
کارگر
İslam İnkılabı Rehberi: Halk, çok tehlikeli bir komployu etkisizleştirdi
İslam İnkılabı Rehberi Ayetullah Hamanei, onca para ve çaba harcanan çok tehlikeli ve büyük bir komplonun halk tarafından etkisizleştirildiğini belirtti.
ülke genelinden binlerce Gönüllü Seferberlik Teşkilatı Besic mensubu İslam İnkılabı Rehberi Imam Seyyid Ali Hamanei ile görüştüler.
Kabulde İslam İnkılabı Rehberi çok önemli açıklamalarda bulundu.
Imam Hamanei, büyük İran milletine son günlerde ortaya koydukları görkemli hareketinden dolayı teşekkür ederek, "gerçekten İran milleti bir kez daha güçlü ve azametli bir millet olduğunu kanıtlamış oldu." diye konuştu.
İran milleti tarafından düşmanlarca onca para ve çaba harcanan çok tehlikeli ve büyük bir komplonun boşa çıkarıldığına dikkat çeken İslam İnkılabı Rehberi, benzin meseleni fırsat olarak görüp kendi ordularını hareket geçirenlerin bu yakıp, yıkma eylemlerinin halk tarafından etkisizleştirildiğini beyan etti.
Güvenlik güçlerinin de hareket geçtiğini ve kendi görevlerini yerine getirdiklerine değinen Imam Hamanei, "ancak milletin bu bir haftada yaptığı iş, sahadaki herhangi bir hareketten daha büyük ve önemliydi; bu hareket Zencan ve Tebriz'den başlayıp, diğer kentlere ve hatta köyle sıçradı ve en son olarak da Tahran'da bu hareket, bunca büyüklükte gerçekleşti." diye konuştu.
İslam İnkılabı Rehberi, küresel emperyalizmin ekranlar arkasında oturup, bu hareketi izlediğine işaretle, esas düşmanın bu hareketin ne anlama geldiğini bildiğini ve bunun karşısında geri adım attığını belirtti.
Imam Hamanei beyanatının devamında, Besic hakkında değerlendirmede bulunarak, Besic'in hiçbir şeyinin ithal edilmediğini ve yüzde yüz İnkılap ve İslami düşünceye dayalı olduğunu, Besic'in dünyada en büyük kültürel, toplumsal ve askeri ağ olduğu ifade edilebileceğini kaydetti.
Besic'in kurulmasının, tehdidin fırsat dönüşmesi için tam bir örnek sayıldığına dikkat çeken İslam İnkılabı Rehberi, birçok tehdidin Besic'in inisiyatifi ve girişimleriyle fırsata dönüştüğünü beyan etti.
İslam İnkılabı Rehberi, İran'da Besic gibi büyük bir teşkilat ve Irak'ta Haşdi Şabi ve Lübnan'da Hizbullah gibi hareketlerin sulta nizamının düşmanlığına maruz kaldığını sözlerine ekledi.
Imam Hamanei beyanatının başka bir kısmında, İslam Cumhuriyeti'nin karşısındaki tehditlere işaretle, İslam Nizamı'nın İslami değerler ve öğretilere dayalı olduğunu ve İslam'ın da özgürlük ve adalet bayraktarı olduğunu vurguladı.
Sulta düzeninin ABD, Avrupa ve diğer ülkelerde özgürlük ve adalet karşıtlığı ile ilgili bazı örnekler veren İslam İnkılabı Rehberi, sulta düzeninin her daim milletlerin bağımsızlığına karşı olup, onları aşağıladığını ve bu bağlamda kendi niyetini gizlemediği bile, nitekim Amerikalılar'ın sarih biçimde Suriye'nin petrolü için Fırat'ın doğusuna girdikleri ilan ettiklerini veya izinsiz olarak Irak'ta kendi askeri üslerine girip, bu ülkenin hükümet ve devletine hiç aldırış etmediklerini kaydetti.
Ömür Sermayesi
Beş şey gelmeden önce beş şeyin değerini iyi bil; ölümden önce hayatın, meşguliyetten önce boş zamanın, yokluktan önce varlığın, ihtiyarlıktan önce gençliğin ve hastalıktan önce sağlığın
Yüce Rabbimiz bir âyet-i kerimede şöyle buyuruyor:
“Allah, hanginizin daha güzel işler yapacağını sınamak için ölümü ve hayatı yaratandır. O, güçlüdür, bağışlayandır.”[1]
Peygamberimiz (s.a.a), bir gün ashabıyla sohbet ederken yere dörtgen bir şekil çizdi. Sonra o şeklin ortasından dışarı uzanan bir çizgi ve o çizgiye bitişen başka çizgiler çizdi. Ardından, kendisini meraklı bakışlarla seyretmekte olan ashaba dönerek bunların ne anlama geldiğini şöyle açıkladı: “Bu dörtgenin ortasındaki çizgi insandır. Dörtgen de insanın ecelidir ve onu kuşatmıştır. Diğer çizgiler ise insanın arzu ve tutkularıdır. İnsan, bu arzu ve tutkuların peşinde koşup dururken, ecel ansızın onun önünü keser ve onu alıp götürür.
Bize emanet edilen hayat yolculuğunda zaman hızla akıp gidiyor. Her geçen gün ömür sermayemiz tükeniyor. Zamanını, mekânını ve nasıl olacağını bilemediğimiz o malum sonla bir gün hepimiz yüzleşeceğiz. İşte ömür sermayemizden bir yılımızı daha geride bıraktık. Yeni bir yılın eşiğindeyiz. Yeni bir yıla girerken, hep birlikte kendimize şu soruları soralım ve cevabı kendi iç dünyamızda arayalım:
Ömür sermayemizi nasıl tüketiyoruz?
Hayatımızı Rabbimizin razı olacağı şekilde değerlendirebiliyor muyuz?
Hevâ ve heveslerimizi dizginleyebiliyor muyuz?
Zihnimiz kötü düşünceye, dilimiz kem söze, elimiz zararlı işe kapalı mı?
Yoksa dilimizle kardeşimizi incitiyor, elimizle yaralıyor, hâsılı gönüller yıkıyor muyuz?
Kalbimizi, Resul-i Ekrem’in insanlığa takdim ettiği merhamet, şefkat, nezaket, adalet, hak ve hakikatin merkezi yapabiliyor muyuz?
Yoksa üzerimizde taşıdığımız kul hakkının ağırlığı, omuzlarımızı çökertip yüreklerimizi tüketiyor mu?
Yetimlere, öksüzlere, gariplere, kimsesizlere kol kanat gerebiliyor muyuz?
Yoksa onları, umursamaz bir edayla yalnızlığa, gizli köşelerde gözyaşı akıtmaya mı terk ediyoruz?
Komşumuzun, yakınlarımızın, kardeşlerimizin derdiyle hemhal olabiliyor muyuz?
Yoksa külfet olurlar endişesiyle kendileriyle aramıza görünmez duvarlar mı örüyoruz?
İslam dünyasını kasıp kavuran, kardeşi kardeşe kırdıran fitne ateşi, bizim kalplerimizi sızlatıyor mu?
Yoksa modern dünyanın ürettiği kendinden başkasını düşünmeme hastalığı gözümüzü kör, kulağımızı sağır edip vicdanımızı esir mi aldı?
Acısıyla tatlısıyla geride bırakılan yılların bu sorularla muhasebesinin yapılması gereken saatler ne acıdır ki bir takım yanlışlarla heba edilmektedir. Tüketim çılgınlığı, haz ve eğlence kültürü teşvik edilerek başta gençlerimiz olmak üzere Müslümanları var eden yüce değerler yozlaştırılmaya çalışılmaktadır.
Dünyanın farklı coğrafyalarında kimileri hayatta kalabilme mücadelesi verirken dünyayı bir eğlence gezegeninden ibaret görmek ne hazin bir manzaradır!
