
کارگر
Tebes Çölü Olayı
25 Nisan günü, Amerika’nın İran'a yönelik askeri müdahalelerinden birinin yıldönümüdür.
Bu günde Amerika tarihinde bir başka büyük fiyasko ve yenilgi kayda geçti. Tebes olayı aslında Amerika’nın İran’a askeri saldırı projesinin başlangıcı ve aynı zamanda sonu oldu. Bu operasyon çok titiz bir plan çerçevesinde ve İran’ın Tebes çölündeki iklim şartları ve bu bölgede terk edilmiş bir havaalanının tespit edilmesine dayanarak hazırlanmıştı.
25 Nisan 1980 tarihinde Amerika’ya ait bir kaç askeri uçak önceden hazırlanan çok titiz bir plan çerçevesinde gece yarısı İran hava sahasına girerek ülkenin doğusunda ve Tebes çölünün tam ortasında terk edilmiş bir havaalanına iniş yaptı. Bu açık tecavüz İranlı inkılapçı ve İmam Humeyni –ks– çizgisinde hareket eden öğrencileri kendiliğinden gelişen bir hareketle ve Amerika’nın İran’a yönelik müdahalelerini ve komplolarını protesto etmek amacıyla 4 Kasım 1979 tarihinde Amerika’nın Tahran’daki casusluk yuvasını veya büyükelçiliğini fethetmelerine tepki olarak gerçekleşiyordu.
İranlı inkılapçı öğrenciler Amerika’nın casusluk yuvasında diplomat kılığında casusluk faaliyeti yürüten casuslarını rehine olarak tutuyordu. Amerika ise bu konudan İran’a askeri müdahale bahanesi olarak yararlanmak ve böylece İran’a müdahalelerini örtbas etmek istedi.
Amerika Tebes operasyonunu Kartal Pençesi olarak adlandırmıştı ve amacını sözde Amerikalı rehineleri kurtarma şeklinde açıkladı. Ancak Kartal Pençesi operasyonu hezimete uğradı ve böylece Amerika’nın İran’a karşı müdahaleci hedeflerinin bir başka bölgesi olarak İslam inkılabı tarihinde kayda geçti.
Bu operasyonu gerçekleştirmek için ilkin Amerikalı askerleri taşıyan üç adet MC-130 kargo uçağı ve üç adet EC-130 yakıt tankeri uçağın Umman kıyılarında yer alan Miser adasından kalkıp İran hava sahasına girmesi ve Çöl-1 olarak adlandırılan bir bölgede operasyona başlamak üzere inmesi gerekiyordu. Operasyona, Umman körfezinde bulunan Amerikan uçak gemisinden kalkan 8 askeri helikopterinin katılması ile tamamlanması gerekiyor. Böylece bu operasyon Amerika açısından mükemmel bir operasyon olacaktı.
Aslında Amerika bundan önce de İran’a doğrudan müdahalede bulunmuş ve hatta askeri darbe yaptırmıştı. Şimdi ise Tebes çölü üzerinden tecavüz planı, tüm detayları iyice düşünülen ve İslam inkılabının zaferinden iki yıl sonra uygulanan bir plan olacaktı.
Ancak bu operasyon ta başından Amerikan askeri uçaklarının Tebes çölünde kum fırtınaya yakalanması ile birlikte hezimete uğradı. Aslında bu operasyon Amerikalı devlet adamları için yeni bir macera değildi, çünkü bu zümrenin tecavüzcü uygulamaları dosyası oldukça ağır ve karaydı ve Tebes olayı bu cinayetlerin karşısında pek de büyük sayılmazdı, ama yine bu komplonun hezimete uğramış olması Amerika için büyük bir rezalet ve fiyasko sayılıyordu.
Tebes olayı Amerika’nın İran’a yönelik müdahale eğiliminin bir başka yüzünü sergiledi ve geniş boyutlara ulaştı ve tüm dünya neden İran milleti Amerika’dan, yani bu milletin haklarına el uzatan devletten nefret ettiğini anlamaya başladı.
Amerika yönetimi Tebes macerasından sonra izlediği tutumu ise bir kez daha beyaz saray elebaşılarının bu maceradan ders almadığını ve hatta Amerikalı casuslar serbest bırakıldıktan sonra müdahaleci tutumu daha da genişlediğini ve her gün bu müdahalelere bir yenisi eklendiğini gösterdi.
Amerika hiç bir zaman İran milletine karşı müdahaleci tutumundan el çekmedi ve sadece zaman zaman yöntemlerini ve senaryolarını değiştirdi.
Kum Fırtınası
Nur 1 Uydusu İsrail'in Korkulu Rüyası Oldu
Siyonist İsrail Uzay Ajansı Başkanı, İran’ın Nur 1 uydusunu uzaya başarılı bir şekilde göndermesinin Siyonist rejimin güvenliği açısından tehlikeli olduğunu söyledi.
Tesnim’in haberine göre, İran’ın uzaya gönderdiği Nur 1 isimli uydunun yörüngeye yerleşmesini değerlendiren korsan İsrail Uzay Ajansı Başkanı şunları söyledi: ‘İran bu uydu sayesinde dünyanın her noktasından haber alabilecek. Biz bu uydunun yörüngeye yerleşmesinden ve bunun ortaya çıkaracağı sonuçlardan endişeliyiz.’
İran’ın ilk askeri uydusu uzaya fırlatıldı
İran İslam Cumhuriyeti’nin ilk askeri uydusu, İslam İnkılabı Muhafızlar Ordusu tarafından uzaya fırlatılarak yörüngeye yerleştirildi.
İran İslam Cumhuriyeti’nin ilk askeri uydusu “Nur” İslam İnkılabı Muhafızlar Ordusu tarafından "Kasıd" (Haberci) adlı uydu taşıyan füze ile uzaya fırlatıldı.
Uydu yerden 425 kilometre yükseklikte belirlenen yörüngeye yerleşti. Bu operasyon İran İslam Cumhuriyeti’nin uzay faaliyetleri alanında büyük bir kazanım ve gelişme sayılıyor.
Son yıllardaki denemeler başarısız olmuştu
İlk yerli üretim uydusunu Şubat 2009'da uzaya gönderen İran, daha sonraki yıllarda uzaya birçok uydu fırlattı ancak bunların uzayda kalma süresi kısa oldu. İran, geçen yıl ocak ayında uzaya fırlattığı bir uydunun yörüngeye yerleştirilme aşamasının başarısızlıkla sonuçlandığını açıklamıştı.
Son olarak 9 Şubat'ta "Zafer" adlı gözlem uydusunu uzaya fırlatan İran, taşıyıcı roketin istenen hıza ulaşamaması nedeniyle uydunun yörüngeye yerleşemediğini duyurmuştu.
ABD, İran'ın balistik füze faaliyetlerinin Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin (BMGK) 2231 sayılı kararına aykırı olduğunu, İran'ın "Orta Doğu ve Avrupa'yı tehdit eden kıtalar arası balistik füze programını uydu faaliyetlerinin arkasına gizlediğini" iddia ediyor. İran ise geliştirilen füzelerin konvansiyonel olduğunu savunuyor.
Velayeti: Nur uydusu İran’ın kalkınmadaki azminin göstergesidir
İran İslam inkılabı rehberinin uluslararası işler danışmanı Ali Ekber Velayeti, 'Nur' uydusunun başarılı bir şekilde uzaya gönderilmesinin, İran İslam inkılabının kalkınmaya dayalı, ülkenin bağımsızlığının korunmasındaki azim ve gücünün bir göstergesi olduğunu söyledi.
İRNA ajansına göre, Ali Ekber Velayeti, ‘Nur’ uydusunun gönderilmesini İslam inkılabı tarihine, İran’ın bilimdeki kazanımları ve yetenekleriyle ilgili olarak altın bir sayfa olarak geçeceğini belirterek, bu başarının aynı zamanda İran’ın çeşitli alanlarda kendine yeterli olmasının bir başarısı olduğunu söyledi.
Velayeti, İran’ın korona ile mücadele ettiği ve aynı zamanda Amerika’nın zalimce ve tek yanlı yaptırımlarının en ağır gerçekleştiği bir zamanda İran devrim muhafızları ordusunun ‘Nur’ uydusunu uzaya başarıyla göndermelerinin İran İslam Cumhuriyeti’nin bağımsızlığı koruma ve kalkınmadaki azmini yeniden ispatladığını söyledi.
Ali Ekber Velayeti, her türlü düşmanlıklara ve senaryolara karşı İslam Cumhuriyetinin bağımsızlık, kalkınma, ilerleme yolunu sürdüreceğini söyledi.
İran, Irak ve Haşdi Şabi
Bismillah
ABD’nin Irak’ı işgal ettiği 2003 yılından beri ne zaman ABD işgali ve sultası gündeme gelse İran’ın da adı geçer kuşkusuz. Irak’ta anayasa tedvin edilir İran, referandum düzenlenir İran, seçim olur İran, Irak’lı partileri uzlaştırma gerekir İran, hükümet kurulmak istenir İran, DAİŞ işgaline karşı Haşdi Şabi (halk seferberliği ve eğitimi) gündeme gelir İran, Irak’ın parçalanmasına karşı duruş vb gelişmelerde İran hep ilk sözü edilen ülke olur.
Peki niçin başka komşu ülkelerin değil de hep İran’ın Irak üzerindeki nüfuzu, yaptırım gücü, arabuluculuğu ve yardımları gündeme gelir?
