کارگر

کارگر

  Son 12 günlük İsrail’in İrana karşı savaş bir tarafta İran İslam Cumhuriyeti, diğer tarafta Amerika ve onun azılı köpeği Siyonist rejim ve bazı Avrupa ülkelerinin yer aldığı bir çatışmaydı. Bu savaş, çok önemli sonuçlar doğurdu. İran bir kez daha caydırıcılık gücünü dünyaya gösterdi. Halkın ulusal birliği ve toplumsal dayanışması, içsel güce güvenmenin önemi ve savunma ile askeri kapasitenin giderek artan şekilde geliştirilmesinin gerekliliği, bu 12 günlük dayatılmış savaşın diğer kazanımları arasındaydı. Bu kısa yazıda, 12 günlük savaşın bazı sonuçlarına değinmeye çalışacağız:


1. Bir ülkenin caydırıcılık gücü, düşman saldırılarını karşılıklı tehdit yoluyla önleme kabiliyetine bağlıdır. Bu son savaşta İran, her türlü tehdide karşılık verebilme gücüne sahip olduğunu açıkça ortaya koydu. Örneğin, saldırılara karşı balistik füzeler ve insansız hava araçlarının kullanılması, bu caydırıcılığın göstergesiydi. Bu, İran yetkililerinin ifadesine göre, ülkenin bu savaşta sadece askeri gücünün %30'undan azını kullandığı ve ileri düzey askeri teknolojilerinin önemli kısımlarını henüz açığa çıkarmadığı halde gerçekleşmiştir.

New York Times, İran’ın bu son savaştaki askeri gücüne değinerek şöyle yazdı: ‘İran, Batı Asya'da bir askeri güç olarak, savunma kabiliyetini geliştirmek için ileri teknolojilerden yararlanmayı başardı. Önemli bir diğer husus ise Batı'nın propagandasına rağmen, Demir Kubbe, Davud'un Sapanı, THAAD vb. sistemlerin İran’ın insansız hava aracı ve füze saldırılarını engelleyememiş olmasıdır. Batılı kaynaklara göre, Siyonist rejim ilk kez Tel Aviv ve Hayfa’daki bazı merkezî bölgeleri tahliye etmek zorunda kalmıştır ve bu daha önce hiç yaşanmamıştır.

2. Bu son savaşın önemli kazanımlarından biri de İran’daki ulusal birlik ve beraberliğin güçlenmesiydi. Bu savaş, halk arasındaki dayanışma duygusunun güçlenmesiyle, ülke tarihinde bir dönüm noktasına dönüştü. BBC World bu bağlamda yayınladığı bir haberde şunları vurguladı: “İran halkı, silahlı kuvvetleri destekleyerek dış tehditler karşısında birlik olduklarını gösterdi.”

Bu ulusal birlik, yalnızca silahlı kuvvetlerin moralini artırmakla kalmadı, aynı zamanda İran toplumu ülke savunması ve bağımsızlığın korunmasının önemini daha iyi anladı.

İran halkı, bu savaşta askeri, emniyet, güvenlik ve istihbarat güçlerini kapsamlı şekilde destekledi ve dış tehditler karşısında birleşik ve bir bütün olarak hareket etti. Bu destek, yürüyüşler, mitingler ve büyük çaplı törenler şeklinde kendini gösterdi ve ülkeyi savunma yönünde milli iradeyi açıkça ortaya koydu. Ayrıca, başta devlet televizyonu olmak üzere yerli medya ve sosyal medya kullanıcıları bu birliği güçlendirmede önemli bir rol oynadı ve halkı ulusal birlik ve dayanışmaya teşvik etti.

3. Bu son savaştan çıkarılacak diğer önemli ders, iç güce güvenmenin önemidir. İran İslam Cumhuriyeti onlarca yıldır savunma ve askeri teçhizat üretiminde önemli bir düzeyde kendi kendine yeterlilik kazanmıştır. Bu kendi kendine yeterlilik, İran’ın dış ülkelere bağımlı olmadan savunma ihtiyaçlarını karşılayabilmesini sağlamaktadır. Örneğin, 12 günlük savaş boyunca İran, yerli füze sistemlerini etkili bir şekilde kullanmıştır. The Guardian bu konuda yayımladığı bir yazıda şöyle demiştir: “İran, yerli teknolojileri kullanarak savunma gücünü büyük ölçüde artırmış ve bölgenin güvenilir bir askeri gücü olarak tanınmıştır.”

Bu çabalar, ekonomik yaptırımlar ve uluslararası baskılar ortamında bile İran İslam Cumhuriyeti'nin bağımsızlık ve ulusal güvenliği koruma yönündeki kararlılığını ortaya koymaktadır.

Şu habere dikkat edin: “ABD Savunma Bakanlığı kısa süre önce “LUCAS” adlı yeni bir insansız hava aracını tanıttı. Bu İHA, İran yapımı Şahid-136’ya son derece benzemektedir. F-35 savaş uçaklarını üretenler tarafından tasarlanan bu İHA, İran’ın ileri askeri teknolojilerinin açıkça kopyalandığının bariz bir örneğidir.

4. Kamuoyu hatırlayacaktır ki, İran’daki belli bir siyasi akım, yıllar boyunca “geleceğin dünyası füze değil, diyalog dünyasıdır” iddiasında bulunmuştu. Şimdi düşünün ki, eğer İran’da yönetim bu düşünceyi hayata geçirse ve savunma gücünü zayıflatmış olsaydı, şu an ne durumda olurduk?!

