کارگر

کارگر

  İran İslam Cumhuriyeti Milli Güvenlik Yüsek Konseyi Sekreteri, "Batı ülkelerinin ve Avrupa'nın bize inanması lazım. İran olarak kendi halkımızın haklarını uluslararası platformlarda sonuna kadar koruyacağız."dedi.

Kazakistan'ın Almatı şehrinde iki gün buyunca kapalı kapılar arkasında devam eden müzakerelerin ardından basın toplantısı düzenleyen İran İslam Cumhuriyeti Milli Güvenlik Yüksek Konseyi Sekreteri Said Celili, herhangi bir ilerleme sağlayamadıklarını ama müzakere sürecinin devam edeceğini belirtti.

Konuşmasına Kazakistan'a teşekkür ederek başlayan Celili, İran olarak "5+1" grubu ülkelerine yeni teklifler sunduklarını söyledi.

"5+1" grubu ülkelerin bir çok soru sorduğuna dikkat çeken Celili, bütün sorulara açık ve anlaşılır cevaplar verdiklerinin altını çizdi. "İran olarak biz, anlaşmadan yanayız." diyen Celili sözlerine şöyle devam etti: "İki gündür yaptığımız görüşmeler sonucunda bu aşamada "5+1" grubu ülkeler ile anlaşmaya çok uzak olduğumuzu gördük. Batı ülkelerinin ve Avrupa'nın bize inanması lazım. İran olarak kendi halkımızın haklarını uluslararası platformlarda sonuna kadar koruyacağız."

Celili, bir sonraki müzakerenin yeri ve tarihine ilişkin tarafların bir araya gelebileceğini de sözlerine ekledi.

 

Pazartesi, 08 Nisan 2013 06:55

Ölüler için Kur’an okumak doğru mudur?

İslam’ın bakışında ölümün anlamı insanın hiç olması ve yok olması değildir. Bilakis ölümün manası, yok olmayan insan ruhunun bedenden ilişki ve irtibatını kesmesi, neticede bedenin yok olması, ruhun belirli bir zamana dek hayatına devam etmesi ve sonra yeniden bedene dönmesidir.[1] Yüce Allah şöyle buyuruyor: “(Kâfirler dediler ki:) Biz toprakta yok olduktan sonra mı, biz mi yeniden yaratılacakmışız? Hayır, onlar Rablerine kavuşmayı inkâr etmektedirler. De ki: Sizin için görevlendirilen ölüm meleği canınızı alacak, sonra Rabbinize döndürüleceksiniz.”[2] Yüce İslam Peygamberi (s.a.a) şöyle buyuruyor: “Mümin bireylerin dünyadan ayrılması karanlık, darlık ve baskılardan aydın ve geniş bir fezaya giren bebeğin anne karnından çıkması gibidir.”[3]

 İmam Ali (a.s) şöyle buyuruyor: “Ey insanlar biz ve sizler yok olmak için değil, baki kalmak için yaratıldık. Sizler ölüm ile dünyadan gitmemektesiniz, sadece bir evden başka bir eve taşınmaktasınız. Bundan dolayı tarafına hareket etmeniz gereken ve ebedi kalacağınız evin azık ve erzakını hazırlayın.”[4] İmam Hasan’dan (a.s) ölüm nedir diye soruldu ve kendisi şöyle buyurdu: “Ölüm mümine nasip olan en güzel sevinçlerdendir.”[5] İmam Hüseyin (a.s) şöyle buyuruyor: “Ölüm sizi dünya dertlerinden Allah’ın refah ve lütfüne ulaştıran bir köprüdür ve Allah’ın düşmanları içinse saraydan zindana intikal etmektir.”[6] Neticede ayet ve rivayetler ölmeyle ve cesedin çürümesiyle ruha bir zarar gelmediğini göstermektedir. Ruhumuz olduğu gibi kalmakta ve kendi başına bağımsızlık ve öznellik taşımaktadır; zira bizim şahsiyetimiz beden ve cesedimizle değil, ruh ve canımız iledir. Ölüm yokluk, bitiş ve fena değildir. Sadece bir âlemden başka bir âleme intikal etmektir ve insan hayatı bir şekilde sürmektedir.

Ölüler İçin Kur’an Okumak

İnsan öldükten sonra kendisinin yakınları ve diğer müminlerin bazı farz amelleri yapması gerekir. Gusül, kefenleme, namaz, defnetme ve ölünün edebildiğince çabuk kaza edilmesi gereken farzları bu kabildendir. Yanı sıra ölüler için bazı amellerin yapılması da müstehaptır. Sadaka vermek, dua etmek ve Kur’an okumak bunlardan sayılır. Ölüler için Kur’an okumanın müstehap olduğunu ispat etmek hakkında ise iki tür delil öne sürülebilir: Birinci türde genel olarak ölü ve göçmüşlerinizi hatırlayın ve kendi iyi işlerinizden onları faydalandırın diye belirten rivayetler mevcuttur. Çok açık olduğu üzere Kur’an okumak da iyi ve beğenilen işlerdendir. Bu hususta bazı rivayetler mevcuttur ve onların bazılarına işaret ediyoruz:

