کارگر

کارگر

Çarşamba, 22 Ocak 2020 08:16

Allah'a Hicret

 BismihiTeala

Hamd olsun Bizler İnsanlığa en hayırlı ümmet olmanın bilinciyle Rahmana hicret eden şehid’lerin yoluna revan olan Dirilişin safındayız..Düşman içimize sızdı kendi Batıl dinlerinin mikrobunu gençliğe aşıladı bu aşı bağışıklık kazandı,İran İslam cumhuriyeti ümmet olma bilincini pan zehir olarak yeniden gençliğe şırınga etti.Bu Gıdayı tadan Şehid Kasım Sülaymaniye selam olsun..
Tarihten günümüze İslam davasına ahde vefalı olarak canını Rabbine sunan Şehid’lerimize selam olsun, Kartalların yüksekte uçarken gölgeleri yere düşmesi misali Şehidimiz Göklerde sadece gölgesi yerdeydi.Doğumuna eşlik edemediğimiz şehidimizin yürüyüşüne eşlik edenleriz.
Şehidimiz gönlün aktığı her şeyde yüz çevirip Rahmanla muhabbetin kıblesine hicret etti.benliğin kabuğunu kırıp imam Ali şiarı Biz olarak Rahmana gideni yad etmek için içimizde en iyilerini Rahmana adadık ne mutlu bizlere bu meşale ile yola revanız.
’’La tahzen’’susuzluğuna dudağımızı değdirdik,
Bizlere Az olduğumuzu söyleyenlere korkmuyoruz çokların çoğunluğunda biz imam Hüseyin misali Kerbela’dayız. Su isteyen kalbimizin Susuzluğuna Allah bizimle der ve Şehadet’e gidenleriz.
Sorumluluk bilincidir Rahmana hicretimiz.Yola revandır hicretimiz,yürüyoruz Miraca layık adımlarımızla hedefe bir adım mesafedeyiz.Her gün yeniden başlıyoruz yola kaldığımız yerde İmamızla Baş koyduğumuz sorumluluk her yere Muhammedi oluşumuzu Allah’ın muradına erişimdir hicretimiz.Hicrete başlangıcımız hicrettir,hicrete çağırır bizleri.
Tefrika şeytan’dan İslami Birlik ve vahdet-i Kelime Rahman’dandır.sözünü bize nasihat eden İmam Humeyni’ye selam olsun.
Allah yolunda gerçekleştirilen hicretin asıl amacı sadece bedensel olmadığı gibi bedenler toprağa defin edilir,Hicret etmek için bedel ödemek gerekir işte Şehidlerimiz can vermek’le bedellerini Verdikleri söze sadık kalarak dünyanın her yerinde kendi ata yurtlarında dahi muhacir olarak her türlü sömürü,işkence,zulme çileye Düçar olan ümmettin çocuklarının yüzlerinin gülmesi için kanlarını verme nedeni ; Şehidlerin efendisi imam Huseyin kıyamı ile akan bereket pınarının kurumadığını isbat ettiler.
Günahlardan kaçmak için hicret gerekir,Gıpta ediyoruz bu saf bereket pınarı şuhedaya,
İmam Seyyid Hameneyin göz yaşları bereket pınarlarına akan birer çağlayan misali Lebbeyk ya Allah diyoruz,biz geldik şehidimizin özlemi ile ,biz geldik imamımızın göz yaşlarına can verecek Hizbullahi Müslümanlar olarak Bizleri kabul eyle sana adandık.senin yolunda sana ulaşmak için.
Şehidimizin hicreti bizlere birlik beraberlik dayanışma ‘nın yeniden başlangıcı bencilliğin maddeciliğin,çıkarcılığın,adaletsizliğin,tahrip ettiği aklı gözlerine taşınan insanlığa can suyu,günahlarla kirlenen gönül dünyamıza sırf su olmuştur.
Şehidimizin başlangıcı yokluğun bittiği yerde başlayan hicretimizdir.Tüm Tağuti sistemler ve Tağutlar korku içinde şeytanlarına sığına dursunlar siz ey direnişin meşalesi İman eden gençlik yanan meşaleyi takip edin bu yol Rahmana giden yolun Ta kendisidir.
Selam ve dua ile

Salih Yakup.

Çarşamba, 22 Ocak 2020 08:14

Pentagon'dan Ayn el-Esad Üssü İtirafı!

 Amerikan Fox News televizyonuna göre, ABD Savunma Bakanlığı (Pentagon) yetkilileri, İran’ın 8 Ocak’ta el-Esed üssüne düzenlediği saldırının ardından olası inceleme ve tedavi için Irak dışına daha fazla askerin gönderildiğini itiraf etti. 

Son günlerde ABD’nin Merkez Kuvvetler Komutanlığı (CENTCOM) Sözcüsü Albay Bill Urban, “İran’ın 8 Ocak’ta el-Esed üssüne düzenlediği saldırıda herhangi bir ABD askeri ölmezken, birkaç asker patlamadan kaynaklı beyin sarsıntısı belirtileri üzerine tedavi altına alındı ve tedavileri sürmektedir.” demişti.

Urban, “Tedbir amaçlı olarak saldırıdan sonraki günlerde bazı askerler kontrol amaçlı olarak el-Esed üssünden Almanya’daki Landstuhl Bölge Sağlık Merkezine, bazıları ise Kuveyt’teki Kamp Arifjan Tesislerine nakledildi” ifadesini kullanmıştı.

Askerlerin tedavilerinden sonra Irak’a döneceğini kaydeden Urban, “Şu ana kadar 8 Asker Landstuhl’a 3 asker ise Arifjan’a nakledildi” bilgisini paylaşmıştı.

 Hamanei'nin en önemli ifadesi “Devrim Muhafızları savaşını İran sınırları dışına taşıyabilir” ifadesiydi. Bu bir dil sürçmesi değil fetvaydı. Devim Muhafızlarının operasyonlarını Ortadoğu sınırının dışına taşıması, ister doğrudan ister dolaylı yolla suikast ve bombalı eylem operasyonlarının geri döneceği anlamına geliyor. Devrim Muhafızları bu sahada herhangi bir zorlukla karşılaşmayacaktır.

 

İran Rehberi Seyyid Ali Hamanei'nin 8 yıl aradan sonra ilk defa Tahran Camisinde verdiği büyük Cuma hutbesinde kullandığı her kelime ayrı ayrı çok önemliydi. Ancak bana kalırsa üzerinde durmamız gereken en önemli nokta, “Devrim Muhafızları savaşını İran sınırları dışına taşıyabilir” ifadesiydi. Bu bir dil sürçmesi değil fetvaydı.

Donald Trump bu ifadelere, bunun sonuçlarına ve ülkesi için ne anlama geldiğine dikkat eden ilk ABD Başkanı oldu. Seyyid Ali Hamanei bu adıma karşı uyardığında, Trump'ın sözleri ile tehditlerine çok dikkat etmesi ve Meşhed, Kum, Necef ve Kerbela gibi kültürel öneme sahip kutsal bölgeleri yıkma tehdidini geri çekmesi gerekiyor.

Devim Muhafızlarının askeri operasyonlarını Ortadoğu sınırının dışına taşıması, ister doğrudan ister dolaylı yolla suikast ve bombalı eylem operasyonlarının geri döneceği anlamına geliyor. Devrim Muhafızları bu sahada herhangi bir zorlukla karşılaşmayacaktır.

***

Devrim Muhafızlarının askeri ve güvenlik çalışma sahası bugün özellikle Irak, Suriye, Suudi Arabistan Krallığı, Körfez bölgesi ve işgalci İsrail devleti başta olmak üzere Ortadoğu bölgesi ile sınırlıdır. Ancak eğer çatışma sahasını bu coğrafi bölgenin dışına taşıma kararı alınırsa, bu Avrupa, Amerika ve dünyanın diğer bazı bölgelerini kapsayacaktır. Belki de Ukrayna uçağının hatayla ya da kasıtlı düşürülmesi, bu alanda önemli bir hatırlatıcı mesaj niteliğindedir. Eğer İran Devrim Muhafızlarının Avrupa'daki muhalif İranlı liderlere suikast eylemlerinin kaydına dönüp bakacak olursak bu listenin çok uzun ve önemli isimlerle dolu olduğunu görürüz. Sadık Şarafkandi, Şahbour Bahtiyar, Muhammed Hüseyin Nakdi ve birçok isimin yer aldığı bu listede, bazı suikastların üzerindeki sır perdesi hala kaldırılamamıştır.