Geliniz! Bugünümüz, ömrümüze işaret koyacağımız gün olsun. Sermayemiz güzel ahlakımız ve salih amellerimiz olsun. Ecelimiz gelmeden evvel, dünümüzü ve bugünümüzü bir kez daha gözden geçirelim. Yarınlarımıza dair hayallerimiz, hesabını veremeyeceğimiz hayaller olmasın. Sayılı nefeslerimizi, kayıplara, ahlara vahlara, hüsrana değil, ebedi bir hayatın kazanılmasına vesile kılalım.
Peygamberimiz efendimizin (s.a.a) şu hikmetli tavsiyesiyle sözü bitirmek ne de hoştur:
“Beş şey gelmeden önce beş şeyin değerini iyi bil; ölümden önce hayatın, meşguliyetten önce boş zamanın, yokluktan önce varlığın, ihtiyarlıktan önce gençliğin ve hastalıktan önce sağlığın.”
Nefis Tezkiyesinin En İyi Yolu
İyilerin sevgisi gönül ve dini herkesten pervasızca aldı.
Bu bağlamda üzerinde durulması gereken ilk nokta şudur: Allah'ın has kulları olan evliyaullah ve iyileri sevmek gaye midir, vesile midir?
Evet, bu sevgi bir amaç mıdır, yoksa nefsin arıtılıp temizlenmesi, insanın terbiye olup yetişmesi ve insani seciye ve hasletlerle donanması için bir vesile ve araç mıdır?
Hayvani aşk ve tutkularda, aşığın bütün dikkati ve amacı sevgilisinin yüzü, vücudu, gözü, kaşı, teninin rengi vs. güzellik ve çekicilikleridir ki tamamı içgüdüsel olup fizikidir; ama sevgiliye kavuşup da doygunluğa erişince bu şiddetli eğilim ve tutku eski hararetini kaybeder, giderek soğumaya yüz tutar.
İnsani sevgi ve aşklar ise daha önce de belirttiğimiz gibi hayat verir insana, zindelik verir, canlılık getirir, itaat ve teslimiyet getirir. Aşk, aşığı sevdiğine benzetir, öylesine bir cazibe ve çekime kapılır ki her şeyiyle ona benzemeye ve onun tam bir kopyası olmaya gayret eder.
Hâce Nasirüddin Tusi hazretleri, İbn-i Sina'nın "İşarat" adlı eserine yazdığı şerhte şöyle der: "Nefsani aşk; sevenle sevilenin öz yapı itibariyle benzeşip özdeşleştiği aşktır. Seven, sevgilisinin yol ve yordamına da ilgi duyar, onun yaptığı her şeyi sever. Bireyi heyecan ve şevke getirip dünyevi ilgi ve eğilimlerden onu kurtaran bu duygu, aşktır."1
Sevgi, benzeşme ve özdeşleşmeye iter insanı, böylece seven sevdiğine benzemeye başlar. Sevgi tıpkı sevenden sevilene uzanan bir kablo gibidir; sevilenin bütün özellik ve hasletleri bu kablo aracılığıyla sevenin varlığına iletilmiş olur. Sevilenin kim olduğu ve kime gönül verileceği konusu işte bu noktada ehemmiyet kazanmaktadır; bu nedenledir ki İslam dini kiminle arkadaş ve dost olunacağı konusuna pek fazla önem verir, bu mesele hakkında onca ayet ve rivayet bulunmasının nedeni de budur. Çünkü sevgi benzeşmedir, güzellik ve gafleti birlikte getirir, sevginin yansıdığı yerde kusurlar hüner gibi görünür, dikenler çiçek kesiliverir insanın nazarında!2
Sevilenin kimliğinin, İslam'da önemli olduğunu demiştik. Kur'an-ı Kerim'de nice ayetler ve Resulullah'tan (s.a.a) ulaşan nice rivayetler vardır ki kötü ve ahlaksız insanlarla dost olunmaması, onlardan uzak durulması emredilmekte, buna karşılık mümin ve iyi insanlara sevgi duyulması, onlarla dost olunması tavsiye edilmektedir.
İbn-i Abbas şöyle rivayet eder: Resulullah'ın (s.a.a) huzurundaydık, en iyi dost ve arkadaşın kim olduğu sorulduğunda şöyle buyurdu: "Kendisiyle görüştüğünüzde Allah'ı hatırladığınız, sözlerini dinleyince ilminizi artırdığınız, davranışları karşı sında ahiret ve kıyameti andığınız kimse!"3
Evet, insanoğlu iyileri ve dürüst insanları sevmeye pek muhtaçtır bugün. Zira bu sevgi onu da onlara benzetecek, onlar gibi tertemiz, pırıl pırıl bir kişilik kazanmasına yol açacaktır.
İnsanın ahlakını düzeltip nefsini terbiye etmesi için çeşitli yollar önerilmiştir. Bunlardan biri de Sokrates'in önerdiği yol ve yöntemdir. Ona göre insan akıl ve zeka yoluyla, yani düşünerek kendisini yetiştirmeli, ıslah etmelidir. İnsan her şeyden önce iyilik ve doğruluğun faydalarına ve kötülüğün zararlarına inanmalı, zeka ve düşünce yoluyla bu hakikati iyice kavradıktan sonra yine akıl ve zeka yardımıyla kötü sıfat ve özellikleri teker teker bulup kendisini onlardan temizlemelidir. Tıpkı burnundaki kılları birer birer çeken, tarlasındaki zararlı otları tek tek bulup yolan, varlık harmanındaki taşı-toprağı teker teker ayıklayan kimse gibi tam bir dikkat ve özenle, sabır ve itinayla kötü sıfatları yavaş yavaş, birer birer kendisinden uzaklaştırmalı, varlığının altın yapısını bu halis olmayan şeylerden temizlemelidir. Akıl için, neredeyse imkânsız denecek kadar zordur bu...
Filozoflar ahlakın ancak böyle temizlenip düzelebileceğini, akıl ve mantık gücüyle bunun mümkün olabileceğini söyler ve mesela şöyle derler: İffet, dürüstlük ve kanaatkar olmak insana onur ve kişilik kazandırır, halkın nazarında değer ve itibar görmesini sağlar, hırs ve tamahkarlık ise alçaklık ve zillet getirir.
Veya şöyle der filozoflar: "Bilim, insana güç ve kudret verir, bilim şöyledir, bilim böyledir, Süleyman mülkünün anahtarıdır ilim, insana doğru yolu ilim gösterir ancak." Yine filozoflar "Kıskançlık ve başkalarının kötülüğünü istemek ruhsal bir hastalıktır, sosyal açıdan olumsuz sonuçlar doğurur." derler.
Bu yolun doğru ve bu aracın da iyi bir araç olduğu şüphesiz; ama önemli olan bu aracın başka bir araçla kıyası durumundaki konumudur. Tıpkı otomobilin iyi bir araç olması gibi. Ama otomobille uçağı karşılaştırırsak konum değerlendirmesi daha sağlıklı olur. Akli ve mantıki yolun doğruluğundan ve ahlaki konularda meselelere ışık tutması ve doğru sonuçlara varması gerçeğinden şüphemiz yok, bunu elbette ki kabul etmektedir herkes, ancak, burada şu kadarını söylemek durumundayız: Felsefe okullarında ahlak ve eğitim meselesi konusundaki tartışmalar henüz belli bir sonuca ulaşamamış olup felsefe okullarında bu tür bahisler "Kıyısına ulaşılamamış deryalar" gibidir. Felsefede bu meseleler tartışma safhasından öteye geçebilmiş değildir henüz, irfan taraftarları ise "Felsefecilerin ayağı tahtadandır, tahta ise pek zayıftır, güvenilmez."Ne var ki biz burada bu konuları tartışmayacağız, konumuz bu araçların işlerlik gücü ve ne kadar işe yarar olduklarıdır sadece.