Bu dayatılmış savaş, bir kez daha gösterdi ki savunma sanayinin geliştirilmesi ve bu alandaki araştırma ve geliştirme çok hayati bir meseledir ve bu nedenle şöyle denilmektedir: “Barış istiyorsan, savaşa hazır olmalısın.” Bu özlü söz tarih boyunca çeşitli kültürlerde tekrar edilmiş ve uluslararası ilişkilerde, ülkelerin askeri ve savunma politikalarında temel bir ilke olmuştur.

Örneğin, İHA’lar ve yapay zekâ destekli sistemler gibi yeni teknolojilerin savaş operasyonlarında kullanılması, askeri kuvvetlerin isabet oranını ve etkinliğini artırabilir. Bu nedenle, bu alanda sürekli araştırma ve geliştirme yapılmalı, araştırma merkezleri kurulmalı, üniversitelerle iş birliği sağlanmalı ve uzman insan gücü yetiştirilmelidir.

Burada düşünülmesi gereken husus şu ki, “geleceğin dünyası diyalog dünyasıdır, füze değil” diyen o siyasi akım hâlâ aktiftir ve bu kez de “her ne pahasına olursa olsun müzakere” iddiasıyla yine yanlış yönlendirme yapmaktadır.

5. 12 günlük savaşın diğer en önemli sonuçlarından biri, Batı Asya’daki güç dengesinin değişmesidir. Bu savaş gösterdi ki İran, bölgesel bir güç olarak savunma ve askeri kapasitesini önemli ölçüde artırmıştır. Aslında İran, ileri teknolojileri ve yerli kapasiteleri kullanarak Batı Asya’daki güvenlik denkleminde kilit oyunculardan biri haline gelmiştir.

Bu savaş aynı zamanda küresel düzenin değişiminin en yeni belgesidir. Son savaşta, her ikisi de nükleer silah sahibi olan terörist Amerika hükümeti ve gayrimeşru Siyonist rejim İran’a saldırdı. Ancak sonunda, batı ve İbrani medyası bile bu iki saldırgan ülkenin ateşkes için yalvardığını itiraf etti.

Bu savaşta, İkinci Dünya Savaşı'ndan bu yana ikinci kez, Batı Asya’da terör devleti Amerika’ya ait bir üs (Katar’daki Al-Udeyd Üssü), İran tarafından saldırıya uğradı. Daha önce de Aynü’l Esed Üssü İran tarafından füzelerle hedef alınmıştı. Şimdiye kadar hiçbir ülke Amerika'nın saldırılarına karşılık olarak onun üslerini vurma cesareti göstermemişti.

Bu askeri cevaba karşı bölge halkları, İslam dünyası ve hatta Doğu ile Batı’daki halklardan gelen olumlu tepkiler, İran’ın konumunu daha da güçlendirdi. Bu savaş boyunca Batı medyası da İran’ın askeri gücünü kabul etmek zorunda kaldı.

6. Bu son savaşın bir diğer kazanımı da toplum bilincinin artması ve düşmanı tanıma yetisinin güçlenmesidir. Savaş başlamadan önce, Batılı devletler özellikle de Amerika ile ilişkilere dair çeşitli ve bazen çelişkili görüşler vardı. Bazı kişiler, bu devletlerin İran’a karşı sergilediği kabul edilemez ve düşmanca davranışları göz ardı ederek onlara karşı olumlu bakışa sahipti. Ancak Siyonist rejimin vahşi saldırısı başladığında, halk Amerika liderleri ve Avrupa üçlüsünün (İngiltere, Fransa, Almanya) gerçek yüzünü daha iyi gördü. Bu artan bilinç, 12 günlük savaşın kırılma noktalarından biri sayılmaktadır.

7. Son 12 günlük savaş, Siyonist rejimin siyasi ve uluslararası konumunu derinden etkiledi. Bu savaş ayrıca, küresel toplumun İran’ın haklı konumunu daha iyi anlamasında da etkili oldu. Savaşta, Siyonist rejim sivil altyapılara ve yerleşim bölgelerine saldırarak bir kez daha uluslararası düzeyde yoğun protestolara maruz kaldı. Bu esnada İran, kendi haklarını savunan bir ülke ve bölgesel güç olarak pozisyonunu güçlendirdi.

Bugün, devletlerin ve katil ve suçlu rejimlerin yıkıcı ve câni eylemleriyle orman kanununun egemen olduğu bir dünyada, ancak askeri güç ve onurlu diplomasi saygı uyandırır.

Mesud Ekberi/Keyhan

  Bir Siyonist yönetici, İsrail’in İran’la savaştaki kayıplarının 35 değil, 800’ün üzerinde olduğunu söylüyor. Aynı zamanda Amerikalı bir analist, ateşkes anlaşması sırasında İsrail ve Amerika’nın hava savunma kapasitesinin neredeyse tükenmiş durumda olduğunu, İran’ın ise daha gelişmiş füzeleri kullanmaya başladığını belirtti.


İsrail’in Redline şirketi müdürü Rabi Salman, İsrail'in Kanal 14 televizyonuna bir röportaj verdi. Bu röportaj, sunucu ile onun arasında sert ve sözlü tartışmayla sonuçlandı. Tartışmanın zirveye ulaştığı sırada Rabi Salman şöyle dedi: “Yeter artık bu yalanları bırakın! İran’la savaşta İsrail’in ölü sayısı 893’tü, 35 değil! Sizin gibi değersiz bir kanala da lanet olsun!”

Öte yandan, İbranice yayın yapan Walla News sitesi de bir haberinde şunları yazdı: “İran’la savaş sırasında İran füzeleriyle vurulan ve sayıları azımsanmayacak kadar çok olan ticaret merkezleri ile çeşitli binalar hâlâ birbiri ardına hırsızların yağmalamalarına maruz kalıyor.”

