کارگر

کارگر

Cuma, 30 Haziran 2017 08:49

Hz. Ali ve Kuran-ı Kerim

-Kamil insanın dengi olan Kuran’ın kendisi kâmil insan hükmündedir;
 
 
Hz. Ali’nin (a.s) sözlerinde Kuran’ın varlığı ve Kuran hakkındaki kılavuzluklarının başlıca öğeleri, üç temel esasa dayanmaktadır:

1- Ali’nin (a.s) sözlerinin içeriğinin Kur’anî içerikle uyumu, konularının Allah’ın kitabının ayetleriyle delillendirilmesi ve Kur’anî konuların Hz. Ali’nin (a.s) sözlerindeki zuhuru.

2- Müminlerin Emiri’nin (a.s), Kur’an^’ın özel ayetlerini şahit olarak göstermesi ve bazı özel durumlarda hikmet dolu Kur’an’ın ilahi ayetlerine sarılması.

3- Ali b. Ebi Talib’in (a.s) diliyle Kuran-ı Kerim’in hakikatlerinin tanıtımı, daveti ve beyanı.

İlk ve ikinci maddelerde yer alan başlıca öğelerin, üçüncü maddede yer alan öğelerden temel farklığı şudur ki ilk iki maddenin başlıca öğesi içeriden Kuran-ı Kerim ile irtibat halinde olması, ama 3. maddenin dışarıdan irtibat halinde olmasıdır. Bu yüzden önceki iki öğeyi Kuran tefsiri ve Kuranî kavramların açıklanması ve üçüncü öğeyi ise Kuranî ilimler ve temel esaslarını tanıma türünden kabul etmek mümkündür. Başka bir ifadeyle birinci ve ikinci maddelerin temel sonucu, Kuran’ın ne dediğidir. Ama üçüncü maddenin temel sonucu, Kuran’ın ne olduğu ve nasıl anlaşılabileceğidir.

Bazı kitap veya ilmi tekniklerin içsel ve dışsal tanımının birbirinden farklı olması mümkündür. Ama özel bir kitabı veya özel bir ilmi tekniği metnine istinad ederek dışsal tanımını temin etmek mümkün değildir. Ama Kuran-ı Kerim bu özelliğe sahiptir ve bu esas üzere önceki ve sonraki Kuran bilimini, bizzat Kuran’ın incelenmesiyle temin etmek mümkündür. Zira Kuran zahir, batın, evvel ve ahir olan Allah’ın kelamı ve kitabıdır. Eğer mütekellim ve kitap sahibinin iç ve dışı aynı olursa kelam ve kitabının derun ve harici de birbirine yabancı olmaz. Bu yüzden Kuran-ı Kerim’in derununu inceleyerek hem Kurani kavramları ve hem de Kuranî ilimleri elde etmek mümkündür. Yani hem Kuran’ın ne dediğini ve hem de Kuran’ın nasıl anlattığını anlamak mümkündür.

Hz. Ali (a.s) Kuran-ı Kerim hakkındaki tam bilgisi esasınca, Kuran bilimin birinci ve ikinci öğesini sunmakla birlikte, dışarıdan bu büyük semavi kitap hakkında incelemeye koyulan diğerlerine, Kuran bilimin üçüncü temel öğesini de öğretmiştir.
Kamil İnsanın İlmi

Hz. Ali b. Ebi Talib (a.s) kâmil insanın ve ilahi kâmil halifenin en açık bir örneğidir. Böyle bir insan Allah’ın güzel isimlerinin tecelli yeri ve yüce sıfatlarının mazharı olan imkân âlemindeki tüm hakikatleri bilmektedir.

“Ve Adem’e bütün isimleri öğretti, sonra onları meleklere göstererek, ‘Eğer doğru sözlü iseniz bunların isimlerini bana söyleyin’ dedi.” [1]

Ayeti esasınca Adem’in özel şahsiyeti değil de, ademiyetin yüce makamı olan kâmil insan bütün tekvini ve ilahi isimleri husuli ilimle değil, şuhudi bir ilimle bilmektedir ve böyle bir ilim, malumu (bilineni) bulmak ile birliktedir.

Bu açıdan Allah’ın güzel isimlerinin aynası olan tüm isimler ilahi halifenin müşahede ve ihata ettiği gerçeklerdir. Böyle bir vicdan (bulmak/ermek) ve ihata, kitabın mektuba (yazılmış olana) ihatası gibidir.
Kamil İnsan, Cami (Kapsamlı) Kitaptır

Eğer her varlığı bir kelime, ayet veya özel bir sure olarak kabullenecek olursak, kapsamlı varlık olan kâmil insan da bütün âlemdeki ayet ve surelere sahiptir. Böylesine bir ilahi halifenin hakikati, Allah’ın kapsamlı kitabıdır.

Önceki bilgiler ışığında anlaşıldığı üzere hiç kimse ismet Ehl-i Beyt’inden daha iyi bir şekilde Kuran’ı dışarıdan tanıtamayacağı gibi, Kuran’ın deruni muhtevasını da açıklayamaz.

Kamil insanın dengi olan Kuran’ın kendisi, kâmil insan hükmündedir; ondan daha üstün değil. Elbette mülk aleminde ve teklif yurdunda kâmil ve melekuti insanın düşük aşamaları, Kuran hakikatinde tabidir. Ama değerlendirme noktasında Kur’an’ın her aşamasında hesabını kamil insanın yüce makamlarından özel bir aşamayla kıyaslayarak dikkatle incelemek gerekir.

Kamil insan tüm kemallere sahiptir ve tüm kelimeleri ihtiva etmektedir. Bu yüzden de şöyle diyebilir:

“Bana kapsamlı kelimeler verildi.” [2]

Nitekim bu hakikat Resul-i Ekrem (s.a.a) hakkında nakledilmiştir. Peygamber-i Ekrem (s.a.a) Müminlerin Emiri (a.s) hakkında şöyle buyurmuştur:

“Ali’ye kapsamlı ilimler verilmiştir.” [3]

Gerçi “kapsamlı kelimeler” başlığı da yeterlidir. Zira kâmil insanın makamı, bir hakikatten fazla değildir ve mülk âleminde

“…ve nefislerimiz ve nefisleriniz.” [4]

Ayeti esasınca Ali b. Ebi Talib’in (a.s) mübarek varlığı, Resul-i Ekremin tertemiz ruhudur.

Dolayısıyla insanbilimci görüş sahiplerinin de şehadeti esasınca kamil insanın hakikati, diğer kitaplar, kelimeler ve varlıklara egemen olan, kuşatan kitabın ta kendisidir. Zira kamil insan Allah’ın en büyük isminin mazharıdır. Ama diğer varlıklar, diğer isimlerin mazharıdır.
Kamil İnsan, Allah’ın Halifesidir

Kapsamlı varlık olan insan, tüm her şeyi ihata eden Allah’ın halifesidir. Zira halifenin, halifesi olduğu varlığın boşluğunu doldurması gerekir. Dolayısıyla halifesi olduğu varlıkta herhangi bir boşluk yoksa halifesi, onun ihata ediciliğinin mazharı olur. İhata eden Allah’ın mazharı ise, kapsamlı varlığın ta kendisidir.

