کارگر

کارگر

İslam İnkılabı Lideri İmam Hamanei Kutsal Savunma Haftası başlaması dolayısıyla telekonferansla katıldığı törende önemli açıklamalarda bulundu.

 İslam İnkılabı Lideri İmam Hamanei kutsal savunma haftası dolayısıyla düzenlenen törende yaptığı konuşmada, bu savaşı dayatanların amacı, İslam inkılabını yok etmek olduğunu ve bunun için Saddam’ı kullandıklarını belirtti.

İmam Hamanei, bu savaşta karşımızda Saddam ve Baas partisi olmadığını, esas taraf İslam inkılabından ciddi darbe alan Amerika gibi güçler olduğunu vurguladı.

İmamHamanei daha sonraları ortaya çıkan belgeler, savaştan önce Saddam Amerikalılarla anlaştığını ve savaş sırasında yük gemileri BAE’ne yanaşarak Saddam’a askeri teçhizat verdiklerini ortaya koyduğunu kaydetti.

İslam İnkılabı Lideri İmam Hamanei konuşmasının devamında, bugün takdir edilen bu mücahitler canından ve ailesinden, ana baba ve geleceğinden vazgeçerek tüm varlıkları ile karşısında vatanı ve İslam’ı savunmaları gerektiğine karar verdikleri düşmanla savaşa giden insanlar olduğunu vurguladı.

İmam Hamanei, İslam mücahitleri İslam dinini, milli izzeti ve namusu savunduklarını, bazıları şehit düştüklerini, bazıları ise kalıp bu görevi tamamladıklarını ifade etti

 Allah’ın Adıyla

ABD ve İşgalci Rejimin son sıralarda Fars Körfezi bölgesindeki bazı emirlikler ile sözde normalleşme girişimleri başlatmaları başta Filistin’in mazlum halkı olmak üzere Müslümanlar arasında rahatsızlıklara sebep oldu.

Müslüman halkların bu tepkilerini dikkate alan iktidarlar, partiler, STK’lar, medya kuruluşları, yazar-çizer-yorumcu çevrelerin her biri konuya kendi bakış açılarından yaklaşarak tepkilerini ortaya koydular.

Filistin bağlamında normalleşme, uzlaşma, teslimiyet, uşaklık… adına ne denirse densin içinde bulunduğumuz zaman diliminde karşılaştığımız bu gelişmeler aslında ilk defa ortaya çıkmış ihanetler değildir.

Filistin halkının kendi ülkesinden çıkarılıp sürgüne gönderildiği, evinin barkının işgal edildiği, her türlü cinayete maruz bırakıldığı günden beri İslam ülkelerine tahakküm eden rejimlerin çoğu Siyonist terör çeteleri rejimiyle açık- gizli ilişkilerini sürdürmüş, bu rejimin ayakta durması için her türlü işbirliği içerisinde bulunmuşlardır.

Pek uzağa gitmeğe gerek yoktur; iğneği kendimize çuvaldız başkasına batıralım. İsrail’ın uğursuz varlığını resmen tanıyan ilk İslam ülkesi olan Türkiye de bu kuraldan müstesna olmayıp o günden bu yana işbaşına gelen hükümetlerin hepsi bu işgalci rejimle ilişkileri geliştirme yolunu tercih etmişlerdir.

Bugün BAE ve Bahreyn gibi ülkeciklerin adına yapılmak istenen şeyi, yani Arap ülkeleri ile İsrail arasında zaten devam eden ilişkileri alenileştirme girişimini şimdi işbaşında bulunan AKP hükümeti yıllarca önce yapmaya çalışmadı mı? Suriye hükümetini İsrail ile uzlaştırmak için bizzat Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından başlatılmış girişimler unutulmuş olamaz.

Dün yapmak isteyip de başaramadığını bugün Körfezdeki kukla emirliklerin yapmasına karşı çıkılması anlaşılır gibi değil. Belli ki, konu Filistin meselesi değil BAE ile başta Libya olmak üzere başka bölgelerdeki sürtüşmelere yönelik hesaplaşmalar için bir bahanedir.

Bu açıklama ışığında Filistin davası bağlamında birkaç noktanın madde madde madde açıklığa kavuşturulması gerekir:

1- Başını Suudi hanedanının çektiği Arap rejimlerinin çoğu doğrudan veya dolaylı olarak ABD’nin kontrolü altında hareket etmekteler ve kendi halklarına karşı rejimlerinin varlığını korumak için ABD’nin sultasını peşinen kabul etmişlerdir. Bunların ABD-İsrail sulta ekseninden ayrılmaları uğursuz varlıklarının da sonu demektir. Bunlardan Filistin davasına yardım ve destek beklemek abestir.

2- ABD ve İsrail’in bölgedeki kukla rejimlerin işbirliği ile başlattıkları bu son girişimleri Filistin halkının haklı mücadelesini asla engellemiyecektir.
Yetmiş yıldan fazla bir süredir Filistin halkını teslim alamayan İsrail ve hamileri bundan sonra da bu uğursuz hedeflerine ulaşamıyacaklardır.

3- Filistin halkının eşsiz direnişini kıramayanların Fars körfezindeki tağuut ve tağuutçuklara tevessül etmeleri aslında Filistin davası adına büyük bir zaferdir. Bu son girişimler görünürde işgalci rejimin başarısı gibi görünse de aslında onların zaafını gözler önüne sermektedir.

4- Filistin halkı ve direniş grupları geçen bu 70 yıllık çetin mücadelede hiçbir zaman bugünkü kadar vahdet içerisinde bulunmamıştı. Artık tek kurtuluş yolunun direniş olduğunda birleşmiş bulunuyorlar. Artık başta Arap ülkeleri olmak üzere nifak ehli güçlere dayanmak yerine kendi iman ve güçlerine dayanmanın tek çözüm olduğu sonucuna varmış bulunuyorlar.

5- Filistin davası İslam dünyasında turnosol kağıdı olmaya devam etmektedir. Filistinliler geçmiş dönemlerde zaman zaman gerçek dostlarının kimler olduğunda gaflete düşmüş olsalar ve münafık rejimlere güvenseler de işin ciddiyeti ortaya çıktığında kime güveneceklerini, kimlerin kendileriyle dayanışma ve işbirliğine hazır olduğunu öğrenmiş oldular.