Bu arada, Amerikalı askeri, jeopolitik ve tarih analisti William Shriver, İran’la süren 12 günlük savaşta İsrail’e yapılan füze saldırısına dair analizinde şunları yazdı: “İran’ın İsrail’e yönelik ilk füze saldırısı (14 Haziran), birkaç yüz adet eski nesil seyir füzesi ve yavaş insansız hava aracıyla (İHA) başladı. Bu saldırıların asıl amacı, İsrail’in hava savunma stoklarını ve Demir Kubbe sistemini yıpratmaktı. Aynı zamanda İsrail ordusu da, İran’ın 14 Haziran’da 200’den fazla balistik füze fırlattığını iddia etti. Bana göre bu sayı muhtemelen abartılı. Ancak her halükârda, bu füzelerin büyük çoğunluğu İran’ın eski stoklarındandı ve düşmanı yanıltmak için planlanan ve atılan lokmalardı.

Tahminim şu ki, 14 Haziran’daki saldırıda İran yeni nesil balistik füzelerinden en fazla üç düzine kadar kullandı. Bu füzelerin çoğu, hatta belki de tamamı hedeflerine başarılı bir şekilde isabet etti, herhangi bir sapma ya da başarısızlık yaşanmadı.

İsrail ordusunun verilerine göre, savaşın ertesi haftasında (15–21 Haziran), İHA saldırıları devam ederken İran günde ortalama yaklaşık 25 balistik füze fırlattı.

Bu esnada, İsrail ve Batılı analiz çevrelerinde yayımlanan raporlar, Amerika ve İsrail’in hava savunma sistemlerinin büyük ölçüde tükenmiş durumda olduğunu ve bu sistemlerin, tanıtıldığı kadar etkili olmadığını gösteriyordu.

Amerika’nın THAAD kara sistemleri, Akdeniz’in doğusundaki Amerikan gemilerinden fırlatılan SM-3 ve SM-6 füzeleri ve İsrail’in Arrow adlı balistik füze önleyici sistemleri hızla tükeniyordu. Ancak İran’ın üst düzey birkaç balistik füzesine karşı bu sistemlerin başarı oranı ya çok düşüktü ya da hiç başarı elde edilemedi.

22 Haziran’da İran, yaklaşık 100 balistik füzenin kullanıldığı büyük çaplı bir füze saldırısı gerçekleştirdi.

Savaşın bu aşamasında, İsrail’in Demir Kubbe sistemi ciddi şekilde zayıflamıştı. Hatta İran’ın yavaş uçan İHA’ları bile çoğu durumda bu sistemi geçmeyi başardı.

THAAD sistemi fiilen sahada yoktu ve İsrail’in Arrow sistemleri hakkında çok sayıda teknik arıza rapor edildi.

Açık kaynak istihbaratı OSINT’in videolu kanıtları, İran’ın sayıca az fakat son derece hızlı hipersonik füzelerine karşı İsrail’in ateşleme düzeninin karmaşık olduğunu gösteriyor. İsrail tarafı, İran’dan gelen bir hipersonik füzeye karşı yarım düzine veya daha fazla önleyici füze fırlatıyordu ancak bu girişimler başarısız oluyordu. İran füzeleri, gece gökyüzünde parlayan plazma kaplamalarıyla hedeflerine doğru ilerliyordu.

24 Haziran’da ateşkes sağlandığında, Amerika ve İsrail’in savaş sahasındaki hava savunma kapasitesi neredeyse tükenmişti. İran ise az sayıda fakat giderek artan sayıda gelişmiş füze kullanmaya başlamıştı.

İsrailliler, tarihlerinde hiç olmadığı kadar fazla zarar gördü. Aynı zamanda yıllar içinde İran içinde geliştirdikleri istihbarat ve sabotaj hücrelerini de harekete geçirdiler ve bu ifşa edilen unsurların tasfiyesi halen devam ediyor.

İran, büyük savaş başlıklarına ve 10 metreden düşük hata payına (CEP) sahip hipersonik füzelerle saldırı gerçekleştirme kapasitesine kesin olarak sahip olduğunu ispatladı.

Her ne kadar İran’ın bu gelişmiş füzelerden gerçekte kaç adet elinde bulunduğu ve üretim hızı henüz bilinmiyor olsa da, sonuç olarak İran büyük bir stratejik zafer elde etti ve bu zafer ciddi bir caydırıcılık etkisi yarattı.

Aylar ilerledikçe, İran daha da güçlenecek ve İsrailliler bu konuda adım atma konusunda daha da umutsuz hale gelecektir. Barışın onların kitabında bir yeri olduğunu zannetmiyorum.

Keyhan gazetesinden tercüme edilmiştir

Birleşmiş Milletler Çocuklara Yardım Fonu (UNICEF) Sözcüsü Kazım Ebu Halef, Sputnik'e demecinde Gazze Şeridi’ndeki çocuk ölümlerini yorumladı.

Gazze'de çocuk ölümlerinin artışta olduğunu, her gün 27 ila 28 çocuk öldüğünü anlatan Sözcü, yetersiz beslenmeden kaynaklanan günlük çocuk ölümlerinde geçen yılı Şubat ayına göre kaydedilen yüzde 180 gibi önemli artışla birlikte 650 günü aşkın süredir süren çatışmalarda her gün bir okul sınıfının tüm çocuklarıyla birlikte yok edildiğini dile getirdi.

76 çocuğun yetersiz beslenme nedeniyle açlıktan öldüğünü de sözlerine ekleyen Sözcü, Gazze Şeridi'ndeki durumun kötüleşmeye devam ettiğini, bölgenin yüzde 88'inin ya ‘kırmızı bölge’ (çatışma bölgesi) ya da İsrail tarafından tahliye edilmeye tabi tutulan bölge olarak sınıflandırıldığını vurguladı.