Suriye dışında Irak’a komşu öteki ülkeler işgalci ABD ile her bakımdan ittifaklar ve işbirliği içerisinde olmalarına ve tarihi geçmişleri, dil, mezhep vb ortak değerlere sahip olmalarına rağmen niçin Irak üzerinde İran kadar veya daha az nüfuz sahibi olamamaktalar? Halbuki askeri, ekonomik ve medya gücü bakımından İran’dan daha zayıf sayılmazlar. Hatta komşu ülkelerden hiç biri İran gibi bu ülkeyle sekiz yıllık bir savaş geçmişine de sahip değiller.
Burada şu soru öne çıkmaktadır: Ya öteki komşu ülkeler Irak üzerinde yanlış hesaplar yapıyorlar? Ya da İran’ın yaptığı bazı şeyleri yapamıyorlar? Ya da her ikisi.
Evet, bu ülkeler Irak’ta yanlış çevrelerle ilişki geliştirdiler. En başında Amerikan işgalini onayladılar, işgalden rant sağlamaya , pay almaya çalıştılar. Ardından hesaplarını Irak’ı parçalama planı üzerine yaptı ve her biri mezhep ve kavmiyet taassubuyla ayrılıkçı, bağnaz ve terörist çevreler üzerine yatırım yaptı ve onları sonuna kadar desteklediler. DAİŞ terör çetesinin Musul’u işgali öncesi ve sonrasında bölge ülkeleri resmi makamlarının neler söyledikleri hala kulaklarda çınlamaktadır.
İran ise Amerikan işgalinin ilk gününden beri ABD’yi bu ülkeden nasıl çıkaracağının planlarını yaptı ve hala da aynı çizgide sabırla çalışmaktadır. Irak’ın toprak bütünlüğünün korunması için –iddia edildiğinin aksine- sadece Şiilerle değil Sünni Araplar ve Kürtlerin liderleriyle de daima sıkı ilişkiler geliştirdi. Elbette Irak’a yardım ederken kendi çıkarlarını gözettiği inkar edilemez.
İşgal sonrası Irak’a genel vali (Paul Bremer) atayan, Irak’taki bütün mülki ve askeri idareyi kontrolüne alan, sınır güvenliğinden petrol satışına kadar ülkeyi tek başına bu vali aracılığı ile yönetmeye başlayan ABD nasıl oldu da anayasa tedvini ve halkın oyuna sunulmasını engelleyemedi?
Çünkü, İran’ın yönlendirmesi ve yardımlarıyla başta Ayetullah Sistani olmak üzere Irak dini merceiyeti varlığını ortaya koydu. Saddam döneminde çetin mücadeleler vermiş Şii ve Kürt siyasal oluşumlar İran’ın yardım ve yönlendirmeleriyle Amerika’nın genel vali yönetiminin devamına karşı çıkmaya başladılar.
İdeal olmasa da yeni bir anayasa hazırlanması, ivedilikle halkın oyuna/onayına sunulması, yeni devlet organlarının bu anayasaya göre şekillenmesinde İran’ın rolünü kim inkar edebilir?
ABD 2. Dünya savaşından bu yana girdiği hiçbir ülkeden kendi isteği ile ayrılmamıştır. Askeri birliklerine yer/üs veren ve besleyen/giderlerini üstlenen ülkeler olduğu sürece niçin ayrılıp gitsin ki?! Hem askeri giderlerini ev sahibi ülkeye ödettiriyor hem de sultasını sürdürebiliyorsa ABD veya herhangi bir işgalci güç kendi rızasıyla bundan vazgeçer mi hiç?
ABD askeri güçlerinin işgal ettiği veya çöreklendiği yerlerden sökülüp atılması ancak ve ancak halk direnişiyle olmuştur. Hükümetlerle yapılan anlaşmalar çerçevesinde gerçekleşmiş olsa da o ülke halkının hükümete baskı ve ısrarlı talepleriyle olmuştur. Ve nitekim on binlerce Amerikan askerinin yapılan bir anlaşma çerçevesinde 2011 yılında Irak’ı terk etmeleri de İran destekli hükümetin çabaları ve halkın baskıları sonucunda sağlanmıştır.
Kendi ifadeleriyle bir trilyon Dolardan fazla harcama yapan ve on binlerce askerini kaybeden ABD’yi Irak’ta başarısızlığa sevkeden faktörlerin başında hiç kuşkusuz İran’ın izlediği siyaset, eğitim ve organizelerinde yardımcı olduğu silahlı direniş grupları gelmektedir.
ABD 2003 yılında Irak’ı işgal ederken Saddam Hüseyin rejimini yıkıp yerine bu ülke halkının iradesiyle işbaşına geçecek bir rejim kurmayı amaçlamıyordu herhalde. ABD’nin öyle demokrasi gibi bir kaygısı olsaydı bölgede Saddam’dan önce yıkılacak o kadar krallık, şeyhlik ve emirler var ki, Saddam’a zor sıra gelirdi
Amerikalıların defalarca itiraf ettikleri üzere Saddam’ın elinde kitle imha silahları bulunduğu iddiası işgal için kullanılan bir kamuflajdı sadece.
ABD’nin çok yönlü planları vardı ve bunların başında İran’ı kuşatarak İslam İnkılabının yayılışını engellemek, BOP planını hayata geçirmek, Irak ve bölgedeki petrol yataklarını kontrol altında tutarak durmadan büyüyen Çin’e karşı elini güçlendirmek ve nihayetinde işgalci Siyonist rejimin varlığını korumak gelmektedir.
Peki yüz binlerce insanın ölümü, yaralanması, evlerini barklarını bırakıp başka bölge ve ülkelere göçmesine sebep olan bu işgal sonucunda ABD planladığı hedeflerine ulaşabildi mi? Şimdiye kadar yukarıda sayılan hedeflerine ulaşamadığını söylemeye gerek yok herhalde. Batı emperyalizmi bölgemiz üzerinde kurduğu sultasına karşı hiçbir zaman şimdiki kadar direnişle karşılaşmamıştır. Başta Irak ve Suriye olmak üzere Batı’ya karşı direnişin merkez ve destekçisinin İran olduğunu kim inkar edebilir?
Gözlerini mezhep ve kavmiyetçi taassubun bürüdüğü birtakım çevreler bu gerçeği göremiyor veya görmek istemiyorlar. Ama kendi basiretsizliklerini görememeleri ve kıskançlıkları onları bu gerçeği kabullenmekten alıkoymakta ve hatta bilerek veya farkında olmadan emperyalist Batı’nın safında bulunmayı tercih etmektedirler.
Bir Haşdi Şabi düşmanlığıdır bunları kahretmektedir. İran’ın desteklediği, İran taraftarı, İran güdümlü Haşdi Şabi milisleri ifadelerini Irakla ilgili her haberin bir başında bir sonunda tekrarlamaktadırlar.
Irak içerisindeki Amerikancı çevreler de Irak dışındakilerden farklı değil. Haşdi Şabi gündeme gelince, devlet kontrolü dışındaki silahlı birlikler yasaklanmalı vb ifadelerle Amerikalıların sözlerini tekrarlamaktadırlar.
Peki kimdir bu Haşdi Şabi güçleri?
2016 yılında Irak topraklarının önemli bir bölümünü işgal edip başkent Bağdat’a doğru ilerleyen DAİŞ terör çetelerine karşı koymak için dini merceiyetin fetvası ve İran’ın yardımıyla organize olan ve silahlandırılan halk seferberlik güçlerinin adıdır Haşdi Şabi.
DAİŞ her ne kadar Irak ve Suriye’de şehirler ve yerleşim merkezlerinden çıkarılıp yenilgiye uğratılsa da kalıntıları hala Irak ve Suriye’de devam etmekte olup terör ve cinayetlerinden vazgeçmiş değildir.
Peki, DAİŞ ve benzeri terör örgütlerine karşı hala çetin bir mücadele veren Haşdi Şabi güçlerine yönelik Irak içi ve dışındaki bu kin ve nefretin sebebi nedir öyleyse?
Çünkü Haşdi Şabi kendisi bir halk seferberlik gücü olduğu gibi Irak halkını da her türlü iç ve dış tehlikeye karşı organize edecek bir kapasiteye sahiptir. Bu ise ABD ile Irak içindeki ve dışındaki uzantıları ve müttefiklerinin tahammül edebileceği bir durum değildir. Hükümetler ve ordu komutanları üzerinde öteden beri nüfuz ve kontrol kurmaya alışmış, askeri ve sivil darbeler planlayan müstekbir güçler Haşdi Şabi, Besic ve genel olarak meydanı terk etmeyecek halk güçlerini uğursuz planları karşısında engel görmektedirler.
Ve nitekim 2011 yılından sonra sadece belli üslerde konuşlanan sınırlı sayıda askeri varlığına rağmen 2016 yılında DAİŞ ile mücadele bahanesiyle Irak’taki zayıf/basiretsiz yöneticilerin davetiyle yeniden Çok Uluslu Koalisyon Güçleri adı altında Irak’a çağrılan Amerikan askeri birlikleri Irak Meclisi’nin geçen Ocak ayında aldığı kararla ülkeyi terk etmek zorundadır.
Irak’tan ayrılmak niyetinde olmayan ABD bu ülkedeki hassas dengeleri ve anlaşmazlıkları kullanarak Irak yönetimini önümüzdeki Haziran ayında stratejik işbirliği adı altında düzenlenecek görüşmelerde yeni bir anlaşmaya mecbur bırakmak ve bir süre daha Irak’ta kalmak istemektedir. İşte böyle hassas bir dönemde Haşdi Şabi Irak’ın imdadına yetişmekte ve ABD’nin kayıtsız şartsız alınan karara uymasını ve Irak’ı terk etmesi gerektiğini, aksi takdirde silahlı saldırıda bulunacağını açıkca deklare etmiş bulunuyor.
