
کارگر
İsrail Abu Dabi’de Sinagog Açtı
Siyonist İsrail’de yayın yapan 2 TV kanalı, Birleşik Arap Emirlikleri yönetiminin izniyle Abu Dabi’de 3 yıl önce bir sinagogun açıldığını duyurdu.
Haberde, işgalci İsrail ile Birleşik Arap Emirlikleri arasında diplomatik ilişkilerin olmadığı zannedilse bile Birleşik Arap Emirlikleri’nde iş yapan Siyonist İsrailli işadamlarının uzun bir süre önce sinagog açtıkları belirtildi.
Sinagog için Abu Dabi’deki Hadi mahallesinde bir villanın kiralandığı ve söz konusu ülkenin yönetiminden izin alındığı kaydedildi.
Birleşik Arap Emirlikleri’ne gelen Siyonist İsraillilerin sayısında önemli artış olduğunun belirtildiği haberde, söz konusu sinagogun 150 kişilik olduğu bilgisine yer verildi.
Siyonistlerin 30 yıldan bu yana BAE’de önemli ilerlemeler kat ettiğinin altının çizildiği haberde, sinagogun Abu Dabi hükümetinin yanı sıra, 163 katlı Halife Tower’ı inşa eden İmar Emlak Şirketi ve Simon Wiesenthal grubu tarafından desteklendiği ifade edildi.
Siyonist İsrail Haberleşme Bakanı Ayoob Kara, BAE yönetiminden aldığı resmi davet üzerine Abu Dabi’de düzenlenen iletişim zirvesine katılmıştı.
Öte yandan, Siyonist Başbakan Benyamin Netanyahu’nun Umman ziyaretinin ardından, İsrail İstihbarat ve Ulaştırma Bakanı Yisrael Katz de geçtiğimiz ay Umman ve Bahreyn’i ziyaret etmişti.
Siyonist bakan, Umman’da İsrail ve Ürdün`ü körfez ülkelerine bağlayacak demir yolu projesi hakkında bilgi vermişti.
Siyonist Rejim Filistinlilerin Arazilerine El Koydu
İşgal rejimi yüksek mahkemesi, Beytlahim’in güneyindeki Gush Etzion Yahudi Yerleşkesi’nde Filistinlilere ait 500 dönüm genişliğindeki arazinin mülkiyetinin Yahudi Ulusal Fonu’na ait olduğuna karar verdi.
İşgal rejiminde yayınlanan Israel Hayom gazetesinin haberine göre, işgal rejimi yüksek mahkemesi, arazinin mülkiyetinin Yahudi Ulusal Fonu’na ait olduğu yönünde karar veren Kudüs’teki Merkez Mahkemesi’nin söz konusu kararına Filistinlilerin yaptığı itirazı reddetti.
İşgal rejimi mahkemesinin kararının Yahudi yerleşimcilerin gasp edilen arazi üzerinde yüzlerce yeni konut inşa etmesine imkan sağlıyor.
İşgal mahkemesinin kararına konu olan arazinin 522 dönüm genişliğinde olduğu, araziye Rosh Tzurim Yahudi Yerleşkesi’nin ve Beytlahim’in güneyindeki Gush Etzion Yahudi Yerleşkesi ofislerinin inşa edildiği kaydedildi.
Siyonist örgütlerin başında gelen Yahudi Ulusal Fonu, Filistin arazilerini gasp etmek ve üzerinde Yahudi yerleşkeleri inşa etmek için Yahudilerden bağış toplamak amacıyla 1901 yılında kuruldu.
Yahudi Ulusal Fonu, İngiliz mandası döneminde ve işgal rejimi kurulduktan sonra da faaliyetlerini sürdürdü.
Kudüs kentindeki yerleşkeler hariç Batı Yaka’da 127 Yahudi yerleşkesi bulunuyor ve söz konusu yerleşkelerde 450 bin yerleşimci yaşıyor.
Kudüs kentinde ise 15 Yahudi yerleşkesinde 220 bin Yahudi yerleşimci ikamet ediyor.
Filistin Enformasyon Merkezi
Astana'da Sonuç Bildirgesi
Rusya, İran ve Türkiye’nin garantörlüğünde Kazakistan’ın başkenti Astana’da yapılan Suriye konulu toplantının ikinci gününde bugün tüm taraflar bir araya gelerek sonuç bildirgesine imza attı.
Toplantı sonucunda ilan edilen 15 maddelik sonuç metninde Rusya, İran ve Türkiye’nin garantörü olduğu belirtilen Astana zirvesinde alınan sonuçlar şu şekilde sıralandı:
Suriye Arap Cumhuriyeti’nin egemenliği, bağımsızlığı, birliği ve toprak bütünlüğüne ve Birleşmiş Milletler’in (BM) ilke ve amaçlarına olan güçlü bağlılığımızı yeniden teyit ederiz.
Terörle mücadele adı altında yeni gerçekliklerin yaratıldığı zemini redderek Suriye'nin egemenliği ve toprak bütünlüğü ile komşu ülkelerin ulusal güvenliğini baltalamayı amaçlayan ayrılıkçı amaçlara karşı durma kararlılığı ifade edilmiştir.
'İDLİB İÇİN ENDİŞELİYİZ'
Soçi mutabakatının ardından meydana gelen gelişmelere ilişkin haberdar olunmuş, üçlü koordinasyonun altının çizilmesine yönelik kararlılığın altı çizilmiştir.
İdlib’deki gerilimi azaltma bölgesinin durumu ayrıntılı olarak incelenmiş, devam eden endişeler dile getirilmiş, ateşkesin garantörleri olarak İran-Rusya-Türkiye Koordinasyon Merkezi’nin güçlendirilmesine ilişkin çalışmların hızlandırılması kararlaştırılmıştır.
'KİMYASAL SİLAH KULLANIMI ARAŞTIRILACAK'
Suriye’de kimyasal silah kullanımı şiddetle kınanmış, OPWC ve diğer yetkili kurumlar tarafından kimyasal silah kullanımının araştırılması talep edilmiştir.
Cenevre’dedeki Anayasa Komitesini başlatmak için en kısa sürede ortak çabaların hızlandırılması yeniden teyit edilmiştir.
Alıkonulan esirlerin “pilot proje” kapsamında takas edilmesi memnuniyetle karşılanmış, bu yöndeki çalışmaların daha da ileriye götürülmesi kararlaştırılmıştır.
Bir sonraki toplatının 2019 yılı başlarında Astana’da yapıması kararlaştırılmıştır.
İdlib'de ilan edilen silahsızlandırılmış bölgeden militanların Halep kırsalına kimyasal saldırıda bulunduğu haberleri üzerine geçtiğimiz günlerde İdlib mutabakatı sonrası ilk kez Rusya bölgeye hava saldırısı düzenlemişti. Türkiye Savunma Bakanlığı bölgedeki gelişmeleri "Soçi mutabakatını engellemeye ilişkin provokasyonlar" olarak nitelemiş, Rusya ise İdlib'de hâlâ 15 bin militanın bulunduğunu hatırlatarak "gereken yardım için hazırız" demişti. Kimyasal silahlı saldırının Türkiye'nin kontrolündeki bölgeden yapılası İdlib üzerindeki ortaklığın devam edip etmeyeceğini gündeme getirmişti.