Sözcü Ebu Halef ayrıca Gazze'de yaşayan her 3 kişiden birinin birkaç gündür yemek yemediğini, hastalıkların yüzde 44'ünün temiz su eksikliğinden kaynaklandığını, bölgedeki ailelerin yüzde 95'inin temiz su sıkıntısı çektiğini sözlerine ekledi.

Bölgedeki genel durumu da yorumlayan Ebu Halef, “Gazze'deki gerçeklik kasvetli ve korkunç, hiçbir iyileşme belirtisi yok. Gazze'de çocuklar bedel ödüyor, bölge devasa bir çocuk mezarlığına ve dünyanın en kötü çocuk yaşam alanına dönüştü” ifadelerini kullandı.

 

 

-İslam İnkılabı Rehberi İmam Hamanei, İran genelindeki yargı erkinin başkanları ve üst düzey yetkilileri ile adalet daire başkanlarıyla dün bir araya geldi.


İmam Hamanei bu görüşmede, İran halkının son zamanda dayatılan savaşta birliğini ve işgalcilerin hesaplarının ve planlarının boşa çıkmasını analiz etti.
İran milletinin, siyasi zevk farklılıklarına ve dini ağırlık farklılıklarına rağmen ülkeyi savunmak için büyük bir birlik oluşturduğuna dikkat çeken İmam Hamaneui, bu milli birliği korumanın herkesin görevi olduğunu vurguladı.
İmam Hamanei, “Milletimizin 12 günlük savaşta yaptığı büyük iş, milli azim, irade ve özgüvenden kaynaklanıyordu. Çünkü ABD gibi bir güç ve onun zincirlenmiş köpeği Siyonist rejimle yüzleşme ruhuna ve hazırlığına sahip olmak bile son derece kıymetlidir” dedi.
“İran milleti hiçbir alanda zayıf taraf olarak yer almayacak”
Dostların ve düşmanların İran milletinin hiçbir alanda zayıf taraf olarak yer almayacağını bilmesi gerektiğini vurgulayan İmam Hamanei, “Biz mantık ve askeri güç gibi gerekli tüm araçlara sahibiz. Dolayısıyla ister diplomasi sahasında ister askeri sahada olsun Allah’ın lütfu ile başarılı bir şekilde sahaya gireriz” ifadesini kullandı.
İmam Hamanei, “Siyonist rejimi bir kanser, onu desteklediği için Amerika’yı da suçlu olarak görüyoruz. Ancak biz savaşı başlatmadık; fakat düşman saldırdığında cevabımız çok sert ve keskindi” dedi.
İran’ın Siyonist rejime güçlü ve sert cevap vermesinin açık bir delilinin, bu rejimin ABD’ye sığınmak zorunda kalması olduğunu belirten İmam Hamanei, “Eğer Siyonist rejim diz çökmeseydi ve kendini savunabilseydi, bu şekilde Amerika’ya başvurmazdı; fakat İran İslam Cumhuriyeti’yle baş edemeyeceğini anladı” ifadelerinde bulundu.
İmam Hamanei, ABD’ye yapılan saldırının da çok hassas bir darbe olduğunu belirterek, “İran’ın hedef aldığı yer, Amerika’nın bölgedeki son derece hassas bir merkeziydi ve bir gün haber sansürleri kalktığında İran’ın ne kadar büyük bir darbe indirdiği ortaya çıkacak. Elbette bundan da büyük darbeler ABD’ye ve başkalarına indirilebilir” vurgusunu yaptı.
İmam Hamanei, son savaşta milli duruşun tezahür etmesini çok önemli bularak, “Düşmanın hesabı ve planı; İran’daki bazı önemli şahsiyetlere ve hassas merkezlere saldırarak sistemi zayıflatmak, ardından münafık, Pehleviciler ve serseriler gibi kendi unsurlarını sahaya sürerek halkı kışkırtıp sokağa dökmek ve böylece sistemi devirmekti. Pratikte düşmanın planının tam tersi gerçekleşti ve bazılarının siyasi konulardaki hesaplarının doğru olmadığı da anlaşıldı” diye konuştu.
Düşmanın gerçek yüzü, planı ve gizli hedeflerinin halk için ortaya çıktığını belirten Ayetullah İmam Hamanei “Allah onların planlarını suya düşürdü ve halk hükümetin ve sistemin yanında saf tuttu” dedi.
İmam Hamanei, farklı ve hatta zıt düşüncesi olan siyasi ve dini grupların bir araya gelip birlikte durmasını, büyük bir milli birlik yarattığını ifade ederek bu büyük birliğin korunmasının gereğine vurgu yaptı
İran millet mutlaka galip gelecektir
İmam Hamanei, yetkililerin coşku ve var gücüyle çalışmalarına devam etmeleri gerektiğini vurguladı.
Kur’an-ı Kerim ayetine atıfta bulunan Ayetullah Hamanei, ‘’Allah, kendi dinine yardım edenlere elbette yardım edecektir. İslam düzeni ve Kur'an-ı Kerim ve İslam'ın şemsiyesi altında İran milletine zaferi garantilemiştir ve bu millet mutlaka galip gelecektir." dedi.
İmam Hamanei, Siyonist rejimin son savaşta işlediği suçların hukuki açıdan takip edilmesi gerektiğinin altını çizerek, ‘’Yargı Organı son günlerde işlenen suçları yerel ve uluslararası ceza mahkemeleri aracılığıyla titizlik ve dikkatle takip etmeli.’’ diye konuştu/mehr

İran Dışişleri Bakanı Abbas Arakçi, İsrail’in Suriye’ye yönelik son saldırılarını “sürpriz olmayan” ve bölgedeki bilinen askeri stratejinin devamı olarak nitelendirerek, Tahran’ın Suriye’nin egemenliği ve toprak bütünlüğüne sarsılmaz desteğini vurguladı.