İrfan ehli olanlar, akıl ve mantık yolu yerine; sevgi ve saygıyı önerirler, "Mükemmel bir insan bul, onu sev, emrine itaat et; bu yol akıl ve mantık yolundan hem daha az tehlikelidir hem de daha hızlıdır." Kaba bir kıyasla bu ikisi eskiden elle kullanılan araçlarla şimdiki modern makinelere benzemektedirler. Kalbin ahlaki çirkinliklerden temizlenmesi konusunda sevgi ve saygının etkinlik derecesi, tıpkı kimyasal maddelerin metaller üzerindeki etkisi gibidir. Mesela bir klişeci, klişedeki harflerin kenarlarını nitrik asitle temizler, tırnağının ucu veya çakı vb. şeylerle değil.
Ahlaki bozulmalar karşısında aklın etkinliği, tıpkı yere dökülen demir tozlarını teker teker eliyle toplamak isteyen insanın etkinliği kadardır, fevkalade zor ve zahmetli bir iştir bu. Ama bir mıknatıs olursa yerdeki bütün demir tozlarını bir anda toplayabilmek kolaylıkla mümkündür! Sevgi ve saygı gücü ahlaki bozulmaları temizleyip giderme hususunda tıpkı mıknatıs gibidir, bütün ahlaki bozukluk ve çirkinlikleri bir çırpıda siler süpürür. İrfan ehline göre iyilerle salihlere duyulan sevgi ve bağlılık otomatik bir sistem gibi bütün kötülük ve çirkin hasletleri siler süpürür.
Bu anlamda ilahi cezbeye kapılıp iyilik potasında erime hadisesi, bireyin ruhunu ve ahlakını temizleyip arıtan ve insancıl yeteneklerinin işlerlik kazanmasını sağlayan en mükemmel durumdur. Evet, bu yolu kat etmiş olanlar, ahlaki ıslahın sevgiyle, saygıyla ve gönülden bağlılık duymayla mümkün olabileceği inancındadırlar. İyilerle oturup kalkmanın insan ruhunda yarattığı olumlu etkilerinin, yüzlerce cilt kitap okumaktan daha fazla ve yapıcı olduğu bilfiil tecrübe edilip, görülmüştür. Mevlana sevginin verdiği mesajı Mesnevide "ney"in hüzünlü inleyişine benzetir:
Ney gibi panzehiri kim gördü?
Ney gibi cana yakın dost kim gördü?
Aşkın ateşiyle sinesi yananlar
Her nevi hırs ve kusurdan kurtuluverdiler.
Ne mutlu sana ey sevgili aşkımız
Ey bütün hastalıklarımızın tabibi!
Kimi zaman iyi ve nurlu insanların sevenleri, onların müritleri, onların konuşma üslubuyla yürüyüşünü, hatta giyim tarzlarını bile taklit eder, her sahada onlara benzemeye çalışırlar. Bireyin ihtiyari ve iradi olarak yaptığı bir taklit değildir bu, tamamen tabii ve kendiliğinden gerçekleşen bir durumdur. Sevgi; sevenin bütün benliğini etkileyen, onu her şeyiyle sevdiğine benzetip onunla bütünleştiren bir güçtür. Bu nedenledir ki herkes kendisini ıslah edip yetiştirmek için bir hakikat ehline bağlanıp onu sevmeli, onun müridi olmalı, böylece ahlakını ve nefsini arıtmaya başlamalıdır.
Daha önce bir hayırlı iş veya ibadet etmek için niyetlendiği halde, sürekli gevşeklik ve iradesizlik gösterip kararını bir türlü uygulayamayan nice kimseler bu sevgi ve aşk potasına düştüklerinde iradeli olmakta, gevşeklik ve tembellikten eser kalmamaktadır. Allame Tabatabai'nin de deyişiyle:
İyilerin sevgisi gönül ve dini herkesten pervasızca aldı
Güzel yüzün aldığını satrancın yüzü alamadı
Mecnun kendi başına Mecnun olmadı ya!
Bu alemden yıldızlara götüren Leyla cezbesiydi
Güneş pınarına kendiliğimden ulaşmış değilim ben
Bir zerreydim nihayet; senin sevgin yüceltti beni.
Bu alemde aklımızı başımızdan alan
Senin cilven oldu, sana vurulduk öylece.
Mükemmel bir insanla karşılaşınca ruhunda ve düşüncelerinde köklü değişimler yaşayan nice büyük insanlar vardır. Ünlü Mevlana da bu büyük insanlardan biridir işte. Bilindiği gibi Mevlana önceleri sevgi ve aşkla dolu birisi değildi. Bilge ve alim bir zattı, ama yaşadığı şehrin medresesinde kendi dünyasına çekilmişti, ders vermekten başka bir şey yaptığı yoktu, soğuktu, ruhsuzdu, heyecansızdı. Şems-i Tebrizi ile tanışınca onun sevgisi bütün varlığını sarıp kuşatınca dünyası değişti, iç dünyasında büyük inkılaplar oldu. Şems hazretlerinin sevgisi barut dolu fıçıya düşen bir kıvılcım gibiydi, Mevlana tutuşmuştu artık, yıldızlar misali ışık saçmadaydı. Muhtemelen Eş'ari olduğu halde onun Mesnevi'si dünyanın en seçkin eserleri arasındadır bugün. Mevlana'nın bütün şiirleri heyecan, hareket ve aksiyondur. Şems'i çok sevdiği ve onu kutup kabul ederek kendisine bağlandığı için kitabına "Divan-ı Şems" adı vermiştir.
Mevlana, Şems'i hatırlar hatırlamaz ruhunda hemen fırtınalar koptuğu görülür:
Bana değen o nefes canımı tutuşturdu
Yusuf'un gömleğinin kokusunu alıyorum.
Yıllarca ettiğimiz sohbetin hürmetine
O mesutları an, hatırla ki,
Yerler gökler sevinsin
Aklın ve basiretin yüzlerce kat güçlensin
Derim ki: "Ey dosttan uzak düşen
Ey tabibinden ayrı düşen hasta
Ne diyebilirim ki? Bir tek damarım bile ayık değil
O yarsiz yari nasıl anlatayım sana?"
Bu hicranı, bu hasret derdini
Başka zaman anlatırım sana
Fitne ve anarşi çıkar yoksa, kan dökülür;
Şems-i Tebrizi'yi daha fazla anlatırsam eğer...
Mesnevi'deki bu gerçeğe Hafız da değinmekte ve şöyle demektedir:
Bülbül gülden öğrendi tatlı konuşmasını
Yoksa gagasında ne gezerdi bunca söz, bunca gazel?
Burada çok ilginç bir nokta vardır: Hareket yoksa bereket de yoktur. Sevenin gayret ve fedakarlığı olmadıkça sevilenin cazibesi hiçbir işe yaramayacağı gibi; sevilenin cazibesi olmadıkça sevenin bütün telaşı da boşuna gidecektir. Sevgiyle kapasite orantılıdır, kapasite arttıkça sevgi artar, sevilenin cazibesi arttıkça sevenin de sevgisi artar.
-----------------------------------------------------------------------------------------------------------------
1 - Şerh-i İşarat c:3 s:383, yeni baskı.
2 - Aşkın kusurlarından biri de, sevgilinin kusur ve ayıplarını görememek, onun aşkından başka şey tanıyamamaktır. Sevgi, gözü bağlar, gönle perde çeker. İmam Ali'nin Nehc'ul Belağa'da geçen 107. hutbesinde de belirtildiği gibi "Kişinin bir şeyi çok sevmesi gözlerin
ABD'li Komutan İran Karşısında ABD'nin Yenilgisini İtiraf Etti
Amerikalı komutan Kenneth McKenzie, İran karşısında binlerce ABD askerinin gönderilmesi bile İran'ı caydırmaya yetmedi' itirafında bulundu.
ABD Merkez Kuvvetler (CENTCOM) Komutanı Kenneth McKenzie , ABD'nin bölgeye çok fazla miktarda asker ve askeri teçhizat göndermesine rağmen İran karşısında caydırıcılık konusunda başarısız kaldığını itiraf etti.
ABD'li komutan, Suriye'nin doğusunda 500 kadar Amerikan askerinin bırakılması konusuna da değinerek, sözkonusu askerlerin "tekfirci IŞİD'e karşı operasyonlar için bulunduğu" gibi komik bir iddiada bulundu.