Başkan Trump İsrail'in istihbarat örgütü Mossad ile koordinasyon içinde Hacı Süleymani'nin suikast emrini Güvenlik Kurumunun onayını almaksızın şahsen vermiştir. Bu sebeple yönetimde muhalif sesler yükseldi ve Trump'ın yaptığı işin sorumluluğunu reddettiler. İşler öyle bir yere vardı ki, Başkan yardımcısı Mike Pence çıkarak Başkanının sözlerini yalanladı. Pence Süleymani'nin 4 ABD elçiliğine saldırı planladığına dair hiçbir kanıt olmadığını vurguladı. Bu yüzden Trump kararının sorumluluğunu üstlendi, ne var ki ülkesi bunun bedelini ağır ödeyecek.

İran, Süleymani gibi önemli bir ulusal kahramana yapılan suikastı uzun süre intikamsız bırakmayacaktır. Amerika'nın “Ayn'ul Esed” üssüne düzenlediği füzeli saldırı ile de yetinmeyecektir. Zira Seyyid Hamanei bu saldırıyı ABD'ye atılan yakıcı bir tokat olarak niteledi. Hamanei şu anda büyük olasılıkla müttefikleriyle birlikte kapalı kapılar ardında Amerika ve İsrail “balığı”nı avlamanın ilk adımı olan suikastlar zincirini planlıyordur.

Trump'ın pervasız suikast politikası ve sonuçlarından dolayı en çok endişeye kapılanlar İsrailliler oldu. Bu endişenin kaynağı sadece beklenen suikastların bazı üst düzey siyasetçi ve diplomatlarına yansıyacağından dolayı değil, aynı zamanda nükleer anlaşmanın tamamen çöküşü, uranyum zenginleştirme çalışmalarının hızlandırılması ve iki önemli olayın meydana gelme olasılığıdır. Bunlardan birincisi, gizli bir yerde nükleer bomba üretilmesi olasılığıdır. İkincisi ise, hedefe ulaşabilen füze üretimidir.

İranlıların uzun bir nefes aldığını ve saldırı yürütme hassasiyetini en üst düzeye çıkardıklarını daha önce de söylemiştik. Eğer Ortadoğu içinde ya da dışında suikastlar savaşının fitili ateşlenirse, Amerika, İsrail ve Arap müttefiklerinin çıkarları en önemli hedeflerin başında gelecektir. 1970-80'li yıllardaki benzer savaşlar göz önüne alındığında, kazananın Trump ya da takipçisi olan Netanyahu olmayacağı çok açık bir şekilde görünüyor.

***

Trump'a yakınlığıyla bilinen İngiltere hükumetinin Hizbullah'ı terör listesine alması savaşın kapıda olduğunun göstergelerinden biri olabilir. Hizbullah, İran ve diğer tüm müttefik kollarının kaybedecek bir şeyleri yok. Amerika ve Avrupa'nın onlara dayatacak başka yaptırımları da kalmadı artık. Eğer bu savaş ateşlenirse, karşı taraf kaçınılmaz bir şekilde savaşı kaybedecektir.

 

Kaynak: Raialyoum
Çeviri: Merve Soydaş

Em. Tuğgeneral Fahri Erenel, Aydınlık Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Mustafa İlker Yücel'in sorularını yanıtladı

    
MUSTAFA İLKER YÜCEL‘ABD’nin bölgede söz geçirmediği ülke sayısı giderek artıyor. Türkiye, İran ve Irak. Bu ülkeleri zaman içinde diğerleri de takip edeceklerdir. ABD’nin yarım olan hegemonik gücü de bu gidişle sıfırlanacaktır’

Türkiye, Libya’da, deniz sınırının güvenliğini korumaya çalışıyor. Arka arkaya diplomatik adımlar atıldı. Askeri caydırıcılık gücü masaya koyuldu. Rusya’yla görüşmeler sonucunda da çözüm ekseni belirlendi. Peki Hafter’in masayı terk etmesi bütün bu olumlu gelişmeleri etkiler mi? Türkiye - Rusya ittifakına ABD yanıt verebilir mi? Gelişmeleri em. Tuğgeneral Doç Dr. Fahri Erenel’e sorduk. İstinye Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü’nün müdürlüğünü de yapan Erenel, ABD’nin yakında Ortadoğu’da söz geçirecek ülke bulamayacağının altını çiziyor. Erenel ayrıca ‘Çin’in ABD’nin Kürdistan planının da önünde engel’ olduğunu da tespit ediyor.

‘LİBYA’YA SINIRI OLANLAR ATEŞKESİ DESTEKLİYOR’

Hafter’in imza atmadan masadan kalkmasıyla birlikte hangi gelişmeleri bekliyorsunuz?

Hafter’in masadan kalkması ve Rusya’yı terk etmesinin özellikle Rusya açısından bir başarısızlık olduğunu, Hafter üzerinde bilindiğinden daha az etkisinin olduğunu düşünüyorum. ABD bu masada niye yok? Bu süreçte ABD sesini çıkarmıyor diyenlere bir mesaj olduğunu değerlendiriyorum. ABD, Rusya’da vardı. Hafter’in ateşkes anlaşmasını imzalaması halinde başta ABD, Fransa ve onun para kasasından başka bir işe yaramayan Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri’nin etkisinin giderek azalabileceğini düşünmüş olabilirler. Diğer taraftan Berlin görüşmesi öncesi üstünlük elinde iken bu tür bir anlaşmayı imzalamanın Hafter’de ciddi bir itibar ve aşiret desteği kaybı olacağı, üstünlüğün elinde olduğu bu aşamada anlaşmayı imzalamanın teslimiyet anlamına geleceği, pazarlık gücünü kuvvetli bir şekilde elinde tutarak Berlin’e gitmesi gerektiği yolunda telkine maruz kalmış olabilir. Bu aşamada Mısır’ın bir etkisinin olduğun fazla düşünmüyorum. Ateşkes konusunu desteklediklerini beyan etmişlerdi. Libya ile sınırı olan ve bu çatışmalardan en fazla etkilenen ülkelerin başında gelen Mısır ateşkesi desteklerken, çatışma ile doğrudan hiç ilişkisi olmayan, sınırı bulunmayan ülkelerin olumsuz yönde taraf olmaları ilginçtir.

‘DENGELİ BİR TUTUM BENİMSENMELİ’

Şimdi gözler 19 Ocak’ta düzenlenecek Berlin toplantısında. Türkiye hangi diplomatik adımları atmalı?

Türkiye, bu kongreye katılacak ülkeler ile geçmişte yaşadığı ve yaşamakta olduğu sorunları şimdilik bir kenara bırakarak temaslarını artırmalıdır. Özellikle İngiltere, Almanya, İtalya, Rusya ile yakın temas halinde bulunmalı. Ateşkes temasları öncesi Rusya ile sağlanan mutabakatın devam ettirilmesi için çaba harcanmalıdır. Libya Ulusal Mutabakat Hükümeti ile imzalanan metnin gereğini caydırıcılık sağlayacak. Hafter tarafında da fazla olumsuz yaklaşıma yol açmayacak şekilde dengeli bir tutum benimsenmelidir.

Reklamdan sonra devam ediyor 
 

Suriye Resmi Haber ajansı MİT Başkanı Hakan Fidan’la Suriye Ulusal Güvenlik Sorumlusu Ali Memlük’ün Moskova’da bir araya geldiğini duyurdu. Ulaştığımız kaynaklar “9 maddelik bir çerçeve anlaşması yapıldı” bilgisini paylaştı. Maddelerin içeriğinde neler olabilir?

Bu çerçeve anlaşmasının Sayın Cumhurbaşkanı’nın Putin ile görüşmesi sonrası yapılması ve en güncel sorunun İdlib olması nedeniyle içeriğinin İdlib ağırlıklı olduğu düşünüyorum. İdlib’de kontrolün tam sağlanabilmesi için geçici bir bölge paylaşımı söz konusu olabilir.