İçte ve dışta Amerikan dostlarının Haşdi Şabi’ye olan düşmanlıklarının sebebi böylece daha iyi anlaşılmaktadır. İçtekiler Amerikan güçlerinin gitmesiyle istedikleri gibi at koşturamayacakları, bölücülük planları suya düşeceği için; bölgedekiler ABD’nin Irak’tan çıkmasıyla Direniş Cephesinin güçleneceğine tahammül edemedikleri için; ABD ise Irak’tan çıkarsa bütün bir Batı Asya’ya elveda edeceğini bildiği için.
İran’ın Irak halkına 2003 yılından beri vermiş olduğu destek ve hediyelerin en büyüğü işte bu Haşdi Şabi’dir.
Ziya Türkyılmaz
Bekleyin, yeni ‘paralel ordu’ geliyor
İdlib’deki yeni yapılanma Türkiye’nin muhalif grupları dağıtıp tamamen kendi milis gücünü kurması anlamına geliyor. Bu planlamaya Suriye ordusuna karşı savunma ve saldırı planlarının hazırlıkları da eşlik ediyor.
Yani Türkiye her türlü tehlikeyi içinde barındıran ve cihadî karakteri ağır basan milis güçlerine veda etmiyor.Türkiye’yi 5 Mart’ta Moskova’da yeni bir mutabakata götüren gelişmeler pek dramatikti. İdlib sathında olup bitenler, Suriye’yi Türkiye açısından da bataklığa dönüştüren siyasetten dönülmesini zaruri kılıyordu. Moskova Mutabakatı M-4’ün açılması, yolun iki tarafından toplam 12 km’lik güvenlik koridoru oluşturulması ve BM Güvenlik Konseyi’nin terör örgütü saydığı grupların elimine edilmesini öngörüyordu. Bu, özü itibariyle Rusya’nın Suriye’yi Suriye’ye bırakmaya dönük stratejisinde yeni bir fasıl. Sahada atılan adımlar mutabakat adına ama kurgu örtülü ajandaya göre işliyor.
Nedir bu ajanda? Bu klikte “Nasipse” diye başlar her şey. “Gün ola hayrola” diye mola verir. Fırsatını kollar, boşluk doldurur, atlar, zıplar.
Belli ki Erdoğan bu mutabakatı yeni bir “kontrol hattı” olarak algılıyor. Haritaya bakılırsa Türkiye, Kobani kesintisi hariç Hatay’dan başlayıp Mardin’e kadar sınır hattı boyunca 30-40 km derinliğinde bir bölgeyi çevirmiş durumda. İmkansızı zorlayarak çemberi nasıl tamamlayacaklarına bakıyorlar.
Şimdi 5 Mart’tan beri İdlib’e yığınak kaldığı yerden devam ediyor. M-4’te Ruslarla atılan devriyeler Türkiye’nin şimdiye kadar açık-örtülü desteğini almış cihatçı yığınların engeliyle karşılaşıyor.
Bu düğüm müdahalesiz aşılacak mı?
“Meseleyi askerileştirmek istemiyoruz” dercesine M-4’ü kapatan silahlı adamların karşısına Türk polis birliği çıkartılıyor. Sanki birileri E-5’i kapatmış da toplum polisi işbaşında. “Siz bizdensiniz, vatandaş bile sayılabilirsiniz” kıvamında bir incelik! Afrin, Tel Rıfat, Menbic, Tel Temir değil ki obüsler konuşsun!
Kâğıt üzerinde “kökünü kazımaktan” bahsettikleri örgütlerle öncelikli tercih savaş değil müzakere. Yaklaşım basit; “Bir zahmet çekilin, Türk-Rus ortak devriyesi yapılabilsin, hiç olmazsa mutabakatın bir maddesi uygulanmış olsun, zevahiri kurtaralım, gerisine de bakarız!”
***
“Gerisi” daha da önemli. Bu örgütleri sahadan silmek değil daha kullanışlı hale getirmektir dertleri. Suriye ordusunun önüne bariyer dikmek, Kürt güçlerine karşı kullanmak, bunlara çıkar bekçiliği yaptırmak, ‘sakıncalı hakları’ bunlarla terörize etmek. Yetmez, Suriye dışında Libya gibi yeni cephelere sürmek…
Bunlar oluyor zaten. Bakınız Libya’ya gönderilenlerin sayısı 5 bini geçti. Üstelik YPG’yi baskılamak için Barzani yönetiminin uhdesinde eğitilip donatılan Roj Peşmergelerinden de gidenler ve ölenler olduğuna dair haberler bugünlerde Kürdistan coğrafyasını sallıyor.
Birkaç haftadır Türk askeri ve istihbarat unsurları bu örgütleri yoğurma, evirme, çevirme ve kendi yedeğine alma işine yeniden koyulmuş gözüküyor. Esasen Suriye’de 8-9 yıldır denedikleri bitmek tükenmek bilmeyen bir ameliyedir bu. Silahlı grupların bir kısmını maaştı, mühimmat desteğiydi, koruma taahhüdüydü derken Suriye Milli Ordusu çatısı altında birleştirmeyi başardılar. Ama bu hâlâ düzenli bir ordu değil. Her grup kendi emir ve bayrağı ile özerkliğini yani başıbozukluğunu sürdürüyor. Türkiye şimdi bunu ileri bir aşamaya taşımak istiyor. Hedef ordu gibi ordu kurmak. Sahada Suriye Milli Ordusu’na katılmayan daha keskin İslamcı gruplar Ulusal Kurtuluş Cephesi çatısı altında hareket ediyor. Bu ortaklığın teşekkülünde de MİT’in emeği var kuşkusuz. Bu yapı El Kaide gömleğini çıkarmış ama terk ettikleri dünyayla kardeşlik hukukunu koruyanlarla dolu. Bunlar da yeni düzenli ordunun potansiyel adayları. Fakat mesele şu ki İdlib’in asıl ağası Heyet Tahrir el Şam (HTŞ). Türkiye diğer grupları Astana düzlüğüne götürüp geri kalanları terör örgütü olarak hedefe konulmasına kendi imzasıyla rıza gösterdiğinde HTŞ de daha önce birlikte hareket ettiği grupları İdlib’den silip süpürmüştü. Moskova Mutabakatı’nın hedefinde HTŞ ve El Kaide bağlantılı diğer gruplar var. Türkiye ise hepsine “Bizdensiniz, yeter ki gelin bizim çatımız altına girin” diyen bir akılla saha düzenlemesine gidiyor.
Ne yapıyor? Muhalif kaynaklara göre İdlib’de sayıları artık 60’a yaklaşan askeri gözlem ya da kontrol noktalarında yeni ordunun teşekkülüne yönelik çalışmalar yürütülüyor. Silahlı grupların gözlem noktalarını kendilerine kalkan yapıp Suriye ordusuna saldırılar düzenlediğini yazdığımızda “Asla” diye öfkeyle yanıt veriyorlardı. Şimdi silahlı gruplar bu üslere rahatça giriyor. Her bir askeri noktayla bağlantılı 300 milisin olması hedefleniyor. Bunun için eğitilip donatılıp organize edilecekler. Emir-komutası düzgün işleyen bir ordu kurulursa ikinci aşamada HTŞ’nin kendini feshetmesi ve bu yapıya dahil olması istenecek.
***
HTŞ yani IŞİD’in 2012’de Suriye’deki orijinal yapılanması olan Nusra Cephesi’nin ardılı. Bu örgütler fikren ve amelen ‘selefî cihadî’ çizgide gidiyor. Bu çizginin iyi anlaşılması lazım ki Türkiye’nin kimleri ordu yaptığı görülebilsin. “HTŞ’nin epey ılımlılaştığı”, “Suriye’ye odaklandığı”, “El Kaide gibi küresel cihat ağı olmadığı”, “Esad yönetiminden başkasını tehdit etmediği”, “Suriye’nin başka coğrafyaya saldırılarda sıçrama tahtası olarak kullanmasına izin vermeyeceği” yönünde kamuoyu oluşturmaya çalışıyorlar. ABD Özel Temsilcisi James Jeffrey de bu kervanda. TRT World de “HTŞ terör örgütleri listesinden nasıl çıkar” sorusuna kafa yoran bir habere imza atıverdi. Hepsi akıl veriyorlar, acaba HTŞ nasıl kara listeden çıkar diye. Evvela Rusya ve Çin’in veto yetkisiyle oturduğu BM Güvenlik Konseyi’ni yeni bir karar için ikna etmeleri lazım. Sahte cilayı bu iki ülke de yutmaz.
Bu örgütlerin aklı-fikri “muhkem kaidelere” bağlıdır. Ve ilkelerden sapmak onlar için “küfre delalettir”. Elbette maslahatçı yanları da var. Fakat bize, bölgenin geleceğine taalluk eden yönleri nedir? Cihatçıların kendi iç yazışmalarına ve konuşmalarına bakınca bunu görüyoruz.
HTŞ’nin önde gelen isimlerinden Ebu el Fetih Yahya el Ferğali, tahminen şubat başında, örgüt üyeleriyle bir toplantı yapıyor. Henüz Türkiye’nin M-5 üzerinde ilerleyen Suriye ordusuna karşı koymaya başladığı günlere tekabül ediyor. O toplantıda Türkiye ile ilişkilerin meşru olup olmadığına dair soruları yanıtlıyor. Bu tartışma HTŞ’nin 2017’de İdlib’in etrafında Türk askeri gözlem noktalarını kurmasına izin vermesiyle başlamıştı. Bu ilişkinin şerri boyutunu irdelerken Ferğali, Türk halkını “Müslüman”, Türk ordusunu “kâfir kurum” olarak gördüklerini söylüyor. “Bir kâfire karşı diğer bir kâfirin yardımını” aldıklarını belirtiyor. Yani cihadî ideolojinin kitabındaki kurala atıf yapıyor: “Al-isti’ana bil-kâfir ala al-kâfir.”
