafıkların alayları nedeniyle ilkelerini vurgulamakta gevşememeleri konusunda uyarmıştır. Allah-u Teala Hud suresinin 11 ve 12. Ayetlerinde şöyle buyurmaktadır: “Ancak sabredip salih amel işleyenler böyle değildir. İşte onlar için bağışlanma ve büyük bir mükâfat vardır. (Ey Muhammed!) Belki de sen, (müşriklerin) “Ona bir hazine indirilseydi veya beraberinde bir melek gelseydi ya!” demelerinden dolayı sana vahyolunanlardan bir kısmını göz ardı edeceksin ve o yüzden göğsün daralacak. Fakat sen, ancak bir uyarıcısın. Allah ise her şeye vekildir.”

Yani sabır ve salih ameller ile büyük bir mükafata (büyük bir sonuca) ulaşanlar, yolun doğruluğu ve Peygamberin (s.a.a) sözlerinin doğruluğu konusunda zayıflığa düşmesinler ve düşmanların ve münafıkların alayları ve zulmü ile müminlere yapılan bu baskı, Allah Resul’ünü düşmanlarla ve onların hileleriyle mücadele edilmesi gerektiğini vurgulamaktan alıkoymasın. Bu ayetler, müminlerin, zorlukların ve şüphelerin dorukta olduğu bir durumda kâfirlerle daha fazla mücadele edilmesi (ve yeni zafer sayfaları açması) düşüncesini ihmal etmemeleri gerektiğini söylüyor. Düşmanın saldırıya odaklanması onun kendisini kaybeden bir durumda gördüğü anlamına gelir ve onun huzurunu kaçıran da hak cephesinin zaferleridir.

Düşmanların hak cephesine düşmanlığa yönelmesi durumunda (ilkelerden vazgeçme yönündeki yoğun baskı dışında) ortaya çıkan en önemli baskılardan biri de hak cepheyi parçalama yönünde uygulanan baskıdır. İslam düşmanlarının ve İran İslam Cumhuriyeti düşmanlarının bir cephe gibi hareket ettiğinden ve bu cephenin eylemine bir an bile kayıtsız kalmadıklarından şüphemiz yoktur. Dahası, gaspçı rejimin Filistin ve Lübnan'daki sığınmasız insanlara yönelik saldırılarının doruğunda, Avrupalılar, suç unsuru cephelerini yani İsrail rejimini desteklemek amacıyla, İran'ın havayolu şirketine ambargo uyguladıktan sonra, İran İslam Cumhuriyeti'nin nakliyesine de ambargo uyguladı. Öyleyse bir cephe hareketi ile karşı karşıyayız ve bu durumu aşmak için ortak bir cepheye ihtiyacımız var.

Peygamber Efendimiz (s.a.a) zamanında, düşman nüfusuna nazaran onun çevresinde, çoğunlukla maddi imkânlardan yoksun, sadece Peygamber Efendimiz ‘in hedefleri doğrultusunda içten ve samimi bir şekilde çalışan küçük bir nüfus vardı. Münafıkların o dönemdeki baskılarından biri de bu insanları Peygamber'in (s.a.a) çevresinden dağıtmak, hatta Peygamber'in (s.a.a) cephesini çökertmekti ama tabii bu kötü amaçlarına ulaşmak için yumuşak sözler kullandılar. Yüce Allah, yüce peygamberini bu sözlere kulak vermemesi konusunda uyarmaktadır. Allah-u Teala Hud Suresi'nin 30 ve 31. ayetlerinde şöyle buyuruyor: “Peygamber bu tip iddiaları reddederek şöyle dedi; Ey kavmim! Eğer ben onları kovarsam, beni Allah’tan kim koruyabilir? Hiç düşünmüyor musunuz? Size ben, “Allah’ın hazineleri yanımdadır”, demiyorum; gaybı da bilmem. “Ben bir meleğim” de demiyorum. Sizin hor gördüğünüz kimseler için, “Allah, onlara asla hiçbir hayır vermez” de diyemem. Allah, onların içlerindekini daha iyi bilir. Böyle bir şey söylersem, o zaman ben gerçekten zâlimlerden olurum.”

(Nuh Peygamber (a.s) ile o dönemin kâfir ve münafıklarının konuşmalarını anlatan bu ayetlerin nazil olduğu dönemde İslam Peygamber’inin, Müslüman münafıkların baskısı altında olduğu açıktır ve bu kişiler Peygamberin Ammarlardan, Ebu Zerlerden yardım almak yerine, Ebu Süfyan gibi meşhur kişilere dostluk eli uzatmasını ve yardım dilemesini istediler ve siyasi ve kabilesel anlaşmalar vb. yoluyla, Ebu Süfyanların endişelerini gidermek, yeni kurulan Medine toplumuna barış getirmek istediler.)

Bugün de Kur'an'ın reddettiği bu eski ve reddedilen iddialar yeniden düzenlenmiş ve piyasaya çıkmıştır. Amerikalıların ve Avrupalıların bu millete ve İslam inkılabının bölgedeki mücahit yoldaşlarına karşı düşmanlığı her geçen gün artarken, bazı kişiler “Filistin'i Filistinlilere, Lübnan'ı da Lübnanlılara bırakın ve onları bombaların altında yalnız bırakın, çünkü uluslararası sistem ve ilişkilerde bunlar Amerika'nın, Fransa'nın, İngiltere'nin özelliklerini taşımıyor!” demeye başladılar. Eğer bugün İran ABD ve Avrupalı ​​hükümetler tarafından tehdit edilmesine rağmen pes etmiyor ve bu milletin yüce hedeflerini güvence altına almak olan yoluna devam ediyor ve aynı zamanda bölgedeki geri kalan insanları ve dost hükümetleri de düşmanın karşısında güçlü bir şekilde durabilecek ve ona galip gelebilecek seviyeye ulaştırıyorsa, bu bir cephenin oluşması sayesindedir. Elbette bu cephe baskı altındadır ve İran'dan Yemen'e, Irak'tan Suriye'ye, Lübnan'dan Filistin'e kadar tüm bu cephede her an düşmanın baskısını görüyoruz ve özellikle geçtiğimiz yıl bu cephede yaşanan yaraların farkındayız. Ama biliyoruz ki bu baskılar başarının meyvesi, başarının alameti ve hak cephenin bir sonraki büyük başarısının sermayesidir. Bırakın İslam’ın ve Müslümanların düşmanları, İran’ın ve Direniş Cephesi’nin düşmanları komplo kursunlar, içerideki Müslüman gibi görünen münafıklar halkın kalplerini boşalttıklarını zannetsinler; Yol açıktır ve hak cephesinin art arda zaferler kazanacağı kesindir.

Sadullah Zarei

Read 43 times