6- İslam dünyasının çeşitli bölgelerindeki Müslümanlar da bugün her zamankinden daha açık bir şekilde Filistin davasını kimlerin desteklediğini, kimlerin Filistin davasını bir çıkar aracı olarak kullandığını görebilmektedir.

7- Hakla batılın bir birinden açık bir şekilde ayrışması için safların netleşmesi süreci devam edecektir. Bu ilahi gelenek şimdilik Filistin davası bağlamında gündemde olsa da başta Suriye, Yemen, Irak ve Lübnan olmak üzere bölgemizde ve yeryüzünde vuku bulan bütün gelişmeler için de geçerlidir. Ancak saflar netleştiğinde kimin hak, kimin batıl, kimin hakla ve kimin batılla birlikte olduğunu halklar teşhis etme imkanına kavuşacak, nifak ve küfrün maskesi ancak o zaman düşürülebilecektir.

Ziya Türkyılmaz

Kovid-19 krizinin arifesinde Gates vakfının yönetim kuruluna yeni başkan atanması medyanın dikkatinden kaçan çok ince bir noktadır…

Ne yalan söyleyeyim; ben de bu noktayı fark edemedim onca haber ve yorum yağmuru arasında…
Ta ki;  Newsweek, Global Edition’daki bir yazıyı görünceye kadar..

    ***

KİMDİ BU YENİ BAŞKAN?
Mark Suzman 1 Şubat 2020’de Gates vakfı yönetimi kurulu Başkanı olarak atandı.
Suzman, ırkçılığın en iğrenç versiyonunun yaşandığı Apartheid döneminde Güney Afrika’da büyüdü ve çalışmalarına gazeteci olarak başladı. Suzman daha sonra BM’ye katıldı ve BM Genel Sekreteri Bürosu stratejik politika üretme ve iletişim bölümünde danışmanlık koltuğuna oturdu. 2007 yılında   Gates vakfına katıldı ve vakfın küresel destek ve kalkınma politikaları ve özel inisiyatifler bölümünün başına geçti.
Suzman vakfın Hindistan, Çin, Avrupa ve Afrika’daki temsilciliklerinin temelini atmayı ve geliştirmeyi üstlendi ve yine vakfın devletler, özel sektör ve medeni toplumla ilişkilerini koordine etmeye başladığı dönemde de Oxford üniversitesinden uluslararası ilişkiler branşında doktorasını aldı.

“KORONA KUMPASINDA CİNSİYET EŞİTLİĞİ” NE ALAKA?” DEMEYİN…

Şimdi sıkı durun:
Suzman Newsweek’e verdiği demeçte önceliklerinden birinin; vakıfta,  vakfın cinsiyet eşitliği uygulamalarını gözetleyen yeni bir üst düzey icra mevkii oluşturmak olduğunu belirtti.
Son yıllarda siyonizmin, özellikle AB kaldıracını kullanarak çoğu ülkede (ve tabi ki öncelikle bizde) “cinsiyet eşitliği” ve “eşcinsellik “ kavramlarını sıkça gündemde tuttuğunu, hatta İstanbul Sözleşmesi’yle bunun nasıl dayatıldığını, aile ve ahlak yapısını nasıl dinamitlediğini hepimiz biliyoruz.
İş öyle bir noktaya geldi ki, ÇKD bile, eşcinselliğin ne kadar büyük bir felaket olduğu konusunda toplumu uyarmaya başladı!...
Suzman ayrıca vakfın son 20 yılda uygulamaları, bu teşkilatın faydalı bir küresel tepkiyi yönetmek üzere gerekli kapasiteleri ve meşruiyeti oluşturduğunu ortaya koyduğunu vurguladı.
Suzman buna, Wellcom ve Mastercard firmalarının iş birliği ile uygulanan Kovid-19 Therapeutics Accelerator programını örnek gösterdi.


Suzman ;vakfın gelecekteki faaliyetleri hakkında da yaptığı açıklamada, kendisi ve vakfın yönetim kurulu ve üst düzey yöneticileri yatırımların ve faaliyetlerin en çok etki yaratan alanların üzerinde odaklanması üzerinde ısrar ettiklerini kaydetti; bu konuya da epidemik hastalıklarla mücadele, cinsiyet ayrımcılığıyla ilgili sorunları bertaraf etme ve eğitim programlarını geliştirme programlarını örnek gösterdi.

Bununla da yetinmedi ve The Giving Pledge adlı hayır kurumunun kuruluşunun onuncu yıl dönümüne işaretle bu kurum aslında Bill, Melinde ve Warren’in kurumsal değil kişisel inisiyatiflerinin ürünü olduğunu, bu üç kişi kişisel görüşleri doğrultusundu bu kurumun temelini attıklarını da açıkladı.

   ***

“THE GİVİNG PLEDGE HAYIR  KURUMU (!) BU İŞİN NERESİNDE?
The Giving Pledge hayır kurumu 2010 yılında Bill Gates ve Warren Buffett tarafından ve dünyanın çok zengin insanlarını insani programlarına katılmalarını sağlam üzere kuruldu. Bu kurumun taahhütname belgesi şimdiye kadar 204 kişi tarafından imzalandı; gerçi bu imza herhangi bir hukuki veya yasal elzem getirmiyor. İmzalayanların çoğu 22 ülkenin milyarder insanları... Belgeyi imzalayan bazı milyarderler vefat etti. Bu insanların üstlendiği yükümlülüğün 500 milyar dolar olduğu belirtiliyor; gerçi bu meblağın tümünün tahsis edilmesi yönünde hiç bir elzem de bulunmuyor. Belgeyi imzalayanların arasında seçkin simalar yer alıyor.


  Business Line Online’ da dikkatimi çeken bir nokta oldu: Bill ve Melinda Gates vakfı, Michael ve Susan Dell vakfı ve Wadhwani vakfı, Kovid-19 eylem grubuna mali yardım takımına katılarak bu inisiyatifin faaliyet ve ulaşım alanını genişletmek istemiş.

Söz konusu grup (ACT Grants) Hindistan’da kâr amacı gütmeyen bir grup olup startup’lara mali destek veren bazı özel yatırım fonları tarafından kurulmuş.
Gates vakfının proje seçme sürecinin bir bölümünü yönetmesi ve projenin Hindistan’da Bihar ve Utar Pradeş eyaletlerinde uygulanmasına destek vermesi kararlaştırıldığı anlaşılıyor. Wadhwani vakfı da seçline projelere mali destek sağlayacak. Projeler Hindistan’ın sağlık sistemini uzun vadede iyileştirme ve doğrudan etkileme etkenleri üzerinde odaklanarak seçiliyor.