İnkılap Rehberi: Amerika’nın tehditlerinin İran milleti üzerinde hiçbir etkisi yoktur/Zafer Filistin ve Yemen halkınındır
Ayetullah Uzma İmam Hamanei İran milletinin tüm zorluklar ve baskılara rağmen 40 yıllık direnişine işaret ederek şunları söyledi: Amerika ve Siyonist rejim halt etmişler ki İran milletini tehdit ediyorlar.
Hidayet ve rahmet peygamberi Hazreti Muhammed (s.a.a) ve İmam Sadık’ın (a.s) mübarek doğum günleri yıldönümünde ülke yetkilileri, 32. Uluslararası İslami Vahdet Konferansı katılımcıları, İslam ülkelerinin büyükelçileri ve halkın muhtelif kesimleri İslam İnkılabı Rehberi ile görüştüler.
Ayetullah Uzma İmam Hamanei bu görüşmede yaptığı konuşmada beşeriyetin tek saadet ve kurtuluş yolunun İslam dinine Kur’an nuruna uymak olduğunu bildirdiler ve Müslüman milletler arasında İslami uyanışın ve direniş ruhunun giderek arttığına, Amerika ve müttefiklerinin bu mübarek hadise karşısında şaşkınlığa uğradığına işaret ederek şunları söyledi: İslam İnkılabı bir model unvanıyla İran milletinin 40 yıllık direniş ve istikametinin bereketiyle şimdi güçlü ve temiz bir şecereye dönüşmüştür. Amerika ve Siyonist rejimin tehditleri ve çirkin hareketleri geçmişte olduğu gibi bundan sonra da hiçbir etkisi olmayacaktır ve kesinlikle yenilgiyle karşılaşacaklardır.
İmam Hamanei, konuşmasının başında rahmet peygamberi Hazreti Muhammed (s.a.a) ve İmam Sadık’ın (a.s) doğum yıldönümlerini tebrik ettiler. İslam Peygamberini (s.a.a) parlak bir güneşe benzeterek Yüce Allah’ın onu cahiliyet ve hile döneminde göndererek insanlığa hediye ettiğini ve o hazretin de semavi İslam dini ve nurlu Kur’an’la insanlığın kurtuluş ve saadetinin altyapısını oluşturduğunu söyledi.
İslam İnkılabı Rehberi, insanlığın sürekli olarak İslam Peygamberinin (s.a.a) rahmet, hidayet ve nuruna ihtiyaç duyduğuna işaretle şunları söyledi: İnsanlar bugün de kudretlerin huzuru ve onların suçlu davranışlarından doğan zulümden, cehaletten, hile ve adaletsizlikten dolayı birçok sorun ve sıkıntı ile karşı karşıyadırlar. Bu sorun ve sıkıntılardan kurtulmanın tek yolu, İslam Peygamber’inin davetini kabul etmek ve İslam’ın ve Kur’an’ın hidayet yolunda hareket etmektir.
Ayetullah Uzma İmam Hamanei, bölgede direniş hareketinin ve İslami uyanış ruhunun genişlemesini İslam ve Kur’an’ın hidayet yolunda hareketin bir sonucu olduğuna değinerek şunları söylediler: Dünyanın müstekbir güçlerinin ve onların başında cani ve büyük şeytan Amerika’nın Ortadoğu bölgesine karşı bu kadar hassas olmalarının sebebi, bölge halkları arasında İslam’a yöneliş ve İslami uyanış ruhunun artmasıdır.
İmam Hamanei, müstekbir güçlerin İslam milletlerinin uyanışından korkuya kapıldıklarına değinerek şunları söyledi: Nerede İslam halkların canına ve kalbine musallat olduysa orada istikbar tokat yemiştir ve bizim inancımıza göre istikbar bu bölgede İslami uyanıştan yine tokat yiyecektir.
İmam Hamanei, bazı İslam ülkelerinin hakimlerine hitaben şunları söyledi: Bizim size tavsiyemiz şudur ki tekrar İslam’ın velayetine dönün ve “Allah’ın velayeti” altına girin; çünkü “Amerika ve Tağutun velayeti”nin size hiçbir faydası olmayacaktır.
İmam Hamanei, bazı bölge ülkelerinin İslam’a ve Kur’an’a uymak yerine Amerika’ya uyduklarını hatırlatarak şunları söyledi: Amerika istikbar tabiatına uygun olarak bu ülkeleri aşağılıyor ve herkesin gördüğü gibi Amerika'nın saçmalayan cumhurbaşkanı Suudi hakimleri “süt ineğine” benzetti.
İslam İnkılabı Rehberi, böyle aşağılama ve hakaretleri Arabistan ve bölge halklarına hakaret saydıklarına işaretle şunları söyledi: Bazı İslam ülkelerinin hâkimleri Filistin ve Yemen’de işledikleri iki canice hareketle Amerika’nın yanında yer aldılar; ama zafer kesinlikle Filistin ve Yemen halkının olacaktır ve Amerika ile uşakları bu olaylarda yenilgiye uğrayacaklardır.
İslam İnkılabı Rehberi, Amerika ve Siyonist rejimin bölgedeki gücünün önceye göre kat kat daha zayıf olduğuna değinerek şunları söyledi: Siyonist rejim kaç yıl önce, 33 günlük savaştan sonra, Lübnan Hizbullah’ı karşısında yenilgiye uğradı ve iki yıl sonra Filistinliler karşısında sadece 22 gün dayanabildi. Bu müddet sonraki Gazze savaşında 8 güne düştü ve geçen hafta Filistin direnişi karşısında 2 gün sonrasında yenilgiye uğradılar. Bunların hepsi Siyonist rejimin her geçen gün daha da zayıfladığını göstermektedir.
İmam Hamanei, milletlerin Allah’a itimat ederek güçler karşısındaki direnişlerine yardımı hususundaki değişmez ilahi sünnete değinerek şunları söyledi: Yemen’de de tüm zorluklara ve Al-i Suud ile ortaklarının ve destekçileri Amerika’nın bu ülkenin haklına karşı işledikleri cinayetlere rağmen kesinlikle Yemen halkı ve Ensarullah zaferi kazanacaktır.
İslam İnkılabı Rehberi, ilahi sünnet esasınca Filistin halkının zaferinin de kesin olduğuna vurgu yaparak şunları söyledi: Amerika ve müttefiklerinin tedirginliklerinin, saçmalamalarının, zalimce ve canice işledikleri suçların nedeni, bölgedeki Müslüman halkların direniştir ve bu direniş kesinlikle sonuç verecektir.
Ayetullah Uzma İmam Hamanei İran milletinin tüm zorluklar ve baskılara rağmen 40 yıllık direnişine işaret ederek şunları söyledi: Amerika ve Siyonist rejim halt etmişler ki İran milletini tehdit ediyorlar.