İran Dışişleri Bakanı Abbas Arakçi, İsrail’in Suriye’ye yönelik son hava saldırılarına tepki göstererek ülkesinin Suriye’nin egemenliğine ve toprak bütünlüğüne sarsılmaz desteğini yineledi.

Arakçi, sosyal medya platformu X üzerinden yaptığı paylaşımda, Çarşamba günü Suriye’nin Şam kırsalındaki Dera ve Süveyda bölgelerine düzenlenen İsrail saldırılarının, İsrail’in bölgede yürüttüğü bilinen askeri stratejinin bir devamı niteliğinde olduğunu ve yeni bir dönüm noktası teşkil etmediğini vurgulayarak, bu gelişmeleri “çok beklenen” olaylar olarak nitelendirdi.

“Sırada hangi başkent var?” diye soran Arakçi, İsrail’i “vahşi” bir rejim olarak tanımladı ve “Sınır tanımıyorlar ve sadece tek bir dilden anlıyorlar” ifadelerini kullandı.

İranlı Bakan, uluslararası toplum ile bölge ülkelerine de çağrıda bulunarak, “Bu apaçık saldırganlık tüm bölgenin güvenliği ve istikrarı için ciddi bir tehdittir. Buna son vermek için güçlerinizi birleştirmeniz gerekmektedir” dedi.

İsrail ordusu Çarşamba akşamı savaş uçaklarıyla Suriye’nin çeşitli noktalarına yönelik yoğun bombardıman gerçekleştirmiş, önce Şam’daki Genelkurmay Başkanlığı ve Cumhurbaşkanlığı Tişrin Sarayı’nı hedef almış, ardından Dera ve Süveyda bölgelerine saldırılar düzenlemişti.

Arakçi, İran’ın bu saldırılar karşısında her zaman Suriye halkının yanında olacağını ve desteğini sürdüreceğini vurguladı.(Ajanslar)

 Şeyh Sabahattin Türkyılmaz Aşağı Çiftlik Köyünde kıldırdığı Cuma namazı hutbelerinde Kerbela kıyamının hikmet ve hedefleri üzerinde durdu ve aşağıdaki hususlara değindi:İmam Hüseyn'in (as) kıyamının mihverini ümmetin ıslahı ve ihyası oluşturur.

Ümmetin ıslah ve ihyası için en son aşama "Emri bil maruf ve nehy anil münker" ilkesidir.

Eğitim-öğretim, tebliğ, İrşad, tezekkür ilkeleri insanların ihyası için yeterli gelmediği zamanda "Emri bil maruf" merhalesine geçilerek ümmetin ıslah edilmesi gerekir.

"Emri bil maruf" ilkesinin son merhalesi kıyamdır.

Ümmetin ihyası ve ıslahı söz konusu olunca akla şu soru gelir; Ümmetin ölmüş olması veya fesada dalmış olması gerekir, peki ümmetin ölü toplum ve fasit toplum olduğunun nişanesi nedir?

Siyasi otoritenin tağut, batıl, zalim olmasıyla birlikte ümmet günahlar karşısında; zina, kumar, içki, hırsızlık, sömürü, adaletsizlik, yolsuzluk vb karşısında susuyorsa, sessiz kalıp bu günahları umursamıyorsa o ümmet ölmüştür demektir.

Ümmetin ölü olması ve ihya edilmesi gerektiğinin alameti, işte bu sessizlik, umursamazlık, vurdum duymazlıktır.

İmam Hüseyin (as) bu ölü ümmeti ihya etmek için kıyam etmiştir.

Günümüzde de İslam ümmeti peygambere hakaret. Gazze'deki zulüm ve katliam karşısında, fesat, sömürü, cehalet karşısında sesiz duyarsız ve umursamaz olduğu için ölüdür.

Ümmetin diriltilmesi gerekir, canlı olmayan bir toplum direniş gösteremez.

Cahil ve gaflette olan toplumu eğitim-öğretim tebliğ ve İrşad ile uyandırmak mümkündür.

Ama ölü bir toplumu tebliğ ile anlatmak ile diriltmek mümkün değildir. Tek yolu Emri bil marufun son merhalesidir.

İmam Hüseyin (as) işte bunu gerçekleştirmiştir.

Hüseyni matem meclisleri ölüleri ihya etmek içindir; Mersiye, sinezenler, ezadarlıklar ihya etmiyorsa bu merasimler Hüseyni değildir, sadece bireysel olarak uhrevi sevap almak içindir.

Vesselamu aleykum ve rahmetullahi ve berakatuh.

 

 

Yemen Silahlı Kuvvetleri, İsrail’e yönelik dört yeni saldırı düzenlediklerini duyurarak, Gazze’ye destek amacıyla yürüttükleri askeri operasyonların süreceğini açıkladı.


Yemen Silahlı Kuvvetleri, Çarşamba günü İsrail’e yönelik dört ayrı askeri operasyon gerçekleştirdiklerini ve Gazze’ye destek taahhütlerinin bir parçası olarak, Kızıldeniz ve Arap Denizi’nde İsrail gemilerine yönelik deniz ablukasının sürdüğünü teyit etti. 

Ordunun Sözcüsü Tuğgeneral Yahya Seri, düzenlenen saldırılar arasında İsrail’in Ben Gurion Havalimanı'na Zülfikar balistik füzesiyle yapılan saldırının da yer aldığını belirterek, üç operasyonun İsrail’in güneyindeki Nakab bölgesinde yer alan askeri hedef Umm el-Raşraş limanı ile Ben Gurion Havalimanı'nın dört insansız hava aracı (İHA) kullanılarak vurulması şeklinde gerçekleştirildiğini ifade etti.