   ***

HİNTLİLER BAYAĞI BU İŞİN İÇİNDE!
ACT Grants Kovid-19 ile mücadele için 50 özel firmayı, 40 startup’ı ve bir kaç Hindistanlı seçkin girişimciyi bir araya getirmiş bulunuyor. Bu grup 43 günde 39 startup’a mali yardımda bulundu. Bu yardımlar ise şu alanlara dağıtıldı: Uzaktan tıbbi hizmet, geniş çapta test, hasta izleme, şaibeli hastaları rasat etme, iletişimleri izleme ve tanı kiti üretme.


Gates vakfının Hindistan bürosu Başkanı Hari Menon, ACT Grants grubuna verilen destek, Gates vakfının Kovid-19 hastalığı ile mücadele hedefi doğrultusunda olduğunu, bunun için toplu çaba ve sermaye gerektiğini belirtiyor.


ACT Grants’ın Sözcüsü Mohit Bhatnagar da Gates vakfının Kovid-19 hastalığı ile mücadele deneyimleri ve uygulamaları bu grubun hedefleri ile tamamen örtüştüğünü vurguluyor.

   ***

ACT GRANTS BU İŞİN NERESİNDE?

ACT Grants bazı özel sermayeli firmaların bir araya gelmesiyle oluşan bir grup. Bu gruba üye şirketleri de buldum: Sequoia India, Accel Partners, Lightspeed Ventures, Matrix Partners,  Nexus Venture Partners, Kalaari Capital, Omidyar Network.

   ***

GATES VAKFI HER İŞE KARIŞAN BİR KURULUŞ!
    Gates vakfının, Rus trolların ABD seçimleri üzerindeki tesirini araştırma projesine destek vermesi de ilginç değil mi? 


 Bakın; Politics & Government Week via VerticalNews.com bu konuda neler yazıyor:
 

“Bu proje, aslında bir kaç platforma dayanarak çalışan bir devlet propagandası” projesi!
Nasıl mı çalışıyor? Buyurun::
Twitter ve youtube sitelerinde Rus trollar ABD’de 2016 başkanlık seçimleri sırasında New Jersey teknoloji müessesesi tarafından izlendi ve siyasi irtibatların medya üzerinden daha geniş bir ekolojik zeminde ele alınmasını gösterdi.
Zira devletler birbiriyle iç içe olan enformasyon eko-sisteminden yararlanarak gizli propaganda stratejilerini takip ediyor!


Bu projenin mali hamilerinden biri de Gates vakfı!
 Projenin diğer mali hamileri arasında şu kurumların adı dikkat çekiyor:
Knight Foundation, Charles Koch Foundation, Craig Newmark Philanthropies, Hewlett Foundation, Siegel Family Endowment Carlsberg Foundation.

   ***

Eminim siz de benim gibi şaşırdınız.

Gates vakfının; Maryland Baltimore Üniversitesi’yle de sıkı ilişkileri olduğunu kaçımız biliyor acaba?

Maryland Baltimore Üniversitesi’nin Gates vakfının desteği ile yapay biyoloji alanındaki yeni bulguları takibe aldığını da biliyor musunuz?!
 
Biotech Week via NewsRx.com’da yer alan bir araştırma makalesine göre  Maryland Baltimore Üniversitesi, Ehrlich Pathway yöntemini geliştirmek üzere yapay biyoloji temelinde bir araştırma yürütmüş ve sonuçta Gül gibi çiçeklerden daha değerli hoş kokulu maddelerin elde edilmesini sağlamış.

Gates vakfı, Jiangnan Üniversitesi Biyo Teknoloji Fakültesi ve Bilimler Ulusal Vakfı hücre mühendisliği ve biyokimya programı ile birlikte bu araştırma projesinin baş hamileri arasında yer alıyor!
Gelecek yazımda bu konuda bulduğum diğer belgeleri de sizlerle paylaşacağım inşallah.

Şimdilik Allah’a emanet olun, esen kalın

 Amerika Başkanı Donald Trump yönetiminin tehditlerine tepki gösteren Rusya, İran ile askeri iş birliği Trump’a rağmen devam edeceğini açıkladı.

Rusya federasyonu dış ilişkiler komitesi Başkan Yardımcısı Vladimir Dzhabarow, Amerika Başkanı Donald Trump’ın İran ile silah ticareti yapan ülkeleri cezalandırma tehdidine rağmen Moskova yönetimi Tahran ile askeri iş birliğini sürdüreceğini belirtti.

Dzhabarow şöyle ekledi:

Bırakın onlar yaptırım uygulasın. Bence Rusya ile İran arasında askeri iş birliği devam edecek.

Dzhabarow ayrıca bu yaptırımların İran ve Rusya arasındaki iş birliğini etkilemeyeceğini umduklarını vurguladı.

ABD Dışişleri Bakanı Mike Pompeo Pazar günü bir bildiri yayımlayarak tetik mekanizmasını uyguladıklarını ve buna göre daha önce askıya alınan BM yaptırımları yeniden İran’a dayatıldığını iddia etti.

Ancak Pompeo’nun bu iddiasına rağmen Bercam nükleer anlaşmasının diğer tarafları, BM güvenlik konseyi üyeleri ve uluslararası camia Amerika’ya karşı çıkarak bu ülkenin iyice inzivaya itildiğini ortaya koydu. /İsmail Bendideryan

 İran’ın BM daimi temsilcisi Macid Tahti Revançi, Amerika terör devletinin BM’nın süresi bitmiş kararnameleri yeniden dayatma çabalarına tepki gösterdi.
 İran’ın BM daimi temsilcisi Macid Tahti Revançi, Amerika’nın İran’a dayattığı yeni tek yanlı yaptırımları hiç bir etkisi olmayacağını, ayrıca uygulama tarihi geçen kararnamelerin yeniden uygulanmasını da asla göremeyeceğini belirtti.

Twitter hesabında bu açıklamayı yapan Tahti Revançi, Amerika uygulama tarihi geçmiş kararnamelerin yeniden uygulanmasını asla göremeyeceğini, zira bu kararnameler uluslararası hukuka göre söz konusu olmadığını belirtti.

ABD Dışişleri Bakanı Mike Pompeo Pazar günü bir bildiri yayımlayarak tetik mekanizmasını uyguladıklarını ve buna göre daha önce askıya alınan BM yaptırımları yeniden İran’a dayatıldığını iddia etti.

