
کارگر
Nasrullah: İslami direnişin terörizm ile mücadelede kararlı
Lübnan'ın 25 mayıs 2000 tarihinde siyonist rejime galibiyetinin 17. yıldönümü münasebeti ile bir konuşma yapan Seyid Hasan Nasrullah, Rİyad oturumunun büyük bir fiyasko olduğunu, Suudi rejimin terörizme destek suçundan aklanmak için Amerika'ya rüşvet verdiğini belirtti.
İRİB'İn bildirdiğine göre Lübnan Hizbullah'ı genel sekreteri Seyid Hasan Nasrullah Amerikan-Arap oturumuna işaretle, oturumun İslami direnişi hiç bir şekilde etkileyemeyeceğini belirterek, İslami direnişin terörizm ile mücadelede kararlı olduğunu, tüm milletlerin isteklerine ulaşıncaya kadar da mücadeleden vazgeçmeyeceklerini belirtti.
Lübnan Hizbullah'ı genel sekreteri Riyad oturumunun Donald Trump'a haraç vermek için olduğunu, oturumla ilgili sadece Amerika ve Suudi basının yaygara kopardıklarını söyledi.
IŞİD'in Irak ve Suriye'ye saldırdığı zaman sadece İran'ın bu ülkelere destek çıktığını belirten Nasrullah, fakat Arabistan'ın teröristlere mali yardım yaptığını belirtti.
Bahreyn olaylarına da değinen Nasrullah, Bahreyn halkının öldürülmesi ve hapse atılmasının da Riyad oturumu ve Amerika başkanının bölge ziyaretinin sonuçları olduğunu söyledi.
Lübnan Hizbullah'ı genel sekreteri Seyid Hasan Nasrullah, Al-ı Halife rejimine hitaben Bahreyn'de huzurun sağlanması için Şeyh İsa Kasım'ı derhal serbest bırakması gerektiğini de belirtti.
Kasımi: Füze Programına Güçlü Bir Şekilde Devam Edeceğiz
İran İslam Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü, Arabistan yetkililerinin boş ve asılsız hayallerine değinerek, “Suudilerin ülkemize karşı askeri saldırıda bulunma hayalleri gerçekleşmeyecektir” dedi.
İran İslam Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Behram Kasımi, Arabistan yetkililerinin İran’ı bir savaş alanına çevirecekleri yönündeki açıklamaları hakkında sorulan bir soru üzerine şunları söyledi: ‘Birçokları boş ve asılsız hayaller gündeme getirebilirler. Bazıları uzun süreler boyunca uzun hayallere sahiptir ama bu hayallerini kendileriyle birlikte mezara götüreceklerdir ve onlar İran’a karşı böylesi ifadelerde bulunamazlar.’
Behram Kasımi Suudi Arabistan yetkililerine şu tavsiyelerde bulundu: ‘Arabistan, bölge ötesi ülkelerden güvenlik satın almak yerine, kendi halkına dayanmalı ve komşu ülkelerin halkın oyuna dayalı demokratik yapılarından ders almalı ve güvenliğini daimi kılmalıdır.
Doğal olarak güvenlik, sayısız silah alarak elde edilemeyecektir ve günümüz tarihi, büyük cephaneliklere ve birçok askeri yeteneklere sahip olan ülkelerin, kendi durumlarının alt üst olduğuna şahit olmaktadır ve bu başkalarının da başına gelebilir.
Eğer halk gücüne dayanılmazsa, sonunda silahla da işlerin ilerletilemeyeceği çok açıktır ve bütçelerini kendi varlıklarını korumayı ve daim kılmayı garantileyemeyecek askeri konulara harcayan ülkelerin, halkına başvurması daha iyidir.’
Füze programına güçlü bir şekilde devam edeceğiz
İran İslam Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü, İran’ın füze ve savunma programının güçlü bir şekilde devam edeceğini vurguladı.
Behram Kasımi, Amerika Dışişleri Bakanının Arabistan’da yaptığı İran karşıtı açıklamalar ve onun İran’ın füze programını durdurması yönündeki talebi hakkında şu açıklamalarda bulundu: ‘Bunlar saçma, mantıksız, yalan ve aldatıcı ifadelerdir.
Dünyada radikalizmi ve terörizmi yayan ülkeler bellidir ve bu sözler onları temizleyemez ve farklı bir şekilde tanıtamaz. Gerçek her zaman kendini gösterir.
Ülkemizin füze programı hakkında yapılan bu açıklamalar yersiz ve yanlıştır. Biz, caydırıcı, bölgede istikrar ve güvenliğin sağlanmasına ve terörizmle mücadeleye yardım eden kendi savunma programımıza milli politikalarımız çerçevesinde güçlü bir şekilde devam edeceğiz ve başkalarının bu konuda konuşmasına izin vermeyeceğiz.
Biz başkalarına bu konuda konuşma hakkı vermeyeceğiz. Çünkü geçen 40 yıl boyunca çeşitli olaylara şahit olduk ve halkımız adına bu olaylardan en barizi, dünya tarafından ciddi ve şiddetli yaptırımlar dayatılırken ülkemizi savunmak zorunda olduğumuz ve başkalarının bize hatta en küçük bir silah göndermeye bile yanaşmadığı 8 yıllık dayatılan savaştır.
O dönemde milli imkanlara, İran’ın kabiliyetine ve zekâsına dayanmak ve kendimizi savunmak ve başkalarının İran’a saldırmak gibi kirli düşüncelerini tekrarlamasına izin vermemek için güçlü savunma programları oluşturmak zorundaydık. Bu yüzden böylesi açıklamalar yersiz ve kabul edilemez açıklamalardır.’
Trump’ın İran karşıtı açıklamaları yersiz ve düşmancadır
İran İslam Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü, Amerika Başkanı Donald Trump’ın Arabistan’da yaptığı İran karşıtı açıklamaları yersiz, yanlış, düşmanca ve saldırgan ifadeler olarak değerlendirdi.
Behram Kasımi, Trump’ın Arabistan’daki İran karşıtı açıklamaları hakkında sorulan bir soru üzerine şu açıklamalarda bulundu: ‘Ülkemizde çok özgür bir şekilde yapılan ve ülkemiz için bir gurur kaynağı olan ve dünyayı hayran bırakan seçimlerin üzerinden 48 saat bile geçmeden, bir ülke lideri, ne özgürlüğün ne de demokrasinin olduğu bir bölgeye ziyarette bulunuyor ve bu tip açıklamaları dile getiriyor.
Arabistan onlarca yıl öncesinden şimdiye kadar terörizmin ve radikalizmin yetiştirildiği bir beşik gibiydi ve hala da öyledir ve Trump orada ülkemizin egemenliğine ve halkına karşı düşmanca ve yersiz açıklamaları dile getirmiştir.
Bu olay, dünya için bir sürpriz olmuştur ve dünya toplumu yıllardır birçok savaş dayatılan ve birçok sorunla karşı karşıya olan bölgede, bu ülkenin yetkililerinin nasıl Arabistan yöneticileri ile 110 milyar dolarlık silah satmaya ve bölgedeki gerginlikleri arttırmaya hazır olduğu konusunda düşünmelidir.
Amerika yetkilileri açık bir şekilde, Arabistan’a silah satarak yüzlerce Amerikalı gence iş imkânı sağladıklarını açıklamışlardır. Yani Yemen’de ve diğer bölgelerde şahit olduğumuz gibi, binlerce kişinin ölümüne neden olacak silahları, bu halkı bastırmak için kullanmaktadırlar.’
Kasımi, bir grup Amerikalıya iş imkânı sağlamak için Arabistan tarafından silah satın alınmasını eleştirerek şunları söyledi: ‘Uluslararası toplum şu noktaya dikkat etmelidir, Trump 2014 yılı şubat ayındaki seçim mitinginde, eğer seçilirse, 11 Eylül’de ikiz kuleleri kimin hedef aldığını ve kimlerin nerde terörizm adına yetiştirildiğini açıklayacağını söyledi.
Şu an Trump’ın silah satmak için ilk ziyaretini böylesi bir ülkeye gerçekleştirmesi ve ülkemize karşı bu tip açıklamalarda bulunması çok şaşırtıcıdır. Oysa ki İran sürekli olarak terörizm ve şiddetin karşısında durmaya, bölgede istikrar ve güvenliği sağlamaya çalışmaktadır ve İran, özgür, demokratik ve hakimiyeti halkının oyuna dayalı bir ülkedir. Bu nedenle, bu süreçte Amerika hükümetinin düşmanca ve İran karşıtı yöntemlerinin şekillenmesi şaşırılacak bir durum değildir ve biz onları tanıyoruz ama ülkemizdeki muhteşem seçimlerden hemen sonra onların bölgede İran fobiayı şiddetlendirmeye çalışmaları çok düşündürücüdür.’
Oruç
Oruç (Arapça: الصوم, İngilizce: Fasting or Sawm), İslam’ın önemli ibadetlerinden ve bu dinin ibadet düsturlarından olup namazdan sonra en önemli ibadetlerden biri sayılmaktadır. Bu anlamda insanın sabah ezanından akşam ezanına kadar yemek ve içmekten kesilmek gibi bazı işlerde Allah’ın buyurduğu şekilde davranmasından ibarettir.
Önceki Dinlerde Oruç Konusu
Oruç, sözlükte bireyin kendisini herhangi bir işten alıkoyması; şeriat terminolojisinde ise, insanın kendi nefsini orucu batıl edecek birtakım şeylerden alıkoyması anlamına gelmektedir.
Kur’an-ı Kerim, açıkça bu ilahi farzın diğer dinlerde de olduğunu beyan etmektedir.[1] Bununla birlikte İslam'da olduğu gibi Müslüman olmayan diğer dinlerde de bu teklifin aslı mevcuttur, ancak özellikleri ve hususiyetleri fark etmektedir. İlk oruç tutan kişi Hz. Âdem'dir.[2]
Oruç tutmak, Yahudilerin temel ibadetlerinden biri idi. Tevrat'ta defalarca bu konuya işaret edilmiştir. Hazreti Musa Allah’tan levhaları almadan önce kırk gün kırk gece Sina dağında oruç tuttu ve yemekten içmekten uzak durdu.[3]-[4]-[5]
Yahudi şeriatında Allah’a yakınlaşmanın en çok bilinen yollarından birisi oruç tutmaktır. Oruç, günümüzde herkes tarafından bilinen ve umuma yayılmış bir ibadet şekli olarak dünya Yahudilerinin ayininde de oldukça yaygındır. Vacip ve ihtiyari (isteye bağlı) oruçlar olarak iki kısımda uygulanmaktadır.
Oruç, İbranicede, “Ta’niyet” yani, insanın kendisini zahmete sokması, nefsine eziyet edip ıstırap vermesi anlamındadır. Bu adla anılmasının nedeni, Şer’i bir gün boyunca insanın kendisini yemekten ve içmekten alıkoymasından dolayıdır. İbrani takviminde 6 gün vacip oruç unvanı dikkat çekmektedir.
Ahd-i Cedid'de nakledildiğine göre Hz. Meryem oruç tutuyordu. Hz. İsa da oruç tuttuğu gibi havarilerine de kendisinden sonra oruç tutmalarını emretmiştir.[6]
İslam’da Oruç
Hindistan’da İftar Sofrası
Ramazan ayı orucu, hicretin ikinci yılında Şaban ayının yirmi sekizinci günü kıblenin değişmesinden 13 gün sonra vacip olmuştur.[7]-[8]-[9] Gerçi ondan önce de Peygamber-i Ekrem (s.a.a) ve bazı Müslümanlar oruç tutuyorlardı.
Sadr-ı İslam’da oruç tutanlar için şimdiki durumlarına ilaveten, iki şeye daha riayet etmeleri vacip kılınmış, ancak daha sonraları bu iki vacip nesholunmuş, yani kaldırılmıştır:
Oruç tutanlar, yalnızca iftardan gecenin bir vaktine kadar, yani uyuyuncaya kadar yemek yiyebilirlerdi.
Ramazan ayı gecelerinde cinsel ilişki haram kılınmıştı.
Kur’an ayetlerinde açıkça belirtildiği üzere,[10] Hz. Peygamberin (s.a.a) ashabından bazı kimseler bu süre zarfında bu konuda kendilerine ihanet etmekteydiler.[11]
İslam peygamberi (s.a.a) kendisine yöneltilen “Niçin İslam’da oruç 30 gündür” sorusuna karşılık, şöyle buyurmuştur: "Hz. Adem (a.s), yasak meyveden yediği zaman 30 gün boyunca bu meyve onun bedeninde kaldı, daha sonra Allah onun çocuklarına 30 gün açlığı ve susuzluğu vacip kıldı.[12]
Kur’an’da Oruç
Kur’an’da, 14 surede oruç zikredilmiştir. Ramazan ayında oruç tutma emri ve onunla ilgili hükümlerin çoğu, Bakara suresinin 183. ayetinden 185. ayetine kadar ve 187. ayetinde gelmiştir. Buna ilaveten, oruç tutmanın bazı günahlara kefaret olacağına dair bir takım ayetler de nazil olmuştur.[13] Veya bazı hac merasiminin adabının yerine getirilmesi anlamında beyan edilmektedir.[14]
“Saimun ve Saimat” yani “oruç tutan erkekler ve oruç tutan bayanlar” unvanı Kur’an-ı Kerimde, Ahzap suresinin 35. Ayetinde, insanlardan iki zümreye hitap etmekte ve iki grubun adı getirilerek, Allah’ın bağışlamasına müstahak olarak tanımlanmışlardır. Meryem suresinin 26. Ayetinde, Hz. Meryem, kendisiyle susmayı ahdetmiş ve Kur’an bu durumdan oruç adıyla bahsetmektedir.
Rivayetlerde Oruç
Rivayetlerde, oruç hakkında, şu unvanlar adı altında bahsedilmiştir:
İslam’ın Beş temel direğinden biri.[15]
Hikmet, kalbe ait marifet ve yakin.[16]
Zengin ve fakir arasında eşitlik sebebi.[17]
İhlasın tespiti ve imtihan vesilesi.[18]
Bir çeşit cihattır.[19]
Bedenin zekâtıdır.[20]
Kıyamet günü açlık ve susuzluğu hatırlamak.[21]
Kıyamet günü açlık ve susuzluk derdinden kurtulur.[22]
Ahiret ateşi karşısında korunma ve siper.[23]
Kıyamette şad ve sevinçli olma nedeni.[24]
Orucun, oruç tutan hakkında şefaatçi olması.[25]
Dünya ve ahiret zorlukları karşısında yardımcı.[26]
İftar vakti duaların kabul edilmesinin nedeni.[27]
Bedenin sağlıklı olma sebebi.[28]
Hafızanın takviye ve güçlenmesi.[29]
Dünya afetlerine karşı siper.[30]
Kalplerin sakin olma sebebi.[31]
Şeytanın uzaklık nedeni.[32]
İlahi özel ödül (veya Allah’ın bizzat kendisi, oruç tutanların sevabının karşılığıdır.).[33]
Ramazan ayında oruç tutanlara, cennetin müştak oluşudur.[34]
Orucu terk etmek, imansızlık sebebidir.[35]
Rivayetlerde ve hadislerde, gerçek orucun, Allah’ın beğenmediği her şeyi terk etmekten ibaret olduğu vurgulanmıştır.[36] Bir oruç ki, göz, kulak, saç ve hatta derinizin dahi oruçlu olması gerekir.[37] Ayrıca, ağızla oruç tutmak, mide orucundan daha üstün ve kalp orucunun da ağız orucundan daha üstün olduğu bildirilmiştir.[38]
Oruç tutmanın Mertebeleri
Oruç tutmanın üç derecesi vardır: Biri genel anlamda bildiğimiz oruç, diğeri özel oruç ve üçüncüsü hasların orucu olarak nitelendirilebilir.
Genel anlamda oruç şudur: İnsan, orucu batıl eden şeylerden uzak durur.
Özel oruç şudur: İnsan, birincisine ilaveten gözünü, kulağını, dilini, elini, ayağını ve diğer azalarını da oruçlu kılar. Gündüzleri oruç tutar, geceleri dua ile uğraşır. Halka eziyet etmekten, haset etmekten uzak durur ve kişisel düşmanlıklarını bir kenara bırakır. Oruç tuttuğu günlerde, diğer günlerden daha farklı davranır.
Has kimselere ait olan oruç şudur: Yukarıdaki durumlara dikkat etmekle birlikte, onun kalbi de oruçlu olur. Yani kalbini, Allah’tan gayrısına teveccüh etmekten keser, kendi nefsini, nefsin isteklerinden ve şehvetlerinden korur. Öyle ki, günahın düşüncesi dahi kalbine gelmez.
