کارگر

کارگر

Cuma, 09 Haziran 2017 06:39

İran'dan Trump'a: Tiksindirici

İran Dışişleri Bakanı Zarif, ABD Başkanı Trump'ın Tahran'daki saldırılar için yayınladığı taziye mesajını reddetti. Zarif, İran'dan 'teröre destek veren ülke' diye söz eden açıklamayı 'tiksindirici' bulduğunu ifade etti.

 Tahran’da IŞİD’in üstlendiği terör saldırılarının ardından İran’la ABD arasında yeni bir gerilim yaşanıyor. İran Dışişleri Bakanı Muhammed Cevad Zarif, ABD Başkanı Donald Trump’ın Tahran saldırısı için başsağlığı mesajını reddetti.

Trump, terör saldırılarının ardından yaptığı açıklamada, ‘İran halkı için dua ettiğini’ söylemekle beraber, “Teröre destek veren ülkelerin, terörün yaydığı kötülüğün kurbanı olma riskini taşıdığının altını çiziyoruz” ifadeleriyle Tahran yönetimini eleştirmişti.

Zarif bu yorum üzerine başsağlığı mesajını reddedip Trump’ı kınadı. İranlı bakan Twitter hesabından “Beyaz Saray’dan tiksindirici beyan… İran halkı ABD’nin bu tür dostluk iddialarını reddediyor” mesajını paylaştı.

Trump’ın sözleri sosyal medyada da İranlılar arasında tepki çekti. Çok sayıda İranlı, ülkelerinin 11 Eylül 2001 saldırılarından sonra ABD’ye destek verdiğini hatırlattı.

NE OLMUŞTU?

Tahran’da dün meclis binası ile Humeyni Türbesi’nin önünde düzenlenen eş zamanlı saldırılarda 13 kişi ölmüş, 42 kişi yaralanmıştı. Saldırıları IŞİD üstlenmiş; Devrim Muhafızları’ndan sert tepki gelmişti. Saldırılardan IŞİD’in yanı sıra Suudi Arabistan sorumlu tutan Devrim Muhafızları intikam yemini etmişti.

Cuma, 09 Haziran 2017 06:32

Kuran-ı Kerim Okumanın Etkisi

Kuran ayetleri Allah Teâlâ’nın sözleridir ve aynı zamanda mübarek kanunlardır, bunun için Kuran’ın kendisi berekettir. Dolayısıyla tilavet edildiği zaman birçok bereketi kendisiyle birlikte getirmektedir. Şimdi bu bereketlerden bazılarına işaret edelim:

 İmanın Artması

Kuran-ı Kerim’in kendisi doğru bir telaffuzla ve anlamına dikkat ederek tilavet etmeyi şöyle dile getiriyor: “Kendilerine kitap verdiğimiz kimseler, onu hakkıyla okurlar. İşte onlar kitaba inanırlar.” (Bakara 121)
Kitabı hakkıyla okumaktan maksat sadece tecvit kurallarına uyarak doğru telaffuz etmek değildir, belki doğru telaffuzun yanı sıra tilavet edilen ayetin anlamına dikkat edilip, o ayet üzerinde tefekkür edilerek ayetin mesajını kabul etmektir.

Ve yine aynı şekilde müminlerin kabullenmesinde şöyle buyurmaktadır: “Onlara ayetleri okununca da inançlarını arttırır.”(Enfal 2)

Sahih tilavetin göstergesinde hem okuyan için ve hem de dinleyen için yeni şeyler oluşmaktadır ki bu da okuyan ve dinleyenlerin imanlarını artırmaktadır.

Kuran’ın tilaveti o kadar çok saygın ve önemlidir ki fakihler bu konuda okunduğu sırada susmak ve onu dinlemek konusunda farz veya müstehap diye fetva vermişlerdir. Bazı imamiyye fakihleri bu ayet mukabilinde “Kur’ân okununca dinleyin ve susun da rahmete erin. “(Araf 204) Tilavet edildiğinde susup tilaveti dinlemeyi vacip saymışlardır. Her ne kadar da bazı büyük tefsirciler ve fakihler tilavetin dinlenilmesini sadece cemaat namazlarında farz olduğunu savunmuşlardır.

Evlerin Nurlanması

Hz. Peygamber (s.a.a) Kuran tilavetinin önemi hakkında şöyle buyurmuşlar: “Kuran tilavetleriyle evlerinizi nurlandırınız, evlerinizi kabir evlerine benzetmeyiniz. Her kim kuran ehli olmaz ise ve kuranı sevmez ise ölü gibidir. Ölünün evi ise kabir evidir.”

İmam Sadık (a.s) buyurdu: Hangi evde kuran tilavet edilirse o ev nurlu olur. Nasıl ki yeryüzündekiler, gökteki yıldızların nurundan yaralanıyor ise, gökyüzündekiler de kuran tilavet edilen evlerin nurundan yaralanıyorlar.

Kuran İle Dost Olmak Ve Salihlerin Makamı

Allah Teâlâ,Peygamberi kendi velayeti ile adlandırmıştır. “Hiç şüphesiz, benim velim Kitabı indiren Allah’tır ve O salihlerin koruyuculuğunu (veliliğini) yapıyor.”(Araf 196)
Bu ayetten anlaşılan eğer birisi Kuran’a amel ederse salih kul olacaktır.  Allah Teâlâ eğer birisinin veli olmasını dilerse o kişi kuran, velayet ve tedbir yoluyla amel etmelidir. Sonuç olarak Allah’ın veliliğine giden yol salih kul olmaktan geçmektedir. Salih kul olunmadan Allah kendi veliliğine kabul etmeyecektir. Allah’ın velisi olmak için en iyi yol kuran ile dost olmaktan geçmektedir.

Sonuç:

1- Allahın velisidir.
2- Mevla Resul Ekrem’dir (s.a.a)
3- Velinin yolu Kuran’ın nazil olmasından geçer.
4- Mevla için şart olan sıfat salih kul olmaktan geçer.
5- Tek tek ve toplu olarak ayetlerin akışından şu sonuca varmaktayız. Allah Teâlâ Kuran-ı Kerim’in yüce derece ve rütbelerinde salih kulun veliliğini kendi uhdesine almıştır ve onun salahiyetini ve kurtuluşunu kuranın hüküm ve kanunlarında delillerle kanıtlamıştır.

Kuran-ı Kerim Allah’ın ipidir. Onunla arkadaş olmak, onunla amel etmek, onda tefekkür etmek ve ona iman etmek insanı yüceltip salihlerin makamına ulaştırır. Böyle olunca Allah’ın veliliğini üstlenmiş olur. Eğer insan Allah’ın velisi olursa yaratılan varlıkları idare eder. Bu makam öyle bir makamdır ki bu makamda artık vesveseye ve ihlale yer yoktur. Allah Teâlâ’nın kendisi bütün hile ve tuzaklara karşı kulunu korur ve kulunu nurlandırır.

Dolaysıyla daha önceden söylediğimiz vasıf her ne kadarda açık bir şekilde aynı sınıftan sıfat hükmü taşımasa bile doğru bir içtihatla bu sonuca varmak mümkündür. Zira ayetin anlamı şöyledir: Allah Teâlâ ki kuranı nazil etti ve salihlerin veliliğini kendisi üstlenmiştir ki benim velim diye hitap etmiştir. Kuran’ı nazil etmesi ve salihlerin veliliği, Allah’ın bu iki sıfatı Allah’ın veliliğini ve Kuran ile haşr olan kişileri belirleyecektir.

Bunun için; “Artık, Kuran’dan kolayınıza geleni okuyun.”(Muzzemmil 20)

Allah’ın kitabıyla dost olun ve hatta eğer ayetlerin manasını bilmeseniz dahi onu okumaktan vaz geçmeyin. Sakın manasını bilmediğim için eser etmeyecektir, söylemeyin. Çünkü Kuran-ı Kerim sıradan bir kitap değildir ki manasını anlamadığın zaman eser etmesin. Belki Allah’ın nurudur sadece onu okumak bile ibadet sayılıyor. Elbette çaba harcanmalıdır ki manasını öğrenip anlamlarında tefekkür etmek daha güzeldir.

Kuran-ı Kerim Allah’ın ipidir. Onunla arkadaş olmak, onunla amel etmek, onda tefekkür etmek ve ona iman etmek insanı yüceltip salihlerin makamına ulaştırır. Böyle olunca Allah’ın veliliğini üstlenmiş olur. Eğer insan Allah’ın velisi olursa yaratılan varlıkları idare eder. Bu makam öyle bir makamdır ki bu makamda artık vesveseye ve ihlale yer yoktur. Allah Teâlâ’nın kendisi bütün hile ve tuzaklara karşı kulunu korur ve kulunu nurlandırır.

Allah, iman edenlerin dostudur. Onları karanlıklardan aydınlığa çıkarır. Böyle bir insan ümmet içerisinde nur ile hareket etmektedir. Kendisine, insanlar arasında yürüyeceği bir nur verdiğimiz kimsenin durumu gibi.

Perşembe, 08 Haziran 2017 05:17

Oyun Kurucular, Aktörler ve Figüranlar

 Özelde Batı Asya (Ortadoğu) ve Batı Asya gelişmeleri üzerinden genelde tüm dünya sancılı bir dönemden geçiyor. Bu sancının bir doğum işareti olduğu ve nihayetinde öncelikle bölgesel ve buna bağlı olarak küresel yeni bir düzen açığa çıkaracağını söylemek için de kahin ya da bilge olmaya gerek yok. Zira zehirli bir kasırga olduğu sonradan anlaşılan sözde “Arap Baharı” fitilinin ateşlendiği günden bu yana geçen on yıllık süreçte Ortadoğu’da neredeyse yüzyıla yayılması gereken bir değişim dönüşüm yaşandı.

İşte bu noktada ilk olarak: “Acaba Ortadoğu’da yaşanmakta olan değişim dönüşümün “oyun kurucusu ya da kurucuları”, kurgulanan bölgesel hatta küresel bu planların sahnelenmesinde rol sahibi olan “aktörler” ve planları sahaya indiren taşeronlar yani “figüranlar” kimlerdir?” ve ikinci olarak ta: “Acaba hangi oyun kurucunun planı diğerlerine baskın gelecek? Ve öncelikle Batı Asya (Ortadoğu) ardından da bölgesel bu gelişmelerin tetiklemesi ile küresel olarak nasıl bir düzen / denge açığa çıkacak?” sorularının cevaplarını aramak elzem hale geliyor.

