کارگر

کارگر

Cuma, 05 Şubat 2021 06:34

Dili Doğru Kullanma Şekilleri

Hak Teâlâ'nın insana bağışta bulunduğu sayısız nimetlerden biri dildir. İnsan, Allah'ın kendisine bahşettiği dil vesilesiyle konuşmakta, duygularını, düşüncelerini ve derdini beyan etmektedir. Dilin iyilik ve güzellikleri çok olduğu gibi kötülük ve çirkinlikleri de büyük ve ağırdır. Hikmet sahibi arifler, dil hakkında şöyle demişlerdir: 

"Dilin hacmi küçük ama suçu büyüktür."

Büyük âlimlerden Molla Muhsin Feyz-i Kaşani, "Mehaccetül Beyza" adlı kitabında dilin, gıybet, iftira, laf taşımak, alay etmek, dedikodu, sövgü ve insanları aşağılamak gibi yirmiden fazla büyük günah işlemeye kadir olduğunu yazmıştır.

Kur'an-ı Kerim dilin sadece on şekilde konuşmasını güzel olarak zikretmiş ve izin vermiştir. Eğer insan bu on çeşit konuşmayı eda edecek olursa, diliyle Allah'a kulluk etmiş olur. Bu on şekil konuşma dışında kalan kullanım ise günaha ve hakikatte şeytan'a kulluktur. 

Kuran'ın dile izin verdiği söz söyleme yöntemleri şunlardır:

1- Güzel söz

Güzel söz, insanlara karşı kırıcı ve incitici cümlelerden kaçınmaktır.

"İnsanlara güzel söz söyleyin." (Bakara-83)

2- En güzel söz

En güzel söz, İnsanları Allah'a davet etmektir.

"Allah'a çağıran, salih amelde bulunan ve «Gerçekten ben Müslümanlardanım» diyenden daha güzel sözlü kimdir?" (Fussilet-33)

3- Adil söz

Adaletli söz, anlaşmazlık anlarında haktan yana şahitlik etmektir.

"Konuştuğunuzda, akraba bile olsa sözünüzde adil olun." (En'am-152)

4- Doğru söz

Doğru söz, yaşanılan toplumda geçmiş mümin kulların hayrını zikretmek ve dilini yalandan korumaktır. 

"Sonra gelecekler arasında bana bir doğruluk dili (güzel bir ün) ver." (şuara-84)

5- Yüce söz

Yüce söz, anne ve babayla saygı ve sevgiyle konuşmaktır.

"Rabbin, O'ndan başkasına kulluk etmemenizi ve anne babaya iyilikle davranmayı emretti. şayet onlardan biri veya ikisi senin yanında yaşlılığa ulaşırsa onlara, «çf» bile deme ve onlara sesini yükseltme. Onlara yumuşak söz söyle." (İsra-23)

6- Yumuşak söz

Yumuşak söz, iyiliği emretmek ve kötülükten sakındırmak farizasını yerine getirirken kullanılan kalp okşayıcı sözlerdir. 

"İkiniz Firavuna gidin, çünkü o, azmış bulunmaktadır. Ona yumuşak söz söyleyin, umulur ki o öğüt alıp düşünür ya da içi titrer korkar." (Taha-43/44)

7- İman sözü

İman sözü, Allah'ın birliğini, ibadet ve itaat edilmeye sadece O'nun layık olduğunu ve Peygamberin (s.a.a) İlahi risaletini kabul ve tasdiktir.

"Biz Allah'a ve bize indirilene (Kur'an'a) ve İbrahim'e, İsmail'e, İshak'a, Yakup'a ve onun torunlarından indirilene, Musa'ya ve İsa'ya verilene ve Rableri tarafından tüm peygamberlere verilenlere inandık. Biz onlardan hiçbiri arasında fark gözetmeyiz ve biz O'na teslim olanlarız."  deyin." (Bakara-136)

8- Sağlam söz

Sağlam söz, her zaman ve mekânda şartlar ne olursa olsun doğru sözü söylemektir.

"Kendilerinden sonra güçsüz evlatlar bıraktıkları takdirde onlar için (sıkıntıya düşmekten) endişe edenler, (haksızlık etmekten) korksunlar; Allah'tan çekinerek sağlam söz söylesinler." (Nisa-9)

9- İyi söz

İyi söz, yetimlere ve insanın kendi ailesine karşı söylediği sözdür.

"Allah'ın geçiminize dayanak kıldığı mallarınızı aklı ermeyenlere vermeyin; o mallarla onları besleyin, giydirin ve onlara güzel söz söyleyin." (Nisa-5)

10- Yetkin söz

Yetkin söz, etkili hikmetle yoğrulmuş ve delile dayalı sözdür.

"Allah, onların kalplerinde olanı bilir. Onlardan yüz çevir (onları cezalandırmaktan vazgeç) onlara öğüt ver ve kendi halleri hakkında onlara açık ifadeli ve etkili söz söyle." (Nisa-63)

Resulullah (s.a.a)Hz. Ali'yi (a.s) insanları Allah'a davet etmesi için Yemen'e gönderdiğinde Hz. Ali'ye (a.s) hitaben şöyle buyurmuştu:

"Ey Ali! Kendisini hakka davet etmedikçe hiç kimseyle savaşma. Allah'a yemin olsun ki eğer Allah senin elinle birini hidayete erdirecek olursa, bu senin için üzerine güneşin doğup battığı her şeyden daha hayırlıdır." (el-kâfi, c5.s28,  Bab-u Vasiyeti Resulullah, 4. Hadis).

