Zaferle geçen 36 yıl: İran İslam Devrimi üzerine düşünceler

Rate this item
(0 votes)
Zaferle geçen 36 yıl: İran İslam Devrimi üzerine düşünceler

İran’ın 1979 İslam Devrimi’ni izleyen pek çok başarısı vardır ve bunlar tüm sosyal, siyasi, askeri ve teknolojik alanlarda görülebilir. İran, bilimsel çıktılarda dünya lideridir ve çıktı oranı şu anda dünya ortalamasının on bir katıdır.

İran hükümeti, bütün bir toplumun çıkarına olacak şekilde, petrol gelirlerini her zaman okul, hastane, otoyol, tren yolu, havaalanı ve enerji tesisi alanlarına yatırım olarak yönlendirmiştir.
“İslam devrimi ideolojisinin başarısı, İran İslam Devrimi’nin yeni ve teleolojik olarak ayırt edici özelliğidir.”

— Said Amir Ercumend

Washington’daki aşırı uçtaki kesim, ABD Kongresi’nin her iki meclisinde de kontrolü ele geçirdikten sonra iktidar araçları üzerindeki baskısını sıkılaştırırken, İran’ın soylu halkı, Amerika’nın yerleştirdiği ve desteklediği  despot Muhammad Rıza Pehlevi’nin pençelerinden kurtulduğu İslam Devrimi’nin zaferinin 36. yıldönümünü kutluyor.

Tüm başarılı devrimler gibi İslam Devrimi de, ülkenin siyasi yapısında büyük bir altüst oluşa yol açtı ve kendinden önceki yönetici rejimin devrilmesiyle sonuçlandı. İran örneğinde dikkat çeken şey, Fransa, Rusya ve Çin’deki devrimlere eşlik eden öfkeli kan gölünün aksine, şiddet düzeyinin görece düşük kalmasıdır. Bu olgu, İranlılar arasında var olan ve ülkeyi ABD destekli tirandan kurtarmanın tek yolunun İslam’ın kuvvetli ve birleştirici gücünün arkasında bir araya gelmek olduğu şeklindeki, evrensel denebilecek konsensüsün sonucu gibi görünmektedir. Bu birleştirici güç, yani tevhid, dini, dünyayı ve devleti, Batı’nın kabul etmediği gibi aynı zamanda anlamadığı, ayrılmaz bir bütünlük içinde birleştirmektedir.

İran devrimi, halkı İslam’la olan tarihi bağları üzerinden birleştirmek yoluyla da Fransız, Rus ve Çin devrimlerinden ayrılır, zira bu, İranlıların büyük çoğunluğunun Şii mezhebini benimsediği onaltıncı yüzyılda başlamış tarihsel bir eğilimin mantıksal sonucudur. Bu yüzden, Fransız, Rus ve Çin devrimlerine kendi geçmişlerinden radikal bir kopuş damga vururken, İran İslam Devrimi’ni ayıran şey İranlılar ile Şii İslam arasındak dört asırlık ayrılmaz bir bağlılığın birikimidir. Batılı liderler bu tarihsel bağın derinliğini anlamayı başaramamıştır; sağcı bir “uzman” da bu bağı, yanıltıcı bir şekilde, “milliyetçiliğin ve dini coşkunun harikulade bir karışımı” olarak tanımlamıştır. 

Amerika’da aklıselime benzer bir şeyleri kalmış olan liderler, ülke devrimin 36. yıldönümünü kutlarken, özellikle de gerici Cumhuriyetçi rejimin İran’la barışçıl nükleer enerji programı hakkında kalıcı bir anlaşma ihtimalini delme saplantısı içinde göründüğü bir dönemde, İran İslam Devrimi’nin anlamı üzerine düşünmelidir. İran Dışişleri Bakanı Muhammad Cevad Zarif, altını çize çize,  İran ile P5+1 grubu – ABD, Fransa, Britanya, Rusya, Çin ve Almanya — arasındaki bir nükleer anlaşmanın altını oyma girişiminde bulunan herkesin, “bunu yapan ABD Kongresi bile olsa uluslarararası toplumdan tecrit edilmesi gerektiğini” söyledi. Ancak Cumhuriyetçi gericiler gözüpek halde kaldılar.

Kongre’de İran’a karşı sözlü yaylım ateşi başlatan en yüksek sesler arasında, ABD Senatosu dış ilişkiler komitesindeki önde gelen Demokrat, New Jersey’den  Senatör Robert Menendez de bulunuyor. Yakın zamanda düzenlenen bir oturumda Menendez, ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı Antony Blinken’ın İran’a karşı ilave yaptırımlar getirilmesinin aleyhindeki konuşmasını dinledikten sonra “Ben ne zaman [Obama] Yönetiminden gelen sözler ve oradan yapılan alıntılar duysam, belirtilen noktalar doğrudan Tahran’dan geliyormuş gibi geliyor” dedi. Keşke gerçekten böyle olsaydı, fakat ne yazık ki, bu türden gevezelikler İran’la diplomasi taraftarı olan kişileri savunmaya geçirmede etkili oluyor gibi görünüyor.