‘MISIR’LA ORTAK ÇIKARLARIMIZ VAR’

Ak Parti yöneticilerinden arka arkaya Mısır’ın önemine ilişkin açıklamalar geldi. Mısır şu anda Türkiye’nin attığı her adımı “İhvancı ajanda”ya bağlıyor. Bu algı nasıl değiştirilebilir?

Mısır ile olan ilişkilerin resmi olmasa da aynen Suriye’de olduğu gibi en azından alt seviyede başlaması gerekiyor. Mısır kamuoyunu bilgilendirici adımların atılması lazım. Türkiye, Libya anlaşmasıyla birlikte, Mısır’a yaklaşık 34 bin kilometre karelik deniz alanını kazandırmış durumda. Bunun bir kısmını Yunanistan’dan, bir kısmını da Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nden aldı. Bu Mısır toplumunu da olumlu etkileyecektir. Türkiye ile Mısır arasında dini nedenlere dayalı bir anlaşmazlık olmadığını anlatmamız gerekir. Türkiye ulusal çıkarını savunuyor ve burada Mısır’la ortak noktaları var. Mısır ile ilan edilecek bir münhasır ekonomik bölge anlaşmasının Mısır’ın lehine gelişeceğini, hidrokarbonun Türkiye üzerinden gerekirse Avrupa’ya nakledilmesinin daha kolay olacağının altını çizmeliyiz. EastMed projesinin ne zaman biteceğinin bilinmediğini dikkate alırsak Mısır’la anlaşmanın önemi ortaya çıkıyor.

‘ÇEVRE ÜLKELERLE BLOK OLUŞTURULMALI’

Libya’da kalıcı olmak sadece Libya’da bir kuvvet bulundurmakla mümkün değil, çevre ülkelerle ittifak oluşturularak bloğun kuvvetlendirilmesi gerekiyor. Bu da sahada yapılacak işbirliği ile mümkün olabilir. Hatta burada en önemli adımlardan biri İtalya ile olan işbirliğinin geliştirilmesinden geçtiğini düşünüyorum. Çünkü Libya konusunda en büyük mülteci sorununu yaşayan ülke İtalya. AB kayıtlarında yaklaşık 50 bin mülteci var. 800 bine yakın da düzensiz göçmen var. Türkiye’nin de bu göçmenler veya mülteciler konusunda ciddi bir tecrübesi var. Bu tecrübeyi Libya içerisinde, işbirliği içinde göstermesi mümkün. Avrupa’ya giden göçmenlerin neredeyse tamamı Libya üzerinden gidiyor çünkü kontrolsüz olan tek alan burası. Cezayir’de ve Tunus’ta düzen var. AB göçmenleri engellemek için ortak bir kuvvet oluşturdu. Göçmenleri taşıyan gemilerin kontrol altına alınması dahil bu ve benzeri tedbirlerin bu sorunu çözmediğini sadece önlemeye yönelik olduğunu görüyoruz. İtalya ile işbirliğinin Libya halkına da olumlu etkileri olacaktır. Halen, Libya’da çok değişken ve kaygan bir zemin var. Ulusal Mutabakat Hükümeti her ne kadar Birleşmiş Milletler tarafından yasal olarak tanınmış olsa bile uluslararası anlaşmaların hiçe sayıldığı ve ülke menfaatlerinin, çıkarlarının insanlığın ve yasallığın önüne geçtiği bu süreçte esnek ilişkilerin yeni imkanlar yaratabileceğini gözden uzak tutmamak gerekir.

‘BAE İLE İLETİŞİM KANALINI AÇIK TUTMAK GEREKİYOR’

Reklamdan sonra devam ediyor 
 

Birleşik Arap Emirlikleri ile de iletişim kanalı kurmamız lazım. Çünkü Türkiye nereye gidiyor ise BAE orada Türkiye’nin karşısında yer alıyor. BAE, Türkiye’nin doğrudan doğruya karşısında yer alamıyor elbette, paralı vekil güçleri veya onlara verdiği silah, araç ve malzeme ile karşımıza çıkıyor. Bu konuda da etkili bir girişim yapılarak öncelikle sorunun ortaya konulması ve çözüm üzerinde adımlar atılması gerektiğini değerlendiriyorum. Katar ile BAE arasında son günlerde artan temaslar bu girişimleri kolaylaştırabilecektir. BAE’nin uzun süredir başta Türkiye karşıtlığı olmak üzere birlikte hareket ettiği Suudi Arabistan ile yakın işbirliğinin Yemen’de baş gösteren anlaşmazlığın giderek artması ile birlikte çatırdadığını görüyoruz. BAE’nin İran ile temaslarının artma eğilimine girdiği yolunda bilgiler mevcuttur. Türkiye’nin bu fırsattan yararlanması gerektiğini düşünüyorum.

Çelişkileri nedir Suudilerle...

Suudilerle en büyük anlaşmazlık terör suçlaması ile Katar’a ambargo konulduğu süreçte başladı. Türkiye’nin bu ambargoya katılmasını istediler. Türkiye, Katar’a kuvvet gönderdi, uçaklarla yiyecek yardımı yaptı. İran’dan da destek geldi oraya. Bir blok oluştu İran-Türkiye-Katar bloğu. Suudi Arabistan olmayacak bir şey yaptı; biliyorsunuz Katar yarımada. Suudiler o kadar ileri gitmeye başladılar ki Katar’ı ada yapmaya çalıştılar. Suudilerin Yemen’de Husilerle yapmış olduğu anlaşmaya Birleşik Arap Emirlikleri ‘Bu kadar para yatırdık bu kadar emek verdik’ diyerek itiraz etti. Çünkü finansörü Birleşik Arap Emirlikleri’ydi. Afrika’dan çok sayıda paralı elemanı oraya getirdiler. Onların büyük bir kısmı Husilerle çatışma tecrübesi olan insanlar.

‘ABD ORDUSUNUN HASSASLIĞI BÜYÜKLÜĞÜNDEN KAYNAKLANIYOR’

Libya’daki gelişmeler AB ülkelerinin kendi aralarında diplomatik bir koordinasyon sağlayamadığını göstermiş oldu. Bunun yanında ABD’nin de -gözünü İran’dan ayıramadığı için- süreçte ismi pek duyulmadı. ABD’nin bölgemizde aynı anda birden fazla kriz yönetme yeteneğine sahip olmadığı da bir kez daha ortaya çıktı. Bütün bunlara rağmen bazı stratejistler ABD’nin büyük bir savaş yürütme becerisine sahip olduğunu iddia ediyor. Böyle bir yeteneği var mı?

ABD stratejik düşünce kuruluşlarının yayımladığı çeşitli raporlarda ABD ordusunun ciddi güç kaybı içinde olduğunun altı çiziliyor. Henry Kissinger, ABD’nin tam hegemonik güçten yarım hegenomik güce gerilediğini belirtmişti. Bunun temel sebebi ABD askeri gücünün, günün tehditlerine ve uygulamaya çalıştığı grand strateji ile uyumlu olmaması, ihtiyacı olan dönüşümü gerçekleştirmemesidir. Amerikan ordusu çok büyük bir güç, ancak bu onun şu anda en olumsuz ve hassas yönünü oluşturuyor aynı zamanda. Ordu bütçesinin yüksekliği ABD’de sürekli tartışılıyor. Dünya genelinde yaklaşık 800 üssü bulunan ABD’nin bu üslerde 180 bin personeli görev yapmaktadır. Değişik maksatlarla kullanılan bu üslerin işletme maliyetleri ve idameleri oldukça yüksek bütçeler gerektiriyor. Ayrıca, bu üslerin deniz ticaret yollarının güvenliği ve kontrolü için 11 uçak gemisi ve bu gemileri koruyan deniz kuvvetleri gemilerini, vekil güçlerine yaptıkları harcamaları dikkate aldığımızda bütçe inanılmaz boyutlara yükseliyor.