Müminlerin Emiri (a.s) ilahi hilafetin melekuti makamına sahip olan ilahi insanların faziletlerinden bazısını şöyle dile getirmiştir:

“İlim, hakikatin basireti üzere aniden onlara yönelmiştir; yakin ruhunu elde etmişlerdir; refah içerisinde olanların zor gördüğü şeyleri onlar kolay bulmuşlardır; cahillerin korkup kaçtıkları şeylere onlar ünsiyet etmişlerdir. Ruhları en yüce makama (Allah’ın rahmetine) asılı olduğu halde, bedenleriyle dünyada yaşamaktalar. İşte bunlar Allah’ın yeryüzündeki halifeleri ve halkı O’nun dinine davet etmekteler. Âh! Âh! Onları görmeyi ne kadar da arzuluyorum!” [5]

İnsanın yeryüzündeki hilafetinden maksat, hilafet sınırlarının yeryüzü ile sınırlı olması değildir. Aksine maksat, insanın hilafet bölgesinin çok geniş olduğudur. Ama insanın mülki ve elementsel varlığı yeryüzünde yaşamaktadır.
Kamil İnsan Konuşan Kuran’dır

Hz. Ali (a.s) kendisini Allah’ın halifesi ve velisi olarak anmaktadır. Nitekim mali ve sadaka işlerinden sorumlu olanlara yazdığı resmi mektubunun bir bölümünde şöyle demiştir:

“Sonra şöyle söyle: “Ey Allah’ın kulları! Al­lah’ın velisi ve halifesi, beni size gönderdi.” [6]

Aynı şekilde Hz. Mehdi’ye (ruhlarımız ona feda olsun) uyarlanan kamil insan hakkında da şöyle buyurmuştur:

“O, dinin hüccetlerinin bakiyesi, ilahi peygam­berlerin halifelerinden bir halifedir.” [7]

O halde dış evren, suskun kitaptır. İç evren; yani kamil insan ve ilahi halife ise konuşan bir kitaptır. Yazılı Kur’an, dış evrenin sırlarını bağrında taşımaktadır. Kamil insan ise bütün bu sırları kendi içinde müşahede etmektedir. Nitekim Şeyh Mahmud Şebosteri bu konuda Golşen-i Raz kitabının bir yerinde şöyle buyurmaktadır:

“Evreni tümüyle Hakk’ın nurunun ışığı bil,

Hak onun içinde açıklığından gizlidir,

Evren insan oldu ve insan bir evren,

Bundan daha temiz bir açıklama yoktur,

Evren senindir ve sen zavallı aciz,

Senden daha mahrumunu görmemiş kimse,

Evreni tümüyle kendinde görmelisin,

Sonunda gelecek her şeyi önceden görmelisin.”
Hilafetin Allah’a İsnadı

Bazen “halife” unvanı münezzeh olan Allah hakkında ifade edilmektedir. Örneğin Allah için salik, salih ve mütevekkil kulun halifesi denmektedir. Tıpkı mümin sıfatı gibi ki hem Allah ve hem de Allah’ın kulu hakkında kullanılmaktadır.

Allah hakkında halife unvanı Nehc’ül Belağa2da da vardır. Hz. Ali (a.s) yolculuğa çıkmak istediğinde yaptığı duasında şöyle buyurmuştur:

“Allah2ım sensin yolculukta yoldaşımız ve sensin ehlimizi bıraktığımız/emanet ettiğimiz. Bu ikisi senden gayrisinde toplanmaz. Zira ehlimizi emanet etti­ğimiz, bizimle yoldaş olamaz, bize yoldaş olan da ehli­mizle/ailemizle geride kalamaz. (Her yerde hazır/nazır olan sadece sensin.)” [8]

Allah hakkında halife unvanının kullanılmasını karmaşık hale getiren şey Allah’ın asaleti ve kulunun fer’i oluşudur. O halde hilafet için, aslolandan feri olanı doğru bir şekilde algılayabilmek nasıl mümkündür?

Aynı şekilde kul hakkında Allah’a oranla halife unvanının kullanımını zorlaştıran şey, her şeyi ihata eden, hiçbir zerreden uzak olmayan Allah’a oranla kulun hilafeti hakkında doğru bir düşüncenin olmayışıdır. Zira Allah hiçbir şeyden uzak ve gaib değildir ki Allah için bir halef ve öte diye bir şey düşünülebilsin ve bu kulu, Allah’ın gıyabında Allah’a ait işlerin yönetimini üstlenebilsin.

 Ali B. Ebi Talib, Kuran-ı Hekim’in Tanıtıcısıdır

Kuran’ı çeşitli boyutlarını incelemek için Müminlerin Emiri’nin liyakat ve uygunluğu iki cihetten ispat edilebilir:

1- Hz. Ali (a.s) tertemiz Ehlibeyt’ten (a.s) sayılmaktadır. Dolayısıyla o mukaddes zatların Kuran ve marifetleri hususunda liyakatini ve ehliyetini ispat eden deliller, Hz. Ali’yi (a.s) de kapsamıştır.

2- Hz. Ali’nin (a.s) ilmi ve ameli salahiyeti hususunda çok özel naslar mevcuttur.
Ehl-i Beyt (a.s) Kuran’ın Yegâne Tanıtıcısıdır

Ehlibeyt’in tayin edilmesinin önceliğinin ve Kur’anî kavramlar ve ilimleri açıklamak için kesin ehliyetinin delillerinden biri de, Sünni ve Şia’nın senet ve metnine kesin olarak inandıkları Sekaleyn hadisinin yanı sıra, Hz. Ali’nin (a.s), ismet Ehlibeyt’inin azameti hakkındaki sözlerdir. Nitekim Hz. Ali (a.s) Nehcul Belağa’da şöyle buyurmaktadır:

“Allah’ın sırrının yeri, emrinin sığı­nağı, ilminin kay­nağı, hükümlerinin merkezi, kitapları­nın barınağı, dininin dağları Ehlibeyt’tir. Dinin bel büküklüğü onlar ile doğ­rulur ve titremesi onlar saye­sinde gider, dincelir.” [9]

“Bu üm­metten hiç kimse Muhammed’in (s.a.v) Ehlibeyt’iyle mukayese edilemez. Hiç bir zaman (Ehl-i Beyt’in) nimetlerinin üzerine aktığı kimseyle (Ehl-i Beyt) bir sayıl­maz. Onlar dinin esası, yakinin direğidir… Velayet hakkının özellikleri sa­dece onlarındır. Vasiyet ve veraset de onlar­dadır.” [10]

“Hidayet bizimle istenebilir, körlük bizimle giderilebilir.” [11]

“Kuran’ın yücelikleri onlardadır. Onlar, rahmanın hazineleridir; konuştukları zaman doğru söylerler. Sus­tuklarında kimse onları geçemez.” [12]

“Onlar, (Ehlibeyt) ilmin hayatı ve dirilişi, cehaletin ölümüdürler. Size, hilimleri ilimlerinden, zahirleri batınlarından ve sükûtları konuşmalarındaki hikmetlerinden haber verir. Hakta ay­rılığa düşmez, ona karşı durmazlar. Onlar, İslam’ın di­rekleri ve halkın sığınaklarıdır. Hak, onlarla yerine ge­lir, batıl onlarla yerinden ayrılır ve dili kökünden kesi­lir. Dinin hükümlerini işitip rivayet ederek değil, kavra­yıp uygulayarak anlamışlardır. Çünkü ilmi rivayet eden çoktur, ama riayet/amel eden çok azdır.” [13]