ABD’nin 1953 yılında diktatör Muhammad Rıza Pehlevi iktidarını restore eden CIA darbesini hazırladığı, 1979 yılından beri ekonomik yaptırımlar yoluyla İran’a karşı savaşa giriştiği, 8 yıl süren ve en tutucu tahminlere göre bile 213 bin İranlı’nın ölümüne yol açan kanlı savaşında Saddam’a silah ve istihbarat desteği sağladığı ve bir İran sivil uçağını düşürerek uçaktaki 290 kişinin tamamının ölümüne yol açtığı düşünüldüğünde, Tahran’ın Washington’daki savaş çığırtkanlarıyla müzakereye rıza göstermesi bile kaydadeğer bir şeydir ve İran’ın prensipli liderlerine itibar kazandırmaktadır. Ancak ABD’nin bu tarihsel kışkırtmalarına rağmen Menendez İran’ı, tahrik edici eylemlerle suçladı. Menendez “İran, ancak provokatif olarak yorumlanabilecek adımlar atıyor” derken, işbirlikçisi, meclis sözcüsü  John Boehner, tahrik edici bir adım atarak, ABD Kongresi’nde İran konusunda yapılacak bir oturumda konuşma yapmak üzere İran düşmanı Siyonist lider Benyamin Netanyahu’yu davet etti.

İranofobi miti

Her yana yayılmış bir İranofobi döneminde, sanırım ben, birkaç yıl önce eşimle birlikte ülkeyi ziyaret ettiğim zaman ülkeye ve halkına aşık olduğum için İranofil (İransever) olarak adlandırılabilirim. Ancak ABD liderlerinin çoğu benim aksime, hararetle kötüledikleri ülkeyi ziyaret etme zahmetine bile girmedi.  Bunun bir istisnası, İran’a düzenlediği kısa bir ziyaretten sonra “Amerikalı politika yapıcılardan çok azı İran’a gitti ve İslam Cumhuriyeti’ndeki temel liderleri tanıyanlar daha da az” diyen Kansas’tan Kongre üyesi Jim Slattery. Gerçekten de Slattery, İslam Devrimi’nin zaferinden sonra İran’ı ziyaret eden ilk eski Kongre üyesidir. Ben İslam Cumhuriyeti’ni ziyaret ettiğim zaman edindiğim kendi deneyimlerimi teyit eden  Slattery, “Ben Tahran sokaklarında korku duymadan, özgürce yürüdüm… Karşılaştığım İranlılar dost canlısıydı ve Amerika Birleşik Devletleri’yle ilgileniyorlardı” diye belirtmişti.  

İran’ın 1979 İslam Devrimi’ni izleyen pek çok başarısı vardır ve bunlar tüm sosyal, siyasi, askeri ve teknolojik alanlarda görülebilir. İran, bilimsel çıktılarda dünya lideridir ve çıktı oranı şu anda dünya ortalamasının on bir katıdır. İran hükümeti, bütün bir toplumun çıkarına olacak şekilde, petrol gelirlerini her zaman okul, hastane, otoyol, tren yolu, havaalanı ve enerji tesisi alanlarına yatırım olarak yönlendirmiştir. İlave olarak sağlık, eğitim ve sosyal refah alanlarındaki hükümet girişimleri orta sınıfta oldukça büyük bir artış yarattığı gibi, ülkeyi de kuvvetli bir bölgesel güce dönüştürmüştür.

İran, dayatılan sekiz yıllık savaşa, Batı’nın ekonomik yaptırımlarına ve diplomatik tecridine rağmen İslam Devrimi’nin zaferinden bu yana çarpıcı ekonomik başarılar elde etti ve varlığının ilk iki yılında ABD bankalarındaki borçlarını bile kapadı. ABD’nin dayattığı ve giderek çetinleşen ekonomik yaptırımlar politikası, yeni doğan İslam Cumhuriyeti’ni kendi kendine yeterli ekonomi politikaları benimsemeye ve pragmatik diplomasiyi hayata geçirmeye yöneltti. Zaman içinde bu sosyal, ekonomik ve siyasi güçlerin kesişimi, İran’ı güçlü bir ülke ve diplomatik ya da askeri yönlerden görmezden gelinemeyecek bir temel bölgesel aktör haline getirdi.

İran, 1979 İslam Devrimi’nden bu yana sağlık alanında çarpıcı bir ilerleme kaydetti ve bunun sonucunda, ortalama ömür süresi 55’ten 71’e çıktığı gibi, çocuk ölümleri de yüzde 70 oranında azaldı. İran’ın Entegre Temel Sağlık Hizmeti (IPHC) olarak bilinen sağlık sistemi o denli başarılı oldu ki, ABD’nin yoksulluk oranı en yüksek ve sağlık çıktıları en düşük eyaleti olan Mississippi eyaletinden doktorlar, maliyet-etkin bir sağlık sistemi tasarlamak için İran’a baktılar. 