Ayetullah Uzma İmam Hamanei, Amerika’nın tehdit ve yaptırım siyasetlerinin İran İslam Cumhuriyeti karşısında yenilgiye uğradığına işaretle şunları söyledi: İran milleti, direnişin bereketiyle ve Allah’a iman ve ilahi vaatlere inanç sayesinde tüm komplolar karşısında dağ gibi durdu ve bugün İslam nizamı ve İran milleti Şecere-i Tayyibe’dir ki gün geçtikçe ilerleyişi ve gücü artmaktadır. İşte bu, İslam dünyasının ilerleme reçetesidir.
İslam İnkılabı Rehberi konuşmasının sonunda İslam dünyasının komplolar karşısında galip gelmesinin tek yolunun vahdet, gönül birliği ve dil birliği olduğunu söylediler.
32. Uluslararası İslami Vahdet Konferansı Tahran’da Başladı
“32. Uluslararası İslami Vahdet Konferansı”, “Kudüs, Ümmetin Vahdetinin Ekseni” sloganı ile Tahran’da başladı.
“32. Uluslararası İslami Vahdet Konferansı”, “Kudüs, Ümmetin Vahdetinin Ekseni” sloganı ile bugün sabah İslam Mezheplerini Yakınlaştırma Kurultayı Genel Sekreteri Ayetullah Muhsin Araki’nin konuşması ile başladı.
Bu konferansa dünyanın 100 ülkesinden 300’den fazla düşünür, siyasetçi ve sanatçı katılıyor.
Bu konferansın özel programlarından biri, İslam İnkılabının 40 yıllık kazanımlarının açıklanması olacak.
Bu yıl, “Filistin ve Yüzyıl Anlaşması”, Filistin ve Kudüs” ve “Filistin ve Dönüş Hakkı” başlıkları altında Filistin hususunda 3 özel komisyon kurulacaktır.
“32. Uluslararası İslami Vahdet Konferansı”nın diğer komisyonlarının konuları şunlardır: “Müslüman Kadınlar Birliği Oturumu”, “Yakınlaştırma Kökenli Cemiyetlerin Rolü ve Vahdet Diplomasisi Stratejisinin Uygulanması”, “Nebevi Seyyitler Birliği Oturumu”.
Dün de “Siyasi parti ve faallerin mezhebi ihtilafların azaltılmasındaki rolü ve Filistin ilkesini himaye” başlıklı bir oturum gerçekleştirildi.
Türkiye ve AB'den İran Kararı
Dışişleri Bakanlığı'ndan yapılan açıklamada, Türkiye ve AB'nin, yaptırımların kaldırılması sonucunda İran'ın yararlanmakta olduğu ekonomik faydaların sürdürülmesinin önemi hususunda mutabık kaldığı belirtildi.
Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, AB Dış Politika Yüksek Temsilcisi Federica Mogherini ve Komşuluk Politikaları ve Genişleme Müzakerelerinden Sorumlu Komisyon Üyesi Johannes Hahn, Ankara'da yaptıkları Türkiye-AB Yüksek Düzeyli Siyasi Diyalog toplantısının ardından ortak bir açıklama yaptı.
Yüksek Düzeyli Siyasi Diyalog'da Türkiye-AB ilişkilerinin stratejik öneminin altının çizildiği vurgulanan açıklamada, "Aramızdaki dürüst ve açık diyaloğu sürdürmek, ortak sınamalarımıza cevap bulmak ve ortak çıkarlarımızın bulunduğu önemli alanlarda iş birliği yapmak için her iki tarafın gündemlerinde en üst sıralarda bulunan konuları ele alma kararlılığımızı yineledik" değerlendirmesinde bulunuldu.
Açıklamada, Türkiye'nin katılım sürecinin Türkiye-AB ilişkilerinin sahip olduğu potansiyeli tam olarak ortaya çıkarmak ve Türkiye'deki ekonomik, siyasi ve sosyal reformlar açılarından önemli bir çerçeve teşkil edebileceği belirtilirken, bu çerçevede, siyasi kriterler ve Müzakere Çerçevesi dahil son gelişmeleri, tematik konulardaki iş birliğini, ekonomi, ticaret ve gümrük birliği, güvenlik, mali iş birliği (IPA), enerji, göç, vize serbestisi ve terörle mücadele konularının ele alındığı ifade edildi.
'TÜRK TARAFI, AB'YE KATILIM YÖNÜNDEKİ BAĞLILIĞINI YİNELEMİŞTİR'
Reform Eylem Grubu (REG) toplantılarının yeniden başlamasının memnuniyetle karşılandığı vurgulanan ortak açıklama, şöyle devam etti:
"Türk tarafı, AB'ye katılım yönündeki bağlılığını ve 29 Ağustos 2018 tarihli REG toplantısının ardından yapılan basın açıklamasında yer aldığı üzere, hukukun üstünlüğü ve temel haklar alanlarında hızlı bir şekilde reform gerçekleştirme konusundaki kararlılığını yineledi. Avrupa Konseyi'nin standartları ve AB normları, bahse konu reformlar için bir çıpa işlevi görecektir. Yargı Reform Stratejisinin güncellenmesine dair devam eden çalışmalar ve AB'nin olası katkıları görüşüldü. Her iki taraf, Türkiye'nin kurucu üyesi olduğu Avrupa Konseyi ile devam eden diyalog ve iş birliğinin önemi hususunda mutabık kaldı. Adalet Bakanlığı ile Avrupa Konseyi arasındaki gayri resmi çalışma grubunun devamından duyulan memnuniyeti not etti".
Açıklamada, tüm organları dahil Avrupa Konseyi ile iş birliğinin önem arz etmeye devam ettiği kaydedilirken, "AB tarafı, Genel İşler Konseyi kararlarına ve özellikle Türkiye'nin, daha ziyade, AB tarafından kınanan, 15 Temmuz 2016 darbe girişiminden kaynaklanan hukukun üstünlüğü ve temel haklar alanındaki mevcut gelişmeleri tersine çevirecek kararlı adımlar atma ihtiyacına atıfta bulundu. İşleyen demokrasinin önemli unsurlarından biri olan kapsayıcı ve açık bir sivil topluma sağlanan alanı genişletmek ve korumak için iş birliği yapacağız" ifadesi yer aldı.
TERÖRLE MÜCADELEDE İŞ BİRLİĞİ
Terörle mücadelede iş birliğini artırma yönündeki güçlü iradeye vurgu yapılan ortak açıklamada, Türkiye ve AB'nin terör tehdidine etkin bir şekilde karşı koyabilmek için iş birliğini artırmaya yönelik somut adımlar attığı aktarıldı.
Açıklamada, bu adımların, diğer konuların yanı sıra iyi uygulamaların paylaşılması, terörün finansmanıyla mücadele, aşırıcılıkla mücadele etmeye yönelik girişimler, DEAŞ'a katılanların yanı sıra geri dönen yabancı terörist savaşçıların engellenmesi ve bunlarla mücadele edilmesi, havacılık emniyeti ve Türk makamlarıyla AB Kurumları arasında daha yakın iş birliğini içerdiğinin altı çizildi.