Bu arada Amerikan başkanı Trump, ekim ayında yaptığı açıklamada, Suriye'de bulunan Amerikan askerlerinin ülkeye döndürüleceğini bildirmiş ama bir süre sonra, bazı askerlerin Suriye'nin petrol sahalarını korumak için Suriye'de kalacağını bildirdi.
Suriyeli yetkililer ise Amerikan güçlerini işgalcilik ve Suriye'nin petrolünü çalmakla suçluyorlar.
Rusya da, Amerika'yı Suriye'nin petrol kaynaklarını yağmalamakla suçladı.
ABD'li Casusların İran Olaylarındaki Rolü
Rus siyasi analistler ve uzmanlar, İran'daki son olaylarda Amerika yönetimi ve casusluk teşkilatlarının rolünün açıkça ortada olduğunu bildirdi.
Rusya medyasına demeç veren Rus siyasi analistler Vladimir Sajin, Valery Makarnov ve Gerigori Lukiyanov, İran'da çıkan son olaylar ve karışıklıkları ele aldı.
Yıllardır İran alanında araştırmalar yapan Vladimir Sajin, İran'daki karışıklıklarda Amerika Merkezi İstihbarat Teşkilatı CİA'nın ayak izlerinin açıkça ortada olduğunu vurgularken, Rus uzman Valery Makarnov ise İran'ın izlediği siyasetlerinin Amerika ve İsrail'in siyasetlerinin tam karşı noktasında olduğunu, bu yüzden onların bazı bölge ülkelerinin işbirliğiyle İran'daki olayları organize ettiğini bildirdi.
Öte yandan Rus uzman Gerigori Lukiyanov ise yaptığı açıklamada, Amerika, İran'daki sabotaj girişimleri ve karışıklığın geniş boyut kazanması yönünde yoğun çaba gösterdiğini kaydederek, Washington yetkililerinin büyük bir utanmazlık örneği sergileyerek, İran'daki olaylarda rolleri olduğunu açıkça itiraf ettiğini vurguladı.
İran'da geçe 15 Kasım tarihinde benzin fiyatlarındaki düzenlemenin ardından halkın barışçıl gösterileri bazı şer odaklarınca yolundan saptırılmıştı.
Bu arada İslami İran halkı, son günlerde yurt genelinde düzenlediği geniş çaplı gösterilerde anarşistlerin çıkardığı huzursuzluğu kınarken, İslami düzene biat yineledi.
Devletin eylem planı başarılı oldu kışkırtma önlendi
İran’da 15 Kasım’da benzin zammı sonrası başlayan protestolar ABD ve İsrail’in kışkırtması ile rejimi hedef alan şiddet eylemlerine dönüştü.Rejim karşıtı terör grupları ve dış sermaye destekli medya harekete geçti.Fakat İran Devleti bu plana hazırlıklı idi ve kışkırtmayı önledi. Hayat normale döndü
Yakup Aslan / Tahranİran’da 15 Kasım 2019 tarihinde benzin fiyatlarına yapılan zammın ardından sokaklar hareketlendi. Neredeyse ülkenin tamamına yayılan gösteriler protesto eylemlerinden şiddet eylemlerine dönüştü.
Eylemlerin başlaması ile birlikte internet erişimi kapatıldı ve eylemlerin provoke edilmesinde yönlendirici oldukları iddiası ile güvenlik güçleri toplu gözaltılar yaptı.
Gösteriler yaklaşık bir hafta içerisinde sona erdi ve hayat İran’da normale döndü.
Yaşanan bir haftalık süreçte alınan önlemler Tahran yönetiminin sürece hazırlıklı olduğunu ortaya koydu.
İran’a sıçraması beklenen ve haftalardır devam eden Lübnan ve Irak’taki uzun soluklu eylemsellik İran’a da sıçradı. Ancak ömrü saman alevi gibiydi.
ABD EYLEMLERİN NERESİNDE
Olayların sosyo-politik ve sosyo-ekonomik unsurlarının iç ve dış dinamikler doğrultusunda ele alınması yapılacak değerlendirme bakımından oldukça önemlidir. Önümüzdeki tabloya bakıldığında ABD’nin İran için hedefi, her ne kadar aksini iddia etseler de, açıktır.
Amerikan yönetimi bölgede planlarını bozan bir devlet olarak gördüğü İran’da bir rejim değişikliği ya da varolan rejimin kendisine teslim olmuş “müttefik” bir yönetime dönüşmesini arzu etmektedir.
Yakın tarihimizde bölgede vekil güçler üzerinden yapılan mücadelenin kazanan tarafı ABD olamamıştır.
Yemen, Suriye, Filistin ve Irak’ta sahada yaşanan sürecin kazananı açıktan İran olarak ilan edilmese de kaybedenin İran olmadığı ortadadır.
Geri çekilme de dahil, çeşitli plan ve strateji değişiklikleri ile kendine yeni alanlar kazanma çabasında ısrar eden ABD, İran’a karşı askeri bir seçenekte başarılı olamayacağını bilmektedir.
Bütün bu gerçeklikleri gören ABD, İran’a karşı kullanılacak en etkili silah olarak ekomomiyi seçti. Plana göre ambargolardan bunalan halk sokağa çıkacak ve sokak eylemleri Tahran yönetiminin teslim olmasını sağlayacaktı.
KAOS PLANI DEVREYE SOKULDU
Amerikan Başkanı Trump, İran ile imzalanan Nükleer anlaşmadan çekildiklerini ilan etmesi ile birlikte İran’ı hedef alan yeni ambargoları devreye soktu. İran tarihte görülmemiş bir ambargo saldırısına maruz kaldı. İran ekonomisini hedef alan ambargolar sokaktaki vatandaşı doğrudan etkilemeye başladı. Artan enflasyon ve döviz kurları ile birlikte hayat İranlılar için daha da zorlaştı.
Ülke yöneticileri krizi “Milli Direniş Ekonomisi” modeli ile göğüslese de, yaptırımların halka yansımasının önüne geçemedi. Her geçen gün ağırlaşan yaptırımlar toplumun da tahammül gücünü zorlar hale geldi.
Reklamdan sonra devam ediyor
Benzine yapılan zam beklenen protestoların fitilini ateşledi, halkın geniş bir kesimi bu kararı olumsuz karşıladı ve zam kararı için protestolar başladı.
Ülkenin nerdeyse tamamına yayılan protesto gösterileri belli odaklarca provoke edildi. İnternetin yani anlık haberleşmenin kapalı olmasına rağmen hemen her şehirdeki eylem tarzı ve hedef alınan noktalar aynı idi. Banka şubeleri, benzin istasyonları, belediye otobüsleri, ambulanslar, polis araçları ve merkezleri, pasajlar, dükkanlar, kütüphaneler ateşe verildi.
ABD ve İsrailli yöneticilerin sahiplendiği eylemciler kamuya ve vatandaşlara ait malları hedef aldı.
DEVLET HAZIRLIKLIYDI
Benzin zammı protestoları, İran yönetiminin karşısında olan bütün grupları harekete geçirdi; etnik ayrılıkçı örgütler olan Ahvaz Kurtuluşu Örgütü, PJAK ve İKDP, Halkın Mücahitlleri Terör Örgütü, Saltanat yanlısı Pehleviciler, halka sokağa çıkma çağrısı yaptı.
İngiltere’de yayın yapan, ABD ve Suudi Arabistan sermayeli TV kanalları; Iran International, Manoto TV’i ve BBC Farsça da bu çağrıların İranlılara ulaşması için yoğun mesai harcadılar.
İran güvenlik güçlerinin şiddet eylemlerinin başlaması ile birlikte halka yaptığı ‘kendinizi provokatörlerden ayırın’ uyarısının halkta karşılık bulduğu söylenebilir.
Ayrıca güvenlik güçlerinin şiddet eylemlerini yöneten isimlere yaptığı toplu gözaltılar ve internet erişiminin ülke genelinde kısıtlanması da devletin eylemleri beklediği ve buna hazırlıklı olduğu görüşünü desteklemektedir.