“Şüphesiz Allah, bizleri tertemiz kıldı, bizi masum kılıp korudu, bizleri yaratıkları üzerinde şahitler, kulları üzerinde hüccetler kıldı. Bizleri Kur’an ve Kur’an’ı da bizlerle beraber eyledi: Böylece ne biz ondan ve ne de o bizden ayrılmaz.” [14]

“Nereye gidiyorsunuz? Nasıl da döndürülüyorsu­nuz?… Oysa Nebinizin Ehlibeyt’i aranızdadır. Onlar hakkın öncüleri, dinin alameti, doğruluğun dilidirler. Onları Kur’an’ın en güzel menzillerine (kalplerinize) indirin. Susuz kimsenin suya koşuşu gibi onlara koşun. Ey insanlar! Son Peygamberin söylediği şu sözü alın. ‘Bizden olup da ölen gerçekte ölmemiştir ve bizden olup da eskiyen gerçekte eskimemiştir” [15]

“Bizler Peygamberlik ağacı, risaletin indiği mekân ve meleklerin in­ip çıktığı yeriz; ilmin madeni, hükmün kaynağıyız.” [16]

“Çünkü bizler Rabbimiz tarafından terbiye edilmiş kişileriz ve halk da bizim tarafımızdan terbiye edilmektedir.” [17]

Ehlibeyt’in ilmi ve ameli faziletleri Nehcul Belağa’da yer alanlardan çok daha fazladır. Hakeza söz konusu kitapta yer alanlar bile orantı olarak burada naklettiklerimizden çok daha fazladır.

Ayetullah Cevadi Amuli

[1] Bakara, 31.

[2] Bihar’ul Envar, c. 16, s. 323

[3] Bihar’ul Envar, c. 8, s. 27

[4] Al-i İmran suresi, 61.

[5] Nehc’ul Belağa, 147. Söz.

[6] Nehc’ul Belağa, 25. Mektup.

[7] Nehc’ül- Belağa, 182. Hutbe.

[8] Nehc’ûl Belağa, 46. Hutbe.

[9] Nehc’ul Belağa, 2. Hutbe.

[10] Nehc’ul Belağa, 2. Hutbe.

[11] Nehc’ul Belağa, 144. Hutbe.

[12] Nehc’ul Belağa, 154. Hutbe.

[13] Nehc’ul Belağa, 239. Hutbe.

[14] Mustedreku’l-Nehci’l-Belağa, s. 183

[15] Nehc’ul Belağa, 87. Hutbe.

[16] Nehc’ul Belağa, 109. Hutbe.

[17] Nehc’ul Belağa, 28. Mektup.

ehlader

 Gazeteci yazar Abdurrahman Dilipak,yazısında iktidar ve çevresinin düştüğü durumu ve gücün, kendilerine neler yaptırdığını itiraf etti.

“Başımızda gelen felaketler, Şeytanın ve düşmanlarımızın hilelerinin sonucu değil, bizim zaaf ve yanlışlarımızın sonucudur.” diye yazan Dilipak, “Biz zalimlerden olduk” ifadelerini kullandı. “‘Allah’ın ipi’ni bıraktık, Allah da bizim ipimizi bıraktı.” diyen Dilipak, “Bugün iktidar ve servet bizi şımarttı. Gücümüz ve servetimiz aklımız ve imanımızın önüne geçti. Sabrı ve şükrü bırakıp dünya malı, makamı için birbirimizle didişmeye başladık.” şeklinde yazdı.

Dilipak yazısının devamında İslamcı camiaya eleştirilerini tek tek sıralamaya devam etti.

Dilipak’ın yazısı şöyle:

“Bu milletin tarihi, kültürü, geleneği, “üs-sül esası” din-i Mübin-i İslam’dır.

Din elden giderse devlet de gider. Devletinizi kaybederseniz ne millet, ne memleket kalır, ne de bir düzen.. Sadece öbür dünyada Cehenneme gitmezsiniz, bu dünyanız da Cehenneme döner..

Bu sadece Müslümanlar için değil. Bu memlekette solcularınız, liberalleriniz, sekülerleriniz de kültürel aidiyet olarak “Müslüman”dırlar. Bu dini bir değer ifade etmese de böyledir.. Hristiyanlar, Marksistler bile öyle..

Türkiye’deki Ortodoksların ibadetleri, duaları, müzikleri, kültürleri büyük ölçüde İslam’dan etkilenmiştir.

Öbür taraftan baktığınızda, İslam düşmanlarının eline düşerseniz, Alevi- Sünni, Şii-Selefi diye bakmaz. Adına bakar, doğum yerine bakar. Nereden geldiğine bakar ve sizi affetmez. Bugün onları tabii müttefikleri gibi görseler de, yarın ellerine düştüklerinde ne olacağını görürler..

Türkiye düşerse Suriye’den beter oluruz ve son pişmanlık fayda vermez..

Hemen böyle bir tehlike yok. Ben 15 Temmuz gibi bir silkiniş ve uyanışlarla bütün bu oyunların tersyüz edileceğini düşünüyorum.. Bir silkinişle, ölü toprağını, cehennem küllerini üstümüzden atabiliriz..

Önce şunu itiraf edelim: İnni küntü minezzalimin (Biz zalimlerden olduk). Başımızda gelen felaketler, Şeytanın ve düşmanlarımızın hilelerinin sonucu değil, bizim zaaf ve yanlışlarımızın sonucudur. Şeytan ve onun askerleri, Allah’ın müttaki kullarına hiçbir zarar veremez. Biz “Allah’ın ipi”ni bıraktık, Allah da bizim ipimizi bıraktı. Ve biz kendi hakkımızdaki hükmümüzü değiştirmeden Allah bizim hakkımızdaki hükmünü değiştirmeyecek..

Biz bu noktaya nasıl geldik ona bakın. Doğru ve güzel şeyler de yaptık, yanlışlar da yaptık.

Bakın 28 Şubat’ta zulüm vardır ve direndik. Ama bugün iktidar ve servet bizi şımarttı. Gücümüz ve servetimiz aklımız ve imanımızın önüne geçti. Sabrı ve şükrü bırakıp dünya malı, makamı için birbirimizle didişmeye başladık.. Hızla dünyevileşiyoruz.

Bakın Graham Fuller, 12 Mart sonrası bunun farkına varmıştı. Servet ve iktidarın Müslümanlar üzerindeki dönüştürücü gücünü görmüştü. Fetullah Gülen bu projenin ürünü olarak hayat buldu.

Evet “servet ve iktidar dönüştürücüdür”. Biz bu gücü, toplumu ve devleti, kendi inanç, tarih ve geleneğimiz doğrultusunda dönüştürmek için istedik. Ama bu güç, önce kendine sahip olanları dönüştürmeye başladı. Farkına varmadan dönüşüyor / dönüştürülüyoruz.

İktidar ve servet bizim “İsmailimiz” olabilecek mi? İşte asıl mesele bu.. Aklımız ve imanımız mı servet ve gücümüze yön verecek, yoksa servet ve gücümüz mü aklımız ve imanımıza yön verecek..