Ancak Pompeo’nun bu iddiasına rağmen Bercam nükleer anlaşmasının diğer tarafları, BM güvenlik konseyi üyeleri ve uluslararası camia Amerika’ya karşı çıkarak bu ülkenin iyice inzivaya itildiğini ortaya koydu. /İsmail Bendideryan


İran dini lideri Ayetullah Ali Hamaney, ABD'nin yaptırımlarıyla ilgili dikkat çeken açıklamalarda bulundu. Hamaney, ABD'nin yaptırım politikasıyla kısa vadede halkı rejimle karşı karşıya getirmeyi hedeflediğini uzun vadede ise ülke ekonomisini çökertmek istediğini söyledi.
 
 
İran lideri İmam Hamaney, Kurban Bayramı münasebetiyle devlet televizyonunda canlı yayınlanan bir konuşma yaptı.

Konuşmasında ABD'nin "azami baskı" adını verdiği İran'a yönelik yaptırımlarına değinen İmam Hamaney, "Amerikalıların İran ulusuna karşı uyguladığı yaptırımlar, şüphesiz büyük bir suçtur. Görünüşte yaptırımlar İslam Cumhuriyeti'ne yönelik olabilir ancak aslında bu yaptırımlar İran halkının tümüne karşı uygulanmaktadır." diye konuştu.

"HALKI REJİMLE KARŞI KARŞIYA GETİRMEYE ÇALIŞIYOR"
ABD'nin yaptırımlarla kısa, orta ve uzun vadede hedefleri olduğuna dikkati çeken Hamaney, Washington'un kısa vadede halkı rejimle karşı karşıya getirmeyi, orta vadede İran'ın kalkınmasını engellemeyi ve uzun vadede ise ülke ekonomisini çökertmeyi hedeflediğini ifade etti.

ABD'nin bu sayede İran'ın bölgedeki vekil güçleriyle ilişkisini de kesmeyi planladığını dile getiren Hamaney, "Onların istediği olmadı ve olmayacak. Hedeflerini gerçekleştiremediklerini ve şiddetli baskının amacına ulaşamadığını kendileri de itiraf etti." şeklinde konuştu.

Yaptırımların ülkeye etkilerini değerlendiren İmam Hamaney, şöyle devam etti:

"Şüphesiz, yaptırımlar bizim için sorunlara neden olmuştur ancak tüm sorunlar yaptırımlardan kaynaklanmıyor. Sorunlar bazen yönetim sorunlarından kaynaklanıyor ve son zamanlarda da koronavirüsle bağlantılı sorunlar ortaya çıktı."

İmam HAMANEY, ABD İLE MÜZAKERE İHTİMALİNİ REDDETTİ
Konuşmasında ABD ile müzakere ihtimalini de reddeden Hamaney, ABD ile müzakerenin İran'ın bölgesel güç rolünden, nükleer teknolojiden ve caydırıcı askeri gücünden vazgeçerek, savunmasız bir hale gelmesi anlamını taşıdığını ifade ederek, "Bu yüzden ABD ile müzakere etmeyeceğimizi söylüyorum." dedi.

İmam Hamaney, ABD Başkanı Donald Trump'ı işaret ederek, "Elbette müzakereden ABD'de iktidarda olan bu yaşlı adam faydalanacak. Kendisi için veya seçimlerde müzakereyi kullanacak." diye konuştu.

"AVRUPA ÜLKELERİ İÇİ BOŞ SÖZLERLE EKONOMİMİZİ SEKTEYE UĞRATTI"
ABD'nin Mayıs 2018'de nükleer anlaşmadan çekilmesinin ardından İran'ın anlaşmadaki çıkarlarının korunacağına dair Avrupa ülkeleri tarafından verilen sözlerin yerine getirilmediğini söyleyen İran lideri İmam Hamaney, "İçi boş sözlerle bizi geriye ittiler ve ekonomimizi sekteye uğrattılar." diyerek tepkisini dile getirdi.

ABD'deki ırkçılık karşıtı protestolara da değinen Hamaney, protestoların ABD'deki siyasal sistemin çöküşüne yol açacağını ileri sürdü.

İmam Hamaney, "ABD, çeşitli eyaletlerdeki mevcut protestoları bastırabilir ancak bunlar küllerin altındaki bir ateş gibi kalacaktır. Ortadan kalkmayacak ve tekrar alevlenecek. ABD siyasal sistemini çökertecekler. ABD kendine düşman bulmaya çalışıyor fakat artık onların en büyük düşmanı kendi halkıdır." değerlendirmesinde bulundu.

"İNŞALLAH YENİ HÜKÜMET, İŞLERİ DAHA FAZLA CİDDİYETLE ELE ALACAKTIR"
Son günlerde döviz kurlarında yaşanan artışı ve hükümetin ülkedeki sorunlara yönelik yaklaşımını da değerlendiren Hamaney, şunları ifade etti:

"Para biriminin dizginlerini kırması ve günden güne artması kabul edilemez. Aldığım raporlarda bunun ekonomik nedenlerden daha fazla güvenlik ve siyasi nedenleri olduğu görülüyor. Hükümet, bazı alanlarda iyi işler yapmıştır ancak her alanda bunun böyle olduğu söylenemez. İnşallah (gelecek yıl düzenlenecek seçimlerden sonra) göreve gelecek yeni hükümet, işleri daha fazla ciddiyetle ele alacaktır."

ABD’nin en büyük düşmanı kendi halkıdır

İmam Hamanei ayrıca, bugün Amerika’nın en büyük düşmanı kendi halkı olduğunu, Amerikan halkı bu zalim rejimi yıkacağını vvurguladı.

 

Pazar, 02 Ağustos 2020 05:19

Tam Boyutlu Taarruz Provası

Savunma alanında yaptığı ilginç atılımlarla sık sık gündeme gelen İran, oldukça dikkat çekici bir prova icra etti.
 