1. Hz. Peygamberden (s.a.a) şöyle nakledilmiştir: Kabirlerde dinlenen ölülerinizi unutmayın. Ölüleriniz sizin iyiliğinizi beklemektedir. Ölüleriniz hapistedir ve sizin iyi işlerinize göz dikmişlerdir. Onların bir iş yapacak güçleri yoktur, sizler sadaka ve dua onlara hediye edin.”[7]

2. Hz. İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmaktadır: “Dirinin kendisine verilen hediyeden dolayı sevinmesi gibi, ölü de kendisi için istenen rahmet ve bağışlanmadan dolayı sevinir.”[8]

İkinci türde ise ölüler için Kur’an okumanın eserlerini beyan hadisler mevcuttur. Mesela İmam Rıza (a.s) şöyle buyurmaktadır: Herkim bir müminin kabrini ziyaret eder ve onun kenarında yedi defa Kadir suresini okuyacak olursa, Allah onu kabir sahibiyle birlikte bağışlar.”[9]

--------------------------------------------------------------------------------

[1] Tabatabai, Seyid Muhammed Hüseyin, Amuzeş-i Din, Cem Averi, Telfik ve Tamzim: Ayetullahi, Seyid Mehdi, s. 133, Defter-i İntişarat-ı İslamî, Vabeste be Camia-i Müderrisin-i Havza-i İlmiye-i Kum, çap-ı çarom, 1375 ş.

[2] Secde, 10 ve 11.

[3] Gerdeaveri ve tercüme, Payande, Ebu’l-Kasım, Nehcü’l-Fesahe, hadis. 2645, sazman-ı Çap Ve İntişarat-ı Cavidan.

[4] Şeyh Mufid, İrşad, s. 229, tercüme-i Muhammed Bakır Saidi Horasani, İntişarat-ı İslamiye.

[5] Feyz Kaşani, Molla Muhammed Muhsin, Muhecebbetü’l-Beyza, c. 8, s. 255, Çaphane-i Saduk, Tahran.

[6] Muhecebbetü’l-Beyza, c. 8, s. 255.

[7] Yezdi, Şeyh Hasan b. Ali, Envaru’l-Hidayet, s. 115, Çaphane-i Numan, Necef.

[8] Muhecebbetü’l-Beyza, c. 8, s. 292.

[9] Meclisi, Muhammed Bakır, Biharu’l-Envar, c. 82, s. 169, Ez Menşurat-ı Çaphane-i İslamiye, Tahran.

İran İslami Şura Meclisi Ulusal Güvenlik ve Dış Siyaset Komisyonu Başkanı, batılıların nükleer silahların azaltılması ve İran'ın kesin hakkı olan nükleer hakkını tanımaması gibi konulara bağlı kalmamaları durumunda NPT anlaşmasından çıkma seçeneğinin İran'ın masası üzerinde bulunduğunu söyledi. 

El-Alem televizyonuna bir açıklamada bulunan İran İslami Şura Meclisi Ulusal Güvenlik ve Dış Siyaset Komisyonu Başkanı Alattin Brucerdi, Batının yaptırımları artırması ve nükleer meseleyi yeniden BM Güvenlik Konseyine göndermesi durumunda İran'ın muhtemel tepkilerine temasla tüm seçeneklerin İslami Şura meclisinde masa üstünde bulunduğunu söyledi.

Brucerdi, "İran'ın silahsızlanma anlaşması olan NPT'ye ve UAEA kurallarına bağlı kalması ama aynı zamanda ABD ve batının NPT anlaşmasını göz ardı etmeleri kabul edilemez bir durumdur. Böyle bir durumda İran'ın NPT üyeliğinin devam etmesinin hiçbir delili yoktur. İslami Şura Meclisi bu konuyu gözden geçirebilir" ifadesini kullandı.

İran ile 5+1 grubu arasındaki görüşmelerde var olan engellere de temas eden İran İslami Şura Meclisi Ulusal Güvenlik ve Dış Siyaset Komisyonu Başkanı, Amerikalıların UAEA ve NPT kurulları uyarınca İran'ın nükleer çalışmalarını hukuki ve teknik açıdan değerlendirmesi gerektiğini, ancak bu meseleye bakışının siyasi olduğunu söyledi.

 

Mısır’da Washington ile Kahire arasındaki ilişkiye ses çıkarmayan, ancak İslam Dünyasının iki önemli gücü İran ile Mısır arasında gelişen ilişkilere tahammül edemeyen sözde Selefi bir grup, İran’ın Kahire Büyükelçisi Mucteba Amani’nin evine saldırdı.

Euronews'in haberine göre Mısır'da sözde selefi bir grup, ülkelerinde misafir konumundaki İran Büyükelçisinin ikamet ettiği eve saldırmakla yetinmeyerek, neden saldırdıklarını soran muhabire, Şii Müslümanları Mısır'da istemediklerini, eğer gelirlerse hepsini öldürmekle tehdit etti. 

Mısır’da Washington ile Kahire arasındaki ilişkiye ses çıkarmayan, ancak İslam Dünyasının iki önemli gücü İran ile Mısır arasında gelişen ilişkilere tahammül edemeyen Selefi bir grup, İran’ın Kahire Büyükelçisi Mucteba Amani’nin evine saldırdı.