Önce oyun kuruculardan başlayalım. Acı verici bir gerçek olmakla beraber bugün gerek ideolojik ve gerekse güç açısından ana oyun kurucunun “Batı Medeniyeti”nin diğer iki paydaşı (Avrupa Birliği ve Kanada)’yı da bazen gönüllü ve bazen de zorbalıkla yedeğine almış olan Amerika’nın olduğunu itiraf etmek zorundayız. Amerika, plan ve düzenini inşa etmek ve küresel menfaatlerini koruyup kollamak için NATO’yu çok uluslu paravan bir ordu ve bazen istediği neticeleri elde edemese de Birleşmiş Milletleri de küresel sulta hareketine meşruiyet kazandırma makamı olarak kullanmakta.

Amerika’nın dört açıdan eli çok güçlü. Birincisi; ideolojik olarak dünyaya yönetimsel anlamda “demokrasi”, ekonomik anlamda (çoğu zaman esas vahşi rengini biraz açmak için liberalizm kelimesinin ardına sığınarak) kapitalizmi dayatmakta ve maalesef bu dayatmanın karşısında küresel güçte başka bir ideoloji bulunmamakta. Geçtiğimiz yüzyılın sonlarında Komünizm ve sosyalizm tecrübelerinin dramatik çöküşünden bu yana “demokrasi ve kapitalizm” tüm dünya da kutsanan mutlak değerler haline gelmiş durumda. Özellikle “demokrasi” kavramı Amerika’nın elinde küresel müdahale, tasallut ve tahakküm için bir silaha dönüşmüş durumda.
Amerika’nın ikinci gücü ise “ekonomi”dir. Yeryüzünün pek çok yerinde çok uluslu şirketler eliyle milletlerin yeraltı ve yerüstü kaynaklarını sömürerek dünyanın en büyük üretici gücü ve dünya ticaretinin mutlak hakimi konumuna gelmiştir. Bu güce dayanarak oluşturduğu gerek ulusal (FED gibi) ve gerekse küresel (IMF ve Dünya Bankası gibi) örgütler eliyle tüm uluslararası ekonomik ve ticari kuralları kendi koymuştur. Bununla da yetinmemiş uluslararası derecelendirme ve patent kurumları eliyle de tüm ekonomilerin yularını eline almıştır. Amerikan para birimi “Dolar”ın tüm dünyanın ortak ticaret parası olduğunu bilmeyenimiz yoktur herhalde.

Amerika’nın üçüncü gücü ise “teknik ve teknoloji”dir. Erken dönemde kurduğu ağır sanayisi ve ardından geliştirdiği tüm dünyanın beyin gücünü Amerika’da toplama projesi ile korkunç ekonomik imkanlar birleşince teknik ve teknolojik olarak devasa güç bir açığa çıktı. Para, bilim, teknik ve teknoloji ise akla hayale gelmez model ve türde silahla donanmış bir ordu doğurdu ki, bu da Amerika’nın dördüncü gücüdür.
Kendini yeryüzünün mutlak hakimi olarak görmekte olan Amerika açısından ister şahıs ister örgüt ve isterse ülke açısından hangi dinden, ırktan, coğrafyadan olursa olsun “diğer”ine bakış “pragmatik”tir. İşine yaradığı müddetçe “dost ve müttefik”tir. Yerine yenisi veya daha iyisi çıktığında kullanılmış bir peçete hükmündedir ve yeri çöp tenekesidir.

Bugün Batı Asya (Ortadoğu)’da ki sancının ana müsebbibi Amerika’dır. Bugün Batı Asya (Ortadoğu)’da yaşananlar, O’nun menfaatlerini ve sulta düzenini garanti altına almak için Batı Asya’da yirmi iki ülkenin sınır ve rejimlerini değiştirmek amacı ile hazırladığı BOP (Büyük Ortadoğu Projesi)’nin yansımalarıdır.
Güncel olarak Amerika karşısında “güç merkezi” olarak “oyun kurucu” konumunda en etkin güç Rusya’dır. Coğrafi büyüklüğü, zengin yeraltı kaynakları, sanayisi, teknik ve teknolojik imkanları, Kızıl Ordu’nun büyüklüğü ve tecrübesi, silah envanter çeşitliliği, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi daimi üyeliği ve SSCB deneyimi Rusya’yı etkin bir oyun kurucu kılmakta. Biz dünya üzerinde sosyal, siyasal ve askeri açıdan sıcak pek çok bölgede Amerika ile Rusya’yı karşı karşıya görmekteyiz. Ve hatta Amerika ve avenesine karşı ayakta durmaya çalışan pek çok örgüt ve ülke Rusya ile işbirliği yapma ya da en azından paslaşma durumunda kalmakta.

Ancak Rusya’nın hayati bir çıkmazı var. Şöyle ki, “SSCB (Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği)’nin dramatik çöküşünden sonra Rusya’nın dünyaya milletlere önereceği bir düzen bir ideoloji bir kurtuluş reçetesi kalmadı. İşte bu durumda Rusya sadece siyasi, ekonomik ve ulusal çıkarları için Amerika ile mücadele eder konumdadır. Bugün pek çok coğrafyada Batı Emperyalizmine karşı mağdur ve mazlumların yanında konumlanmış olan Rusya için şu sorunun yanıtı mağdur ve mazlumlar açısından büyük bir tehdit ve tehlike içermektedir: “Bir gün Rusya ile Amerika’nın çıkarları örtüşürse ya da uzlaşma imkanları açığa çıkarsa ne olacak?”
Batı Asya (Ortadoğu)’da üçüncü oyun kurucu “İslam İnkılabı”dır. Amerika’nın ardından Batı Asya (Ortadoğu)’da hiç şüphesiz en kader belirleyici oyun kurucu İslam İnkılabı’dır. Ancak sınırlı bir çevre hariç dünyada kimse onun bu rolünden bahsetmemekte ve bu gerçekliği itiraf etmeye yanaşmamakta. Zira diğer oyun kuruculara göre İslam İnkılabı’nın elini zayıflatan bir dizi gerçeklik var. Ancak İslam İnkılabı’nı diğer tüm oyun kuruculardan ayrıştıran, güçlü ve eşsiz kılan bir gerçeklik te var. Besbelli ki herkesi sessizliğe iten bu gerçeklik.

Önce İslam İnkılabı’nı dezavantajlı kılan gerçeklikleri tespit edelim. 1979’dan bu yana eşsiz ilerlemeler kaydedilmiş olmasına rağmen ekonomik, ticari, sanayi, teknik ve teknolojik olarak İslam İnkılabı’nın imkanları diğer oyun kurucularla kıyaslanacak durumda değil. Hatta İslam İnkılabı’nın ekonomik, ticari, sanayi, teknik ve teknolojik hayatı halen ağır bir ambargonun altında. Ambargo sadece ekonomik, ticari, sanayi, teknik ve teknolojik alanlarda da değildir. İslam İnkılabı ağır bir küresel medya, kültür ve sanat kuşatması altındadır. Bu kuşatma dolayısıyla gerek bölgesel ve gerekse küresel fikir, öngörü ve siyasetini dünyaya aktaramamakta ve aktardıkları da büyük bir tahrifata uğramakta.

Kendisini doğru aktarmaması için küresel bir kuşatma altında olan İslam İnkılabı’nın aleyhine ise sayısız tahrifat merkezi dezenformasyon üretmekte. Ve bu dezenformasyon, coğrafya da hüküm süren cehalet ve taassup ile birleşince Batı Asya (Ortadoğu)’da gelecek ve kurtuluşları için canla başla İslam İnkılabı’nın yanında yer alması gereken ülkelerin/kitlelerin önüne maalesef “mezhepçi” bir dalgakıran açığa çıkmakta. Daha doğrusu emperyalizm kirli siyasi emellerini “mezhepçilik” örtüsüne bürüyüp saklamakta.

İslam İnkılabı’nın bir diğer dezavantajı da Birleşmiş Milletler benzeri uluslararası kurum ve kuruluşlardaki etkinliğinin diğer oyun kuruculara nazaran neredeyse yok hükmünde olmasıdır.

Tüm bu dezavantajlara karşın İslam İnkılabı’nı diğer tüm oyun kuruculara karşı avantajlı kılan, onu diğer oyun kuruculardan ayrıştıran, güçlü ve eşsiz kılan ve onu günden güne bölgesel ve küresel olarak daha etkin kılacak bir gerçeklik var. Bu gerçeklik şudur: Bugün dünya devlet ve halklarının kahir ekseriyeti emperyalizmin sultası ve vahşi kapitalizmin tahakkümü altında inim inim inlemektedir. Ancak bu mazlum ve mağdur devasa kitleler sığınacak bir limanda bulamamaktadırlar. Bu çıkmaz öyle bir hal almıştır ki, emperyalizmin ve kapitalizmin zulmü altındaki halklar, emperyalizmin dayattığı demokrasiye sığınarak kurtulma çabasındadırlar.

Dünya halklarına bu zulüm ve sömürü düzeni dışında bir alternatif sunan yegane güç İslam İnkılabı’dır. İslam İnkılabı, halklara “mutlak adalet düzeni” olan “Mehdeviyet”i ve o “mutlak adalet düzeni”ne ulaşma da ara dönem için “Velayet-i Fakih” düzenini önermektedir. İslam İnkılabı, tüm halklara emperyalizm ve siyonizme karşı bir yol açmakta ve onları İmam Mehdi (a.f) ve İsa Mesih (a.s)’ın inşa edeceği “mutlak adalet düzeni” için hazırlık yapmaya davet etmektedir. İslam İnkılabı, her ırkın her dinin, her mezhebin velhasıl her rengin altına sığınıp kendini güvende hissedeceği bir şemsiye açmakta, “Mutlak adalet” şemsiyesi! Bu ideoloji ve çağrı “modern zamanlar” için çok yeni olma özelliği yanında, şaşırtıcı ve cezbedici bir karakter taşımakta.

İslam İnkılabı, Batı Asya (Ortadoğu) coğrafyasındaki gelişmelere de bu pencereden bakmakta; her zaman her şart ve mekanda emperyalizm ve siyonizme karşı durmayı, mazlum ve mağdurların yanında yer almayı, sulta ve tahakkümü reddetmeyi, adalet ve hürriyet prensibini benimsemeyi, halkları esas almayı, pragmatist davranmamayı şiar edinmekte. Bu duruş şekli de bölgedeki kral ve iktidarları rahatsız etmekle birlikte her geçen gün halkların gönlünde taht kurmakta ve İslam İnkılabı bölgede kendi ekonomik, teknik ve teknolojik imkan ve kabiliyetlerinin çok üzerinde bir etki açığa çıkartmakta…

Bugün bölgede esas olarak modern zamanların Babil’i Amerika’nın sulta ve tahakküm düzenine karşı modern zamanların Musa’sının “adalet ve hürriyet” düzeni çarpışmaktadır. Acı ve sancı dolu bir süreç. Ancak Allah’ın ilahi vaadi var ki; “Biz de yeryüzünde mustazaflara (zayıf düşürülenlere) lütfetmek, onları önderler yapmak ve onları mirasçılar kılmak istiyorduk (Kasas – 5).” bu mücadele adalet ve hürriyetperverlerin zaferi ile sonuçlanacaktır.