 
Geçtiğimiz günlerde dünya basınına yansıyan fotoğraflarda, İran'ın "sahte uçak gemisi" olduğu iddia edilen yüzer bir cisim görüntülenmişti. ABD ile özellikle Hürmüz Boğazı ve Basra Körfezi'nde gerilimler yaşayan Tahran, uçak gemisi boyutunda bir satıh platformuna taarruz planını içeren tatbikat icra etti. Bandar Abbas Limanı'ndan römorkörler yardımı ile eğitim için belirlenen bölgeye intikal eden yüzer cisim, İran Devrim Muhafızları'na bağlı unsurlarca saldırıya uğradı. Havadan helikopterle indirilen unsurların yanı sıra platforma paramiliter yapılanmanın deniz gücüne bağlı unsurlar da çember altına alarak yaklaşma ve saldırı provaları düzenledi. ABD envanterinde görev yapan Nimitz sınıfı uçak gemilerini andırır yapıda olduğu görüntülenen hedef üzerinde sahte jetlerin varlığı dikkat çekti. Faaliyetlerin son safhasında hedef unsura, helikopterden gemisavar güdümlü mermisi fırlatışı da icra edildi. Karadan yapılan top ve roket ve füze atışlarıyla ağır hasar alan unsurun daha sonra battığı gözlemlendi.

Eğitimin, ABD ile tansiyonların iyiden iyiye gerildiği bir dönemde yine ABD Donanması unsuruna benzer bir hedef üzerinde icra edilmesi hususu ise dikkatlerden kaçmadı.

İsmail Bendiderya - 23 Temmuz günü İran’ın Mahan Air firmasına ait sivil yolcu uçağı Tahran’dan Beyrut’a doğru giderken belirsiz savaş uçaklarının tacizi sonucu aniden irtifa kaybetti ve bu da bazı yolcuların yaralanmasına yol açtı.


 Uçak, dakikalarca süren bu baskı ve taciz altında, son anda en uygun kararı vererek Suriye’nin başkenti Şam havaalanına inmek zorunda kaldı.

Bu olayda, son zamanlarda gelişen bazı karanlık vakalara ışık tutacak çok önemli iz ve işaretler olduğu kanaatindeyim.

Mesele hiç de göründüğü kadar basit bir taciz, korkutma veya mahalle kabadayılığının anlık bir hoyratlığı değil..

Çok daha ince ve şeytanca bir oyun, son anda bozulmuş olmasaydı, kimse bu detayın farkına varamayacaktı…

   ***

Öncelikle şunu hemen belirtelim: Bu taciz, tamamen uluslararası havacılık kanunlarına aykırı bir durum; nitekim İran İslam Cumhuriyeti de hemen durumu BM ve ilgili diğer hava kurumlarına şikayet etti ve meseleyi sonuna kadar takip edeceğini açıkladı.

   ***

Haber ajansları ilk anlarda bu uçakların Terör ve işgal devleti Siyonist İsrail’e ait olduğunu yazdılar.

İran yolcu uçağının pilotları da ilk etapta, bu saldırgan uçakların İsrail’e ait olduğunu zannetti...

Zira sivil yolcu uçağını dakikalarca taciz eden 2 F-15 savaş uçağının pilotları kendilerini tanıtmamakta ısrar etmişler.

Ama ilginçtir; İran sivil uçağının anlık olarak Tahran’a ilettiği görüntüler, bu tacizci saldırgan uçakların İsrail’e değil, Amerika’ya ait 2 adet F-15 savaş uçağı olduğunu belgeleyince dünyanın haydudu olan ABD, hemen bunu kabullenmek zorunda kaldı ve uçakların kendisine ait olduğunu itiraf etti.

   ***

Evet; İran devleti meseleyi belgelemeyi başarınca; Amerikalı askeri bir yetkili ABD savaş uçaklarının İran’a ait yolcu uçağını taciz olayı hakkında arsızca bir açıklama yaptı.

  Amerika terör ordusunun Batı Asya bölgesindeki merkezi komutanlığı Centcom Sözcüsü Bill Urban taciz olayı hakkında yaptığı açıklamada, Amerika’ya ait iki savaş uçağının; Suriye hava sahasında ve Tenef askeri üssü çevresindeki devriyeleri sırasında İran yolcu uçağına denk geldiklerini ileri sürdü. Amerikalı Sözcü, ABD’ye ait bu kanunsuz savaş uçaklarının sadece yolcu uçağını çıplak gözle denetlemek için bin metre kadar mesafeden tacize başladıklarını ve onun bir yolcu uçağı olduğunu tespit ettikten sonra uzaklaştıklarını iddia etti.

ABD’nin bu yalanına kargalar bile güler.

Zira bir uçağın yolcu uçağı olup olmadığı, daha o uçak kalkmadan bütün uluslararası hava trafiğince bilinir ve resmi duyurusu da yapılır; bunu anlamak için 2 F-15 savaş jetinin bir yolcu uçağına 1 km yaklaşıp “çıplak gözle” o uçağı denetlemesine gerek yoktur ve bu laf açıkça dünyayla dalga geçmektir.

Yolcu uçağını tehditvari izlemek, uluslararası Şikago konvansiyonuna aykırıdır; bir yolcu uçağını taciz etmek; uluslararası hukuk ilkelerini alenen çiğnemektir.

Şikago konvansiyonuna göre yolcu uçakları güven içinde seyreder ve hiç bir askeri sistem tarafından tehdit edilemez.

Ederse ne mi olur?

Yolcu uçağını tehdit etmek, uluslararası konvansiyonlara göre bir terör eylemidir ve en ağır suçlardan biridir.

Evet; dün yaşanan bu olayla birlikte ABD bir kez daha uluslararası terörist bir devlet olduğunu tescillemiş oldu.

Bundan sonrası artık BM’yi ilgilendirir ve İran’ın da buna ilk fırsatta gereken karşılığı vereceğini tahmin etmek hiç de zor değil (Şehit General Süleymani olayında bunu gördük)

Zaten İran Havacılık Kurumu Sözcüsü Rıza Caferzade, ABD savaş uçaklarının İran yolcu uçağını taciz etme olayında yasal süreci başlattıklarını açıkladı.

İran Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Seyyid Abbas Musevi de, İran yolcu uçağına yapılan taciz hakkında gereken uyarının yapıldığını belirtti.

   ***

Ama bütün bunlar işin detayı..

Medyanın üzerinde hiç durmadığı; asıl üzerinde durulması gereken şey ise “ABD savaş jetlerinin neden İran sivil yolcu uçağını havada taciz ettiği” dir.

   ***

Sahi, ABD bunu neden yaptı?

Gelin; bunu anlamak için hep beraber birkaç soru soralım:

1-F-15 pilotları uluslararası havacılık kurallarını tamamen görmezden gelip, kendilerini ve hangi devlete ait olduklarını neden gizlediler?