Ferğali 2017 ve 2018’de Türk ordusunun gözlem noktalarına izin verirken şartları kendilerinin belirlediğini savunuyor. Ancak bu işbirliğine rağmen Türkiye’yi “işgalci” olarak niteliyor. Türkiye’ye karşı savaş seçeneğini de asla dışlamıyor: “Bütün işgalcilere karşı savaşırız çünkü bir işgalcinin yerini başkası alsın diye kanımızı akıtmayız.” Bir taraftan da şart dayatacak pozisyonda olan HTŞ’nin 2019’un ikinci yarısından itibaren el üstünlüğünü yitirdiğini ve artık Türkiye’ye ‘gelme’ diyecek durumda olmadıklarını vurguluyor. Konuşmadaki ilginç nokta Ekim 2017’deki pazarlıklarda Türkiye’ye kabul ettirdikleri üç şart: “Askeri olarak kontrol HTŞ’de olacak ve HTŞ gerektiğinde Türk ordusunu gönderebilecek”. İkincisi, “Türkler şeriat mahkemeleri dahil İdlib’in yönetimine karışmayacak”. Üçüncüsü de, “Türkiye cihadî gruplara nerede ve nasıl savaşacaklarına dair sınırlayıcı müdahalelerden uzak duracak.”
Dönüştürülebilir diye bel bağladıkları örgütün fikir dünyası böyle. Diğer cihadî örgütlerle ne yapacakları ya da nasıl el sıkışacakları da hayli merak konusu. Kim bunlar? Sıralayalım da belki birileri uyanır, “Biz neyle uğraşıyoruz” diye sorar: Dört ana grup Hurras el Din, Ensar el Din, Ensar el Tevhid ve Ensar el İslam. Bunlar “Müminleri (Savaşa) Teşvik Et Operasyon Odası” altında güç birliği yapıyor. Hurras el Din çatısı altında HTŞ’nin El Kaide’den boşanmasına itiraz eden şu örgütler yer alıyor: Ceyş el Melahim, Ceyş el Badiye, Ceyş el Sahil, Saraya el Sahil, Sariyat Kabil, Cund el Şeria ve Cund el Aksa’nın eski hücreleri.
Fikir babaları arasında El Kaide dünyasının ciddiye aldığı Ebu Humam el Şami, Ebu Culeybib Tubas, Ebu Hatice el Ürdüni, Sami el Aridi, Ebu el Kassam ve Ebu Abdurrahman el Mekki gibi isimler yer alıyor.
Bunların dışında Çeçenler, Uygurlar ve Özbeklerin başını çektiği yabancı cihadî örgütler var. İdlib mevcut statüko korunduğu sürece bütün bu örgütler için güvenli sığınak olmaya devam edecek. Bunları yoğurur şekil veririm diyenlerin yüzleşecekleri hezimet ve belaları görmesi için son 40 yılın vekil örgütler tarihine bakmaları yeterlidir.
***
Özetle İdlib’deki yeni yapılanma Türkiye’nin muhalif grupları dağıtıp tamamen kendi milis gücünü kurması anlamına geliyor. Bu planlamaya Suriye ordusuna karşı savunma ve saldırı planlarının hazırlıkları da eşlik ediyor. Yani Türkiye her türlü tehlikeyi içinde barındıran ve cihadî karakteri ağır basan milis güçlerine veda etmiyor. Sahadan silinmelerine de izin vermiyor. Bunlara format atıp Türk ordusuyla ilintili paralel bir orduya dönüştürmek istiyor.
Bu orduyla ne yapacak? Suriye’de ne yaptığını zaten dünya alem görüyor. Libya deneyimi de Suriye dışında ne yapacaklarına dair fikir veriyor. Kafalarında başka ne var? Bunları, Türkiye içinde iktidarlarını ebedi kılmak için terör ve hainlikle yaftaladıkları kesimlere karşı kullanma ihtimalleri var mı? Sergiledikleri cüret kimseye “Hayır olmaz” deme şansı bırakmıyor.
gazeteduvar
Haftanın Analizi
VİRÜS PARTİ REKABETLERİNİ DURDURAMADI
AKP ve MHP gruplarının ortak hazırladığı infaz düzenlemesine ilişkin kanun teklifi, TBMM Genel Kurulu’nda kabul edilerek yasalaştı. İnfaz yasasıyla ilgili ortaya çıkan ve AKP’nin hazırladığı iddia edilen, çocuk yaştaki kızlarla evlenenlerin de af kapsamına alınmasını öngören bir taslak önerge metni ise gündeme bomba gibi düştü.
Saadet Partisi Genel Başkanı Temel Karamollaoğlu, Hükumete hitaben; “Bu aziz millet, bugüne kadar üzerine düşen ne varsa yerine getirdi. Canı, malı neyi varsa, ihtiyaç duyulduğunda hep devletinin yanında oldu, devletinin yardımına koştu. Şimdi fedakârlık sırası sizde! Artık millet sizden fedakârlık bekliyor." dedi.
Bağımsız Türkiye Partisi (BTP) Genel Başkanı Haydar Baş, Trabzon'da Corana Virüs nedeniyle Salı sabah saatlerinde vefat etti. Kadiri Tarikatı Türkiye kolu şeyhi de olan Baş Ehlibeyt Mektebini seçtiğini söyleyerek Sünni-Şii-Alevi kardeş olması gerektiğini anlatıyordu. Kendisi Ehlibeyti anlatan çok sayıda kitap kaleme aldı.
Meclis kavgasında birbirine giren milletvekillerinin küfürleri havalarda uçuştu. MHP’li Milletvekili Cemal Enginyurt, Meclis Genel Kurulunda İYİ Partili İbrahim Halil Oral'la yaşadığı tartışmaya ilişkin açıklamalarda bulundu. Enginyurt, kendisini “Allah’a küfür ettiğimizi söyleyerek bizi linç etmeye çalışıyor. Onları Allah’a havale ediyorum” sözleriyle savundu.
İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu, Corana salgını nedeniyle başlattıkları yardım kampanyası gerekçe gösterilerek hakkında soruşturma başlatıldığını duyurdu. İmamoğlu, "Bağışla ilgili süreç hakkında Bakanlıktan bir müfettiş geldi soruşturmayı yapıyor. Soruşturma yapabilirsiniz. Ama kalkıp vatandaşa ait bir parayı bankada bloke etmek çok aciz, çok zavallı bir tavırdır.” dedi.
Sağlık Bakanı Fahrettin Koca ise; “1 hafta - 10 gün içerisinde pik noktasına ulaşabiliriz.” dedi. Türkiye'de vaka sayısı 82bini aşarak İran’ı geçti ve dünya sıralamasında 8. Sıraya yerleşti. Can kaybı 1.900'e dayandı. Ankara-Tel Aviv hattında Corana Virüs salgını nedeniyle sıcak bir gelişme yaşandı… Bloomberg, Türkiye’nin İsrail’e tıbbi ekipman satma kararı aldığını duyurdu. Dün de 3 İsrail uçağı gelip Covid-19 yardımlarını alarak döndü. İngilizler ise büyük miktarda bir yardımın Pazar günü kendilerine ulaşacağını bildirdi.
Yeni tip Corona Virüs salgınında dünya genelinde 2 milyon 330 binden fazla insan etkilenirken, ABD adeta dökülüyor. Vaka sayısı 733bini aşarken, ölenler 40bine dayandı. ABD’yi takip eden Avrupa’da ilk sırada 191bin vakayla İspanya var. Ardından İtalya, Fransa Almanya İngiltere Çin geliyor. Türkiye ve İran’ın ardından Belçika ve Rusya’da en çok vaka görülen ülke iken dünya genelinde vaka 2milyon 330binin üzerine çıktı, toplamda 160bin ölüm 600bin kurtulan sayısı var resmi rakamlara göre. Brezilya, başka ülkeye ait 50 solunum cihazına el koydu.
Tıp dünyasından Ercüment Ovalı virüsü tedavi edecek ilacı açıkladı! Ovalı, Dornaz Alfa'ya ait projesine ait ilk sonuçları acilen duyuracaklarını belirtti. Türkiye korona virüsle mücadelesini aralıksız sürdürürken fırsatçılar da meydanı boş bırakmıyor. Virüs nedeniyle pazarlara sosyal mesafe kuralının gelmesi, pazarcı girişinin de sınırlandırılmasıyla birlikte vatandaşların ağırlıklı olarak alım yaptığı marketlerde meyve sebze fiyatları ikiye katladı. Marketler, salgını fırsata çevirdi. Meyve-sebze fiyatları katlandı. Halde 4 lira olan domates markette 10 TL’ye çıktı. Ürünler korona virüs nedeniyle poşete girince seç-al da kalktı. Marketler, bozuk ürünü poşete koyup fiyatı da şişirince tepki yağdı. Hafta sonu, $ 6.9318 € 7.5383 idi.
