کارگر

کارگر

Yemen’in İHA’larla hedef aldığı Siyonist İsrail’e El Kassam da bir operasyon düzenledi. El Kassam’ın operasyonunda iki tank hedef alındı

Kassam Tugayları’nın Telegram hesabından yapılan açıklamada, Gazze kentine hava ve kara saldırıları düzenleyen İsrail birliklerinin hedef alınmasına ilişkin bilgi verildi.

Filistinli direnişçilerin, “İsrail’in iki yıldır işlediği soykırımın yanı sıra Gazze kentini işgal etme, kentteki Filistinlileri göçe zorlamasına karşı mücadelelerini sürdürdüğü” ifade edildi.

Siyonist İsrail ordusunun konuşlandığı Gazze kentinin güneyindeki Tel el-Heva bölgesinde İsrail ordusuna ait iki Merkava tipi tankın Yasin-105 roketleriyle gün içinde hedef alındığı aktarıldı.

Tanklarda bulunan İsrail askerlerinden ölenlerin ve yaralananların olduğu kaydedildi.

Öte yandan, katil İsrail ordusundan olaya ilişkin açıklama yapılmadı.

Soykırımcı İsrail’in Gazze Şeridi’ne 7 Ekim 2023’ten bu yana düzenlediği saldırılarda en az 65 bin 419 Filistinli şehit oldu, 167 bin 160 kişi de yaralandı.

 

Yemen’den İşgal Topraklarına Başarılı Operasyon
 
Yemen Silahlı Kuvvetleri Sözcüsü Yahya Seri, yayımladığı bir açıklamada Yemen Silahlı Kuvvetleri’nin iki İHA (insansız hava aracı) ile işgal altındaki Ümm el-Reşreş (Em-el-Reşraş / Eilat) limanında iki hedefi başarıyla vurduğunu bildirdi.

Yahya Seri, ayrıca önceki gece birkaç İHA’nın yine Ümm el-Reşreş limanı ile işgal altındaki güney bölgelerden Be’er Şeva (Beersheba) bölgesindeki hedefleri vurduğunu; bu saldırının da başarıyla sonuçlandığını belirtti. Seri, bu operasyonun son 24 saat içinde gerçekleştirilen ikinci harekât olduğunu vurguladı.

İşgal rejimi medyası, Yemen İHA’sına karşı çok sayıda hava savunma sistemi kullanılmasına rağmen savunmanın başarısız kaldığını itiraf etti; bunun üzerine işgal güçlerinin hava kuvvetleri, bu başarısızlığın sebeplerini araştırmaya başladılar. Reuters ve diğer kaynaklar, Demir Kubbe sisteminin İHA’yı engelleme çabalarında başarısız olduğunu ve İHA’ya karşı fırlatılan iki önleyici füzenin başarısız olduğunu; İHA’nın Eilat’a isabet ettiğini bildirdi.

İşgalci tarafın İbranice kaynaklarına göre Eilat’ta İHA saldırısı sonucu yaralı sayısı 50’ye kadar yükseldi. Bu kaynaklar, son üç hafta içinde üçüncü defa Yemen kaynaklı bir İHA’nın İsrail’in hava savunma hatlarını aşmayı başardığını iddia ettiler.

Salı, 16 Eylül 2025 06:33

Değişime başka bir açıdan bakış

Son dönemde, özellikle de Coronavirus pandemisi veya küresel salgını sonrasında bazı düşünürler, yazarlar, futüristler ve ilahiyatçılar dünyanın hızla değişeceği ve yeni bir dünyanın doğacağı üzerinde görüşler ileri sürmekteler.

Haksız da sayılmazlar. Gerçekten de hızlı bir değişim yaşanacak gibi görünüyor.

Ancak dünyadaki olguların değişmesi yeni bir durum değildir.

Dünya oldu olası durmadan değişmektedir. Hiçbir gün dün gibi olmamıştır. Felsefecilerin deyimiyle bir ırmakta iki defa yıkanılmaz. Çünkü dün yıkanılan ırmak suyu çoktan akıp gitmiştir.

Dünyadaki gelişmeler de ırmak suyu gibidir, durmadan değişmektedir.

Ancak bu değişimin  ivmesi  iletişim teknolojisinin ilerlemesiyle doğal olarak artmakta, hızlanmaktadır. Son dönemlerdeki hızlı değişiklikleri de bu açıdan değerlendirmeliyiz.

Yeryüzündeki bazı değişimler ise büyük olaylardan sonra kendini daha belirgin bir biçimde hissettirmiştir.

İslam’ın ortaya çıkışından 30-40 yıl sonra dünyanın  üç önemli kıtasında tarihin hiç bir döneminde görülmemiş hızda bir değişim yaşanmıştır.

Ve yine Fransız, Bolşevik ve İran-İslam devrimlerinden sonra, Birinci ve İkinci Dünya Savaşlarından sonra yeryüzünde önemli değişimlere tanık olunmuştur.

Tarihteki hızlı değişimlerin her biri insan hayatının farklı alanlarında vuku bulmuştur:

Bazen düşünce alanında(Rönesans), bazen askeri ve siyasal alanlarda( dünya savaşları ve sonrası dünya düzeni), bazen ekonomik sahada(sanayi devrimi ve kapitalizmin doğuşu), bazen idari-genel hukuk sistemlerinde ( krallıkların yerini seçilenlere bırakması), bazen de İslam Devriminde olduğu gibi istikbara/ emperyalizme karşı ilahi ilkelere dayalı yeni bir mücadele başlatma biçiminde ortaya çıkmıştır.

Bu örnekler çoğaltılabilir.

Dikkat edilirse son sıralarda değişimle ilgili ortaya atılan görüş ve tahminler genellikle dijital teknolojinin insan hayatı üzerindeki etkilerinin radikal olacağı etrafındadır.  Son çeyrek yüzyılda zaten bunun etkilerini müşahade ediyor ve hissediyoruz. Bu süreç zamanla daha etkili biçimde devam edeceğe benziyor.

Ama dünya kuruldu kurulalı değişen olgular yanında değişmeyen/sabit değerler de varlığını sürdürmüş ve sonuna kadar da sürdürecektir.

Hak, adalet, özgürlük,  zulüm sömürü ve tecavüze karşı direniş, barış, kardeşlik vb sabit değerler asla değişmemiş ve değişmiyecektir.

Ekonomik ilişkiler, toplumsal denetim, idari sistemlerde değişiklik vb itibari/değişken ölçütlerin değişmesi geçmişte olduğu gibi gelecekte de insan hayatını etkiliyecektir kuşkusuz. Ama bunlar insanın yaratılış hedefini değiştirecek faktörler değildir.

Hakkı hakikati savunma, toplumda adaleti sağlama, insanları özgürleştirme,  müstekbirlerin tekelciliğine son verme,  insanın saygınlığını/onurunu koruma vb alanlardaki çaba ve sorumluluklar asla değişmiyecektir.

Alış verişin dijitalleşmesi, para kavramının değişmesi; toplumsal denetim, eğitim-öğretimin uzaktan bir merkezden yapılması; devletler arası ilişkilerin ulusalcılığa mı yoksa küreselciliğe mi kayacağı vb tahmin ve olasılıklar adalet, hakkaniyet, insanın özgürlüğü ve onurunu koruma ilkelerine dayanmadığı sürece insan hayatını olumlu yönde etkilemez ve insanlığı olgunlaştırmaz.

Hak-batıl, müstekbir-mustaz’af, zalim-mazlum mücadelesi bundan sonra da devam edecektir.

Müstekbirlerin, kendilerini başkalarından üstün konumda görenlerin tekelcilik, işgal, sömürü, baskı, zulüm ve cinayetleri kuşkusuz öngörülen değişim sürecinde de devam edecektir. Doğal olarak müstekbir cephenin karşısında mazlum ve mustazafların direniş ve mücadelesi de yeryüzünde adil bir düzenin kuruluşuna kadar devam edecektir.

Salı, 16 Eylül 2025 06:29

İnsanın Saadetinin Anahtarı

Her gün elimizi yüzümüzü yıkadığımız gibi ruhumuzu da yıkamalıyız.

Namaz, tevhit ve bir olan Allah’a karşı gösterilen saygının, teşekkürün ve ihtiyaçları ona açmak için yapılan en güzel ibadetlerden biridir. Allah’a ibadetin, faziletin ve paklığın marşıdır. Günlük hayatta karşılaştığımız olaylar ve onların neticesinde ruhumuzda oluşan perdelerin kenara itilip, manevi havanın yeniden yaşanmasıdır namaz.