Oruç Tutmanın Felsefesi
Oruç tutmanın, bedenin sıhhati, cismin salim olması..vs.gibi farklı boyutlarda birçok faydası vardır. Orucun vacip kılınmasının en önemli felsefelerinden birisi, takvalı ve ihlaslı kişideki iradenin takviye olunması ve güçlendirilmesidir. İbadetlerle ünsiyete ve seherlerde uyanık olmaya neden olmaktadır. Oruç, insanların; açlık ve susuzluk derdini tatmalarına, böylece ölüm anını, öldükten sonra karşı karşıya bulunduğu ebedi ahiret yaşamını hatırlamalarına ve kendilerini o güne hazırlamalarına sebep olmaktadır. Oruç tutan kişi, açlığın kendisine verdiği rahatsızlığı idrak ettiğinden, kibirlenmekten uzaklaşmış, diğer vacipleri yerine getirmeye hazır hale gelmiş ve hatta malıyla ilgili ibadetleri yapmaya meyillenmiş olur.[39]-[40]
Kutsi bir hadiste, orucun meyvelerinden birinin “Hikmet” olduğu, kalbe ait marifet ile Allah’ı tanımaya neden olduğu şeklinde beyan olunmuştur. Bunun sonucu da insanın ruh ve psikolojisinin sükûnete ve rahata ermesi, yaşamın zorluklarını oldukça kolay atlatmasının temel nedeni olarak bildirilmiştir.[41] Oruç tutmak, oruç tutanlar arasında bir bağlılık, gönül birliği ve fedakârlığı da kendisiyle getirmekle birlikte, onlarla işbirliğinde bulunmak, mahrumlara yetişmek, onların elinden tutmak ve onları takviye etmeyi de gerektirir.
Bütün bunlara ilaveten oruç, insanda düzenlilik ve kanaat oluşturur, günahlara karşı sabırlı olmak ve yaşamın zorluklarını göğüsleyebilmek gibi özellikler kazandırarak, toplum içerisinde yaşayan insanları takviye eder. Ramazan ayında toplumsal yaşamda yapılan yanlış davranışların daha çok azaldığı dikkat çekmektedir.
Oruç tutmak, insanda sabır ve tahammül sınırlarını genişleterek, ona hedeflerine ulaşma yolunda dayanıklılık gücü, çaba ve gayret bahşeder.
Orucun Kısımları
Şer’i hüküm açısından, dört kısım oruç vardır: Vacip oruçlar, Müstehap oruçlar, Mekruh oruçlar ve Haram oruçlar.
Farz Oruçlar
Ramazan ayı orucudur.
Kaza orucudur.
Anne veya babanın kaza orucudur.
İtikâf günlerinin üçüncü gününün orucudur.
Hac’da kurban yerine tutulan oruçtur.[42]
Nezir ve yeminin kefaret orucudur.
Vacip orucu kasıtlı bozmanın kefareti orucudur.
Müstehap Oruçlar
Oruç tutmanın haram ve mekruh olduğu günler dışında, yılın her gününün orucunu tutmak, müstehaptır. Ancak bazı günlerde oruç tutulması üzerinde özel olarak tekit edilmiştir. Onlardan bazıları şunlardır:
Her kameri ayın ilk ve son perşembeleri ve her ayın ikinci Çarşambası (yani onuncu gününden sonraki ilk çarşambası)
Her kameri ayın 13, 14 ve 15. günleri
Recep ve Şaban aylarının bütün günleri bu ayların her gününün kendine ait büyük faziletleri vardır
Şevval ayının 4. gününden 9’una kadar olan günler.
Zilkade ayının 25. günü olan “Dahvu’l-Arz” günü ve bu ayın 29. Günü.
Zilhicce ayının 1. gününden 9’una (Arefe Günü) kadar. Fakat eğer kişi, bedensel bir zaaf nedeniyle oruç tutamayacak olursa Arefe gününün duasını okumalıdır. Ancak bu günde oruç tutmak mekruhtur.
Zilhiccenin 18. gününe denk gelen “Kadir-i Hum” gününün orucu.
Zilhiccenin 24. günü olan “Mübahele” gününün orucu.
Muharrem ayının 1. , 3. ve 7. Günleri.
Peygamberin (s.a.a) doğum günü olan Rebiulevvel ayının 17. günü
Cemadiyelula ayının 15. günü
Recep ayının 27. günü olan, Peygamber-i Ekrem’in peygamberliğe meb’us olduğu günün orucu.
Mekruh Oruçlar
Aşura gününün orucu.
İnsan, eğer kurban bayramı mı, yoksa arefe günü mü diye şek ederse, bu günde oruç tutmak mekruhtur
Misafirin, ev sahibinin izni olmaksızın oruç tutması mekruhtur.
Haram Oruçlar
Ramazan bayramında ve kurban bayramında oruç tutmak
insan eğer şaban ayının sonu mu yoksa ramazan ayının başı mı diye şüphe halinde kalır da eğer bu durumda ramazanın birinci günü niyeti ile oruç tutacak olursa bu haramdır. Ama eğer Şaban ayının son günü niyeti ile oruç tutarsa bu doğrudur. Daha sonra ramazan ayının birinci günü olduğu ortaya çıkarsa, Ramazanın birinci günü orucu sayılır.
Eğer bir kimse orucun kendisi için zararlı olduğuna yakîn eder veya zanneder, fakat yine de oruç tutacak olursa, onun orucu batıldır.
Sükût orucu; yani bir insan orucu batıl eden diğer şeylerden kaçındığı gibi, gün boyunca konuşmaktan da perhiz etmesi haramdır.
Visal orucu da haram oruçlardandır. Yani kasıtlı olarak iki günün orucunu birbirine bitiştirmek, arada hiç iftar etmeksizin oruç tutmak haramdır.
Teşrik günleri orucu da haram oruçlar dandır. Mina topraklarında olan kimseler için bugünlerin orucu haramdır.
Yolculuk halinde olan kişinin oruç tutması da haramdır.[43]
Nükte: İnsan, üzerinde vacip oruç olduğu müddetçe, müstehap oruç tutamaz. Eğer bir kimse, mestehap oruç tutacak olursa, onu günün sonuna kadar devam ettirmesi vacip değildir. Örneğin: Eğer mümin bir kardeşi onu yemeğe davet ederse, bu davet öğlenden önce gerçekleşirse, o kardeşinin davetini kabul edip, gün ortasında iftarını açması müstehaptır. Müslümanlar arasında revaçta olan şudur: Henüz buluğa ermemiş ve yeni gençlik çağına basan çocukların tam gün orucuna hazırlanması için, bazı günlerde sabah kahvaltısından öğlene kadar veya öğlenden iftar vaktine kadar yarım günlük oruç ile onları oruca teşvik ederler, buna yöresel adıyla, “Tekne tabak orucu” da denir.
Oruç Tutması Farz olmayan Kimseler
Yaşları ilerlemiş veya iyileşme ümidi olmayan hastalar, eğer bu konuda sıkıntıya girerlerse, oruç tutmayabilirler hatta kazasını etmek dahi onlara vacip değildir. Bu kimseler her günlük tutamadıkları oruçlarına karşılık bir mod (750 gr. Arpa, Buğday, Pirinç vb.) yemek vermeleri gerekir.
Eğer hamile kadınlar veya süt veren hanımlar, orucun kendilerine veya çocuklarına zarar vereceğinden korkacak olurlarsa, oruçlarını açmaları vaciptir. Ancak bu durumda tutmadıkları oruçların kazası onların boynundan kalkmaz.
İyileşme ihtimali olan hastalar, eğer hâlihazırda açlık ve susuzluğa tahammül edemiyorlarsa, oruçlarını bu ayda tutmaz ancak iyileştikleri zaman, kazasını yaparlar. Eğer bir insan ölüm tehlikesi ile karşı karşıya veya beden uzuvlarından birini elden verme tehlikesiyle karşı karşıya ise, orucunu yemek ona vaciptir.
Hanımlar aylık adet ve nifas hallerinde oruç tutamazlar. Onların bu hallerde oruç tutması da haramdır.
Oruç Tutmanın Niteliği
Oruç tutmak için, mükellef, öncelikle Allah’a yakınlaşmak kastıyla, niyet etmeli ve daha sonra orucun ne tür bir oruç olduğunu kendi kalbinde muayyen etmelidir. Daha sonra da orucu batıl eden şeylerden kaçınmalıdır.
Ramazan Ayı Orucu
Kaza Orucu
Müstahap Oruçlar
Sabah ezanından önce o günün orucuna veya Ramazan ayının ilk gününden, bütün Ramazan ayının orucuna niyet edilir.
Eğer öğlen ezanından önce orucu batıl edecek her hangi bir iş yapmamış ise kaza orucuna niyet edebilir.
Eğer akşam ezanına kadar orucu batıl eden herhangi bir iş yapmamış ise müstehap oruca niyet edebilir.
Orucu Batıl Eden Şeyler
Dokuz şey orucu batıl eder:
Yemek ve içmek (ayrıca normal yollardan olmayan, iğne yaptırmak veya başka mahalden verilen gıda maddeleri de buna dâhildir)
Cinsel ilişkide bulunmak
Allah’a, peygambere ve imamlara yalan isnatta bulunmak.
Yoğun miktarda toz ve toprağın (sigara dumanı ve benzerlerinin) boğaza gitmesi. Fakihlerin çoğu bu görüştedir.
Sabah ezanına kadar hayız, nifas veya cenabet halinde kalmak.
İstimna, insanın bilerek kendisinden meni getirmesidir.
Bazı fakihlerin fetvasına göre bazı sıvı şeyleri şırınga etmek.
Kasıtlı olarak kendini kusturmak.
Bazı fakihlerin fetvasına göre, başın tamamını suya sokmak.
Şiddetli Zorluk Anında Su İçmek
Fakihlerden bazıları, zarara uğrama veya zorunlu durumlarda su içmeyi caiz biliyorlar. Elbette bu durumda olan insanın, o günün orucunun kazasını tutması gerekiyor.
Esadullah Beyat Zencani, imam Sadık’tan[44] nakledilen bazı rivayetlere istinaden, şöyle fetva vermiştir: Oruç tutan bazı kimselerin susuzluğa tahammülü yok ise, susuzluklarını giderebilecekleri miktarda su içebileceklerini ve bu durumda oruçları bâtıl olmadığı gibi, kazasının da olmadığına hüküm vermiştir.[45]-[46]
Aynı şekilde, Ayetullah Cafer Süphani kendi risalesinin 1256. meselesinde şöyle diyor: “Eğer oruçlu kişi bir hadde kadar susar da susuzluğa tahammül etmek, onun için bir güçlüğe sebep olursa, zorluğu giderecek miktarda su içebilir ve bu durumda orucu da batıl olmaz.”[47]
Yeni Buluğa Ermişlerin Orucu
Kızların, buluğ çağına ermesi, hicrî kamerî yıla göre 9 yaşını doldurmaları, güneş yılına göre ise yaklaşık sekiz yıl, dokuz aylık dönemi doldurduktan sonradır. Bu yaştan sonra oruç onlara da vacip olmaktadır. Elbette eğer oruç tutmanın sürekliliği halinde, bu yeni buluğa ermiş çocuk yaştaki kızların özellikle de sıcak ve uzun yaz günlerinde hastalanmasına sebep olacaksa, bu durumda, güçlerinin yettiği miktarda oruç tutmalıdırlar. Bir nüktenin hatırlatılması zaruridir: Halsiz olmak, oruç tutmamaya delil olamaz. Ancak eğer oruç tutmak, haddinden fazla rahatsız edecek veya kişinin hastalığının artmasına neden olacaksa, ondan fazlası vacip değildir. Bazı aileler, birtakım müsait ortamlar hazırlıyorlar ki, aile fertleri seher vaktinde uyanıyorlar, su ve gerekli yiyeceklerini bu saatte temin ediyorlar ve gündüz büyük oranda istirahat ettikleri için de orucun zorlukları onlar için büyük oranda azalmaktadır. Böylece zihinlerinde Ramazan ayına ait güzel hatıralar oluşmaktadır.
Kutuplara Yakın Bölgelerde Oruç
İsveç gibi kutba yakın bazı ülkelerde yaşayan Müslümanlar, uzun süren gündüzler nedeniyle Ramazan ayının oruçlarını tutmakta büyük zorluklarla karşı karşıyadırlar. İslami teşkilatlar ve taklit mercileri, bu konuda muhtelif görüşlere sahiptirler. Fakat bugüne kadar bu Müslümanların nasıl oruç tutacakları konusunda, ortak bir görüş birliğine de varılamamıştır. Ancak bu, oradaki Müslümanların, günün bütün saatini oruç tutmak zorunda oldukları anlamına gelmez.[48]
Orucun Kefareti
Eğer bir mükellef şahıs, hastalığı, yolculuğu veya başka bir nedenle Ramazan ayının orucunu yemiş olursa, Ramazan ayından sonra, her hangi bir gün, onun kazasını tutmalıdır. Eğer mükellef, diğer yılın Ramazan ayına kadar orucunu kaza etmeyecek olursa, bu orucun kazasını tutmaya ilaveten, kefaret olarak, her gün için bir fakire bir mod, yani 750 gramlık un, buğday, pirinç, ekmek vb. miktarda yiyecek vermesi gerekir. Ama eğer özrü olmaksızın, kasıtlı olarak orucunu bozacak olur veya orucu batıl eden bir iş yapmış olursa, her gün için orucun kazasını tutmaya ilaveten, altmış yoksula, altmış mod yiyecek vermesi veya onun parasını ödemesi gerekir. Yahut fakihlerin meşhur fetvasına göre, 31 günü aralıksız olmak kaydıyla, 60 gün oruç tutması gerekir.
Eğer haram yolla orucu batıl etmiş ise, altmış yoksul kişiye her gün için yemek vermesine ilaveten, 60 gün aynı şekilde oruç tutması gerekiyor.
Ramazan ayı orucunun kazasını tutan kimse, eğer öğleden sonra orucunu batıl edecek bir iş yaparsa, on fakire, her birine bir mod yemek ya da yiyecek vermesi gerekir. Eğer buna gücü yetmezse, her bir gün için, üç gün oruç tutması gerekir.
Orucu Açmak (İftar etmek)
İmam Rıza’nın Türbesinde İftar Sofrası
Orucu yemeğe veya oruç açmaya iftar denir. [49] Ehlisünnet fıkhında, oruçlu olan insanın, güneşin batımıyla birlikte orucunu açmakta acele etmesi tavsiye olunur. Hâlbuki Şia fıkhındaki meşhur görüşe göre:
Oruçlu kimsenin, doğu yarım küresindeki kızıllık kayboluncaya kadar sabretmesi tavsiye edilmektedir.[50]
Müslümanlar, genel olarak orucu hurma ile açarlar. Müslümanlardan bazıları oruçlarını açtıktan sonra namaz kılarlar, daha sonra asıl yemeklerini yemeye başlarlar; genel olarak bu aya ait yemekler yaparlar. Oruçlu kimseye iftar yemeği vermek oldukça faziletli sayılmaktadır.[51]-[52]
Bu tür yemek vermeler, yakınların, komşuların ve dostların birbirlerini ziyaret etmesi için güzel bir fırsat sayılmaktadır. Bazı mekânlarda, örneğin: imam Rıza’nın (a.s) haremi ve bazı mescitler, cemaatle kılınan akşam ve yatsı namazlarından sonra özel bir iftar sofrası açarlar ve namaz kılanları iftar ile karşılarlar. Geçmiş tarihlerde, iftar ve imsak vakitlerinde, top atarlardı veya korna çalarlardı.[53]
Tıp Açısından Oruç
Bedenin asıl enerjisi, glikoz ile temin edilmektedir ve beyin sağlığı bakımından hayati öneme sahiptir. Beden, 4 ila 8 saat arası glikoz almazsa, glikoz yerine karaciğerde depolanmış olan glikojeni glikoza çevirir ve kullanır. Bu durumda beden, kendisinde olan proteinlerin bir kısmını da yakarak masraf etmektedir. 12 saat bu durum devam ederse, beden var olan glikojeni kaslarda kullanmaya başlar, Eğer aynı şekilde bedene dışardan glikoz temin edilmezse, bu durumda bedendeki yağları yakmaya başlar.
Dubai'de bulunan Amerikan Hastanesi’nin kalp mütehassıslarından bir grup araştırmacının söylediklerine göre, Ramazan ayının orucu, lipit rahatsızlığı olan hastaların üzerinde olumlu etki bırakmakta ve kalp hastalıklarına duçar olabilecek durumları azaltmaktadır. Bu grubun söylediklerine göre, LDL’nin (kötü yağlanma) büyük oranda düşmekte olduğu ve HDL’nin (iyi yağlanma) arttığı gözlenmiştir.
Buna ilaveten bu araştırmanın sonucunda Ramazan ayı orucunun, kandaki kolesterolü düşürdüğü görülmüştür.[57] Bu araştırmalar gösteriyor ki: Bir gün arayla kalori kısıtlamak, insanın sağlığı açısından oldukça önemlidir. Bu durum kanser riskini azalttığı gibi, kalp hastalıkları, diyabet ve insüline karşı mukavemet etmekte, vücudun savunma sistemi ile ilgili sorunları da ortadan kaldırmakta, aynı zamanda yaşlılık belirtilerinin insanda kendini göstermesini de yavaşlatmaktadır.[58] Paul Broke’ın söylediğine göre,[59] bedendeki zehirli atıkların atılması, damarların temizlenmesi ve kalp hastalıklarının önüne geçilmesi, diyabete müptela olma tehlikesinin azalması, alzheimer hastalığının [60] önlenmesi orucun diğer faydalarındandır.