Aktörlerle ilgili değerlendirmeye geçmeden şu tespiti de paylaşmalıyız ki, Rusya ve İslam İnkılabı şu an itibariyle esas “oyun başlatıcı” konumunda değiller. Amerika’nın başlattığı “oyun”lar içerisinde kendi oyunlarını ortaya koyma durumundalar. “Şimdi geçelim aktör”lere. Bu mücadelenin oyun kurucuları kadar aktörleri de ehemmiyet taşımakta. Yüzden fazla ülkenin emperyal müdahalesine karşı yedi yıldır direnen Suriye, yokluk ve ihanetler içerisinde tekfirci terörün belini kıran Irak, gerektiğinde İslam ve insanlık için bedel ödemekten asla çekinmeyen Lübnan Hizbullah’ı ile Amerika adına iş tutan ondan fazla ülke ordusuna karşı mücadele veren Yemen Ensarullah Hareketi bölgenin en önemli aktörleridir.

Amerika açısından bölgedeki “esas oğlan” İsrail’dir. Siyonizmin kalbi konumundaki bu “gasıp Siyonist rejim”, Amerika’nın hem ileri karakolu dur ve hem de inşa etmek istediği düzenin merkezidir. Ama Amerika’nın bölgedeki tetikçisi vahhabizm ve onun ete kemiğe bürünmüş şekli de Suud’dur. Suud, Arap Birliği ve Körfez Arap Ülkeleri İşbirliği Konseyi (KİK) gibi kurumlar aracılığıyla onlarca ülkeyi efendisi adına kontrol etmektedir. Son olarak Amerikan Başkanı Donald Trump’ın ziyareti sırasında Suud’un elli beş İslam ülkesini Riyad’da (İslam / Sünni NATO girişiminde) bir araya getirebilmiş olmasından onun etkinlik sahasını gözlemleyebiliriz. Ancak özellikle Arap saltanatları tamamen yapay iktidarlar olup gerçek göbek bağları ile Amerika’ya bağlıdırlar. Onlar biliyorlar ki, efendileri zarar görürse ilk yüzüstü kapaklanacak olanlar kendileridir.

Bölgenin hiç şüphesiz en önemli ülkesi Türkiye’dir. Tarihi misyonu, devlet geleneği, stratejik konumu, doğal ve beşeri zenginliği, bölgenin diğer bileşenleri ile karşılaştırılmayacak demokratik ortam, hareketli nüfus yapısı, ordusu ve diğer özellikleri ile Türkiye bölgede kader belirleyici bir aktördür. Türkiye’nin eğilim gösterdiği tarafın eşsiz bir avantaj elde edeceği su götürmez bir gerçekliktir.

Türkiye şu ana kadar maalesef Batı Asya (Ortadoğu) politikalarında sayısız hata yaptı ve “direniş cephesi”nin ağır zarar görmesi ve zayiat vermesine yol açtı. Ancak tehlike (yani BOP) artık Türkiye sınırlarına dayandı. Son sahne de Türkiye’nin 1952 yılında NATO’ya girmesi ile Atlantik Cephesine bağlanan göbek bağını kesip hür bir devlet olarak Avrasya Cephesi’nde yerini alıp alamayacağını bekleyerek gözlemleyeceğiz…

Bir de “PYD, PKK, PJAK, IŞİD, Nusra, ÖSO, Boko Haram, Şebab, Kaide, Sultan bilmem ne Tugayı vs…” gibi sayısız yasadışı ve bir de “… Hareketi” gibi pek çok yasallık kazanmış figüran vardır maşa olarak.

Muntazar Musavi / Rasthaber

Perşembe, 08 Haziran 2017 05:11

RAMAZAN AYI VE ORUÇ İBADETİ

   Ramazan ayı oruç tutmanın Müslümanlara farz olduğu Kameri ayların dokuzuncusudur.Rahmet bereket ve mağfiret dolu en faziletli aydır.
Kur’an-ı Kerim, bazı ayetlerin de vurguladığı gibi Ramazan ayında nazil olmuş ve Kadir Gecesi bu aydadır.Hz. İmam Ali (a.s) Ramazan ayının 21. günü şehit olmuştur. Bu sebeple bu ay Şialar nezdinde daha da önem kazanmıştır.
   Bu ayın en önemli ibadetleri şunlardır; oruç tutmak, Kur’an tilavet etmek, Kadir gecelerini ihya etmek (geceyi uyumadan ibadetle geçirmek), dua, istiğfar, iftar (yemeği) vermek, yoksullara yardımda bulunmak. Bu ay, Müslümanlar arasında özel bir konum ve saygınlığa sahiptir. Bu ay ibadet ayıdır. Müminler Ramazan Ayının manevi bereket ve güzelliklerinden daha fazla istifade etmek için Recep ve Şaban aylarında manevi hazırlıklara başlamaktadırlar.

Ramazan sözcüğü, şiddetli sıcaklık, yakıcı hararet ve yakmak anlamına gelen “r-m-z” kökünden mastardır.[1]

Kur’an’da Ramazan Ayı 

   Ramazan sözcüğü, Kur’an’da bir kere geçmiş ve onda da Ramazan ayı kastedilmiştir. Bu ay Kur’an’da ismi açıkça geçen ve değer verilen tek aydır: “Ramazan ayı, insanlara yol gösterici, doğrunun ve doğruyu eğriden ayırmanın açık delilleri olarak Kur’an’ın indirildiği aydır. Öyle ise sizden ramazan ayını idrak edenler onda oruç tutsun. Kim o anda hasta veya yolcu olursa (tutamadığı günler sayısınca) başka günlerde kaza etsin…” [2]

Hadislerde Ramazan Ayı

Bu ayın azamet ve büyüklüğü hakkında masumlardan (a.s) çok sayıda hadis nakledilmiştir. Onlardan bazıları şunlardır:

Ramazan ayı, Allah Teâlâ’nın adlarından biridir.[3]
Öyle bir aydır ki eğer değeri bilinirse insan, bütün yılı oruç tutmayı arzu eder.[4]
Öyle bir aydır ki eğer kul o ayda bağışlanmazsa, başka aylarda bağışlanma ümidi yoktur.[5]
Semavi kitapların nazil olduğu aydır.[6]
Allah’ın ayıdır.[7]
İlahî rahmet ve mağfiret ayıdır.[8]
Günahların döküldüğü aydır.[9]
Göklerin kapılarının açıldığı aydır.[10]
Sevapların iki katına çıktığı aydır.[11]
Kur’an’ın baharıdır.[12]
Cehennem kapılarının kapandığı aydır.
Cennet kapılarının açıldığı aydır.
Şeytanların zincire vurulduğu aydır.[13]
İmam Sadık’tan (a.s) nakledilen bir hadise göre, bu ayda güzel ahlaklı olmak insanın sırat köprüsünde sabitkadem olmasına neden olur.[14]


Gökten Bu Ayda Ses Gelmesi

   Hadislerde geçen İmam Mehdi’nin (a.s) zuhur alametlerinden biri olarak “gökten ses gelmesi” hadisesi Ramazan ayında gerçekleşecektir. Ayrıca rivayetlerde Ramazan ayının on üçüncü ya da on dördüncü gününde güneş tutulacağı ve yirmi beşinde ay tutulmasının beklenmedik bir şekilde gerçekleşeceği bildirilmiştir.


Ramazan’ın Başlangıç ve Sonunun Belirlenmesi

   Ramazan ayı da öteki Kameri aylar gibi hilalin görülmesi (rüyeti hilal) ile başlar veya bir önceki ayın (hilalin) üzerinden otuz gün geçmesiyle başlar. Ramazan ayı başladığında müstahap amellerden biri de Ramazan hilalinin gözlemlenmesidir.

Oruç

   Oruç İslam’ın önemli ibadetlerinden ve bu dinin ibadet düsturlarından olup namazdan sonra en önemli ibadetlerden biri sayılmaktadır. Bu anlamda insanın sabah ezanından akşam ezanına kadar yemek ve içmekten kesilmek gibi bazı işlerde Allah’ın buyurduğu şekilde davranmasından ibarettir.
Oruç, İslam’da füruu dinden sayılmaktadır. Diğer dinlerde de çeşitli şekillerde oruç tutmak vacip kılınmıştır. Bu amel, Allah’a yakınlaşmayı hedeflemektedir. Takvanın daha üstün mertebelerine ulaşmak, bedeni temizlemek, manevi bir takım değerleri idrak etmek veya bazı günahlara kefaret olması, iradenin güçlenmesi ve ihtiyaç sahibi olan fakirlere karşı daha şefkatli olmayı sağlayan birtakım yararlarından bahsedilebilir.
Orucu genel anlamda oruç, özel oruç ve hasların orucu olmak üzere üç gurupta toplayabiliriz. Ramazan ayı orucu İslam’ın temel unsurlarından biri sayılmakta ve buluğa ermiş, akıllı ve sağlığı yerinde olan her Müslümana, ramazan ayında oruç tutmak vaciptir. Ramazan ayının orucunun emredilmesi hicretin ikinci yılı Şaban ayının 28. gününde Medine’de Bakara suresinin 183’üncü ayetinin nazil olmasıyla başlamıştır.
Oruç, ibadetlerin erkânından biri sayılmaktadır. Vacip birtakım oruçlara ilaveten, müstehap birçok oruç da yılın diğer günlerinde tutulabilmektedir.


Kur’an’da Oruç

   Kur’an’da, 14 surede oruç zikredilmiştir. Ramazan ayında oruç tutma emri ve onunla ilgili hükümlerin çoğu, Bakara suresinin 183. ayetinden 185. ayetine kadar ve 187. ayetinde gelmiştir. Buna ilaveten, oruç tutmanın bazı günahlara kefaret olacağına dair bir takım ayetler de nazil olmuştur.
(Nisa suresi, 92; Maide suresi, 89 ve 95; Mücadele suresi, 4.ayetler)
Veya bazı hac merasiminin adabının yerine getirilmesi anlamında beyan edilmektedir.[14]
“Saimun ve Saimat” yani “oruç tutan erkekler ve oruç tutan bayanlar” unvanı Kur’an-ı Kerimde, Ahzap suresinin 35. Ayetinde, insanlardan iki zümreye hitap etmekte ve iki grubun adı getirilerek, Allah’ın bağışlamasına müstahak olarak tanımlanmışlardır. Meryem suresinin 26. Ayetinde, Hz. Meryem, kendisiyle susmayı ahdetmiş ve Kur’an bu durumdan oruç adıyla bahsetmektedir.