Bedenimiz gibi ruhumuzda kirlenmekte, vücudumuz her gün temizliğe ihtiyaç duyduğu gibi ruhumuzda temizlenmek istemektedir. Ruhumuzda; günlük yaşantıda, frenlenmeyen arzular, uyulmuş hevesler, darılmalar, başarı sonucu oluşan gururlar yahut isteklere ulaşamamanın verdiği üzüntüler, kıskançlık, kendini beğenmişlik, kalbin katılaşması, insanlara yardımcı olmama ve daha nice kötü sıfatlar yüzünden kirlenmekte, temizliğini kaybetmektedir. Bu kirler ruhu karartmada, bizi doğru yoldan, temizlikten, güzelliklerden ve nurdan ayırmakta, bizi kötülüğe itmekte, Allah’tan alı koymada, şeytanın oyun ve vesveselerine maruz bırakmaktadır.

Öyleyse ruhumuzu da temizlemeliyiz, her gün elimizi yüzümüzü yıkadığımız gibi ruhumuzu da yıkamalıyız. Bunun için de namaz kılmalıyız. Bu bağlamda namaz yani ruhu temiz tutan, kirlerden arındıran, eski saflığına kavuşturan ab-ı hayat. Allah Resulü (s.a.a) bir gün ashabına şöyle buyurdular:

“Farz edin ki sizden birinin evinin önünden bir ırmak akmakta ve her gün beş defa o ırmakta yıkanmaktadır. Acaba bu kişinin bedeninde hala bir kir kalır mı? Arz ettiler: hayır ya Resulullah, günde beş defa yıkananın bedeninde kir kalmaz, tertemiz olur. Buyurdu: işte beş vakit kılınan namaz da bunun gibidir, günde beş defa kılınan namazla Allah hata ve kusurları insandan giderir, onu tertemiz kılar.”

Yine Kuran’ın buyurduğu üzere; namaz insanı bütün kötülüklerden alıkoyar, namaz kılan birisi kötülükle kendi arasında kalın bir duvar örmüş gibi olur. Allah’ın huzuruna çıkan, onunla görüşen ve onunla konuşan bir daha günaha dönüp bakar mı? Hz. Ali (a.s) katkametus salat (namaza durun) cümlesini açıklarken; “yani Allah’la görüşme zamanı gelip çattı”, diye buyurmakta.

Eğer insan namaz kılıyor ve aynı zamanda gene bir takım günahları işlemeye devam ediyorsa demek ki namaz kılmıyor, zira ayette buyrulduğu gibi namaz insanı kötülüklerden alıkoyar, kötülükten alıkoymayan namaz, namaz değildir, yüce Allah o yapılan ameli kabul etmemiş demektir. Peygamberimiz (s.a.a) bir hadisi şeriflerinde şöyle buyuruyor:

“Namaz eğer namaz kılanı kötülüklerden uzaklaştırmıyorsa Allah’tan uzaklaştırıyor demektir. Yaratana itaat etmeyenin namazı namaz değil, gerçek namaz yani insanı günah ve kötülüklerden uzak tutan namazdır.”

İmam Sadık (a.s) buyuruyor: “Namazınızın kabul olup olmadığını günahlarınızla ölçün, ne kadar günah işlerseniz namazınız kabul olmamış ve ne kadar az günah işlerseniz namazınız o derecede kabul olmuş demektir.

Lakin “Ben günahkârım, nede olsa günahtan kendimi kurtaramıyorum, öyleyse namaz kılmayayım” düşüncesinde olmakta çok yanlıştır, Allah ve Ehlibeytin istediği gibi namaz kılalım, günahlardan da kendimizi korumaya çalışalım. şüphesiz yüce Allah’ın yardımlarıyla artık günler geçer ve biz günah işlemez oluruz. Günahkâr namaz kılanların kurtuluş ümidi vardır fakat namaz kılmayanların ise bu ümitte ellerinden çıkmış olur. Ensardan birisinin namaz kıldığı ama aynı zamanda günah işlediğini Peygambere söylediler, Resulullah (s.a.a): “ Velhasıl namaz onu günahlardan kurtarıp çıkaracaktır” diye buyurdu ve çok geçmeden o adamın artık günah işlemediğini gördüler.

Namazda en önemli olan şey samimiyettir, kimin karşısında durduğun ve kiminle konuştuğun bilincinde olmandır. Gafilâne kılınan namaz aslında bir çeşit nifaktır, dıştan bakıldığında huşu içinde namaz kılıyor gibi gözüke bilir fakat kalbide huşu içerisinde değilse işte bu nifaktır, bu münafıklıktır. Yüce Allah Kuran’ı Kerim’de şöyle buyurmakta:

“Yazıklar olsun o namaz kılanlara ki, onlar, namazlarında yanılgıdadırlar. Onlar gösteriş yapanlardır.” Maun süresi.

“Ey iman edenler! Siz sarhoş iken… Namaza yaklaşmayın.” Nisa-43.

Büyük âlimlerimizin dediğine göre ayetteki sarhoşluk hem içki sonucu oluşan sarhoşluğu ve hem de dünyaya bağlılık sonucu oluşan sarhoşluğu kapsamaktadır. Ne dediğini bilmeyen, kimin karşısında bulunduğuna teveccüh etmeyen aslında sarhoştur, ibadet ettiğini sanmakta, hatta kendisini iyiler safına sokmada lakin nasıl bir hastalığa yakalandığının farkında olmamaktadır.

Allah Resulü (s.a.a) buyuruyor: “ Kılmış olduğun namazı son namazınmış gibi kıl, Allah tüm kalbiyle ona yönelmeyenlere bakmaz.”

Ezan okunduğu zaman Hz. Ali’nin (a.s) rengi değişirdi, abdest almaya başlarken titremeye başlardı ve namaza durduğunda ise nasıl bir halde olduğunu kelimeler anlatamaz, niçin böyle olduğunu sordular, İmam buyurdu:

“Emaneti eda etme zamanı geldi, yerler ve gökler bu emaneti almaktan çekinmişlerdi, şimdi onu verme zamanı.” Aynı durum diğer imamlarımız içinde geçerliydi, hepsi namaz esnasında tamamen dünyadan kopuyorlardı, namaz kıldıkları zaman gözleri hiçbir şey görmüyordu. İmam Ali’ye (a.s) sorulan soru imam Seccad’a da (a.s) soruldu, imam buyurdu: “Nasıl titremeyeyim, kimin karşısında durduğunuzu biliyor musunuz?”

İran Cumhurbaşkan Mesut Pezeşkiyan, Katar'ın başkenti Doha'da İslam İşbirliği Teşkilatı-Arap Ligi Olağanüstü Zirvesi'nde önemli açıklamalarda bulundu.

Pezeşkiyan, Siyonist İsrail'in Katar'a yönelik saldırısını 'diplomasiye yönelik bir saldırı' olarak nitelendirdi ve ''9 Eylül 2025'te Katar'a yönelik düzenlenen hain saldırı, İsrail rejiminin Gazze'deki soykırımı sona erdirmek için yürütülen diplomatik çabaları boşa çıkarmayı amaçlayan önceden planlanmış bir saldırıdır.'' dedi.

Cumhurbaşkanı Pezeşkiyan, ''Geçtiğimiz hafta Doha'ya yapılan saldırıların salt terörizm olduğu konusunda hiçbir şüphe olmamalı; Bu eylem, Tel Aviv rejiminin tüm ahlaki ve hukuki sınırlamaları aştığının kanıtıdır.'' ifadesini kullandı.

Pezeşkiyan, ''Bu saldırı, hukukun üstünlüğü değil askeri gücün artık belirleyici faktör olduğunun aleni ve utanmaz bir ilanıdır Ne yazık ki Tel Aviv'i yöneten teröristler, Haziran 2025'te diplomasiye benzer bir ihanetin ve ülkemize dayatılan bir savaşın başlatılmasının ardından hissettikleri masumiyetten sonra giderek daha küstahlaştı.'' değerlendirmesinde bulundu.

Uluslararası Adalet Divanı'nın Siyonist rejimin Gazze'de işlediği suçların soykırım teşkil ettiğine hükmettiğine dikkat çeken Pezeşkiyan, ''Bu rejimin ölüm makinesi işlemeye devam ediyor ve artık Katar'a kadar uzandı'' açıklamasını yaptı.