2-İran yolcu uçağına neden ısrarla 1000 metre kadar yaklaştılar ve bunu dakikalarca sürdürdüler?

3-O saatlerde haberi aktaran medya, olayı neden “Suriye hava sahasında” diye verdi? (halbuki olay Suriye değil, Lübnan hava sahasında gerçekleşiyor ve olayın can alıcı noktası da zaten burada!)

   ***

Şimdi bunları birer birer açıklayalım:

  ABD savaş jetleri, daha önce bir İran yolcu uçağını Fars Körfezi semalarında vurmuş, yüzlerce sivili katletmiş, sonra da uluslararası arenada hüküm giymemek için “onu savaş uçağı zannettik” demiş; bunun teknik olarak zannedilemeyecek kadar net olduğu ispatlandığında da, İran’a tazminat ödememekte ısrar etmiş; ama dünayya rezil olmaktan ve İran’ın uluslararası hukuk mahfillerinde meseleyi takibiyle tazminat davasına muhatap olmaktan kurtulamamıştı…

Ama İran uçağını ABD değil de; Suriye vurmuş olsa ne olurdu, hiç düşündünüz mü?

    ***

Olayın hemen ardından Tahran’ı, Fars Haber Ajansı uluslararası haberler Genel Müdürü’nü aradım ve detayları sordum.

İlginç bir detay dikkatimi çekti.

Olay tam da Lübnan-Suriye ortak hava sahasına yaklaşırken olmuş.

Uçak, Suriye hava sahanlığına girmeye zorlanmış ve bunu yapan ABD jetleri, dakikalarca; ısrarla uçağa çok yakın uçmuşlar.

Yani; gelişmiş Rus sistemleriyle de donanan Suriye hava savunmasını bir an gafil avlayıp bu “kimliksiz savaş uçaklarına” kilitlenip ateş etmelerine neden olmaya çalışmışlar!

Suriye hava savunma füzesi ateşlendikten sonra ise o uçağın kaderi belli.

Ya Suriye füzeleri vuracak, ya da ondan kurtulursa ABD jetleri vurup “Suriye yanlışlıkla vurdu” diyecekler!

İran’la Suriye, İran’la Rusya krizi başlayacak ve bütün bölge ülkelerini içine sürükleyen şeytanca bir anafor devreye sokulacak…

   ***

 

Kendisini tanıtmadan tacizi sürdüren 2 ABD savaş uçağının; İran yolcu uçağının yakınında uçarak Suriye hava savunmasını ateşe zorlamasının nedeni işte budur.

Bu yıla yeni girdiğimiz günleri hatırlayın… 10 Ocak.. Tahran… General Kasım Süleymani’nin ABD tarafından suikaste uğrayıp kalleşçe şehit edilmesinin hemen ardından başlayan “ABD-İran” çok boyutlu savaşını…

   ***

O gece, ABD tarihte 4 defa daha ve farklı ülkelere oynadığı bir oyunu İran’a da oynayarak, Tahran Havaalanından Ukrayna’ya kalkan bir yolcu uçağının elektronik sistemlerini hacklemiş ve siber bir saldırıyla İran savunma sistemini yanıltarak, Ukrayna yolcu uçağına ateş etmesini sağlamıştı..

İran bu olayı ispatlamamış ve gereken belge ve bulguları toplayıp uluslararası hukuk mahfillerine ve medyaya ulaştırmamış olsaydı bugün bambaşka bir tabloyla karşı karşıya kalacaktık..

   ***

Evet, büyük şeytan bu defa da aynı oyunu oynadı ve Tahran semalarındaki kumpasını Suriye-Lübnan semasında da denedi; ama Suriye hava savunmasının son anda uyanması ve İranlı pilotun uçağın irtifasını hemen düşürerek hızla en yakınındaki Şam havaalanına inişe geçmesi bu faciayı önlemiş oldu.

Tıpkı Ukrayna uçağı olayında olduğu gibi; bu kirli kumpasta da ABD’ye lojistik destekte bulunan 2 ülkenin İran tarafından tespit edildiğini öğrendiğimde şaşırmadım.

İran; olayın hemen ardından, meseleyi uluslararası hukuk mahfillerine taşımayı ihmal etmedi ve “bunu karşılıksız bırakmayacağı” nı da resmen açıkladı.

İran’ın bu “misliyle mukabelede bulunma” konusunda ne kadar ciddi olduğunu 2020 Ocak ayında gördük.

Terör ve işgal çetesine dönüşen ABD’nin bölgedeki varlığı, barışı da, huzuru da yok edecek gibi… ABD kuyruğunu arkasına sıkıştırıp kendi topraklarına çekilmediği sürece bölgemizdeki hiçbir devlete huzur yok…

ABD’nin Suriye’de ne işi var sahi?

 İran İstihbarat Bakanlığı'ndan yapılan yazılı açıklamada; "İran'da silahlı eylemler ve sabotaj operasyonlarını ABD'den yönlendiren terör örgütü Tonder'in lideri Cemşid Şarmehd, İstihbarat Bakanlığı tarafından ele geçirilmiştir" ifadeleri kullanıldı.
 

'Tonder' ve 'İran Krallığı Meclisi' adıyla bilinen ABD merkezli monarşi yanlısı örgüt, 12 Nisan 2018'de Şiraz kentinde 14 kişinin ölümüne ve 215 kişinin de yaralanmasına yol açan saldırı ile ülke genelinde bazı silahlı eylemler ve sabotajlar düzenlemekle suçlanıyor.

Örgütün lideri olduğu belirtilen Cemşid Şarmehd'in ABD'nin Kaliforniya eyaletinde İran aleyhine medya faaliyetleri yürüttüğü biliniyor.

İran istihbaratının, Şiraz'daki saldırının yönlendiricisi olduğu söylenen Şarmehd'i 2009'da Los Angeles'ta adam öldürme teşebbüsünde bulunduğuna ilişkin haberler ABD medyasında yer almıştı.

* İslam İnkılabı Rehberi İmam Hamanei’nin 2020 yılı Hac mevsimi dolayısıyla İslam ümmeti için yayınladığı mesaj *

Bismillahirahmanirrahim

Elhamdulillahirabbila'lemin ve sallallahu ela Muhammedin ve âlihit'tahirin ve sehbet'ilmuntecebin ve men tebie'humbihsani ila yevmiddin.