Orucun yan etkilerine bakacak olursak, bir miktar insanın kendini zayıf hissetmesi, kan basıncının azalması (yani tansiyon düşmesi), fazla terleme, zaaf, yorgunluk hissi, enerji kaybı, baş dönmesi, özellikle ani hareketlerde baka kalmalar gibi durumlar baş gösterebilmekte ve insanın renginin atması veya düşme hissini uyandıra bilmektedir ki, bütün bunlar daha çok öğleden sonraki vakitlerde kendini gösterir.[61] Aynı şekilde, kişi oruçlu olduğu müddet içerisinde, zamanla tanıma ve teşhis gücünde zayıflıklar olduğu, baş ağrıları, sinirlilik durumu gibi bir takım arızaların meydana geldiği görülmektedir.
Araştırmacılardan bir grup, sahur vakitlerinde, yemek yeme amacıyla katlanılan uykusuzluğun, bu gibi şeylere neden olabileceğini söylüyorlar.
İnsanın dengesini kaybetmesine neden olan birtakım sıvılar vardır. Bedende bunların azalması, orucun yan etkilerinden sayılmaktadır. Ancak araştırmacıların söylediğine göre, bu arızalar göze gelmeyecek cinsten ve zararlı tesiri olmayan şeylerdir. Gerçi ramazan ayında oruç tutmanın, fizyolojik açıdan sağlıklı olan insanlara hiçbir zararı olmadığı gibi, üstelik yararları vardır; ancak çeşitli hastalıklara duçar olmuş insanların, doktorlarıyla istişare ederekten durumu değerlendirmeleri gerekir.
Araştırmaların gösterdiğine bakılırsa, kolesterol serumu, tiroksin ve üre asidi, kanda dikkat çekecek miktarda artış göstermektedir.[62] Hamileliği önleyici hapların kullanılması veya aylık adetleri uzatacak cinsten hapların ramazan ayında kullanılması, kişinin kanındaki su miktarını azaltmakta ve bu durum, beyindeki kanın pıhtılaşmasına neden olabilmektedir. Oruç tutmaya ilaveten, az su içmek veya aşırı çalışma, bedendeki suyun haddinden fazla atılmasına neden olacağından, yine beyinde kan pıhtılaşmasına neden olabilen sebeplerden bir diğeridir.
Yemek Tavsiyeleri
Ramazan ayında, oruç tutan kimselerin ağır gıdalar tüketmekten ve özellikle gece vakti ağır yiyecekler yemekten kaçınması gerekir. Onun yerine imsak vaktinde, sahurlarda daha mükemmel yemeklerin yenilmesi tavsiye edilmekte ve sahur yemeklerinin kesinlikle terk edilmemesi gerekmektedir. Buna ilaveten, su içmek konusunda dikkat edilmesi ve yeterli suyun alınması tavsiye edilmektedir. Oruç tutan kimselerin sebze ve meyvelerden olabildiğince tüketmesi, çay gibi idrar arttırıcı yiyecek ve içeceklerden kaçınması, özellikle sahur vaktinde bu gibi besinlerin yenilmesi ve içilmesinden uzak durması gerekir. Bazı kaynakların önerisine göre, oruç tutan kişinin iftardan sahura kadar 2 litre civarında su içmesi gerekmektedir. [63]-[64]
Elbette sıvı şeyler tüketilmesinden maksat, demli çay, kafeinli içecekler, şerbetler, meyve suları ve çok miktarda şeker içeren içecekler değildir. Zira bu tür sıvı karışımlar, bizzat hem susuzluğa sebep olmakta hem de bedendeki suyun zamanından önce atılmasını sağlamaktadırlar. Burada maksat sadece suyun kendisidir. En güzel içecekler az şekerli olmak kaydıyla, limonata, özellikle taze limon ve bal ile yapılan şerbet; Skencebin (bal-sirke) şerbeti veya skencebinin rendelenmiş hıyar ile karıştırılmış şekli; az tuzlu ayran; demsiz çay; hakşir şerbeti ve karpuz suyu cinsinden meyve suları tavsiye edilmektedir. Zira bu meyvelerin su miktarı fazla ve tabiatları da soğuktur.
Rivayetlerde şu nükte üzerinde tekit olunmuştur: Oruç, oruç tutanların fizyolojik yapılarının sağlıklı olması içindir. Ancak unutmamak gerekir ki, oruç tutanların bedensel sağlıkları ve ruhsal sağlıklarını elde etmeleri gerekir. Yalnızca bu şartla bu söylenenler tahakkuk edebilir. Dolayısıyla doğru bir şekilde oruç tutulmuş sayılır. Aşağıda önerilen tavsiyelere riayet edilirse, ramazan ayında oruç tutan kişilere büyük oranda yardımcı olacağı kanaatindeyiz.
Sahur Yemeği
Unutmayınız ki, sahur vakti çok yemek günün son saatlerinde açlık hissinin önünü almadığı gibi, hatta sahurdan sonra ilk saatlerde, mideye fazla baskı yapmakla birlikte, sindirim sistemini olumsuz etkilemekte ve bu durumda hazımsızlık ve ve bağırsak gazına sebep olmaktadır.
Ramazan ayında geceler erken yatmaya çalışınız. Sahur vaktinde, zamanında uyanabilmemiz açısından bu durum önemlidir. En azından 1 saat sabah ezanından önce uyanmanız gerekir. Bu yöntemle, haddinden fazla yemeğin ve sıvı şeylerin mideye yığılmasından uzak durmuş ve daha rahat bir hal almış oluruz.
Sahurlarda yemek için uyanmamak, oldukça yanlış bir harekettir. Zamanla oruç tutan kişilerde bir zaaf ve halsizlik şeklinde kendini gösterir.
Sahur vakitlerinde proteinli yiyecekler, örneğin: yumurta, hububat, süt ve ürünleri ve etli yemekler yenmelidir. Çok su içmek yerine, sulu meyveler tüketilmelidir.
Sahur için tavsiye edilen sıvılar, ağır ağır içilmelidir. Bir bardak bal şerbeti veya şeker şerbeti faydalı olacaktır.
Sahur vakitlerinde, rejim yemekleri tüketilmesi daha uygundur. Bu, çeşitli yemekleri içerebilir. Bu durum, özellikle yeni yetişen gençlik için oldukça önemlidir. Şekerli, proteinli ve yüksek enerjili yiyeceklerden istifade edilmesi gerekir.
Fazla tuz kullanmaktan kaçınınız. Çünkü tuz, sıvıların bedenden çabuk atılmasına ve dolayısıyla, özellikle günün ilerleyen saatlerinde, susuzluk hissinin şiddetlenmesine sebep olmaktadır. Normal bir rejim yemeğinde zaten yeteri kadar tuz alınmaktadır. Öyle ise fazladan tuz almaya gerek yoktur.
Sahur yemeğinden hemen sonra yatmayınız. Çünkü uzanmak, yemeklerin yemek borusuna geri dönmesine ve ekşimelere sebep olacağı için, gün boyu rahatsızlık hissedersiniz.
İftar
Bedenin ihtiyaç duyduğu enerjinin çoğunun sahur yemeğinde alınması gerekir. Öyle ise iftarda, mideye ağırlık çökmemesi için, olabildiğince hafif yiyiniz.
İftar yemeği oldukça hafif, ama çok kalorili, çabuk hazmedilebilen cinsten olmalıdır. Örneğin: Hurma, sütlaç, az miktarda süt, açık çay gibi. Az miktarda yemek yenmelidir. Zira aksi takdirde mideyi rahatsız eder.
Orucunuzu tatlı çay veya hurma ile açmanız tavsiye edilir. Çok su içmekten kaçınınız. Çünkü bu, halsizlik, zaaf ve mide ağrılarına sebep olabilir. İftar yapıldıktan daha sonraki saatlerde, fazla su içmek yararlıdır.
İftar ve sahur zamanında, çok yağlı yemeklerden olabildiğince kaçınınız.
İtiraz/Ölüm Orucu
Orucun dini açıdan rolüne ilaveten, birtakım toplumsal ve siyasi inançları izhar ve beyan etmek amacıyla da kullanıldığı görülmektedir. Özellikle bir şeye itirazın ve yalnızlığın dile getirilmesi açısından bu sembol haline gelmiştir. Bunun en klasik örneği, Mahatma Gandi’nin, yirminci yüzyılın başlarında yapmış olduğu ölüm orucudur. O, zindanda kendi takipçilerinin, İngilizlerle karşı karşıya geldiklerinde başvurdukları yöntemlerin, kendisinin hiçbir şekilde kaba kuvvete başvurmayı kabul etmeyen öğretisine karşı, takipçilerinin bu dikkatsizliklerini protesto amacıyla, ölüm orucu tutmuştur.
Oruç, defalarca, savaş karşıtı anlamında, toplumsal açıdan istenmeyen birtakım şeyler karşısında, adaletsizlikler karşısında tutulmuş ve bu yöntemden istifade edilmiştir. Bunun diğer bir örneği de Dick Gregory Komodin adındaki zencinin yapmış olduğu eylemdir. Miladi 60’lı yıllarda zencilerin medeni hukuklarından yoksun edildiği, Amerika’nın yerli halkı olan zencilerin medeni haklarının görmezden gelindiği ve çiğnendiği iddiasıyla, Amerika ordusuna karşı itiraz anlamında, güneydoğu Asya’da böyle bir ölüm orucu tutmuştur.
Ayrıca, 1981 yılında, 10 kişilik İrlandalı vatanperver ve milliyetçi bir grup, (Baby Sandes gibi), Belfast zindanında ölüm orucu faaliyetinde hayatlarına son vermişlerdir. Bu grubun hedefi, kendilerinin resmen tanınmaları, kendilerinin ve kendilerine bağlı olan kişilerin, siyasi mahpuslar olarak tanınmaları idi.[65]
Aynı şekilde, Bahreyn ve Filistin halklarının ölüm orucu tutmaları ve bunun benzeri örneklerinde, itirazlarını oruç vasıtasıyla dile getirmeleri ve bazen yemek içmekten kesilmek suretiyle bu işi yapmaları, dikkat çekicidir.
Kaynakça
Yukarı git↑ Bakara suresi, 183.
Yukarı git↑ Hz. Resulü Ekrem (s.a.a) şöyle buyurmuştur: «Adem (a.s) yasak meyveden yediği gibi, 30 gün bu onun midesinde kaldı. Ondan sonra Allah Adem’e ve onun nesline 30 gün aç ve susuz kalmayı vacip kıldı.» Men La Yehzuruhu’l-Fakih, c. 2, s. 74.
Yukarı git↑ Huruç 34: 29.
Yukarı git↑ Hz. Davud (a.s), oğlu hastalandığı sırada oruç tuttu. 2. Semuel, 12:15.
Yukarı git↑ Yehoşafıt, Yahudilerin, Muabilere ve Amunilere karşı zafer kazanmasından sonra, kırk gün oruç tutmuştur. 2. Tevarih, 20:3.
Yukarı git↑ Lukas İncili 5: 34.
Yukarı git↑ Bihar'ul Envar, c. 19, s. 139.
Yukarı git↑ Kafi, c.4, s. 37.
Yukarı git↑ Tarih-i Yakubi, c.2, s. 25.
Yukarı git↑ Bakara suresi, 187 [Oruç gecesinde kadınlarınıza yaklaşmak size helâl kılındı. Onlar, size örtüdürler, siz de onlara örtüsünüz. Allah, (Ramazan gecelerinde hanımlarınıza yaklaşarak) kendinize zulmetmekte olduğunuzu bildi de tövbenizi kabul edip sizi affetti. Artık eşlerinize yaklaşın ve Allah’ın sizin için yazıp takdir etmiş olduğu şeyi arayın. Şafağın aydınlığı gecenin karanlığından ayırt edilinceye (tan yeri ağarıncaya) kadar yiyin, için. Sonra da akşama kadar orucu tam tutun. Bununla birlikte siz mescitlerde itikâfta iken eşlerinize yaklaşmayın. Bunlar, Allah’ın koyduğu sınırlardır. Bu sınırlara yaklaşmayın. Allah, kendine karşı gelmekten sakınsınlar diye, ayetlerini insanlara böylece açıklar.]
Yukarı git↑ Cevamiu’l-Cami, c.1, s.106; Vesailu’ş-Şia, c.7, s. 81.
Yukarı git↑ Men La Yehzuruhu’l-Fakih, c. 2, s. 74.
Yukarı git↑ Nisa suresi, 92; Maide suresi, 89 ve 95; Mücadele suresi, 4.
Yukarı git↑ Bakara suresi, 196.
Yukarı git↑ İmam Muhammed Bakır: «İslam beş şey üzerine kurulmuştur: Namaz, zekât, Hac, Oruç ve Vilayet. (Yani İslam’ın rehberliği)» Kâfi (İslamiye baskısı), c. 4, s. 62.
Yukarı git↑ Peygamber-i Ekrem (s.a.a), Allah’a şöyle soruyor: «İlahi! Orucun sonucu nedir? Allah buyurdu: Orucun sonucu hikmettir ve hikmetin sonucu marifet, marifetin sonucu da yakindir. Öyle ise ne zaman kulum yakin derecesine yetişirse, artık dünyanın kendisi için nasıl olacağı ve nasıl geçeceği onun için bir önem arz etmez. İster zorluklarla geçsin, ister kolaylıkla.» Bihar'ul Envar, c. 74, s. 27.
Yukarı git↑ İmam Sadık (a.s) buyuruyor: «Allah, varlıklı zenginlerle varlıksız fakirleri eşitlemek üzere, Ramazan orucunu vacip kılmıştır.» Men La Yehzuruhu’l-Fakih, c. 2, s. 73, h. 1766.
Yukarı git↑ İmam Ali (a.s) şöyle buyuruyor: «Allah, insanların ihlasını imtihan etmek amacıyla oruç tutmayı vacip kılmıştır.» Nehc'ul Belağa, Suphi Salih, s. 512 h. 252; Tasnif-i Gürerü’l-Hikem ve Dürerü’l-Kelim, s. 176 h. 3376. Hz. Zehra (a.s), oruç hakkında şöyle buyuruyor: «Allah, orucu, ihlâsı tespit etmek için vacip kılmıştır.» Biharu’l-Envar, c. 93, s. 368.
Yukarı git↑ Hazreti Muhammed (s.a.a) şöyle buyuruyor: «Sıcak günlerde oruç tutmak, cihattır.» Bihar'ul Envar, Beyrut, c. 93, s. 257, h. 14.
Yukarı git↑ Hazreti muhammed (s.a.a), şöyle buyuruyor: «Her şeyin bir zekatı vardır ve bedenlerin zekâtı oruçtur.» Men La Yehzuruhu’l-Fakih, c. 2, s. 57, h. 1774.
Yukarı git↑ İmam Rıza (a.s) şöyle buyuruyor: «Halk, açlık ve susuzluğun derdini çeksinler ve bu vesileyle ahirette karşılaşacakları fakirliği ve biçareliği idrak etsinler diye oruç tutmakla emrolundular.» Vesailu’ş-Şia, c. 10, s. 9, h.12701.
Yukarı git↑ Hazreti Muhammed (s.a.a) şöyle buyuruyor: «Ne mutlu o kimselere ki, Allah için aç ve susuz kalıyorlar, onlar kıyamet günü doyacaklardır.» Hidayetu’l-Eimme, c. 4, s. 268, h. 9.
Yukarı git↑ Hz. Muhammed (s.a.a) şöyle buyuruyor: «Oruç, cehennem ateşine karşı bir siperdir. Yani, insan oruç vasıtasıyla cehennem ateşinden âmânda olacaktır.» Kafi (İslamiye baskısı), c. 4, s. 62, h. 1; Tuhefu’l-Ukul, s. 258. / İmam seccad (a.s) şöyle buyuruyor: «Orucun hakkı şudur: Allah’ın, ateşi sana karşı örtü altına almak için, diline kulağına, gözüne, endamına ve midene çekmiş olduğu bir perdeden ibaret olduğunu bilmendir.» Tuhefu’l-Ukul, s. 258.
Yukarı git↑ İmam Sadık (a.s) şöyle buyuruyor: «Oruç tutan kişi için, iki mutluluk ve sevinçvardır: Biri: iftar vakti ve diğeri ise Rabbi ile buluştuğu zamandır. (Ölüm zamanı ve kıyamet gününde), Kâfi (el-İslamiye baskısı), c.4, s. 65.
Yukarı git↑ Peygamber-i Ekrem (s.a.a) şöyle buyurmuştur: «Oruç ve Kur’an, kıyamet gününde insana şefaat ederler. Oruç der ki: ey rabbim! Ben, bu insanı yemekten ve şehvet peşine gitmekten alıkoydum. Beni ona karşı şefaatçi kıl. Kur’an der ki: Bu insanı gece uykusundan men ettin, beni de ona şefaatçi karar kıl. Süphan olan Allah, onlara şefaat etme izni verir ve onlar da şefaat ederler. (28)
Yukarı git↑ İmam Sadık (a.s) şöyle buyuruyor: «Aziz ve celil olan Allah şöyle buyurmuştur: Sabır ve namaz ile yardım alınız, sabırdan maksat, oruçtur.» Tefsir-i Kummi, c. 1, s. 46; Tefsir-i Eyaşi, c. 1, s. 44, h. 41.