İranlı turistlerin Mısır’a gelmesini ve iki ülke arasındaki yakınlaşmayı istemediklerini söyleyen Selefi grup, Amani’nin evine taşlı saldırıda bulunarak, evin duvarına batı destekli Suriyeli muhaliflerin kullandığı bayrağı astı. 

Kendisine mikrofon uzatılan selefi grup mensubu, Şii Müslümanları Mısır’da istemediklerini belirterek şu tehditleri savurdu: “Mısır Müslüman ve Sünni bir ülkedir. Biz Şiileri burada istemiyoruz. Eğer gelirlerse hepsini öldürürüz.”

“İran’ı burada istemiyoruz”, “Beşar destekçileri defolun”, “Şiilere hayır” şeklinde sloganlar atan gruba polisin müdahale etmede yetersiz kaldığı görüldü!!

Euronews muhabirine saldırı

Öte yandan Mısır’daki gelişmeleri takip eden Euronews muhabiri Muhammed Shaiki İbrahim, İran’ın Kahire Büyükelçisi Mucteba Amani’nin evine saldırı düzenleyen aynı sözde selefi grup tarafından tartaklandı.

Shaiki İbrahim Filistinli bir Sünni olduğunu söylese de aksanında ötürü saldırgan grubu Şii olmadığına ikna edemedi ve saldıranların tartaklamalarına maruz kaldı. Eylemciler Euronews kameramanının görüntü almasını engelledi ve mikrofonu parçaladığı öğrenildi.

 

Pazartesi, 08 Nisan 2013 06:11

İran bu yılda uzaya 7 uydu fırlatacak

 Tahran- İran Uzay Kurumu Başkanı, İran’ın yeni yılı olan 1392 yılında uzaya 7 uydu fırlatılacağını bildirdi.

İran’ın 1392 yeni yılında ülkenin uzay çalışmaları hakkında Mehr Haber Ajansı’na konuşan İran Uzay Kurumu Başkanı Hamid Fazeli, bu yılda uzaya 7 uydu fırlatacaklarını bildirdi.

Fazeli, fılatılcak uyduları şöyle sıraladı:

Nahid Uydusu: Kanatları açılabilecek olan bu uydu yeryüzünün 370 km’sinde yer alacak bu uyudu Safir-1 uydu yaşıyıcısıyla yörüngede yerleşecektir.

Facr Uydusu: Safir B1 uydu taşıyıcısıyla uzaya fırlatılacak bu uydu yeryüzünün 450 km’sinde yerleşmesi bekleniyor.

AT Sat, Şerif Sat, Tolu ve Zafer uyduşları: Üniversite ortamında dizayn ve üretilen bu uyduların inşası son aşamasına gelinmiştir. Bu uydular yüksek çözülürlük kabiliyetiyle yeryüzünden görüntülme görevini yerine getireceklerdir.

Misbah uydusu: Bir haberleşme uydusu olan bu uydunun inşası son aşamasındadır ve laboratura ortamında bütün testleri başarıyla tamamlanmıştır.

İran Uzay Kurumu Başkanı, açıklamasının devamında, daha ağır uydular için tasarlanan Simurg ve Gognus uydu taşıyıcılarının inşası program kapsamında başlayacağını kaydetti.

 

Allah’ın Adıyla

Şam ve Irak diyarlarındaki cinayetlerin baş musebbibi zer, zor ve nifak ittifakıdır. Bu bölge tarihini İslam sonrası dönemde az çok inceleyenler bu durumun yeni olmadığını, ta İslam’ın ilk asrında zer-zor- nifak üçlüsünün müslümanların başına ne belalar getirdiğini görürler. Aradan yüzyıllar geçmesine rağmen sahnelenen oyun birbirine o kadar benzemektedir ki mahiyet ve içerik olarak pek değiştiği söylenemez, sadece oyuncuların ismen değiştiği görülmektedir.

Nedir bu oyun? İktidarı ele geçirme, iktidarını sürdürme ve iktidar nüfuz alanını genişletme planları.

Bahane nedir? Dini koruma(!), demokrasiyi koruma, sözde işlenen cinayetleri durdurma söylemleri.

Planın uygulayıcıları kimlerdir?

Zer, yani ekonomik güç sahipleri, dün ümmetten topladıkları altın ve gümüşleri iktidarlarını ayakta tutmak için haracayanlar, bugün ise ümmetin petro-dolarlarını uluslararası siyonizmin hizmetine sunanlar, üç günlük iktidar uğruna ülkelerin zenginliklerini Batı emperyalizmine peşkeş çekenler ve...

Zor, yani askeri güce sahip olanlar. Bu gücün günümüzdeki temsilcisi Batı müstekbirliği, onun savaş makinesi NATO, bölgedeki doğal üssü siyonist rejim ve aynı güçlerin güdümündeki terör örgütleri ve...