Açıklamada, tekrarlayan terör eylemleri bağlamında, PKK ve DHKP-C'nin, AB'nin terör eylemlerine dahil olan kişiler, gruplar ve oluşumlar listesinde yer almaya devam ettiği bilgisi paylaşıldı.
Tarafların, kalan tüm kriterlerin yerine getirilmesi amacıyla vize serbestisi sürecine devam edilmesi yönündeki niyetlerini teyit ettiğine işaret edilen açıklamada, "Vize Serbestisi Yol Haritası kriterleri çerçevesinde, Türkiye, ikinci nesil pasaportları 2 Nisan'dan bu yana düzenlemeye başlamıştır. Türkiye ile AB arasında Europol ve ağır suç ve terörle mücadeleden sorumlu Türk makamları arasında kişisel veri aktarımına ilişkin operasyonel bir anlaşma imzalanması için müzakereler 30 Kasım'da başlayacaktır" değerlendirmesi yer aldı.
'18 MART 2016 MUTABAKATI, TÜRKİYE İLE AB ARASINDA BENZERİ OLMAYAN BİR İŞBİRLİĞİNİN ÖNÜNÜ AÇTI'
Türkiye'nin, dünyada en büyük sığınmacı nüfusuna ev sahibi ülke haline geldiğine ve eğitim ile sağlık gibi hizmetlere erişimi temin etmek için büyük çaba sarf ettiğine işaret edilen açıklamada, "18 Mart 2016 Mutabakatı'nın, düzensiz göçün yönetimine önemli katkı sağladığı ve Türkiye ile AB arasında benzeri olmayan bir iş birliğinin önünü açtığı belirtildi.
Açıklamada, AB Katılım Öncesi Yardım Aracı (IPA) dahil olmak üzere, Türkiye'nin çeşitli alanlarda AB üyelik norm ve standartlarına uyum sağlamasında mali iş birliğinin öneminin altını çizilirken, "Bir aday ülke olarak Türkiye, kamuoyunda ve sivil toplumda mali iş birliğiyle bağlantılı olumlu AB algısını vurgulamış, IPA kapsamında hali hazırda devam etmekte olan programların uygulamasını iyileştirmeyi taahhüt etmiştir" ifadesi kullanıldı.
'GÜMRÜK BİRLİĞİ ANLAŞMASININ İYİLEŞTİRİLMESİ VE GÜNCELLENMESİNE ÇALIŞACAĞIZ'
Ekonomi, enerji, ulaştırma alanlarında gerçekleştirilecek yüksek düzeyli diyaloglarla iş birliklerini güçlendirmeye karar verdikleri kaydedilen ortak açıklamada, "Gümrük Birliği'nin işleyişinin iyileştirilmesi ve güncellenmesi için koşullar elverdiği anda çalışmaya karar verdik. Ortaklık Konseyi, Terörle Mücadele Diyaloğu, Ortak Güvenlik ve Savunma Politikası istişareleri ve tematik dış politika diyaloglarının yeni toplantıları için hazırlıklarımıza devam edeceğiz." değerlendirmesi yapıldı.
Açıklamada, "Kıbrıs Rum ve Kıbrıs Türk toplumlarının liderleri ile Birleşmiş Milletler (BM) Genel Sekreteri'nin Kıbrıs sorununun kapsamlı çözümüne yönelik çabalarına tam ve kararlı destek vermeyi sürdüreceğiz." ifadesi yer alırken, Balkanlar, Suriye, Irak ve Libya başta olmak üzere bölgesel gelişmelere ilişkin görüş alışverişinde bulundukları aktarıldı.
'SURİYELİLERE EV SAHİPLİĞİ YAPAN VE DESTEKLEYEN TÜRKİYE, BENZERSİZ BİR CÖMERTLİK SERGİLEMİŞTİR'
Türkiye ve AB'nin Batı Balkanlar'da istikrar ve refahın sağlanarak, bu ülkelerin Avrupa yolunda ilerlemelerini desteklemelerinde ortak çıkarları bulunduğu vurgulanan açıklamada, "İç savaş nedeniyle ülkelerini terk eden Suriyelilere ev sahipliği yapan ve onları destekleyen Türkiye, bu konuda benzersiz bir cömertlik sergilemiştir. Türkiye ve AB, göç yönetimi ve insani yardım alanlarında yakın ortaklar olup bu alanlarda iyi bir iş birliği ortaya koymaktadır. AB'nin 'Türkiye'deki Mülteciler için Mali Yardım Programı' Suriyelilerin ve ev sahibi toplumların ihtiyaçlarının kapsayıcı bir şekilde ve eş güdüm içerisinde karşılanmasını temin eden ortak bir iş birliği mekanizması sağlamaktadır" denildi.
Suriye krizine kapsayıcı, muteber ve sürdürülebilir bir çözüm bulunması bağlamında, BM Güvenlik Konseyi'nin 2254 sayılı kararı uyarınca, müzakere edilmiş bir siyasi geçiş sürecine olan ihtiyacın vurgulandığı açıklamada, şunlar kaydedildi:
"İdlib Gerginliği Azaltma Bölgesindeki Durumun İstikrara Kavuşturulmasına İlişkin Muhtıra'nın tam olarak uygulanması ve ilgili tüm tarafların muhtıra hükümlerine riayet etmesi suretiyle sağlanacak kalıcı bir ateşkesin öneminin altını çizdik. Kapsamlı Ortak Eylem Planı'nın ve bu anlaşma uyarınca yaptırımların kaldırılması sonucunda İran'ın yararlanmakta olduğu ekonomik faydaların sürdürülmesinin önemi hususunda mutabık kaldık".
İran'da e-vize Uygulaması Başladı
İran'da başlatılan uygulamayla, turistler daha kolay bir şekilde ülkeyi ziyaret edebilecek.
İran Kültürel Miras, El Sanatları ve Turizm Teşkilatı Başkanı Ali Asgar Munisan, İran'ı ziyaret edecek yabancı turistlerin pasaportuna artık etiket ve damga vurulmayacağını bildirdi. Yetkili, yabancı turistlerin hava alanlarında aldıkları elektronik vizeyle ülkeye giriş yapabileceklerini açıkladı.
Dün başlatılan yeni uygulamayla, İran'a seyahatlerin kolaylaşacağını ve idari işlemlerim hızlanacağını söyleyen Munisan, bu yöntemin turist sayısının artmasında büyük etkisinin olmasını umduğunu dile getirdi.
ABD Başkanı Donald Trump, daha önce çıkardığı yasayla aralarında İran'ın da bulunduğu bazı ülkelere seyahat eden turistler için ABD'ye girişte vize kısıtlamaları getirmişti.
Tahran yönetimin, yaptığı yeni hamleyle, İran'a gelecek turistlerin bu yöndeki kaygılarını hafifletmeği amaçladığını belirtiliyor.
Demir Kubbe yetmedi
Gazze’de İsrail ile HAMAS arasında yapılan ateşkes Savunma Bakanı Lieberman’ın istifası ile sonuçlandı. Bu gelişme ise bir hükümet krizine yol açtı. Netanyahu hâlihazırda iktidarını pekiştirecek 61 milletvekilini bulamıyor. Bilindiği gibi İsrail parlamentosunda (Knesset) toplam 120 milletvekili bulunuyor.