Tehditlerin ulaştığı ve ulaşabileceği yetenekleri dikkate aldığımızda konvansiyonel savaşların tamamen ortadan kalkmadığını, ancak günümüzde asimetrik savaşların ve özellikle meskun mahallerde savaşların daha ağırlık kazanacağı söylemek mümkündür.

Artık uçak gemisinin bile dönemlerinin geçtiği bir sürece geliyoruz. Nasıl sistemler olmalı; Türkiye’nin Anadolu amfibi hücum gemisi gibi, her türlü harekata destek sağlayabilecek ve çatışma halinde kuvvet çarpanı olarak olumlu yönde etki yaratabilecek, yetenek tabanlı, modüler sistemlere daha çok ihtiyacın duyulacağı bir döneme girdik. Örneğin Anadolu Amfibi Uçak Gemimiz için ABD’ye sipariş verdiğimiz dikine inip kalkabilen F-35 B tipi uçaklarımız olsaydı Doğu Akdeniz ve Libya krizinde Türkiye’ye çok önemli bir katkı ve avantaj sağlardı.

Reklamdan sonra devam ediyor 
 

‘ABD’NİN DENİZLERDEKİ HAKİMİYETİ SONA ERİYOR’

ABD’nin silahlı kuvvetlerini yeniden yapılandırma sürecinde geç kaldığını, Rusya’nın Putin’le birlikte yeni güvenlik stratejisi ile uyumlu olacak şekilde, Rusya silahlı kuvvetlerinde modernizasyon ve dönüşümü büyük ölçüde gerçekleştirdiğini görmemiz gerekir. Çin de aynı şekilde, Çin silahlı kuvvetleri yeniden organize edildi, eğitimi dahil her şeyi günün şartlarına uygun hale getirildi ve getirilmeye devam ediliyor. Bu şekilde devam etmesi halinde ABD’nin bu bölgede, özellikle denizde tesis ettiği hakimiyetin sona ermesi anlamını taşıyacaktır. Çin savunma sanayi inanılmaz hamleler yapıyor ve ABD oldukça geride kalıyor. Aramco saldırısında ABD’nin içine düştüğü zaafiyet bu düşüşün en açık göstergesidir.

Türkiye’de, karşılaştığı ve karşılaşılması muhtemel tehditlere ve çatışmalardan aldığı derslere göre, Türk Silahlı Kuvvetlerinde insan kaynakları, teşkilatlanma, eğitim, silah sistemlerinde önemli bir dönüşüm gerçekleştirdi ve gerçekleştirmeye devam ediyor. Savunma sanayide bu dönüşümü ihtiyaç odaklı bir yaklaşımla; milli, yerli ve özgün projelerle destekliyor.

Komando birliklerinin, jandarma özel harekât timlerinin sayılarını artırdık. Sayısal gücü fazla olan ülkelerin hepsi küçülmeye ve günümüzdeki tehditlere uygun bir yapıya gitmeye başladı. Hâlbuki Amerika hantal yapısını sürdürüyor. Pentegon’un bu konuda ileriye yönelik araştırmalarının sınırlı kaldığını ve konvansiyonel güç üzerinde yürümeye devam ettiklerini görüyoruz.

SÜLEYMANİ SUİKASTININ ŞİFRELERİ

Hatta bundan bir ay kadar önce İran’ın askeri gücüne ilişkin bir raporda şöyle bir ifade vardı: ‘İran bugüne kadar asimetrik saldırıda bulunacak şekilde yapılanmıştı, artık İran yavaş yavaş konvansiyonel yöne de ağırlık vermeye başladı. Özellikle kara gücü eksiği vardı. Kara gücünde ve deniz gücünde ciddi atılımlar yaptı ve yapmaya devam ediyor.’ Dolayısıyla raporda özetle “eğer önlem alınmaz ise İran Amerika’nın karşısına sadece asimetrik gücü olan bir unsur değil, konvansiyonel ve asimetrik gücü bir arada kullanabilen ve aynı zamanda engellenemezse nükleer güce de sahip olan büyük bir bir güç olarak çıkacaktır” deniliyor.

Bu açıdan baktığımızda Kasım Süleymani’nin suikastının altındaki şifrelerden birinin de İran’ın giderek güçlenmekte olan yapısı olduğunu düşünüyorum. Çin ve Rusya’nın da desteği ile silahlanmasını ve yeniden yapılanmasını sürdürmeye devam eden İran güçlü bir devlet geleneği ve ideolojisi ile ABD’nin her türlü baskı ve yaptırımlarına rağmen ayakta kalmaya ve direnmeye devam ediyor.

Son tahlilde Ortadoğu, ABD’nin önünde eğildiği bir Ortadoğu değil artık. Söz geçirmediği ülke sayısı giderek artıyor. Türkiye, İran ve Irak. Bu ülkeleri zaman içinde diğerleri de takip edeceklerdir. Yarım olan hegemonik güç bu gidişle sıfırlanacaktır.

Reklamdan sonra devam ediyor 
 

‘ÇİN, ABD’NİN KÜRDİSTAN PLANININ ÖNÜNDE ENGEL’

İran’ın geleceğini Rusya ve Çin’e bakarak daha doğru değerlendirebiliriz yani. Çizdiğiniz çerçeve bir kader birliğine de işaret ediyor.

Eskiden herkes Amerika’ya bakardı şimdi Amerika, Rusya ve Çin’e bakıyor. Öncelikle Çin’e bakıyor ne hamle yapacak diye. Şu anda Çin’in savunma sanayinde ulaştığı seviye Amerika’nın en güçlü olduğu dönemin 2-3 kat üstünde. Neredeyse ayda bir firkateyn imal edecek seviyeye geldi. İkinci uçak gemisini indirdi. Dikkat edin Çin dünyanın hiçbir yerinde sıcak çatışmaya girmiyor. Hiçbir yere askeriyle gitmiyor, Amerika gibi yapmıyor. Bugün Kudüs’te 7 bine yakın Çinli müteahhit işçi çalışıyor. Bugün Şam’da da Çinliler var ama kimse duymuyor. Türkiye’de de Zonguldak’ta madende çalışıyor iki yıl önce maden kazasında duyduk burada Çinliler varmış diye. Afrika’da da aynı şekilde Çinliler var. Amerika her konuda Çin’in arkasından gelmeye başlıyor. Çin’in aynı zamanda asimetrik yapısı da çok etkili. Amerika’nın istihbarat sistemleri de çok geride kaldı. Örneğin Çin Uzay Kuvvetleri’ni kurdu hemen arkasından Rusya kurdu. Amerika onlardan 3 ay sonra kurdu. Eskiden herkes ABD’ye bakardı. Ama şimdi öyle gitmiyor. ABD eski sistemini sürdürmek istiyor ama karşısında Rusya, Çin, İran ve Türkiye gibi yakın temas halinde olan ülkeler var. Türkiye NATO kartını hiçbir zaman bırakmıyor ama kendi güvenliği için gerekli önlemleri de hızla alıyor, hiçbir ülkeye danışma ihtiyacı duymuyor.

Dışişleri Bakanlığı’nın Yeniden Avrasya çalıştayı da tam bu süreçte yapıldı.

Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu’nun Yeni Avrasyacılık açıklamaları çok önemli. Almanya birçok Orta Asya ülkesine kredi veriyor. Burada iş imkanları yaratmaya çalışıyor. Önceki Alman Dışişleri Bakanı “Almanya’nın güvenliği Tibet’ten başlar” diyor. Bütün bunlara baktığımızda ABD’nin arkasında bir müttefik ülkelerle birlikteliği olacağını düşünmüyorum. ABD, NATO’yu zorlayabilir ama sonuç alamaz. Almanya kesinlikle olmaz.

TERÖR KORİDORU PLANI

İran Dışişleri Bakanı Zarif’in ABD tehditlerine Batı Asya vurgulu cevaplar vermesi geleceğe yönelk hangi adımların haberini veriyor?