Nifak, münafıklar, iktidar makamını işgal etmek için dindarların inançlarını istismar eden partiler/liderler, sapık inanç sahipleri, siyasal hedefleri uğruna insanların katledilmesini caiz görenler, hakk ve Batı müstekbirliği karşısındaki direniş cephesi üzerine şüphe düşürmek için mezhebi taassupları tahrik edenler, kendileri gibi düşünmeyenleri(uşaklık etmeyenleri) tekfir edenler ve hepsinden daha kötüsü nifak cephesinin siyasetlerini tevil etmek için çırpınıp duran kitle iletişim araçları/medya ve gönüllü veya satılık kalemler.

Bugün Irak ve Şam diyarlarında sürdürülen savaşın, cinayetlerin planlayıcısı ve uygulayıcısı tanımlamaya çalıştığımız zer-zor ve nifak cephesi ittifakıdır. Her ne kadar dağınık ve düzensiz görülse de bölgemizde İslam’a ve müslümanlara karşı sürdürülen cinayetlerin baş sorumlusu bu üçlü ittifak, perde arkasında müstekbir güç ABD’nin koordinatörlüğünde oldukça sistematik bir şekilde çalışmaktadır. Irak ve Suriye’deki karşıklıklar ve iç savaştan tutun ülkemizde açılımlar adı altında sürdürülen siyasetlere ve özür diye millete yutturulan kayıkçı kavgasına kadar bütün gelişmelerin arkasında bu üçlü ittifakın planları yatmaktadır.

Başbakan’ın çarketmeleri

Başbakan Erdoğan’ın çarketmeleri artık bıkkınlık derecesine varmış bulunuyor. Ama her nedense nifak cephesinin önemli kolu medya bu dönüşleri ustalıkla tevil etmekte, kırılan potları başarı gibi göstermektedir.

Başbakan Erdoğan’ın “one minute”u, “özür komedisi”, “ siyonizmi faşizm ve anti semitizmle aynı tutuş”una dair sözleri, Libya ve patriot füzeleri konularında takındığı tavırları ve kısa bir süre sonra bütün bu görüşlerinden çarketmesi acaba neyin alametidir? Acaba söyledikleri mi yersiz ve hatalıydı, yoksa çarketmeleri mi?

Başbakan Erdoğan’ı tanıyanlar, özellikle de gençlik yıllarını, gömlek değiştirme dönemi öncesini bilenlerin onaylayacağı üzere Tayyib Erdoğan’ın bütün bu söylemleri o dönemlerini çağrıştıran şuuraltındaki görüşleridir. Yani bazen iktidarda olduğunu, iktidarda kalmasında zer ve zor çevrelerinin destek ve rolünü unutmaktadır ve unuttuğu için de pot üstüne pot kırmakta ve bugün söylediğini bir hafta sonra inkar etme zorunda kalmaktadır.

Yaptıklarını telafi etmek ve dünyaya egemen zer ve zor güçlerini memnun etmek için geri adım attığı yetmiyormuşcasına öncekinden daha fazla tavizler vermek zorunda kalmaktadır. Özür komedisi bu cümleden olup sırf siyonizmle ilgili sözlerinden dolayı kendisini affedirtmek için siyonist rejim başbakanın yarım yamalak özrünü – eğer özür olarak kabul edilirse- kabul ettiğini iftiharla dile getirmiş ve nifak cephesinin medya kolu ise bunuı ballandıra ballandıra anlatmaya devam etmektedir.

Başbakan daha da ileri giderek ABD başkanı Barack Obama’nın sesini özlediğini söyleyecek duruma gelmiştir. Yani istikbarın temsilcisinin, günümüz firavununun sesini duymaya ne kadar hevesli olduğunu ifade edecek bir konuma gelmiştir. İnanmak zor olsa da belki de gerçekten özlemiş olabilir. Allah başbakanımızı sevdiklerine kavuştursun ve dünya ve ahirette birlikteliklerini sağlasın demekten başka söz bulamıyorum.

Rabbim lutfu keremiyle bizi de sevdiklerimize, özlediklerimize kavuştursun. Ailece Irak diyarındaki masumları, şehidleri ve evliyaullahı ziyaret etmek niyetiyle biraz sonra yola koyulacağız inşallah.

Allahummec’al mehyaye mehya Muhammed ve ali Muhammed ve Memati Memate Muhammmedin ve ali Muhammed,

İlahi yaşantımızı Muhammed ve soyunun hayatı gibi kıl ve ölümümüzü Muhammed ve soyunun ölümü gibi kıl.

Vesselamu aleykum ve rahmetullah

Y. ZİYA T.YILMAZ 

FHA'nın haberine göre İmam Hamenei’nin, Hicri Şemsi yıla girerken Nevruz nedeniyle yaptığı açıklamalar dünya medyasında geniş yer buldu.

Başta İran gelmek üzere dünyanın birçok ülkesinde yılbaşı kutlamaları olan Nevruza girdiğimiz günlerde İmam Hamenei, İran’ın dış politikasının nirengi noktalarını açıkladı. Dünya medyasında geniş yer alan bu açıklamada özellikle nükleer kalkınma ve Ortadoğu politikaları değerlendirildi.

İMAM HAMANE'NİN AMERİKA İLE MÜZAKERE VE İŞGALCİ SİYONİST REJİMİN TEHDİTLERİ HAKKINDA HİCRİ-ŞEMSİ YENİ YILIN İLK GÜNÜ YAPTIKLARI AÇIKLAMADAN ÖNEMLİ SATIRLAR :

· Geçmişte edindiğimiz deneyimler şunu gösteriyor ki, Amerikalı makamların mantığına göre müzakere, birlikte oturup mantıklı bir çözüm yoluna ulaşmak demek değildir.