Cumhurbaşkanı Pezeşkiyan sözlerine şöyle devam etti:

''Bu yıl sözde meşru müdafaa bahanesiyle birçok Arap ve İslam ülkesine saldıran İsrail saldırganlığını sürdürüyor. Bu rejim Batı'dan aldığı destek için cezadan kaçmaya devam ediyor.

Siyonist liderlerin hesap vermesi lazım ve bu rejime karşı saflarımızı birleştirmemiz gerek.

Hiçbir Arap veya İslam ülkesi İsrail saldırılarından muaf tutulmayacak. Yarın sıra herhangi bir Arap ve İslam başkentine gelebilir. Birleşmekten başka çaremiz yok.''

Siyonist rejim ve destekçilerine seslenen Pezeşkiyan, ''Doha'ya yapılan saldırı bir güç göstergesi değil, Bunun nedeni çaresizliktir. Tüm kırmızı çizgileri aştınız, tüm mantık ve yasaları hiçe saydınız, tüm medeni davranış ilkelerini ihlal ettiniz; Ancak istemeden de olsa önemli bir şey daha yaptınız: İslam ümmetinin kolektif iradesini uyandırdınız. Oynadığınız mağdur rolü anlamsız ve etkisiz hale geldi. Dünya görüyor, kaydediyor ve hatırlıyor.’’ diye konuştu.

Pezeşkiyan konuşmasının sonunda ''Siyonist rejim egemenliğimize, onurumuza ve geleceğimize savaş açtı. Biz de buna cevaben şunu ilan ediyoruz: Korkmayacağız, bölünmeyeceğiz, sessiz kalmayacağız. Gazze'nin küllerinden adalet yükselecek. Doha, Beyrut, Tahran, Şam ve Sana'daki yıkılmış binaların enkazından İslam birliğine, insan kardeşliğine ve eşitliğe dayalı yeni bir düzen doğacaktır. Saldırganların cezalandırılması ve hesap vermesinin başlaması gerekir.’’ dedi.(Ajanslar)

Salı, 16 Eylül 2025 06:16

Kabe’nin Sırları

 “Biz o taşı o kadar yumuşak hale getirdik ki Hz. Halil (as) onun üzerine bastığında ayakları gömüldü ve izleri kaldı.” diye buyuruyor Yüce Allah.

Peki, sırlarla dolu bu mukaddes beldeyi böylesine önemli kılan detaylar nedir?

Fahr-i Razi kendi tefsirinde başta Kâbe’nin inşa edilişi olmak üzere onun etrafında tezahür eden birçok özelliğe değinmiştir.

Zemzem Suyu
Zemzem suyunun şifalı olmasının yanı sıra uzun müddetler beklese bile diğer suların aksine bozulmadığı bilinen bir gerçektir. Ayrıca bu su yatağı, yağmur ve kar gibi doğa olaylarının bir hayli nadir görüldüğü bu kurak topraklarda binlerce yıldır kaynamaktadır. Yağmuru oldukça seyrek olan ve neredeyse kar yağışına tanık olanların sayısı bir elin parmakları kadar olan bir yerde kurumak nedir bilmeyen bir su gözüdür Zemzem. Bu elbette Allah’ın Beyyinat ayetlerinden birisidir.

Bu su oldukça bereketlidir hatta Allah Resulü (saa) ondan Mekke’ye gelenlere hediye ederdi. Zemzem suyunun şifalı olması, öte yandan bozulmaması ve kokmaması da şüphesiz ayrı bir mucizedir. Kısaca bu suyun kendisi bir başına Beyyinat ayetlerindendir.

* * *

Meş’ari’l-Haram (Müzdelife)
Mekke çevresinde yer alan Meş’ar, Arafat ve Mina da Yüce Allah’ın Beyyinat ayetlerindendir. İşin özünde şiddetli yağmurların ardınca ortaya çıkan selin getirisi olan büyük taş ve kaya parçalarının birbirlerine çarparak kırıla kırıla meydana getirdiği küçük küçük taşların orada yağmur ve sel olmaksızın yığılması ve ortalama her Hacının yerden yaklaşık yetmiş adet çakıl taşı alması ve hala bu taşların bitmemesi mucizeden başka bir şey değildir.

Yine Fahr-i Razi tefsirinde şöyle demektedir: “Yıllık yaklaşık altı yüz bin hacının (o döneme ait) her birinin yerden yetmiş irili ufaklı taş alıp Şeytan taşlamak için attığı o taşları remiden sonra kim toplamaktadır acaba?! İşte bu o toprakların bir faziletidir ki çok geçmeden taşlar kendi kendilerine bir yere toplanırlar.”[1] Evet, bugün için Suudi görevlilerin o taşları bir yere yığdığını söyleyebiliriz ama peki o dönemlerde?

* * *

Hayvanların Kâbe’nin Saygınlığını Koruması
Uçan kuşların birçok kutsal mekânda olduğu gibi Kâbe üzerine de konmaması ve onu pisletmemeleri üzerinde durulması gereken bir başka konudur. Yukarıdan aşağıya doğru süratle Kâbe’ye doğru gelen kuşların bir anda değişik açılara yönelmeleri yine Beyyinat ayetlerinden birisidir.

Hz. Emiru’l Müminin’in mübarek haremlerinde de bu keramet oldukça net müşahede edilebilmektedir. Orada da uçan kuşlar edebe riayet etmektedirler.

Öte yandan şu nokta da bu kutsal belde için naklolunmaktadır: yırtıcı hayvanlar Harem çevresinde hiçbir zaman birbirlerine saldırmaz ve evcil hayvanlara da zarar vermezler.

Tüm bunlar bir araya geldiğinde bu toprakların sıradan bir mekân olmadığı ve hayvanların dahi emniyet içerisine yaşamlarını sürdürdüğü görülmektedir.

            “O ki onları yedirip açlıktan kurtardı ve onları korkudan güvene kavuşturdu.”[2]

            “Görmezler mi ki etraflarındaki insanlar, birbirlerini öldürüp dururken biz Harem’i, emin ettik.”[3]

* * *

İbrahim Makamı
Allah Teala şöyle buyurmaktadır:

“Biz Beyt’i (Ka’be’yi) insanlara sevap kazanılacak bir toplantı ve güven yeri yaptık. Siz de İbrahim’in makamından bir namaz yeri edinin. İbrahim ve İsma’il’e: “Tavaf edenler, ibadete kapananlar, rükû ve secde edenler için Ev’imi temizleyin!” diye emretmiştik.”[4]

Peki, hal böyle olunca kılınacak namaz İbrahim makamı gerisinde mi olmalı yoksa makamın kendisinde mi? Bu fıkhi mesele için birçok farklı rivayetler naklolunmuş ve bazıları ihtiyat olarak makamın gerisinde olunmasını dile getirmiş ve bir diğer kısım da makamın kendisinde olunmasını yeterli görmüşlerdir.

“Makam-ı İbrahim” bazılarına göre Beyyine ayetlerindendir. Nasıl ki İbrahim’in (as) kendisi “Kane ummeten vahideten” olmuştur onun makamı da ayat-i beyyinedir. Yani Hz. İbrahim’in ayak izinin bulunduğu taşın olduğu yer beyyinattır ve birçok mucizeye eşlik etmektedir. Bu makamın kendisi “ummetun vahide” derecesinde mucizeler konusunda değerlendirilmelidir.

Şimdi nasıl olurda başlı başına Makam-ı İbrahim’i Beyyine ayetleri olarak (cem ve çoğul halinde) değerlendirebiliriz hâlbuki o, “Ayetu’n beyyine” olarak (müfret ve tekil halinde)dir?

Birinci olasılık şu olabilir: o sert taş aynı bir hamur gibi yumuşamış ve bu da bir ayet, bir mucize gibi addedilmiştir. İkinci olarak orada yalnızca belli bir yer hamur gibi yumuşamış ama diğer yerler sertliklerini korumuştur ve bir sonraki ihtimal derinliğine yumuşamış ve ardından aynı bir taş gibi kaskatı kesilmiştir. Dördüncü olasılık birçok düşman bu eseri yok etmek istemiş ama o bugüne değin korunmuş olarak bizlere ulaşmıştır. Beşincisi birçoklarının yapmak istediği ya da yaptığı üzere Müslüman ülkelerindeki tarihi mirasları, maddi ve manevi değere sahip eserleri buralardan alıp kendi diyarlarına götürme arzusu ama görüldüğü üzere bu makam tüm bu tehlikelerden âmânda kalmıştır.