Dilin namaz Allah'ı zikretmektir. 

Kur'an okumak Allah'ı zikretmektir. 

Gözyaşları ile bezenmiş dualar Allah'ı zikretmektir.

Kur'an ayetlerinde dilin kullanım şekilleri hakkında işaret edilen on yönteme uyumlu sözler, Allah'ı zikretmenin başka bir haletidir. 

Dil vesilesi ile yapılan bütün zikirlerin en yücesi, en faydalısı ve en çok övülmüş olanı ise gaflete düşmüş bir insana Allah'ı hatırlatmak ve onu hak yola davet etmektir.

Cuma, 05 Şubat 2021 06:32

Allah'a Karşı Suizan

 İlk suizanda bulunan varlık Şeytandır. O, Allah'ın fiilini kötü ve yanlış bildi... Rivayette şöyle geçer; "Şeytan 6 bin yıl her gökyüzü tabakasında bir yıl Allah'a itaat etti ama Allah'ın fiiline kötü zanda bulunup itaat etmeyerek suçlu duruma düştü." Bunun için Suizan Şeytan'ın bir sıfatıdır.

 Bu konu oldukça fazla araştırılma gerektiren bir konudur. Kötü düşünce ve suizannın kökleri nelerdir? Neden bazıları Allah'a suizanda bulunur?

 Bir imtihan ve bela anında Allah’a suizanda bulunurlar; insanların çoğu bu günaha müpteladırlar. Belalar ve musibetler Allah'ın İmtihanıdır.

 “İnsanlar imtihandan geçirilmeden sadece iman ettik demeleriyle bırakılacaklarını mı sandılar.” Ankebut/2

 Bazıları Allah'ın imtihanını doğru bir şekilde anlayıp tahlil edemiyorlar. Bu yüzden suizanda bulunuyorlar. Dr. Refii şöyle anlatır:

 "Bir gün İmam Rıza'nın (a.s) türbesine gitmiştim. Haremin bahçesinde bir genç yanıma geldi ve şöyle dedi:

 'Ben eskiden Ehl-i Beyt meddahıydım. Ehl-i Beyt hakkında çokça meddahlık yaptım; mersiye ve sinezen okudum. Bir süre önce de Kerbela’ya kafile götürdüm. Kırk kişiydik ve otobüsle yola çıktık. Bu yolculuktan maneviyat kazanmak için çok çalıştım. Allah’ın rızasını kazanmak için doğru bir şekilde mersiye ve ağıtlar okumaya çabaladım. Kerbela ve Necef ziyaretimizi tamamladık. Derken dönüş yolunda trafik kazası geçirdik. Bütün yolcular kazayı sağ salim atlattı ama o kırk kişi içerisinden yalnızca ben sağlığımdan oldum; artık yürüyemiyorum. O günden beri Allah’a karşı kötü düşüncelere kapıldım. Peki ben ne yapmıştım ki başıma bu olay geliverdi? Bu yolcular arasında öyle ciddiyetsiz, şımarık insanlar vardı ki hatta bazıları ibadetlerinde özensiz ve bazıları da günah işlemekten çekinmeyen insanlardı. Ama ben onların hepsinden daha fazla dikkat ediyordum. Bütün dikkatimi ziyarete vermiştim layıkıyla ibadet yapmaya çalışıyordum. Onlara mersiye ve ağıtlar okuyordum. Neden sadece ben bu şekilde oldum? Ben ne günah işledim ki bu musibetler benim başıma geldi?

 O şahsa dedim ki; 'Ben sana bu kadarını söyleyeyim; imtihan, musibet ve bela birkaç kısımdır. Bazıları günahkarlar ve kafirler içindir. Günah işleyen ya da hata yapan insan imtihan edilir. Onun için bir uyarıcıdır, doğru yola yönelsin diye. Bazıları müminler içindir; çünkü Müminlerin Allah katında dereceleri vardır. Bu imtihan ve belalar müminlerin Allah katındaki derecesini yükseltir. İmanının gelişmesine ve yücelmesine sebep olur. Bütün peygamberler, Hz. Eyüp, Hz. Yusuf, Hz. Yakup hepsi zorluklar çekmiştir.

Kerbela'da İmam Hüseyin'in başını bedeninden ayırdılar. Evlatları ve yarenleri şehit oldu. Acaba İmam Hüseyin bir hatamı yapmıştı? İmtihana tabi olan ve musibet gören her insan günahından ya da hatasından dolayı yaşamaz bunları. Allah sadece günahkarları değil evliyaları da imtihan eder.

 Yahudi bir şahıs Hz. Ali'nin yanına gelir ve der: 'Ey Efendim! Vasilerde imtihan edilir mi?' İmam şöyle buyurur: 'Evet, evliyalar, vasiler ve enbiyalar hepsi imtihan edilir. Kimisi servetle Hz. Süleyman gibi, kimisi fakirlikle Hz. Eyüp gibi. Bazısı elindeki imkanlar alınarak imtihan edilir. Allah Hz. Musa’ya 38 çocuk verdi ama İmam Rıza'ya 48 yıl bir çocuk bile vermedi. 48 yaşındaydı İmam Cevad ona verildi ve o İmam Rıza’nın tek çocuğuydu.