Gelenek ve kültür ile din aynı şeyler değil. Elbette birbirini destekler ya da dejenere edebilir, etkileyebilir, etkilenebilir ama aynı şey değil..

Elbette servet ve iktidara ihtiyacımız var, ama din, bunlara ulaşmanın basamağı olmamalı. Dini hedeflere varmak için bunlar basamak olmalı. Önceliklerimiz yer değiştirmemeli..

Bu işlere girerkenki düşüncelerimiz, bakış açımızla, bugün geldiğimiz yer aynı mı? Bana göre aynı değil.

Çile’yi yüceltiyorduk, şimdi “Haz”ı, dün “Tevazu”yu yüceltiyorduk, şimdi “kibir”le tanışıyoruz, dün “veriyorduk”, şimdi almaya çalışıyoruz. Dün ölümü ve ötesini düşünüyorduk, şimdi yaşamanın hazzı ve keyfini düşlüyoruz.. Müstekbirleri taşlarken, gün gelip bizim müstekbirleşeceğimizi hiç düşünmemiştik.. Kimi radikallerimize baksanıza nasıl savruluverdiler. Sorun şu: Bu sayı artarak devam ediyor. Bunu durdurmamız, geri çevirmemiz gerek.

Aslında burada da temelde bir terslik yok. Bilmediğimiz, beklemediğimiz bir dünya ile karşılaştık. Zaten biz ahir zaman peygamberinin ümmetiyiz. Dünyada her şey çok farklı gelişiyor. Bilim, teknoloji, media, sanat, eğitim, internet, devlet, düzen hepsi çok farklılaştı. Herkes birbirinden etkileniyor. Şeytanın hileleri bugün daha keskin. Ekonomik, sosyal, siyasal şartlar çok da olumlu değil.. Bir kırılma yaşanacaktı, yaşıyoruz.

Kimimiz din büyüklerimizi İlah ve Rab edindik.. Peygamberlerin bile sahip olmadıkları güçleri onlarda vehmetmeye başladık.. Şeytan’ın bizleri Allah’la aldatmaması için Kur’an-ı Kerim bizi uyarmıştı ama yine aldandık. Bizden öncekilerin düştükleri çukura biz de düştük. Şimdi düşünüp bu yoldan uzaklaşmamız gerek..

İşin aslı şu: Kur’an-ı Kerim’in bize bir teklifi var, atalarımızın dininden Allah’ın dinine dönmek! Şunu görelim, Allah’ın dini yeri göğü, ölümü veya hayatı açıklar, bizim kimilerimizin yaşadığı din karı ile koca arasındaki ihtilafı bile çözmüyor. Allah’ın dini bizi kardeş yapar, ama öbür taraftan yaşanan dini bunlar düşman yapıyor, Allah’ın dinine inananlar, insanları Allah’a, resulüne ve kitaba çağırır. Bizimkiler, kendi mezhebine, tarikatına, liderine, şeyhine, kendine çağırıyor. İşi ehline vermiyorlar, haksızlık kimden gelirse gelsin, kime yönelik olursa olsun, mazlumdan yana olup, zalime karşı çıkmıyorlar. Hani zalim babamız da olsa, mazlum düşmanımız da olsa, adaletten sapmayacaktık!

Söyleyecek söz çok. Ama bugünlük bu kadar. Namaz kılalım ama yetimi de görüp gözetelim ki, amellerimiz boşa gitmesin.. “Ey iman edenler, iman ediniz” ayetinin bize verdiği mesajın üzerinde düşünelim.. Ramazan Bayramı’nı geride bıraktığımız bu günde, ramazanın ruhaniyeti, bereketi üzerimizde daim olsun inşallah. Kıyısına geldiğimiz ateş çukurunun kenarından kurtulmak için iş işten geçmeden bir şeyler yapalım. Allah’ın ipinden tutunalım ki, Allah’ın yardımı bize ulaşsın. Selâm ve dua ile..”

ajanslar

Yakın zamana kadar DEAŞ ile mücadelede SDG/YPG üzerinden tek başına hareket eden ABD artık diğer kamp ile rekabet etmek durumunda.


 Suriye iç savaşında her aktör kontrol ettiği alanları genişletme çabası içinde. Türkiye-Rusya ve İran garantörlüğünde imzalanan çatışmasızlık bölgeleri anlaşması sayesinde askeri mücadele DEAŞ bölgeleri yani Suriye’nin doğusu ve kuzeydoğusunda yoğunlaşmış durumda.

DEAŞ bölgelerinin ele geçirilmesi için iki kamp mücadele halinde ve bu rekabet Haziran 2017 ayı başından bu yana giderek kızışmaya başladı. Rekabet eden kamplardan birincisi Rusya liderliği ve hava desteği altında ilerleyen Suriye rejimi, İran ve İran destekli milis güçleri. Diğer kampın liderliğini ise ABD yapıyor ve kara gücü olarak kuzeydoğuda SDG/YPG, güneyde de Dera merkezli muhalifler yer alıyor.

ABD İLE RUSYA AYNI BÖLGELER İÇİN MÜCADELE EDİYOR
İki cephenin mücadelesinde Ürdün sınırındaki Tanf, Irak sınırındaki Ebu Kemal ve Fırat Havzası üzerinde yer alan iki büyük şehir Rakka ve Deyr ez-Zor’un öne çıktığı görülmekte. ABD ve Rusya’nın artık aynı bölgeler için mücadele ediyor oluşu nedeniyle 2017 Haziran ayı boyunca taraflar birkaç kez doğrudan karşı karşıya geldi.

İlk mücadele Tanf’ta yaşandı. ABD’nin Suriye ordusu ve İran destekli milisleri havadan vurmasına rağmen Suriyeli muhaliflere karşı ilerleyen rejim güçleri Tanf’ın kontrolünü ele geçirdi. Bu hamle Suriyeli muhaliflerin Deyr ez-Zor’a ilerlemesinin önünü kesmek için kritik önemdeydi. Buna paralel gelişme Suriye’nin kuzeydoğusunda yaşandı. Halep’in doğusuna uzun süredir yığınak yapan Suriye ordusuna bağlı özel bir birim olan “Kaplan Güçleri” Fırat Nehri’nin batı kıyısına paralel şekilde ilerlemeye başladı. Büyük önem taşıyan Meskene'nin ele geçirilmesi ile önü açılan rejim kısa sürede, SDG/YPG tarafından ele geçirilen Tabka Askeri Üssü’nün güneyine kadar ilerledi. Akabinde SDG/YPG alanlarının güneyinden ilerleyen rejim güçleri Rakka şehir merkezine de çok yaklaşmış oldu.

Rejim güçleri ile YPG arasında çatışmalar
Tam bu sırada çok kritik bir gelişme yaşandı. Rejim güçlerinin Rakka’ya yönelmesini engellemek isteyen SDG/YPG, ABD ve Rusya arasında varılan anlaşma uyarınca çizilen sınırı aşarak rejim güçlerine Jadin yerleşiminde saldırı düzenledi. Bunun üzerine rejim SDG/YPG’yi havadan hedef aldı ve sonrasında rejime ait savaş uçağı ABD tarafından düşürüldü. ABD’nin sahadaki müttefiklerini korumak adına attığı bu adıma karşılık Rusya kendi ortağı rejime koruma sağlamak adına Suriye'de ABD ile imzalanan uçuş güvenliği anlaşmasını iptal ettiğini açıkladı. Bu gelişmenin hemen ertesinde ABD Tanf bölgesinde rejimi yanlısı olarak tanımladığı İran yapımı bir insansız hava aracını da düşürdüğünü açıkladı.