Günümüzde dahi üzerinde o Hazret’e (as) ait ayak izlerinin durduğu o mübarek makam yerinde durmaktadır. Pirinçten bir koruma içerisinde muhafaza edilen bu mübarek kademgahın üzerinde incelikle seçilmiş Ayete’l Kürsi’nin içerisinde geçen şu cümle yazmaktadır:

“Onları koru(yup gözet)mek, kendisine ağır gelmez. وَلَا يَئُودُهُ حِفْظُهُمَا”[1]

İbrahim Makamı’nın Şekillenmesi

Acaba bu makamın şekillenmesi o Hazret’in Kâbe’yi inşası sırasında üzerine çıkıp, inmesiyle mi vuku bulmuştur? Yoksa Hz. İbrahim’in bu mübarek beldeye ikinci defa gelmesi ve İsmail’in (as) eşinin: “Haydi inin de ben sizleri(n ayak ya da başlarınızı) yıkayayım.” demesi üzerine Hz. İbrahim (as) bineğinden inmeyip, ayağını orada bulunan bir taşın üzerine koyması ve o taşta mübarek ayak izlerinin çıkması şekilde mi bu olay cereyan eder? veyahut da o taşın üzerine çıkıp, halkın Hac etmeleri için Kabe’ye gelmelerini ilan ettiği zamandan mı kalma? Tüm bu yaşananlar veya bunlardan yalnızca biri de olsa ayağını taşın üzerine koymuş ve o taş bir hamur misali yumuşayıp, o şekli almış mıdır? Bütün bunların hepsi olabilecek ihtimallerdir ama bu konu hakkında kesin olan tek şey; İbrahim Halilullah’ın (as) ayağını o taşın üzerine koyması ve taşın da o ayağın şekline bürünmesidir. Şimdi tüm bu nakledilenlerden hangisi doğrudur diye sorulacak olunursa, bunun cevabı rivayetlerde saklıdır.

Bunun bir benzeri de “Saba” suresinde Hz. Davud’un başından geçen olaydır: Hz. Davud (as) hakkında birçok yaptığı iş dile getirilmiştir. Bunlardan bir tanesi zırh yapma sanatıydı. Bir diğeri de “soğuk ve sert demiri onun elinde yumuşattık!” burada Kuran’ın tabiri “alna” olmakta yani biz onun için yumuşattık ama zırh yapımında söz sanattan açılmakta. Çünkü zırh yapımı belli bir el becerisi istemekte, bilgi ve tecrübeye gereksinim duymaktadır. Ayrıca bu sanat başkalarına da aktarılabilir. Ama başkaları sert ve soğuk olan demiri parmaklarıyla yumuşatamazlar. Burada söz öğretmekle alakalı değil. Zaten “Biz ona demiri nasıl yumuşatacağını öğrettik” buyurmamıştır. Aynı demir döküm atölyesi gibi bu başlı başına bir ilimdir, tecrübedir mucize değil. Şöyle buyurmuştur: “Sıradan birisi mumu nasıl istediği gibi şekilden şekle sokabiliyorsa, demir de Davud’un o mübarek ellerinde aynı bir mum misaliydi, istediği şekle sokabiliryordu.”

İbrahim makamı da bu kabildendir ama şu farkla: “Biz o taşı o kadar yumuşak hale getirdik ki Hz. Halil (as) onun üzerine bastığında ayakları gömüldü ve izleri kaldı.” Tüm bunlar bir kenara o ayak izleri nasıl ki Davud (as) için demir bir sembol olmuştu, o gerçek Hak dostu Halil (as) için de sembol oluvermişti.

Peki, Makam-ı İbrahim bir başına nasıl beyyinat ayetleri olmaktadır? Bunun için de iki ihtimal vardır ve az önce ilk ihtimali beyan ettik ve Zemahşeri de bu konuyu değindiğimiz gibi zikretmektedir.

Bir olasılık da: “Beyyinat ayetleri” birçok örneğe haizdir ve bunlardan birisi İbrahim makamıdır ve bir diğeri de ayette geçen: “Oraya giren, güvene ermiş olur.” cümlesidir.

Ayetullah Cevadi Amuli

– – – – – – – – – –

Türkiye, İsrail’le ticareti sonlandırdığı yönünde açıklamalar yapmasına rağmen İsrail’in Ashdod Limanı’na ilişkin son veriler ticaretin utanç verici biçimde devam ettiğini gözler önüne seriyor. Her gün Ashdod’a yanaşan, Türk limanlarından doğrudan çıkan veya Türk şirketlerine ait gemiler İsrail’in savaş makinesine adeta lojistik destek sağlıyor. Üstelik bu veriler yalnızca İsrail’in tek bir limanına, Ashdod’a ve o limana yaklaşan son 50 gemiden ibaret. Aşağıdaki liste sadece son birkaç günde İsrail’in Aşdod Limanına giden veya oradan Türk limanlarına gelen gemilerdir. Hayfa ve diğer İsrail limanlarını da hesaba kattığımızda bu trafiğin toplamı çok daha büyük bir lojistik ağ anlamına geliyor.

Bu, sadece ekonomik bir mesele değil; Türkiye’nin Filistin davasına sözde sahip çıkarken fiiliyatta İsrail’e nefes aldıran bir konumda olması anlamına geliyor. Gemilerin bu yoğun seferleri “ticaret durmuş” söyleminin içinin boş olduğunu kanıtlıyor. Türkiye’nin bu gemileri neden engellemediği, bu trafiğin neden devam ettiği artık kamuoyunda en temel sorulardan biri haline gelmiş durumda.

İsrail’in Aşdod Limanına gelen, giden veya limanda demirleyen son 50 gemiye ait veriler şunlar.

GOLD LUCKY isimli Kamerun bandıralı kargo gemisi şu anda İsrail’in Aşdod limanında demirli. Aliağa’daki Nemrut limanından gelmiş bu gemi. 6 Eylül’de Türkiye’den ayrılmış ve Türkiye’den direkt İsrail’e gitmiş ve daha acısı bu geminin 20 Eylül’de İzmit limanında olması bekleniyor. Yani hem Türkiye’den İsrail’e gitmiş hem de şimdi İsrail’den Türkiye’ye gelmesi bekleniyor.

ITAL WAY isimli İtalya bandıralı kargo gemisi şu anda İsrail’in Aşdod limanında demirli. Acı olan şu, bu gemi adeta Türk limanlarını geze geze Aşdod’a gelmiş. 13 ve 14 Eylül tarihlerinde Mersin ve İskenderun Limanlarına uğramış, sonra İsrail’e gelmiş. Türkiye’den direkt İsrail’e gitmiş ve İsrail – Türkiye arasında çalışıyor.

AGRAFENA isimli Panama bandıralı kargo gemisi şu anda İsrail’in Aşdod limanında demirli. İstanbul’dan gelmiş bu gemi. Türkiye’den direkt İsrail’e gitmiş.

SAHIN 2 isimli Vanuatu bandıralı kargo gemisi şu anda İsrail’in Aşdod limanında demirli. Vanuatu yazdığıma bakmayın, resmiyette böyle. Bildiğin Türk gemisi bu. Zaten geminin üstünde de araştırdım Karadeniz yazıyor. Aliağa’daki Nemrut limanından gelmiş bu gemi. Türkiye’den direkt İsrail’e gitmiş.

GN DENIZCILIK VE ACENTELIK LTD şirketine ait AYŞE HANIM isimli kargo gemisi şu anda Aşdod limanında.

NECO K isimli Panama bandıralı kargo gemisi şu anda İsrail’in Aşdod limanında demirli. İstanbul’dan gelmiş bu gemi. Türkiye’den direkt İsrail’e gitmiş.

MEDKON MERSIN isimli Panama bandıralı kargo gemisi şu anda İsrail’in Aşdod limanında demirli. Panama yazdığıma bakmayın, resmiyette böyle. Bildiğin Türk gemisi bu. Zaten geminin üstünde de araştırdım MERSİN yazıyor. Mersin limanından gelmiş bu gemi. Türkiye’den direkt İsrail’e gitmiş ve İsrail – Türkiye arasında çalışıyor.

FORMENTERA isimli Panama bandıralı kargo gemisi şu anda İsrail’in Aşdod limanında demirli. Gemi Tuzla limanından gelmiş. Türkiye’den direkt İsrail’e gitmiş.

NAVIN HARRIER isimli Marshall Adaları bandıralı kargo gemisi şu anda İsrail’in Aşdod limanında demirli. Gemi İskenderun limanına uğramış.