Rivayetlerde Oruç

Rivayetlerde, oruç hakkında, şu unvanlar adı altında bahsedilmiştir:
1 İslam’ın Beş temel direğinden biri.[15]
2 Hikmet, kalbe ait marifet ve yakin.[16]
3 Zengin ve fakir arasında eşitlik sebebi.[17]
4 İhlasın tespiti ve imtihan vesilesi.[18]
5 Bir çeşit cihattır.[19]
6 Bedenin zekâtıdır.[20]
7 Kıyamet günü açlık ve susuzluğu hatırlamak.[21]
8 Kıyamet günü açlık ve susuzluk derdinden kurtulur.[22]
9 Ahiret ateşi karşısında korunma ve siper.[23]
10 Kıyamette şad ve sevinçli olma nedeni.[24]
11 Orucun, oruç tutan hakkında şefaatçi olması.[25]
12 Dünya ve ahiret zorlukları karşısında yardımcı.[26]
13 İftar vakti duaların kabul edilmesinin nedeni.[27]
14 Bedenin sağlıklı olma sebebi.[28]
15 Hafızanın takviye ve güçlenmesi.[29]
16 Dünya afetlerine karşı siper.[30]
17 Kalplerin sakin olma sebebi.[31]
18 Şeytanın uzaklık nedeni.[32]
19 İlahi özel ödül (veya Allah’ın bizzat kendisi, oruç tutanların sevabının karşılığıdır.).[33]
20 Ramazan ayında oruç tutanlara, cennetin müştak oluşudur.[34]
21 Orucu terk etmek, imansızlık sebebidir.[35]
Rivayetlerde ve hadislerde, gerçek orucun, Allah’ın beğenmediği her şeyi terk etmekten ibaret olduğu vurgulanmıştır.[36] Bir oruç ki, göz, kulak, saç ve hatta derinizin dahi oruçlu olması gerekir.[37] Ayrıca, ağızla oruç tutmak, mide orucundan daha üstün ve kalp orucunun da ağız orucundan daha üstün olduğu bildirilmiştir.[38]

Oruç Tutmanın Mertebeleri

Oruç tutmanın üç derecesi vardır: Biri genel anlamda bildiğimiz oruç, diğeri özel oruç ve üçüncüsü hasların orucu olarak nitelendirilebilir.
1 Genel anlamda oruç şudur: İnsan, orucu batıl eden şeylerden uzak durur.
2 Özel oruç şudur: İnsan, birincisine ilaveten gözünü, kulağını, dilini, elini, ayağını ve diğer azalarını da oruçlu kılar. Gündüzleri oruç tutar, geceleri dua ile uğraşır. Halka eziyet etmekten, haset etmekten uzak durur ve kişisel düşmanlıklarını bir kenara bırakır. Oruç tuttuğu günlerde, diğer günlerden daha farklı davranır.
3 Has kimselere ait olan oruç şudur: Yukarıdaki durumlara dikkat etmekle birlikte, onun kalbi de oruçlu olur. Yani kalbini, Allah’tan gayrısına teveccüh etmekten keser, kendi nefsini, nefsin isteklerinden ve şehvetlerinden korur. Öyle ki, günahın düşüncesi dahi kalbine gelmez.

.................................................................................

KAYNAKLAR :

1 Mesudi, c. 2, s. 189.

2   Bakara,185

3  Hz. Muhammed Mustafa (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Ramazan demeyiniz, şüphesiz Ramazan Allah Teâlâ’nın isimlerinden bir isimdir; lakin Ramazan ayı deyiniz.” Mizanu’l-Hikmet, h. 7442.

4 Hz. Resulü Kibriya Efendimiz (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Eğer kul Ramazan ayında ne olduğunu bilseydi, tüm yıl Ramazan olmasını isterdi.” Biharu’l-Envar, c. 93, s. 346.

5 İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Her kim Ramazan ayında bağışlanmazsa bir sonraki Ramazan ayına kadar bağışlanmaz, şayet Arefe’de hazır olursa.” Mizanu’l-Hikmet, h. 7461.

6 İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Tüm Kur’an-ı Kerim, Beytü’l-Ma’mur’a nazil oldu, sonra yirmi yıl zarfında Resulü Ekrem’e (s.a.a) nazil oldu; İbrahim’in suhuf’u Ramazan ayının ilk günü; Tevrat Ramazan ayının altıncı günü; İncil Ramazan ayının on üçüncü günü; Zebur Ramazan ayının on sekizinci günü nazil oldu.” El-Kâfi, c. 2, s. 628.

7 İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Ramazan ayı, Allah’ın ayı, Şaban ayı, Resulullah’ın ayı, Recep ayı ise benim ayımdır.” Vesailu’ş-Şia, c. 7, s. 266, h. 23.

8 Hz. Resulü Kibriya Efendimiz (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Ramazan ayının başı rahmet, ortası mağfiret ve sonu cehennem ateşinden özgürlüktür.” Biharu’l-Envar, c. 93, s. 342.

9 Hz. Resulü Kibriya Efendimiz (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Ramazan, günahları yaktığı için Ramazan olarak adlandırıldı.” Mizanu’l-Hikmet, h. 7441.

10 Hz. Resulü Kibriya Efendimiz (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Göklerin kapısı Ramazan ayının ilk günü açılır ve ayın son gününe kadar kapatılmaz.” Biharu’l-Envar, c. 96, s. 344.

11 Hz. Resulü Kibriya Efendimiz (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Ramazan ayı, Allah’ın ayıdır ve bu ayda Allah azze ve celle, hasenatı (sevapları) arttırır, günahları siler ve bu ay bereket ayıdır.” Biharu’l-Envar, c. 93, s. 340.

12 İmam Bakır (a.s) şöyle buyurmuştur: “Her şeyin bir baharı vardır, Kur’an’ın baharı da Ramazan ayıdır.” Kâfi, c. 2, s. 630.

13 Hz. Resulü Kibriya Efendimiz (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Ramazan ayının İbrahim’in suhuf’u Ramazan ayının ilk günü; Tevrat Ramazan ayının altıncı günü; İncil Ramazan ayının on üçüncü günü; Zebur Ramazan ayının on sekizinci günü nazil oldu. çıktığında cehennem kapıları kapatılır, cennet kapıları açılır ve şeytanlar zincire vurulur.” Mizanu’l-Hikmet, h. 7453.           

14  Peygamber-i Ekrem (s.a.a) şöyle buyurmuştur: «Oruç ve Kur’an, kıyamet      gününde insana şefaat ederler. Oruç der ki: ey rabbim! Ben, bu insanı yemekten ve şehvet peşine gitmekten alıkoydum. Beni ona karşı şefaatçi kıl. Kur’an der ki: Bu insanı gece uykusundan men ettin, beni de ona şefaatçi karar kıl. Süphan olan Allah, onlara şefaat etme izni verir ve onlar da şefaat ederler. (28)

15  İmam Sadık (a.s) şöyle buyuruyor: «Aziz ve celil olan Allah şöyle buyurmuştur: Sabır ve namaz ile yardım alınız, sabırdan maksat, oruçtur.» Tefsir-i Kummi, c. 1, s. 46; Tefsir-i Eyaşi, c. 1, s. 44, h. 41.

16 İmam Musa Kâzım (a.s) şöyle buyuruyor: «Oruç tutan kişinin iftar vaktinde duasına icabet edilir.» Biharu’l-Envar, (Beyrut baskısı), c. 93, s. 255, h. 33.

17 Hz. Muhammed (s.a.a) şöyle buyuruyor: «Sağlıklı kalmak istiyorsanız, oruç tutunuz.» Nehcü’l-Fesahe, s. 547, h. 1854.

18 Müminlerin Emiri hazreti Ali (a.s) şöyle buyuruyor: «Üç şey vardır ki, balgamı azaltır ve hafızayı güçlendirir: Misvak, oruç ve Kur’an okumak.» Mekarimu’l-Ahlak, s. 51.

19 İmam Sadık (a.s) şöyle buyuruyor: «Oruç, dünya afetlerine karşı bir siper, ahiret azabına karşı da bir perdedir.» Misbahu’ş-Şeriat, s. 135; Müstedreku’l-Vesail ve Müstenbitu’l-Mesail, c. 7, s. 369, h. 8441.

20 İmam Muhammed Bakır (a.s) şöyle buyuruyor: «Oruç ve hac, kalplerin sakinleştiricisidir.» Emali-yi Şeyh Tusi, s. 296, h. 582.

21 Hazreti Muhammed (s.a.a) şöyle buyuruyor: «Şeytanı sizden uzaklaştıracak bir şey öğreteyim mi size? O zaman doğunun batıdan uzak olduğu gibi, şeytan da sizden uzak kalır. Arz ettiler: Neden olmasın ey Allah Resulü. O zaman hazret şöyle buyurdular: Oruç şeytanın yüzünü siyahlaştırır, sadaka onun belini kırar, Allah için birbirini sevmek ve iyi işlerde birbirlerine yardımcı olmak onun köküne balta vurmaktır, istiğfar etmek onun şah damarını vurur ve her şeyin bir zekatı vardır bedenlerin zekâtı ise oruçtur.» Minhacu’l-Berae, c. 7, s. 426.

22 Hazreti Muhammed şöyle buyuruyor: Yüce Allah şöyle buyuruyor: «Oruç, benim içindir ve onun karşılığı da bana aittir.» Men La Yehzuruhu’l-Fakih, c. 2, s. 75, h.1773.

23 Hz. Peygamber (s.a.a) şöyle buyuruyor: «Cennet dört kişiye müştaktır: Aç olanları doyuran, dilini koruyan, Kur’an okuyan ve Ramazan ayında oruç tutan kişi.» 14

24 İmam Sadık (a.s) şöyle buyuruyor: «Her kim Ramazan ayında özrü olmaksızın orucunu yerse, iman ruhu ondan ayrılır.» Men La Yehzuruhu’l-Fakih, c. 2, s. 118, h.1892.

25 İmam Ali (a.s) şöyle buyuruyor: «Oruç tutmak, yemek içmekten kesilmek değildir. Belki oruç tutmak, süphan olan Allah’ın beğenmediği her türlü şeylerden çekinmektedir.» İbni Ebi’l-Hadid, Nehc'ül-Belağa Şerhi, c. 20, s. 299, h. 417.

26 İmam Sadık (a.s) şöyle buyuruyor: «Oruç tuttuğun zaman, gözün, kulağın, saçın ve derin, bunların tamamının hep birlikte oruç tutması gerekir. (Yani günahlardan tamamiyle kaçınmak gerekir.)» Kafi, (İslâmiye baskısı), c. 4, s. 87.