Sonuç olarak planlanan senaryonun tutmadığı açıktır.
İRAN İSTİHBARATININ ‘AMEDNEWS’ OPERASYONU
İran İstihbaratı ve güvenlik güçlerinin eylemlere hazırlıklı olduğunu ve provokasyonu etkisiz hale getirmek için haftalar öncesinden düğmeye bastığını söylemek mümkün.
2017 Aralık ayında başlayıp ülke sathına yayılan eylemlerde en etkili rolü telegram kanalı “Amednews” üstlenmişti. İran’da milyonlarca takipçisi olan bu kanala İran’ın WikiLeaks’i diyebiliriz. Yayınladığı belgelerin devlete ait olduğunu iddia eden bu kanal, kendi iddiasına göre “devlete ait yazışmaları, toplantı tutanaklarını, toplantılardan ses kayıtlarını” sistematik bir şekilde paylaşmaktaydı. Kanal 2017 Aralık ayında başlayan eylemlerde, polise nasıl mukavemet gösterileceği, motorlu polislerin nasıl etkisiz hale getirileceği, basit saldırı silahlarının nasıl yapılabileceği, gaz ve sis bombası yapımı vb. konularda bir çok paylaşım yapmış ve paylaşımları eylemcilerde karşılık bulmuştu. “Amednews” söz konusu eylemlerde, kent kent gösteri yeri ve saati gibi buluşma noktalarını belirterek eylemleri etkili bir şekilde yöneten bir rol üstlenmişti.
Son eylemlerde etkili bir silah haline dönüşen “Amednews” sahada yoktu. Fransa’da yaşayan kanalın sahibi ve yöneticisi Ruhullah Zem İran istihbaratının özel operasyonu ile Ekim ortalarında yakalanmış ve Tahran’a getirilmişti. İran istihbaratının “Amednews” operasyonunun hayati önem taşıdığı ve son eylemlerin başarısızlığa uğratılmasında önleyici olduğu akıllarda kalmalıdır. Tahran’da yapılan yorumlarda Amednews’in erişilebilir olmamasının eylemlerin seyrinin değişmesinde büyük öneme sahip olduğu yorumları yapılmaktadır.
KARŞI PROTESTOLAR
İran’da, dünya basınının görmezden geldiği karşı eylemler de başladı.
Mazenderan, Tebriz, Tahran, Meşhed, Erdebil, Gilan, Zencan, Lorestan, Gülistan, Sistan ve Beluçistan, Kum, Şiraz, Kerman gibi büyük kentler başta olmak üzere ülkenin hemen her kentinde halk şiddet eylemlerini kınamak ve devrime bağlı olduklarını ilan etmek için sokaklara çıktı. Eylemciler, provokasyon gösterilerinin arkasındaki güç olarak ABD ve İsrail’i işaret etti.
Filistin Meselesi İslam Dünyasının En Büyük Felaketidir
İmamHamanei, "İsrail'i ortadan kaldırmanın anlamı Müslümanlar, Yahudi ve Hristiyanlardan oluşan Filistinlilierin kendi kaderini belirlemesi ve Netanyahu gibi kötü insanı dışarıya atmasıdır." dedi.
İmam Hamanei, peygamberimiz Hz. Muhammed'in (s.a.v) kutlu doğum günü ile Hz. İmam Cafer Sadık'ın (a.s) mübarek veladeti yıldönümü dolayısıyla bazı İslami düzen yetkilileri, 33. İslami Birlik Konferansı konukları, Müslüman ülkelerin büyükelçileri ve halkın farklı kesimleriyle bir araya geldi.
İslam Devrimi Lideri’nin konuşmasından satır başları şöyle:
- Filistin halkını destekliyoruz. Biz Yahudi düşmanı değiliz.
- İsrail'i ortadan kaldırmanın anlamı Müslümanlar, Yahudi ve Hristiyanlardan oluşan Filistinlilierin kendi kaderini belirlemesi ve Netanyahu gibi kötü insanı dışarıya atmasıdır.
- İran İslam Cumhuriyeti, İslam ümmetini birleştirmenin gerekliliğine gerçekten inanmaktadır.
- Birlik çeşitli seviyelerden oluşur, en düşüğü mezhepler ile etnik kökenlerin birbirlerine saldırmamasıdır. Yüksek seviyede ortak bir düşmana karşı el ele verip birleşmektir ve bunun daha yüksek seviyede ise yeni bir İslam medeniyetini elde etmek için tüm İslam dünyasının birleşmesidir.
- Eğer İslam ülkeleri birliğin en düşük seviyesine uysaydı İslam dünyasında herhangi bir felaket olmazdı. Şu anda Filistin meselesi İslam dünyasının en büyük felaketi.
- Filistin konusundaki tutumumuz kesin ve nettir. İmam Humeyni (ra) İslam Devrimi öncesi, Siyonistlerin zulmü ve tehlikesi konusunda uyarmıştı. İslam Devrimi sonrası İran bir Siyonist merkezini Filistinlilere sundu. Bu hem gerçek hem de sembolik bir işti. Filistinlilere yardım ettik ve ne olursa olsun yardım etmeye devam edeceğiz. Tüm İslam dünyası bunu yapmalı.
-İmam Humeyni (ra) ile İranlı yetkililerin ifadelerinde “İsrail’i Ortadan Kaldırma konusu yer alıyor. Bu Yahudi halkını ortadan kaldırmak anlamına gelmiyor. Onlarla hiçbir işimiz yok. Bu, o rejim yani dayatılan rejimin ortadan kalkması demektir. Siyonist rejimin ortadan kalkması, (işgal topraklarının) ana sahibi olan Filistin halkının kendi hükümetlerini seçip Netanyahu gibi kötü insanları yok etmesidir. Bu kesinlikle gerçekleşecektir. 60 yıl sonra bağımsız olan ve kendi uluslarına geri dönen Balkanlar gibi.
- Biz Filistin halkı ve bağımsızlığından yanayız, Yahudi düşmanı değiliz. Yahudiler ülkemizde güven içinde yaşıyorlar.
- Biz (İslam dünyasında) birlikten yanayız ve bunun için canı gönülden çalışıyoruz. Bu fikrin (İslami Birlik) düşmanları var. Başlıca düşmanları ABD hükümeti ve Siyonist rejimi.
- Amerika, yalnızca İran İslam Cumhuriyeti'nin düşmanı değil. İslam dünyasına, Filistin'e, Batı Asya ve Kuzey Afrika milletlerine düşmandır. Düşmanlığının asıl nedeni ise İslam'ın özüdür. ABD, İslam'ın mantığı ve anlamına karşı. Onlar aynı zamanda Suudilere de karşı. Suudilerin paradan başka bir şeylerinin olmadığını söylemek bir düşman değil midir? Bu, bir ülke ve millete olan açık bir düşmanlıktır ve diğer taraf bu hakarete karşı görevinin ne olduğunu anlamalı.
- ABD kuvvetlerinin bölgedeki varlığının sonucu kötülük, yolsuzluk, güvensizlik ve IŞİD gibi terör örgütünün kurulmasıdır.
İslam Devrimi Lideri, bilgi tabanlı şirketler furarını ziyaret etti
İran İslam Devrimi Lideri Ayetullah Hamanei, bugün İmam Humeyni (ra) Hüseyniyesi'nde düzenlenen bilgi tabanlı firmalara ait ürünlerin teşhir edildiği fuarı ziyaret etti.
Parstoday'ın haberine göre, İslam Devrimi Lideri Ayetullah Seyyid Ali Hamanei bilgi tabanlı firmaların ürünlerinin teşhir edildiği fuarda bu firmalara ait 30 stantta incelemelerde bulunarak, araştırmacılar ve teknologlar ile sohbet etti ve İranlı gençler ve uzmanların son başarılı ve kazanımları hakkında bilgi edindi.
İslam Devrimi Lideri, ziyaret sırasında petrole bağımlı ekonomi ve onun kültürel etkilerinin geride bırakılması gerektiğine vurgu yaptı.