DÜŞMANLIKLARIN MERKEZİNE YİNE FİLİSTİN KONDU
Filistin Kurtuluş Teşkilatı, Amerika ve siyonist İsrail'in Ürdün Nehrinin Batı Yakası'nda Filistin topraklarını ele geçirme ve İsrail'e ilhakı konusunda nihai anlaşmaya geldiğini bildirdi. Dünyanın Corona Virüs ile meşgul olduğu bir sırada ABD ve ırkçı İsrail'in Filistin topraklarını sultalarına geçirme konusunda görüşmeler yaptıklarını ve bunda son aşamaya geldiklerini bildirdi. Görüşmenin, ABD'nin Filistin topraklarını tamamen parçalamayı içeren sözde 'Yüzyılın Anlaşması Planı'na göre yapıldığına yer verildi.
Siyonist Rejim Filistinli hastalara yardımları sabote ediyor. Filistin Sağlık bakanlığı ilk yardım genel müdürü Kemal El-şehre, pazar günü yaptığı açıklamada, Siyonist rejimin Filistin sağlık bakanlığına Kudüs’te Corona testi yapmasını engellediğini bildirdi. Arap Birliği de korsan İsrail’in Virüs salgınını bile düşmanlık için kullandığını belirtti. Siyonist teröristler, test laboratuvarına saldırdı. Siyonistlerin Kudüs'te Silvan numune alma kliniğine saldırmasından sonra, klinik görevlileri de Filistinliler ile Corana tespiti için işbirliği yaptığından gözaltına aldılar. Diğer yandan hapis çileleri sürüyor. Siyonist çete zindanlarındaki Filistinli düşünce tutukluları, 18 Şubat 2019 yaptığı açıklamada, Hamid'in hapishanedeki kötü muamele nedeniyle süresiz açlık grevine başladığını duyurmuştu. Filistin sağlık sistemini işgal eden teröristler, Filistin’e başta Corona testi olmak üzere tıbbi malzeme girişini engelledi.
Rejim çetesine ait bir SİHA, geçtiğimiz gün Suriye-Lübnan sınırında hareket halinde olan bir sivil araca iki füze fırlatmış ve araçtakiler bu saldırıdan sağ salim kurtulmayı başarmıştı. Bu kez Hizbullah komutanına suikast düzenlediler. Korsanlara ait i24 sitesi, korsan İsrail SİHA’sının hedefinin Hizbullah’ın İsrail tarafından şehit edilen komutanı İmad Muğniye’nin oğlu Mustafa Muğniye olduğunu bildirdi. Site, SİHA’nın ilk attığı füzenin araca isabet etmediğini, Mustafa’nın ikinci füze araca isabet etmeden 30 saniye önce yanındakilerle birlikte aracı terk ettiğini ifade etti.
Siyonistler Mescid-i Aksa Vakfı Müdürünü sorguladı. Kudüs İslami Vakıflar İdaresi Başkanı Şeyh Abdulazim Selheb, Mescid-i Aksa'nın Rahmet Kapısı'nın yeniden kapatılması için kendilerine bir hafta mühlet veren korsan İsrail Mahkemesi'ne, " İslami Vakıflar İdaresi olarak mahkemeleri ve kararlarını tanımıyoruz." demişti. Telaviv’in zulümleri Corona Virüs salgınıyla korkunç bir boyuta ulaştı. Özellikle Kudüs ve çevresinde Müslümanları tutuklamaya hızla devam eden siyonistler, Gazze’deki ambargoyu ağırlaştırdı.
Times Of Israel, ABD istihbaratının Korsan Rejimi Kasım ayında Çin'deki Covid-19 salgını konusunda uyardığı ortaya çıktı şeklinde yazdı.
DİRENİŞ SİYONİST REJİMİN KABUSU OLDU
Siyonist İsrail, Lübnan sınırına yerleştirdiği beton blokların üzerine kamera ve casusluk için kullanılan cihazlar monte etti. Siyonist rejimin 1996’da Güney Lübnan'a yönelik saldırısının yıldönümünde, Hizbullah Merkezi Konseyi üyesi, ABD'nin yaptırımlarının ve Siyonist rejimin tehditlerinin direnişin başarısını engelleyemediğini söyledi. Şeyh Nebil Kavuk şu vurgulamalarda bulundu: ‘ABD'nin yaptırımlarına ve İsrail’in tehditlerine rağmen direniş, askeri kapasitesini ve siyasi varlığını güçlendirebildi, bugün çeşitli alanlarda gücünün zirvesindedir.” Korsan İsrail ise Lübnan-Suriye sınırında sivil araca saldırdı. Hizbullah komutanlarının bulunduğu otomobil park halindeyken füzeyle vuruldu. Komutanların arabayı zamanında terk etmeleri Siyonist saldırıyı boşa çıkardı.
MEHDİLİK KONUSUNDA EZBER BOZMASI SÜRDÜ
Berlin İmam Rıza (a.s) Kültür merkezi hocası Ş. Sabahattin Türkyılmaz’ın ezber bozan videoları sosyal medya ve internet sitelerinde dolaşımı bu hafta da hız kesmedi. Sabahattin Türkyılmaz paylaşılan videosunda Mehdi (a.s)’ın zuhurunun intikam için değil insanın halifetullah oluşunu sağlamaya dönük olduğunu savunuyordu. Türkyılmaz, Hz. Fatıma (s.a)’ya; “Oğlun Mehdi (a.s) kıyam etmiş, düşmanlarından Hüseyin (a.s)’ın intikamını alıyor.” dediklerinde, o hazretin; “Bırakın düşmanlarımı, dostlarım ne halde.” buyurduğunu aktararak davanın sevgi ve yapıcı yönüne vurgu yaptı. Söz konusu videonun TAYDER’de düzenlenen Panellere ait olduğu görüldü.
GELİŞTİRDİLER VE DÜNYAYA HEDİYE EDECEKLER
İran Devrim Muhafızları Ordusu Genel Komutanı Hüseyin Selami, Virüsten (Covid-19) enfekte olmuş noktayı 5 saniye içinde tespit eden bir cihaz ürettiklerini açıkladı. Selami, cihazın 10 metre uzaklıkta bulunan alan veya kişiyi manyetik dalgalarla tarayıp her türlü virüsle enfekte olup olmadığını beş saniye içerisinde tespit eden cihaz ürettiklerini söyledi. Devrim Muhafızları tarafından üretilen cihazın çeşitli hastanelerde yüzde 80 başarıyla test edildiğini ifade eden İranlı komutan, “Cihaz, kişiden kan almadan uzaktan test yapıyor, ayrıca üzerindeki antenle enfekte olmuş alanları da tespit ediyor” dedi. Cihazın, dünya sağlık merkezlerine karşılıksız verileceği ve Avrupa dahil bir çok ülkeden teklif geldiği bildirildi.
2020 FELAKET YILI OLDU
Dünya 2020 yılının başından beri büyük krizlerle uğraşıyor. Yılbaşından bu yana bir yandan savaş, deprem ve çığ felaketleri görülürken, diğer yandan da salgınla mücadele sürüyor. Çeşitli yerlerde üst üste meydana gelen yanardağ patlamaları da dikkat çekiyor. Sadece Nisan ayında 6 volkan patlaması gerçekleşti. İlk patlama Şili’deydi. En aktif volkanlardan olan Nevados de Chillan Nisan ayının ilk günü patladı. İkici patlama Japonya’da gerçekleşti. Sakurajima volkanı 4 Nisan tarihinde patladı. Sonra Guatemala’daki en ünlü turistik merkezlerinden olan Antigua'ya yaklaşık 16 kilometre mesafedeki Volcan de Fuego 8 Nisan tarihinde patladı. Bir patlama da 11 Nisanda Meksika’da gerçekleşti. Patlamaların olası depremleri ne kadar tetiklediği henüz bilinmiyor.
Corona Virüs salgını dünya ekonomisinin çok kırılgan olduğu bir dönemde patlak verdi. Devletlerin almaya başladığı önlemler dünya ekonomisinin sorunlarını, kolaylıkla "küresel depresyon" olarak tanımlanabilecek bir düzeyde ağırlaştırdı. Virüs tarihin en derin ve sert şokunu yarattı. Ekonomilerin kısa sürede yeniden serbestçe ve güvenle çalışmaya başlama olasılığı henüz (aslında kitlesel test ve aşı kampanyaları devreye girene kadar) yok.
İtalya'nın salgınla mücadele ekibinden Acil Tedarik Komiseri Domenico Arcuri basın toplantısında yaptığı açıklamada, "Beş yılda 2 bin sivil ölmüştü. Lombardiya'da iki ayda 11 bin 851 kişi hayatını kaybetti; savaştakinden beş kat daha fazla. Çok büyük bir trajedi yaşıyoruz." dedi. Rus tıp doktoru Aleksandr Myasnikov, SARS-CoV-2 adlı yeni Corona Virüsün ‘sonsuza dek bizimle kalacağı’ açıklamasını yaptı. Myasnikov, yeni Corona Virüsün de zamanla insanların yıllardır bir arada olduğu virüslerin arasına katılacağını söyledi.
Korkunç gerçek: ölüme terk edildiler! Kanada’daki Kovid-19 kaynaklı ölüm vakalarının neredeyse yarısının yaşlı bakım merkezlerinde meydana geldiğine ilişkin ülke ve dünya basınına da yansıyan haberlerin ardından, Quebec Eyalet Hükümeti’nce başlatılan soruşturma, acı gerçeği ortaya çıkardı. Personelin çoğunun tesisi terk ettikten sonra bir arama üzerine çağrılan sağlık ekipleri, merkezde kalan yaşlıların günlerce yemek yemediğini, su bile içemediğini, tuvalete götürülmedikleri için yataklarının pislikle kaplandığını ve birçoğunun yatağından düştükten sonra günlerce beton zeminde yardım beklediğini aktardı.