27 Hz. Ali (a.s) şöyle buyuruyor: «Kalp ile tutulan oruç, dil ile tutulan oruçtan ve dil ile tutulan oruç da mide ile tutulan oruçtan daha faziletlidir.» Tasnif-i Gürerü’l-Hikem ve Dürerü’l-Kelim, s. 176, h. 3363.

28 Biharu’l-Envar, c. 55, s. 341

29 Biharu’l-Envar, c. 93, s. 370.

30 Peygamber-i Ekrem (s.a.a), Allah’a şöyle bir soru soruyor: «Ey benim rabbim! Orucun neticesi nedir? Allah buyuruyor:

Orucun sonucu, hikmettir. Hikmetin neticesi, marifet ve marifetin neticesi ise yakindir. Bu durumda, ne zaman kulum yakin derecesine ulaşırsa, artık onun için dünyanın nasıl olacağı, yani kolaylıkla mı zorlukla mı geçeceği bir önem ifade etmez.» Biharu’l- Envar, c. 74, s.27.

31 Bakara suresi, 196: « Haccı da, umreyi de Allah için tamamlayın. Eğer (düşman, hastalık ve benzer sebeplerle) engellenmiş olursanız artık size kolay gelen kurbanı gönderin. Bu kurban, yerine varıncaya kadar başlarınızı tıraş etmeyin. İçinizden her kim hastalanır veya başından rahatsız olur (da tıraş olmak zorunda kalır)sa fidye olarak ya oruç tutması, ya sadaka vermesi, ya da kurban kesmesi gerekir. Güvende olduğunuz zaman hacca kadar umreyle faydalanmak isteyen kimse, kolayına gelen kurbanı keser. Kurban bulamayan kimse üçü hacda, yedisi de döndüğünüz zaman (olmak üzere) tam on gün oruç tutar. Bu (durum), ailesi Mescid-i Haram civarında olmayanlar içindir. Allah’a karşı gelmekten sakının ve Allah’ın cezasının çetin olduğunu bilin.»

32 Tabatabai, c. 3, s. 662.

33 Men Yesihhe minhu’s-Sawm, Vesailu’ş-Şia, Bab, 16, h. 13252-13253.

34 Oruç tutmanın hükmü ve Çaresizlikten su içmek, Seyit Ziya Murtezevi, Paygah-i Ittıla resani ve Haberi-yi Cemaran- Tahran, 27 Tir, 1392 h.ş

35 Beyat Zencani’nin, “Su içtiği halde orucun bozulmayacağı” hakkında yeni fetvası. Paygah-ı Haberi-yi Aftab, 22 Tir 1392 h.ş.

36 Risale-i Tevzihu’l-Mesail, Şeyh Cafer Süphani, Mes’ele-i 1256.

37 Hicdeh saat Ruzedari der Suid, Be Gozariş-i Şia Online, Be nakl ez Mehr, 11 Mordad 1390.

38 Ferheng-i Farsi-yi Amid, «İftar»


Murteza AKBULUT
Frankfurt /  Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir.

TR.JAMNEWS

 Katar’ın ablukaya alınmasıyla patlayan büyük Körfez krizi…

Bizim açımızdan sorun, sadece, şifreli kanaldan futbol maçlarını izleyeceğiz mi yoksa izleyemeyeceğiz mi değil… Memur maaşlarının bundan sonra nasıl ödeneceği konusunda kafalara kuşkular düşmesi doğal sayılabilir!..

Stratejik çukurda debelenen AKP iktidarının uyguladığı dış politikalar  yüzünden karşımıza daha ağır faturaların çıkacağını öngörmek için kâhin olmak da gerekmiyor…

Kurşun gibi ağır olan ülke gündemini önceki gün akşam iftar davetinde bir araya geldiğimiz Saadet Partisi Genel Başkanı Temel Karamollaoğlu ile konuştuk. SP lideri, çok önemli tespitlerinin yanı sıra, dış politikada devamlı çuvallayan iktidara kritik uyarılarda bulundu. Sınırlarımızın ötesinde bir travma yaşandığına dikkat çeken Temel Karamollaoğlu, “Orta Doğu’da oynanan oyunun esas hedefi ne Irak’ın işgaliydi ne Suriye… Esas hedef, Türkiye ile İran’ın çarpıştırılması, birbirleri ile kavgalı hale gelmesi. Şimdi o noktaya doğru gidiyor.“ dedi.

SP lideri Temel Karamollaoğlu’nun başta Katar krizi olmak üzere dış politika ile ilgili değerlendirmelerinden çarpıcı başlıklar;

“Sürükleniyoruz“

“*Suriye’de en etkin olacağını zanneden Türkiye, Hükümet, maalesef Suriye’de  tamamen dışlandı. Hadiseler bizim dışımızda cereyan ediyor. Gücümüz yettiği kadarıyla etki etmeye çalışıyoruz ama en üzüntü verici olan Sayın Cumhurbaşkanımız yüz yüze görüşmesinde Trump’ın, gözünün içine baka baka ‘biz PYD’ye destek vereceğiz hem de ağır silahlarla donatacağız’ demesi.

* Orta Doğu’da oynanan oyunun 120 yıllık gelişimi var. Şunu gördük ki, İsrail’in kendisine vaat edilen topraklara yerleşme arzusunun son aşamasına gelindi. Bu noktada da ABD, Avrupa kendilerini görevli addediyorlar. Orta Doğu’da meydana gelen hadiselerin tamamının altında sadece bu gerçek yatıyor.

* Fırat ve Dicle Havzası’nın ileride İsrail’in ve komşularının su ihtiyacını karşılayabilmek için uluslararası bir kuruma devredilebileceği gündeme gelecektir. Bir şeyler yapılıyor, biz selin önünde sürüklenen kum taneleri gibi gidiyoruz, engel olamıyoruz.

En ciddi tehlike

* Son atılan adım, gördüğümüz kadarıyla en tehlikeli adım. Allah muhafaza etsin biz İslam Birliği’nin kurulmasının faydalı olacağına, İslam ülkelerinin kendilerini başka yerlerden gelecek tehlikelere karşı korumak için bir savunma paktının kurulmasına yani bir İslam Savunma Paktı’nın -NATO’sunun- olmasına ihtiyaç var dedik. Ama şimdi Trump’ın Suudi Arabistan’a yapmış olduğu ziyaretin arkasından İslam Savunma Sistemi değil de bir Sünni Savunma Sistemi, güvenlik sistemi gibi bir şey ortaya atıldı. Ümit ederiz ki bundan kısa sürede vazgeçerler. Bu şu anda Orta Doğu için en ciddi tehlikelerden birisi olarak gözüküyor.

* Kaos sadece bu bölgedeki ülkelere zarar veriyor. Bütün mesele şimdi Orta Doğu’da dışarıdan gelecek müdahalelere direnç gösterilmeyecek bir ortamın doğmasıdır. Direnç gösterebilecek iki ülke var. Birisi Türkiye öbürü de İran. Bu iki ülke birbirleri ile kapıştırılırsa ikisinin de gücü gider. Şimdi senaryo bunun üzerine oynanıyor. Ben, Hükümetin bu konuda bugüne kadar sağduyulu davrandığını, İnşallah bundan sonra da öyle olur görüyorum.

* Bu bölgede bulunan ülkelerin aslında yumuşatılması görevini Türkiye üstlenebilir. Üstlenmelidir de. Buradaki çatışmadan ne Suudi Arabistan’a ne Birleşik Arap Emirlikleri’ne ne Bahreyn’e hiç birisine fayda gelmez. Türkiye aynı zaman da İran’la da -çünkü arabuluculuk görevini yapabilecek tek ülke Türkiye- onun için İran’la elbette bir araya gelmeli. Bir araya gelmek mecburiyetindeler…”

Peşi sıra gelen uyarılardan sonra Karamollaoğlu Hükümete duada bulundu;

“Biz Hükümete Cenabı Hakk’ın basiret ve feraset vermesini niyaz ediyoruz. Basiret ve feraset aslında bir ne meydana geliyor bunun arkasındakini görmek tabir caizse. Öbürüyse, nereye gidiyor onu görebilmek. Eğer bunun farkına varılırsa ki bunun farkına varmamaları mümkün değil. İnşallah bu problemi çözecek adımları atarlar.“

Ankara sohbetlerinin vazgeçilmezidir “seçim” ve ne şartta olursa olsun “erken seçim” başlığı. SP lideri Temel Karamollaoğlu, sonbaharda erken seçim olacağına ilişkin görüşlerini tekrarladı ve şunları söyledi;

“Hükümet erken seçime gitmeyi tercih eder kanaatindeyim. Çünkü son gelişmeler tabanda müspet intiba bırakmayacak adımların atılmasına vesile olabilir. Bunu seçim öncesi yapmak hükümete zarar verebilir. Bundan dolayı seçimi erkene almak, milletin hoşuna gitmeyecek kararları almak, sonra onların telafisi için çalışmak… Hükümet böyle bir yol izler diye düşünüyorum.“

Temel Karamollaoğlu’na göre, iktidar, genel seçim ile Cumhurbaşkanlığı seçimini birlikte erkene alır. Mahalli seçimler ise normal zamanına bırakılır…

Ahmet Takan

Perşembe, 08 Haziran 2017 05:04

Orucun İnsan Sağlığı Üzerindeki Etkileri

 Hekimler oruç tutmanın insanlara şifa dağıttığını belirtiyor.

Ramazan ayı, yüce Allah'ın en faziletli ve en üstün ayıdır ve Müslümanlar bu ay boyunca oruç tutar. Oruç tutmak, çok değerli ve istisna bir ameldir ve birçok manevi faydası söz konusudur. Oruç tutan insan sabah ezan vaktinden akşam ezanına kadar yüce Allah'ın emrini yerine getirmek üzere yemekten ve içmekten sakınır.

Yemekten, içmekten ve cinsel şehvetten sakınmak, insanlarda günaha karşı direniş gücünü geliştirirken aynı zamanda iradesine musallat olmayı ve her türlü günaha karşı kendisini kaybetmemeyi öğretir.

İslam peygamberi (sav) şöyle buyurur: Açlık ve susuzlukla nefsinizle mücadele edin, çünkü mükafatı Allah yolunda cihat etmek kadar büyüktür ve yüce Allah katında hiç bir amel açlık ve susuzluktan daha iyi değildir.

Oruç tutmanın insanın manevi açıdan yücelmesinde büyük etkileri söz konusudur. Lakin orucun insan vücudunun sağlığı üzerindeki etkilerinden de gafil olmamak gerekir. Hekimler oruç tutmanın insanlara şifa dağıttığını belirtiyor.