· Onların müzakereden maksadı, “birlikte oturup konuşalım, ama bizim görüşümüzü kabul edin!” mantığıdır. Bu bir dayatmadır ve İran böyle bir şeyi kabul etmez. Ben Amerikalı makamların bu açıklamalarını iyimser bulmuyorum, ama müzakereye de karşı değilim.

· Nükleer silah peşinde olmadığımızı defalarca dile getirdik. Ama siz bize inanmadığınızı söylüyorsunuz. O halde biz niçin size inanalım?! Mantık ve samimiyet üzerinden söylenmiş bir sözü kabullenmeye yanaşmıyorsanız, biz neden sizin söylediklerinizi – ki aksi her defasında ispatlanmıştır- kabul edelim? Biz Amerikalıların müzakere önerisini kamuoyunu aldatmaya yönelik bir taktik olarak görüyoruz. Eğer aksini iddia ediyorlarsa, bunu ispatlamaları gerekir.

· Bize göre Amerika nükleer müzakereleri sona erdirmekten yana değil. Amerikalılar nükleer müzakerelerin sona ermesini, bu konudaki tartışmaların çözüme kavuşmasını istemiyor. İran’ın nükleer konuda istediği tek şey, kendi doğal hakkı olan uranyum zenginleştirme hakkının dünya tarafından tanınmasıdır.

· Eğer Amerikalılar sözlerinde doğru ve samimi iseler, çözüm yolu, İran İslam Cumhuriyeti’ne ve İran halkına besledikleri düşmanlıktan vazgeçmeleridir.

· Otuz dört yıldır, değişik Amerika hükümetleri, İran ve İranlı hakkında sahip oldukları yanlış bakış açısıyla, bize karşı husumet besleyip çeşitli planlar yaptılar. İslam İnkılâbının zafere ulaşması ve İslam Devleti’nin kuruluşunun daha birinci yılından itibaren bunlar bize karşı düşmanca tavırlar beslemeye başladılar. Güvenliğimizi tehdit edecek düşmanca plan ve eylem içerisinde oldular. Toprak bütünlüğümüze kasteden girişimlerde bulundular. Yıllardır küçük-büyük düşmanlarımızı sürekli himaye ettiler. Milli ekonomimiz aleyhinde faaliyetlerde bulundular ve İran halkına karşı bütün araçlardan yararlandılar. Ancak tüm bunlara rağmen hamdolsun hezimete uğradılar ve İran halkına yönelik bu düşmanca tavırlarını devam ettirmeleri halinde bundan sonra da hezimete uğrayacaklardır.

· Amerikalı yetkililere tavsiyem şudur: Eğer makul bir yol peşindeyseler, bu yol kendi politikalarını düzeltmekten geçer. Kendilerine çeki düzen vermeli, İran halkına düşmanlıktan vazgeçmelilerdir.

· İmam Hamenei, İran’ı nükleer tesislerine saldırmakla tehdit eden Siyonist İsrail rejimine cevabı ise şöyle olmuştur: “ Eğer onlar İran’a karşı yanlış bir harekette bulunurlarsa İslami İran, Telaviv ve Hayfa’yı yerle bir edecektir.”

 

 

Cumartesi, 30 Mart 2013 07:13

İran’dan Arap Birliği’ne rest

 İslami İran dışişleri bakanlığı sözcüsü Ramin Mihmanperest, Arap Birliği'nin İran'ın toprakları olan üç ada konusunda müdahalesinin yersiz olduğunu ve söz konusu birliğin İran'ın içişlerine karışma gibi bir hakkının olmadığını söyledi.

Söz konusu iddianın yersiz olduğu gibi Arap Birliği'nin de böyle bir iddiada bulunmasının İran açısından kabul edilemez olduğunu belirten Mihmanperest, Arap Birliği'ne, İran'ın içişlerine karışmama tavsiyesinde bulundu.

Mihmanperest, Küçük Tonb, Büyük Tonb ve Ebu Musa adalarının İran’ın ayrılmaz toprakları olduğunu belirterek, Arap Birliği liderlerinin boş iddialarla uğraşmak yerine vakitlerini Arap milletlerinin sorunlarını çözmek için harcamalarının daha iyi olacağını bildirdi.

İran dışişleri bakanlığı sözcüsü, Arap Birliği liderlerinin İran'la ilgili yersiz iddialarının Fars Körfezi ve bölge sorunlarının halline yardımının olmayacağı gibi sorunların daha da artmasına sebep olacağını bildirdi.

irib

 

İran, bir kargo uçağının Şam Havaalanı’nda Suriyeli muhaliflerce düşürüldüğü iddiasının gerçek dışı olduğunu bildirdi.

Sol haberin İran’ın yarı resmi haber ajansı İSNA'nın Şam Büyükelçiliğine dayındırak verdiği habere göre, İran’a ait bir kargo uçağının Şam Havaalanı’na iniş yaptığı sırada Suriyeli silahlı muhaliflerce vurulduğu haberinin gerçek dışı olduğunu duyurdu.