Ben Batı Asya terimini önemsiyorum. ABD, Astana’nın fişini çekemedi. Bunu hatırlarsanız James Jeffrey söylemişti. ABD, Türkiye, Rusya ve İran’ın işbirliğinden rahatsız. Batı Asya bloğunun oluşmasını engellemek istiyor. Şanghay İşbirliği Örgütü ve Asya Yatırım Kalkınma Bankası Avrasya bloğunu kuvvetlendiriyor. Yine bakın Çin’le Rusya doğalgaz petrol hattı anlaşması yaptı. “Sibirya’nın Gücü” ismini verdiler. Bu kamuoyunda pek işlenmedi. 3 bin kilometreye yakın dünyanın en büyük boru hatlarından biri inşa ediliyor. Çin’in özellikle Körfez üzerinden İran’a olan bağımlılığını bir ölçüde azaltacak bir proje bu. Bunun bir kısmı kullanılmaya başlandı bile. Astana fişini çekmek aynı zamanda Çin’in “Tek Yol Tek Kuşak” projesini zaafa uğratmak anlamına gelir. Şu anda zaten Libya’dan baktığınız zaman bir hat çekin Doğu Türkistan ve Pekin’e çizdiğiniz hattın üzerinde Amerika’nın şu anda dokunmadığı nokta yok. Bakıyorsunuz bu hattın geçtiği yerlerden biri olan Belucistan terör eylemleriyle anılıyor. İran, Pakistan sınır bölgesinde arasında terör eylemleri durmuyor. Doğu ve kuzeye doğru gittiğinizde Afganistan ve Pakistan’da aynı şekilde terör eylemlerinin arttığını görüyorsunuz. Güney batıya doğru indiğinizde zaten İran, Suriye, Irak hattı oradan iniyorsunuz Libya aynı şekilde; adeta tek elden yürütülen bir şiddet ve bir terör hattı var.

Suriye’nin kuzeyindeki bazı terör grupları sizin işaret ettiğiniz coğrafyaya taşındı.

CIA’nin dönemi bitti, hamlelerini yanlış yapıyor. Çin’i durduramaz. Çünkü Çin sabırla geliyor en önemli özelliği bu. Erbil’de ABD dünyadaki en büyük konsolosluk binasını yaptı. Çin de Erbil’de konsolosluk binası inşa etmeye başladı. Aynı büyüklükte hemen hemen. Çin’in Tek Yol Tek Kuşak Hattı için Erbil önemli. Çin orada olduğu sürece Kuzey Irak’ta bölgesel Kürt yönetiminin bağımsızlık ilan etmesi güç olacak. ABD “gerekirse Bağdat büyükelçiliğimizi Erbil’e taşırız” açıklaması yaptı. BOP kapsamında Irak’ın üçe bölünmesi planı var. ABD ciddi yatırımlarını hep Irak’ın kuzeyine yapıyor.

Tam bu noktada Irak Meclisi’nin kararını küçümseyenler var. ABD’nin içine girdiği açmazı göstermesi bakımından önemli değil mi?

Irak’ın petrol gelirleri özellikle Körfez Savaşı’ndan sonra tamamen Birleşmiş Milletler gözetimi altında. ABD buradan savaş tazminatı olarak belirli bir miktarını yaptığı harcamaların karşılığını olarak alıyor. ABD “harcamalarımın parasını verin çekilelim” diyor ama Irak halkı çoktan ödedi, ödemeye de devam ediyor petrolünden. İkincisi Irak’ta 2003 yılından beri 450 milyon dolara yakın kayıp para var. Bu 450 milyar dolar paranın kimler tarafından nasıl, nerelere harcandığı bilinmiyor. Gelen paraların hepsi ABD tarafından ve onun yanlısı o bölgedeki Arap müteahhitler tarafından kontrol ediliyor ve Irak halkına bir kuruş para harcanmıyor. Irak halkı çok fakirleşti. Yaklaşık, günde 45-50 cent harcama ile hayatını idame ettirmeye çalışıyor Iraklılar. Dünyanın 4. büyük petrol ülkesinin halkından bahsediyoruz. Irak Meclisi’nin kararı çok önemli. Önemli karar ama uygulanabilmesi ekonomik bağımsızlığa bağlı.

İran islam dini lideri imam Hamaney, Irak'taki ABD üssüne yapılan saldırıyı 'ABD'nin itibarına ve süper gücüne yapılan bir saldırı' şeklinde niteledi.

 
imam Hamaney, Tahran İmam Humeyni Musallası'nda 8 yıl aradan sonra okuduğu ilk cuma hutbesinde gündemdeki konulara ilişkin değerlendirmelerde bulundu.

FÜZELER ABD’NİN HAYSİYETİNİ HEDEF ALDI

İran'ın son 2 haftada acı ve tatlı maceralar yaşadığını ve bunların halk için de ders verici nitelikte olduğunu söyleyen Imam Hamaney, "Ayn el-Esed Hava Üssü'ne gönderilen füzeler, ABD'nin haysiyetini hedef almıştır. Bu, ABD'nin süper gücüne yapılan bir saldırıdır. ABD, Suriye, Irak, Lübnan ve Afganistan'da direniş güçleri tarafından darbe alıyor ancak verilen bu güçlü cevap, ABD'nin itibarına yapılmıştır, ne yaparsa yapsın bundan kurtulamaz." dedi.

SÜPER GÜÇ İMAJINA DARBE

Imam Hamaney, Devrim Muhafızlarının ABD üslerini vurmasının önemli günlerden bir tanesi olduğunu ve füzelerin atılmasının güç göstergesi olduğunu savunarak, "Bu saldırı askeri açıdan da önemliydi ancak daha önemlisi ABD’nin prestijine ve süper güç imajına darbe vurulmasıdır." ifadelerini kullandı.

İran halkının devrimden 41 yıl sonra da rejime sahip çıkmak için cenaze törenine yüksek katılım gösterdiğini dile getiren Imam Hamaney, İsrail ve destekçisi basının, Süleymani'yi terörist olarak göstermeye çalıştığını kaydetti.

ABD Başkanı Donald Trump ve Dışişleri Bakanı Mike Pompeo'nun Süleymani'yi terörist olarak isimlendirdiğini hatırlatan Hamaney, şunları kaydetti:

"Teröristlerle en büyük mücadeleyi veren komutana karşı terör eylemi gerçekleştirdiler. Daha önce İsrail, Hamas liderini ve İslami Cihad liderini öldürdü ve biz yaptık dedi. ABD ise Irak ve Afganistan'da birçok kişiyi öldürdü ancak inkar ediyordu. Bu sefer ABD Başkanı öldürdüklerini itiraf etti. ABD terörist olduğunu ilan etti ve biz öldürdük dedi. Terörizme karşı en güçlü komutanı terörist olarak ilan etti, bu ABD için utanç nedenidir."


ABD’NİN SURİYE VE IRAK’TA ASIL HEDEFİ İRAN’DI

Süleymani'nin sadece bir kişi ve Kudüs Gücünün de bir kurum olarak görülmemesi gerektiğine işaret eden Imam Hamaney, "Süleymani'nin komutası altında mücadele edenler ülkemizin güvenliğinin de önemli temsilcileridir. Evet dışarıda savaşıyorlar ancak ülkelerini koruyorlar. Onlar Suriye ve Irak'ta İran'ı koruyor. Suriye ve Irak'ta icat edilen IŞİD'in asıl hedefi İran'dı. ABD'nin asıl hedefi İran'dı. Bu Süleymani komutasında mücadele eden gençler tarafından durduruldu." diye konuştu.

HALK EMPERYALİZME KARŞI OLDUĞUNU ORTAYA KOYMUŞTUR

Rejim karşıtı gösterilerde "Ne Gazze ne Lübnan" diye slogan atanları eleştiren ve bu kişilerin İran için de kendilerini feda edemeyeceğini iddia eden Imam Hamaney, şöyle devam etti:

Reklamdan sonra devam ediyor 
 

"İran için canını feda eden Süleymani'ydi. Tahran, Kum, Kirman ve Huzistan'da meydana inen milyonlar ve diğer şehirlerde Süleymani için yas tutanlar bu büyük imtihanda yer aldılar. Halk devrimden ve İslam cumhuriyetinden yana olduğunu göstermiştir. Emperyalizme karşı olduğunu ortaya koymuştur."