Fransız biyolojist ve fizyolojist ve Nobel ödüllü uzman Aleksis Karl orucun bu özelliği hakkında şöyle diyor:

Oruç sırasında vücutta oldukça önem arz eden çok karmaşık ve bilinmeyen işlemler başlıyor ve böylece oruç, vücuttaki tüm dokuları adeta yıkıyor ve onları değiştiriyor. Bir ay süren oruç ibadet aslında az yemeye alışmak ve vücuttaki organları dinlendirmek için en iyi fırsattır. Günümüzde midenin bir çok hastalığın başlıca kaynağı olduğu ispat edilmiştir.

Nitekim İslam peygamberi (sav) de şöyle buyurur: Mide her derdin merkezi ve yuvasıdır ve uygunsuz yemekten ve çok yemekten sakınmak, şifa veren her türlü ilacın esasıdır.

Oruç ibadeti gerçekte midenin dinlenmesine sebep olur. Oruç sırasında mide asidi yemek yerine safra kesesinin salgıları ile etkisiz hale getirilir ve böylece ülser hastalığı önlenmiş olur. Gerçi kimileri oruç tutmanın mide ülserine yol açtığını zanneder, lakin eğer bu kanı doğru olsaydı, İslam ülkelerinde mide ülseri verileri Müslüman olmayan ülkelere nazaran çok daha yüksek olması gerekirdi.

Oruç sırasında midenin salgıları azalır, safra kesesi de daha az çalışır ve böylece bu iki organ sağlıklı kalır.

Rus hekim Aleksi Moforin ise şöyle diyor: insanların hastalıklarının %95 kadarı oburluktan ve kötü beslenmekten kaynaklanır. İnsan yemekten sakındığı ve tam oruç tuttuğu vakit, vücudu yavaş yavaş biriktirdiği maddelerden beslenir ve ihtiyacı olan enerjiyi bu yoldan karşılar. Gerçekte 11 ay boyunca boy yemek, kötü beslenmek ve zamansız yemek, vücudumuzu bir yığın yağ ve zehirli maddelerle doldurur ve oruç ibadeti bu maddeleri defetmek için en uygun fırsattır.

Hekimlerin tabiri ile oruç, vücutta biriken fuzuli maddeleri yakma zamanıdır. Orucun fizyolojik mekanizmasında insan vücudu gün boyunca beslenmediği için enerjisini vücuttaki zehirleri defetmeye harcar. İranlı hekim Hasan Muzafferi de orucun bu faydasının çok önemli olduğunu vurguluyor.

Aslında orucun zehirleri defetme özelliği şöyle ki, oruç sırasında insan vücudundaki organlar nisbi bir sükûnet içinde olur. Bu şartlarda iç organlar daha rahat zehirli maddeleri defetmeye başlar. Vücuttaki zehirleri defetmekle görevli olan karaciğer ve böbrekler oruç sırasında vücudu temizlemek için daha iyi fırsat bulur. Araştırmalar, oruç tutmanın bir faydasını da vücuttaki kurşun ve diğer ağır metalleri defetme şeklinde beyan eder. Bu zehirli maddeler akciğer yolu ile ve solunum sırasında vücuda girer ve akciğer veya kan kanseri gibi tehlikeli hastalıklara sebep olur. Bundan başka kurşun alyuvarları, sinir sistemini ve kemik yapısını da olumsuz etkiler. Kurşun anemi hastalığına, sinir bozukluğuna, kilo kaybına ve kemik ağrılarına yol açar.

Oruç sırasında kanın asit oranı yükselir ve bu tür zehirli maddelerin vücutta saklandıkları yerlerden çıkmasına ve ardından böbrekler aracılığı ile defedilmesine sebep olur. Vücuttaki ağır maddeler defedildikten sonra insan kendini hafiflemiş gibi hisseder ve böylece Ramazan ayı boyunca oruç tutan insanın vücudu her türlü zehirli maddeden arınmış olur. Gerçi şunu da unutmamak gerekir ki vücudun arınması, oruç tutan kimseni sahur ve iftar vakti doğru biçimde beslenmesi ve aşırı yemekten sakınması ile mümkün olur.

Beslenme uzman Dr. Ferzad Babai ise şöyle diyor:

Araştırmalar oruç tutmanın kolesterol oranı yüksek olan insanlarda yararlı olduğunu gösteriyor, çünkü kandaki kötü kolesterol oranını düzenliyor ve iyi kolesterol oranının yükselmesine sebep oluyor. İkinci dereceden diyabet hastaları da hekimlerin veya beslenme uzmanlarının gözetiminde oruç tutarak bu ibadetin olumlu etkilerinden yararlanabilir. Oruç tutmak, yanlış beslenme, obozite ve aşırı kilodan doğan hastalıkların tedavisinde bire birdir. Oruç tutmanın insan vücudu için önemli bir yararı, obozite ile mücadele etmektir.

Bugün aşırı kiloların insan sağlığı üzerindeki olumsuz etkileri herkesçe bilinen bir gerçektir ve bu hastalık ile mücadele için çeşitli yöntemler önerilir. çrneğin uzun süreli zayıflama rejimleri, sürekli spor yapma tavsiyeleri, sauna ve benzeri yöntemler obozite ve aşırı kilo tedavisi için önerilen bazı yöntemlerdir. Semavi dinler de aşırı yemeyi ve aşırı kiloyu kötü bilmiş ve izleyenlerini bu durumlardan sakındırmıştır.

çrneğin İslam dininde insan tam olarak doymadan yemekten el çekmesi tavsiye edilmiştir, çünkü gerçekte daha az yiyen insanlar daha sağlıklıdır. Oysa çok yiyen ve sürekli karnı tok olan insanlar daha çabuk hastalanır ve üstelik birçok manevi durumlardan da uzak kalır. Aşırı kilo ile bir başka mücadele yöntemi, oruç tutmaktır. Oruç tutan insan daha az kalori ve su alır ve vücudu bu eksiklikleri gidermek için biriktirdiği yağları yakar ve sonuçta fazla kilolar yok olur. Gerçi İslam'ın oruç ibaretine vurgu yapması sırf aşırı kilo ile mücadele etmek için değildir ve bu ibadette maneviyat ve kemale ermek esas amaçtır ve aşırı kilo ile mücadele etmek, bu ibadetin yan etkilerinden biri sayılır. Nitekim eğer bir insan Allah rızası için değil de, sırf aşırı kiloları yüzünde oruç tutacak olursa, orucu batıldır.

Mısırlı iç hastalıklar uzmanı Dr. Tarık Bahiri ise şöyle diyor:

Oruç tutmak, iç organları tahrik eder, öyle ki vücuttaki zayıf hücreler açlığa karşı direnerek güçlenir ve hastalıklara sebep olan hücreler oruç sırasında yok olur ve yerine sağlıklı hücreler yerleşir.

Dr. Bahiri ayrıca orucun bir başka faydasını kanser tümörlerinin oluşmasını engelleme şeklinde ifade ediyor. İranlı psikolog Mahmut Necefi de orucun insan psikolojisi ve sinir sistemi üzerindeki etkileri hakkında şöyle diyor: yapılan son araştırmalara göre oruç streslerin ve ıstırabın giderilmesine vesile oluyor. İslam'ın belirlediği oruç ibadet, doğru ve esaslı oruçtur ve sırf zayıflamak amacı ile tavsiye edilen oruçtan farklıdır.

Bilimsel araştırmalar ayrıca mübarek Ramazan ayında intihar vakaları ve trafik suçları gibi bazı genel suçların oranında büyük düşüş yaşandığını gösteriyor. oruç tutmak isteyen insanın sahuru da hafif ve uykusu da uygun olmalı ve sahurdan hemen sonra yatağa girilmemelidir. Bazı insanların oruç sırasında öfkelenmelerinin sebebi, sahurda fazla yemeleridir. Bu arada unutmamak gerekir ki İslam dini hasta ve güçsüz insanlara oruç tutmayı yasaklamıştır. Oruç tutmak ancak özel bir hastalığı olmayan insanlara farz kılınmıştır.

Kurtarılan bölgeler Ezidi güçlerine bırakılsa da bu durum Bağdat’a Peşmerge engeline takılmadan Şegnal’e gitme imkânı veriyor. Irak güçleri Peşmerge’nin rızası olmadan yukarı çıkamıyordu. Merkezin kuzeye dönüşünden KDP gibi PKK de rahatsız.

 Bölgesel ve uluslararası aktörlerin IŞİD’le mücadelesi, IŞİD’le sınırlı değil. Hesap içinde bin bir hesap dönüyor. Irak-Suriye sınırını güvenceye alan kritik gelişmeler, birçok tarafın niyet ve planları açısından turnusol kâğıdına dönüştü. AKP yönetiminin “Şii-terörist örgüt” ilan ettiği Irak’taki Haşd’uş Şaabi güçleri, Musul’dan sonra Ezdixan’ın kalbi Şengal’in güneyini temizleyerek Suriye sınırına ulaştı. Haşd’ın IŞİD’i bölgeden tamamen söküp atmak için gerekirse Suriye’de de operasyonları sürdüreceği açıklandı. Bunun için “Şam’ın izniyle” kaydı düşüldü. Herkes Amerika değil, istediği yere girip çıksın.

Geçmişin çelişkileri bir yana an itibariyle aynı öncelikleri paylaşan Suriye ve Irak’ın sınırlarda yeniden kendi öz güçleriyle buluşması ve dolasıyla sınırlarda normal rejime dönülmesi ABD’nin yanı sıra farklı bir hesapla Kürtleri de kaygılandırıyor. Amerikan yönetimi ortaya koyduğu reflekslerle bunu IŞİD’in temizlenmesiyle Irak ve Suriye’nin kendi egemenliklerini tesis olarak görmeyip İran’ın Lübnan’a kadar uzanan hatta kendine koridor açması olarak yorumluyor. Bölgeyi dizayn ederken müdahale bahanelerine ihtiyacı var, haliyle böyle yorumlaması normal.

Yerel aktörlerin korkularını besleyen faktörler ise bin bir türlü. Irak Kürdistan Bölgesel Hükümeti, Bağdat’ı, Haşd’ın Kürt bölgelerine girmeyeceğine dair Musul operasyonu anlaşmasını çiğnemekle suçladı. Olası Peşmerge-Haşd çatışması gündeme geldi.

Suriye tarafından Suriyeli Kürtlerin omurgasını oluşturduğu Suriye Demokratik Güçleri (SDG) ise Haşd’ın kendi kontrol alanlarına girmesi halinde karşılık vereceği uyarısında bulundu.

Şengal’in güneyini IŞİD’den temizleyen operasyon PKK ile KDP arasında nüfuz rekabetine maruz kalan Ezidi öz savunma güçlerini de ayrıştırdı.