Açıklamasında Yemen'in Filistin halkına karşı dini, ahlaki ve insani sorumluluklarını yerine getirmeye devam edeceğini vurgulayan Seri, İsrail’in Gazze Şeridi’ne yönelik saldırıları sona erip abluka kaldırılıncaya kadar askeri operasyonların süreceğini kaydetti.

Ayrıca, Yemen ordusu, işgal altındaki Filistin limanlarıyla faaliyet yürüten tüm şirketleri bir kez daha uyararak, bu limanlara sefer yapan gemilerin hedef alınma riski taşıdığını hatırlattı.

 

Yemen saldırıları nedeniyle İsrail, Eilat Limanı'nı kapatmak zorunda kaldı
.
İsrail Kızıldeniz kıyısındaki en güneydeki limanı ve stratejik öneme sahip Eilat Limanı'nın 20 Temmuz itibarıyla tüm faaliyetlerini durduracağını açıkladı.

Eilat Limanı, Yemen'deki Ensarullah’ın (Husiler) saldırıları ve artan borç krizi nedeniyle 20 Temmuz itibarıyla tüm faaliyetlerini durduracak. Limanın 2024 gelirlerinin yaklaşık yüzde 80 oranında azaldığı tahmin ediliyor.

İsrail Ulusal Acil Durum Otoritesi tarafından yayımlanan resmi bildiride, Eilat Belediyesi’nin ödenmemiş yerel vergiler nedeniyle limanın banka hesaplarını dondurmasının operasyonları imkânsız hale getirdiği belirtildi.

Liman borç yüküne dayanamadı

Yerel medya, kararı “dramatik bir adım” olarak tanımlarken, bunun Kızıldeniz’deki deniz lojistiğini sekteye uğratabileceğine dikkat çekti. Acil Durum Otoritesi, limanın kapanmasının bölgede İsrail Donanması'na yönelik lojistik desteği durdurabileceği uyarısında bulunarak, artan bölgesel gerilim ortamında güvenlik açıklarının oluşabileceğine işaret etti.

İsrail hükümeti Haziran ayında limanın borçlarının bir kısmını karşılamak amacıyla 15 milyon şekel (yaklaşık 4 milyon dolar) tutarında acil yardım paketi onaylamıştı. Ancak bu desteğin liman faaliyetlerini normale döndürmek için yetersiz kaldığı bildirildi.

Husilerin saldırıları

İsrail’in Kızıldeniz kıyısındaki en güneydeki limanı olan Eilat, uzun süredir Mısır’daki Süveyş Kanalı’nı bypass eden ticaret yolları için kritik bir geçiş noktası olarak hizmet veriyordu. Ancak Kasım 2023’ten bu yana Husiler, Gazze’deki saldırılara karşılık olarak Kızıldeniz, Aden Körfezi ve Arap Denizi'nde İsrail'i ve ticari gemileri hedef alan füze ve İHA saldırılarını yoğunlaştırdı.(Ajanslar)

  İşgalci İsrail ordusunun, dün sabah saatlerinden bu yana Gazze Şeridi'nin farklı bölgelerine düzenlediği saldırılarda aralarında çocukların da bulunduğu 85 Filistinli şehit oldu, çok sayıda kişi yaralandı.

  

Filistin Sağlık Bakanlığının yanı sıra hastane kaynakları ve görgü tanıklarından alınan bilgilere göre, katil İsrail ordusu, Gazze'nin farklı kesimlerinde Filistinlilere ait evleri ve zorla yerinden edilenlerin sığındığı çadırları hedef aldı; yardım dağıtım merkezinde toplanan sivillerin üzerine biber gazı atıp, ateş açtı.
 
Siyonist İsrail ordusunun, Gazze Şeridi'nin güneyindeki Han Yunus kentinde ABD-İsrail güdümündeki yardım merkezi yakınında toplanan kalabalığa saldırısında 15 kişi atılan yoğun gaz nedeniyle boğularak, 6 kişi ise doğrudan vurularak şehit edildi, çok sayıda kişi de yaralandı.

 
Soykırımcı İsrail, Han Yunus'un Mevasi bölgesinde bir çadırı vurdu. Hava saldırısında 3'ü çocuk, 8 Filistinli şehit oldu, çok sayıda kişi yaralandı.
 
Siyonist İsrail ordusunun, Han Yunus'un Sabra Mahallesi'nde bir eve düzenlediği saldırıda Levh ailesinden 2 kişi, kentte yerinden edilenlerin çadırlarını hedef alması sonucu da 4 kişi şehit oldu.
 
Gazze Şeridi'nin orta kesimindeki Nusayrat Mülteci Kampı'nda yer alan bir daire ve yerinden edilenlerin kaldığı bir çadır ile kahvehane de Siyonist İsrail bombalarının hedefi oldu. Bombardımanda 11 Filistinli şehit oldu.
 
Katil İsrail ordusunun Gazze Şeridi'nin kuzeyindeki Gazze kentinin güneyinde kalan Sabra Mahallesi'nde bir evi hedef aldığı saldırıda 2 kişi, Gazze kentinin batısındaki Ebu Hasira caddesinde bir grup Filistinliyi hedef alması sonucu da biri çocuk 2 kişi şehit oldu, çok sayıda kişi yaralandı.
 
Gazze Şeridi'nin kuzeyindeki Cibaliya beldesinde de bir evin İsrail güçlerince bombalanması sonucu 4 Filistinli şehit oldu, 12 kişi yaralandı.
 