 Hz. İmam Hüseyin'in çocukları ve yârenleri Kerbela'da şehit edildi. Allah sadece İmam Zeynel Abidin'in kalmasını istedi bu tesadüf ve cebir değildir. İnsan vazifesini yerine getirir ve Allah'ın İmtihanı kabul ederse yüce mertebelere ulaşır.'

 Sonra Hz. Ali (as) o Yahudi’ye şöyle der: '14 defa imtihana tabi tutuldum. 7 defa peygamber zamanında 7 defa peygamberin vefatından sonra.

 Allah Davut peygambere şöyle buyurdu: 'Sana cennette seninle aynı terazide olacak birini tanıtmamı ister misin?' Bazen insan cennette peygamberle olabilir ama onun derecesinde olamaz. Davut peygamber 'evet' dedi. Şöyle hitap geldi: 'Git falan semtte falan kadının yanına o hem cennetliktir hem de senin derecendedir.' Kimdir ki hem cennetlik olsun hem de Davut Peygamber ile aynı derecede olsun. Hz. Davut gitti, o kadını buldu ve sordu: 'Yaptığın amelini bana açıklar mısın? Hangi ameli işledin ne yaptın anlatır mısın?'

 Peygamber şöyle der: 'Bu kadının özel bir ameli yoktu. Normal bir insan, benden farklı değil. Vacip amelleri yerine getiriyor, hatta müstehap amel bile çok fazla yapmıyordu. Kendi kendime nasıl oluyor da bu kadın cennette benimle aynı derecede olur dedim. Kadına: 'Biliyor musun Allah seni cennette benimle aynı derecede karar kıldı.' Kadın: 'Evet, bana da söyledi.' Hazreti Davut: 'Nereden biliyorsun? Nasıl bu makama ulaştın?' diye sorunca kadın: 'Sebebi şudur; yaşantımda karşılaştığım her duruma şükür ettim. Fakirlik görsem şükrettim, servet sahibi olsam şükrettim. Allah neyi benim için istediyse ona şükür ettim. Hiçbir zaman suizanda bulunup isyan etmedim.'

 Ehlader/Üstat Dr. Refi'i

Cuma, 05 Şubat 2021 06:28

Kindar Olmak

nsan birine karşı sinirlenip gazaplanır ve ondan intikam almazsa, bu his insanın batınına geri dönerek kine dönüşür.

Kin, yani; karşısında ki şahsa karşı, sürekli kötü duygular beslemek ve ondan nefret etmektir. Allah Resulü (s.a.a) bir hadis-i şerifinde şöyle buyurmuştur: Mümin, kindar değildir.

Kin, gazap sonucunda ortaya çıkan bir histir ve 8 tane özelliği beraberinde taşır.

1-Haset; öyle ki insanı, karşısındakinin sahip olduğu nimetin, ondan alınmasını arzulamasına sevk eder.

2-İnsanın batınında kıskançlık ve hasedi güçlendirir ve karşısında ki şahıs bir belaya müptela olduğunda ona imalarda bulunur ve serzeniş eder (iyi oldu hak ettiğini buldu gibi) ve sevinir.

3-İnsan kin duyduğu kimseyle irtibatını, gidiş gelişini keser hatta o gidiş geliş istese bile.

4-Kin duyduğu kimseyi küçümsemek, ondan yüz çevirmek.

5-Harama bulaşır, yalan konuşur, gıybet eder ve onun sırrını açarak, örtülmesi gereken şeyleri ortaya çıkarır.

6-Onu maskara etmek için onun sözlerini ve davranışlarını taklit eder.

7-Onu cismi olarak rahatsız etmeye çalışır, dövebilirse döver, dövemezse onu yoracak, sıkacak, rahatsız edecek şeyleri yapmaya çalışır. (ve o yoruldukça hastalandıkça zorluk çektikçe sevinir).

8-Onun hakkına riayet etmez, sıla-i rahim-i keser, borcunu ödemez, reddi mezalime dikkat etmez ki bunların hepsi haram ve gayri meşrudur.

Kindar insan kendinde oluşan bu kini ortadan kaldırmazsa, bu kin hasede dönüşür.

Ama eğer kindar insan kinine sebep olan gazabını telafi edebilecekse, yani intikam alabilecekse, 3 haletten biriyle karşı karşıyadır.

1-Kendi hakkını eksiksiz veya fazlalıksız talep eder, bu surette adaletle davranmıştır.

2-Onu bağışlayabilir ve ona iyilik edebilir, bu fazilet sahibi bağışlaması bol kimselerin işidir.

3-Kendi hakkından fazlasını talep eder, buda zulüm haletidir.

Eğer insan kendisi için gerekli görüyorsa iyilikle onun kin beslemesine sebep olan hakkını alabilecekse, kimseye zulmetmeden kötülük yapmadan bunu alabilir. Ama bazı haklar var ki alınabilecek gibi değil örneğin; biri, yıllar önce sizi küçük düşürdü, halk içinde sizi dövdü, sizi rezil etti, söz dolaştırdı, dostunuzla aranızı açtı.

Siz şimdi intikam için onun yaptığı kötü işleri yapamazsınız, bir ömür boyu kin besleyeceğinize ki bunun zararlarını şimdi açıklayacağım, en iyisi kin beslemeden önceki gibi davranmak ve nefisle mücadele etmektir ki bu sıddıkların ve Allah’a yakın olanların amelidir.

Çaresi: İnsan bilmeli ki kin onun kalbinde olduğu müddetçe sürekli gamlı, üzgün ve problemli olacaktır ve dünyada da ahrette de azabın pençesinde kalacaktır.