Yakın zamana kadar DEAŞ ile mücadelede SDG/YPG üzerinden tek başına hareket eden ABD artık diğer kamp ile rekabet etmek durumunda. Rusya liderliğindeki cephe giderek YPG bölgelerine ve dolayısıyla ABD nüfuz alanlarına yaklaşmakta ve bu da çatışmayı beraberinde getiriyor.

Çatışmanın son sahnesi Deyr ez-Zor
Bu çatışmanın belki de son sahnesi Deyr ez-Zor’da yaşanacak. Tam da bunu işaret edercesine İran, Suriye uçağının düşürüldüğü gün Kirmanşah’tan fırlatılan füzelerle Deyr ez-Zor’daki DEAŞ hedeflerini vurdu. Suriye’deki bu gelişmelere paralel olarak Irak’ta İran destekli milis grupları Suriye sınırına ulaşmayı başardı. Tanf’ta kontrolü ele geçiren rejim güçlerinin hedefinde ise Irak sınırı boyunca ilerleyerek Ebu Kemal sınır kapısını ele geçirmek olacaktır.

Askeri gelişmeler bu şekilde devam ederse İran, İran destekli milis gruplar ve rejim güçleri Irak ve Suriye sınırında birleşecek. Deyr ez-Zor ise bu hedefe ulaşmak için son kalelerden biri olacak. Eğer bu coğrafi bütünlük sağlanabilirse İran ve rejimin bir sonraki hedefleri Haseke ve Kamışlı olacaktır. YPG kontrolü altındaki bu yerlerde rejimin zayıf bir varlığı söz konusu. Şimdiye kadar YPG ile sürdürülen anlaşma çerçevesinde varlığını idame ettiren rejim güçleri Suriye’nin doğusunda güçlenmesine paralel olarak daha önce YPG’ye 'emanet' ettiği bu yerleşimleri geri almak isteyecektir. Bu durumda şimdiden işaretleri görülmeye başlanan Rejim/İran-YPG çatışmasının yaşanması yüksek ihtimal.

YPG yeni ittifaklar peşinde
ABD rejim uçağını düşürerek sahadaki müttefiklerini koruyacağının işaretini veriyor. Ancak bahsedilen mücadelede İran’ın elinin daha güçlü olduğunu söylemek mümkün. Kuzeydoğu Suriye’deki durum ABD açısından giderek bir çıkmaza bile dönüşebilir. DEAŞ ile mücadelenin bittiği bir ortamda ABD’nin Suriye’deki askeri varlığının meşru ve hukuki zemini de ortadan kalkacak.

ABD, YPG eliyle kurduğu yapıyı İran, Suriye ve Irak gibi aktörlere rağmen korumaya çalışacak. ABD’nin hava gücü ve teknolojik üstünlüğüne rağmen söz konusu aktörler kendi toprakları olarak gördükleri yerlerdeki ABD varlığı ve kendileri dışındaki silahlı yapıları beka sorunu olarak görmekteler. İran kampının Suriye’nin kuzeydoğusunu ABD için güvenli olmayan bir alana dönüştürmek için şimdiden çaba sarfettiklerini söylemek mümkün. İran destekli güçlerin Suriye’nin doğusunda ilerlemesine paralel Münbiç, Meskene, Haseke ve Kamışlı gibi yerlerde Suriye rejimine bağlı İran destekli yerel milis gruplar oluşturulmaya başlandı bile. Suriye Haşdi Şabi’si adı altında örgütlenen grupların hedefinde YPG yani ABD bulunuyor.

YPG de artan İran ve rejim baskısının farkında ve bu nedenle bölgede yeni bir ittifak ağı kurma peşinde koşuyor. Bazı haberlere göre Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri, ABD, İngiltere ve Ürdün yetkilileri Haseke şehrinde bir araya gelerek İran’ın ilerlemesinin durdurulması karşılığında YPG’ye destek verilmesi konusunda uzlaştı. Bütün bunlar YPG’nin bugüne kadar 'başarı' ile sürdürdüğü kamplar arasında açık tercih yapmadan herkesin desteğini alma stratejisinin artık sonuna gelindiğini gösteriyor. YPG/PKK giderek tercihe zorlanıyor ve bu da onu çatışmanın tarafı haline getirecek.

ABD'nin ödeyeceği bedel yüksek olabilir
ABD açısından durumu daha karmaşık hale getiren ise söz konusu mücadelede hiçbir bölgesel aktörü yanına almamış olması. İran’ın başarı şansını artıran da bu. İran bir taraftan Rusya sayesinde ABD’ye karşı ciddi bir denge sağlıyor ve hatta Suriye hava sahasını ABD için riskli hale getirebiliyor. Diğer taraftan Suriye, Irak, Lübnan’daki vekilleri aracılığı ile sahada en güçlü aktör.

Türkiye uzun zaman ABD’yi Rakka operasyonunu birlikte yapmaya ikna etmeye çalıştı ancak bu teklifi karşılık bulmadı. ABD’nin devlet dışı bir aktör ve Türkiye’nin de yaşamsal çıkarlarına tehdit olarak gördüğü bir terör örgütü üzerinden bu ittifaka karşı nasıl direnebileceği büyük bir soru işareti.

Türkiye sınırın öte tarafında ABD açısından işleri kolaylaştırmak için değil tersine koşullar oluştuğunda YPG ile mücadele için bekliyor olacak. ABD halen uluslararası sistemin en güçlü aktörü ve oyun değiştirici bir rol üstlenebilir. Ancak bu hamle ABD açısından çok fazla maliyetli olacaktır. İran ve Suriye’nin sorunu yaşamsal görmesi bedel ödeme kapasitelerini artırıyor. Dolayısıyla Suriye’nin kuzeydoğusundaki mücadelenin nasıl sonuçlanacağı, “ABD’nin Suriye’de kendi nüfuz alanını ve YPG bölgelerini korumak için ne kadar bedel ödemeye hazır olduğu” sorusunun yanıtında gizli.

[Oytun Orhan - Ortadoğu Stratejik Araştırmalar Merkezi (ORSAM) Uzmanı]

Cuma, 30 Haziran 2017 08:35

Irak IŞİD'in sonunu ilan etti  

Irak'ın Musul kentinde IŞİD'e karşı altı aydır devam eden operasyonda kritik bir eşik aşıldı. IŞİD'in 'halifelik'ilan ettiği caminin geri alınması sonrası Irak Başbakanı Abadi 'DAEŞ devletinin sonunu' ilan etti.


Abadi, caminin el değiştirmesi sonrası ‘DAEŞ devletinin son bulduğunu’ belirterek şu ifadeleri kullandı: “El Nuri Camisi’nin ve El Habda minaresinin ulusun kontrolüne dönmesi, DAEŞ’in sahte devletinin sonunun geldiğini gösteriyor.”

Irak Başbakanı, Irak güçlerinin IŞİD’le ‘son militanı yakalayıp öldürünceye kadar’ mücadeleyi sürdüreceğini belirtti.

NE OLMUŞTU?