İŞGAL GÜÇLERİ GİDENE KADAR SÜRECEK
The Independent adlı İngiliz gazetesi ABD işgalcilerinin iki yıl içinde Irak'tan çekileceği haberini nakletti. Irak El Anbar Harekat Komutanı Kasım Muslih yaptığı açıklamada; yapılan operasyonda 12 bölge ve 35 köyün teröristlerden temizlendiğini belirterek, operasyonun bu aşamasında Irak'ın batısında güvenlik konusunda birçok kazanım elde edildiğini kaydetti. En-Nuceba Hareketi sözcüsü Türkiye'nin Irak'taki geçtiğimiz günkü hava saldırılarına tepki göstererek, "Amerikalı işgalcilerin sınır dışı edilmesiyle Bağdat'a yönelik ihlallerin yolu kapatılacaktır." dedi. Nuceba İslami Direniş Hareketi sözcüsü, Amerikan savaş güçlerinin Irak'ın kara ve hava egemenliğini önemsemediğini belirterek, "Türkiye'nin ihlallerini biz de kınıyoruz." dedi.
Rusya’nın Suriye’deki Tarafları Uzlaştırma Merkezi Başkanı Oleg Juravlev, 22 Ekim 2019 tarihli mutabakata uygun olarak Rus ve Türk askerlerinin Suriye’nin Haseke bölgesinde ortak devriye faaliyetleri gerçekleştirdiklerini kaydetti.
Irak'ta terör örgütü IŞİD’in lider kadrosundan bir kişinin öldürüldüğü bildirildi. Ordu'ya bağlı Bağdat Operasyonları'ndan yapılan açıklamada, başkentin kuzeyinde IŞİD’in sözde askeri sorumlusu Ebu Hafsa künyeli bir teröristin ölü ele geçirildiği belirtildi. Haşdi Şaabi hareketi Cuma günü yaptığı açıklamada, Irak'ın batısındaki El-Anbar'daki Ebtal el-Nasr (zafer kahramanları) adlı operasyonun başarılı bir şekilde sona erdiğini belirtti.
AMERİKA DÖKÜLÜYOR
Amerika’nın Güney eyaletlerini vuran kasırganın, en az 31 ölü bırakarak kuzeydoğu eyaletlerine doğru ilerlediği duyuruldu. Meteoroloji, Pazartesi günü Teksas’tan Güney Carolina’ya kadar uzanan iki bin kilometrelik bir mesafede en az 40 büyük kasırga etkili olduğunu, kasırgaların Misisipi eyaletinde bir saatten fazla sürdüğünü ve yaklaşık 100 kilometre yol katettiği belirtti. Çatılar tahrip oldu, Teksas, Arkansas, Alabama ve Misisipi eyaletlerinde 250 bin evin elektriği kesildi. Amerika’nın Güney ve güneydoğusunda yaklaşık 20 eyalette 95 milyon insan kötü hava koşullarının tehlikesinde. İnsanlar bir yandan sığınaklara kapanırken, öbür yandan korona virüs salgını yüzünden sosyal mesafeyi de korumak zorunda.
ABD Almanya'da bulunan B61 nükleer savaş başlıklarını geçen sonbaharda gizlice modernize etti. B61-12, B61'in modernize edilmiş versiyonu. Bombanın daha önceki 80 kilotonluk gücü olduğu gibi korundu. 1967'den bu yana çeşitli modifikasyonlardan 3155 adet B61 üretildi. Bu tür bombaların yaklaşık 1200'ü şu anda NATO üslerinde tutuluyor. Corona Virüs salgını sebebiyle ABD'nin 50 eyaleti felaket bölgesi ilan edildi. Diğer yandan Amerika’nın Irak’taki Casusluk Eylemleri Arttı. Iraklı bir güvenlik kaynağı Pazar günü yaptığı açıklamada, ABD savaş uçaklarının, Haşdi Şabi kuvvetlerinin Babil eyaletinin kuzeyindeki ve el-Anbar eyaletinin komşu bölgelerindeki karargâhaları üzerinde uçtuğunu söyledi.
Trump'ın Eski Danışmanı Roger Stone, Corona Virüsün Bill Gates tarafından üretildiğini söyledi. Korona virüsün sonunda insanların vücuduna mikroçipler takılacağını söyleyen Stone, "Microsoft'un kurucusu Bill Gates insanlara mikroçip takmak için Corona Virüs'ü üretti. Kimse benim bedenime çip takamayacak." dedi. ABD'de salgının korkunç boyutlara ulaştı. Cansız bedenler odalarda üst üste tutuluyor. Corona Virüs salgınının merkez üssü haline gelen ABD’de, Detroit’teki bir hastanede, morgda yer kalmadığı için cansız bedenlerin odalara üst üste tutulduğu ortaya çıktı. Washington, Dünya Sağlık Örgütü'ne sağladığı fonu askıya aldı. Trump, DSÖ'nün salgının dünya geneline yayılmasında ciddi sorumluluğunu olduğunu ve bu konuda en başta örgütün dünyayı yanılttığını, örgütün adeta Çin için çalıştığını ileri sürdü.
ABD'li Senatörden eleştiri… Trump yönetiminin mevcut politikalarının devam etmesi durumunda suçsuz insanların ölümünden sorumlu tutulabileceğine işaret eden Demokrat senatör Murphy, 'Halihazırda yaptırımlar bize İran ve Venezuela'ya sağlık malzemesi ve hümaniter malları gönderme imkanı vermemektedir. İran’da bu hastalığın yayılması devam ederse, suçsuz insanlar hayatını kaybedecek. Bunun bir nedeni ABD politikalarından kaynaklıdır ve bu, ABD ulusal güvenliği çıkarına değildir.' diye konuştu. Bahreyn'in önde gelen alimlerinden Ayetullah Şeyh İsa Kasım, mevcut Corana krizini din, insanlık ve vicdan yokluğu krizi olduğunu ifade ederek, bazı ülkelerin başka ülkelere karşı uyguladığı yaptırımları ahlaki kriz olarak nitelendirdi.
İşgalci Amerika'nın Afganistan'daki en büyük hava üssü Bagram'da çalışan Afgan personellere düzenlenen silahlı saldırıda 6 kişi hayatını kaybetti. Kabil Emniyet Müdürlüğü sözcüsü Ferdevs Faramarz, basına yaptığı açıklamada, Kabil'in Proje-i Cedid ve Rusha caddelerinde yol kenarına yerleştirilen bombaların peş peşe patladığını belirtti. Keşmir'de ise Hindistan ve Pakistan güvenlik güçleri arasında çıkan çatışmada 3 sivil yaşamını yitirdi. Top mermilerinin evlerin üzerine düşmesi sonucu 3 sivil hayatını kaybetti.
ABD’DE SİLAHLI GRUPLAR DA SOKAKTA...
Araçlarıyla konvoy oluşturarak kente giriş yapan grubun salihlı olması dikkat çekti. Michigan Valisi Gretchen Whitmer'in karantina uygulamasına karşı olduklarını belirten protestocular, ekonomik darboğazın Corana Virüsten daha fazla insan öldürdüğünü iddia ettiler. Göstericiler, ellerinde Michigan'ı yeniden açın ve Karantinayı bitirin, çalışmamıza izin verin yazılı pankartlarla kararları protesto etti.
Arabistan, Suudlu gazeteci Cemal Kaşıkçı suikastinin ardından ikinci bir cinayet haberiyle çalkalanıyor. Suudi Arabistan Veliahtı Muhammed Bin Selman'ın 500 milyar dolarlık mega kent projesi Neom kentinin yapılacağı bölgede yaşayan Al-Howeti adlı kişinin evini terk etmek istemediği gerekçesiyle Suudi güvenlik güçleri tarafından öldürüldü. Bir Hashtagda ise, Suudi Arabistan'ın önde gelen reformistlerinden Hamid'in Mart 2013'te tutuklanıp 11 yıl hapse mahkum edildiği ve başkent Riyad'daki El-Hair hapishanesi'nde komaya girdiği aktarıldı. Suudi Arabistan yönetiminden konuyla ilgili açıklama yapılmadı. "Düşünce Tutukluları", 18 Şubat 2019 yaptığı açıklamada, Hamid'in hapishanedeki kötü muamele nedeniyle süresiz açlık grevine başladığını duyurmuştu.
EL- KAİDE TERÖRİSTLERİ DE YEMEN'DE
Yemen Ensarullah Hareketi'nin Suudi Arabistan'ın sunduğu geçici ateşkes planı karşısındaki tutumunu açıklayan Hamran,"Doğal olarak, bu ateşkesi hiçbir şekilde kabul etmiyor, bunun bir yalan ve aldatmaca olduğunu düşünüyoruz" ifadesini kullandı. Yemen silahlı kuvvetleri: “Düşman unsurlarından onlarca kişi, el-Cevf eyaletinin Shaf ve Khab; Marib eyaletinin Sarvah bölgesinde Yemen ordu kuvvetleri ve halk güçleriyle yaşadıkları çatışmalarda öldürüldü ve yaralandı. Suudiler tarafından ateşkes ilan edilmesi, medyayı yanlış yönlendirmek amacıyla yapılan bir eylemdir. Suudi koalisyonu, bağlı olmadığı sahte bir ateşkes ilan etmiştir.” açıklamasını yaptı. El-Hudeyde eyaletindeki işgalci düşmanı Takip Odası, Suudi koalisyonunun son 24 saat içinde ateşkesi 99 kez ihlal ettiğini vurguladı.