Erken seçim çağrılarına ise Netanyahu şimdilik olumlu bir yanıt vermiyor.
NİÇİN ATEŞKES OLDU?
Peki, ne oldu da savaş ve kandan beslenen İsrail ateşkese razı olmak zorunda kaldı? En kısa cevap, HAMAS’ın füzelerini engelleyen Demir Kubbe (Iron Dome) sisteminin yetersiz kalması ve İsrail vatandaşlarının evlerini tek etmesi! Tarafsız kaynaklara göre Hamas, 12 Ekim 2018’den bu yana 400 kadar füze/roket attı. İsrail bunların 100’ünü havada vurduğunu ileri sürüyor. 470 km. uzunluğunda ve 135 km. genişliğinde olan İsrail coğrafi konumu itibarıyla kısa menzilli füzelere karşı bile hassas bir durum arz ediyor. Önemli şehirler ve kritik tesisler sınıra yakın bölgelerde bulunuyor.
Füze Kalkanı ihtiyacını İsrail ilk kez 1991 yılındaki Birinci Körfez Harbi’nde hissetti. Irak, Rus yapımı SCUD-B füzelerini şehirlere attı. O dönemde kullanılan PATRIOT-2 sisteminin yetersiz olduğu ortaya çıktı. Mart 2000’de ARROW ve ARROW-2 sistemleri devreye sokuldu. Stratejik bir silahlanma programı olan ARROW-2 sistemi 3000 km. içindeki tehditleri kapsayabiliyordu. Ancak Hamas ve özellikle Hizbullah’ın kısa menzilli (6-210 km.) füze ve roket envanteri beklenmedik bir etki yarattı. İsrail-Hizbullah 2007 Lübnan savaşında Hizbullah, 13 Temmuz ile 13 Ağustos 2007 arasında İsrail’i 4230 kadar füze/roket ile hedef aldı. Ciddi bir etki yarattı. Böylece taktik bir füze kalkanı tesis edilmesi, İsrail açısından bir harekât ihtiyacı olarak ortaya çıktı.
DEMİR KUBBE NEDİR?
İşte bu nedenle İsrail Demir Kubbe taktik füze kalkanı sistemini kurdu ve 2011 yılında faaliyete geçirdi. Sistem, kısa menzilli (4-70 km.) füze, roket, havan ve top mermilerini havada imha etmek için dizayn edildi. Asgari tesir menzili 4 km. olan sistem, aynı zamanda uçak, helikopter ve insansız hava araçlarına karşı da kullanılabiliyor. Mobil olan her bir sistem 150 km. kare içinde koruma sağlayabiliyor. Sistem, tasarruf için boş arazilere düşmesi beklenen hedeflere yönelmiyor. İsrail’in hava savunma sistemlerinin bütünüyle ABD’nin yardım ve desteği ile tesis edildiğini de vurgulayalım.
İsrail Haziran 2018’den itibaren Demir Kubbe’yi ihraç etmeye başladı. Kanada, Azerbaycan ve Hindistan ilk alıcılar oldu. Güney Kore, Singapur, Suudi Arabistan ve ABD’nin de sistemle ilgilendiği ifade ediliyor. ABD, Irak ve Afganistan’daki üslerini korumak için Demir Kubbe’yi düşünüyor. İsrail sistemin yüzde 84 oranında başarılı olduğunu iddia ediyor ama bu Amerikalı uzmanlara göre hiç de gerçekçi gözükmüyor.
Hizbullah’ın roket envanterinin 130 bin kadar olduğu söyleniyor. Mevcut silahları ile Hizbullah’ın İsrail’in yüzde 75’inde etkili olabileceği tahmin ediliyor. İsrail’in resmi raporlarına göre 2005 yılında Hizbullah 3770 roket saldırısı gerçekleştirmiş ve 901 adedi İsrail şehirlerini vurmuştur.
SONUÇ VE DEĞERLENDİRME
Sınırlı yeteneklere sahip HAMAS karşısında İsrail’in ateşkese razı olması Demir Kubbe’nin daha büyük ve sistematik bir saldırı karşısında yetersiz kalacağını göstermektedir. On binlerle ifade edilen roket ve füzelerden, gözden çıkarılan bazıları sadece sistemin kapasitesini zorlamak ve yanıltmak için kullanılabilir. Aynı anda farklı yönlerden yapılacak ateşlemeler önemli bir etki yaratabilir. Bu alandaki teknik ve taktik ilerlemelerin sistemi daha da zora düşüreceği anlaşılmaktadır. Bu çerçevede İsrail’in rakiplerinin sistemin zafiyetlerini ortaya çıkaracak arayışlar içinde olacağı, İsrail’in ise sistemi geliştirmek ve etki yüzdesini artırmak için çaba sarf edeceği anlaşılmaktadır. Ancak unutulmamalıdır ki füze savunmasında yüzde yüz başarı bir ütopyadır. Genel hedef, olası hasarı en aza indirmektir.
Arkasına bir güç koymadığınız takdirde, diplomasi masasında söyledikleriniz rakibiniz için hoş bir sadâdır. Gazze’deki acımasız ve vahşi İsrail saldırılarına uluslararası toplum adı verilen ikiyüzlü menfaat topluluğu hiçbir çare bulamadı. ABD-İsrail ikilisinin hukuk tanımaz girişimlerini protesto bile edemedi! Trump ve damadı Jared Kushner Filistin’i kana boyamak için ellerinden geleni yaptı. Hatta Suudi Arabistan ve Mısır arkadan onları destekledi. Hayatın garip bir cilvesi olarak ateşkesi Hamas’ın füze ve roketleri sağladı. İsrail’i ciddi bir siyasi krizin içine soktu! Yalın gerçek budur. Bu ise İslam dünyasının en büyük ayıbıdır.
aydınlık
Karanlığa Doğan Nur: Muhammed (s.a.a)
Allah için şahitler olarak adaleti ayakta tutun. İster zengin olsun, ister fakir olsun...