Ayetullah Hamanei, Cumhurbaşkanlığı Bilim ve Teknoloji İşlerden Sorumlu Yardımcısı Settari'ye hitap ederek, aktif gençlerin önündeki engellerin giderilmesi gerektiğine vurgu yaparak, bu bağlamda kendisinin de elinden gelen yardımda bulunacağını kaydetti.
İslam Devrimi Lideri, ayrıca fuar yetkilileri, teknologlar ve araştırmacılara teşekkür ederek, hatıra plaketinde şöyle yazdı:
“Bismillahirrahmannirrahim
Bu fuarda İranlı yetenek ve devrimci gayretin parlak yüzünü gördük ve Allah'a şükür ettik. Yüksek kabiliyetler ve saiklerden yararlanılması için temel işler ciddiyetle takip edilmeli. İşte bu, hükümet yetkililerinin en önemli vazifesidir. Allah'a tevekkül edin ve ümit ve şevk ile adım atınız. Kuşkusuz ülkenin ekonomik sorunlarının üstesinden gelebileceksiniz, İnşallah.”
Washington ve Avrupalı emperyalist güçler kızakla gözleri kapalı felakete doğru kayıyorlar
Donald Trump New York'taki BM Genel Kurulu'nda İran'ı barışa yönelik kana susamış bir tehdit olarak suçlamaya hazırlanırken, Avrupa'nın en büyük üç emperyalist devletinin, ABD'nin İran'a karşı savaş provokasyonlarının apaçık gerçeklere dayandığını ilan ettiler. Avrupalı emperyalist güçler, bu gerici açıklamalarıyla birlikte, gözleri kapalı felakete doğru kızakla kayan Washington’a katılıyorlar.
Avrupalı güçler ABD'nin İran'a karşı savaş provokasyonlarına onay verdi
Berlin, Londra ve Paris, Salı günü yaptıkları resmi bir açıklamayla, ABD'nin İran'a karşı askeri saldırı bahanelerini onayladı. Donald Trump New York'taki BM Genel Kurulu'nda İran'ı barışa yönelik kana susamış bir tehdit olarak suçlamaya hazırlanırken, Avrupa'nın en büyük üç emperyalist devletinin hükümetleri, ABD'nin İran'a karşı savaş provokasyonlarının apaçık gerçeklere dayandığını ilan ettiler.
Üç ülke, “ortak güvenlik çıkarlarına, özellikle de küresel silahsızlanma rejimini sürdürmeye ve Ortadoğu'daki istikrarı korumaya” atıfta bulunarak, Washington'ın Suudi petrol tesislerinin bombalanması üzerine anlatıyla aynı düşüncede olduklarını açıkladılar: “Bizler, 14 Eylül 2019'da Suudi topraklarındaki, Abkaik ile Kurais'teki petrol tesislerine düzenlenen saldırıyı en sert ifadelerle kınıyor ve bu bağlamda, Suudi Arabistan Krallığı ve halkı ile tam dayanışmamızı tekrar teyit ediyoruz.”
Üç Avrupa gücü, ABD'nin ileri sürdüğü, bombalamanın İran tarafından gerçekleştirildiği ve askeri yanıtı hak eden bir savaş nedeni olduğu iddialarını destekleyecek hiçbir kanıt sunmadılar. Sadece, şunları ileri sürerek devam ettiler: “Bu saldırının sorumlusunun İran olduğu bizim için açıktır. İnandırıcı başka hiçbir açıklama söz konusu değildir. Daha fazla ayrıntı saptamak için devam eden soruşturmaları destekliyoruz.”
“Büyük bir çatışma riski”nden söz eden Berlin, Londra ve Paris, savaş tehlikesinin sorumluluğunu ABD emperyalizminin –2015 İran nükleer anlaşmasını çöpe atmasından bu yıl İran'ı bombalama tehdidine kadar– saldırgan eylemlerine değil de Tahran'a yükleyerek var olan durumu baş aşağı çeviriyorlar. Üç ülke, İran'dan, Trump'ın geçtiğimiz yıl iptal ettiği nükleer anlaşmaya tamamen uymasını ve “provokasyon ve tırmanma yolunu seçmekten kaçınmasını” talep etti.
Washington İran'a karşı savaşa hazırlanmak için Suudi Arabistan'a asker ve Basra Körfezi'ne savaş gemileri gönderirken, bu açıklamanın anlamı açıktır. Önde gelen Avrupalı emperyalist güçler, Trump'ın 2015 anlaşmasını iptal etmesine yönelik önceki eleştirilerinden vazgeçiyorlar. 2003'te Irak'a yönelik savaştaki gibi siyasi yalanlara dayanarak Ortadoğu'da ABD önderliğinde yeni bir savaş geliştirmeyi onaylayan bu güçler, bu kez böyle bir savaşı destekleyip muhtemelen ona katılabileceklerinin işaretini veriyorlar.
Washington ise, İran'a karşı kampanyasına Avrupa'dan gelen desteği alkışladı. ABD Dışişleri Bakanı Mike Pompeo, Twitter'da şöyle yazdı: ABD, yakın dostlarımız Britanya'ya, Fransa'ya ve Almanya'ya, İran'ın Suudi Arabistan'a karşı savaş eyleminin ve bunun bölgeye ve dünyaya yönelik etkisinin tek başına sorumlusu olduğunu açık bir şekilde dile getirdikleri için teşekkür eder.” İkinci bir mesajda Pompeo, Avrupalı güçlerin açıklamasını Büyük Yalan tekniğini kullanarak övmeyi sürdürdü: “Bu, diplomasiyi ve barış davasını güçlendirecektir. Bütün ulusları, İran'ın eylemlerine yönelik bu kınamaya katılmaya çağırıyoruz.”
ABD'nin İran'a karşı savaş tehditlerinin Avrupa tarafından onaylanması, barışı güçlendirmeyecek ama yıkıcı bir savaş riski yaratarak Trump yönetiminin tehditlerini ve provokasyonlarını arttırmasını teşvik edecektir.
Tahmin edildiği gibi Trump, Salı günü BM Genel Kurulu'nda yaptığı konuşmasını, hem sosyalizmi kınamak hem de İran'ı histerik bir şekilde tehdit etmek için kullandı. İran'a karşı destek çağrısı yapan Trump, “Bugün barışı seven ulusların karşı karşıya olduğu en büyük güvenlik tehditlerinden biri, İran'daki baskıcı rejimdir,” dedi ve şöyle devam etti: “Bütün uluslar harekete geçmekle yükümlü. Hiçbir sorumlu hükümet İran'ın kana susamışlığına destek vermemeli. İran'ın tehditkar davranışı sürdürdükçe, yaptırımlar kaldırılmayacak; sıkılaştırılacak.”
ABD başkanının savları ve Avrupalı güçlerin bu savları destekleyen açıklamaları yalanlardan ibarettir. Stalinistlerin Sovyetler Birliği'ni dağıtmasından ve ABD önderliğinde 1991'de başlatılan Körfez Savaşı'ndan bu yana otuz yıldır, emperyalist güçler Ortadoğu'yu ve Orta Asya'yı mahvettiler. Irak, Suriye, Afganistan, Pakistan ve Yemen'deki savaşları milyonlarca kayba neden oldu, bütün bu toplumları kırıp geçirdi ve İran'ı ABD'nin ve Avrupa'nın askeri üslerinden oluşan bir halka ile kuşattı. Barışa yönelik ana tehdit, Washington'ın ve müttefiklerinin entrikalarından gelmektedir.
Washington da Suudi monarşisi de Abkaik ile Kurais'teki bombalı saldırıyı İran'ın gerçekleştirdiğine ilişkin hiçbir kanıt sunmadı. Saldırının sorumluluğunu Yemen'deki Husi güçlerin üstlendiği bir açıklama yapıldı. Yemen, 2015'ten beri on binlercesi sivil 90.000 insanın öldürüldüğü ve en az 84.701 çocuğun açlıktan ölümüne yol açan Suudilerin önderliğinde yürütülen ve NATO'nun desteklediği bir savaşın hedefi konumunda. Eğer bu açıklamanın doğru olduğu kanıtlanırsa, Husi güçleri Suudilere karşı meşru müdafaa eylemi gerçekleştirdiklerini iddia edebilirler.