Yukarı git↑ İmam Musa Kâzım (a.s) şöyle buyuruyor: «Oruç tutan kişinin iftar vaktinde duasına icabet edilir.» Biharu’l-Envar, (Beyrut baskısı), c. 93, s. 255, h. 33.
Yukarı git↑ Hz. Muhammed (s.a.a) şöyle buyuruyor: «Sağlıklı kalmak istiyorsanız, oruç tutunuz.» Nehcü’l-Fesahe, s. 547, h. 1854.
Yukarı git↑ Müminlerin Emiri hazreti Ali (a.s) şöyle buyuruyor: «Üç şey vardır ki, balgamı azaltır ve hafızayı güçlendirir: Misvak, oruç ve Kur’an okumak.» Mekarimu’l-Ahlak, s. 51.
Yukarı git↑ İmam Sadık (a.s) şöyle buyuruyor: «Oruç, dünya afetlerine karşı bir siper, ahiret azabına karşı da bir perdedir.» Misbahu’ş-Şeriat, s. 135; Müstedreku’l-Vesail ve Müstenbitu’l-Mesail, c. 7, s. 369, h. 8441.
Yukarı git↑ İmam Muhammed Bakır (a.s) şöyle buyuruyor: «Oruç ve hac, kalplerin sakinleştiricisidir.» Emali-yi Şeyh Tusi, s. 296, h. 582.
Yukarı git↑ Hazreti Muhammed (s.a.a) şöyle buyuruyor: «Şeytanı sizden uzaklaştıracak bir şey öğreteyim mi size? O zaman doğunun batıdan uzak olduğu gibi, şeytan da sizden uzak kalır. Arz ettiler: Neden olmasın ey Allah Resulü. O zaman hazret şöyle buyurdular: Oruç şeytanın yüzünü siyahlaştırır, sadaka onun belini kırar, Allah için birbirini sevmek ve iyi işlerde birbirlerine yardımcı olmak onun köküne balta vurmaktır, istiğfar etmek onun şah damarını vurur ve her şeyin bir zekatı vardır bedenlerin zekâtı ise oruçtur.» Minhacu’l-Berae, c. 7, s. 426.
Yukarı git↑ Hazreti Muhammed şöyle buyuruyor: Yüce Allah şöyle buyuruyor: «Oruç, benim içindir ve onun karşılığı da bana aittir.» Men La Yehzuruhu’l-Fakih, c. 2, s. 75, h.1773.
Yukarı git↑ Hz. Peygamber (s.a.a) şöyle buyuruyor: «Cennet dört kişiye müştaktır: Aç olanları doyuran, dilini koruyan, Kur’an okuyan ve Ramazan ayında oruç tutan kişi.» 14
Yukarı git↑ İmam Sadık (a.s) şöyle buyuruyor: «Her kim Ramazan ayında özrü olmaksızın orucunu yerse, iman ruhu ondan ayrılır.» Men La Yehzuruhu’l-Fakih, c. 2, s. 118, h.1892.
Yukarı git↑ İmam Ali (a.s) şöyle buyuruyor: «Oruç tutmak, yemek içmekten kesilmek değildir. Belki oruç tutmak, süphan olan Allah’ın beğenmediği her türlü şeylerden çekinmektedir.» İbni Ebi’l-Hadid, Nehc'ül-Belağa Şerhi, c. 20, s. 299, h. 417.
Yukarı git↑ İmam Sadık (a.s) şöyle buyuruyor: «Oruç tuttuğun zaman, gözün, kulağın, saçın ve derin, bunların tamamının hep birlikte oruç tutması gerekir. (Yani günahlardan tamamiyle kaçınmak gerekir.)» Kafi, (İslâmiye baskısı), c. 4, s. 87.
Yukarı git↑ Hz. Ali (a.s) şöyle buyuruyor: «Kalp ile tutulan oruç, dil ile tutulan oruçtan ve dil ile tutulan oruç da mide ile tutulan oruçtan daha faziletlidir.» Tasnif-i Gürerü’l-Hikem ve Dürerü’l-Kelim, s. 176, h. 3363.
Yukarı git↑ Biharu’l-Envar, c. 55, s. 341
Yukarı git↑ Biharu’l-Envar, c. 93, s. 370.
Yukarı git↑ Peygamber-i Ekrem (s.a.a), Allah’a şöyle bir soru soruyor: «Ey benim rabbim! Orucun neticesi nedir? Allah buyuruyor:
Orucun sonucu, hikmettir. Hikmetin neticesi, marifet ve marifetin neticesi ise yakindir. Bu durumda, ne zaman kulum yakin derecesine ulaşırsa, artık onun için dünyanın nasıl olacağı, yani kolaylıkla mı zorlukla mı geçeceği bir önem ifade etmez.» Biharu’l- Envar, c. 74, s.27.
Yukarı git↑ Bakara suresi, 196: « Haccı da, umreyi de Allah için tamamlayın. Eğer (düşman, hastalık ve benzer sebeplerle) engellenmiş olursanız artık size kolay gelen kurbanı gönderin. Bu kurban, yerine varıncaya kadar başlarınızı tıraş etmeyin. İçinizden her kim hastalanır veya başından rahatsız olur (da tıraş olmak zorunda kalır)sa fidye olarak ya oruç tutması, ya sadaka vermesi, ya da kurban kesmesi gerekir. Güvende olduğunuz zaman hacca kadar umreyle faydalanmak isteyen kimse, kolayına gelen kurbanı keser. Kurban bulamayan kimse üçü hacda, yedisi de döndüğünüz zaman (olmak üzere) tam on gün oruç tutar. Bu (durum), ailesi Mescid-i Haram civarında olmayanlar içindir. Allah’a karşı gelmekten sakının ve Allah’ın cezasının çetin olduğunu bilin.»
Yukarı git↑ Tabatabai, c. 3, s. 662.
Yukarı git↑ Men Yesihhe minhu’s-Sawm, Vesailu’ş-Şia, Bab, 16, h. 13252-13253.
Yukarı git↑ Oruç tutmanın hükmü ve Çaresizlikten su içmek, Seyit Ziya Murtezevi, Paygah-i Ittıla resani ve Haberi-yi Cemaran- Tahran, 27 Tir, 1392 h.ş
Yukarı git↑ Beyat Zencani’nin, “Su içtiği halde orucun bozulmayacağı” hakkında yeni fetvası. Paygah-ı Haberi-yi Aftab, 22 Tir 1392 h.ş.
Yukarı git↑ Risale-i Tevzihu’l-Mesail, Şeyh Cafer Süphani, Mes’ele-i 1256.
Yukarı git↑ Hicdeh saat Ruzedari der Suid, Be Gozariş-i Şia Online, Be nakl ez Mehr, 11 Mordad 1390.
Yukarı git↑ Ferheng-i Farsi-yi Amid, «İftar»
Yukarı git↑ Fasting: Encyclopedia Iranıca.
Yukarı git↑ İmam Sadık (a.s) şöyle buyuruyor: «Her kim oruç tutan birine iftar verecek olursa, oruç tutanın sevabı kadar, ona da sevap verilir.» Tehzibu’l-Ahkâm (Tahkik: Heresan), c. 4, s. 201, h. 579; Kâfi, (El-İslamiye baskısı) c. 4, s. 68, h. 1.
Yukarı git↑ İmam Kazım (a.s) şöyle buyuruyor: «Oruçlu kardeşine iftar vermek, müstehap oruç tutmaktan daha üstündür.» Kafi (El-İslamiye baskısı) c. 4, s. 68, h. 2; Mehâsin, s. 396, h. 66.
Yukarı git↑ Danişname-i Cihan-ı İslam, «Bug»
Yukarı git↑ Zilhicce Ayı'nın 11, 12 ve 13. günlerine Teşrik Günleri denir. (Yani Kurban bayramının ikinci, üçüncü ve dördüncü günleri)
Yukarı git↑ Müd: Bir ölçüm aracıdır. Yaklaşık olarak 750 grama tekabül etmektedir. Taam: Buğday, un, ekmek, arpa, hurma vb. gibi hububat.
Yukarı git↑ el-Fıkh ale'l-Mezahibi'l-Hamse, s. 149-165.
Yukarı git↑ Ramadan fasting is good fort he heart.
Yukarı git↑ Every Other Day Fasting May Reduce Cancer Risk Worldhealth. Net Anti-Aging News.
Yukarı git↑ The Miracle of fasting: Proven through history for physical, mental and spiritual Health Science, rejuvenation Publications, Inc. 2004; pp. Ff1ii-52.
Yukarı git↑ Carrie, Van Dusen, Brigham Young University, 05/25/2010.
Yukarı git↑ Ramazan ayında baş ağrısını önlemek için, Yeşil çay tavsiye edilebilir. Hemşehri, 15 Mordad 1391.
Yukarı git↑ Changes in certain blood constituents during… [Am] PubMed – Clin Nutr. 1982.
Yukarı git↑ Bir Diyabet uzmanının, oruçlu kimselere tavsiyeleri.
Yukarı git↑ Bedenin su miktarının azalmasını önlemek için, oruç tutanlara tavsiyeler.
Yukarı git↑ Encyclopedia Britanica.
http://tr.wikishia.net/view/Oru%C3%A7
http://tr.wikishia.net/view/Ana_Sayfa
On Bir Ayın Sultanı: Ramazan
Bu ayın en önemli ibadetleri şunlardır; oruç tutmak, Kur’an tilavet etmek, Kadir gecelerini ihya etmek (geceyi uyumadan ibadetle geçirmek), dua, istiğfar, iftar (yemeği) vermek, yoksullara yardımda bulunmak.
Ramazan ayı veya Ramazanu’l-Mübarek (Arapça: رَمَضان المُبارَک), oruç tutmanın Müslümanlara farz olduğu Kameri ayların dokuzuncusudur. Kur’an-ı Kerim, bazı ayetlerin de vurguladığı gibi Ramazan ayında nazil olmuş ve Kadir Gecesi bu aydadır. Şiaların birinci imamı, Hz. İmam Ali (a.s) Ramazan ayının yirmi birinci günü şehit olmuştur. Bu sebeple bu ay Şialar nezdinde daha da önem kazanmıştır.
Bu ayın en önemli ibadetleri şunlardır; oruç tutmak, Kur’an tilavet etmek, Kadir gecelerini ihya etmek (geceyi uyumadan ibadetle geçirmek), dua, istiğfar, iftar (yemeği) vermek, yoksullara yardımda bulunmak. Bu ay, Müslümanlar arasında özel bir konum ve saygınlığa sahiptir. Bu ay ibadet ayıdır. Müminler Ramazan Ayının manevi bereket ve güzelliklerinden daha fazla istifade etmek için Recep ve Şaban aylarında manevi hazırlıklara başlamaktadırlar.
Ramazan İsmi
Ramazan sözcüğü, şiddetli sıcaklık, yakıcı hararet ve yakmak anlamına gelen “r-m-z” kökünden mastardır.[1]Bazı dil bilimciler, bu ayın Ramazan olarak adlandırılmasının nedenini, bu ayın mevsimsel şiddetli sıcaklarda yer almasına bağlamışlardır. Dolayısıyla bu ayın oruç hükmüyle bir ilgisi yoktur. Zira oruç tutma emri, İslam dininden sonra farz olmuştur. Oysa Ramazan ismi, İslam’dan önce bu isimle isimlendirilmiştir.[2]
Kur’an’da Ramazan Ayı
Ramazan sözcüğü, Kur’an’da bir kere geçmiş ve onda da Ramazan ayı kastedilmiştir. Bu ay Kur’an’da ismi açıkça geçen ve değer verilen tek aydır: “Ramazan ayı, insanlara yol gösterici, doğrunun ve doğruyu eğriden ayırmanın açık delilleri olarak Kur'an'ın indirildiği aydır. Öyle ise sizden ramazan ayını idrak edenler onda oruç tutsun. Kim o anda hasta veya yolcu olursa (tutamadığı günler sayısınca) başka günlerde kaza etsin…” (Bakara, 185)
Hadislerde Ramazan Ayı
Bu ayın azamet ve büyüklüğü hakkında masumlardan (a.s) çok sayıda hadis nakledilmiştir. Onlardan bazıları şunlardır:
Ramazan ayı, Allah Teâlâ’nın adlarından biridir.[3]
Öyle bir aydır ki eğer değeri bilinirse insan, bütün yılı oruç tutmayı arzu eder.[4]
Öyle bir aydır ki eğer kul o ayda bağışlanmazsa, başka aylarda bağışlanma ümidi yoktur.[5]
Semavi kitapların nazil olduğu aydır.[6]
Allah’ın ayıdır.[7]
İlahî rahmet ve mağfiret ayıdır.[8]
Günahların döküldüğü aydır.[9]
Göklerin kapılarının açıldığı aydır.[10]
Sevapların iki katına çıktığı aydır.[11]
Kur’an’ın baharıdır.[12]
Cehennem kapılarının kapandığı aydır.
Cennet kapılarının açıldığı aydır.
Şeytanların zincire vurulduğu aydır.[13]
İmam Sadık’tan (a.s) nakledilen bir hadise göre, bu ayda güzel ahlaklı olmak insanın sırat köprüsünde sabitkadem olmasına neden olur.[14]
Gökten Bu Ayda Ses Gelmesi
Hadislerde geçen İmam Mehdi’nin (a.s) zuhur alametlerinden biri olarak “gökten ses gelmesi” hadisesi bu ayda gerçekleşecektir. Ayrıca rivayetlerde Ramazan ayının on üçüncü ya da on dördüncü gününde güneş tutulacağı ve yirmi beşinde ay tutulmasının beklenmedik bir şekilde gerçekleşeceği bildirilmiştir.
Semavi Kitapların Nazil Olduğu Ay
Nakledilen bazı rivayetlerde Kur’an-ı Kerim, İncil, Tevrat, Zebur ve sahifeler bu ayda nazil olmuştur.[15]
Ramazan’ın Başlangıç ve Sonunun Belirlenmesi
Ramazan ayı da öteki Kameri aylar gibi hilalin görülmesi (rüyeti hilal) ile başlar veya bir önceki ayın (hilalin) üzerinden otuz gün geçmesiyle başlar. Ramazan ayı başladığında müstahap amellerden biri de Ramazan hilalinin gözlemlenmesidir. Bazı hadislerde Ramazan ayının otuz gün olduğu ve hiçbir zaman ondan daha az olmayacağı[16] nakledilmiş ve bazı kadim fakihler buna inanmışlardır.[17] Ancak buna karşın, bazı hadislerde Ramazan ayının da öteki aylar gibi aynı olduğu ve 29 veya 30’dan çıkabileceği zikredilmiştir.[18] Fakihlerin çoğunluğu buna kaildirler.[19]
Ramazan Ayının Amelleri
Ana Madde: Ramazan Ayının Amelleri, Ramazan Ayı Namazları, Ramazan Ayının Günlük Duaları
Ramazan ayı, Müslümanların en önemli ibadet ayıdır ve rivayetlerde bu ay için çeşitli amel ve ibadetler nakledilmiştir. Bu amel ve ibadetlerden bazıları müşterek, bazıları da bazı günlere özeldir.
Ramazan
1 • 2 • 3 • 4 • 5 • 6 • 7 • 8 • 9 • 10 • 11 • 12 • 13 • 14 • 15 • 16 • 17 • 18 • 19 • 20 • 21 • 22 • 23 • 24 • 25 • 26 • 27 • 28 • 29 • 30
Ramazan Ayındaki Önemli Olaylar
Ana Madde: Ramazan Ayı Olayları ve Etkinlikleri
Hz. Hatice’nin (s.a) vefatı; 10 Bi’set, 10 Ramazan.
İmam Hasan Mucteba’nın (a.s) kutlu doğumu; h. 3, 15 Ramazan.
Kadir gecesi ve Kur’an’ın (19 Ramazan, 21 Ramazan veya 23 Ramazan’da) nazil oluşu.
Mekke’nin Fethi; h. 8, 20 Ramazan.
İmam Ali’nin (a.s) şehadeti; h. 40, 21 Ramazan.
Kudüs Günü
Ana Madde: Kudüs Günü
İmam Humeyni (k.s) Filistin meselesini zinde tutmak için Ramazan ayının son Cumasını Kudüs günü olarak ilan etmiştir. Her yıl Ramazan ayının son Cuması dünya Müslümanları Filistin halkını desteklemek için yürüyüşler düzenlemektedirler.
Halkın Gelenek ve Görenekleri
Çok eski yıllardan beri, insanlar Ramazan ayının ilk gününden itibaren bir cüz Kur’an tilavet etmekte ve ayın sonuna kadar Kur’an hatmemektedirler. Geçmişte Kur’an hatmi daha çok camilerde yapılırdı. Günümüzde radyo ve televizyonlar da Kur’an hatmi programları yaparak yayınlamaktadır. Cami ve ziyaret yerleri bu ayda daha çok şenlik ve festival havasındadır.