İnsan dostluğun ve bağışlamanın faziletini düşünmelidir.

خُذِ الْعَفْوَ وَأْمُرْ بِالْعُرْفِ وَأَعْرِضْ عَنِ الْجَاهِلِينَ

Özrü kabul edip suçları bağışla, iyiliği emret ve bilgisizlerden yüz çevir. (Bakara / 199)

وَإِن طَلَّقْتُمُوهُنَّ مِن قَبْلِ أَن تَمَسُّوهُنَّ وَقَدْ فَرَضْتُمْ لَهُنَّ فَرِيضَةً فَنِصْفُ مَا فَرَضْتُمْ إَلاَّ أَن يَعْفُونَ أَوْ يَعْفُوَ الَّذِي بِيَدِهِ عُقْدَةُ النِّكَاحِ وَأَن تَعْفُواْ أَقْرَبُ لِلتَّقْوَى وَلاَ تَنسَوُاْ الْفَضْلَ بَيْنَكُمْ إِنَّ اللّهَ بِمَا تَعْمَلُونَ بَصِيرٌ

Onlara dokunmadan boşarsanız nikâh parası kesmiş olduğunuz takdîrde kabul ettiğiniz paranın yarısını vermeniz gerek. Ancak kadın, hakkını bağışlar, yahut nikâhın düğümü kimin elindeyse o, bu hakkı bahşederse bu ayrı. Sizin bağışlamanız, takvaya daha yakındır. Aranızdaki üstünlüğü unutmayın. Şüphe yok ki Allah, yaptıklarınızı görür. (Bakara / 237)

İmam Sadık (a.s) Allah Resulü’nden (s.a.a) şöyle bir hadis-i şerif nakletmiştir: Acaba dünya ve ahretin en iyi sıfatını size tanıtayım mı?

-Her kim sana zulmetse onu bağışla.

-Her kim seninle rabıtasını keserse, onunla vuslat et, irtibat kur.

-Her kim sana kötülük etse, ona iyilik et.

-Her kim seni mahrum etmişse, sen onu mahrum etme.

Peygamber Efendimiz (s.a.a) bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyurmuştur: Bağışlayın ki bağışlamak; kulun izzetini çoğaltmaktan başka bir şey yapmaz.

Öyleyse birbirinizi bağışlayın ki Allah size izzet versin.

Muteb diyor ki; İmam Kazım (a.s) ile bağında mahsul topluyorduk. Bir köleyi gördüm, bir miktar hurmayı duvarın arkasına attı, gidip onu yakaladım, İmam’ın (a.s) yanına getirdim. Dedim fedan olayın bu köleyi, bu hurmayla yakaladım. İmam köleye dedi ki; aç mı kalıyorsun? Köle; hayır mevlam. İmam; öyleyse bu hurmayı neden aldın? Köle; benim malım olmasını istiyordum. İmam (a.s) bırakın onu, git bu hurma senin…… Ve şöyle buyurdu; Geçinmek, yaşamın yarısıdır.

 İsmi Ruhullah’tı… Seyyid Mustafa’nın oğlu... Babası Seyyid Mustafa, 1902’de, yani o henüz 5 aylıkken, zorba bir toprak ağası tarafından pusuya düşürülüp öldürüldü.
 Seyyid Mustafa, Humeyn’in en sevilen ismi, bütün bölgenin en sevilen din adamıydı.

Çünkü şahlığa da , ecnebi mandacılığına da karşıydı.

Fukara babasıydı.

Çok cesur ve savaşçı bir hocaydı.

Hükümetin acziyetten ülkede güveniği sağlayamadığı ve İngilizlerle Rusların İran ve Osmanlı topraklarında cirit attığı yıllarda İran’ın Humeyn kasabasını, haraç almaya gelen eşkıyalara karşı korudu, köylünün namusunu ve canını koruyabilmek için evinin etrafını kale duvarlarıyla ördü.

Hums ve zekat gelirleriyle köylüleri eşkıyalara karşı silahlandırıp haraç sistemine son verdi.

Bu “direnişçi” liğinin bedelini hayatıyla ödedi.

5 aylık yetim yavrusu, daha 15 yaşındayken annesini, sonra da manevi annesi olan halasını da kaybederek öksüz de kaldı.

Seyyid Ruhullah, Erak , Necef ve Kum kentlerinde yüksek İslami bilimler okudu.

Çağının en sevilen din adamıydı.

Meşhur müçtehitlerin derslerine gelen öğrencilerin kat kat fazlası onun derslerine gelirdi.

Zira çok mütevazi, bir o kadar da ciddi ve dürüsttü.

Mezhep ayrımına karşıydı.

   *** 

Bir zabıtaya dahi kimsenin yan bakmaya cesaret edemediği 1930’lu yıllarda, bir bahar günü, Kum kentindeki Hz Masume türbesi yakınındaki avluda ders verdiği sırada, Rıza Han’ın polislerinden biri bir kadının tesettürünü zorla başından açmak isteyince, her şeyi göze alıp inanılmaz bir cesaret ve mertlik gösterdi, susan ve seyreden onca kalabalığın arasından sıyrılıp polisin üzerine yürüdü ve bir sillede o kodaman polisi yere serdi.

   ***

“ŞAH” lık rejiminin “Seyyid Ruhullah” la ilk tanışması böyle olmuştur.