IŞİD, Musul’un sembolü sayılan camiyi ve kente ‘kambur’ lakabını veren eğik minaresini geçen hafta havaya uçurmuştu.

Örgüt, 12’inci yüzyılda inşa edilen camiyi Haziran 2014’te ele geçirmiş, Irak ve Suriye’deki ‘halifeliğini’ de burada ilan etmişti. O tarihten bugüne dek eğik minarede IŞİD bayrağı dalgalanıyordu. 

İran Dışişleri Bakanı Sözcüsü Behram Kasımi Amerika yönetimini Suriye’de her türlü tek yanlı yanlış bir hareket konusunda uyardı.
Son günlerde Amerika’nın Suriye yönetimini kimyasal saldırı hazırlığı gibi bir iddia ile suçlayarak Suriye’ye önleyici saldırı düzenleme ihtimali gündeme gelmesine tepki gösteren Behram Kasımi uluslararası camiadan Amerika’nın bu tür maceracılığını ve bölgede güvenlik ve insani bakımdan doğuracağı vahim sonuçlarını önlemesini istedi.
Kasımi, bu tür hareketlerin bölgede son nefeslerini çeken terörün konumunu yeniden takviye etmek ve teröristleri Şam yönetimini suçlatmak için kimyasal saldırı yapmaya teşvik etmek için yapıldığını bildirdi.

Çarşamba, 28 Haziran 2017 02:06

Tebriz’e Seyahat

 Seyyahların, yolcuların, kervanların durağı bir şehir. İlkelerin, şairlerin, sanatçıların şehri…

İran’da dillerde dolaşan Tebrizli ve İsfahanlıların arasındaki tatlı bir o kadar da hırçın rekabetin meşhur sözü…

İsfahan nisfi cihan eğer Tebriz ne başed.

İsfahan dünyanın yarısı eğer Tebriz olmazsa.

Tebriz; tarih kokan sokakları, pazarı, mimari yapılarıyla, edebiyatıyla, sanatıyla, bir iktisat şehri olmasıyla gerçekten bu sözü hak ediyor.

Tebriz’i anlatırken insan şaşıp kalıyor nasıl anlatayım Şems’in, Şehriyar’ın şehrini, Şah İsmail’in devletinin payitahtını, Settar Han’ın, Bağır Han’ın meşrutiyet mücadelesinin, İslam İnkılabının başladığı şehri, ilklerin şehri…

Tebriz’in merkezinde yer alan ve dünyanın en büyük kapalı pazarı Tebriz pazarındayız. Coğrafi olarak tarihi İpek ve Baharat yolunun önemli bir durağı olan şehrin tarihi kapalı pazarı, bu günde İran’ın en önemli ticaret merkezi sayılmaktadır. Tebriz pazarı müzesi açılışı yapılıyor. Pazar, zaten canlı bir tarih olmasıyla insanı alıp geçişe götürürken üstüne bir de pazarın geçmişini anlatan müzeyi görmek, dönemin dükkanlarını, ürünlerini görmek başka bir şey. 

Müzenin içinde pazarın kuruluşundan itibaren halka hizmet veren; ticarethane, daruhane (eczane), sahaf, aktar, demirci, mobilyacı, ip boyama dükkanı, halıcı, terzi, Devlet Telgraf İdaresi, fotoğrafçı gibi dükkanlar dönemin ürünleri ile sergilenmekte.

Bakınca insanı farklı diyarlara götüren müzedeki bu dükkânlarda ne mi var? Daruhanede; dönemin ilaç kapları, büyük ve küçük kavanozlardaki ilaçlar ve ilaçların yazıldığı defter yer alırken, demircinin çekici, örsü; terzinin makası, ipleri ve çok çalışmaktan yorulan gözlerine ışık veren gözlüğü ve kim bilir hangi genç kızın erkeğin hayalini süsleyen elbiseler; doğal renklerle elde edilen boyaların iplere hayat verdiği ip boyama dükkanı; Fotoğrafçının deklanşörüyle anı durduran, siyah beyaz fotoğrafların olduğu, herkesin büyük bir heyecan ve en güzel giysileriyle karşısında poz verdiği fotoğraf makineleri, ticarethanedeki tacirlerin abaküs hesap makineleri; sahafçıda ciltlenen kitaplar;  telgraf idaresindeki uzakları yakın eden telgraf makinesi; evlerin içini duvarlarını süsleyen renk cümbüşü halılar… 

Müzeden sonra pazara girelim diyoruz. Büyük bir heyecanla adımlıyoruz yolları ve kısa bir süre sonra pazarın girişindeyiz. Uzunca koridorlar ve bu koridorlara bağlı başka koridorların yer aldığı labirent gibi bir Pazar. Tebrizli arkadaşımızın deyimiyle içine girdiğinde kaybolacağın, her defasında nereden çıktığını bilmediğin bir yer.

Pazarın içinde; halı, ayakkabı, altın, baharat satılan çarşıları var. Neredeyse aradığın her şeyi bulabileceğin bir pazar. Yine namaz kılmak, kuran okumak, oturup sohbet etmek, uzanıp biraz dinlenmek için camiler, soluklanmak için duracağın, içinde havuzların olduğu bahçeler. Pazarda sıradan bir dükkanlar topluluğu değil canlı bir hayatın merkezi, burası dünyanın yarısı…

Vitrinlerindeki, kapı önlerindeki ürünlerle gözlerimize bayram yaşatırken, pazarın sesi insanı alıp götürüyor. Dükkan sahipleri buyur ediyor, çay ikram ediyorlar hele ki Türkiyeli olduğumuzu söylediğimizde ayrı bir ilgi gösteriyorlar dükkanlarına, evlerine davet ediyorlar. Sohbet ederken arada farsça kelimeler kullanmalarına rağmen aynı dili konuşuyoruz. Aynı kültürün, aynı coğrafyanın, aynı inancın insanlarıyız diyor dükkan sahibi tüm içtenliği ve samimiyetiyle. 

Pazar içinde ilerledikçe ayrı bir hikaye, ayrı bir tarih çıkıyor insanın karşısına. Dar geçişlerde dükkanlara gelen mallar, yeni bir şey almanın mutluğunu müşterilerin ve satıcıların davetleri sürüp gidiyor. Kalabalığın arasında hayatın ve yılların yükü yetmezmiş gibi birde hamallık yaparak geçimini sağlamaya çalışan yaşlı amcayı görüyorum, görünüşünden belli olan ağır halıyı omuzlamış insanlara çarpmamak için özür dileyerek hızlı bir şekilde gidiyordu, yardım teklifinde bulundum. Gideceğin yere kadar ben götüreyim dedim hızını kesmeden yüzüme gülümsedi ve bu yükler hafif diye teklifimi kabul etmedi. Hızlıca geçip giderken bir fotoğrafını çektim… 

Pazarın bahçelerinden birindeyiz, biraz dinlenelim dedik, esnaf ve halkın sohbetleri, pazarın mistik kokusu tarif edilemez…

Tekrar pazarın içine dalıyoruz, halı çarşısının ayrı bir yeri var pazarda. Tebriz’in meşhur halıları rengarek bir destan gibi, bir taraftan ustalar halıları ilmik ilmik dokurken bir taraftan sıkı pazarlıklar yapılıyor.  Dükkanlar, hikayeler bitmek bilmiyor her dükkan her hikaye bir başka güzel… 

Tebriz’e gelmişken Şehriyar’a gitmemek olmazdı. Şairler Türbesindeyiz. Heyder Babanın, Ali Ey Humay-ı Rahmet, Yar Kasidi ve nice şiirlerin yazarı Şehriyar. İçerisinde Şehriyar’la birlikte 400’e yakın şairin mezarını barındıran türbede Şehriyar’ın kendi sesinden şiirler okunuyor. Türbenin içerisinde kitap satış bölümünde Şehriyar’a ait ürünler başta olmak üzere birçok kitap satılıyor. 