HALKIN İNTİKAM SESİ ABD ÜSLERİNİ VURAN FÜZELERİN YAKITIYDI

İran halkının rejimi desteklediğini ve dünyaya farklı bir tablo göstermek isteyenlerin samimi olmadığını ileri süren Imam Hamaney, "İran halkı, zorbalığa karşı direnişten yanadır. Süleymani'nin posterine hakaret edenler mi yoksa meydanlara çıkanlar mı İran halkıdır? ABD'li yetkililer İran halkının yanında olduğunu söylüyor ancak yalan söylüyor. ABD'li yetkililer hiçbir şey yapamadı ve yapamayacaktır. İran halkı samimi duruşunu gösterdi. Halkın intikam sesi, ABD üslerini vuran füzelerin yakıtıydı." görüşünü savundu.

Ukrayna Hava Yollarına ait uçağın düşürülmesi hadisesiyle Süleymani olayının unutturulmak istendiğini savunan Imam  Hamaney, rejim karşıtı gösterilerde yer alan gençlerin de "kandırıldığını" ileri sürdü.

İran lideri, sözlerini şöyle sürdürdü:

"Biz uçak hadisesine ne kadar üzüldüysek düşman da o kadar sevindi. Düşman, İslam nizamının, silahlı kuvvetlerinin ve Devrim Muhafızlarının sorgulanmasını sağlayacak bir argüman elde etti. İran güçlü olmalıdır. İran'ın önündeki en önemli yol güçlenmesidir. Müzakere önemli değildir kiminle olursa olsun ancak güçlü olmalıyız. Ekonomi güçlü olmalı. Petrole bağımlılık bitmelidir."

Uçağın düşürülmesiyle ilgili konunun takip edilmesini ve tekrarlanmaması için tedbir alınmasını isteyen Hamaney, 21 Şubat'ta yapılacak milletvekilliği seçimlerine de katılım çağrısında bulunarak, "Halkın seçimlere katılımı düşmanı ümitsiz kılmaktadır. Halk, iştiyakla seçimlere katılmalıdır. Düşman bu konuda etkisini ortaya koymamalıdır." ifadelerini kullandı.

HAMANEY'DEN NÜKLEER ANLAŞMA TEPKİSİ

Almanya, Fransa ve İngiltere'nin nükleer anlaşmayla ilgili İran'ı tehdit ettiğini ifade eden Imam Hamaney, bu ülkelerin Irak savaşında Saddam'a yardım ettiğini öne sürdü.

Almanya'nın Saddam'a kimyasal malzeme ve silah, Fransa'nın da İran'a ait petrol gemilerini vurması için savaş helikopterleri verdiğini iddia eden Imam Hamaney, İngiltere'nin de tüm gücüyle Saddam'ın yanında durduğunu kaydetti.

Imam Hamaney, sözlerini şöyle tamamladı:

"ABD'nin çıkmasından sonra bu 3 ülke yaygara kopardı, ben bunlara inanılmaması gerektiğini ve ABD'nin hizmetinde olduklarını söyledim. Ortaya çıktı ki bu devletler ABD'nin hizmetindedir. Sizin efendiniz ABD bile İran'a diz çöktüremedi, siz ondan daha güçsüz olanlar da İran'a diz çöktüremeyeceksiniz. Bunların müzakeresi de aldatıcıdır. Müzakere masasında oturanlar ile Süleymani'nin öldürülmesine ortaklık edenler aynı kişilerdir. Sadece elbise değiştiriyorlar. Bunlar güvenilecek kişiler değildir. Müzakereden korktuğumuz yok ama ABD ile olmayacak."

Hutbede Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani, Meclis Başkanı Ali Laricani ve Yargı Erki Başkanı İbrahim Reisi ile diğer yetkililer de hazır bulundu. Daha önce cuma namazının ardından Tahran'da yapılacağı duyurulan gösteri de iptal edildi.

Pazartesi, 13 Ocak 2020 08:34

İran'dan İngiltere'ye Protesto Notası

 İran Dışişleri Bakanlığından yapılan yazılı açıklamada; İngiltere'nin Tahran Büyükelçisi Rob Macaire'in 'anormal hareketi ve yasa dışı gösterilere katılması' nedeniyle bakanlığa çağrıldığı ve Tahran yönetiminin resmi protesto notasının kendisine ve İngiltere yönetimine iletildiği ifade edildi.
 

İran'ın başkenti Tahran'da dün düzenlenen hükümeti karşıtı gösterilere katılan Büyükelçi Macaire, bir süre gözaltında tutulduktan sonra sonra serbest bırakılmıştı.

Pazartesi, 13 Ocak 2020 08:29

Katar Emiri Al Sani Tahran'da

 Katar Emiri Şeyh Temim bin Hamed Al Sani, ABD'nin üst düzey İran komutanı Kasım Sülaymani'yi öldürmesinin ardından Körfez'deki gerginliklerin ortasında İran'a sürpriz bir ziyaret gerçekleştirdi. Al Sani, Tahran'da İran Cumhurbaşkanı Ruhani ile bir araya geldi.
 

İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani ile Tahran'da görüşen Katar Emiri Şeyh Temim bin Hamed Al Sani, Ortadoğu'da İran ve ABD arasındaki yükselen gerilimde tek çözüm yolunun diyalog ve gerilimi düşürmek olduğunu söyledi.

İran Cumhurbaşkanı Ruhani: Katar'la ilişkilerimizi geliştireceğiz

İkili ve heyetler arası görüşmelerin ardından ortak basın toplantısında konuşan Ruhani, "Katar'la ilişkilerimizi geliştirme konusunda kararlıyız. Bazı ülkelerin Katar'a yaptırım uyguladığı dönemlerde Katar'ın yanında olduk. Bundan sonra da yanlarında olmaya devam edeceğiz" dedi.

İki ülkenin siyasi ilişkilerinin iyi olduğuna işaret eden Ruhani, "Ekonomi, ticaret, bilim ve kültür alanlarında ilişkilerin geliştirilmesi konusunda imkanlara sahibiz. Birkaç aya kadar iki ülke ekonomik iş birliği komisyonu kurulacaktır" ifadelerini kullandı.

Basra Körfezi, Hürmüz Boğazı ve Umman Denizi'nin güvenliği konularında fikir alışverişinde bulunduklarını dile getiren Ruhani, tüm bölge güvenliği konularında diplomatik ilişkilerin artırılacağını söyledi.

Katar Emiri Al Sani: İran'la tarihi ilişkilere sahibiz

Öte yandan, Fars Haber Ajansı'na göre, Katar Emiri Al Sani konuşmasında, iki ülke ilişkilerinin güçlenmesini arzu ettiklerini belirtti.

Ekonomi ve turizm alanlarında iki ülkenin hedef belirlediğini ifade eden Al Sani, "İran'la tarihi ilişkilere sahibiz. Ülkemize yaptırım uygulandığı günlerde İran'ın yanımızda olmasını hiçbir zaman unutmayacağız" dedi.

Bölgede hassas bir dönemden geçildiği süreçte Tahran'da olduğunu belirten Al Sani, tüm sorunların diyalogla çözülebileceği konusunda görüş birliğine sahip olduklarını kaydetti.

Al Sani, 2013'te Katar Emiri olmasının ardından İran'ı ilk kez ziyaret etti.

 

İmam Hamanei: ABD’nin Eylemleri Nedeniyle Bölge Bu Durumda
 
 Resmi bir ziyaret kapsamında Tahran’a giden Katar Emiri Şeyh Temim bin Hamed Al Sani, bugün akşam saatlerinde İslam İnkılabı Lideri İmam Hamanei ile görüştü.
 

İslam İnkılabı Lideri, bölge ülkeleri arasındaki ilişkilerin geliştirilmesi ve dış güçlerden etkilenmemesini gerektirdiğine vurgulayarak; “İran İslam Cumhuriyeti’nin defalarca ilan ettiği gibi, İran bölge ülkeleriyle daha çok işbirliği yapmaktan yanadır” dedi.

Bölgenin uygun bir durumda olmadığını belirten İmam Hamanei, “Bu durumun sebebi, Amerika’nın fitne çıkarması ve eylemleridir. Buna karşı çıkmanın tek yolu da bölgesel ilişkilerin geliştirilmesidir” ifadelerinde bulundu.