Herkes kendi çıkarlarının arkasından giderken Irak-Suriye sınırının güvenceye alınmasının, IŞİD’in bölgeden sökülüp atılması açısından arz ettiği önem gözden kaçıyor.

***

Esasen Orta Doğu’da her bir kritik gelişme klasik güç dengelerinin yansıması olan tepkiler üretiyor. Sadece geçmişin hesaplaşmalarını ya da bunların güncel izdüşümlerini çabucak unuttuğumuzdan her seferinde ortaya çıkan çelişkilerle afallıyoruz.

Elbette hiçbir şey basit bir düzen içinde ilerlemiyor. Denkleme giren yeni faktörler yerleşik güç dengelerini değiştiriyor. Çatışmaların aktörleri olan IŞİD, Haşd, 2014’te Peşmerge’nin Şengal’i IŞİD’e terk etmesiyle yaşanan büyük felaketin ardından PKK’nin örgütlediği Ezidi direniş gücü YBŞ ve Suriye tarafında ABD’nin desteğiyle hedef büyüten SDG denkleme yeni girmiş faktörler.

Girişte belirttiğim gibi Haşd’ın Suriye sınırına ulaşması birçok tarafı yeniden hesap kitap yapmaya itti. Bir kere Kürdistan yönetiminin tartışmalı bölgelerdeki fiili Peşmerge kontrolünü hukuki bir çerçeveye taşıyıp düşlenen Kürdistan sınırlarını tamamlama planları yeni bir meydan okumayla karşı karşıya. Haşd’ın merkezi hükümetin otoritesini bölgeye yeniden taşıması, bağımsızlık referandumuna gitme hazırlığı yapılırken koşulları belirsizleştiriyor. IŞİD karşısında Irak ordusunun dağılmasının ardından Büyük Ayetullah Ali Sistani’nin çağrısı üzerine oluşturulan Haşd’ın üç yıl içinde orta kesimlerden kuzeye doğru rüştünü ispat ede ede Kürdistan sınırlarına çıkması Kürtler açısından bir alarm nedeni. Haşd’in bu denli güçlenmesi, 2014’te Peşmerge’nin boşluğu doldurduğu Kerkük gibi statüsü tartışmalı bölgeler üzerindeki anlaşmazlığı güçle çözmeyi düşünenleri cesaretlendiriyor. Tabii IŞİD tehdidi tamamen bertaraf edilmediğinden Arap-Kürt çatışmasından kaçınan taraflar özellikle Kerkük üzerindeki hesaplaşmaları ertelemiş durumda.

Musul’da ise Haşd’ın Suriye sınırına ulaşmasıyla, savaş sonrasında vilayeti kimin nasıl kontrol edeceğine dair tartışmalara yeniden dönüldü. Ki bu tartışmalar Musul operasyonunu 1 yıl geciktirmişti. Bu da hem Ezidi trajedisinin sürmesi hem de bölgeden kaçan Şii Türkmenler ve Hıristiyanların yaşadığı sürgünün uzaması anlamına geliyordu.

***

Haşd karşısında Kürtlerin tutumu bütüncül değil. Düne kadar pek çok çevrede göz ardı edilen Ezidiler, Kürdistan’ın tekâmülü ile ilgili planlar tartışılırken rekabet unsuruna dönüştü.

Barzani yönetimi, Peşmerge’nin 2014’te IŞİD’in insafına bıraktığı Ezidileri kazanmak ya da bölgede KDP’nin etkisini azaltacak gelişmelere izin vermemek için özel bir strateji izliyor. PKK’yi bölgeden çıkarmak, YBŞ’nin kontrolüne son vermek ve Ezidilerin IŞİD’den kurtarılan bölgelere dönüşünü geciktirmek bu stratejinin birer parçası. Buna karşın Irak hükümeti de Şengal’in Bağdat’la bağlarını tazelemek, Kürdistan’ın genişleme hesaplarına engel olmak ve Peşmerge’nin fiili kontrolünün başladığı 2003 öncesi duruma geri dönmek için Ezidilere el veriyor. Kimi kesimlerin “Şii örgüt” ya da “İran’ın Şii hilalini tamamlamaya yönelik maşası” olarak tanımladığı Haşd bu süreçte Ezidilerin bir kısmını kazanmayı başardı. İçinde Sünni ve Hıristiyan unsurlar da barındıran Haşd daha Musul operasyonu başlamadan önce Ezidilerden oluşan küçük bir birliğe sahipti. Laleş Taburu (Fevc Laleş) Haşd’ın içindeydi. Buna ilaveten Irak hükümeti Haşd’e bağlı olmamasına rağmen YBŞ savaşçılarını maaşa bağladı. Kürdistan yönetimini Musul operasyonunda ortaklığa ikna etmek için bir taviz olarak Ekim 2016’da YBŞ’nin ödeneği kesildi. Musul operasyonu başladıktan sonra Bağdat, YBŞ’ye yeniden maaş ödemeye başladı. KDP tarafından bir süre gözaltında tutulduktan sonra tutum değiştirip Peşmerge’ye bağlanan Haydar Şeşo’nun Ezidi birliği de Nisan 2015’e kadar Bağdat’ın desteğine sahipti.

Haşd’ın Şengal’in güneyine yönelik 12 Mayıs’ta başlattığı operasyon Ezidiler arasındaki bu bölünmüşlüğe yeni bir katalizör etkisi yaptı. Şeşo’nun 14 taburdan oluşan Ezidi Peşmergesi çözülerek Haşd’e katıldı. Ezidilere göre bunun iki nedeni var: Birincisi Peşmerge, Şengal’in merkezinde kontrolü ele aldıktan sonra güneydeki Ezidi yerleşimlerinde devam eden IŞİD varlığına seyirci kaldı. İkincisi Peşmerge, bu bölgeye Haşd ile ortak operasyon düzenleme teklifini reddetti. Haşd’ın kendisine bağlı Ezidi güçleriyle birlikte Tel Banat’ta operasyona başlamasından üç gün sonra Ezidi Peşmergesi’ndeki taburlardan biri Haşd’e katıldı. Tel Banak, Tel Kasap, Ger Zerik, Tel Ezeyir, Siba Şeyh Hıdır, Kayravan, Koço ve nihayetinde El Baac kurtarılırken Haşd’e katılan Ezidilerin sayısı 1000’i buldu. Bunlar, Laleş Taburu’na paralel olarak Naif Casso liderliğinde Koço Taburu (Fevc Koço) adıyla örgütlendi. Şengal’in Kürdistan değil merkezi Irak hükümetine bağlı olmasından yana olan Ezidi Evi de 29 Mayıs’ta Haşd’e dahil oldu. (Ezidi Haşd’ı ile ilgili Matthew Barber, NRT’de kapsamlı bir yazı kaleme aldı. Bu linkten bakılabilir: http://www.nrttv.com/en/birura-details.aspx?Jimare=4855)

Benim konuştuğum Ezidiler bir gerçeği de hatırlatıyor: Tarihsel olarak onlarca katliama maruz kalmış olan Ezidilerin Iraklı Şiilerle ilişkileri iyiydi. Bu yüzden etnik aidiyette ortaklık ilişkileri tanımlamakta yeterli değil.

***

Irak güçlerinin Ezidilerin bir kısmıyla ortaklık kurup Şengal’de ilerlemesi Kürdistan yönetiminin bölgeye ilişkin hesaplarını etkileyen bir gelişme. Erbil yönetimi, Irak hükümetini tartışmalı bölgelerin kaderine referandumla belirlenmesini öngören anayasanın 140’ıncı maddesi ile Haşd’ın Kürt bölgelerinden uzak durmasını şarta bağlayan Musul operasyonu anlaşmasını ihlal etmekle suçladı. Diğer taraftan KDP yetkilileri, Permerge’den kopan Ezidilere “Şengal’i terk edip Necef ve Kerbela’ya gidin” diye gözdağı verdi. Bu mesaj işe yaramadı. Ayrıca YBŞ’den de Haşd içindeki Ezidi birliklerine katılanlar oldu. Bu durum kızgın oldukları KDP ile minnet duydukları PKK arasında rekabet konusu haline gelen Ezidilerin üçüncü yol arzularını da dışa vuruyor.

Kurtarılan bölgeler Ezidi güçlerine bırakılsa da bu durum Bağdat’a Peşmerge engeline takılmadan Şengal’e gitme imkânı veriyor. Irak güçleri Peşmerge’nin rızası olmadan yukarı çıkamıyordu. Merkezin kuzeye dönüşünden KDP gibi PKK de rahatsız. Şengal’e farklı anlamlar yüklemelerine rağmen her iki parti de Şengal’i Irak haritasında görmüyor.

***

Haşd’ın sınıra dayanması, Suriye tarafındaki aktörler arasında nasıl görülüyor? ABD’nin “İran etkisini sınırlama” diye kodladığı yeni politika sahaya nasıl yansıyor? Bu da başka bir yazıya…

 İslam İnkılabı Lideri Imam Hamanei öğrencilerle görüşmesinde Tahran’da düzenlenen terör saldırılarına işaret ederek, İran milleti büyük bir kararlılıkla yoluna devam ettiğini belirtti.

Imam Hamanei, herkesin bu tür olayların İran milleti ve yetkililerinin iradesini etkileyemeyeceğini bilmesi gerektiğini vurguladı.

Imam Hamanei ayrıca, bu tür olayların İran’ın fitnenin merkezinde direnmekte haklı olduğunu ortaya koyduğunu, nitekim böyle olmasaydı şimdi İran içinde sıkıntı yaşayacaklarını kaydetti.

 

İran Dışişleri Bakanı Zarif Ankara’da Saldırıyı Değerlendirdi
İran Dışişleri Bakanı Cevad Zarif, bölgede endişe verici gelişmeler yaşandığını belirterek, “Bu olaylarla ilgili Türkiye ile yakın görüş alışverişinde bulunmamıza ihtiyaç var.” dedi.

Türkiye’ye gelen Zarif, Ankara’da konaklayacağı Hilton Oteli girişinde, basın mensuplarına açıklamada bulundu. Bakan Zarif, sözlerine ülkesinde yaşanan terör saldırısında hayatını kaybedenler için taziye dileklerinde bulunarak başladı. 

“Bu saldırı halkımızın teröre karşı duruşunu daha da güçlendirecektir.” diyen Zarif, güvenlik güçleri ve İran halkıyla bu tür saldırılara karşı her zaman karşı koyacaklarını söyledi. Zarif, yolculuk nedeniyle Tahran’daki terör saldırılarının ayrıntılarına ilişkin bilgi sahibi olmadığını ifade ederek, “Bölgede bizim için endişe verici gelişmeler yaşanıyor. Bu olaylarla ilgili Türkiye ile yakın görüş alışverişinde bulunmamıza ihtiyaç var.” dedi.