   ***

Bu olayın üzerinden birkaç yıl geçmeden, ismi belirsiz vatanperver bir subaydan aldığı bir notu, camide, herkesin duyacağı şekilde okudu:

“Ordumuzun içinde İsrail askerleri var. İranlı bir subaymış gibi bizim üniformamızı giyiyor, ast-üst tanımıyorlar.. Rütbesizler, ama bizim generallerimiz bile onlara selam çakıyor..Bu iş, vatanperver Müslümanlar olarak kanımıza dokunuyor. Sizin cesur bir din adamı olduğunuzu duyduk. Bu durumda dinî görevimiz nedir?/ Hava Kuvvetleri’nden isimsiz bir subay”

   ***

Bu notu, minberde alenen okuyup şöyle ekliyor: “Bu ülkenin bir şahı var.. Şaha duyuruyorum: Eğer bu doğruysa, açıklamasını bu millete yap: İsrail subaylarının bizim ordumuzun içinde ne işi var? Eğer yalansa, bunu tekzip et ve yalanla”

Ertesi gün şah tarafından gönderildiğini söyleyen 2 yetkili, gece yarısı evine gelip, “İsrail aleyhine konuşursa kötü olacağı” nı söyleyerek onu uyardı.

 O gün, öğle namazından sonra minbere çıkıp o tehdidi halka duyurdu ve şahı uyarmanın dini bir vazife olduğunu söyleyerek İsrailli askerlerin İran ordusunun içinde bulunmasının kabul edilemeyeceğini tekrarladı.

Aynı gece evi SAVAK tarafından basıldı ve tutuklanıp zindana götürüldü.

   ***

Onu Kum’dan Tahran’a otomobille götüren savak memurları, gece yarısı , kendileri silahlı, o silahsız olduğu halde, yol boyunca çok korktuklarını, onun ise kendilerine “korkacak bir şey yok, korkmayın” dediğini daha sonra hatıratında yazacak, aynı sözler, devrimden sonra savak arşivinden de çıkacaktı.

   ***

1962 sonbaharında Kur’an yerine  “kutsal kitab’a yemin” i getiren ”Eyalet ve vilayet encümenleri kanunu aleyhinde bildiri yayınlayınca yine tutuklandı

 O hapisteyken, Şah rejimi askerleri, onun ders verdiği Feyziye Medresesi'ne saldırıp inanılmaz bir katliam işlediler.

 Hapisten çıkar çıkmaz, Aşura günü bu katliamı kınayınca tekrar tutklanacaktı…

   ***

 

Savak’ın istediği “güvence” yazısını imzalamayı reddeder, halkın sokaklara dökülmesi üzerine şah onu serbest bırakmak zorunda kalır, ama birkaç gün sonra , şahı yine eleştirince, tekrar tutuklanır.

Müçtehit olduğu için şah rejimi, anayasa gereğince, onu idam edemez; ama ona olan hıncını, nicedir böyle bir din adamına hasret kalan ve bu nedenle de onu ölümüne destekleyerek, serbest bırakılması için Tahran ve Kum sokaklarına dökülen halktan alır ve 5 Haziran 1963 günü şah rejiminin özel kuvvetleri; aralarındaki o ecnebi subaylarla birlikte halkın üzerine makinalı tüfek, tank ve helikopterlerle ateş açıp 15 bin insanı katleder…

Halkın üzerine ateş açmayı reddeden ordu personeli hakkında tahkikat açılır, birçoğu ordudan atılır.

Bunların çoğu, daha sonra halkın safına geçecektir.

Bu kanlı gün İran tarihine 15 Hordad kıyamı olarak geçmiştir.

“Seyyid Ruhullah” birkaç ay hapis ve gözaltı yaşar..

   ***

Şah rejimi, ondan kurtulmak için onu Türkiye’ye sürer.

4 Kasım 1964 tarihinde Ankara'ya , oradan da Bursa’ya..

 Bursa'da onu Farsça bilen askeri istihbarat uzmanı Albay Ali Çetiner karşılar, onun evinde kalır ve Albay, onu çevresine “dedesi” olarak tanıtır.

1,5 yıl kadar bizde misafir olur.

Türkiye Cumhuriyeti devletinin onu yeterince sıkmaması “majesteleri şah Rıza Pehlevi hazretleri” ni rahatsız eder, hatta Bursa’da görüştüğü Sünni ulemanın çok takdirini kazanır.

Tabi, onun Urfalı “Arap asıllı bir din adamı” olduğunu zannetmektedirler…

   ***

Bu vaziyete tahammül edemeyen şah Rıza Pehlevi, onu, Türkiye2den Necef’e sürer.

Amacı, büyük ulema arasında kayblup gitmesini sağlamaktır.

Tam tersi olur ve mustazaf halk kitleleriyle, şah yönetimindeki pek çok vatansever ve milli aydın, onu destekler.

Kasetle ülkeye giren yasaklı konuşmaları evden eve dolaşır.

Yüzlerce insan sırf bu konuşmaları dinlediği için tutuklanır.

Irak’taki büyük ulema, onun ilmi ve basireti karşısında saygıyla eğilince, şah rejimi Saddam’la konuşup onu Irak’tan da sürer.

Ama bu defa şah, ABD’yle konuşur ve onu hiçbir ülkenin kabul etmemesini sağlar.

Vizesi olduğu halde Küveyt, son dakikada onu sınırdan geri çevirir.