Peygamberin (s.a.a) Şefkati
Allah, merhamet ve şefkat duygusunu yarattıklarının en üstünü olan insanın fıtratına da koymuştur. İnsanlara şefkat ve merhamet duygusu en üst düzeyde Allah'ın hidayet rehberi olarak gönderdiği peygamberlerde bulunur. Allah'ın kalplerine yerleştirdiği bu şefkat duygusuyla peygamberler bütün gayretlerini ümmetinin kurtuluşu yolunda sarf etmişlerdir. Ümmetine sevgi ve şefkat konusunda en fazla öne çıkan Allah elçisi ise şüphesiz son peygamber olarak görevlendirilen ve âlemlere rahmet olarak gönderilen Hz. Muhammed'dir (s.a.a). Her güzel haslet ve ahlâkta olduğu gibi Allah Resulü (s.a.a) sevgi ve şefkatte de zirve şahsiyettir. Şefkat ve sevgi, Peygamberimizin toplumsal yaşantısında çok önemli bir yere sahipti. Peygamberin (s.a.a) sevgi ve şefkat eksenli örnek yaşantısı, toplumun ıslahı ve gayrimüslimlerle iyi geçinip huzurlu bir ortam oluşturmasına neden olmuştur. Zira bunun aksi olsaydı Allah Resulü (s.a.a) kesinlikle insanların hidayetinde ve risaletinin kitlelere yayılmasında bu kadar başarılı olamazdı. Yüce Allah, Peygamberin (s.a.a) şefkat ve güzel ahlakını Âl-i İmran 159'da şöyle övmüştür:
"Allah'ın rahmeti sayesinde sen onlara karşı yumuşak davrandın. Eğer kaba, katı yürekli olsaydın, onlar senin etrafından dağılıp giderlerdi. Artık sen onları affet. Onlar için Allah'tan bağışlama dile. İş konusunda onlarla müşavere et. Bir kere de karar verip azmettin mi, artık Allah'a tevekkül et, (ona dayanıp güven). Şüphesiz Allah, tevekkül edenleri sever." [1]
Allah Resulü (s.a.) müminler için her hususta rehber olduğu gibi, diğer din mensuplarıyla diyalogda da bizim kılavuzumuzdur. Diğer din mensuplarına karşı, bir insan olmaları itibarıyla hep sevgi ve hoşgörü ile muamelede bulunan Allah Resulünün (s.a.a) hayatı, baştan sona hep af ve müsamaha eksenlidir. Hoşgörünün ve affın kaynağı, dinimizin de kaynağı Kuran olduğu ve bu düşünce coşkun bir ırmak halinde Kuran'ın açıklayıcısı Resulullah'tan (s.a.a) akıp geldiği için biz Müslümanların bu konuda farklı düşünmesi mümkün değildir. Zira tersi bir düşünce, Kuran'ı ve Resulullah'ın (s.a.a) şahsiyetini ve amaçlarını tanımama demektir. Bu açıdan hoşgörü ve diyalog, kaynakları itibarıyla Kuran ve Sünnete dayandığından Müslüman'ın doğal ahlâkıdır ve bu itibarla da kalıcıdır.
O en engin müsamaha insanı, Medine'de ehli kitapla iç içe yaşamış, hatta "Müslüman'ım" dedikleri halde sürekli nifak çıkaran, hemen her yerde temiz vicdanları birbiriyle vuruşturmaya çalışan bozgun ruhlarla bile anlaşma noktaları bulmuş ve onları hoşgörüyle bağrına basmıştır. O kadar engin bir şefkat ve merhameti vardı ki hatta yeminli Kureyş müşriklerini de kapsamıştır. O müşrikler ki Peygamberimize olmadık fiziki ve ruhi işkenceler yapıyor; yoluna diken döküyor, çocukların eline taş verip hazreti taşlatıyorlardı. Bununla da yetinmeyip ona iman edenleri yakıcı sıcak kumlar üzerine yatırarak işkence ediyorlardı.
Allah Resulü (s.a.a) onca sıkıntı ve zorluklardan sonra zorla çıkarıldığı doğum yeri ve vatanına galip olarak dönüyor. Kazandığı iktidara ve kendisine yapılan sayısız haksızlıklara rağmen Peygamberimizin (s.a.a) şefkat ve merhametinin Mekke fethinde zirve yaptığına tanık oluyoruz.
Şefkat ve merhamet Peygamberi (s.a.a) Mekke fethinde ashabından birinin bayrağı eline alıp "Bu gün intikam günüdür, bu gün şahsiyetlerin rezil olacağı gündür." sözlerini duyduğunda bayrağı elinden alarak "Bu gün merhamet ve şefkat günüdür" diyor. Ardından Kâbe etrafında toplanan ve korkulu gözlerle kendisine bakan Mekkelilere "Ben size Yusuf Peygamberin kardeşlerine dediğini diyorum: Geçmişte olanların hesabı sorulmayacak, hepiniz serbestsiniz" [2] buyuruyor.
Allah Resulü (s.a.a) bu güzel davranışıyla her türlü ifrat, tefritin ve intikam duygularının önüne geçti. Rahmet ve sevgi dini İslam'ın şefkat ve merhamet dolu Peygamberini kabalıkla itham eden vicdanların bu konuları okumalarını, adalet ve hakka uygun insani kararlar vermelerini umuyoruz.
Peygamberin (s.a.a) getirdiği dininin kılıç ve kaba güce dayalı olduğunu iddia edenlere diyoruz ki : "sizler ya Peygamberi (s.a.a) tanıyamamışsınız ya da kin ve nefret duygularınız gözlerinizi kör etmiştir." O yüce şahsiyetin şefkat ve rahmetinin, gazap ve öfkesinin önüne geçtiğine bundan daha canlı bir örnek olabilir mi? O yüce insan (s.a.a) kin ve intikamı kenara ittiği gibi dostlarına ve izleyicilerine de daima şefkat ve merhametle hareket etmelerini öğütlemiştir.
Peygamberin (s.a.a) Güzel Ahlakı
Allah Resulünün risaletinin üzerinden çok geçmeden, dört bir yanda davetinin sesleri duyulmaya başladı. İslami davet, Arap topraklarından tüm dünyaya ulaştı. Dünyanın her yerinden gruplar ve kabileler İslam'ın merkezi Medine'ye gelip özgürce İslam'ı araştırabiliyor ve Peygamberle görüştükten sonra da güven içinde beldelerine dönebiliyorlardı. Gelenler arasında özgür iradeleriyle İslam'ı seçip benimseyenlerde oluyordu inkâr edenlerde. Peygamberimiz (s.a.a) uzak ve yakından gelen gayrimüslim misafirleri saygıyla karşılıyor, evinde ağırlıyor ve onlara ikramda bulunuyordu. Bazen kendisiyle görüşmeye gelen Hıristiyan misafirler için kendi cübbesini yere serip onları üzerine oturturdu. İran ve Rum imparatorlarına mektuplar yazıp onları hakka davet eder ve onlardan din tebligatına engel çıkarmamalarını isterdi.
Yüce İslam Peygamberi (s.a.a) insanların özgürce tarafsız araştırmalar yaparak diledikleri inancı kabullenme ortamını oluşturmak için azami gayret sarf ederdi. İnsanlardan hakkı delil ve kanıtlarıyla gördüklerinde hiç tereddüt ve korkuya kapılmadan özgürce hak dine tabi olup hidayet olmalarını istiyordu. İnsanların özgür iradesini elinden alıp onlara engel olanlarla mücadele etmek hazretin üstlendiği en önemli misyonlardandı. Hakikatte Peygamber (s.a.a) her zaman "düşünce ve inanç özgürlüğünün" mücadelesini vermiştir.