Avrupalı güçlerin ABD'nin 2003'teki savaş yönelimine verdikleri tepki ile bugünküne verdikleri tepki arasında keskin bir karşıtlık söz konusu. Bush yönetiminin, Irak kitle imha silahlarına sahip olduğu ve bunları nükleer terörist saldırılar düzenlemesi amacıyla El Kaide'ye vermeyi planladığı için bu ülkeyi istila etmek zorunda olduklarını iddia ederek yalan söylediği 2003'te, Almanya ile Fransa bu istilaya karşı çıkmıştı. Fransa, BM Güvenlik Konseyi'nde Irak'a karşı saldırı savaşına yetki veren ABD kararlarını veto etme tehdidinde bulunmuştu.
Dönemin Dışişleri Bakanı Dominique de Villepin, 14 Şubat 2003'te BM Güvenlik Konseyi'nde yaptığı konuşmada, Washington'ın savaşını meşrulaştırmak için yalan söylediğini belirtmişti: “On gün önce, ABD Dışişleri Bakanı Sayın Powell, El Kaide ile Bağdat'taki yönetim arasında bağ olduğu iddiasını anlattı. Müttefiklerimizle işbirliği içinde yaptığımız mevcut araştırma ve istihbarat durumuna göre, bu tür bağları saptamamıza olanak veren hiçbir şey bulunmuyor. Diğer taraftan, bu tartışmalı askeri harekatın yaratacağı etkiyi değerlendirmeliyiz…”
Bugün ise Avrupalı güçler, Suudi Arabistan'daki saldırılar hakkında “daha fazla ayrıntı” elde etmeden yargıya varmakla kalmıyor, sözüm ona başka hiçbir “inandırıcı” alternatif olmadığı için herkesin Trump'ın İran'ı suçlamasıyla hemfikir olması gerektiğini de iddia ediyorlar.
Villepin'in konuşmasından bu yana geçen 16 yıl, Washington'ın emperyalist rakiplerini destekleme temelinde savaşa karşı çıkma girişimlerinin iflası konusunda acı bir ders vermiştir. O zaman hem Washington Irak'a saldırmış hem de Ortadoğu'daki ticari ve stratejik çıkarlarını hesaplayan ve uluslararası ölçekte büyüyen emperyalizm karşıtı duyarlılıktan korkan Avrupalı emperyalist güçler çok geçmeden 180 derece dönmüştü. Paris ve Berlin, ABD işgali altındaki Irak'a ve Afganistan'a petrol şirketleri ve asker göndererek Bush yönetimi ile ilişkilerini onardılar.
...Savaş konusundaki gerçekleri görme ve kapitalizmin ürettiği toplumsal eşitsizliğe patlayıcı bir öfke söz konusu.
Berlin ve Paris, Salı günü 2015 İran nükleer anlaşmasını topa tutan Britanya Başbakanı Boris Johnson'ın izinden gidiyorlar. Johnson, ABD'nin İran'la savaşının “duruma mutlaka yardımcı olmayacağını” belirtse de, Avrupalı güçleri İran'la yeni görüşmeler düzenlemek için Trump'ı desteklemeye çağırdı.
Britanya başbakanı, yaptığı açıklamada şunları söyledi: “Başkan Trump'ın doğru bir şekilde söylediği gibi, o gerçekten kötü bir anlaşmaydı. Birçok kusuru var. İran bölgede karıştırıcı bir şekilde davranıyordu ve hala davranıyor. … Bence daha iyi bir anlaşma yapabilecek ve İran gibi zorlu bir ortak çizgiyi aştığında onu nasıl yola getireceğini bilen bir adam var; o da ABD başkanı.”
...Ortadoğu, Yemen'den Suriye'ye ve Afganistan'a kadar savaşlarla alevler içinde. ABD'nin İran bombardımanının hedef listesini gözden geçiren Trump, nükleer silahlı Rusya ve Çin ile büyük bir çatışmada büyük bir tırmanma ve nükleer savaş tehlikesi anlamına gelecek bölgesel bir savaşı başlatmanın sadece birkaç adım ötesinde bulunuyor.
Avrupalı emperyalist güçler, bu gerici açıklamalarıyla birlikte, gözleri kapalı felakete doğru kızakla kayan Washington'a katılıyorlar.
Alex Lantier
WSWS
Fırat’ın doğusunda Türkiye’yi ne bekliyor?
ABD’nin bu süreçte SDG ile ortaklığını ne denli sonlandıracağı da belirleyici etken. Beyaz Saray’ın açıklamasına bakılırsa ABD operasyona destek vermediği gibi Kürtleri de korumayacak. Peki, SDG’ye verilen ağır silahların kullanılmaması yönünde bir tasarrufta bulunacak mı?ABD kısa sürede Kürtleri ikinci kez yarı yolda bırakıyor. İlki 2017’de Irak Kürdistan Bölgesi, bağımsızlık referandumuna gittiğine pişman edilirken yaşandı. Şimdi Suriye’nin kuzeyinde Ekim 2014’ten bu yana IŞİD’e karşı savaşta destek verilen Kürtlerin bütün kazanımlarını sıfırlayacak bir harekâtın önü açılıyor.
ABD Başkanı Donald Trump, Aralık 2019’da Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’a söylediği, “Çekiliyoruz, Suriye sizindir” sözüyle kayıtlara geçen ama hayata geçirilmeyen ilk çekilme beyanında olduğu gibi önceki günkü telefon görüşmesinde de Türkiye’nin önünden çekilme kararı verdi. Pentagon ve Dışişleri bihaber!
Eylül sonunda bu yeşil ışığı almak için New York’ta Trump’la görüşmeyi çok önemseyen ama randevu alamayan Erdoğan, baskı mekanizmasında ısrar ederek nihayetinde amacına ulaştı. ABD’ye rağmen değil ABD’nin rızasıyla tek taraflı operasyon başlayacak. Eğer Trump sözünden tekrar dönmezse.
Astana ortakları Rusya ve İran’ın da gösterdiği muğlak esneklik Erdoğan’ın işini kolaylaştırdı. Ankara’da 16 Eylül’de yapılan son üçlü zirvenin sonuç bildirisindeki ifadeler, müdahaleye ilişkin çekincelerin rafa kaldırıldığı izlenimini veriyordu: “Liderler terörle mücadele bahanesi altında yasadışı öz yönetim girişimleri dahil yeni gerçeklikler yaratma çabalarını reddetmiş ve Suriye’nin egemenliğini ve toprak bütünlüğünü zayıflatmayı amaçladığı gibi komşu ülkelerin ulusal güvenliğini tehdit eden ayrılıkçı gündemlere karşı durma kararlılığını ifade etmiştir.”
ABD bölgedeyken Fırat’ın doğusuna girmek Suriye ordusu ve müttefikleri için ‘imkânsıza yakın’ bir seçenekti. Son iki yılda Deyr el Zor ve Rakka taraflarında ABD, Suriye ordusunu defalarca vurarak Fırat hattından uzak tuttu. Sanki artık, “ABD’ye karşı Türkiye” seçeneği onların da işine geliyor. Rusya ve İran açısından eğer ABD’nin bölgeden çekilmesini sağlayacak ve Kürtleri Şam’a itecekse geliştirilen Türk müdahalesi makul karşılanabilir. Muhtemelen zımnî rıza, bu kritik neticeyi alıncaya kadar geçerli. Türkiye’nin Suriye’de hakimiyetinin genişlemesine ilişkin rezervler baki. O yüzden rıza gösterilse bile müdahalenin sınırlı, kontrollü ve geri döndürülebilir olmasını temin için belli şartlar konuşulmuş olmalı. Fırat’ın doğusunda Amerikan uçaklarına karşı körleşen Rus radarları, muhtemelen Türk uçaklarını da görmeyecek. Ama angajman kuralları bu minvalde nereye kadar işleyecek? Göz yumma siyaseti Fırat’ın batısındaki cephelerde nasıl bir iş birliği getirecek? Yanıtlar beklemeyi gerektiriyor.