Ortada kalınca, halktan destek ister; bir taka kiralayıp, serbest sularda radyo yayınıyla sesini İran ve dünya halkına duyuracağını söyleyince, onu hiç olmazsa gözlerinin önünde bulundurmak için Fransa’dan ona yeşil ışık yakması istenir.

Çünkü Fransa koskoca Rönesansların, reformların ve özgürlük devriminin ülkesidir(!)

Paris'in bir banliyösü olan Neauphle-le-Chateau'daki sade köy evini kiraladı ve buradan konuşmalarını ülkeye gönderdi.

İran’da her gün ülke çapında milyonların katıldığı gösteri yürüyüşleri yapılıyor, şaha karşı olan halk onu istiyordu.

Şaha muhalif olan herkes sokaklardaydı.

Şah rejimi her gün yüzlerce göstericiyi öldürüyor veya tutkluyordu.

Zindanlarda yer kalmayınca ve milyonları tutuklayacak memur da kalmayınca şah İran’dan kaçmak zorunda kaldı.

Efendisi ABD onu kabul etmekten çekindi.

Yeni kurulacak devletle papaz olmak istemiyordu!

Kanser olan şahı, sadece Mısır kabul etti (hem de tahmin edemeyeceğiniz nedenlerle ve İslam dünyasının kalbine kanser tümörü gibi saplanan başka birilerinin aracılığıyla!)

Şah orada öldü!

ABD, şahı petrole sattı, ama o petrolü de alamayacağını anlayıca, yeni kurulan devlete de düşmanlık etmekten geri kalmadı.

   ***

1977 sonbaharında, Irak’ta sürgündeyken,  şah ona gönderdiği biriyle bir mesaj iletti: “Ya benimle uzlaş ya da oğlun Mustafa ölür!”

Uzlaşmadı.

Oğlunun şehadet haberini aldığında “İnnalillah..” ayetini okudu ve eşine “başımız sağ olsun, evladımız boş yere ölmedi, şehit düştü, gözümüz aydın” dedi.

Bu “başkalarına dediğini önce kendisi yapan âlim” tavrı halkın onu daha fazla sevmesini sağladı.

   ***

Şahın kaçmasından sonra yerine bıraktığı askeri hükümet ve Bahtiyar hükümetleri devrildiler

Onun Fransa’dan döndüğü günden, Bahtiyar hükümetinin düştüğü ve yönetimin halkın eline geçtiği 10 güne İran halkı “Şafakta 10 gün” diyor.

10 gün süren bir şafağın sökmesi…

Ve bugün o günün ilk günü…

   ***

Bir anıdan birkaç satırı aktarmadan geçemeyeceğim:

 

 “…Bundan tam 40 yıl önce bu saatlerde; şimdiki adıyla Azadi, o günkü adıyla "Şehyad" Meydanı'nın biraz ilerisindeki Mehrabad Havaalanında karşıladığımız ev sahibinin peşinden "Beheşt-i Zehra" adlı şüheda kabristanına kadar koştuk... Oradaki konuşmayı son kelimesine kadar dinledik ve herşey ondan sonra başladı... O gün orada olanlar şimdi nerede? Ve, o gün orada olmayanlar, hemen ertesi aydan başlayarak, nerelerde konumlandırıldılar? Devrimci kılığında devrime sızan ve sonra da ancak çarşafa bürünerek efendlerinin kucağına kaçıp canını kurtaran o beldede günün "badem bıyıklı" sı şimdi nerede? Neden? Kimler "kim" oldular???Söylenecek o kadar çok şey var ki... Bırakın şu satırları; bir kitaba da sığmaz, bir TV programına da... Bir ömre nasıl sığdı? Hayret?! Yaşamayan hiç konuşmasın bunu... Zira "ilim şehrinin kapısı"'nın da buyurduğu gibi; "hakla batılın arası, sadece 4 parmaklık bir mesafedir".. Bu satırlar için sakın beğeni işaretlemeyin, sözünüz varsa yazın, yoksa susun ve şimdi bazı kulakları sağır eden, bazılarınıysa seher yeli gibi okşayan o sese kulak verin: "Baharân khojeste bad"…”

İsmail Bendiderya

Hz. Fatıma (s.a) hicretten önce 8. yılda, 20 Cemadiüssani tarihinde dünyaya geldi. Vahiy evinde dünyaya gelen Hz. Fatıma (s.a) değerli babası ve İslam peygamberinin yanıbaşında, yüce insani derece ve fazilete ulaşmıştır.

Peygamber efendimizin sevgili kızı, Ehl-i beyt'in ilk imamı Hz. Ali (a.s) ile evlenerek o hazretin samimi ve sefa dolu evinde, eşlik ve annelik görevini en iyi şekilde yerine getirerek, Hz. Hüseyin, Hz. Hasan ve Hz. Zeyneb gibi yüce şahsiyetler yetiştirmiştir.

Hz. Fatıma (s.a) dünya kadınlarına örnek teşkil ettiğinden hadis ve rivayetlerde, dünya ve ahiret kadınlarının en üstünü olarak tanıtılmıştır. İran'da islam inkılabından sonra, o hazretin mübarek viladet yıldönümü, 'Dünya Kadınlar ve Anneler Günü' olarak kutlanmakta, aynı zamanda İslam İnkılabının kurucusu rahmetli imam Humeyni'nin de doğum gününe denk gelmektedir.