Gazze şehrinin kuzeydoğusundaki Et-Tuffah Mahallesi'nde Ez-Zerka bölgesi ile Bin Sıltan Camisi çevresinin İsrail tarafından bombalanması sonucu 2 kişi şehit oldu.
 
Soykırımcı İsrail ordusunun, Gazze şehrinin batısında bir evi hedef alması sonucu biri çocuk 3 kişi, şehrin doğusundaki Ez-Zeytun Mahallesi'nin Eski Şehir bölgesini bombalaması sonucu da 1 kişi şehit oldu.
 
Katil İsrail ordusunun Gazze Şeridi'nin kuzeyindeki Gazze kentinin güneyinde kalan Sabra Mahallesi'nde El-Hattab ailesine ait bir evi hedef aldığı saldırıda 5 kişi, Gazze kentinin kuzeybatısındaki El-Kerame bölgesine düzenlediği saldırıda da 1 Filistinli şehit oldu.
 
Siyonist İsrail ordusunun, Gazze Şeridi'nin orta kesimindeki Bureyc Mülteci Kampı'nda 1. ve 3. blok bölgelerinde toplu halde bulunan Filistinlileri hedef alması sonucu 1'i çocuk 8 kişi şehit oldu, çok sayıda kişi yaralandı.

 
İşhalci İsrail savaş uçaklarının Deyr el-Belah kentine düzenlediği iki hava saldırısında 4'ü aynı aileden 7 Filistinli şehit oldu.

 
Katil İsrail ordusunun, Netzarim kavşağı yakınlarındaki yardım dağıtım merkezinin çevresini hedef alan hava saldırısında 4 Filistinli şehit oldu.

Siyonist rejim Başbakanı Netanyahu, geçtiğimiz yıllarda İranlı bilim insanlarına yönelik suikastlerin sorumluluğunu ilk kez üstlendi.


Siyonist rejim Başbakanı Binyamin Netanyahu, Fox News kanalına verdiği röportajda, geçtiğimiz yıllarda İranlı bilim insanlarına yönelik suikastlerin sorumluluğunu üstlenerek, “Daha önce İranlı bilim insanlarını ortadan kaldırdık, ancak son savaşta çok daha önde gelen isimleri hedef aldık” dedi.

ABD Başkanı Donald Trump ile Arap ülkeleriyle ilişkileri normalleştirme yönünde çaba sarf ettiklerini açıklayan Netanyahu ayrıca, Tel Aviv’in, Gazze Şeridi'nde 60 günlük bir ateşkes anlaşmasına varmak için çaba gösterdiğini iddia etti.

Netanyahu, son ABD ziyaretinde Donald Trump ile Gazze’de bir anlaşmaya varılması konusunda işbirliği yaptığını ve bu çabaların sonuç vermesini umduğunu ifade etti.

Siyonist rejim Başbakanı'nın bu iddiaları, onun Hamas ile esir takası anlaşmasına varılmasının önündeki en büyük engel olarak görülmesine rağmen geldi.

Netanyahu ayrıca “Sonunda Hamas’ın yok edilmesi de dahil olmak üzere Gazze’deki tüm hedeflerimize ulaşacağız” iddiasında bulundu.

Siyonist rejimin İran’la olan savaşta aldığı büyük zararlardan hiç bahsetmeyen Netanyahu, gerçek dışı açıklamalarda bulunarak Tel Aviv’in İran karşısında büyük bir zafer elde ettiğini ve bunun büyük bir gelişmeye zemin hazırlayabileceğini iddia etti.

Pazartesi, 14 Temmuz 2025 17:55

Direniş Ekseninin Düşmanları

  Allah’ın Adıyla

Direniş müphem, belirsiz bir kavram değildir; yapılan saldırıya karşı kendini savunmak, düşmana teslim olmamak; yurdunu, kimliğini, sahip olduğu maddi ve manevi varlıklarını, değerlerini korumak için canıyla malıyla mücadele etmek demektir.

Zulüm, baskı, işgal ve katliam karşısında direnmek dinimizin emridir. Kaldı ki, kendini savunmak canlı olmanın, insan olmanın bir gereğidir.

 

Bitkiler ve hayvanlar bile doğaları gereği kendilerine yönelik salıdırılara karşı direniş gösterirken insanların tepki göstermesi niçin yadırganır? Bu haklı mücadeleye niçin karşı çıkılır?


 
Direnişe karşı çıkmanın hiç bir mantığı yokken bazı çevrelerin direniş gösteren halklara kin ve düşmanlık göstermeleri, karşı çıkmaları nasıl izah edilebilir?


 
Direniş karşıtlarının başında saldırgan müstekbir güçler gelir. Bunlar kendilerini dünyanın efendisi, üstün varlıklar, sömürüye sultaya hak sahibi olarak gördükleri için karşılarında kimsenin durmasına tahammül edemez ve herkesin onlara teslim olmasını isterler. Kısacası uğursuz amaçları önünde duran, direnin herkesi ortadan kaldırmak isterler. Bunun günümüzdeki en açık örneği başını ABD’nin çektiği Batı Sulta Sistemi ve ileri karakolu rolündeki İşgalci Rejimdir.


 
Direniş Cephesinin düşmanlarından ikinci grubu varlıklarını, rejimlerini Batı Sulta Sistemine bağımlılıkta, uşaklıkta gören kukla rejimlerdir. Batı Asyadaki ve Kafkasya’daki rejimlerin çoğu bu gruba girer. Bu çevrelerden bazıları sözde zulme, sömürüye, katliama karşıdır, ama pratikte direnme cesareti gösteremedikleri, iktidarlarını , servetlerini, konumlarını ve itibarlarını kaybetmekten korktukları için Direnişin bir an önce bitmesini, yenilmesini, ortadan kaldırılmasını ister ve bu doğrultuda saldırgan müstekbir güçlere gizli ve açık destekte bulunmaktan çekinmezler.