İmam Hamanei, İran ve Katar arasındaki siyasi ilişkilerin iyi durumda olduğunu fakat ekonomik ilişkilerin istenilen seviyede olmadığını belirtti. Dolayısıyla ortak alanlarda eskisinden daha çok işbirliği yapılmalı” dedi.

Katar Emiri de bu görüşmede, İran’a düzenlediği ziyaretten dolayı memnuniyetini dile getirerek, bölgesel ilişkilerin geliştirilmesinin büyük önem taşıdığını ve bu konuda daha çok çaba sarf edilmesi gerektiğini vurguladı.

Şeyh Temim bin Hamed Al Sani, ayrıca bazı ülkeler tarafından Katar’a uygulanan yaptırımlarda İran’ın bu ülkeye verdiği destekten dolayı teşekkürlerini bildirdi.

 

Pazartesi, 13 Ocak 2020 08:26

Beceriksiz ve katil Müslümanlar!!!????

Yakın tarihte silahlı kuvvetler tarafından düşürülen pek çok sivil uçak var. Dünyada savaşlar sürdüğü sürece sivillerin güvende olması mümkün değil. Savaşın yol açtığı dolaylı tahribat bir yana, savaş bölgesi ile hiçbir ilgisi olmayan insanlar bile savaşın doğrudan kurbanı olabiliyor. İran’da vurulan Ukrayna uçağı da işte böylesi bir trajedi. ABD ve İran arasındaki gerilimde, 176 masum sivilin ölümü yürekleri yakıyor.

YAKIN TARİHİN TRAJEDİLERİ

Yakın tarihteki benzer vakalardan biri LN 114 Libya Hava Yolları uçağıdır. 1971’de Trablus-Kahire seferini yaparken kötü hava koşulları ve uçuş sistemindeki arıza sebebi ile yönünü kaybeden uçak o zamanlar İsrail işgali altında olan Sina hava sahasına girer. Pilotlar durumu fark ettiklerinde geri dönmeye çalışırlar ama, buna fırsatları olmaz. Peşlerine takılan İsrail jetleri uçağı yakın mesafeden vurup düşürür.

LN 114 olayında, aralarında Libya Dışişleri Bakanı Salih Buyassir’in de bulunduğu 108 kişi yaşamını yitirmiş, İsrail, sivil bir uçağın emir komuta zinciri içinde yakın mesafeden vurularak düşürülmesini “değerlendirme hatası” olarak nitelemişti.

Savaş makinelerinin sıcak çatışmaların çok uzağındayken yaptığı “kazalar” da var. Tarih, 27 Haziran 1980. İtalyan Itavia Havayollarına ait DC-9 yolcu uçağı Bolonya - Palermo seferini yaptığı sırada bir Fransız savaş uçağından ateşlenen füze ile düşürüldü. Uçaktaki 81 kişinin tamamının öldüğü bu kaza ile ilgili pek çok detay hala karanlıkta.

1 Eylül 1983 günü yaşanan Kore Hava Yolları-KAL faciasını da hatırlamak lazım. New York-Seul seferini yapan uçak, teknik bir arıza yüzünden Sovyetler Birliği hava sahasına girmişti. Soğuk savaşın en gerilimli zamanlarıydı. 269 kişi taşıyan uçak, Sovyet hava savunma sistemine ait füzeler tarafından vuruldu, kurtulan olmadı. Olay soğuk savaşın önemli başlıklarından biri olarak yıllarca tartışıldı.

Reklamdan sonra devam ediyor 
 

3 Temmuz 1988’deki Iran Air 655 olayı ise hepsinin içinde belki de en trajik olanıdır. İran Hava Yollarının Tahran-Dubai seferini yapan uçağı, ABD’nin USS Vincennes savaş gemisinden atılan bir füze ile düşürüldü. Uçakta bulunan 290 kişinin tamamı öldü. Uçak vurulduğunda İran hava sahası içindeydi. ABD’nin savaş gemileri ise kendi ülkelerinden binlerce mil uzakta jandarmalık yapıyordu. ABD, olaydaki kusurunu kabul etmedi ve hiçbir zaman resmen özür dilemedi. Üstelik, 1990 yılında tüm gemi personeline gazi nişanı verildi; 290 kişinin katili, gemi komutanı William Rogers, üstün hizmet madalyası ile ödüllendirildi.

BATININ İKİYÜZLÜLÜĞÜ

KAL faciası ile Iran Air 655’in düşürülmesi arasında sadece beş yıl vardır. Ancak Batı medyası bu iki olaya taban tabana zıt tepkiler verir. İletişim bilimci Robert Entman’ın yaptığı karşılaştırmalı analize göre KAL uçağının düşürülmesi “Sovyetlerin devlet kararı ve hatta tüm Sovyet ulusunun kötülüğünün bir göstergesi” olarak işlenirken, 655’in vurulması “basit bir hata” olarak işlenmiştir.

Bu mukayese, “bağımsız gazeteciliğin kıblesi” olarak tarif edilen Batı medyasının, aslında bir psikolojik savaş aygıtı olduğunu gösteren güzel bir örnektir. Tüm dünyaya yayılmış Batı hayranı kafalar ise bu çifte standartlı yaklaşımın gönüllü fedaileri olurlar.

Ukrayna uçağının düşürülmesinin ardından gördüklerimiz de bu şemaya uyuyor. Batı referansları ile kurulmuş zihinler, olayın aydınlatılması için elinden geleni yapan İran’ı idam sehpasına taşımakla kalmıyor, lafı getirip Müslümanların “ahmaklığına ve beceriksizliğine” hatta “katilliğine” bağlıyor. Böylelikle Batı’nın “Müslümanların elinde bu tip silahlar bulunmamalıdır” tezi beslenmiş oluyor.

Batılıların bu tip “kazalar” konusundaki sicili çok daha kabarıkken, neden “beceriksiz Hristiyanlardan” ya da “katil Batılılardan” söz edilmiyor dersiniz? Çünkü çatışmaları başlatan ABD saldırganlığını görmeyelim, Batılı istihbarat örgütlerinin karanlık işlerini unutalım, emperyalist işgali yok sayalım... Ve tüm bunların yerine “Müslümanların beceriksizliğine” inanalım isteniyor! Anlaşılan o ki gerçeğin bu şekilde tahrif edilmesine, vicdanın güçlülerin elinde bir soytarıya çevrilmesine artık bir dur dememiz gerekiyor.

Gaffar Yakınca
Aydınlık Gazetesi, 13.1.2020

Cumartesi, 11 Ocak 2020 06:31

Trump Kayıplarını Gizliyor

Arap Dünyasının önde gelen analistlerinden olan ve aynı zamanda Rey el-Yevm Gazetesi Baş Editörü, Amerika Başkanı’nı yalancı olarak nitelendirerek şunları söyledi: ‘Trump yalan söylüyor ve Ayn’ul Esed’e düzenlenen saldırıda yaşanan kayıpları gizliyor.’


Arap Dünyasının önde gelen analistlerinden olan ve aynı zamanda Rey el-Yevm Gazetesi Baş Editörü Abdel Abri Atvan, Rey el-Yevm Gazetesinde kaleme aldığı yazısında, İran İslam Cumhuriyeti Devrim Muhafızları’nın Ayn’ul Esed üssüne düzenlediği saldırının ardından, Amerika Başkanı’nın verdiği kayıpları gizlemeye çalışmasıyla alay etti.

Abdel Abri Atvan şu ifadelerde bulundu: ‘Trump profesyonel bir yalancıdır ve Ayn’ul Esed’e düzenlenen saldırıda verdiği kayıpları gizlemektedir.

Devrim Muhafızlarının Ayn’ul Esed üssüne yaptığı saldırıda ölenlerin sayısının tam olarak belirlenmesi için erken olsa da Trump'ın, saldırıda herhangi bir kayıp yaşanmadığı yönündeki iddiasının yalan olduğunu gösteren bazı kanıtlar vardır. Bunlar arasında;

1- Trump daha önce, İran'ın ABD'nin insansız hava aracını düşürmesine tepki olarak bir İran İHA’sının düşürdüğünü açıkladı ve iddiasını doğrulayacak resimler yayınlayacağı sözünü verdi, ancak dört ay geçmesine rağmen Trump'ın iddiasını kanıtlamasından bir haber yok.