 

Hz. Fatıma'nın (s.a) Makamı
 
 Hz. Fâtıma Zehra(s.a)'nın fazileti hakkında Resulullah'tan (s.a.a) nakledilen rivayet ve hadisler: Eğer gerçekten de bu nurlu cevher ve fazilet örneği Fatıma (a.s) hakkında mevcut olan sahih ve sarih hadislerin tümünü nakletmek istesek bu küçük makaleye sığdıramayız. Ama on iki hadisi nakletmekle yetiniyoruz.

1. Hadis

Peygamber şöyle buyurmuştur: Cennet ehli kadınların en faziletlisi Hüveylid kızı Hatice, Muhammed'in kızı Fatıma, Muzahim'in kızı ve Firavun'un eşi Asiye ve İmran'ın kızı Meryem'dir. Ehl-i Sünnet'in hadis erbabı ve ravilerinden bir çoğu bu hadisi nakletmişlerdir ki hepsinin adını zikretmek mümkün olmadığından onlardan sadece Ahmed b. Hanbel[1] Ebu Davud, [2] Kasım b. Muhammed[3] gibi meşhur şahsiyetlerin adını vermekle yetiniyoruz.

2. Hadis
Resulullah şöyle buyuruyor: Dünya kadınlarının en hayırlısı dört tanedir: Meryem binti İmran, Asiye binti Mezahim, Hadice biti Hüveylid ve Fatıma binti Muhammed (s.a.a) Bu hadisi, Dünya kadınlarının en hayırlısı cümlesiyle Ehl-i Sünnet'in Ebu Davud ve Abdulvaris b. Süfyan gibi bir çok muteber muhaddisleri, Enes ve Ebu Hureyre'den nakletmişlerdir. [4]

3. Hadis
Peygamber şöyle buyuruyor: Sana dünya kadınlarından Meryem binti İmran, Hatice binti Huveylid, Fatıma binti Muhammed ve Asiye yeter. Bu beyanda da bu dört kadın beşeriyet dünyasının dört örnek şahsiyeti olarak zikredilmiştir. Ehl-i Sünnet alimlerinden  bazıları da bu hadisi aynı ibaretler ile nakletmişlerdir. Tirmizi, [5] Ebu Davud ve Şabi, [6] de bu kimselerdendir. Bu üç rivayet ve benzeri rivayetler açık bir şekilde bu faziletli ve iffetli dört kadının, insanlık dünyasının tüm kadınlarından daha üstün ve değerli olduklarına delalet ediyor. Ama bu dördünden hangisinin diğerlerinden daha faziletli ve üstün olduğu beyan edilmemiştir.

Ama Peygamber'in Ehl-i Beytu ve tahir imamlardan nakledilen birçok rivayetler ve mütevatir hadislerden, Peygamber'in (s.a.a) kızı Fatıma'nın onların en faziletlisi olduğu anlaşılmaktadır. Bu rivayetler sarih ve açık olup tevil ve tevcih edilir bir yanı da yoktur. Eğer bu hadis ve rivayetler de olmasaydı, bu büyük kadının üstünlük ve fazileti hakkında onun peygamberlerin en büyüğü olan Hz.Muhammed'in (s.a.a) bedeninin bir parçası olması yeterliydi. Tüm alemde Resulullah'ın eşi ve benzeri olmadığı gibi, dünya kadınları arasında da Hz. Fatıma'nın (a.s) eşi ve benzeri yoktur.

Hz. Fatıma'nın dünya kadınlarının en üstünü ve değerlisi olduğu hususunu Ehl-i Sünnet'in birçok-büyük alimleri de kabul etmişler, birçok araştırmacıları da bunu açıkça beyan etmişlerdir. Bazı araştırmacı alimleri de onların görüşlerini nakletmiştir. Mesela Ehl-i Sünnet'in çağdaş alimlerinden olan Nebhani şöyle diyor: Birçok araştırmacı alimler, Fatıma'nın (a.s) dünya kadınlarının (hatta Hz. Meryem'de dahil) en üstün ve faziletlisi olduğunu söylemişlerdir. Bu alimler arasında Taki Sebeki Celaluddin-i Suyuti, Bedri Zerkeşi ve Taki Mükrizi gibi kimseler de vardır. Sebeki'den bu hususta bir soru sorulunca şöyle demektedir: Biz peygamberin kızı Fatıma'nın en faziletli kadın olduğuna inanıyoruz. İbn-i Ebi Davud'dan da bu hususta bir soru surulunca şöyle dedi: Peygamber (s.a.a) şöyle buyurmaktadır: Fatıma benim bir parçamdır. Gerçekten de Fatıma eşsiz ve benzeri olmayan biridir.
Manevi de birçok eski ve yeni alimlerden bu konuyu nakletmektedir.

4. Hadis
Sadece Ebu Davud'un İbn-i Abbas'tan naklettiği bir hadiste peygamber güya şöyle buyurmaktadır: Meryem binti İmran'dan sonra cennet ehli kadınların efendisi Fatıma binti Muhammed, Hatice ve Asiye'dir. [7] Bu hadis de bu dört kadınındünya kadınlarının en üstünü olduğunu delalet etmektedir. Ama zahiren Meryem'in Fatıma'dan daha faziletli olduğu istifade edilmektedir. Ama hem sayıları daha çok, hem senedleri daha sağlam ve sahih ve hem de delalet sağlam ve sahih ve vazih olan birçok hadisler bu hadisin tam tersi bir manaya delalet etmektedir. Yani Hz. Zehra'nın Meryem'den de üstün olduğunu beyan etmektedir. O halde bu hadisi terkedip bir kenara bırakmak zorundayız. Üstelik bu hadis şia alimleri tarafından da kabul görmemiş ve nakledilmemiştir.