Kendi dönemindeki padişahlar ve yöneticilere yazdığı mektuplarında da hiçbir zaman onlardan hükümet ve saltanatlarını İslam hükümetine teslim etmelerini istememiştir. Aksine İslamiyet'i kabul edecekleri takdirde saltanat ve hâkim oldukları topraklarda kalacaklarına dair teminat vermiş ve hak daveti kabul etmeyip batıl yolda ayak diretmeleri durumunda ise kıyamet gününün azap ve belasına yakalanacaklarını bildirmiştir. Dikkat edilirse Resul-i Ekrem (s.a.a) hiçbir zaman Müslüman olmayanları dünya azap ve belalarıyla korkutmamıştır. Örneğin Peygamberimiz (s.a.a) İran Padişahı ve Kayser Rum'una yazdığı mektubunda şöyle buyuruyor:
"Eğer bu hak daveti kabul etmezseniz Mecus ve Kayser Rum halkının günahlarını omuzlanmış olursunuz. Sizin hakkı kabul etmeyişiniz onları özgür iradelerinden ve İslamiyet'i seçmelerinden mahrum bırakmanız demektir."
Peygamberin (s.a.a) sireti Kuran'dan alınmıştır, dolayısıyla Peygamberimizin (s.a.a) siretinde tüm inanç mensuplarına özgürce yaşama hakkı verilmiştir. Peygamberimiz gayrimüslimlerle ilişki ve diyaloglarında onlardan hiçbir etki altında kalmadan özgürce seçim yapmalarını istiyordu. Hiçbir zaman İslamiyet'i zorla kimseye kabul ettirmemiştir.
Necran Hristiyanları Medine'ye gelip kendisiyle görüştüklerinde din ve İslam'ı kabul etmeleri konusunda onları hiçbir şekilde zorlamamış aksine kendi ibadetlerini rahatça yapabilmeleri için onlara özel bir yer tahsis etmiştir.
Peygamberimizin (s.a.a) güzel ahlakı, şefkatli ve sıcak davranışı, taraftan başka din ve inançlara mensup kimselerin Medine'ye hicretini sağlamıştır. Tarihi kaynaklar, Medine'nin, Habeşistan, Himira ve daha birçok farklı bölgelerden gelen kırk ayrı gruba ev sahipliği yaptığını yazar.
Acaba hangi din ve inançta şefkat ve merhamet duygularının böylesine kabarık ve dorukta olduğu görülmüştür? Sevgiye, şefkate ve merhamete her şeyden daha çok değer veren ve kalbi insan sevgisiyle dolup taşan sevgi Peygamberinin dini ve inancını zorbalığa ve kılıca dayalı bir inanç olarak tanıtmak insafsızlık değil midir?
Peygamberin (s.a.a) Örnek Adaleti
Allah Kuran'da müminlere "Allah için şahitler olarak adaleti ayakta tutun. (Onlar) ister zengin olsun, ister fakir olsun; çünkü Allah onlara daha yakındır. Öyleyse adaletten dönüp tutkularınıza uymayın" [3] şeklinde buyurmaktadır. Peygamberimiz (s.a.a), hem Müslümanlar arasında verdiği hükümler, hem diğer din, dil, ırk ve kavimlerden olan kişilere karşı adil ve şefkatli tutumu, hem de Allah'ın ayetinde bildirdiği gibi zengin-fakir ayırmaksızın herkese eşit davranmasıyla tüm insanlar için çok büyük bir örnektir.
Allah bir ayetinde Resulüne (s.a.a) şöyle buyurmaktadır:
"Onlar, yalana kulak tutanlardır, haram yiyicilerdir. Sana gelirlerse aralarında hükmet veya onlardan yüz çevir. Eğer onlardan yüz çevirecek olursan, sana hiçbir şeyle kesin olarak zarar veremezler. Aralarında hükmedersen adaletle hükmet. Şüphesiz, Allah, adaletle hüküm yürütenleri sever." [4]
Peygamberimiz (s.a.a) böylesine zorlu bir kavmin içinde dahi, Allah'ın emrine uymuş ve hiçbir zaman adaletten taviz vermemiştir. Daima "Rabbim adaletle davranmayı emretti." [5] Diyerek her devirde tüm insanlara örnek olmuştur.
Hz. Muhammed'in (s.a.a) peygamberliği süresince adil tutumuna örnek teşkil eden birçok olay yaşanmıştır. Peygamberimizin (s.a.a) yaşadığı coğrafyada çok çeşitli din, dil, ırk ve kabileden insan bir arada yaşıyordu. Bu toplulukların bir arada huzur ve güven içinde yaşamaları, aralarına nifak sokmaya çalışanların etkisiz bırakılmaları çok zordu. En küçük bir sözden veya tavırdan hemen bir grup diğerine karşı öfkelenip saldırabiliyordu. Ancak Peygamberimizin adaleti, Müslümanlar için olduğu kadar bu topluluklar için de bir huzur ve güvence kaynağı olmuştur. Sadrı İslam'da Arabistan Yarımadasında Hıristiyan, Musevi, putperest, ayırt etmeksizin herkese adil davranılmıştır. Peygamberimiz, Allah'ın "Dinde zorlama yoktur." [6] ayetine uyarak, herkese hak dini anlatmış ancak seçimlerini yapmak konusunda serbest bırakmıştır.
Allah, Peygamberimize (s.a.a) bir başka ayetinde de, farklı dinlerden insanlara karşı nasıl bir adalet ve uzlaşma içinde olması gerektiğini şöyle bildirmiştir:
"Şu halde, sen bundan dolayı davet et ve emir olunduğun gibi doğru bir istikamet tuttur. Onların istek ve tutkularına uyma. Ve de ki: Allah'ın indirdiği her kitaba inandım. Aranızda adaletli davranmakla emir olundum. Allah, bizim de Rabbimiz, sizin de Rabbinizdir. Bizim amellerimiz bizim, sizin amelleriniz sizindir. Bizimle aranızda 'deliller getirerek tartışma yoktur. Allah bizi bir araya getirip toplayacaktır. Dönüş O'nadır." [7]
Peygamberimizin (s.a.a) Kuran ahlakına uyarak gösterdiği bu güzel tavrı, bugün farklı dinlerden insanların birbirlerine karşı tutumları konusunda örnek olmalıdır.
Peygamberimizin (s.a.a) adaleti, farklı ırklardan insanlar arasında da uzlaşma sağlamıştır. Peygamberimiz (s.a.a) birçok konuşmasında, hatta Veda Hutbesinde de ırklara göre bir üstünlük olamayacağını, Allah'ın ayetinde haber verdiği gibi "üstünlüğün takvaya göre olacağını" bildirmiştir. Ayette şöyle geçer:
"Ey insanlar, gerçekten, Biz sizi bir erkek ve bir dişiden yarattık ve birbirinizle tanışmanız için sizi halklar ve kabileler kıldık. Şüphesiz, Allah katında sizin en üstün olanınız, en takvalı olanınızdır. Şüphesiz Allah, bilendir, haber alandır." [8]
Peygamberimiz (s.a.a) ise iki ayrı hadisinde şöyle buyurmuştur:
"Ey insanlar! Hepiniz Âdem'in çocuklarısınız. Âdem ise topraktan yaratılmıştır. İnsanlar muhakkak ve muhakkak ırklarıyla övünmeyi bırakmalılar."