İran aynı zamanda, komşusu olan petrol ihracatçısı ülkelere göre, petrol dışı sektörleri genişletmede daha iyi bir iş çıkardı. ABD’nin dayattığı ekonomik yaptırımlar karşısında İran, çelik, bakır, kağıt ve çimento gibi bir dizi kritik endüstride kendi kendine yeterli veya hemen hemen yeterli hale gelmeyi başardı. İran ayrıca, pompa, kompresör, boru tesisatı ve petro-kimya endüstrisinin ilgili bileşenleri, elektronik ekipmanlar, eczacılık ürünleri ve telekomünikasyon cihazları gibi geniş bir yelpazede ürünler üretiyor. Bölgedeki en büyük endüstriyel robot stoğuyla İran aynı zamanda bir otomobil ihracatçısı haline geldi.

En önemlisi ve belki de en çarpıcı olanı, İran hükümetinin İslam Devrimi prensiplerine sıkı sıkı tutunarak yoksulluğu azaltmada gösterdiği çarpıcı başarıdır. Dünya Bankası verilerine göre İranlıların yüzde 2’den daha azı yoksulluk içinde yaşıyor ki bu oran, Brezilya, Çin, Mısır, Hindistan, Meksika, Pakistan, Güney Afrika, Türkiye ve Venezuela da dahil olmak üzere, öteki büyük nüfuslu ve orta gelirli ülkelerin altındadır.

Son olarak, İranlı kadınlar, sosyal açıdan, siyasi açıdan, eğitim ve sağlık açılarından, Fars Körfezi’ndeki öteki ülkelerdeki kadınlardan çok ileridedir. Yine İslam Devrimi’nin prensiplerinden doğan hükümet politikaları, kadınlara altı ay ücretli doğum izni ve ilave olarak on sekiz ay boyunca ilave bir saatlik ücretli izin vermektedir ki bu, ABD ve öteki Batı ülkelerindeki standartların da, Uluslararası Çalışma Örgütü standartlarının da ilerisine geçmektedir. Parlak İranlı matematikçi Meryem Mirzakhani de, 2014 yılında prestijli Fields Madalyası’nı kazanan ilk kadın olmuştur.

İslam Devrimi’nin zaferinden sonra İran’da ekonomik ve sosyal gelişme alanında gerçekleşen bu pozitif kazanımlar, tevhidin, yani din, dünya ve devletin güçlü birleşiminin korunmasından ve Batı’nın seküler konseptlerinden titizlikle sakınılmasından ileri geliyor. İran’ın İslami hükümeti, ABD’nin tam desteğine rağmen Şah’ın hiçbir zaman yapmadığı kadar yoksulluğu azaltmış, eğitimi yaymış ve sağlık hizmetlerine erişim sağlamıştır. Bu başarılar, ABD’nin devamlı olarak yaydığı, İran’ı başka bir devrime sürüklenmek üzere bir ülke olarak niteleyen propagandanın yüzüne çarpıyor.

Şimdi 37. yılına giren İslam Devrimi’yle birlikte Batı’daki pek çok kişi, kariyerlerini Şah’ın devrilmesini analiz etmeye adadı. İktisatçı Timur Kuran, açıklıkla, “Özel olarak nefret edilen bir rejim, halkın kendi muhalefetini ortaya koyma konusunda tereddüt etmesi halinde geniş bir halk desteğine sahip olabilir. Rejim bu yüzden, sahip olduğu destek en küçük şokla çatırdayacak olsa bile, sarsılmaz görünebilir” tespitini yapmıştı. Aynı sözler, şu anda yine sarsılmaz görünen Amerika Birleşik Devletleri için de geçerli olabilir. Washington örneğinde küçük bir ölümcül şok, İran’la olan müzakerelerin başarılı bir şekilde tamamlanmasını başarısızlığa uğratabilir.  

Avrupa Konseyi’nin dış ilişkiler alanından politika araştırmacısı Ellie Geranmayeh, “Amerika Birleşik Devletleri, miyop ve tıkayıcı bir Kongre’nin, Washington’un uzun vadede çıkarına olan ve küresel güvenliği güçlendiren bir anlaşmanın altını oymasına izin vermemeidir” ikazında bulundu.

Washington’a şu tavsiye verilmelidir: İran’a karşı tıkayıcı yaklaşımını değiştirmezse, bir zamanlar bu denli sıkı bir şekilde desteklediği Şah’la aynı kaderi yaşayabilir.

Yuram Abdullah Weiler

Press TV

medyaşafak

 

Read 2044 times