Bir diğer durağımız El Gölü Parkı ya da eski adıyla Şah Gölü parkı. Ne zaman kurulduğu belli olmayan, içinde 12 metre derinliğinde bir su havuzu ve bir saray bulunan park Kaçar Hanedanlığı devrinde bir yazlık saray olarak kullanılmış şimdi ise şehir halkının buluştuğu, dinlendiği, huzur bulduğu bir yer olarak kullanılmakta. Genci yaşlısı demeksizin herkes orada, oldukça kalabalık olmasına rağmen güzel bir mekan.

Bu kadarla bitmiyor Tebriz daha çok gezilecek yeri var. Müzeler, camiler, tarihi kalıntılar… bir güne anca bu kadarı sığdı.

Adem Namlı

İran İslam İnkılabı Rehberi Imam Hamanei, Tahran'daki İmam Humeyni Musallası'nda eda edilen Bayram namazının hutbelerinde konuştu.İran İslam İnkılabı Rehberi Imam Hamanei, Tahran'daki İmam Humeyni Musallası'nda eda edilen Bayram namazının hutbelerinde konuştu.

Imam Hamanei Bayram namazı hutbelerinde, “Düşmanın kültürel alana sızıp sorun teşkil etme yönündeki boşluklar gayet fazladır. Buna karşı hükümetin yanı sıra millet de sorumlu olmalıdır” diye konuştu.

Toplumda gönüllü olarak hareket etmenin anlamına değinen İnkılap Rehberi, sözlerine şunları ekledi: Gönüllü hareket etmenin anlamı bağımsız ve aynı zamanda tertemiz kültürel çalışmalar yapmaktır. Bunun anlamı yasadışı bir eylemde bulunarak İnkılap yolunda adım atanları utandırmak değil. Halbuki inkılapçı taraf, herkesten daha fazla ülkenin düzeniyle huzurunu koruyup yasaların doğru şekilde uygulanmasını gözetlemelidir.

Toplumsal hazinelerin korunması gerektiğine de işaret eden İslam İnkılabı Rehberi, “Bu hazinelerin korunması için milletimiz birliğini muhafaza altına alıp İnkılap’ın amaçları yönünde ilerlemelidir. Bu doğrultuda da en erken zamanda yeni hükümetin oluşmasıyla birlikte ülkenin geleceğine yönelik büyük işlerin yapılmasını temenni ediyorum” beyanatında bulundu.

Bahreyn ve Yemen krizlerini hatırlatan Imam Hamanei, “Bu sorunlar İslam’ın vücudu üzerinde büyük yaralar oluşturmuştur. Dolayısıyla İslam dünyası bu ülkelerdeki mazlum insanları destekleyerek Ramazan ayında bunlara zülm edenlerden kendisini ayırmalıdır. İran milleti bu büyük İslami hareketinin arkasında yer alabilir” ifadelerinde bulundu.

İslam İnkılabı Rehberi hutbelerin sonunda şu açıklamlarda bulundu: Büyük başarılara imza atan İran halkı kendisiyle onur duymalıdır. Zira mübarek Ramazan ayından kısa süre önce görkemli bir seçime katılıp büyük bir destan yazdı, bunun ardından ise Dünya Kudüs Günü gösterilerine kalabalık şekilde iştirak etti. Bunların yanında Devrim Muhafızları’nın düşmanlara karşı yaptığı füze operasyonu da büyük bir girişimdi.

 

IŞİD’e fırlatılan füzeler hakkında yeni bilgiler 
 İran Devrim Muhafızları Hava-Uzay Kuvvetleri Komutanı Tuğgeneral Emir Ali Hacızade basın mensuplarının huzurunda yaptığı açıklamada şunları dile getirdi: “Düzenlenen bu operasyonda kullanılan füzeler hedefe ulaşmadan önce füzenin gövdesinden bir parçası ayrıldı ve füze başlığı hedefe isabet etti. Operasyon öyle bir şekilde tasarlanmıştı ki, gövdeden ayrılan parça Irak topraklarına düşecek ve füzenin savaş başlığı hedefi vuracaktı ki öyle de oldu.”
Tüm füzelerin başarıyla hedefini vurduğunu dile getiren Tuğgeneral Emir Ali Hacızade, İnsansız hava araçları ile kaydedilen görüntüleri yayınladıklarını belirtti.
Bilinmesi gereken dikkat çekici noktanın, Amerikan uçaklarının ilk füze atışının isabet etmesinden 4 dakika sonra bölgeye intikal etmesi olduğunu söyleyen Tuğgeneral Emir Ali Hacızade, Amerikalıların bu operasyonu Ruslar tarafından haber almış olacağı ihtimalini vurguladı.
Tuğgeneral Emir Ali Hacızade, bu füze saldırısının teröristlere ağır kayıplar yaşattığını ve kendilerinin yeni bilgilere ulaştığını belirtti.

İran Meclis Başkanı Ali Laricani, Güney Kore'nin başkenti Seul'da düzenlenen Avrasya Parlamento Başkanları Toplantısı’nda yaptığı konuşmada, ABD hükümetinin uluslararası hukuku ihlal ettiğini söyledi.İran Meclis Başkanı Ali Laricani, Avrasya Parlamento Başkanları Toplantısı’nda yaptığı konuşmada gündemdeki konuları değerlendirdi.

Bölgesel işbirliğinin arttırılması yönünde bölgedeki kapasitelere eskisinden daha fazla odaklanılması gerektiğini vurgulayan Laricani, “Bu doğrultuda enerji, sanayi, ticaret ve ekonomi alanında ortak işbirliği büyük önem taşımaktadır. Ayrıca bu toplantı sayesinde terörizm ile radikalizm gibi ortak tehditler başta olmak üzere küresel ve bölgesel serbest ticaret ilişkilerini etkileyen tek taraflı yaptırımlara karşı gerekli tedbirleri alabiliriz” ifadelerinde bulundu.

İran’ın kayda değer potansiyelleri ile bölgedeki jeopolitik konumuna değinen Laricani, Avrasya'da refah ile kalıcı güvenliğin sağlanması için Tahran yönetiminin tüm alanlarda yardımcı olabileceğini duyurdu.

“Ne yazık ki, yaşadığımız bugünlerde terör ve aşırıcılık nedeniyle küresel barış ve güvenlik büyük tehditlerle başbaşadır” diyen Laricani, şüphesiz terörizmle etkin mücadelede ilk önce terör destekçilerinin ideolojik kökenlerinin belirlenmesi gerektiğine dikkati çekti.