Her zaman İslam Dünyası’nın izzet, azamet ve mutluluk duygularını uyandıran hac mevsimi bu yıl müminlerin gam ve hasretlerine neden olmuş, hac şevkinde olan insanları özlem ve mutsuzluğa müptela etmiştir. Yürekler,Kabe’ningaripliğindenmahzun hissediyor ve onun ziyaretinden uzak kalmış insanların lebbeykleri, göz yaşları ve yürek sızlamalarına karışmıştır. Bu mahrumiyet kısa sürelidir ve Allah’ın yardımıyla çok uzun sürmeyecektir. Lakin bundan çıkaracağımız ders, yani haccın büyük nimetinin kadrini ve kıymetini bilmek devamlı bir ders olmalı ve bizi gafletten uyandırmalıdır.

İslam ümmetinin azamet ve gücünün sırrının; çok kapsamlı ve çeşitli iman ehlinin Kabe’nin etrafında, Peygamberin (saa) ve Baki Kabristanlığında defn olmuş imamların (as) hareminde toplanmaları olduğunu bu yıl her zamankinden daha çok hissedip ve bu konuda daha fazla düşünmeliyiz. Hac, eşsiz bir farzdır ve İslami farzlar içinde en seçkinidir. Adeta dinin tüm kişisel ve sosyal, dünya ve ahirete ait, tarihi ve küresel yönleri bir daha okunup gözden geçiriliyor. Bu farzda maneviyat vardır ama bu maneviyat inziva, yalnız kalmak ve köşeye çekilmek değildir. Onda cem olmak, toplanmak vardır ama bu toplanma, her türlü çatışma, kötü söz ve kötü isteklerden arınmış bir toplanmadır. Bir taraftan yalvarmadan, ağlamaktan ve ilahi zikirden duyulan ruhi haz ve diğer taraftan insanlarla irtibatta olmak ve bağlılık, aitlikvardır.

Hacılar bir gözleri ile tarihle olan derin bağlarını görüyor İbrahim’le, İsmail’le, Hacer’le Allah Resulü’nünMescid’ul-Haram’a başarılı girişini ve peygamber döneminin müminlerini görüyor; diğer gözleri ile kendisi ile çağdaş olan müminleri görüyor ki her biri yardım için bir el ve ilahi ipe sarılmak için bir topluluk olabilir.

Hac farzında düşünmek ve tedebbür, hacıları bu kesin inanca ulaştırıyor ki müminlerin yardımlaşması, işbirliği ve birlikteliği olmaksızın dinin insanlık için birçok ülküleri ve arzuları gerçekleşmez. Bu yardımlaşma ve işbirliğinin oluşması, hasımların ve düşmanların hileleri bu yolun gerçekleşmesinde önemli bir engel ve sorun oluşturamayacaktır.

Hac; fesadın, zulmün, zayıfları katleden, yağmacılığın odağı olup, bu gün İslam ümmetinin bedenini kendi zulümleri ve pislikleri ile yaralamış ve kanını akıtmış müstekbirlere karşı güç manevrasıdır. Hac; ümmetinin yumuşak ve sert gücünün göstergesidir. Bu, Haccın; doğası, ruhu ve onun hedeflerinin en önemli bölümüdür. Bu Hac, merhum İmam Humeyni’nin söylediği İbrahimiHac’dır ve bu hedef öyle bir hedeftir ki kendilerine Haremeyn’in hadimi diyen Hac’cın mütevellileri eğer bu gün sadakatle onu kabul edip ABD’nin rızası yerine Allah’ın rızasını seçseler İslam Dünyası’nın büyük sorunları çözülecektir. Bu gün de her zamanki gibi ve her zamankinden daha fazla İslam ümmetinin maslahatı vahdettedir. Öyle bir vahdet ki tehditlere ve düşmanlıklara karşı tek yumruk oluştursun ve cisim haline gelmiş şeytan olan tecavüzcü ve kan içici ABD ve onun bağlı köpeği olan Siyonist rejime karşı yüksek sesle bağırabilsin ve zorbalığa karşı yiğitçe göğüs gersin. Bu ilahi emir anlamına gelmektedir ki buyuruyor: وَاعتَصِموا بِحَبلِ اللهِ جَميعًا  وَلا تَفَرَّقوا(Hep birlikte Allah’ın ipine sımsıkı yapışın; bölünüp parçalanmayın.)[1] Kur’an İslam ümmetini َشِدّاّْءُ عَلَي الكُفّارِ رُحَماّْءُ بَينَهُم (kâfirlere karşı sert, kendi aralarında merhametlidirler.)[2]çerçevesinde tanımlıyor. Ve ondan vazifesini وَلا تَركَنوِّا اِلَي الَّذينَ ظَلَموا(Zalimlerin yanında olmayın)[3]وَلَنـ يَجعَلَ اللهُ لِلكـّْفِرينَ عَلَي المُ‍ـؤمِنينَ سَبيلًا(Allah kâfirlere, müminler aleyhinde asla yol vermeyecektir.[4])فَقاتِلوِّا اَئِمَّةَ الكُفر(küfrün elebaşılarıyla vuruşun[5]) ve لا تَتَّ‍ـخِذوا عَ‍ـدُوّي وَ عَدُوَّكُم اَولِياّْء(benim de düşmanım sizin de düşmanınız olan kimseleri kendilerine sevgi göstererek dost edinmeyin.[6]) talep eder.Aynı zamanda İslam ümmetinin düşmanlarının belirlenmesi için de لا يَن‍هىّْكُمُ اللهُ عَنِ الَّذينَ لَم يُقاتِلوكُم فِي الدّينِ وَلَم يُخرِجوكُم مِن دِيارِكُم(Allah, din konusunda sizinle savaşmayan ve sizi yurtlarınızdan çıkarmayanlarla iyi ilişkiler içinde olmanızı ve onlara adaletli davranmanızı yasaklamaz.[7])buyurmuştur.

Bu önemli ve belirleyici alınyazısı, hiçbir zaman biz Müslümanların düşünce ve değerler manzumesinden uzak olmamalı ve unutulmamalıdır.

Bu gün Müslümanların seçkinleri ve gençlerinin kendi maarif ve manevi zenginliklerine teveccüh anlamında olan İslami uyanış inkar edilemez bir gerçekliktir. Batı uygarlığının insanlığa en değerli armağanı gibi sunulan liberalizm ve kominizim bu gün150 yıl önceki cazibesini tamamen kaybetmiştir ve onun iyileşmez yetersizlikleri açığa çıkmıştır. Birine (kominiz) dayalı olan düzen yıkılmış ve diğerine dayalı olan düzen çok ağır krizler geçirerek dağılmaya yüz tutmuştur.