Yemen Ulusal Kurtuluş Hükümeti, Yemen silahlı kuvvetleriyle mücadele etmeleri için El Kaide teröristlerinin Abyan ve Şabva eyaletlerinden el-Bayda cephesine gönderdiğini açıkladı. Yemen ordusu ve halk güçleri, işgalcilerin el-Cevf eyaletinin Khab ve al-Shaf bölgesindeki ve Marib eyaletinin Sarvah bölgesindeki ilerleme çabalarını etkisiz hale getirdi. Operasyonda işgalci kuvvetlerden onlarca kişi öldürüldü ve yaralandı. İşgalciler herhangi bir ilerleme kaydedemedi.’ Suudi Koalisyonun Yemen saldırı ve kuşatması devam ediyor. Suudi terörist ordusu, Saada eyaleti içinde yer alan Yemen'in sınır köylerini hedef aldı. Yemen halk komiteleri ve ordu güçleri dün yaptıkları açıklamada Suudilerin Yemen’in kuzeyinde Kanbure yüksekliklerine ilerlemelerinin engellendiğini duyurdu.
RASTHABER
İran Fars Körfezi'nde Yaşanan Gerilimin Detaylarını Açıkladı
Devrim Muhafızları Ordusu Deniz Kuvvetleri yayınladığı açıklamada; ABD'nin bölgede bulunan 5. Filosu ile bu ülkenin siyasi ve askeri yetkililerinin İran Deniz Kuvvetleri'ne ait 11 sürat botunun 15 Nisan'da Fars Körfezi'nin kuzeyinde Amerikan gemilerini taciz ettiği iddiasına tepki gösterdi.
Amerikan makamlarının bu olay hakkındaki iddialarının yalan olduğunu belirten Devrim Muhafızları'nın açıklamasında; "ABD'li yetkililere, Fars Körfezi ve Umman Denizi'nde uluslararası kurallara ve denizcilik protokollerine uymalarını ve herhangi bir maceraperestlikten ve sahte anlatıdan kaçınmalarını tavsiye ediyoruz. İran Silahlı Kuvvetleri ve Devrim Muhafızları Ordusu Deniz Kuvvetleri, yabancıların bölgedeki tehlikeli eylemlerini ulusal güvenlik için bir tehdit olarak görüyor ve herhangi bir yanlış hesaplamaya kesin yanıt verecektir" ifadeleri kullanıldı.
İran Devrim Muhafızları Ordusu Deniz Kuvvetleri açıklamasında ayrıca şu ifadelere yer verildi: "Son haftalarda ABD donanmasının acemi eylemleriyle Fars Körfezi'nin güvenliğini tehdit ettiğine tanık olduk. 6 ve 7 Nisan'da İran'a ait Şehit Siyaveşi gemisinin önünü kesmek Amerikan gemilerinin yaptığı eylemlerden biridir. Bu nedenle Devrim Muhafızları Ordusu Deniz Kuvvetleri, Amerikan teröristlerin yasa dışı, tehlikeli ve maceraperest tavırlarının devamını önlemek, yerli gemilerin güvenliğini güçlendirmek ve yakıt kaçakçılığı ile mücadele etmek amacıyla Fars Körfezi sularındaki devriyelerini arttırdı. Bu doğrultuda 11 sürat botunu bölgeye gönderdi. Ancak ABD savaş gemileriyle karşılaştı. İran Deniz kuvvetlerine ait botlar Amerikan teröristlerinin kışkırtıcı eylemlerine rağmen onları önlerinden çekilmeye zorladı."
ABD Donanması, Devrim Muhafızları Ordusuna (DMO) bağlı sürat botlarının 15 Nisan'da Fars Körfezi'nde ABD savaş gemilerini taciz ettiğini iddia etmişti.
Tel Aviv Üniversitesi’nden İsmail Kaani Değerlendirmesi
Tel Aviv Üniversitesi Milli Güvenlik Araştırmaları Enstitüsü analisti İran ve İsmail Kaani hakkında çarpıcı bir makale yayınladı.
Qodsna'da yer alan Tel Aviv Üniversitesi Milli Güvenlik Araştırmaları Enstitüsü analisti Raz Zamit'in İran İslam Cumhuriyeti ve bölgedeki artan gücü hakkında kaleme aldığı yazıyı dikkatinize sunuyoruz:
'Ayda bir kere İran'ın bölgedeki nüfuzunu kaybetmeye başladığı söylenir. Buna delil olarak da yaptırımlar nedeniyle İran'ın askeri gücünü kaybettiği, İsrail ordusunun Suriye'de İran'ın askeri gücünü etkisizleştirdiği, Irak ve Lübnan'da İran aleyhinde gösteriler olduğu, Süleymani'ye suikast düzenlendiği, İran'da karışıklık çıktığı ve son olarak da Koronavirüsün İran'ı zayıflattığı öne sürülür. Fakat İran her seferinde yaptırımlar ve zaaflarına rağmen krizleri yönetebildiğini, tehditleri fırsata dönüştürdüğünü ve sadece İslam Cumhuriyetini değil bölgedeki nüfuzunu da koruduğunu ispat eder.
Peki neden? Çünkü bu bölgesel nüfuz onlar için çok önemlidir. Nasıl hareket etmeleri gerektiğini bilmektedirler. Bölgesel oyuncular ise ne yapacaklarını bilmemektedir. İranlılar değişen durumlarda nasıl bir strateji izlenmesi gerektiğini çok iyi bilmektedir. Çünkü onlar çok sabırlı ve kararlıdırlar.Hiç şüphesiz İran hem içeride ve hem de dışarıda çok büyük sorunlarla karşı karşıyadır. Fakat İran'daki nizam yıkılma aşamasında değildir. İran ekonomisi de iflas etmemektedir. İran'ın bölgedeki nüfuzu da zayıflamamıştır. Irak'ta hükümeti kurmakla görevlendirilen Mustafa El Kazımi, İranlıların başbakan olarak görmek istediği bir seçenek değildir. Fakat onlar Ez Zurfi ile El Kazımi arasında bir tercih yapmak zorunda kalırlarsa, Irak'taki tüm siyasi güçlerini İran'ın bu ülkedeki menfaatlerine zarar verecek şahıs aleyhine harekete geçirirler. İran Ulusal Güvenlik Yüksek Konseyi Genel Sekreteri Ali Şemhani geçen ay Irak'a geldi ve El Kazımi ile görüştü. Ayrıca Kudüs Gücünün yeni komutanı General İsmail Kaani de geçen hafta Irak'taydı. Kasım Süleymani'nin yerini dolduramayacağı iddia edilen İsmail Kaani, Irak'ta birçok önemli işi organize etti ve gitti. Kaani, Süleymani'nin yerini doldurmaya en layık kişi olduğunu ispat etti.'
kudusgunu
Mehdiliğin Strateji ve Metodolojisi
Artık herkes hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağını biliyor. Yeni dünya düzeninin kurulacağını az çok tahmin edebiliyor. Dünyayı tek başına yönetmek isteyenlerin “tek devlet“ arzusunu anlamak o kadar da zor değil.
Asıl cevabı verilmesi gereken soru şudur; bu yeni dünya düzeni projesinin karşısında müslümanlar ne düşünüyor; inançlarını bu yeni dünya düzeni çatısı altında yaşamayı mı tercih edecekler, yoksa bu sistemın karşısında bir alternatif sunmayı düşünüyorlar mı?
Müslümanlar milli ve ulusal devletlerin kendi çıkarlarını koruyacaklarına inandıklarından kendi devletlerini koruma seçeneğini destekleyeceklerdir. Çünkü Müslümanların çoğunluğunun Küresel bir devlet düşüncesi olmadığından bölgesel ulus devletlerin güçlenmesini tercih edecekeler zira inançlarının sadece ulus devlet sayesinde var olabileceğine inanıyorlar.
Bundan dolayı bazı araştırmacılar, bilim adamları ve stratejistler yeni dünya devletinin hegemonyasından kurtulmanın yolunun ulus devletleri güçlendirmek olduğunu düşüncesini yayıyorlar. Halbuki bu ulus devletler şimdi de indirekt olarak onların hegemonyasındalar zaten.
Sadece Şiilik inancında küresel tek devlet düşüncesi ve inancı vardır; o da “Mehdilik” inancıdır.
Mehdiliğin temelini “Ubudiyyet“ oluşturmaktadır. İlahi hüccetin ubudiyyeti, varlık alemini ayakta tutmaktadır. İlahi feyz, O’nun kulluğunun gölgesinde yeryüzüne nazil olur.
İnsanların hayatının temelini de “ubudiyyet“ oluşturmalıdır; ubudiyyet ile bireysel tekamül sağlanmadan toplumsal tekamül sağlanamaz.
Ubudiyyet/ Allah’a kulluk temelinde Mehdiliğin ilk stratejisi zamanın imamını tanıtmaktır; diğer bütün stratejiler O tanındıktan sonra mana kazanır.
hz. Mehdi'yi (af) tanımak; "Yeryüzünde hüccet olmazsa yeryüzü helak olur" ve “zamanın imamını tanımadan ölen cahiliye ölümüyle ölmüş olur”, hadisi şerifleri, insanın bir kul olarak Yüce Yaratan’ın yeryüzündeki hüccetini tanıması gerektiğini gösteriyor.
Zamanın İmamını tanımak genelde taabbudi olarak kabul edilip sadece iman edilir. Ama her zamanın ilahi hücceti ilmi ve akli iman ile tanınmalıdır. Zamanının imamının gerekliliğinin hikmeti ve hedefi tanınmadan yaratılışın hedefine ulaşmak mümkün değildir.