 
Bu rejimlerin bazıları Direniş cephesine düşmanlıklarını açıkca izhar eder, bazıları ise görünürde timsah göz yaşları döker, gerçekte ise eziklikten, kınanmaktan, vicdan azabından-tabii varsa- kurtulmak, saldırgan canilerle ilişkilerine devam etmek için Direniş Cephesinin kökten ortadan kaldırılmasını arzularlar.


 
Devletler ve rejimler dışında Direniş cephesine düşmanlıkta sınır tanımayan öteki çevreleri ise kıskançlar, Emevi-Yezidi ekolü mensupları, NATO’nun mayın eşekleri selefi gruplar, ABD ve İsrail’den fonlanan maaşlı kalemler, Direniş Cephesinin yenilgisinden leş kapmaya hazırlanan Kürtçüler, Türkçüler, Arapçılar vb sırtlan sıfatlılardır.


 
Bu çevrelerin her biri farklı kategorilerde ele alınıp hangi motivasyonlarla Direniş Cephesine kin ve düşmanlık besledikleri ayrıntılı olarak tebyine muhtaçtır ve mutlaka açıklanarak genç nesiller aydınlatılmalıdır.


 
Medyada Direniş cephesine çeşitli bahanelerle kin kusan yandaş medya kalemşörleri ve hatiplerinin argümanları kıskançlıktır, bu kıskançlıklarını mezhebi kaygılarla perdelemeye çalışmakta, halbuki fonlandıkları/emir aldıkları efendilerinin ezikliğini ve bazen birinci gruptakilerle sürdürdükleri gizli işbirliğini örtmeye, gizlemeye çalışmaktalar.


 
Bu çevreler açısından asıl düşman ne ABD’dir ne İsrail, var da yok da tek bir düşman vardır, o da Şii İran ve İran’la dayanışma içerisindeki direniş gruplarıdır. Bunlara göre Şii İran ABD ve İsrail ile düşman değildir, yıllardır batı Asya bölgesinde Batı Sulta sistemine karşı verilen mücadelede on binlerce şehid vermeleri, kuşatmalara, yaptırımlara katlanmalarının tek bir hedefi var, o da Sünnileri Şiileştirmek, yeni bir İran imparatorluğu kurmaktır.


Bunlara göre Direniş Cephesiyle ABD ve İsrail arasındaki savaşların hepsi senaryodan ibaret(!).


 
Yine bunlara göre Suriye’de gizli olarak değil apaçık bir şekilde NATO ile, İsrail ile işbirliği yaparak bir terör grubunu iktidara taşımakla devrim yapılmış ve Sünnilik kurtarılmıştır(!) Cüppeli Mahmud’dan Yusuf Kaplan’ına, İsmail Kılıçarslan’ına kadar onlarca kalemşör ve hatip bu amaçla görevlendirilmiştir veya gönüllü olarak Direniş’e saldırmaktalar. Bunlara göre; yaşadığımız dönemde Sünniliğin maslahatı Şii İran ile birlikte bölgede işgalcilere soykırımcılara karşı direnmekte değil, bölge halkları ve ülkelerini Abraham Anlaşması, BOP ve NATO planları çerçevesinde İsrail ile uzlaştırmaktadır. Bu zavallı güruh Suriye’yi, Lübnan’ı İsrail sultası altına yönlendirmekle Şii tehlikesini bölgeden uzaklaştıracaklarına inanırlar. Bu çevrelerin söyleminde ve yemlendikleri efendilerinin pratiğinde bu iddiamızın aksini gören varsa buyursun kanıtlarını ortaya koysun, ikna etsin bizi.


 
Bir de dıştan daha doğrusu ABD ve dolayısıyla İsrail’den fonlanan medya kalemşörleri ve sözcüler var ki bunların daha açık sözlü oldukları söylenebilir. Bunlarda bir öncekilere göre nifak, iki yüzlülük daha azdır. Çünkü İslami değerlere başından karşı oldukları için gizlemeye çalışsalar da Batılı efendilerinin Direniş Cephesine galip gelmesini inançları gereği dört gözle beklerler.
Çünkü bunların dini modernitedir/Batı uygarlığıdır, dinlerine aykırı olan Direniş Cephesinden hiç hazzetmez ve bir an önce yenilmesini isterler.


 
Bir de ne idüğü belirsiz, densiz, kimin hizmetinde olduğu belirsiz çevreler vardır. Bunlara örnek olarak Kernan Çamurcu gibileri gösterilebilir. Etrafa çamur atmakla ünlenmiş Kenan Çamurcu sözde İran uzmanı rolünde hala 2009 fitnesinde başrolde olan liberal batıcıları övüp durmakta, İran’a dayatılan ABD desteği ve İsrail öncülüğündeki savaşta İsiyonist medya imparatorluğu tarafından üretilmiş yalan ve iftiraları yaymaktan büyük zevk duymaktadır.


 
Türkçe medyada son bir yılda Direniş Cephesi konusunda yazılan, çizilen, konuşulan konular yeniden gözden geçirildiğinde Pan Arabist, Pan Türkist, Pan Kürdist, Mezhepçi Selefi/tekfirci çevrelerin hepisinin Direniş Cephesine yönelik saldırılarda doğrudan veya dolaylı olarak, bilerek veya farkında olmaksızın Batı Sulta sistemiyle el ele vermiş oldukları ve siyonist projenin ilerlemesine yardımcı oldukları açıkca görülür.
 
Ziya Türkyılmaz