Astana toplantısına paralel Şam’ın Suriye Demokratik Güçleri’ni (SDG) terör örgütü ilan etmesi de, “Madem bizim ABD’yi bölgeden atmamız ve SDG’yi mevcut güç dengesi içinde dağıtmamız zor o halde varsın Türkiye bunu bizim için yapsın” beklentisine yatıldığını gösteriyordu.
Afrin’e müdahaleden beri Rusya’nın, Kürtleri Şam’a itmek ve ABD’nin bölgeden çıkmasının koşullarını yaratmak için kontrollü ve koşullu Türk müdahalelerine sessiz kalabileceği öngörülüyordu. Sanırım gelişmeler bu öngörü çerçevesinde ilerliyor.
Erdoğan müdahale planına 2-3 milyon mültecinin döndürüleceği yerleşim merkezleri kurma projesini de ekleyerek Avrupa’nın suskunluğunu ya da desteğini garantilemeye çalıştı. Ne kadar işe yaradı bilmiyoruz ama AB bu süreçte var ile yok arasında bir yerdeydi.
***
Türkiye’nin ilk etapta Tel Ebyad (Grê Sipî) ve Ras’ul Ayn’a (Serekaniye) girmesi bekleniyor. ABD ile kurulan Müşterek Harekât Merkezi sayesinde ağır silahların çekildiği ve tahkimatın imha edildiği iki yer. Yani bir nevi mayınlardan arındırılmış iki kapı.
Bu iki yere intikalden sonra harekât nereye yönelecek? Erdoğan ile Trump arasında derinliğe dair neler konuşuldu? Her şey çok belirsiz. Dün Trump fırtınalı havada, “Çizilen çerçeveyi aştığını düşünürsem, Türkiye’nin ekonomisini yerle bir ederim. Daha önce bunu yaptım!” tweet’iyle kendince bir sınır çekti. Peki, çizilen çerçeve ne? Mesele sadece kimsenin kabul etmediği IŞİD savaşçılarının bakıcılığını Türkiye’ye bırakmak mı?
Fakat Trump, IŞİD üyeleriyle ilgili sorumluluğu Türkiye’ye bıraktıklarını söylediğine göre çok da kilometrelerle ilgilenmiyor. IŞİD üyeleri ve ailelerinin tutulduğu kampların en büyüğü El Hol’de. Haseke’nin güneydoğusunda bir yer. Harekât Ras’ul Ayn’dan başlayacaksa El Hol’e kadar 140-150 km’lik bir yol var. Nusaybin-Kamışlı’dan aşağıya da yaklaşık 96 km. Üstelik Haseke’yi de geçmeleri gerekiyor. Ayrıca Haseke’deki hapishanelerde de IŞİD’in azılı kadroları tutuluyor. Bu kentin bir bölümü Suriye ordusunun denetiminde. Coğrafyanın detayları Trump’ın zihin atlasında yer almıyor. Umursamıyor da. Türkiye maceraya bu kadar hevesliyken neden umursasın ki!
Erdoğan’ın BM Genel Kurulu’nda tarif ettiği güvenli bölge sınırları temelde M-4 otoyolunu esas alıyordu. 30 km derinliğinde, 480 km uzunluğundaki bu hatta Kobani, Tel Ebyad, Serekaniye (Ras’ul Ayn), Dırbesiye, Amude, Kamışlı, Tirbespiyê (Kâhtaniye) ve Derik (Malikiye) bulunuyor. Erdoğan’ın 2-3 milyon mültecinin dönüşü için ikinci aşamada gözüne diktiği yer Deyr el Zor ile Rakka’ya kadar iniyor.
***
Girilecek alanın genişliği Kürtlerden gelecek direnişin boyutuna, Araplar ve diğer yerel halkların tutumuna, Suriye devleti ve müttefiklerinin geliştireceği hamlelere ve ABD’nin çekilme stratejisinin nasıl ilerleyeceğine göre değişiklikler gösterebilir.
Her şeyden önce Kürtlerin nasıl bir stratejiyle karşılık verecekleri önemli. Şimdiye kadar SDG komutanları buranın Afrin’den farklı olacağını, herhangi bir yere müdahale olursa bütün sınırların cephe hattına dönüşeceğini söyleyegeldi. İlk andan itibaren bu deklarasyona göre mi hareket edilecek yoksa Tel Ebyad (Grê Sipî) ve Ras’ul Ayn (Serekaniye) gözden çıkarılıp sonraki hamleler mi beklenecek? Ya da kontrolün Suriye ordusuna bırakılması seçeneği mi devreye girecek? Rusya ve İran’ın istediği bu.
Müdahale Kürtlerin bütün kazanımlarını yok etmeye ve demografik yapıyı değiştirmeye odaklı. Bu nedenle de Kürtler son savaşın kaçınılmaz olduğunu söylüyor. Bu seçenek savaşın yayılması ve sınırları aşması anlamına geliyor. Afrin’de bir noktadan sonra yaşanan çekilme stratejisi, sivil halkı ve yerleşimleri koruma refleksinin yanı sıra Fırat’ın doğusundaki kazanımları ve ABD ile ortaklığı sürdürmeye odaklı bir yaklaşımın sonucuydu. Kürtler için feda edilebilecek başka kazanım kalmadı.
Direnişin boyutu bölgedeki Arap ve diğer halkların Kürtlerle ne kadar ortak hareket edeceklerine de bağlı. Bu konuda da belirsizlikleri besleyen bazı faktörler var.
ABD’nin bu süreçte SDG ile ortaklığını ne denli sonlandıracağı da belirleyici etken. Beyaz Saray’ın açıklamasına bakılırsa ABD operasyona destek vermediği gibi Kürtleri de korumayacak. Peki, SDG’ye verilen ağır silahların kullanılmaması yönünde bir tasarrufta bulunacak mı? Meçhul. Türkiye, ABD’den sadece yeşil ışık değil adeta Kürtlerin elini kolunu bağlamasını da bekliyordu. Özellikle YPG’ye verdiği silahları geri almasını istiyordu. ABD de bu silahların Türkiye’ye karşı kullanılmayacağını taahhüt ediyordu. Geçen hafta konuştuğum Kürtler ABD’nin sınırlı ve kontrollü bir çatışmayla hem Kürtleri hem Türkiye’yi kendisine bağlama stratejisi güdeceğine inanıyordu.
***
Olası bir müdahale farklı senaryoların devreye girmesine imkân verebilir.
Kürtlerin Suriye ordusuyla ittifakı bunlardan birisi.
İkincisi SDG içindeki YPG unsurları kuzeydeki cephe hatlarına çekilirse güneyde Arap aşiretleri kontrolü ele almaya çalışabilir. SDG içinde birlikleri de olan bu aşiretler için petrol itici bir motivasyon.
Üçüncüsü IŞİD yeniden nüksedebilir.
Ve en önemlisi Suriye ordusu hızla Fırat’ın doğusuna intikal edebilir.
Türkiye’nin müdahalesini, Amerikan askeri varlığının sona ermesi, Kürtlerin elinin zayıflaması ve Şam’a itilmesi bakımından işlevsel bulan Suriye ve müttefiklerinin geliştireceği hamleler bu operasyonun sınırlarını tayin edebilir. Fırat’ın batı yakasında Rusya’nın desteği ile Suriye ordusu şimdiden Menbic’e girmek için pozisyon almış durumda. Fırat’ın doğusunda ise Rakka ve Deyr el Zor taraflarında Suriye ve müttefik milis güçler aylardır hazır bekliyor. ABD daha önce olduğu gibi bu güçlerin Fırat’ın üst tarafına geçme hamlelerini kesmezse güneyden Türkiye’nin ilerleyişi karşısında bir ön alma hamlesi gelişebilir.
Velhasıl bu operasyonun önünde ciddi belirsizlikler dizili. Vadetmediği tek şey de barış ve istikrar.
gazeteduvar