AŞDOD LİMANINA DEMİRLİ GEMİLER

CHEMICAL MARINER isimli Malta bandıralı Kimyasal/Petrol Ürünleri Tankeri gemisi şu anda İsrail’in Aşdod limanında demirli. Türkiye’de Ceyhan ve Toros Gubre Terminal limanından geçmiş bu gemi. Türkiye’den direkt İsrail’e gitmiş.

BEGONYA S isimli Liberya bandıralı kargo gemisi şu anda İsrail’in Aşdod limanında demirli. Türkiye’de hem İstanbul’dan hem de Gemlik limanından geçmiş bu gemi. Türkiye’den direkt İsrail’e gitmiş

MIKE THOMAS isimli Portekiz bandıralı kargo gemisi şu anda İsrail’in Aşdod limanında demirli. İstanbul’dan geçmiş bu gemi.

ARXAGELOS isimli Liberya bandıralı kargo gemisi şu anda İsrail’in Aşdod limanında demirli. Türkiye’de hem İstanbul’dan hem de İçdaş’ın limanından geçmiş bu gemi.

PARDUS isimli Barbados bandıralı kargo gemisi şu anda İsrail’in Aşdod limanında demirli. İskenderun’dan geçmiş bu gemi.

GAIA isimli Palau bandıralı yük gemisi şu anda İsrail’in Aşdod limanında demirli. Mersin’den gitmiş bu gemi.

Şu anda Aşdod limanında bekleyen İsrail’in ufak gemileri hariç 22 gemiden maalesef 6 tanesi Türkiye bağlantılı. İsrail’in sadece 1 limanından bahsediyorum/musafauzun/milligazete

Katar’ın başkenti Doha’da toplanan İslam İşbirliği Teşkilatı (İİT) ve Arap Ligi Olağanüstü Ortak Zirvesi, İsrail’in Katar’a yönelik saldırısını kınadı.

Zirve sonunda yayımlanan bildiride, saldırının uluslararası hukukun açık ihlali olduğu vurgulanarak, “Kardeş Katar Devleti ile mutlak dayanışma içindeyiz” denildi.

Katar Emiri Şeyh Tamim bin Hamad El Thani’nin ev sahipliğinde düzenlenen zirveye Arap ve İslam ülkelerinin devlet ve hükümet başkanları katıldı. Bildiride, 9 Eylül’de Doha’da sivilleri hedef alan saldırının “bölgesel barışa yönelik ciddi bir tehdit” olduğu ifade edildi.

Bildiride şu ifadeler yer alıyor:

“Katar Devleti’ne Yönelik İsrail Saldırısını Görüşmek Üzere Düzenlenen İslam İşbirliği Teşkilatı-Arap Ligi Olağanüstü Ortak Zirvesi tarafından Yayımlanan Bildiri Doha, 15 Eylül 2025 Bizler, Arap Ligi ve İslam İşbirliği Teşkilatı Devlet ve Hükümetlerinin liderleri, miladi 15 Eylül 2025 tarihine karşılık gelen bugün, Pazartesi, Hicri 1447 yılının Rebi’ül-Evvel ayının 22. günü, Katar’ın başkenti Doha’da, Katar Devleti Emiri Şeyh Tamim bin Hamad El Thani’nin nazik davetine icabet ederek, Ekselanslarının başkanlığında, Katar Devleti’ne yönelik İsrail saldırısını görüşmek ve bu saldırıyı topyekûn bir şekilde kınadığımızı ve kardeş Katar Devleti ile tam dayanışma içinde olduğumuzu ifade etmek üzere bir araya geldik.

Katar Devleti Emiri Şeyh Tamim bin Hamad El Thani’ye cömert konukseverliği için, kardeş ülke Katar’a ise bu mükemmel organizasyon için en derin teşekkürlerimizi ve şükranlarımızı sunarız. Arap Ligi ve İslam İşbirliği Teşkilatı Şartları ilkelerinin rehberliğinde, Birleşmiş Milletler Şartı’nın temel ilkelerini, özellikle herhangi bir devletin toprak bütünlüğüne veya siyasi bağımsızlığına karşı güç kullanımını veya güç kullanma tehdidini yasaklayan 2(4) sayılı maddesini hatırlatarak,

İslam İşbirliği Teşkilatı ve Arap Ligi tarafından son yıllarda üye devletlere yönelik saldırıları reddeden ve dış tehditler karşısında Arap-İslam dayanışması ile Arap ve İslam devletlerinin güvenliğine bağlılık taahhüdünü içeren tüm ilgili kararları, Filistin meselesiyle ilgili kararlar da dahil olmak üzere, hatırlatarak,

Arap Birliği ve İslam İşbirliği Teşkilatı’nın tüm üye devletlerinin egemenliğine, bağımsızlığına ve güvenliğine olan sarsılmaz bağlılığımızı yeniden teyit ederek ve ortak güvenliğimizi savunmak için bu saldırıya karşılık vermek için ortak vazifemizi hatırlatarak, devletlerimizin güvenliğine yönelik her türlü tehdidi kategorik olarak reddettiğimizi teyit eder ve güvenlik ve istikrarlarını tehdit edebilecek her türlü duruma karşı mutlak ve sarsılmaz dayanışmamızı teyit ederek onları hedef alan her türlü saldırıyı şiddetle kınarız. İsrail’in saldırısının uluslararası barış ve güvenliği ihlal eden bir eylem olarak oy birliğiyle kınandığı 11 Eylül 2025 tarihindeki acil Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi toplantısını hatırlatarak, saldırıyı kınayan, Katar Devleti ile dayanışma ifade eden ve Mısır ve Amerika Birleşik Devletleri ile birlikte bölgedeki arabuluculuk çabalarında Katar’ın oynamaya devam ettiği hayati rolü destekleyen ve Birleşmiş Milletler Şartı ilkelerine uygun olarak Katar Devleti’nin egemenliğine ve toprak bütünlüğüne saygı duyulduğunu teyit eden Konsey’in basın açıklamasını memnuniyetle karşılarız.

Uluslararası hesap verebilirliğin olmaması ve uluslararası toplumun İsrail’in yinelenen ihlallerine karşı sessiz kalmasının, saldırganlığı ve uluslararası hukuk ile uluslararası meşruiyeti açıkça ihlal etme konusunda İsrail’i ısrarcı olmaya teşvik ettiğini teyit ediyoruz. Bu durum, cezasızlık politikasını kalıcılaştırmakta, uluslararası adalet sistemini zayıflatmakta ve kurallara dayalı küresel düzeni tehlikeye atarak bölgesel ve uluslararası barış ve güvenliğe doğrudan bir tehdit oluşturmaktadır.

Gayri resmi çeviri 2 Kardeş Katar Devleti’ne, güvenliğine, istikrarına, egemenliğine ve vatandaşlarının güvenliğine mutlak desteğimizi teyit ederken, egemenliğine açık bir ihlal, uluslararası hukuka apaçık bir aykırılık ve bölgesel barış ve güvenliğe ciddi bir tehdit olarak gördüğümüz bu saldırganlığı göğüslemesinde Katar Devleti’ne ortak desteğimizi ifade ederiz. Zirve’de aşağıdaki kararları almış bulunuyoruz:

1- İsrail’in kardeş Katar Devleti’ne yönelik vahşi saldırganlığını ve soykırım suçu, etnik temizlik, açlık çektirme, abluka, yerleşim faaliyetleri ve yayılmacı politikalar dahil olmak üzere İsrail’in saldırgan uygulamalarının devam ettiğini vurgulamak ve bunların bölgede barış ve barış içinde bir arada var olma ihtimallerini zedelediğini belirtiriz.


2- 9 Eylül 2025 tarihinde İsrail’in Katar’ın başkenti Doha’da bir yerleşim bölgesine düzenlediği korkakça ve yasadışı saldırıyı en şiddetli şekilde kınarız. Saldırı, Devlet tarafından Katar Devleti’nin çok yönlü arabuluculuk çabalarının bir parçası olarak müzakere heyetlerini ağırlamak üzere tahsis edilen konut binalarının yanı sıra birkaç okul, kreş ve diplomatik misyonu da hedef almıştır. Bu saldırı, bir Katar vatandaşı da dahil olmak üzere şehitlerin verilmesine ve çok sayıda sivilin yaralanmasına neden olmuştur. Bu saldırı, Birleşmiş Milletler üyesi olan bir Arap ve İslam devletine karşı açık bir saldırıdır. Bu saldırı, İsrail hükümetinin aşırıcı düşmanlığını ortaya koyan ve bölgesel ve uluslararası güvenlik ve barışı tehdit eden suç siciline bir yenisini ekleyen tehlikeli bir tırmanmayı işaret etmektedir.