"Sizin şu soyunuz kimseye üstünlük ve kibir taslamaya vesile olacak şey değildir. (Ey insanlar)! Hepiniz Âdem'in çocuklarısınız. Hepiniz bir ölçek içindeki birbirine müsavi buğday taneleri gibisiniz. Hâlbuki hiç kimsenin kimseye din ve takva müstesna üstünlüğü yoktur. Kişiye kötü olması için; başkalarını yermesi, küçük görmesi, cimri, kötü huylu, had ve hududu aşmış olması yeter."
Peygamberimiz (s.a.a) Veda Hutbesinde de Müslümanlara şöyle seslenmişti:
"Soylarla övünülmez. Araplar, Arap olduklarından Acemlerden; Acemler de, Acem olduklarından Araplardan üstün sayılamazlar. Çünkü Allah katında en yüce olanınız, ona karşı gelmekten en fazla kaçınanınız (en takvalınız)dır."
Arap Yarımadasının güney kısmındaki Hıristiyan Necran halkı ile yapılan bir antlaşmada Peygamber Efendimizin adaletine çok güzel bir örnek teşkil etmektedir. Bu antlaşmanın maddelerinden biri şöyledir:
"Necranlıların ve beraberindekilerin canları, malları, dinleri varları ve yokları, aileleri, kiliseleri ve sahip oldukları her şey Allah'ın ve Allah'ın Peygamberinin güvencesi (himayesi) altına alınacaktır."
Peygamberimizin (s.a.a) Hıristiyan, Musevi ve müşrik topluluklarla imzaladığı Medine Vesikası da önemli bir adalet örneğidir. Farklı inançlara sahip topluluklar arasında adaletin sağlanması ve her topluluğun çıkarlarının gözetilmesi için hazırlanan bu vesika sayesinde yıllarca düşmanlık içinde yaşayan topluluklara barış getirilmiştir. Medine Sözleşmesinin en belirgin özelliklerinden biri inanç özgürlüğü sağlamasıdır. Bu konu ile ilgili madde şöyledir: "Benî Avf Musevileri, müminlerle beraber aynı ümmettirler, Musevilerin dinleri kendilerine, Müslümanların dinleri de kendilerinedir."
Medine Sözleşmesinin 16. maddesinde ise, "Bize tabi olan Museviler, hiçbir haksızlığa uğramaksızın ve düşmanlarıyla da yardımlaşmaksızın, yardım ve desteğimize hak kazanacaklardır" diye bildirilmiştir.
Peygamberimizden (s.a.a) sonra da seçkin sahabeleri onun (s.a.a) antlaşmaya koydurduğu bu hükme sadık kalmışlar ve aynı hükmü Berberi, Budist, Brahman ve benzeri inançlara sahip kişiler için de uygulamışlardır.
Sadr-ı İslam döneminin barış, huzur ve güvenlik içinde geçmesinin en önemli nedenlerinden biri, Kuran ahlakına uyan Peygamberimizin (s.a.a) adaletli tutumudur. Peygamberimizin (s.a.a) adaleti, Müslüman olmayan kişilerde de bir güven duygusu uyandırmıştır ve müşriklerden dahi Peygamberimizin himayesi altına girmek isteyenler olmuştur. Allah, Kuran'da, müşriklerin bu taleplerini bildirmiş ve aynı zamanda Peygamberimize (s.a.a) bu kişilere karşı nasıl davranması gerektiğini de vahiy etmiştir:
"Eğer müşriklerden biri, senden aman (himaye) isterse, ona aman ver; öyle ki Allah'ın sözünü dinlemiş olsun, sonra onu 'güvenlik içinde olacağı yere ulaştır'. Şu halde o (anlaşmalı olanlar), size karşı (doğru) bir tutum takındıkça, siz de onlara karşı doğru bir tutum takının. Şüphesiz Allah, muttaki olanları sever." [9]
Günümüzde de, dünyanın dört bir yanında meydana gelen çatışmaların, kavgaların, huzursuzlukların tek çözümü Kuran ahlakına uymak ve Peygamberimiz (s.a.a) gibi din, dil veya ırk ayrımı gözetmeksizin, adaletten hiçbir zaman ayrılmamaktır.
ehlader
Kaynaklar
[1]-Âl-i İmran, 159
[2]-Tarih-i Taberî, c.3, s.56
[3]-Nisa, 135
[4]-Maide, 42
[5]-Âraf, 29
[6]-Bakara, 256
[7]-Şura, 15
[8]-Hucurat, 13
[9]-Tevbe, 6-7
Cehennemden Bir Haber
İmam Sadık (a.s)’dan şöyle nakledilmiştir:
Hz. İsa (a.s) havarileriyle (ashabıyla) seyahat ediyordu, halkı yol ve evlerinde ölen bir köye yetiştiler.
Hz. İsa, köy halkının bu durumunu görünce şöyle dedi:
“Bunlar, kendi ecelleriyle ölmemişlerdir, kesinlikle İlahi gazaba uğramışlardır, eğer böyle olmamış olsaydı, birbirlerini defnederlerdi.”
Havariler; “Keşke bunların durumunun neden ibaret olduğunu bir bilseydik” dediler.
Allah tarafından Hz. İsa’ya şöyle hitap edildi:
“Ey İsa! Ölüleri sesle! Onlardan biri senin cevabını verecektir.”
Hz. İsa bu vahiy üzerine; “Ey köy halkı!” diye onlara seslendi.
Onlardan biri, “Ey Ruhullah! Ne diyorsun?”dedi.
Hz. İsa, “Durumunuz nasıldır, neden bu hale düştünüz?”diye sordu.
Ölü, “Biz sabahleyin esenlikle uykudan kalktık, fakat akşamleyin hepimiz Haviye’ye düştük.”
Hz. İsa, “Haviye nedir?”dedi.
Ölü, “Dağları içinde dalga vuran ateşten bir denizdir.”dedi.
Hz. İsa, “Neden bu azaba düçar oldunuz?”diye sordu.
Ölü, “Dünya sevgisi ve tağutlara itaat etmek bizi bu hale soktu.”dedi.
Hz. İsa, “Ne kadar dünyaya gönül bağladınız?”dedi.
Ölü, “Süt emen çocuğun annesinin göğsüne gönül bağladığı gibi! Dünya bize yönelince seviniyorduk, bizden yüz çevirdiğinde ise gamlı oluyorduk.”dedi.
Hz. İsa, “Tağutlara ne kadar itaat ediyordunuz?”diye sordu.
Ölü, “Her ne diyorlardıysa itaat ediyorduk.”dedi.
Hz. İsa, “Neden ölüler arasından sadece sen benim cevabımı verdin?”dedi.
Ölü, “Onların ağzına ateşten bir gem vurulmuştur, sert ve haşin melekler onların başı üzerine dikilmiştir. Ben dünyada onların arasında idim, fakat onlardan değildim. Allah’ın azabı onları kapsadığında beni de kapsadı. Şimdi bir kıl ile cehennemin kenarına asılmışım, ateşe düşeceğimden korkuyorum!”
Hz. İsa (a.s) ashabına dönüp; “Çöplükte yatarak arpa ekmeği yemek, din salim kaldığı takdirde insan için daha hayırlıdır.” buyurdular.
Bihar’ul-Envar, c. 14, s. 322.