Bir çok şehirde iftar saatinde dükkânlar kapatılır ve caddeler boşalır.[20] Bazı camilerde akşam ezanından hemen sonra cemaat namazı kılınmakta, bazı yerlerde iftardan sonra ikame edilmekte ve namazdan sonra konuşma ve münacatlar yapılmaktadır. Yaz gecelerinde halk iftardan sonra alış veriş ve gece için hazırlıklar yapmaktadırlar. Bazı yerlerde iftar saatindeki tatil saatlerini geç saatlerde çalışarak telafi etmektedirler. Bazı televizyon kanalları Ramazan ayına özel yayınlar yaparak halkın manevi duygularına hitap etmeye çalışmaktadır.
İmam Hasan’ın (a.s) kutlu doğum günü ve yine İmam Ali’nin (a.s) şehadet yıl dönümü Şia bölgelerinde büyük şenlik ve yas ve matem içinde geçmektedir. İftar yemeği vermek ve ihtiyaç sahiplerine ve yetimlere yardımda bulunmak bu ayda daha çok göze çarpmaktadır. Merhum Müezzin Zade’nin ezanı, Seher Duası ve Rabbena münacatı, bu ayın unutulmaz hatıralarındandır.
Yerel Gelenekler
Bazı bölgelerde ilk kez oruç tutan gençlere hediyeler verilmektedir.[21]-[22] İftar vermek, dargınları barıştırmak, ziyaretlerde bulunmak da bu ayda halkın yaptığı etkinliklerdendir.[23]-[24]-[25] Yine bazı yörelerde halkın kendisine has özel programları vardır.[26] Arapların yaşadığı bölgelerde her gece Hüseyniyeler, camiler ve evlerde konuşma ve mersiye meclisleri düzenlenmektedir. Bu etkinliklerde halka ikram olarak daha çok kendine has bir biçimde kahve verilmesidir.[27]
Yiyecekler
Bu ayda halk arasında daha çok hurma, tulumba ve yerel yatlı ve yiyecekler yaygın bir şekilde tüketilmektedir.[28]-[29]-[30]-[31] Bazı yörelerde camilerde sade bir sofra açılarak iftar verilmektedir.[32]
Eski İran
Son yıllara kadar İran’da Ramazan ayında insanlar en iyi yiyecek ve gıda maddelerini en ucuz fiyatlara dükkânlara getirir ve en ucuz fiyata satılırdı. O dönemlerde satışlar kaç katına çıkardı. Kadınlar evleri temizler, eve ihtiyaç maddeleri alınır ve camilere gidilerek camiler temizlenirdi.[33]
Top Atışları
O dönemler radyo, televizyon ve alarm gibi teknolojik aletler olmadığı için ezan saatlerinin girdiği belli olmamaktaydı. Bu yüzden akşam ve sabah ezan vakitlerinde davul, def, nakkare gibi şeyler çalınır ve halk ezan vaktinden haberdar edilirdi. Büyük şehirlerde iftar ve sahur vakitlerinde top atışları yapılırdı. Tahran’da iki top bu iş için ayrılmıştı. Bu toplar iftar ve sahur vakitlerinde üç kez ateşlenirdi. Halk da bu şeylerle tam olarak yetinmemekte ve sahur kafilesinden geri kalmamak için birbirlerinin evlerinin ışıklarına bakar ve birbirlerinin evlerine yumruklarla vurarak uyandırırlardı.[34] Kürt bölgelerinde halkın ezan saatlerinden haberdar olması için bunların yanı sıra müzik aletleri ve ilahîlerden de yararlanılırdı.[35]
Münacatlar, seher duası ve sahur yemeklerinde ortaya çıkan ses ve coşkular o kadar çok yaygındı ki "Tahran-ı Kadim" kitabında bu coşku şu şekilde özetlenmektedir: “bu şamata ve kargaşalar seher vakitlerinde o kadar çok artmaktaydı ki şehir bir bütün halinde feryat etmekte ve coşmaktaydı. Öyle ki nakledildiğine göre Avrupalı diplomatlardan birisi Ramazan ayında seher vaktinde şehre girdiğinde yankılanan ses ve gürültüden ürkmüş ve halkın protestolar için ayaklandığını ya da devrim olduğu düşüncesiyle geri dönerek kaçmıştır.”[36] Bu ayda işler neredeyse tatil olmaktaydı. Halk ibadetle meşgul olur ve evlilikler daha az yaşanırdı.[37]
Cami ve İmamzadeler
Tahran’da da halk bu ayda vaktini daha çok camilerde, ziyaret yerlerinde ve imamzadelerin türbelerinde geçirirlerdi. İnsanlar bu mukaddes yerlerde ibadet eder ve vakitlerini ibadet ve Allah’ın Ramazan ayındaki emirlerini yerine getirmek için çaba gösterirlerdi.
Kahvehaneler ve Spor Salonları
Ramazan gecelerinde de halk vakitlerini kendilerini meşgul edecek eğlencelerle geçirirlerdi. Bazıları iftardan ve namazdan sonra bir mahalleden başka bir mahalleye ziyaret ve gezmeye giderlerdi. Sporcu olanlar cami ve vaaz programlarından sonra spor salonlarına gider[38] daha genç olanlar ise bazen kahvehanelere giderlerdi. Mahalle camileri de oruçluların vakitlerini geçirdikleri en kalabalık yerlerden biriydi.
İbn Mülcem’in Öldürülmesi
Ramazan ayının Fıtır bayramından önceki son töreni yirmi yedinci gününde yapılmaktaydı. Bir çok insan Ramazan ayının yirmi yedinci gününü İbn Mülcem’in (İmam Ali’nin katilinin) öldürüldüğü gün olarak bilmekte ve insanlar yirmi yedinci gece kelle paça ve kuruyemiş yerlerdi.[39]-[40] Kirman, Hamedan, Erdebil, Şahrud ve Zencan gibi bir çok şehirde, “murat kesesi” adıyla bir para kesesini yıllık bereket getirmesi için dikerlerdi.[41]-[42]-[43]-[44]-[45]
Kitap Tanıtımı
Şehrullah fi’l-Kitab ve’s-Sünnet kitabından telhis edilen “Mah-ı Huda” kitabı. Bu kitap; Allah’ın ayının faziletleri, Allah’a konuk olmak için hazırlık, Allah’a konuk olmanın adapları, Kadir gecesi, ziyafet ayından çıkış.
el-Murakabat A’malu’s-Sene, telif: Mirza Cevad Ağa Meliki Tebrizi. Bu kitap, vakitlerin mürakabatı için yazılmış ve yıl boyunca kullanılmaktadır. Kitap, mukaddimeden sonra on iki bölüme ayrılmış ve her ayın değer ve amelleri tek tek zikredilmiştir. Ramazan ayı bölümü hacim ve manevi değer olarak daha kapsamlıdır.
Kaynakça
Yukarı git↑ Mesudi, c. 2, s. 189.
Yukarı git↑ Mustafavi, et-Tahkik li-Kelimati’l-Kur’an-ı Kerim, 4/243.
Yukarı git↑ Hz. Muhammed Mustafa (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Ramazan demeyiniz, şüphesiz Ramazan Allah Teâlâ’nın isimlerinden bir isimdir; lakin Ramazan ayı deyiniz.” Mizanu’l-Hikmet, h. 7442.
Yukarı git↑ Hz. Resulü Kibriya Efendimiz (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Eğer kul Ramazan ayında ne olduğunu bilseydi, tüm yıl Ramazan olmasını isterdi.” Biharu’l-Envar, c. 93, s. 346.
Yukarı git↑ İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Her kim Ramazan ayında bağışlanmazsa bir sonraki Ramazan ayına kadar bağışlanmaz, şayet Arefe’de hazır olursa.” Mizanu’l-Hikmet, h. 7461.
Yukarı git↑ İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Tüm Kur’an-ı Kerim, Beytü’l-Ma’mur’a nazil oldu, sonra yirmi yıl zarfında Resulü Ekrem’e (s.a.a) nazil oldu; İbrahim’in suhuf’u Ramazan ayının ilk günü; Tevrat Ramazan ayının altıncı günü; İncil Ramazan ayının on üçüncü günü; Zebur Ramazan ayının on sekizinci günü nazil oldu.” El-Kâfi, c. 2, s. 628.
Yukarı git↑ İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Ramazan ayı, Allah’ın ayı, Şaban ayı, Resulullah’ın ayı, Recep ayı ise benim ayımdır.” Vesailu’ş-Şia, c. 7, s. 266, h. 23.
Yukarı git↑ Hz. Resulü Kibriya Efendimiz (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Ramazan ayının başı rahmet, ortası mağfiret ve sonu cehennem ateşinden özgürlüktür.” Biharu’l-Envar, c. 93, s. 342.
Yukarı git↑ Hz. Resulü Kibriya Efendimiz (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Ramazan, günahları yaktığı için Ramazan olarak adlandırıldı.” Mizanu’l-Hikmet, h. 7441.
Yukarı git↑ Hz. Resulü Kibriya Efendimiz (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Göklerin kapısı Ramazan ayının ilk günü açılır ve ayın son gününe kadar kapatılmaz.” Biharu’l-Envar, c. 96, s. 344.
Yukarı git↑ Hz. Resulü Kibriya Efendimiz (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Ramazan ayı, Allah’ın ayıdır ve bu ayda Allah azze ve celle, hasenatı (sevapları) arttırır, günahları siler ve bu ay bereket ayıdır.” Biharu’l-Envar, c. 93, s. 340.
Yukarı git↑ İmam Bakır (a.s) şöyle buyurmuştur: “Her şeyin bir baharı vardır, Kur’an’ın baharı da Ramazan ayıdır.” Kâfi, c. 2, s. 630.
Yukarı git↑ Hz. Resulü Kibriya Efendimiz (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Ramazan ayının hilali çıktığında cehennem kapıları kapatılır, cennet kapıları açılır ve şeytanlar zincire vurulur.” Mizanu’l-Hikmet, h. 7453.
Yukarı git↑ Şeyh Saduk (r.a), güvenilir bir senetle Hz. Resulü Kibriya’nın (s.a.a) şöyle buyurduğunu nakletmiştir: “Ey insanlar! Her kim bu ayda ahlakını güzelleştirirse, ayakların titrediği günde sıratta ona (geçiş) izni verilecektir. Sizlerden her kim köle ve cariyesini bu ayda rahatlatırsa, Allah da onun hesabını rahatlatır.” Emali, Şeyh Saduk, s. 154; Ravzatu’l-Vaizin, c. 2, s. 346.
Yukarı git↑ İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Tüm Kur’an-ı Kerim, Beytü’l-Ma’mur’a nazil oldu, sonra yirmi yıl zarfında Resulü Ekrem’e (s.a.a) nazil oldu; İbrahim’in suhuf’u Ramazan ayının ilk günü; Tevrat Ramazan ayının altıncı günü; İncil Ramazan ayının on üçüncü günü; Zebur Ramazan ayının on sekizinci günü nazil oldu.” El-Kâfi, c. 2, s. 628.
Yukarı git↑ Vesailu’ş-Şia, c. 10, s. 268, 274.
Yukarı git↑ El-İkbal, c. 1, s. 33, 35.
Yukarı git↑ Vesailu’ş-Şia, c. 10, s. 261, 268.
Yukarı git↑ El-Hedaiku’n-Nadire, c. 13, s. 270, 271; Misbahur’l-Huda, c. 8, s. 384.
Yukarı git↑ Hemşehri Online.
Yukarı git↑ Kum televziyonu.
Yukarı git↑ Hemşehri Online.
Yukarı git↑ Samane-i Samta.
Yukarı git↑ Tebyan.
Yukarı git↑ Hemşehri Online.
Yukarı git↑ Hemşehri Online.
Yukarı git↑ Hemşehri Online.
Yukarı git↑ Dena.
Yukarı git↑ Hamedan televizyonu.
Yukarı git↑ Zencan valilik websitesi.
Yukarı git↑ Tebyan.
Yukarı git↑ Kürtpress.
Yukarı git↑ Hemşehri Online.
Yukarı git↑ Asrı İran.
Yukarı git↑ Kürtpress.
Yukarı git↑ Asrı İran.
Yukarı git↑ Tebyan.
Yukarı git↑ Hemşehri Online.
Yukarı git↑ Tebyan.
Yukarı git↑ Zencan valilik websitesi.
Yukarı git↑ Samane-i Samta.
Yukarı git↑ Dena.
Yukarı git↑ Hamedan televizyonu.
Yukarı git↑ Zencan valilik websitesi.
Yukarı git↑ Hemşehri Online.
http://tr.wikishia.net/view/Ramazan
http://tr.wikishia.net/view/Ana_Sayfa
İran Dışişleri Bakanı Bahreyn Rejim Güçlerinin Ayetullah İsa Kasım’ın Evine Baskın Düzenlemesine Çok Sert Tepki Gösterdi
Sosyal medya hesabı Twitter üzerinden olaya karşı tepkisini dile getiren Zarif, şunları yazdı: ABD cumhurbaşkanının Riyad’ düzenlediği seferin ilk semeresi: Bahreyn rejim güçlerinin barışçıl gösteri düzenleyen protestoculara, öldüresine saldırı düzenlemesine neden oldu.
İran dışişleri bakanı ‘‘Muhammed Cevad Zarif’’ el-Halife rejim güçlerinin Ayetullah Şeyh İsa Kasım’ın ‘‘ed-Deraz’’ bölgesinde ki evine baskın düzenlemesini sert bir dille kınayarak, tepki gösterdi.
Sosyal medya hesabı Twitter üzerinden olaya karşı tepkisini dile getiren Zarif, şunları yazdı: ABD cumhurbaşkanının Riyad’a düzenlediği seferin ilk semeresi: Bahreyn rejim güçlerinin barışçıl gösteri düzenleyen protestoculara, öldüresine saldırı düzenlemesine neden oldu.
Bahreyn rejim güçleri, bugün Ayetullah Şeyh İsa Kasım’ın ‘‘ed-Deraz’’ bölgesinde ki evine saldırı düzenledi.
Saldırı sırasında rejim güçlerine karşı koyan Ayetullah Şeyh İsa Kasım’ın özel koruması şehit edildi, çıkan çatışma şırasında onlarca Bahreyn vatandaşı yaralandı.
Bahreyn İnsan Hakları Örgütü Başkanı ‘‘Yusuf Rabi’’ yaptığı açıklamayla; Bahreyn rejim güçlerinin, Ayetullah Şeyh İsa Kasım’ı ev hapsinde tuttuğunu duyurdu.
Nasrallah: Bir sonraki çatışmanın yeri İsrail yerleşimi olur
Nasrallah, İsrail'le olası bir çatışmanın yerinin, İsrail'in işgal ettiği topraklar olacağını söyledi.
Hizbullahı lideri Seyyid Hassan Nasrallah, İsrail'le gerilimin artması üzerine gerçekleşecebilecek bir çatışmanın mekanının, İsrail'in işgal ettiği topraklarda olacağını söyledi.
Şii lider; "Siyonistler şunu çok iyi biliyor ki bir sonraki savaş, işgalcinin 'benim' dediği Filistin topraklarında olacak" ifadelerini kullandı.
Nasrallah, canlı yayında yaptığı konuşmada, Lübnan'ın doğu sınırındaki Suriye hattındaki tüm askerlerini çekeceklerini ve bölgeyi Lübnan ordusuna devrettiklerini belirtti.
Nasrallah, yaklaşan bir çatışma olasılığı hakkında; "Bugüne dek İsrail korkutuyor, Lübnanlı ve Filistinliler korkuyordu. Bakın bakalım şimdi kim korkuyor kim korkutuyor?" dedi.
Kur'an-ı Kerim Ve İmam Cafer-i Sadık'ın Diliyle İmtihan Ve Sabretmenin Yolları
"Gerçekten de, Rabbimiz Allah'tır dedikten sonra da dosdoğru hareket edenlere melekler indiririz de sakın korkmayın ve mahzûn olmayın ve müjdelenin, sevinin size vaadedilen cennetle deriz." (Fussilet 30)
Oniki masum imamımızın hepsinin bize öğrettiği gerçeğe göre, Hak yolunda gitmek iki adımdan oluşmaktadır. Birinci adım Allah'ın Rabliğini, Resulullah'ın (sallallahu aleyhi ve âlih) risaletini ve Ehli Beyt'in imametini kabul etmektir. İkinci adım ise kabul edilen bu yolda sabit durup yoldan şaşmayarak ilerlemektir. İşte bu ikinci adım, zor olan adımdır. Birinci adımda kalple tasdik, dille ikrar öne çıkarken, ikincisinde nefis tezkiyesiyle Furu-i dine amel etmek öne çıkmaktadır.
Imanını ikrar eden insanın zorlandığı adım da budur. Nitekim Kur'an-ı Kerim'in âyeti de bu adımın zorluğuna işaret etmektedir:
"İşte orada mü’minler denendiler ve şiddetli bir şekilde sarsıldılar."