3- Bu saldırıya karşı Katar Devleti ile mutlak dayanışma içinde olduğumuzu ve bu saldırının tüm Arap ve İslam devletlerine yönelik bir saldırı olduğunu teyit eder ve kardeş Katar Devleti’nin, Birleşmiş Milletler Şartı uyarınca, bu hain İsrail saldırısına yanıt vermek, güvenliğini, egemenliğini, istikrarını ve vatandaşları ile sakinlerinin güvenliğini korumak için attığı tüm adımlarda ve aldığı tüm önlemlerde yanında olduğumuzu ifade ederiz.


4- Ateşkesin sağlanması, Gazze’deki savaşın sona erdirilmesi ve rehineler ile tutukluların serbest bırakılması için kilit arabulucu görevi gören bir devlet olan Katar’ın topraklarına yönelik bu saldırının, tehlikeli bir tırmanma olduğunu ve barışı yeniden tesis etmeye yönelik diplomatik çabaların baltalanması anlamına geldiğini teyit ederiz. Tarafsız bir arabuluculuk mekanına yönelik bu tür bir saldırganlığın, Katar Devleti’nin egemenliğini ihlal etmekle kalmayıp, uluslararası arabuluculuk ve barış sağlama süreçlerini de baltalamakta ve İsrail bu saldırganlığın tüm sonuçlarını üstlenmektedir.


5- Katar Devleti’nin bu hain saldırıya karşı sergilediği medeni, bilge ve sorumlu tutumu, uluslararası hukuk hükümlerine olan sarsılmaz bağlılığını ve egemenliği ile güvenliğini korumak ve haklarını tüm meşru yollarla savunmak konusundaki kararlılığını takdirle karşılıyoruz.


6- Gazze Şeridi’ne yönelik saldırıları durdurmak için başta Katar Devleti, Mısır Arap Cumhuriyeti ve Amerika Birleşik Devletleri olmak üzere arabulucu rolü üstlenen devletlerin çabalarını destekleriz. Bu bağlamda, Katar Devleti’nin oynadığı yapıcı rolü, Gayri resmi çeviri 3 övgüye değer arabuluculuk çabalarını ve bunların güvenlik, istikrar ve barışın tesisine yönelik çabaları desteklemedeki olumlu etkisini vurgularız. Katar Devleti’nin bölgesel ve uluslararası düzeyde, özellikle gelişmekte olan ve yoksul ülkelerde insani yardım ve eğitim desteği alanlarında üstlendiği çeşitli girişimleri takdir eder ve böylece bölgesel ve uluslararası düzeyde barış ve kalkınma için aktif ve destekleyici bir taraf olarak konumunu güçlendirdiğini takdir ederiz.


7- Bu saldırının, herhangi bir bahaneyle meşrulaştırma girişiminin uluslararası hukuku ve Birleşmiş Milletler Şartı’nı açıkça ihlal ettiğini vurgularken, bu girişimleri kesinlikle reddettiğimizi kaydederiz. Bu saldırı, Gazze Şeridi’ne yönelik saldırıyı durdurmak ve işgali sona erdiren, Filistin halkının acılarına son veren ve onların meşru ve vazgeçilmez haklarını koruyan adil ve kapsamlı bir siyasi çözüme ulaşmak için yapılan ciddi çabaları boşa çıkarmak amacıyla mevcut çabaları ve arabuluculuk girişimlerini doğrudan baltalamayı amaçlamaktadır.


8- İsrail’in Katar Devleti’ni veya herhangi bir Arap ya da İslam ülkesini tekrar hedef alabileceği yönündeki tekrarlanan tehditlerini tamamen ve kesin olarak reddederiz. Bu tehditleri, uluslararası barış ve güvenliği tehdit eden bir provokasyon ve tehlikeli bir tırmanma olarak değerlendiriyoruz. Uluslararası toplumu, bu tehditleri en güçlü şekilde kınamaya ve bunları durdurmak için caydırıcı önlemler almaya çağırıyoruz.

9- Arap Ligi Konseyi’nin Bakanlar düzeyinde “Bölgede Güvenlik ve İşbirliği için Ortak Vizyon” konulu kararını yayınlamasını memnuniyetle karşılıyor ve bu bağlamda kolektif güvenlik ve Arap ve İslam ülkelerinin ortak kaderi kavramını, uyum ve ortak zorluklar ve tehditlerle mücadele gerekliliğini ve bunun için gerekli yürütme mekanizmalarının geliştirilmeye başlanmasının önemini vurgular, gelecekteki herhangi bir bölgesel düzenleme parametresinin uluslararası hukuk ilkelerinin ve Birleşmiş Milletler Şartı’nın kutsallığı, iyi komşuluk ilişkileri, devletlerin egemenliğine saygı, bölge ülkelerinin iç işlerine karışmama, bir devletin diğerine göre kayırılmaması, hak ve yükümlülüklerin eşitliği, anlaşmazlıkların barışçıl yollarla çözülmesi ve güç kullanmama, İsrail’in tüm Arap topraklarındaki işgaline son verilmesi, 4 Haziran 1967 sınırlarında bir Filistin devleti kurulması ve Orta Doğu’nun nükleer silahlar ve diğer kitle imha silahlarından arındırılması hususlarını dikkate alması gerektiğini vurgularız.


10- Bölgesel ve uluslararası istikrar ve güvenliğe doğrudan tehdit oluşturan İsrail’in bölgede yeni bir fiili durum dayatma planlarına karşı durulması ve bunlarla mücadele edilmesi gerektiğini tekrar ederiz.


11- Herhangi bir bahane veya isim altında Filistin halkını 1967’de işgal edilen topraklarından çıkarmaya yönelik İsrail’in her türlü girişimini kınadığımızı teyit eder ve bunu insanlığa karşı suç, uluslararası hukuk ve uluslararası insani hukukun açık bir ihlali ve tamamen reddedilen bir etnik temizlik politikası olarak değerlendiririz. Bu bağlamda hem siyasi hem de teknik açıdan Arap-İslam yeniden inşa planının uygulanması ve Gazze Şeridi’nin yeniden inşasına mümkün olan en kısa sürede başlanması gerektiğini vurgular, uluslararası bağışçılara gerekli desteği sağlamaları çağrısında bulunur ve ateşkesin sağlanmasının hemen ardından Kahire’de düzenlenecek Gazze Yeniden İnşa Konferansı’na aktif olarak katılmalarını talep ederiz. Gayri resmi çeviri 4


12- Uluslararası insani hukuk ve Cenevre Sözleşmelerini açıkça ihlal ederek, Filistin halkına karşı savaş silahı olarak abluka, açlık ve gıda ile ilaçtan mahrum bırakma gibi yöntemlerin kullanıldığı, eşi görülmemiş bir insani felakete yol açan İsrail politikalarını kınarız. Bu uygulamaların tam anlamıyla bir savaş suçu olduğunu vurgular, uluslararası toplumun bu uygulamalara son vermek ve işgal altındaki Filistin topraklarına insani yardımın acil, güvenli ve sınırsız girişini sağlamak için acil eylemde bulunması gerektiğini belirtiriz.

13- İşgalci güç olan İsrail’in işgal altındaki Filistin topraklarının herhangi bir bölümünü ilhak etme kararının feci sonuçlarını reddederek, bu durumun Filistin halkının tarihi ve yasal haklarına bariz bir saldırı olduğunu kaydeder, uluslararası hukuk ilkelerinin ve ilgili Birleşmiş Milletler kararları ile Birleşmiş Milletler Şartı’nın ihlali ve bölgede adil ve kapsamlı bir barışın sağlanmasına yönelik tüm çabaların geçersiz kılınması olarak gördüğümüzü belirtiriz.
Uluslararası toplumun, uluslararası hukuk kurallarına ve ilgili uluslararası meşruiyet kararlarına saygı çerçevesinde, bölgedeki tekrarlanan İsrail saldırılarına son vermek ve devletlerin egemenliği, güvenliği ve istikrarına yönelik devam eden ihlallerini durdurmak için acil eylemde bulunması gerektiğini vurgular ve bir yandan uluslararası toplumun en son örneği kardeş devlet Katar Devleti’ne yönelik saldırı olan İsrail saldırganlığını durdurmada devam eden yetersizliğinin ciddi sonuçlarına karşı uyarıda bulunuruz. İsrail işgal altındaki Gazze Şeridi’ne yönelik acımasız saldırganlığını, buna ek olarak, Doğu Kudüs dahil Batı Şeria’da yasadışı yerleşim faaliyetlerini ve İran İslam Cumhuriyeti’ne yönelik savaşı, Lübnan Cumhuriyeti ile Suriye Arap Cumhuriyeti dahil bölgedeki ülkelere yönelik saldırılarını sürdürmekte ve tırmandırmakta olup bu saldırılar uluslararası hukukun açık bir ihlali ve devletlerin egemenliğinin bariz bir ihlalidir.