Bu gün sadece ilk günden beri müstehcenlik ve çirkinlikle ortaya çıkan batının kültürel modeli değil hatta para temelli demokrasi, tabakalaşmış ve ayrımcı kapitalizm halinde olan siyasal ve ekonomik modeli de kendi işlevsizliğini ve fesatçılığını göstermiştir. Bu gün İslam Dünyasında başı dik, gurur ve onurla batının tüm bilim ve medeniyet iddialarına meydan okuyan elitler az değiller. Hatta bir zamanlar kibirle liberalizmi tarihin sonu diye tanımlayan batı düşünürleri bu gün çaresizce kendi iddialarını geri çekmiş, teori ve pratik yetersizliklerini itiraf ediyorlar.

Amerika sokaklarının durumu, ABD siyasilerinin kendi halklarına davranış tarzı, o ülkede oluşan toplum tabakaları arasındaki derin uçurum, o ülkeyi yönetmek için seçilmiş insanların aşağılık ve aptallıkları, orada olan korkunç ırkçı ayrımcılığı, devlet memurunun suçsuz bir insanı, başka insanların gözünün önünde soğukkanlılıkla işkence ederek katletmesi batı uygarlığında olan ahlaki ve sosyal krizin derinliği, oranın siyasi ve ekonomik felsefesinin eksikliklerini, yanlışlığını ve batıl olduğunu gösteriyor. ABD’nin güçsüz halklara karşı davranışı aslında o devletin polisinin savunmasız bir siyahinin boynuna dizini bastırarak onu öldürmesinde olan davranışının daha da büyük bir şeklidir. Batının başka devletleri de her biri kendi imkan ve gücü çerçevesinde aynı bu acınacaklı durumun bir başka örnekleridirler.

İbraihimi Hac, bu modern cahiliyete karşı İslam’ın azametli olayıdır. İslam’a davet ve İslami toplumun beraberce yaşamasının sembolik bir gösterisidir. Müminlerin birlikte yaşadığı bir toplumda;tevhit ekseni etrafında sürekli hareketlilik en güzel belirtidir. Çatışma, saldırı, ayrımcılık, eşraf ayrıcalığı, fesat ve kirlilikten uzak olmak o toplumun gerekli şartlarıdır. Şeytana karşı çıkmak, müşriklerden uzak durmak, yoksullarla karışıp kaynaşmak, ihtiyaç sahiplerine yardım etmek ve iman ehlinin belirtilerini ortaya çıkarmak bu toplumda en gerekli vazifelerdir.

Allah’ı anmak ile O’na şükür ederek ve O’na kulluk ederek genel halkın menfaatleri ve maslahatlarına ulaşmak ve onları elde etmek bu toplumun orta ve uzun süreli hedefleridir. Bu, İbrahimiHac’da gösterilen İslami toplumun görüntüsünün özet bir anlatısıdır. Bu görüntüyü çok iddialı batı toplumlarının gerçeklikleri ile mukayese edince gayretli her Müslümanın yüreği bu topluma ulaşmak için çalışma ve mücadele şevki ile dolar.

Biz İran halkı İmam Humeyni’nin önderliği ve hidayeti ile bu şevkle adım attık ve başarılı olduk. Bildiğimizi ve istediğimizi tamamıyla gerçekleştirme konusunda iddialı değiliz ama bu yolda oldukça ilerlediğimizi ve karşımızda olan engelleri ortadan kaldırdığımızı iddia edebiliriz. Kur’ani vaatlere inanmakla adımlarımız güçlü kalmıştır. Çağımızın en büyük soyguncu ve kan dökücü şeytanı olan Amerika rejimi bizi korkutamadı veya hile ve kurnazlıkla maddi ve manevi gelişmemizi engelleyemedi.

Biz tüm Müslüman milletleri kendi kardeşimiz olarak görüyoruz ve karşı cephemizde olmayan gayrimüslimlere iyilik ve adaletle davranırız. Müslüman toplumların gam ve sorunlarını kendi sorunumuz gibi görüyor ve onun çözülmesi için çaba sarf ediyoruz. Mazlum Filistin’e yardım etmek, vücudu yaralanmış Yemen’e merhamet duymak ve dünyanın her yerinde zulüm altında kalmış Müslümanlara karşı duyarlı olmak bizim her zamanki gayretimizdir. Aynı zamanda bazı Müslüman ülkelerinin yöneticilerine nasihatte bulunmayı kendimize görev biliyoruz. Bu yöneticiler kendi Müslüman kardeşlerine dayanmak yerine düşmanın kucağına sığınıyorlar, kısa süreli kişisel faydaları için düşmanın hakaret ve baskılarına tahammül ediyorlar, kendi halkalarının onur ve bağımsızlığını satıyorlar. Onlar işgalci Siyonist rejimin varlığını kabul ederek gizli ve açıkça ona dostluk eli uzatıyorlar. Onlara nasihatte bulunuyor ve yaptıklarının acı sonuçları konusunda uyarıyoruz.

ABD’nin Batı Asya Bölgesinde olmasını; bölge halklarının zararına, bölgenin istikrarsızlığının, ülkelerin harap olmasının ve geri kalmışlığının nedeni olarak görüyoruz. Amerika’da şimdi yaşanan olaylarda ve ırkçı ayrımcılığa karşı olan olaylarda bizim kesin konumumuz halkın yanında olmak ve o ülkenin ırkçı hükümetinin gaddar davranışını kınamaktır.

Son olarak Hazreti Begiyetullah’a selam ve selavat göndererek, merhum imamın hatırasını saygıyla yad ediyorum ve şehitlerin pak ruhlarına selam ediyorum. Allah’tan İslam ümmeti için çok yakın zamanda tehlikesiz, makbul ve mübarek bir hac arzu ediyorum.

 

vesselamu ela ibadillahisalihin

Seyid Ali Hamanei

29 Temmuz 2020 / 7 Zilhicce 1441

 

[1]Âl-i İmrân Suresi - 103

[2]Fetih Suresi - 29

[3]Hûd Suresi - 113

[4]Nisâ Suresi - 141

[5]Tevbe Suresi - 12

[6]Mümtehine Suresi - 1

[7]Mümtehine Suresi - 8