Mehdilik inancının stratejileri;
1. Strateji: Hedefi belirlemek: İnsanın bir hedefi olmalıdır. İnsanın hedefi, Yaratan‘ın hedefiyle uyum içinde olmalıdır aksi takdirde varacağı yer delalettir. Allah, halik/yaratıcı olduğu için insanın amacı Allah’ın hedefi doğrultusunda haraket etmek olmalıdır. Her şeyin kilit noktası Yartıcının ne için yarattığında yatmaktadır. Varlık aleminin yaratılmasının hikmetinde gizlidir.
Allah’ın varlıkları özellikle de insanı neden yarattığının gölgesinde insanın hedefi şekillenir. İnsanın hayatının başlangıcı, sonu ve hedefe doğru gideceği yön bu hedef sayesinde belirlenir. Mehdilik inancında en önemli nokta insanı bu hedefe ulaştırmaktır.
2. Starteji: Aklı kullanmayı sağlamak; Mehdilik inancının ikinci stratejisi insanın aklını kullanmasını sağlamaktır. Aklını kullanamayan insan düşünemiyor demektir. Düşünemeyen insan küresel hedef için düşünce üretemez, küresel düşünemez.
Akıl insana verilmiş en büyük nimettir. Yüce Yaratan aklı çok değerli hazinelerle donatmış bu hazineleri kodlayarak insanın fıtratına yerleştirmiştir. Peygamberleri de bu kodları çözmeleri için göndermiştir, son hüccet olan hz. Mehdi (af) bu kodları çözerek insanları kemale ulaştıracaktır. Aklını kullanamayan bu kodları çözemez.
3. Strateji: Gelecekten ümitli olmayı sağlamak; Mehdilik inancı insanlara ümit aşılıyor. Dünyadaki olumsuzluklar; zulüm, fakirlik, ahlaki çöküntü, hastalıklar, savaşlar, katliamlar insanı gelecekten ümitsizliğe düşürüyor. Küresel afetler ve hastalıklar insanları korku ve endişeye sürüklüyor. İnsanlar gelecekten ümitsizler, bu ümitsizlik onları hayattan koparmaktadır.
Dünyanın böyle devam etmeyeceği, bu durumun kader olmadığı, değişebileceği ve gelecekten ümitli olunması gerektiği anlatılmalıdır.
Yüce Yaratan’ın insanı kendi başına bırakmadığı, her an onları gözetleyip kolladığı ve ilahi hüccet ile fırtınalı okyanustan kurtuluş sahillerine ulaştıracağını bilmeleri insanlara ümit vermektedir.
4. Strateji: İnsanın kendi irade ve ihtiyari ile hareket etmesini sağlamak; İnsanlar hakkı hak olduğu için kendi iradesi ile kabul etmelidir. Hedefi kendi iradesiyle seçmeli, seçtiği yolu kendi ihtiyarı ile gitmelidir. Hak, adalet, özgürlük gibi insanın fıtri hakları zorla, tehdit veya baskıyla elinden alınamaz veya kabul ettirilemez.
Hz. İmam Hüseyin’in (as) Aşura gecesi yarenlerine; “ben biatımı kaldırdım, isteyen gidebilir” diye buyurması, bu temel stratejiden kaynaklanıyor. İnsanlar gidecekleri yolu kendi özgür iradeleriyle seçmelidirler.
5. Starteji: Gelecek nesli Mehdilik inancı ile programlamak; Yeni dünya düzeni projesi sahipleri gelecek nesli programlıyorlar. Yeni nesilin beyinleri kirlenmeden İslam yeniden inşa edilmelidir; insanlık tarihinin kaderini belirleyecek, dünyanın geleceğini kurtaracak ve geleceğin dünyasını kuracak olan Mehdilik düşüncesiyle yeni neslin beyni programlanmalıdır.
İnsanların beyinleri “Mehdilik küresel adalet devletini” anlayacak seviyeye gelmelidir. Geleneksel İslam anlayışı Mehdilik küresel düşüncesini idrak edecek seviyede değildir. Mevcut anlayış toplumun sorun, problem ve sorularını çözmekten çok uzakken küresel bir düşünceyi kavraması beklenemez.
6. Strateji: Gelecek nesli Mehdiliği anlayacak seviyeye Getirmek; Hz. Mehdi (af) güneşin özüne benzetilmiştir, doğuşuna veya ufkuna değil
1- Güneşin doğduğu yerin ufkuna sahip olan anlayamaz, sadece doğuşunu bekler ve sadece onu görür
2- Güneşin gündüz seyr ettiği ufuk kadar ufku olan da anlayamaz, çünkü o sadace doğuş ile batış arasını görür
3- Güneşin bir günlük seyri kadar ufku geniş olanlar anlarlar. Çünkü onlar için devamlı vardır. Güneş asla batmaz, karanlığa gömülen/batan dünyanın kendisidir.
Mehdilik insanları güneşi hayatı boyunca devamlı görme seviyesine çıkarmak istiyor. İnsanlığın kurtuluşu Güneşi takip etmesi ile mümkündür ancak.
Sabahattin Türkyilmaz
Değişime Başka Bir Açıdan Bakış
Bismillah
Son dönemde, özellikle de Coronavirus pandemisi veya küresel salgını sonrasında bazı düşünürler, yazarlar, futüristler ve ilahiyatçılar dünyanın hızla değişeceği ve yeni bir dünyanın doğacağı üzerinde görüşler ileri sürmekteler.
Haksız da sayılmazlar. Gerçekten de hızlı bir değişim yaşanacak gibi görünüyor.
Ancak dünyadaki olguların değişmesi yeni bir durum değildir.
Dünya oldu olası durmadan değişmektedir. Hiçbir gün dün gibi olmamıştır. Felsefecilerin deyimiyle bir ırmakta iki defa yıkanılmaz. Çünkü dün yıkanılan ırmak suyu çoktan akıp gitmiştir.
Dünyadaki gelişmeler de ırmak suyu gibidir, durmadan değişmektedir.
Ancak bu değişimin ivmesi iletişim teknolojisinin ilerlemesiyle doğal olarak artmakta, hızlanmaktadır. Son dönemlerdeki hızlı değişiklikleri de bu açıdan değerlendirmeliyiz.
Yeryüzündeki bazı değişimler ise büyük olaylardan sonra kendini daha belirgin bir biçimde hissettirmiştir.
İslam'ın ortaya çıkışından 30-40 yıl sonra dünyanın üç önemli kıtasında tarihin hiç bir döneminde görülmemiş hızda bir değişim yaşanmıştır.
Ve yine Fransız, Bolşevik ve İran-İslam devrimlerinden sonra, Birinci ve İkinci Dünya Savaşlarından sonra yeryüzünde önemli değişimlere tanık olunmuştur.
Tarihteki hızlı değişimlerin her biri insan hayatının farklı alanlarında vuku bulmuştur:
Bazen düşünce alanında(Rönesans), bazen askeri ve siyasal alanlarda( dünya savaşları ve sonrası dünya düzeni), bazen ekonomik sahada(sanayi devrimi ve kapitalizmin doğuşu), bazen idari-genel hukuk sistemlerinde ( krallıkların yerini seçilenlere bırakması), bazen de İslam Devriminde olduğu gibi istikbara/ emperyalizme karşı ilahi ilkelere dayalı yeni bir mücadele başlatma biçiminde ortaya çıkmıştır.
Bu örnekler çoğaltılabilir.
Dikkat edilirse son sıralarda değişimle ilgili ortaya atılan görüş ve tahminler genellikle dijital teknolojinin insan hayatı üzerindeki etkilerinin radikal olacağı etrafındadır. Son çeyrek yüzyılda zaten bunun etkilerini müşahade ediyor ve hissediyoruz. Bu süreç zamanla daha etkili biçimde devam edeceğe benziyor.
Ama dünya kuruldu kurulalı değişen olgular yanında değişmeyen/sabit değerler de varlığını sürdürmüş ve sonuna kadar da sürdürecektir.
Hak, adalet, özgürlük, zulüm sömürü ve tecavüze karşı direniş, barış, kardeşlik vb sabit değerler asla değişmemiş ve değişmiyecektir.
Ekonomik ilişkiler, toplumsal denetim, idari sistemlerde değişiklik vb itibari/değişken ölçütlerin değişmesi geçmişte olduğu gibi gelecekte de insan hayatını etkiliyecektir kuşkusuz. Ama bunlar insanın yaratılış hedefini değiştirecek faktörler değildir.
Hakkı hakikati savunma, toplumda adaleti sağlama, insanları özgürleştirme, müstekbirlerin tekelciliğine son verme, insanın saygınlığını/onurunu koruma vb alanlardaki çaba ve sorumluluklar asla değişmiyecektir.
Alış verişin dijitalleşmesi, para kavramının değişmesi; toplumsal denetim, eğitim-öğretimin uzaktan bir merkezden yapılması; devletler arası ilişkilerin ulusalcılığa mı yoksa küreselciliğe mi kayacağı vb tahmin ve olasılıklar adalet, hakkaniyet, insanın özgürlüğü ve onurunu koruma ilkelerine dayanmadığı sürece insan hayatını olumlu yönde etkilemez ve insanlığı olgunlaştırmaz.
Hak-batıl, müstekbir-mustaz'af, zalim-mazlum mücadelesi bundan sonra da devam edecektir.
Müstekbirlerin, kendilerini başkalarından üstün konumda görenlerin tekelcilik, işgal, sömürü, baskı, zulüm ve cinayetleri kuşkusuz öngörülen değişim sürecinde de devam edecektir. Doğal olarak müstekbir cephenin karşısında mazlum ve mustazafların direniş ve mücadelesi de yeryüzünde adil bir düzenin kuruluşuna kadar devam edecektir.
Ziya Türkyılmaz