14- Tüm devletleri, İsrail’in cezasızlığını sona erdirme çabalarını desteklemeye, ihlallerinden ve suçlarından sorumlu tutmaya, yaptırımlar uygulamaya, çift kullanımlı ürünler dahil olmak üzere, silah, mühimmat ve askeri malzemelerin tedarikini, transferini veya geçişini askıya almayı da içerecek şekilde Filistin halkına karşı eylemlerini sürdürmesini önlemek için mümkün olan tüm yasal ve etkili önlemleri almaya çağırıyor, İsrail ile diplomatik ve ekonomik ilişkileri gözden geçirmeye ve aleyhinde yasal işlem başlatmaya davet ediyoruz.

15- İsrail tarafından üyelik koşullarının açıkça ihlal edilmesi ve BM kararlarının sürekli çiğnenmesi göz önüne alındığında, İİT üye devletlerini, İsrail’in BM üyeliğini askıya alma çabalarını koordine ederek, İsrail’in Birleşmiş Milletler‘e üyeliğinin BM Şartıyla uyumlu olup olmadığını göz önünde bulundurmaya çağırıyoruz.

16- Uluslararası barış ve güvenliğin sağlanmasında temel referans olarak uluslararası meşruiyete ve ilgili Birleşmiş Milletler kararlarına bağlı kalmanın önemini vurgular, İsrail’in Batı Şeria’da soykırım ve yerleşim projelerinin sürdürülmesi dahil olmak üzere, uluslararası hukuku ihlal eden politikalarının meşrulaştırılması ve Arap ve İslam ülkelerinin imajının çarpıtılması için İslamofobiyi istismar ve teşvik eden söylemini reddederiz. Gayri resmi çeviri 5
Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nun, iki devletli çözümün uygulanması ve bağımsız bir Filistin devletinin kurulması konusunda “New York Deklarasyonu”nu kabul etmesini, Filistin halkının meşru haklarını, özellikle de 4 Haziran 1967 sınırları içinde, başkenti Doğu Kudüs olan bağımsız bir devlet kurma hakkını destekleme yönündeki uluslararası iradeyi açıkça ifade eden bir adım olarak memnuniyetle karşılar, aynı zamanda da bu bildirinin kabulüne katkıda bulunan Suudi Arabistan Krallığı ve Fransız Cumhuriyeti’nin çabalarını takdirle karşılarız. 


17- uudi Arabistan Krallığı ve Fransa Cumhuriyeti’nin eş başkanlığında 22 Eylül 2025 tarihinde New York’ta yapılacak İki Devletli Çözüm Konferansının toplanmasını memnuniyetle karşılar, Başkenti Doğu Kudüs olan bağımsız Filistin Devletinin geniş çaplı tanınmasını sağlamak için, uluslararası alanda ortak çaba gösterilmesi çağrısında bulunuruz.

18- Başta Cezayir, Somali ve Pakistan olmak üzere Güvenlik Konseyi üyesi Arap ve İslam devletlerinin temsilcilerinin, başta Filistin davası olmak üzere, haklı davaları doğru savunmada, Filistin’in Birleşmiş Milletler’e tam üyelik elde etmesini sağlamada ve İsrail’in Gazze Şeridi’ne yönelik saldırganlığına son vermede ve ateşkese varmada oynadığı önemli rolü takdir ederiz. Ayrıca, İsrail’in Katar devletine yönelik saldırganlığına bağlamında düzenlenen Güvenlik Konseyi’nin acil oturumunun toplanması çağrısında ve toplanmasını sağlaması konusunda etkin katkılarını takdir ederiz.

19- 31 Mart 2013 tarihinde Majesteleri Kral II. Abdullah ile Filistin Devleti Cumhurbaşkanı Ekselansları Mahmud Abbas arasında imzalanan anlaşmayla teyit edildiği üzere, Majesteleri Kral II. Abdullah İbn El Hüseyin’in üstlendiği Kudüs’teki İslam ve Hristiyan kutsal mekanlarının tarihi Haşimi Koruyuculuğu konusundaki desteğimizi teyit ederiz. Ayrıca, tamamı 144.000 m2’lik alanı kaplayan Mescid-i Aksa Camiinin (Al Haram El Şerif), sadece Müslümanlar için bir ibadet yeri olduğunu ve Ürdün Vakıflar Bakanlığı’na bağlı olan Kudüs Vakfının, Al Aksa Camiini yönetme, bakımını üstlenme ve buraya girişi kontrol etme konusunda tek yetkili makam olduğunu teyit ederiz.

20- Kudüs halkının kendi ülkesinde kendi topraklarında yaşamaya kararlı şekilde devam etmesi gerektiğini vurgular ve Fas Krallığı Kralı VI. Muhammed’in başkanlık ettiği Kudüs Komitesi ile onun yürütme organı olan Beytü’l- Kuds Şerif Ajansını destekleriz.

21- Orta Doğu’da adil, kapsamlı ve kalıcı bir barışın, Filistin meselesi göz ardı edilerek, Filistin halkının hakları görmezden gelinerek veya şiddet uygulanarak ve arabulucular hedef alınarak sağlanamayacağını teyit ederiz. Aksine, bu barış, Arap Barış Girişimi ve ilgili uluslararası meşruiyet kararlarına bağlılık yoluyla sağlanmalıdır. Bu bağlamda, İsrail işgalini sona erdirmek ve bu amaçla bağlayıcı bir zaman çizelgesi oluşturmak için uluslararası topluma, özellikle Güvenlik Konseyi’ne, yasal ve ahlaki sorumluluklarını üstlenmeleri çağrısında bulunuyoruz.

22- Uluslararası Ceza Mahkemesi Roma Statüsü’ne taraf olan İslam İşbirliği Teşkilatı Üye Devletlerine, uluslararası hukuk kapsamındaki yükümlülükleri uyarınca ve geçerli olduğu durumlarda, Uluslararası Ceza Mahkemesi tarafından Filistin halkına karşı işlenen suçların faillerine karşı 21 Kasım 2024 tarihinde çıkarılan tutuklama emirlerinin uygulanmasını Gayri resmi çeviri 6 desteklemek için ulusal yasal çerçeveleri dahilinde mümkün olan tüm tedbirleri almaları talimatını veririz. Ayrıca, İslam İşbirliği Teşkilatı Üye Devletlerini, işgalci güç olarak İsrail’in, Uluslararası Adalet Divanı tarafından 26 Ocak 2024 tarihinde çıkarılan “Gazze Şeridi’nde Soykırım Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırılmasına Dair Sözleşme’nin Uygulanması” adlı geçici tedbirler kapsamındaki bağlayıcı yükümlülüklerine uymasını sağlamak için diplomatik, siyasi ve hukuki çaba göstermeye çağırırız.

23-  Bu zirvenin toplantılarını bilgelik ve stratejik vizyonla düzenleyen ve ev sahipliği yapmaktaki yorulmak bilmez çabaları ve bu zirvenin başarısı için Katar Devleti’nce sağlanan imkanlar ve kolaylıklar için Katar Devleti’ne, Emir’ine, hükümete ve Şeyh Tamim bin Hamad El Thani önderliğindeki halkına, derin şükranlarımızı sunarız. Katar Devleti’nin üye devletler arasındaki istişareyi ve uzlaşma ruhunu teşvik etme konusundaki etkili rolüne ve dayanışma ve birlik bağlarını güçlendirmeye yönelik sürekli taahhüdünü yansıtan ortak eylem sürecini desteklemedeki somut katkılarına büyük kıymet atfediyoruz.”

 milligazete
 

Arakçi, Filistin halkının siyonist rejimin eşi benzeri görülmemiş suçları karşısındaki efsanevi direnişini övgüyle anarak, Filistin halkının tüm haklarını elde edene kadar İran’ın işgale karşı Filistin direnişini destekleme konusundaki ilkesel tutumunu vurguladı.