Ajansta yer alan haberde, son iki gün içinde İran’dan Suriye’ye hiçbir uçağının gitmediği aktarıldı.

Suriyeli silahlı muhalifler, Suriye hükümetine silah taşıyan bir İran uçağını Şam’da vurduklarını iddia etmişti. Muhalifler, vurduklarını öne sürdükleri uçağın görüntülerini paylaşım sitesi üzerinden paylaşmıştı.

İran'dan Katar’a büyükelçilik tepkisi

Öte yandan İran, Katar yönetiminin Doha’da bulunan Suriye büyükelçiliğini Suriyeli muhaliflere verilmesine tepki göstererek, olayı “akıl dışı, aceleci ve göstermelik bir eylem ” olarak değerlendirdi.

İran Dışişleri Bakan Yardımcısı Hüseyin Emir Abdullahiyan, Katar hükümetinden “Suriye’de kan dökülmesini şiddetlendirecek eylemlerden kaçınmasını” talep ederek “Suriye’nin dirençli ve akıllı halkı, başkalarının kaderleri hakkın karar vermesine izin vermeyecektir ” diye konuştu.

Bu fotoğraf, 2010 yılında Dubai'de düşen UPS kargo uçağına ait ancak muhalifler ve bazı haber siteleri bu fotoğrafı düşürüldüğü iddia edilen İran uçağına aitmiş gibi sunuyor.

RASTHABER

 

Tarihin sonuna “sorumluluk doğurmayan özür”le başlarken

Tel Aviv'in, Erdoğan'a sorumsuzluk anlaşması imzalatıp kendini güvenceye almayı başarmasına “ümmetin zaferi” adı verilmesi hayli şaşırtıcıdır. Eğer Erdoğan ve Mavi Marmara'da hayatını kaybedenlerin yakınları İsrail'e “sorumlu tutulmama” güvencesini ilk gün verseydi Netanyahu özür dilemek için 3 yıl beklemezdi.

Tel Aviv, 2009 Mayıs'ında Akdeniz'de uluslararası sularda seyreden “Gazze filosu”ndan Mavi Marmara gemisine baskın düzenleme, gemide 9 Türkiye vatandaşını öldürme, gemiyi alıkoyma, gemideki yolcuları rehin alma, gemiye zarar verme ve özel eşyaları yağmalama gibi bir dizi suçtan sorumlulu tutulmamasına güvence veren anlaşma karşılığında Ankara'dan özür diledi.

Siyasi iktidarın sıkı kontrolü altındaki medya ile kapalı toplum haline getirilmiş Türkiye'de işitilmesine engel olunan gerçek durum şu:

Obama İsrail gezisi sırasında mesaj değeri yüksek bir teatral fotoğrafı kullanarak füze kalkanını teftiş ettiği sırada askeri konteynerde Erdoğan'ı telefonla aradı ve Netanyahu'nun Mavi Marmara baskınındaki hatalar nedeniyle özür dilemeye hazır olduğunu bildirdi. Bunun üzerine Netanyahu Erdoğan'ı aradı. Yarım saatlik konuşma boyunca “baskın kazası”nda yaşanan “operasyonel hatalar” nedeniyle Erdoğan'dan özür diledi ve hayatını kaybedenlerin yakınlarına tazminat ödemeyi kabul etti. Özürün Türkiye-İsrail ilişkilerini düzelteceğine olan umudunu ve mutluluğunu dile getirmeyi ihmal etmeden.

Netanyahu telefonda “kasdi olmayan trajik sonuçlar”dan üzüntü duyduğunu söyledi. Erdoğan da buna mukabil “öyleyse yargı sonucuna katlan” demek yerine özür anlaşmasını kabul ettiğini hemen o anda ifade ediverdi.

Medyatik kampanyanın doğrudan etkisi veya serpintilerinin dışında kalabilenler, yahut iktidar zehirlenmesine bağışık olanlar Netanyahu'nun özürünün neyi içerip neyi dışta bıraktığını görebiliyor:

1. Netanyahu, Mavi Marmara baskınından dolayı değil, “baskın kazası”nda yaşanan “operasyonel hatalar”dan özür diledi. Dolayısıyla uluslararası sularda seyreden bir gemiye baskın düzenleme hakkını meşrulaştırdı. Erdoğan da bu hakkı tanımış oldu.

2. Obama'nın formülüne göre İsrail “adem-i mesuliyet (sorumlu tutulmama)” anlaşması karşılığında özür diledi. Yani Netanyahu'nun özürünün hukuki ve siyasi hiçbir yaptırımı yok. Tel Aviv, özür dilemekle hiçbir yükümlülük altına girmiş olmadı. Hayatını kaybedenlerin yakınları kuru bir özür ve üç beş kuruş parayla yetinmek zorundalar. Erdoğan bu anlaşmayı fikirlerini bile sormadığı 9 aile adına kabul etti. Hal böyleyken Mavi Marmara'da hayatını kaybeden 9 kişinin yakınlarını da bağlayacak bir açıklama yapan IHH'nın başı, “Türkiye'nin onurlu duruşundan gurur duyduklarını” söyledi. IHH twitterda “ümmetin zaferi” kampanyası düzenledi.