2- Trump, ABD İHA’sının İran kuvvetleri tarafından düşürülmesinin ardından, İran'a askeri bir saldırının, ABD İHA’larının hedeflerine ulaşmasından dakikalar önce son dakikada iptal edildiğini iddia etti. Ancak, şimdiye kadar iddiasını doğrulayacak hiçbir kanıt sunmadı.

3- Trump daha önce, ABD'nin bölgedeki çıkarlarına ve müttefiklerine yapılan saldırıların intikamını alacağı sözünü vermişti, ancak Suudi Aramco tesisi hedef alındığında, müttefiki Riyad'ı savunmak için misilleme konusunda hiçbir şey söylemedi.

4- Amerikalı gazeteciler, Trump'ın yalanları konusunda, onun İran'la yapılan nükleer anlaşma, Çin ile ticari ilişkiler ve cumhurbaşkanlığı seçimlerinin maliyetleri ile ilgili açıklamaları da dahil olmak üzere sekiz büyük yalanını listelediler.

5- Trump daha önce Ebu Bekir Bağdadi'yi öldürdüğü konusunda ısrar etmişti, ancak bugüne kadar ABD tarafından Ebu Bekir Bağdadi’nin cesedine ait hiçbir görüntü yayınlanmadı. Trump, cesedin denize atıldığını ve gelecekte de onu tekrar göremeyeceğimizi iddia etti!

Trump'ın bu birçok yalanının dışında, İran Devrim Muhafızları füzelerinin hiçbir Amerika askerini öldürmediğini varsayarsak bile, Trump’ın açıklamalarında, onun Ayn’ul Esed’deki tesislerin imha edildiğini inkâr etmediği çok açıktı. Bu da Irak'taki en büyük ABD üssünü hedeflemeye karar verebilecek olanın İranlılar olduğu ve hatta füzelerinin bile tam olarak hedefe isabet ettiği anlamına gelmektedir.

Cumartesi, 11 Ocak 2020 06:21

Suikasttan sonra Türkiye

İran’ın Kasım Süleymani suikastına misilleme olarak, Irak’taki iki ABD üssünü vurması ve 80 ABD askerini öldürdüklerini açıklamasına karşı, ABD başkanı Trump hiç kimsenin burnunun kanamadığını söyledi. İran’ın değil ABD’nin yaptığı “hiç zarar görmedik” açıklamasına daha fazla prim veren çevrelerde, bu olayın ABD ile İran arasında danışıklı dövüş olabileceği iddiası ortaya atıldı.

Ortadoğu’da amaçlarına erişmekte zorlanan ve bölge denklemi tarafından giderek sıkıştırılan ABD’nin bazı gösteriş eylemlerine yönelmek istediği bilinmeyen bir şey değil. Geçmişte İran’ın nükleer programına karşı bombardıman “show”u yapmak için bizzat İran’dan kendisine bazı boş araziler göstermesini el altından talep ettiği ortaya çıkmıştı. Fakat son olay ABD’nin ben hala buradayım mesajı vermesini amaçlasa da, sonuçları açısından ABD’nin durumunu daha da zorlaştırmaktan başka bir işe yaramadı.

Kasım Süleymani, İran için herhangi bir asker değil, bölgedeki nüfuz ve etkisinin somut timsaliydi. Türkiye’nin temel milli çelişmesini ABD emperyalizmi ile aramızdaki çelişme olarak değil, İran Şiiliğiyle Türkiye Sünniliği arasında imiş gibi gören mezhepçi kafalar, bu nedenle Süleymani’nin katledilmesine sevindiler. Mezhepçiliğin dünyayı anlamak ve açıklamaktaki zaafları bir yana, İran düşmanlığı yapanları ABD işbirlikçiliğine savurduğunu bir kez daha kanıtladılar.

ABD’nin hamlesi, İran’a somut bir zarar vermeyi hedefliyordu. Ancak İran’ın sert misillemesinin ardından Irak Parlamentosu’nun aldığı, ABD’yi Irak’ı terk etmeye davet eden karar, ABD’nin durumunun Süleymani suikastinden öncekine göre daha iyi olmadığını gösteriyor. Basit bir siyaset kuralıdır: eğer bir eylem, güç ve imkânlarınızı, eylemden önceki duruma oranla daha da kötüleştirecekse, o eylemi yapmamak gerekir. Şu durumda ABD, bu basit kuralı çiğnemiş ve Ortadoğu’daki manevra yeteneklerini daha da daraltacak bir eylem yapmıştır. Peki ama neden?

Bir eylemin sonuçlarını tam olarak yönetemeyeceğiniz halde, ortaya çıkabilecek sonuçlardan birinin işinize yarayabileceği ihtimali üzerine hareket ediyorsanız, o eylem bir tür intihar eylemi vasfı kazanabilir. ABD’nin suikasttan tek beklentisinin, İran’ın etkili bir cevap verememe ihtimali olduğu anlaşılıyor. Eğer böyle olsaydı ABD üstünlük kazanacaktı. İran cevap verdiğinde, ABD daha sert bir misilleme yapabilseydi, bölge topyekûn savaşa tutuşacaktı. ABD, ikinci bir cevap veremeyince, hiç zarar görmediği yalanını söylemek ve alttan alarak masaya oturma çağrısı yapmak zorunda kaldı. Trump’ın, İran’ın cevabı karşısında 80 değil ama 8 askerimiz öldü bile deme şansı yoktu. Çünkü dünya liderliği iddiası olan bir devletin böyle bir durumda mutlaka bir misilleme yapması beklenecekti. Trump “ben zarar verdim ama onlar veremedi” yalanıyla, olayın üstünü kapatmak zorunda kaldı.

Olayın bizdeki yansımalarına bakıldığında iki husus ön plana çıkıyor. Birincisi, Türkiye gibi son altmış yılını batı sistemi içinde yaşamış bir ülkede, emperyalizme bağımlılık mekanizmaları sadece ekonomik ve siyasal düzlemde kalmıyor, aynı zamanda zihinsel kodlar, dünya görüşleri ve sosyal psikoloji düzleminde de etkili oluyor. Bütün göstergelere rağmen ABD’nin yenilebilen bir güç olduğuna inanmak istemeyenler, Süleymani suikastında bile ABD ile İran arasında gizli anlaşma arıyorlar. Batıcılığın yarattığı özgüvensizlik 20. yüzyılın ikinci yarısının ABD açısından emperyalist hâkimiyetin yanı sıra çok sayıda yenilginin de tarihi olduğunu görmeyi engelliyor. Oysa ABD Ortadoğu’da yeniliyor ve sonuçlarını tam olarak yönetemeyeceği eylemler yapmaya mecbur kalıyor. Bu açıdan Süleymani suikastı ABD’nin gücünün değil, güçsüzlüğünün göstergesidir.

İkinci olarak, gelinen aşamada ABD’nin yalnızlaştıkça eski güvenilir müttefiki Türkiye’nin “disiplinsiz” hareketlerini daha fazla sorun edeceği öngörülebilir. Ortadoğu’daki manevra alanını genişletemeyen ABD’nin, Türkiye’yi yeniden yola getirmek amacıyla yeni bir deneme yapması şaşırtıcı olmayacaktır. ABD’nin kısa bir süre içinde ilgisini yeniden Türkiye üzerinde yoğunlaştırıp, kendi yanında saf tutması için nihai bir karara zorlaması beklenmelidir.

Son yıllarda ABD’nin artan baskısı, Türkiye için bir beka sorununa dönüşmüş ve görece bağımsız hareket etmesine giden yolu açmıştı. Önümüzdeki aylarda yoğunlaşacak olan ABD baskısı, Türkiye’nin batı ile ilişkileri konusunda gerçekten nihai bir karara varmasına ve Avrasyalı kimliğini milli bilincine çıkarmasına yol açacaktır.

Atakan Hatipoğlu
Aydınlık Gazetesi, 11.1.2020