Gazze Şeridi’nde Hamas İslami Direniş Hareketi’nin Siyasi Büro üyesi ve yetkilisi Halil el-Hayye ile Hamas’ın Liderlik Konseyi ve Siyasi Büro üyelerinden bir heyet, Doha’yı ziyaret eden İran Dışişleri Bakanı Seyyid Abbas Arakçi ile bir araya geldi. Görüşmede Gazze Şeridi’ndeki son siyasi ve sahadaki gelişmeler, siyonist rejimin devam eden soykırımı, rejimin suçlarının durdurulmasına yönelik çabalar ve esir değişimi konuları ele alındı ve görüş alışverişinde bulunuldu.

İran Dışişleri Bakanı, Filistin halkının siyonist rejimin eşi benzeri görülmemiş suçları karşısındaki efsanevi direnişini övgüyle anarak, Filistin halkının meşru ve yasal direnişini işgale karşı destekleme ve Filistin halkının tüm haklarını elde etmesi yönündeki İran İslam Cumhuriyeti’nin ilkesel tutumunu vurguladı.

Arakçi, Gazze Şeridi ve Batı Şeria’da siyonist rejimin suçlarının artmasına, masum Gazze halkına açlık ve kıtlık dayatılmasına, gıda dağıtım kuyruklarında kadın ve çocukların katledilmesine işaret ederek; dünyanın çeşitli ülkelerinde siyonist rejimin suçlarına karşı artan protesto ve gösterileri, işgal altındaki Filistin’deki soykırıma karşı uluslararası toplumun uyanışının açık bir göstergesi olarak değerlendirdi ve soykırımın durdurulması, kuşatma altındaki halka acil insani yardımların gönderilmesi ve siyonist suç rejiminin elebaşlarının yargılanıp cezalandırılması için İslam ülkelerinin koordineli ve kapsamlı eylemlerini sürdürmesinin gerekliliğini açıkladı.

Gazze’de Hamas Hareketi Siyasi Büro Başkanı, Gazze’deki son saha durumu, siyonist rejimin suçlarının durdurulmasına ve esir yakasına yönelik çabalar hakkında bir rapor sundu ve İran liderliğinin, hükümetinin ve ulusunun Filistin halkına verdiği desteği takdirle karşılayan ve bölgenin ve dünyanın özgür halklarının, özellikle de kahraman Yemen halkının Filistin davasına verdiği destek ve dayanışmayı öven Halil el-Hayye, “Siyonist rejim Filistin halkına karşı en iğrenç suçları işlemesine rağmen, Filistin halkının direniş ve meşru haklarını savunma kararlılığını yenilgiye uğratamayacaktır.” ifadesini kullandı.

Halil el-Hayye ayrıca, Gazze kuşatmasının kaldırılması ve Filistin halkına acil insani yardımların ulaştırılması, siyonist rejimin işgal ve soykırımı şiddetlendirme politikasına ve tüm bölgeye karşı savaş çıkarma girişimlerine karşı etkili bir şekilde mücadele edilmesi için küresel seferberliğin gerekliliğini belirtti.(Ajanslar)

Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı (UAEA), yayımladığı dönemsel raporunda müfettişlerinin İran’da casusluk yaptığını itiraf etti.

Associated Press’in haberine göre, UAEA’nın Çarşamba günü yayımlanan dönemsel raporunda, İran’ın Ağustos ayında bu uluslararası kurumun “iki deneyimli müfettişinin” görevini iptal ettiği belirtildi.

ABD’de yayımlanan Wall Street Journal gazetesinin muhabiri Laurence Norman da raporun bazı bölümlerini sosyal medyada paylaştı.

UAEA, İran’ın bu kararının gerekçesine dair şunları kaydetti: “İran’ın bu adımı, (müfettişlerin) bir hatasından sonra gerçekleşti. Zira Fordo tesisindeki çalışma alanında kalması gereken belgeleri Viyana’ya götürdüler.”

Buna rağmen UAEA, İran’ın bu kararını “gerekçesiz” olarak nitelendirdi.

Raporda ayrıca şu iddiaya yer verildi: “Vurgulanmalıdır ki bu belgeler tesislerin iç kısmına dair tasvirler içerse de, tesislerin güvenliğini tehlikeye atacak bir içerik barındırmamaktadır.”

Associated Press, UAEA’nın gizli bir raporuna ulaştığını iddia ederek, bu rapora göre İran’ın 13 Haziran’daki Siyonist rejim saldırısından önce zenginleştirilmiş uranyum stoklarını silah seviyesine yakın bir düzeye çıkardığını öne sürdü.

Associated Press’in iddiası şöyle:

“Gizli raporda ayrıca, İran ile Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı’nın (UAEA), Haziran ayında İsrail ve ABD tarafından bombalanan tesislerde denetimlerin yeniden başlatılması konusunda bir anlaşmaya varamadıkları belirtildi. Savaş sonrasında denetlenen tek tesis, Rusya’nın teknik desteğiyle çalışan Buşehr Nükleer Santrali oldu.

Raporda şu ifadeye yer verildi: BM müfettişlerinin savaş süresince (ABD ve Siyonist işgalcilerin BM Şartı’na aykırı saldırıları sırasında) İran’dan çekilmesi “genel güvenlik koşulları dikkate alındığında gerekliydi, ancak Tahran’ın daha sonraki kararıyla UAEA ile işbirliğini kesmesi derin bir üzüntüyle karşılandı.”

Associated Press’in iddiasına göre, Viyana merkezli UAEA raporunda 13 Haziran itibarıyla İran’ın yüzde 60 oranında zenginleştirilmiş 440,9 kg (972 pound) uranyuma sahip olduğu, bunun da ajansın Mayıs ayındaki son raporuna kıyasla 32,3 kg (71,2 pound) artış anlamına geldiği ifade edildi.

UAEA, daha önce 31 Mayıs’ta yayımladığı gizli raporda da benzer iddiaları dile getirmiş ve İran’ın “silah seviyesinde” uranyum stokladığını ileri sürerek Tahran’ın tam ve etkin işbirliği yapmasını talep etmişti. Bu raporda İran’ın 17 Mayıs’a kadar yüzde 60 saflıkta 408,6 kg uranyum zenginleştirdiği ve Şubat ayına kıyasla 133,8 kg artış kaydettiği iddia edilmişti.

Mehr haber ajansının haberine göre, bu raporun ardından UAEA Yönetim Kurulu, İran aleyhine bir karar çıkararak, Siyonist rejim ile ABD’nin saldırısına zemin hazırlamıştı. UAEA Başkanı Rafael Grossi ise Siyonist rejimin saldırısının başarısız olması ve İran’ın sert misilleme yapmasının ardından, yayımlanan son raporunun saldırının “ana gerekçesi olmadığını” iddia etti. Grossi, açıkça Siyonist rejim, ABD ve İngiltere, Fransa, Almanya gibi üç Avrupa ülkesiyle işbirliği yaparak bu “yanlış rapor” ile Siyonist rejimin İran topraklarına ve barışçıl nükleer tesislerine saldırmasına zemin hazırladı. Ancak saldırıdan birkaç gün sonra yayımlanan raporun devamında şu vurguyu yapmak zorunda kaldı: “Ajans, İran’ın nükleer silah peşinde olduğuna dair hiçbir bulguya ulaşmamıştır.”

İran Devrim Lideri Imam Ali Hamenei, İran ve Çin’in köklü medeniyet miraslarıyla bölgesel ve uluslararası alanda büyük dönüşümler yaratma kabiliyetine sahip olduğunu belirtti.


İran Devrim Lideri Imam Ali Hamenei, sosyal medya platformu X’teki hesabından Çince yaptığı paylaşımda, İran ve Çin’in bölgesel ve uluslararası sahalarda büyük dönüşümler yaratma kabiliyetine sahip olduğunu ifade etti.

Hamenei, paylaşımında, “Asya’nın iki ucunda köklü bir medeniyet mirasına sahip olan İran ve Çin, bölgesel ve uluslararası sahalarda büyük dönüşümler yaratma kabiliyetine sahiptir,” dedi.

İran lideri ayrıca, “Stratejik anlaşmanın tüm boyutlarının etkinleştirilmesi, bunu gerçekleştirmenin yolunu açacaktır,” diye ekledi.

Imam Hamenei'nin paylaşımı, İran Cumhurbaşkanı Mesud Pizişkiyan'ın Şanghay İşbirliği Örgütü (ŞİÖ) zirvesine katılmak üzere Çin’de bulunduğu sırada yapıldı.

Pizişkiyan'ın ziyaret kapsamında Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ile de bir görüşme yapması planlanıyor.(YDH)