3. “Adem-i mesuliyet (sorumlu tutulmama)” karşılığında Türkiye'den özür dileyip katledilen 9 kişinin ailelerine tazminat ödemeyi kabul eden İsrail'e Türkiye mahkemelerinde açılmış davalar bu durumda düşecek ve bundan sonra mağdurlar Tel Aviv aleyhinde dava açamayacaklar. Erdoğan'ın kabul ettiği “adem-i mesuliyet” anlaşması Türkiye hükümetin İsrail aleyhinde açılacak davalara izin vermemesini de kapsıyor.

4. Tel Aviv, uluslararası sularda komando timiyle baskın düzenleyip ateşli silahlarla gemideki yolcuları öldürme veya rehine almayı, güç kullanarak ve zorla gemiyi İsrail limanına götürmeyi, gemi yolcularını sorgulamayı, özel eşyalarına el koyup aramayı vs. hep “Gazze filosu” ve Mavi Marmara gemisinin Gazze'ye yardım götürme girişimini “terörist faaliyet” görmesine dayandırdı. Erdoğan'ın kabul ettiği “adem-i mesuliyet” anlaşması, İsrail'in bütün bu suçlardan yargılanmasının önünü kapatmasına ilaveten, Mavi Marmara ve “Gazze filosu”nun terörist faaliyette bulunduğu yolundaki İsrail iddiasına da en hafif deyimle sessiz kalmış oldu. Mavi Marmara dosyasının yerel ve uluslararası mahkemelerde sonuçlanmayacak olması, hukuki olmasa bile siyasi bakımdan Mavi Marmara girişiminin İsrail'in “terörist faaliyet” tanımıyla referans sistemine kaydedilmesine yolaçacaktır. Erdoğan ve onun iktidarına tâbi sivil toplum, hatta Mavi Marmara'da hayatını kaybeden 9 kişinin aileleri buna da itiraz etmedi.

Muhafazakar iktidarın etrafında halelenmiş medya ve sivil toplumdaki “İsrail özür diledi” şenliğinin yukarıda çerçevesini çizdiğimiz gerçek tabloyu bilmemekten kaynaklandığını düşünemiyoruz. Nitekim Milliyet yazarı Aslı Aydıntaşbaş, Netanyahu-Erdoğan anlaşması üzerine twitter hesabında coşkuyla “bittin Esad” mesajını yazıverdi. Aydıntaşbaş'ın, Suriye'de hükümete karşı savaşan çokuluslu lejyonun Türkiye'deki sempatizanları olan vahhabi/selefi muhitlerin hissiyatına tercüman olduğunu kestirmek zor değil. Zaten en büyük sonucu Türkiye-İsrail ilişkilerinin normalleşmesi olan “özür”ün, iktidarın siyasetlerine tâbi, mûti, itaatkâr ve hizmetkâr muhafazakar kesimleri sevindirmesinin tek nedeni de Suriye krizine artık İsrail'le birlikte girişmeye imkan açılması olsa gerektir. Esad hükümetinin asıl desteği İsrail'den aldığı yolunda pek bir cılız fikirle kamuoyunu yanıltmayı deneyenler, bu komik izahın artık ayak bağı oluşturmasından da böylelikle kurtulmuş oldular.

Bazı sorularımız var:

- Netanyahu'nun Mavi Marmara baskınındaki “operasyonel hatalar”dan dolayı özür dilemesi İsrail'i muhafazakar iktidar ve onun sivil toplumu nezdinde meşrulaştıracak mı? Gemide hedef alınarak öldürülmüş 9 kişinin yakınları İsrail'le helalleşecek mi?

- Netanyahu'nun özürü Türkiye-İsrail ilişkilerinin normalleşmesine yarayacakken ve bu normalleşmenin hayatını kaybeden 9 kişi için olumlu hiçbir sonucu yokken (tazminat olarak alınacak kan parası yeterli görülüyorsa bilemeyiz!) muhafazakar/islamcı muhitlerdeki sevincin sebebi nedir? İslamcılıktan bakiye kadavra İsrail'in nasıl diz çöktüğünü ve özür dilediğini anlatırken özür dilemekle neyin değiştiğini neden açıklamıyor? Türkiye ile ilişkilerini düzeltmiş bir İsrail'in Suriye'den başlayarak Lübnan ve İran'a saldırmada elinin rahatlaması mı bu kesimleri mutlu ediyor?

- Obama, Erdoğan iktidarına ve onun sivil toplumuna dönüp “alın özrünüzü ve kan paranızı, uzatmayın artık” demiyor mu? Artık uzatmamayı taahhüt etmiş Erdoğan'a itiraz yükseltmek bir yana bu durumla gurur duyan IHH'nın Mavi Marmara'nın temsilcisi olarak konuşması hayatını kaybeden 9 kişinin yakınlarınca onay görüyor mu?

- Netanyahu özür diledi diye Mavi Marmara'da yakınlarını kaybedenler özür ve tazminat karşılığında İsrail'e yerel mahkemede dava açmaktan neden vazgeçiyorlar? Netanyahu'nun özür ve tazminatının otomatik karşılığı neden dava açmaktan vazgeçmek oluyor? Erdoğan'ın anlaşmasının böyle olmasından dolayı mı? Öyleyse zafer bunun neresinde?