Laricani sözlerini şöyle sürdürdü: Uluslararası arenada özellikle de bölgede Vahhabi zihniyeti terör akımlarının teşvik edici unsurudur. ABD ve bazı bölge ülkeleri de yüksek sesle terörle mücadele sloganlarını atmalarına rağmen farklı yönetmelerle terörü destekliyorlar.

Meclis Başkanı, “İran, her zaman Suriye krizinin çözüm yolunun siyasi olduğunu vurgulamıştır. Bu bağlamda İran İslam Cumhuriyeti, Türkiye ve Rusya’yla birlikte Astana’da gerçekleştirilen Suriye konulu toplantı sayesinde bu ülkede ateşkes sürecinin sağlanması ve çatışmaların azalmasına yardımcı olmuştur. Bu sürecin uluslararası toplum tarafından desteklenmesi Suriye’ye barışın ve huzurun yeniden geri dönmesine sebep olabilecektir” açıklamalarında bulundu.

ABD Senatosu’nun İran ile Rusya’ya karşı aldığı son kararını eleştiren Laricani, bu kararın uluslararası hukuka aykırı olduğununu belirterek, bölge hükümetlerinin ABD’nin tek taraflı kararlarına karşı önleyici tedbirler almaları gerektiğini vurguladı.

CIA Başkanı, İran karşıtı yeni söylemlerde bulundu. İran’ın teröristlerin en büyük destekçisi olduğunu belirten Mike Pompeo, İran’ın bölgedeki gücünün 6-7 sene öncesine göre çok daha fazla olduğunu söyledi.


Mike Pompeo Amerika’nın Merkezi İstihbarat Teşkilatı (CIA) yeni başkanı cumartesi günü Amerikalı yetkilere yaptığı açıklamada; İran’ın dünyadaki terörizmin en büyük destekçisi olduğunu ve Tahran ile Pyongyang’in Amerika'nın ulusal güvenliğini tehdit ettiğini söyledi.

Mike Pompeo, MSNBC kanalına yaptığı konuşmada İran hakkında açıklamalarda bulundu. İran’ın gücünün çok fazla olduğunu ve bununda 6-7 yıl öncesine göre çok daha arttığını dile getirdi. Ve şunları söyledi: Bu sahip oldukları güç ister Bağdat Devletine karşı olsun, ister Hizbullah’ın Lübnan’da gücünde ki artışındaki etkisi olsun, ister el-Husi ile olan işbirliğinde olsun, diğer yandan Iraklı Şiilerin Suriye sınırında savaşması olsun ve Suriye’de savaşan Şiiler olsun, İran Ortadoğu’nun her yerindedir.

Mike Pompeo konuşmasının devamında Kuzey Kore’nin Amerika'nın ulusal güvenliği için çok tehlikeli olduğunu sözlerine ekleyerek, Amerikan başkanının sürekli kendisinden Washington’un Kuzey Kore tehdidine nasıl karşılık vereceği hususunda talepte bulunduğunu ve bu sorunun başkanın düşünceleri arasında en başta olduğunu söyledi.

CIA başkanı, Kuzey Kore’nin her zamankinden daha çok Amerika’yı tek bir nükleer silah ile tehlike altına sokmaya yaklaştığını ifade etti.

Amerika gizli politik bilgilerinin ifşa edilmesindeki artış

CIA Başkanı Mike Pompeo, Amerikan gizli bilgilerinin ifşasının arttığını düşünmesi üzerine şunları söyledi: Bazı konularda Amerikan gizli bilgilerinin ifşasının arttığını düşünüyorum. Sanırım Edward Snowden adlı şahıs ve bazı kişiler Amerikan belgelerini para veya belirli bir hedef için sızdırmaktadır ve bu olgu gittikçe büyümektedir. Bu yüzden CIA başkanı, Amerika’nın gizli politik bilgilerinin ifşa edilmesindeki artışı durdurması gerektiğini vurguladı.

Mike Pompeo,  hali hazırda Amerikan gizli belgelerini sadece ülkelerin değil örneğin bütçe olarak iyi bir şekilde finanse edilen Wikileaks gibi istihbarat servislerinin de çalma peşinde olduğunu ve Amerika ve demokrasiyi zayıflatarak Amerikan belgelerini çalmak istediklerini belirtti.

İmam Hamenei, İslam fıkhına göre, İslam topraklarını işgal edenlere karşı mücadele ve cihad etmenin bütün müslümanlar için şer’i bir görev olduğunu söyledi.
 

 Ramazan Bayramı dolayısıyla yetkililer, yabancı büyükelçiler ve halk ile bayramlaşmada bulunan İmam Hamenei, İslam dünyası düşmanlarının ihtilaf ateşlerini alevlendirmedeki rolüne değinerek, ‘’Birlik ve ayrışmadan kaçmak tüm İslam ülkelerinin yararınadır ve Filistin meselesi etrafında birlik olarak unutulmasının önüne geçilmesi gerekir’’ dedi.

 

   İslam dünyasının Ramazan Bayramını kutlayan İmam Hamenei, düşmanların etnik, mezhepsel ve coğrafi bahanelerle ihtilaf yaratma çabalarına değinerek, ‘’Bir Amerikan senatörünün Sünnileri Şiiler karşısında destekleme yönündeki beyanları, onların İslam ve İslam ülkelerine düşman oldukları göz önünde bulundurularak komplodan başka bir şey değildir ve bu kaygı vericidir fakat maalesef İslam devletleri yetkilileri bu düşmanlıklardan gaflet ediyorlar’’ dedi.

   Yemen, Suriye, Irak, Kuzey Afrika gibi İslam dünyası ülkelerindeki kanlı çatışmalara değinen İslam inkılabı rehberi İmam Hamenei,’’İhtilaf ve ayrışma İslam ve İslam ümmetinin zararınadır ve buna karşılık İslam ülkelerinin birlikteliği ve bir biri aleyhine güç kullanmaması ilahi hikmetine dayalı ve İslam ülkelerinin yararınadır’’ dedi.

   Kudüs Günü yürüyüşleri ve İran halkının tüm kentlerde Filistin milletini savunmak için yürüyüşlerine de değinen İmam Hamenei, ‘’Bu yürüyüşler İslami birliğin onur verici örnekleridir. İslami birliğin anlamı Şii ve oruçlu halkın bu azametle sokaklara dökülmesi ve Sünni olan Filistinlilerle birlik olduklarını göstermeleridir’’ dedi.

İmam Hamenei, ‘’Filistin, İslam dünyasının ilk meselesidir fakat bazı İslam ülkeleri Filistin meselesini görmezden gelmekte ve unutturmaya çalışmaktalar’’ dedi.

   Filistin ülkesinin topraklarının gasp edilmesi ve Filistinlilerin evleri ve yurtlarından kovulmasına işaret eden İmam Hamenei, ’İslami Fıkıha göre bir İslam ülkesine düşman musallat olduğu takdirde tüm Müslümanlar direnmeye ve cihada mükellefler ve bundan dolayı bugün Siyonist rejimle mücadele tüm İslam dünyasına vaciptir’’ dedi.

   Bazı İslam ülkelerin bu mücadeleye katılmamasını eleştiren İmam Hamenei, ‘’İran milleti bu görevi yapmak için uyanıklar. İslam dünyasının birlik ve beraberliğe ihtiyacı vardır. Müslüman milletler birlikteler ve İslam Devletleri görevlerini yerine getirmeliler’’ dedi.