(Ahzab, 11)
İman etmiş insanlara imtihanda iken gereken ise takva ve sabırdır. Allah-u Teala'nın Kur'an'da buyurduğuna göre, biz müminler olarak kendimizi rahat sayıp imtihanlardan kurtulmuş olduğumuzu zannetmemeliyiz.
Hadislere göre peygamberlerden sonraki insanların makamları ne kadar büyürse belaları bir o kadar çoğalmaktadır. Zâten Kur'an'da devamlı eskiden ibret almaya yönelik çağrılar eskiden ders çıkarıp belalarda sabır ve tevekküle de yöneliktir. Hak yolunda ilerlemenin alametlerinden biri de insanın gördüğü belaların çoğalmasıdır. Hatta bazen insanın çok gafil olduğu bir zaman gelince, Allah ona kendisini hatırlatmak için onu bela ve musibete düçar kılar. Bela ve musibet görmeyen bir insanın gittiği yolu sorgulaması ve Allah'tan korkması gerekir.
Bela konusu İslam coğrafyasındaki şairler tarafından da daima hakkında yazılmış bir mevzudur. Divan şiirinde de daima manevi aşk yolunda ilerlemenin şartı olarak bela gösterilmiştir.
Edebiyat tarihimizin büyüklerinden olan divan şairi Fuzuli ne güzel demiş:
"Yarab! Bela-yı aşk ile kıl âşina beni
Bir dem bela-yı aşktan etme cüda beni
Az eyleme inayetini ehl-i derdden
Ya'ni ki çok belalara kıl mübtela beni
(Ya Rab aşk belasıyla içli dışlı kıl beni,
Bir an bile ayırma aşk belasından beni
Az eyleme yardımını dertlilerden,
Yani bir sürü belalara müptela et beni
Tarihimizde mektebimizin öyle arif alimleri vardır ki, bela görmedikleri ve rahat bir hayat sürdükleri zaman uzayınca kıbleye dönüp secdeye gider, Allah'a uzun uzadıya yakarıp, "Yoksa ben senin kendi haline bıraktıklarından mıyım ya Rabbi, yoksa yoldan sapanlardan mıyım?", der, Allah'tan musibet ve bela görmeyi talep edercesine onunla münâcât ederlerdi. "(Ey müminler!) Yoksa siz, sizden önce gelip geçenlerin başına gelenler size de gelmeden cennete gireceğinizi mi sandınız? Yoksulluk ve sıkıntı onlara öylesine dokunmuş ve öyle sarsılmışlardı ki, nihayet Peygamber ve beraberindeki müminler: Allah´ın yardımı ne zaman! dediler. Bilesiniz ki Allah´ın yardımı yakındır." ( Bakara 214)
Bu ayetten anlaşılacağı üzre hak yolda durmak konusundaki imtihanlar öyle şiddetli olabiliyor ki yalnız müminler değil, peygamberler dahi onlarda zorlanmaktadır. Bu ayette denmek isteniyor ki, bizden önceki peygamberler ve müminler zorluklara göğüs germiş ve yollarında sabit durarak sapmamışlardır. Dolayısıyla biz de rahatlık ve komfor içinde yaşayıp sınavdan geçmeyeceğimiz zannına kapılmamalıyız. Şimdi akla birbirini tamamlayan iki soru gelmektedir. Birincisi şudur ki, peki rahatlık bu hayatın amacı değilse, hayattan asıl murat nedir? Bu sorunun cevabını Mülk suresinin 2. âyetinde buluyoruz ki işlediğimiz konu da budur. Orda buyruluyor ki:
"O (Allah) ki, hanginizin daha güzel davranacağını sınamak için ölümü ve hayatı yaratmıştır. O, mutlak galiptir, çok bağışlayıcıdır."
(Mülk 2)
Demek ki dünyaya gelmemizin, hayat ve ölümümüzün asıl amacı sınanmaktır ve biz bu dünyaya rahatlık için gelmemişiz. Ayrıca söylenmesi gerekir ki, insanın rahatlığını da sağlaması yerine göre önemli olabilir, fakat iman için önemli olan asıl amacın bu olmaması ve insanın hak yolda ilerlemeye odaklanmasıdır. İkinci soru da "Allah bize Kur'an'da hayatın ve ölümün amacının sınavdan geçirilmek olduğunu buyurmuş olduğu hâlde, bu sınavlardan nasıl yüzü ak çıkılabileceğini beyan etmiş midir?" Sorusudur.
Buna cevap olarak "evet" denilir. Bunun delili ise Kur'an'daki şu ayet-i kerimedir:
"Ey iman edenler! Sabır ve namaz ile Allah´tan yardım isteyin. Çünkü Allah muhakkak sabredenlerle beraberdir."
( Bakara 153)
Demek ki imtihanlardan geçebilmenin ve imanın sarsılmaması için gidilen yolun ilk şartı sabretmektir.
"Sabrın imanda yeri bedendeki başın yeri gibidir. Nitekim Sabır giderse iman da gider"
İmam Cafer-i Sadık
(Usul-u Kafi c. 2 s. 87 hadis 2, Vesail üş-Şia c. 3 s. 258 76. Bap 3573. Hadis)
"Sabır iki çeşittir; belaya sabretmek, ki bu güzeldir. İki sabrın en efdaliyse günahlara karşı vera'dır."
İmam Cafer-i Sadık
(Usul-u Kafi c.2 s.91 hadis 14, Vesail üş-Şia c. 15 s.237 19. Bap 20371. Hadis)
Burda geçen vera kelimesi, güçlü bir takva derecesidir. Bu takva hâletinin oluşması için mümin insanın bilmediği ve şüphe ettiği şeylerin doğrusunu öğrenip kendisine malum olmuş doğrulara amel etmesi gerekmektedir.
Bu makam, mekruh ve şüpheli bilinen şeylerden sakınmayı da kapsamaktadır.
Veranın sabrın daha güzel çeşidi olarak anılması konusunda denilebilir ki, bu sabır çeşidi daha zordur. Çünkü insanın belaya sabretmesi güzeldir ve musibet görmenin kibri yoktur. Fakat günahlardan sakınmak ve vera yolunda sabredince, vera derecesini elde edene kadar, insanın nefis veya şeytan tarafından kandırılıp kibre sürüklenmesi mümkündür. Kibir ise insanın imanını sirkenin balı bozduğu gibi bozan tehlikeli bir histir.
Zira insanın imanında şüpheden zayıflığa, hatta riya, büyük günah misali küçük şirke kadar varan eksiklikler bulunabilir. Bunlar imanın bulunmadığı ve ibadetin geçersiz olduğu anlamına gelmez. Fakat ibadet eğer kibirle birlikte olursa, Allah (c.c.) bunu asla kabul etmeyecektir. Zira tekebbür yalnızca Allah'a has bir sıfattır.
Demek ki sabırların efdali ve zor olanı, günahtan kaçınmakta sabırdır. İnsanın bu konuda günah işleyip sonra tövbe edebileceğini düşünmesi hatadır. Zira hadislerimize göre işlenilen tüm günahlar kişinin öyle kastı olmasa dahi, -Allah korusun-
imamlara karşı bir çeşit düşmanlığın göstergesidir.
İmanlı kalmanın ikinci şartı ise, namazı eda etmektir. Namazın önemini vurgulamak için yine İmam Sadık(aleyhisselam)'ın vasiyeti hakkında nakledilen şu duygulu hikaye yeterlidir. Hükmü okuyanlara saklansın: İmam Cafer-i Sadık (aleyhisselam)’ın şehadet haberini duyan Ebu Basîr(r.a), İmam’ın geride kalan kederdîde ailesine taziyede bulunmak ve ondan sonraki İmam’ına bîat etmek üzere yine Kufe’den Hz. Peygamber(s.a.a)’in şehri, Medîne’ye doğru yola düştü.
Birkaç gün yolculuğun ardından Medine’ye varıp, aşina olduğu İmam Cafer-i Sadık(aleyhisselam)ın evine geldi. Avlu kapısını çaldı, karşısına İmam Cafer’in vefalı eşi ve İmam Musa Kâzım’ın annesi Hamîde Hatun çıktı. Yüreği yaslı ve boynu büküktü Hamîde Hatunun. Karşısında eski bir dostu gördü; bu Ebu Basîr’di; hani hep gelip giderdi ya? Hani tâ Irak’ın Kûfe şehrinden oradaki Şîa’nın sorularına cevap almak ve İmam’dan onlara bir mesaj, bir ışık, bir nûr taşımak için kalkıp Medine’ye hep gelen Ebu Basîrdi. Beden gözleri a’mâ lâkin kalp gözü açık olan Ebu Basîr onca uzun yolu gelirken zaruri azığının yanı sıra, İmam Cafer’in çocuklarına vermek üzere heybesinde bir miktar ceviz getirmeği de unutmazdı. O, Sevinci Ehl-i Beyt(aleyhimusselam)’in sevinmesinde arardı hep. Hamîde Hatun böylesi bir eski ve sıcak dostu görünce, kalbindeki hüzün dalgaları hücuma geçti, gözyaşlarına hâkim olamadı, hıçkırığını Ebu Basîr’den gizleyemedi.
Ebu Basîr der ki onun ağladığını görünce ben de dayanamayıp ağladım. Hamîde Hatun hemen söze başlayarak İmam Cafer(aleyhisselam)in son anlarından ilginç bir hatırayı şöyle anlattı: Ey Ebu Muhammed! Keşke Ebu Abdillah’ı vefatı sırasında görseydin, hayret ederdin. İmam, bir ara gözlerini açarak “Benimle yakınlık bağı olan herkesi çağırıp toplayın.” Diye emretti. Biz de çağırmadık kimse bırakmayıp evde topladık. Sonra İmam onlara bakarak herkesin gelmiş olduğunu görünce buyurdu: “Gerçekten bizim şefaatimiz, namazı hafife alanlara ulaşmayacaktır.”
(Hikaye alıntısı burda sona erdi)
Eğer namaz hakkında Kur'an'a göz atarsak müminlerin namazla ilişkisi hakkında daima "eqamu-s-salâte" (namazı ayakta tutarlar) kelimesinin geçtiğini görürüz. Bu müminin namazını isteyerek ve Allah rızası için ikame ettiğine, yani ayakta tuttuğuna işarettir. Aynı zamanda, eğer münafıkların namazla irtibatına bakacak olursak, "qâmû'iles-salâti" (namaza kalkarlar) ifadesini görürüz. Bu onların namazı istekli bir şekilde kılmadığının göstergesidir. Demek ki namazı hakkıyla eda etmek için uğraşmadıklarından, riya için namaz kıldıklarından dolayı kalplerine nifak girmiş, imtihandan temiz karneyle geçememişlerdir.
İmtihanlardan temiz çıkmak ve hakkaniyet yolunda sebatla ilerleyebilmek için Allah'a tevekkül edilmelidir. Zor durumda kaldığında, tüm umut kapıları yüzüne kapandığında, çıkış yolu bulamadığında ve herkesin kendisini günaha çağırdığı durumda Allah'ı hatırlayana ne mutlu! Bunlar, iman edenler ve gönülleri Allah´ın zikriyle sükûnete erenlerdir. Bilesiniz ki, kalpler ancak Allah´ı anmakla huzur bulur.
(Ra'd 28)
Ali Rıza Akbulut
KILIÇTAN KESKİN DİL!
İnsanlar genelde her konuda konuşmayı çok severler ve konuşmak için bilgili olmaya da gerek görmezler. Ancak konuşmak sanıldığı gibi o kadar da basit değil. Konuştuğumuz bir söz, bazen öldürücü bir zehir bazen de bir bal olabilir. Bazen yıkıcı bazen de yapıcı olabilir. Bazen onur ve haysiyetleri kurtarır bazen de onurları ayaklar altına alabilir. Bazen belaları savar bazen de belaları davet edebilir. Bazen dostlukları perçinleştirir bazen de düşmanlıkları körükleyebilir.
Pir Sultan Abdal bir beytinde ne de güzel demiştir; “Âlem çiçek olsa, arı ben olsam. Dost dilinden tatlı bal bulamadım.” Hz. Ali aleyhisselam; "Tanınmak için konuşunuz zira kişi dilinin altında saklıdır." buyurarak sözün, kişinin kimliği olduğunu vurgulamıştır. Ağızdan çıkan cümleler insanın kimliğinin tercümanıdır ve dilin meyvesidir. Bu meyvenin tadının acı mı, tatlı mı oluşunu insan belirler. Hz. Ali“Söz ağızdan çıkana kadar senin esirindir. Ağızdan çıktıktan sonra sen onun esiri olursun” buyurarak konuşmanın ve dilin önemine vurdu yapmıştır.
İnsanın dili birçok şeye kabildir. Müslümanlar arasında sosyal sürtüşmelerin genelinde niyet ve dil bozukluğunu görmek mümkündür. Sosyal tefrikaların, nefretlerin çoğalmasının temel sebebi sözün kıymetini yitirmesi olsa gerek.
Her insanın yazdıkları, konuştukları, sözleri kimyasını, yapısını, karakterini, kişiliğini, kültürünü, eğitim seviyesini, ahlakını, görgüsünü ve iman durumunu ortaya koyar.
Bazı insanlar her konuda fikir sahibi olduklarını zannederler, her konuda görüş bildirirler ve fikirleri doğrultusunda kitlelere yön vermek isterler. Ancak unutmamak gerekir ki, bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olunmaz. Fikir sahibi olmayıp her konuda parazit olanlara ise cahil derler.
İmam Ali (aleyhisselam): “Şüphesiz cahil bilmedikleri hususunda kendisini âlim sayan ve görüşüyle yetinen kimsedir. Sürekli âlimlerden uzak durur, onları kötüler. Muhalifini hatalı bilir, anlamadığını saptırıcı sayar.” (Tuhef’ul-Ukul, 73)
Mevlana, “Cahil bir kimsenin yanında kitap gibi sessiz ol” diyerek boş sözlere/lafazanlara karşı bizleri uyarmıştır.
İmam Cafer Sadık (aleyhisselam) şöyle buyurmuştur: “Duymadan önce, anlamadan önce karşı çıkmak ve bilmediği hususlarda hüküm vermek cahilin ahlakındandır.” (A’lam’ud-Din, 303)
Dil küçük bir et parçasıdır. Ancak kontrol altına alındığı zaman her bir kelamı ilim, Hikmet, güzellik ve gülistanlık olur ama kontrol altına alınmadı mı keskin bir kılıç, zehirli bir yılan, tehlikeli bir akrep, kuduz bir köpek halini alabilir.
Hz. İmam Ali aleyhisselam şöyle buyurmuştur; "Düşüncelerine dikkat et, sözlerin olur. Sözlerine dikkat et, davranışın olur. Davranışına dikkat et, alışkanlığın olur. Alışkanlıklarına dikkat et, şahsiyetin (karakterin) olur. Şahsiyetine (karakterine) dikkat et, alın yazın olur.”
Dil ile alay edilebilir! Dil ile moral verilebilir! Dil ile itiraz edilebilir! Dil ile övgü yapılabilir! Dil ile kalp kırılabilir! Dil ile teselli yapılabilir! Dil ile haysiyetle oynanabilir! Dil ile haysiyet korunabilir! Dil ile ayrılık yapılabilir! Dile ile barıştırılabilir! Dil ile fitne ateşi yakılabilir! Dil ile fitne ateşi söndürülebilir! Dil ile düşmanlıklar yapılabilir! Dil ile düşmanlıklar bitirilebilir! Dil ile ibadetler yapılabilir! Dil ile günahlar yapılabilir! Dil ile hayırlar yapılabilir! Dil ile şerler yapılabilir!
Adamın biri Allah Resulünün yanına gelerek nasihat istedi. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve alihi; "Dilini kontrol et" diye buyurdular. Adam tekrar, bana nasihat et dedi. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve alihivesellem aynı cevabı verdiler. Adam üçüncü kez nasihat istedi. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve yine ona "dilini kontrol et" diye buyurdular. Adam, bu mesele o kadar mı önemlidir ki her üç defasında bana aynı şeyi nasihat ettiniz dedi. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve alihivesellem şöyle buyurdular; "Vay olsun sana! İnsanı dilden başka bir şey mi yüz üstü cehennem ateşine atar." (Keşkül-ü Behtaş, s.10)
Dili kirli olanların dillerinden yalan, gıybet, eziyet, küfür, alçaltma, haysiyet ile oynama, alay, iftira, fitne, nefret, hakaret çıkar.
Dilin hem hayır ve hem de şer tarafında keskin bir kılıç olması mümkündür. Kalbi, dolayısıyla dili doğru olanların ağızlarından çıkan delile dayalı etkili ve güzel sözleri her zamanda hakkı batıldan ayıran keskin bir kılıç olmuştur.
Hz. Peygamber efendimizin şöyle buyurmuştur; “Ahir zamanda kişi, çok küçük bir sözden dolayı, okun yaydan çıktığı gibi dinden çıkacak ama haberi olmayacak. Kendini hala Müslüman zannedecek.”Bu hadisi şerif Müslümanlar için çok önemli bir uyarıdır.