Erdoğan iktidarına ölümüne itaatkâr muhafazakar örgütlülük sadece eldeki iktidarı ve onun nimetlerini korumaya odaklandığından “İsrail özür diledi” hükmüyle yetinmemizi istiyor. Bu hükmün içeriğine bakmak, onu sorgulamak, ötesine geçmeye çalışmak makbul bulunmuyor.

Buna rağmen tekrarlayalım:

Netanyahu ile Erdoğan arasındaki “özür ve tazminat ama adem-i mesuliyet” anlaşması, İsrail'i Mavi Marmara'ya baskın, 9 kişiyi katletme, gemiye el koyma, içindekileri rehin alma, gemiye zarar verme, özel eşyaları yağmalama gibi bir dizi suçtan sorumlu tutmayan formüldür. Tel Aviv bu suçlardan mahkemeye verilmeyecek, varolan davalar da düşecektir.

Amiyane söylersek: Tel Aviv, “can ve kanın parası neyse verelim, siz de dava etmeyin” demektedir. “Adem-i mesuliyet” anlaşmasının manası budur. Ayrıca Erdoğan'ın kabul ettiği bu anlaşma, Mavi Marmara baskınının terör saldırısı sayılmasına da manidir. Çünkü anlaşmadaki tanımıyla Mavi Marmara baskınındaki can kayıpları “operasyonel hata” sayılarak saldırı meşrulaştırılmıştır. IHH'nın “gururluyuz” veya “ümmetin zaferi” adını verdiği şey, İsrail'in Mavi Marmara'ya yaptığı terör saldırısının Türkiye tarafından meşrulaştırılmasıdır.

Tel Aviv'in, Erdoğan'a sorumsuzluk anlaşması imzalatıp kendini güvenceye almayı başarmasına “ümmetin zaferi” adı verilmesi hayli şaşırtıcıdır. Eğer Erdoğan ve Mavi Marmara'da hayatını kaybedenlerin yakınları İsrail'e “sorumlu tutulmama” güvencesini ilk gün verseydi Netanyahu özür dilemek için 3 yıl beklemezdi. Tel Aviv bu süre boyunca Erdoğan'ın “sorumlu tutulma” talebi bulunduğunu sanıyordu. Mağdurlar yerel mahkemede dava açınca da bu varsayım pekişti. Bugün öyle olmadığı anlaşılınca (veya Erdoğan ve mağdur aileler talepten vazgeçince) Netanyahu özür dileyiverdi.

Yani Erdoğan ve onun sivil toplumu (IHH vs.) İsrail'i Mavi Marmara'yı hedef alan terör saldırısından sorumlu tutmayacaklarına söz verdiler, Tel Aviv de bir özür dilemenin ağzına yapışmayacağını kabul etti.

IHH'nın başının, ağır bir hezimet olan özür olayını “onurlu duruş”, “gururluyuz” gibi mültefit laflarla takdir etmesine bakılırsa Erdoğan-Netanyahu anlaşması kapsamında İsrail'in IHH'ya yönelik terör örgütü suçlamasından vazgeçmiş olduğu da anlaşılıyor.

Kesin olan şudur ki “Netanyahu özrü” Erdoğan hükümetinin ağır diplomatik hezimetidir.

IHH başta olmak üzere vahhabi/selefi muhitler ve iktidarın etrafında halelenmiş muhafazakar grup, kesim ve cemaatler Türkiye-İsrail ilişkilerinin normalleşmesini kutluyor. Türkiye işte böyle bir ülke artık.

Erdoğana tâbi, mûti, itaatkâr, hizmetkâr medyatik kampanya “zafer” narası atarken sahtekarlık yaptığını biliyor. Ama işte Türkiye böyle bir yer artık.

Siyonist Şas partisinin manevi lideri Avodya Yusuf, “Mesih'in Obama döneminde zuhur etme ihtimali uzak değil” demiş. İmam Mehdi'nin zuhur alametleri bahsinde Ehl-i Beyt imamlarının beşincisi (şehadeti 733) İmam Muhammed Bâkır'dan nakledilen sahih ve kuvvetli rivayetteki bugünün net fotoğrafı, bilinen tarihin sonuna hızla yaklaştığımızı gösteriyor olabilir. Suriye ve Irak'ı parçalamayı ima eden “misak-ı milli” çağrısının sahibi Öcalan ile Erdoğan'ın mutabakatı ve ittifakının hemen ardından Erdoğan-Netanyahu anlaşmasının gelmesine Washington'dan yapılan coşkulu değerlendirmeler dikkat çekicidir.

Yeni sömürgecilik yurdundaki sevinç ve mutluluğun zirvede olduğu bir sırada İran lideri Seyyid Ali Hamenei'nin “İsrail bir hataya kalkışırsa Tel Aviv'i yerle bir ederiz” çıkışı, tarihin sonuna son noktayı koymayı uman İSrail ve müttefiklerinin keyfini kaçırmış olmalıdır.

yeninato.com

 

Kenan ÇAMURCU  * 24/03/2013