Türkiye ziyaretinde Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından kabul edileceğini belirten Zarif, yanı sıra Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu ile de bir araya geleceğini ve bu görüşmelerde başta Suriye olmak üzere ikili ve bölgesel konuları değerlendireceklerini dile getirdi.

Tahran’da yaşanan çifte terör saldırısında 12 kişi ölürken 42 yaralandı. Dışişleri bakanı Zarif böyle bir durumda Türkiye ziyaretini gerçekleştiriyor.

Dun sabah Tahran’da gerçekleşen çifte terör saldırılarında İranlı 12 vatandaş şehit olurken 42 kişi yaralandı.

İran Acil Yardım Merkezi Başkanı Pir Hüseyin Gulivend yaptığı açıklamada; İmam Humeyni Hareminde ve İran İslam Cumhuriyeti Meclisi’nde gerçekleşen ve İranlı 12 vatandaşın şehit olmasıyla sonuçlanan terör saldırılarında Acil Yardım Merkezinin olay yerindeki işinin bittiğini söyledi.

İran’ın Başkenti Tahran’da bu sabah İmam Humeyni Hareminde ve İran İslam Cumhuriyeti Meclisi’nde gerçekleşen terör saldırısında 12 vatandaş şehit olurken 42 kişi yaralandı.

 

TAHRAN'DAKİ SALDIRILARI 'IŞİD' ÜSTLENDİ
 İran'ın başkenti Tahran'da sabah saatlerinde, önce İran parlamentosu sonra da İmam Humeyni'nin türbesine terör saldırısı düzenlendi. Parlamentodaki saldırıda 7 kişinin öldüğü, 4 kişinin de rehin alındığı iddia edildi. Saldırıları IŞİD üstlendi. Bu bilginin doğrulanması, IŞİD'in İran'daki ilk saldırısını gerçekleştirdiği anlamına gelecek.

Turkiye Dışişleri Bakanlığı İran'daki terör saldırılarını kınadı
 
Dışişleri Bakanlığından yapılan yazılı açıklamada,Tahran’daki İran İslami Danışma Meclisi ile İmam Humeyni Türbesi’ne yönelik terör saldırıları düzenlendiğinin ve saldırılarda hayatını kaybedenler ile yaralılar olduğunun üzüntüyle öğrenildiği belirtildi.

İran İslam Cumhuriyeti kurucusu ve İslam İnkılabı Rehberi İmam Humeyni, veftının 28. yıl dönümünde Tahran’da İmam Humeyni hareminde İmam Hamanei’nin ve binlerin katılımıyla anılıyor.

İslam İnkılabı Rehberi: “Düşmanın utanmazlığının hangi boyuta ulaştığına bir bakın, Amerika Başkanı yozlaşmış bir kabile rejiminde kılıç dansı yaparken, 40 milyon İranlının oyunu eleştiriyor.”

İmam Hamenei’nin, İmam Humeyni’nin (ra) yirmi sekizinci vefat yıldönümü münasebetiyle yaptığı konuşmanın önemli başlıkları şunlardır:

Benim bugünkü konuşmam genel olarak İmam Humeyni hakkında birkaç nokta üzerinedir. Eğer konuşmamın sonunda zaman kalırsa, iç ve dış politika hakkında da kısa bir konuşma yapacağım.

Bu büyük insan hakkında yıllar boyunca bilgi sahibi kişiler tarafından birçok konuşma yapıldı ama birbiriyle bağlantılı olan İmam ve İnkılap hakkında söylenen şeylerde, İmam’ın ismi inkılaptan ayrı değildir ve bu konuda söylenen şeylerin tamamı da İmam ve inkılap ile ilgili değildir. Zamanla toplumun zihnine yerleşmesi gereken söylenmemiş konular vardır.

Eğer bir gerçek defalarca tekrarlanmazsa, ayrıntıları ve özellikleri zikredilmezse, zamanla bu gerçeğin saptırılma ihtimali vardır. Sizin çoğunuz İmam’ın en büyük hüneri olan inkılabın ve İmam’ın şahsiyetinin tahrif edilmesi için birçok amacın bulunduğunu biliyor.

Gençler büyük destanların yazıldığı dönemi görmediler. İnkılabın zaferi dönemini ve mukaddes savunma dönemini görmediler. Bölücülük çıkarmaya çalışan kişiler karşısındaki büyük mücadeleleri ve büyük hareketleri gençler sadece duydular. Bu yüzden bu konular hakkında daha fazla açıklama yapılmalıdır.

İslam İnkılabı İmam Humeyni tarafından yapıldı ve Allah’ın iradesi ve İmam’ın eliyle gerçekleşti. Bu sadece siyasi bir değişim değildi. İnkılabın amacı, bu durumu ve toplumu değiştirmekti, topluma bağımsız, asil, yaratıcı, yeni düşünceleri ve sözleri olan bir kimlik kazandırmaktı. Bu İslam İnkılabı işte böylesi bir değişimdi.

Asgari hedefleri olan inkılaplar başarılı olamadılar ama İmam en azami hedeflerle başarılı oldu. Asgari hedefleri olanlar işin başında bazı başarılar elde ettiler ama nihayetinde yenildiler ama İmam tam anlamıyla bir zafer kazandı ve bu zaferi korudu.

İmam’ın ilkelerinden biri, Amerika’nın hakimiyetinden çıkmaktı ve bu İran gençleri için çok cezp ediciydi ve bugün de Amerika ile uzun anlaşmaları ve bağlılıkları bulunan ülkelerdeki gençler için Amerika’nın hakimiyetinden çıkmak cezp edicidir. Örneğin Suudi Arabistan gibi Amerika’nın hizmetinde olan bir ülkenin gençlerinin yanına gittiğinizde, onların da bu zalim hakimiyetten ayrılmak istediklerinin göreceksiniz.

Şimdi bahsedeceğim konu 60’lı yıllarla ilgili, yani İmam’ın hayatta olduğu bereketli yıllarla. 60’lı yıllar, mazlum, İran’ın ve İranlıların kaderini belirleyici yıllardır. Bu yıllar son derece önemli, hassas, bilinmeyen ve bazı gruplar tarafından saldırıya uğrayan yıllardır.

60’lı yıllar, ülkede en şiddetli terörizmin yaşandığı yıllardır ve bu yıllar boyunca binlerce kişi teröristler tarafından şehit olmuştur. 60’lı yıllar dayatma savaşı yıllarıdır yani İmam hayattayken, 8 yıl İran halkına savaşın dayatıldığı yıllardır.

60’lı yıllar en zor yaptırım yıllarıdır. Her şeye yaptırım uygulanmıştır. Ekonomi merkezlerine ve hükümete karşı art arda yaptırımlar yapılmıştır. 60’lı yıllar bölücülükle mücadele yıllarıdır. Bu yıllarda birçok önemli olay yaşanmıştır. 60’lı yıllarda İran halkı ve gençleri öylesine direniş göstermişlerdir ki, bütün bu olaylara galip gelmişlerdir.

Ben şehit ve celladın yerinin değiştirilmemesini tavsiye ediyorum. 60’lı yıllarda İran halkı çok mazlum kalmıştır.

İmam’ın bedeni aramızdan ayrıldı ama İmam’ın ruhu ve yolu, canlı ve diridir. İmam’ın nefesi toplum arasında hayattadır.

Bizim düşmanlarımız boş durmuyor. Düşmanlar bu güne kadar bize büyük bir darbe vuramadılar. Biz ilerledik ve büyük işler yapmayı başardık.

Düşmanın utanmazlığının hangi boyuta ulaştığına bir bakın. Amerika Başkanı yozlaşmış bir kabile rejiminde kılıç dansı yaparken, 40 milyon İranlının oyunu eleştiriyor.

Kesinlikle şunu arz ediyorum ki, eğer 60’lı yıllardaki gibi bir bölücülük yaşanırsa, gençler meydana inecek ve ülkeyi koruyacaklardır. Bazen bazılarının inkılap sloganları karşısında sanki inkılap akılcılığın karşısındaymış gibi, bazı akılcılık kavramlarını gündeme getirdiklerini duyuyorum. İmam yıllar önce Amerika’yı büyük şeytan olarak nitelendirmiş ve onun güvenilir olmadığını halka öğretmiştir ve bugün de bazı Avrupa ülkeleri liderleri Amerika’nın güvenilir olmadığını söylüyorlar. İşte bu akılcılıktır. Amerika bütün konularda güvenilmezdir.

İmam kültürel bir miras değildir. Bazıları İmam’a kültürel bir miras gözüyle bakıyorlar ama İmam hayattadır, evet İmam’ın bedeni hayatta olmayabilir ama İmam’ın yolu ve nefesi canlı ve diridir.

Suudi hükümeti, Amerika Başkanı ile uzlaşmak için mali kaynaklarının yarısından fazlasını Amerika’nın meyli doğrultusunda kullanmaya mecbur kalıyor. Uzlaşının da bir bedeli var. Eğer meydan okumalar akılcı, mantığa uygun ve kendine güven içinde olursa, bunun maliyeti de uzlaşının maliyetinden daha az olacaktır.

Komplo güçleri belirli bir sınırla yetinmezler ve bir sınır belirlemezler. Biz bunu son yıllardaki anlaşmalarda tecrübe ettik. Bir sınırı belirlerken bir taraftan da yeni konuları gündeme getiriyorlar ve bu hiç durmuyor. Ülke yetkilileri hedeflerini müstekbir güçleri hoşnut etmek olarak belirlememelidir ve hedefleri halkı memnun etmek ve ülkedeki aktif unsurları güçlendirmek olmalıdır.

İnkılapçı olmanın anlamı, yani halkın ve yetkililerin hiçbir zorbalık karşısında teslim olmamasıdır.

Ben sandık başına gidip oy kullanan 41 milyon kişiye bütün samimiyetimle ayrı ayrı teşekkür ediyorum. Bu oylar İran İslam Cumhuriyeti sistemi için bir itibar ve halkın İslami sisteme güveninin bir göstergesi oldu. Halkın yüzde 70’den fazlasının İslami sisteme güvenmesi ve evet demesi çok önemlidir.

Maalesef Mübarek Ramazan ayında bazı ülkelerde kardeşlerimiz büyük sorun ve sıkıntı içerisindedir. Suudi rejimi gece gündüz Yemen’i bombalamaktadır. Suudi hükümeti şunu bilmelidir ki, 10 hatta 20 yıl bile aynı yöneteme devam etse, hatta Amerika’dan milyarlarca dolar rüşvet alsa bile, yine de Yemen halkına galip gelemeyecek ve bir sonuca ulaşamayacaktır.’