Onun için“Dilimize dikkat edelim, onu kirletmeyelim ve onu batıl tarafta değil hak tarafında keskin bir kılıç yapalım.”
Selam ve dua ile…
Mehdi AKSU
Ehl-i Sünnet Kaynaklarında Hz. Mehdi İle İlgili Hadisler
Ümeyye oğullarıyla Abbasiler döneminin zor şartlarına rağmen,yine de sünni hadis kitapları Mehdi ile ilgili hadislerle doludur. Örneğin:
Abdullah, Peygamber’in (s.a.a) şöyle buyurduğunu naklediyor:
"Ehl-i Beyt’imden adı da benim adım olan birisi araplara hükümet etmedikçe dünya son bulmaz." [1]
Tirmizi kendi Sahihinde bu hadisi nakletmiş ve "Bu hadis sahihtir" demiştir. Sonra Mehdi hakkında Hz. Ali (a.s), Ebu Said, Ümm-ü Seleme ve Ebu Hüreyre den de bir takım hadisler nakledildiğini keydetmiştir.[2)
Hz. Ali b. Ebi Talib (a.s) Peygamber’in (s.a.a) şöyle buyurduğunu nakletmektedir: "Eğer (dünyanın sonuna) bir gün kalsa bile zulümle dolan dünyayı adaletle doldurması için benim Ehl-i Beyt’imden olan birisi mutlaka gönderilecektir." [3]
Ümm-ü Seleme de Peygamber’den (s.a.a) şu hadisi duyduğunu nakleder: "Va’dedilmiş Mehdi benim Ehl-i Beyt’imden ve Fatıma’nın (a.s) evlatlarındandır." [4]
Ebu Said duyduğunu Peygamber’den (s.a.a) şöyle işittiğini nakleder: "Bizim Mehdi’miz çıkık alınlı ve ince burunludur. Zulümle dolduktan sonra yeryüzünü adalet ile dolduracaktır. O, yeryüzünde tam yedi yıl hükümet edecektir." [5]
Hz. Ali (a.s) da Peygamber’in (s.a.a) şöyle buyurduğunu naklediyor: "Va’dedilmiş Mehdi benim Ehl-i Beyt’imdendir. Allah-u Tealâ onun için gerekli şartları bir gecede hazırlar." [6]
Ebu Said ise Peygamber’in (s.a.a) şöyle buyurduğunu nakleder: "Yeryüzü zulümle dolacaktır. Daha sonra Ehl-i Beyt’imden olan birisi zuhur edecek yedi veya dokuz yıl hüküm sürecek ve yeryüzünü adaletle dolduracaktır." [7]
Ebu Said Peygamber’in (s.a.a) şöyle buyurduğunu rivayet ediyor: "Ahir zamanda sultan(ları) tarafından ümmetime şiddetli bir bela gelecektir. Öyle bir bela ki ondan daha şiddetlisi duyulmamıştır. Öyle ki geniş yeryüzü onlara daralacak ve zulümle dolacaktır. Müminler bu zulümden kurtulmak için bir sığınak ve bir kurtarıcı bulamamacaklar. Daha sonra Allah-u Teala Ehl-i Beyt’imden birini zulümle dolan yeryüzünü adaletle doldurması için gönderecektir. Gökyüzü ve yeryüzünün sakinleri ondan razı olacaklar. Yeryüzü bütün bitkilerini onlara yeşertecek ve gökyüzü sürekli onlara yağmur yağdıracaktır, yedi veya dokuz yıl halk arasında yaşayacaktır ve Allah-u Teala’nın yeryüzüne indirdiği bunca hayır sebebiyle ölüler yeniden yaşamayı arzulayacaklardır." [8]
HADİSLERİN MÜTEVATİR OLMASl
Ehl-i Sünnet alimlerinden çoğu Mehdi (a.s.) ile ilgili hadisleri mütevatir olarak kabul etmişlerdir. Veya en azından mütevatir oluşunu tenkit konusu yapmadan başkalarından nakletmişlerdir. Örneğin İbn-i Hacer-i Haysemi "Es-Sevaik-ül Muhrika" kitabında, Şeblenci "Nur-ül Ebsar" kitabında, İbn-i Sabbağ "El-Fusul-ül Muhimme", Muhammed Es-Sabban "İs’af-ür Rağibin, Genci-i Şafiî El-Beyan kitabında, Şeyh Mansur Ali "Ğayet-ul Me’mul" ’da, Suveydi "Sebaik-uz Zeheb" adlı kitapta Hz. Mehdi ile ilgi hadislerin mütevatir olduğunu yazmışlardır. Tevatür ise bazı hadislerde var olan senet zayıflığını telafi etmektedir.
Askalani şöyle yazar: "Mütevatir haberler yakin ifade eder; binaenaleyh onlarla amel etmek için tartışmaya gerek yoktur."[9]
Şafii müftüsu ve şeyh-ül islam Seyyid Ahmed şöyle diyor: "Mehdi hakkındaki hadisler sayı yönünden çok ve mütevatir hadislerdir. Bu hadislerden bazısı sahih, bazısı hasen ve bazısı da zayıftır. Bu hadislerden bir çoğu senet yönünden zayıftır; ama sayı yönünden çok olması ve ravi ve kaydedenlerinin fazla oluşu o hadislerin birbirini güçlendirmesine ve neticede yakin ifade etmesine yetmektedir."[10]
Velhasıl Resulullah’ın (s.a.a) ashabından olan çok sayıda kişi Hz. Mehdi (s.a) ile ilgili hadisleri rivayet etmişlerdir. Örneğin Abdurrahman b. Avf, Ebu Said El-Hudri, Kays b. Cabir, İbn-i Abbas, Cabir, İbn-i Mes’ud, Ali b. Ebi Talib (a.s), Ebu Hüreyre, Sevban, Selman-i Farisi, Ebu Emame, Hüzeyfe, Enes b. Malik Ümm-ü Seleme …
Bu hadisleri Ehl-i Sünnet muhaddis ve alimleri kendi kitablarında yazmışlardır. Örneğin: Ebu Davud, Ahmed, Tirmizi, İbn-i Mace, Hakim, Nesai, Taberani, Ravyani, Ebu Nuaym-i İsfahanî, Deylemi, Beyhaki, Sa’lebi, Hameveyni, Menavi, İbn-i Meğazili, İbn-i Cevzi, Muhammed-us Sabban, Maverdi, Genci-i Şafii, Sem’âni, Harezmi, Şa’rani, Darakutni, İbn-i Sebbağ-i Maliki, Şeblenci, Muhibbuddin Taberi, İbn-i Hacer-i Haysemi, Şeyh Mansur Ali Nasıf, Muhammed b. Talha, Celaluddin Siyuti, Şeyh Süleyman-i Hanefi, Kurtubi, Bağavi vb…
SAHİH-İ MÜSLİM, BUHARİ VE HZ. MEHDİ (A.S) İLE İLGİLİ HADİSLER
Müslim ve Buhari’nin Sahih’inde bir hadisin olmaması o hadisin zayıflığının delili değildir. Zira mezkur kitapların yazarları elbette ki tüm hadisleri yazmak niyetinde değillerdi.
Darekutni şöyle diyor: "Bazı hadisleri Müslim ve Buhari kendi kitaplarında yazmamışlardır. Halbuki bu yazmadıkları hadislerin senedi de tıpkı yazdıkları hadislerin senedi gibidir."
Beyhaki ise şöyle diyor: "Müslim ve Buhari tüm hadisleri toplamak niyetinde değillerdi. Bunun açık delili ise şudur ki Sahih-i Buhari’de yer alan hadislerden bazıları Sahih-i Müslim’de yer almamış ve Sahih-i Müslim’de yer alan bazı hadisler de Sahih-i Buhari’de yer almamıştır!"[11]
Müslim sadece sahih olan hadisleri yazdığını iddia etmiştir. Halbuki Ebu Davud da aynı iddiada bulunmaktadır.
Ebu Bekir b. Dase şöyle der: "Ebu Davud’un şöyle dediğini duydum: Ben kitabımda tam dort bin sekiz yüz hadis yazdım ki hepsi de sahih veya sahihe benzer hadislerdir."
Ebu-s Sabah ise Ebu Davud’dan şöyle nakledildiğini yazar: "Ben Sünenimde dort bin sekiz yüz sahih veya sahihe benzer hadisi yazdım. Bazı hadisler zayıf ise de onların zayıflığını da zikrettim. O halde hakkında sustuğum her hadis mu’teber sayılmalıdır."
Hattabi şöyle diyor: "Sünen-i Ebi Davud, eşi yazılmamış değerli bir eserdir. Bütün müslümanlarca kabul edilmektedir. Bu kitap lrak, Mısır, Cezayir ve diğer beldelerdeki İslam alimlerince makbul görülmüştür."[12]
Velhasıl Sahih-i Müslim ve Buhari’nin hadisleri de diğer kitaplardaki hadisler gibi ravileri incelenmeli, sahih veya zayıf oldukları araştırılmalıdır.
Ve yine demek gerekir ki doğruluk ve sıhhatini itiraf ettiğiniz Sahih-i Müslim ve Buhari’de de Hz. Mehdi (a.s) ile ilgili hadisler vardır. Gerçi bu hadislerde Mehdi lafzı yoktur, ama Mehdi hakkında olduğu kesindir. Örneğin: Peygamber (s.a.a) şöyle buyurmuştur: "İmamınız kendinizden olduğu halde İsa b. Meryem nazil olduğunda sizler yapacaksınız." [13]
Mezkur iki kitapta bu hadisin benzeri diğer bir takım hadisler de vardır.
HZ. MEHDİ’NİN (A.S) VARLlĞl KESİNDİR
Hz. Mehdi (a.s) hakkında sünni ve şiilerin Peygamber’den (s.a.a) naklettiği bir çok hadis vardır. Bunlara dikkat eden herkes İslam Peygamber’i (s.a.a) zamanında bile Mehdi mevzuunun kesin bir mevzu olarak müslümanlarca bilindiğini anlar. Müslümanlar o dönemden beri hakkı hakim kılacak, İslam’ı tüm aleme yayacak ve adaleti ikame edecek birini bekliyordu. Bu inanç onlar arasında o kadar yaygın idi ki aslını kesin olarak kabullenip, teferruatıyla ilgileniyorlardı. Bazen "Mehdi hangi soydan gelecektir?" diye soruyorlardı. Bazen de isim ve künyesi hakkında tartışıyorlardı. Bazen, niçin Mehdi olarak adlandırıldığından söz ediyor, bazen zuhur alametleri ve kıyam tarihini sorarak "Acaba Mehdi ve kıyam edecek olan kimse, yani "Kâim" aynı şahıslar mıdır?" diyor, kimi zaman da gaybetin sebeblerini ve gaybet günündeki görevlerinin ne olduğunu soruyorlardı.
Peygamber (s.a.a) de bazen Mehdi’nin varlığını haber vererek şöyle buyuruyordu: "Va’dedilmiş Mehdi benim neslimden, Fâtıma’nın (s.a) evlatlarından ve Hüseyin’in sülbunden dünyaya gelecektir". diye buyuruyordu; bazen de Mehdi’nin isim ve künyesini açıklıyor, kimi zaman da onun alamet ve özelliklerini beyan ediyordu.
Sevap verdi, "Mehdi, İsa’nın (a.s) kendisine ıktıda ettiği (namazda uyduğu) kimsedir." dedi.[14]
Ömer b.Kays şöyle diyor: "Mücahid’e "Mehdi hakkında bir bilgin var mı?" dedi. Zira ben şiilerin sözüne inanmıyorum". "Evet dedi "Resulullah’ın ashabından birisi bana dedi ki Mehdi, Nefs-i Zekiyye öldürülünceye kadar asla kıyam etmeyecektir. O öldürülünce Mehdi kıyam edecek ve alemi adaletle dolduracaktır."[15]
Nüfeyl’in kızı Ümeyre şöyle diyor: "Hz. Hasanın kızının şöyle dediğini duydum: "Beklediğiniz bu şey, bazılarınız bazılarından berî olduğunuzu uzak durduğunuzu, izhar edip lanetleşmedikçe asla meydana gelmeyecektir."[16]
Eb-ul Ferec-i İsfahani şöyle diyor: Hüseyin b. Ali’nin (s.a) kızı Fatıma, Benî Haşim kadınlarına gönüllü olarak ebelik yapıyordu. Evlatları itiraz ederek "bir ebe olarak tanınmanden korkuyoruz" dediler, bunun üzerine şöyle cevap verdi: "Benim kaybettiğim birisi var. Onu (Mehdi’yi) bulursam artık bu işten el çekerim.[17]
Katâde şöyle diyor: "İbn-i Müseyyib’e dedim ki "Mehdi’nin varlığı doğru mudur?" "Evet" dedi "O Kureyş’ten ve Fatıma’nın evlatlarındandır."[18]
Tavus şöyle diyor: "Ben, Mehdi kıyam edinceye kadar yaşamak istiyorum."[19]
Zuheri de: "Mehdi Fatıma’nın evlatlarındandır"[20] demiştir.
Eb-ul Ferec, Velid b. Muhammed-i Muvakkiri’nin şöyle naklettiğini söyler: "Ben Zuheri ile birlikteydim ki aniden bir kalabalık sesi işittim. Zuheri bana "Git, bak bakalım, ne olmuş" dedi. Ben olayı soruşturduktan sonra gelip dedim ki "Zeyd b. Ali öldürülmüş, başını getirmişler." Zuheri pek rahatsız olarak şöyle dedi: "Niçin bu aile böyle acele ediyor?! Bu acelecilik onlardan çoğunu helak etti." Dedim ki "Acaba saltanat onların eline geçecek mi?" Zuheri: "Evet" dedi "Zira Ali b. el-Hüseyin (s.a) babasından ve o da Fâtıma’dan bana nakletti ki Peygamber-i Ekrem (s.a.a) Fâtıma’ya şöyle buyurdu: "Va’dedilmiş Mehdi senin soyundandır." [21]
Eb-ul Ferec Müslim b. Kuteybe’nin şöyle dediğini rivayet eder: "Günün birinde Mansur’un yanına vardım. Bana dedi ki: "Muhammed b. Abdullah kıyam etmiş ve kendisini Mehdi olarak ilan etmiştir. Ama Allah’a andolsun ki o Mehdi değildir. Sana hiç kimseye demediğim ve de demeyeceğim bir mevzuyu söylemek istiyorum. Benim oğlum da rivayetlerde yer alan va’dedilmiş Mehdi değildir. Ama uğurlu olsun diye adını Mehdi koydum."[22]
İbn-i Sirin şöyle der: Va’dedilmiş Mehdi bu ümmettendir. İsa b. Meryem’e (s.a) imamlık yapacak olan da O’dur."[23]
Abdullah b. Haris şöyle der: "Mehdi kırk yaşında iken kıyam edecek ve İsrailoğullarına benzeyecektir."[24]
Ka’b: "Kıyam edecek olanın Mehdi olarak adlandırılmasının sebebi gizli işlere hidayet edilmesi sebebiyledir."[25] der.
Abdullah b. Şerik: Resulullah’ın sancağı Mehdi’nin nezdindedir."[26]
Tavus: "Mehdi’nin alametlerinden biri işbaşına getirdiği yetkilileri sıkı denetlemesidir. Mal infak etmekte çok cömerttir, acizlere karşı çok merhametlidir."[27]
Zuheri: "Mehdi Fâtıma’nın çocuklarındandır demişlerdir."[28]
Hakem b. Üyeyne: "Muhammed b. Ali’ye dedim ki: "Siz Ehl-i Beyt’ten birinin kıyam edeceğini ve her yeri adaletle dolduracağını duyduk. Acaba doğru mudur?" Bunun üzerine : "Biz de ümit içinde onu bekliyoruz"[29] dedi.
Seleme b. Züfer şöyle der: "Bir gün Hüzeyfe’nin yanında "Mehdi kıyam etmiştir" denildiğinde, Hüzeyfe şöyle dedi: "Eğer Mehdi kıyam etmişse sizler Resulullah’ın zamanına yakın kimselersiniz ve ashab henüz aranızda yaşamaktadır. O halde gerçekten mutlu ve saadet ehli kimseler olursunuz. Ama hayır, bu doğru deyil, Mehdi, insanların kötülük cânilik ve zulümden bıktığı ve hiçbir gaib (gizli yaşayan) onun kadar aziz ve sevgili olmadığı bir zamanda kıyam edecektir."[30]
Cerir, Ömer b. Abdulaziz’in yanında şu şiiri okudu:
"Senin vücudun bereketlidir. Davranışların da Mehdi’nin davranışlarına benziyor.
Nefsânî isteklere isyan ediyor ve geceyi Kur’an okumakla geçiriyorsun."[31]
Ümmü Gülsüm bint-i Veheb: "Rivayetlerde yer aldığı üzere dünyaya bir şahıs hükümet edecek ve adı da Resulullah’ın adı olacaktır."[32] der.
Muhammed b. Cafer: "Başıma gelen belaları Malik b. Enes’e naklettim. Bana "Sabret" dedi tâ ki «Biz ise yeryüzünde güçten düşürülenlere lütufta bulunmak, onları önderler yapmak ve mirasçılar kılmak istiyoruz.» ayetinin hakikati gerçekleşsin."[33]
Fuzeyl b. Zubeyr, Zeyd b. Ali’nin şöyle dediğini nakleder: "İşittim ki insanların beklediği kimse Hüseyin b. Ali’nin soyundan olacaktır."[34]
Muhammed b. Abdurrahman b. Ebi Leyla: "Allah’a yemin olsun ki Mehdi sadece Hüseyin’in evlatlarından olacaktır.“[35]
HZ.MEHDİ’Yİ BEKLİYORLARDl
Mehdi inancı müslümanlar arasında o kadar köklü ve etkiliydi ki Asr-ı Saadet'ten beri onu bekliyor ve zuhur edeceği günü arzu ediyorlardı. Onun zafere erişeceğini ve hakimiyet kuracağını kesin biliyorlardı. Bu bekleyiş fitne ve kargaşalık dönemlerinde daha da bir şiddet kazanıyordu. Her an zuhur etmesini beklendiğinde çoğu zaman bazı kimseler yanlışlıkla Mehdi zannedilmiştir.
..............................................................................................................
Kaynaklar:
[1]- Sahih-i Tirmizi, c.9, Babu ma cae fil Mehdi, s.74; Yenabi-ul Mevedde¬, Şeyh Süleyman, H.1308 baskısı, c.2, s.180.
[2]- Sahih-i Tirmizi, c.9, Babu ma cae fil Mehdi, s.74; Yenabi-ul Mevedde/Şeyh Süleyman, H.1308 baskısı, c.2, s.180; El-Beyan fi Ahbar-i Sahib-iz Zaman, Muhammed b. Yusuf-i Şafii, Necef baskısı, s.85; Nur-ül Ebsar, s.171; Mişkat-ül Mesabih, s.370.
[3]- Sahih-i Ebi Davud, Kitab-ul Mehdi, c.2, s.207; El-Beyan, s.59; Nur-ul Ebsar, Şeblenci, s.156; Es Sevaik-ül Muhrika, Ibn-i Hacer, Kahire baskısı, s.161; Fusul-ul Muhimme Ibn-i Sebbað, Necef baskısı, s.161. Is'af-ür Raðibin, Muhammed Es-Sabban.
[4]- Sahih-i Ebi Davud, c.2, Kitab-ul Mehdi, s.207, Ebu Davud bu bölümde 11 hadis nakletmiştir. Sahih-i Ibn-i Mace Bab-u Huruc-il Mehdi, c.2, s.207; Sevaik, s.161; El-Beyan, s.64; Mişkat-ul Mesabih, Muhammed b. Abdillah Hatib, Delhi baskısı, s.370.
[5]- Sahih-i Ebi Davud, c.2, Kitab-ul Mehdi, s.208; Fusul-ul Muhimme, s.275; Nur-ul Ebsar, Mısır baskısı, s.170; Yenabi-ul Mevedde, c.1, s.161.
[6]- Sahih-i Ibn-i Mace, c.2, Bab-u Huruc-il Mehdi, s.519, bu babta 7 hadis zikredilmiştir; Es-Sevaik-ul Muhrika, s.161.
[7]- Müsned-i Ahmed, c.3, s.28, Musnedat-u Ebi Said-il Hudri babında Mehdi ile ilgili bir takım hadisler zikredilmiştir; Yenabi-ul Mevedde, c.2, s.228.
[8]- El-Beyan, s.72; Es-Sevaik-ul Muhrika, s.161; Yenabi, c.2, s.177.
[9]- Kitab-u Nezhet-ün Nazar, Ahmed b.Hacer-i Askalani, Karaçi baskısı, s.12.
[10]- Kitab-u Futuhat-il Islamiye, Mekke ilk baskısı, c.2, s.250.
[11]- Sahih-i Müslim, c.1, s.24.
[12]- Mukaddeme-i Sünen-i Ebi Davud, Saati'nin kalemiyle.
[13]- Sahih-i Müslim, c.2, Bab-u nuzul-i Isa ve Sahih-i Buhari, c.4, Bab-u bed-il halk, Bab-u nuzul-i Isa.
[14]- El-Melahim ve'l Fiten kitabının tercümesi, yazarı Ibn-i Tavus, s.46.
[15]- El-Melahim s.63.
[16]- Melahim, s.169.
[17]- Melahim, s.155.
[18]- Melahim, s.44.
[19]- Melahim, s.159.
[20]- Melahim, s.171.
[21]- Bihar-ul Envar, c.52, s.211.
[22]- Mekatil-ut Talibiyyin (Eb-ul Fereci-Isfahani), Necef baskısı, s.160.
[23]- Melahim, s.170.
[24]- Melahim, s.54.
[25]- Melahim, s.69. demiştir.
[26]- Mekatil-ut Talibiyyin, s.97.
[27]- Mekatil-ut Talibiyyin, s.167.
[28]- Mekatil-ut Talibiyyin, s.167.
[29]- Kitab-ul Havi li'l Fetava, c.2, s.135.
[30]- El Havi, c.2, s.148.
[31]- El-Havi, c.2, s.150.
[32]- El-Havi, c.2, s.150.
[33]- El-Havi, c.2, s.150.
[34]- El-Havi, c.2, s.155.
[35]- El-Havi, c.2, s.159.
.......................................................................................
Murteza Akbulut
Frankfurt
Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir.
Mehdilik İnancı: Direniş mi, Teslimiyet mi?
Adalet aşıklarının umudu, geleceğin dünyasına şekil vermek isteyenlerin ülküsü ve uğrunda canlarını vermekten bir an çekinmeyenlerin inancı “Mehdilik”...
Allah’ın adıyla…
…………………… Hemen her kesimden kalemşorlar bu konu ile ilgili yazıp çiziyor, analiz yapıyor. Ama bu konuyu asıl söylemek istedikleri için köprü olarak kullanan ve asıl düşüncesini satır aralarına gizleyerek zerk etmek isteyenler de var. Konuyu vesile ederek ve etraftan dolanarak yazının merkezine başka bir görüşü yerleştiriri veriyor bu kalemşorlar…
Dünya Bülteni sitesinde böyle bir yazı var. Yazarı Cihan AKTAŞ… Cihan Hanım, 1 Kasım seçimleri konusunu irdelerken birden sözü “Mehdi” inancına getiriveriyor. Ve bu vesile ile Mehdilik konusunu “kaos isteme, dünyayı kaosa boğma” ile eş değerde ele alıyor. İşin ilginci bu konuya “İran Devrimi” (Cihan Hanım “İran’da Devrim” derken nedense devrim kelimesini tırnak içine almış) karşısında “İranlı Aydınları” da dahil ediveriyor…(1)
Adalet aşıklarının umudu, geleceğin dünyasına şekil vermek isteyenlerin ülküsü ve uğrunda canlarını vermekten bir an çekinmeyenlerin inancı “Mehdilik” gibi ilerici bir düşünce ve inanç sistemine olan bu kin ve karalama çabası nedendir acaba?
Mehdi inancı acaba gerçekten de kaostan medet uman bir inanç mıdır? Evangelistlerin Mesih inancı ya da “Hüccetiye” diye bilinen ve oldukça azınlıkta olan kimi grupların bir “kaos” planından” bahsedilebilir belki, ama bu “Mehdilik” inancının topyekun reddini mi gerektiriyor? Kimi İslami kavramların, değişik gruplar tarafından farklı yorumlanmaları, o kavramın toptan reddini gerektirmediği gibi, aksine o kavramın “varlığına” da en büyük delildir.
Bu bağlamda Mehdilik inancının farklı çevrelerde farklı şekilde ele alınması, “Mehdilik inancının” temelinin olmadığını değil, aksine temel olarak varlığını gösterir. Mehdilik inancı konusunda, konuyu detaylı olarak ele alan ve bu konudaki akli ve nakli delillerle izah eden mezhep İsna aşeri (12 imam Şiası) olarak biline Caferiliktir. Caferi Şiiliğinde ise Mehdi inancı, asla bir kaos planı içermez, aksine zulme karşı büyük bir direnç öngörür.
Şiilikte Mehdi inancı önemli bir yer tutar. Bu aslında “geleceği inşa” noktasında büyük bir umudu da ifade etmektedir. Yani gelecek ile ilgili plan yapan, mutlaka gerçekleşeceğine inanılan bu planın bir parçası olabilmek, bu plana bir katkı sunabilmek ve gerçekleştiğinde de bu planın içinde yer alabilmek ülküsüdür bu… Bu “bekleyiş”, asla ve asla pısırık bir bekleyiş, ya da “bir an önce olması için kaos, zulüm ve kötülüklerin artmasına katkı sunmak” değildir. Aksine, beklenen “Adalet Devleti”nin bir an önce inşası için, bu adalet devletine giden yolları açmak, o yolları döşemek ve bu devlete hazır yüreklerin oluşturduğu bir toplum inşa etmek uğraşıdır. Bunun en büyük delili de çağımızın en önemli olayı olan muhteşem İslam İnkılabı’dır… Bu inkılab, mazlumların, yalınayaklıların batılın karşısına dikilip ona başkaldıranların inkılabıdır. Bu inkılab batıla karşı büyük bir direniş hareketine girişen ezilenlerin inkılabıdır. Adalet isteğinin, zulmün ve sömürünün son bulması için ayağa kalkışın, Nemrut’ların, Firavun’ların, Ebu Cehiller’in karşısına dikilen Musa, İbrahim ve Muhammedi hareketinin diriliş hareketidir. Ve bu hareketin mimarları, ilhamlarını İmam Hüseyin’den, başarı umutlarını ise Mehdi inancından almışlardır.
Eğer Mehdi inancına sahip olanlar kaos gerektiğine inansalar, pısırık bir bekleyişi seçseler, ya da kötülüklerin artmasına çaba gösterseler, bu inkılab yerine çağın müstekbirlerinin uşakları olmayı seçmeleri gerekmez miydi? Dünya istikbarına çok ağır bedeller ödeme pahasına direneceklerine, onlarla el birliği yapmaları gerekmez miydi? Büyük Şeytan’ın ve mütecaviz İsrail’in “yenilmezlik” efsanesini yerle bir edip mazlumlara umut olacaklarına, onların değirmenine su taşımaları gerekmez miydi? Her türlü silaha sahip zulmün karşısına canları, evlatları, malları pahasına dikilmek yerine, zalimlerden olmaları gerekmez miydi? Mazlumları her planda esir almış ve “yenilmez” olduğuna inandırmış zalimlerin de yenilebileceğini, hem de bunun yalınayaklıların sabır ve direnişi ile gerçekleşebileceğini yeniden hatırlatmak ve bunun için en ağır baskılara dahi boyun eğmeyerek bizzat göstermek yerine, umutsuzca kaderlerine razı olmaları gerekmez miydi?
Mehdi Devleti büyük bir ülküdür. İlahi bir vaadin gerçekleşeceği inancına, ameli olarak katılmak, ilahi davanın mü’minleri olarak ilahi adaletin gerçekleşmesinde pay sahibi olabilme, gelecek o büyük komutanın neferleri olabilmek ve hak cephesini ihya edebilmek uğraşıdır. Bu konuda büyük Şii alimi Şehid Mutahhari’nin “bekleyiş” ile ilgili şu sözleri önemlidir: “Mehdi’nin kıyamı hakk ve batıl taraftarlarının mücadelelerinde yer alan halkalardan, hakk ehlini zafere ulaştıran son halka sayılır. Bir kimsenin bu zafere katkısı ehl-i hakk sayılmasına bağlıdır. bu mevzuyla ilgili hadislerde dayanılan ayetler, Mehdi’nin zuhurunu iman ehline ve salih amel işleyenlere verilen bir müjdenin gerçekleşmesi ve müminlerin nihai zaferi olarak açıklıyor: ‘Allah içinizden iman edenlere ve salih amellerde bulunanlara vadetmiştir: hiç tartışmasız onlardan öncekileri nasıl güç ve iktidar sahibi yaptıysa, onları da yeryüzünde güç ve iktidar sahibi kılacak, kendileri için seçip beğendiği dinlerini kendilerine yerleşik kılıp sağlamlaştıracak ve onları korkularından sonra güvenliğe çevirecektir. Onlar yalnızca bana ibadet ederler ve bana hiç bir şeyi ortak koşmazlar. Kim ki bundan sonra küfre saparsa işte onlar fasık olanlardır.’ (Nur/55)
Mehdi’nin kıyamı mustaz’afların ve horlananların imam ve önder olmaları ve yeryüzünde Allah’ın halifeliğini yapmaları yönünde olanlara verilmiş bir nimettir:
‘ Biz ise yeryüzünde mustaz’aflara iyilik etmek, onları önderler kılmak ve yeryüzüne varis kılmayı diliyoruz.’ ( Kasas/5)
Mehdi’nin kıyamı, Allah-u Teala’nın çok eskiden beri vahiy kitaplarında salih ve muttakilere yeryüzünün varisleri yapacağına dair verdiği sözün gerçekleşmesidir:
‘Gerçekten biz Tevrat’tan sonra Zebur’da da yazdık ki, yeryüzüne ancak salih kullarım mirasçı olacaktır:’ (Enbiya/105” (2)
Görülüyor ki, Mehdi’yi beklemek için “salih ve muttaki” olmayı gerektiriyor. Mehdi’ye inanmak asla mücadeleden yorulmamayı gerektiriyor. Çünkü her geçen gün Mehdi’nin Adalet Devleti için bir umuttur. Bu taze umut, direnişi canlı tutar. Bu maddeciliğin hakim olduğu karanlık dönemde müminleri inançlarında sabit kılar, müminleri çalışmaya ve iş yapmaya iter, yenilgi ruhunu yok eder, insanları tevhid hükümetini kurarak zulmü tamamen yok edecek bir inkılap hazırlığı içinde olmaya sevk eder, hedef yolunda çalışmaya nefs tezkiyesi ve ilahi öğretilerle ilgilenmeye ve zuhur için gerekli şartları oluşturmaya teşvik eder… On İki İmam Şiası’nın, tarih boyunca zulmün karşısında direnişinin arkasında da işte bu inanç vardır.
Mehdilik inancında bekleyişin (intizarın) önemli şartları vardır. Bunların en önemlisi kendini Mehdi’nin kıyamına hazır halde tutmaktır. Bu konuda İmam Cafer-i Sadık’tan (as) rivayet edilen ve Bihar’ul Envar’da yer alan şu hadis oldukça açıklayıcıdır: ” Mehdi’nin ashabından olmak isteyen kimse nefsini kötü hal, alışkanlık ve davranışlardan temizleyip iyi ahlak sahibi olmalı ve bu haliyle O’nun zuhurunu beklemelidir. O kendisini bu şekilde temizler, yetiştirir ve bu halde ölür de onun ölümünden sonra zuhur gerçekleşirse, İmam’ı görüp ona ulaşanların sevabını kazanır. o halde gayretli olun ve O’nu bekleyin. Ne mutlu size Ey Allah’ın rahmetine muhatap olanlar.” (Ehl-i Beyt Mesajı Hz. Mehdi özel sayısı, sayı 15, “Gaybet Döneminde Müminlerin Vazifeleri başlıklı makale, sayfa 267, basım yılı 1997)
Eğer Cihan AKTAŞ gibileri, zulmün karşısında direnmeyi, zalimlerin tekerine çomak sokmayı, zulmü yerle yeksan etmek için her bedele razı olmayı “kaos” olarak tanımlıyorlarsa, bu onların bileceği iştir. Bu durumda da Hz.İbrahim’i, Hz.Musa’yı, Hz.İsa’yı, Hz.Muhammed’i, İmam Hüseyin’i de birer “kaos” çıkarıcılar olarak tanımlamak zorundadırlar.
Mehdi’yi bekleyenler, zamanın imamına layık birer taraftar olma çabasındadırlar. Tıpkı İmam Hüseyin’in yarenleri gibi, imamlarının yanında, her ne bedel ödemek zorunda kalırlarsa kalsınlar, ayaklarını sabit kılmak ve asla ayaklarının kaymaması için salihlerden, sıddıklardan ve şehitlerden olma azmindedirler.
Bu gün Mehdi’nin yarenleri İran’da, Lübnan’da, Yemen’de, Filistin’de, Irak’ta, Bahreyn’de ve dünyanın pek çok yerinde zalimin korkulu rüyası olmaya ve zulme ve nifaka karşı direnişin öncülüğünü yapmaya devam ediyorlar. Varsın zalimlerin ekmeğine yağ sürenler dilleriyle ve kalemleriyle onları “kaos çıkarıcılar” olarak tanımlasınlar…
Adalet Devletini gerçekleşeceği sabahın özlemiyle, Mehdi yarenlerine selam olsun…
———– ——————————————–
(1) http://www.dunyabulteni.net/yazar/cihan-aktas/20421/secim-muhasebesi-ihtiyaci
(2) Mehdi Kıyamının Felsefesi, Şehid Ayetullah Murtaza Mutahhari