5. Hadis
Buhari, Müslim, Tirmizi, Ahmed b. Hanbel, El-Cem Beynes Sahiheyn ve El Cem beynes Sihahis kitablarının yazarları, İbn Abdulbir, Muhemmed b. Sa'd ve benzeri kimseler Musa, Ebu Avane, Furas, Amir, Mesruk gibi ravilerin vasıtasıyla Aişe'den şöyle nakletmektedirler. [8] Peygamber bir gün hastalanmıştı, ben de peygamberin diğer hanımlarıyla birlikte O'nun huzurunda idik. Aniden Fatıma içeri girdi. O aynı babası gibi yürüyor ve babası gibi adım atıyordu. Peygamber aziz kızını görünce çok sevinde ve şöyle buyurdu: Aferin kızım! Daha sonra da kızını yanına oturttu ve kulağına yavaş bir şekilde birşeyler söyledi. Hz. Zehra aniden hüngür hüngür ağlamaya başladı.

Peygamber kızını mahzun ve ağlar görünce yine yavaşça kulağına birşeyler söyledi. Fatıma (a.s) bu defa da sevindi ve çok tatlı bir şekilde gülümsedi. Peygamber'in hanımlarından sadece ben ona dedim: Bizim içimizden seni kendisine sır ehli seçmiş ve sen de ağlıyorsun. Aişe diyor ki, Peygamber kalkınca ben Fatıma'ya bunun sırrını sordum. Ama o şöyle buyurdu: Asla! Resulullah'ın sırrını hiç kimseye ifşa etmem. Resulullah vefat ettikten sonra Benim senin üzerine olan hakkım için şimdi o günkü hadiseyi izah et dedim. Hz. Fatıma şöyle buyurdu: Evet şimdi söyleyeceğim. Ben babamın ilk sözlerine ağladım. Babam şöyle buyurdu: Cebrail her yıl bir defa beni ziyarete gelirdi. Ama bu yıl iki defa ziyaret etti. Bu da benim ecelimin yaklaştığını gösteriyor. Takvalı ol ve daima sabırlı olmaya çalış.

Ben senin için en iyi ibret aynasıyım. Bu sözleri duyunca gördüğün gibi şiddetli bir şekilde ağladım. Babam benim üzüldüğümü görünce şöyle buyurdu: Ey Fatıma, acaba mümin kadınların (veya İslam ümmetinin kadınlarının) en üstünü olmak istemez misin? İbn-i Hacer İsabet adlı kitabında ve birçok muhaddisler ise Dünya kadınlarının en üstünü diye nakletmişlerdir. Velhasıl bu yüzde yüz sahih olan hadis, bu büyük kadının fazilet ve üstünlüğüne delalet etmektedir. İbn-i Sad (Tabakat'ta)e benzeri kimselerde bu hadisi Ümmü Seleme'den Cennet ehli kadınların en üstünü şeklinde nakletmişlerdir. [9] Hakeza Aişe'nin Hz. Peygamber'in vefatına dek Hz. Fatıma'dan bu olayın sırrını sormadığı yer almıştır.

6. Hadis
Hz. Zehra biraz rahatsızlanınca peygamber (s.a.a) kızını ziyaret etti, ona kızım nasılsın? diye buyurdu. Hz. Fatıma, Hastayım, yiyecek hiçbir şeyimizin olmayışı beni daha fazla rahatsız erdiyor dedi. Resulullah, Dünya kadınlarının en üstünü olmak istemez misin? diye buyurdu. Hz. Fatıma: Babacığım acaba bu makam Meryem binti İmran'a mahsus değil midir? diye sordu. Resulullah, O kendi zamanındaki kadınların en üstünüydü. Bu arısda ise dünya kadınlarının en üstünü sensin. Allah'a andolsun seni öyle biriyle evlendirdim ki, hem dünyada ve hem de ahirette büyüktür. Bu hadisi rivayet hafızları ve rivayetleri senedleriyle birlikte kaydeden kimseler (Abdulbir İstiab kitabında ve diğerleri) nakletmişlerdir.

7. Hadis

İbn-i Hacer Sevaik adlı kitabında şöyle yazmaktadır: Ahmed b. Hanbel, Tirmizi, Nizai ve İbn-i Habbân gibi birçok Ehl-i Sünnet alimleri Huzeyfe'den peygamberin kendisine şöyle buyurduğunu nakletmişlerdir: Acaba bana şu anda arız olan şu haleti görüyor musun? Şu ana kadar yeryüzüne inmemiş olan bir melek Allah'tan izin aldı ve bana nazil oldu, selam verdikten sonra bana Hasan ve Hüseyin'in cennet gençlerinin efendisi ve Fatıma'nın da cennet ehli kadınların en üstünü olduğunu müjde verdi. İbn-i Habban ve diğerleri de Ebu Hureyre'den peygamber'in şöyle buyurduğunu nakletmektedirler: Şu ana kadar beni ziyaret etmemiş olan bir gök meleği, Allah'tan izin alarak beni ziyarete geldi ve bana Fatıma'nın İslam ümmetinin kadınlarının en büyüğü olduğunu müjde verdi. [10]

8. Hadis
Abdurrahman b. Ebi Naim [11] ri rivayet ve hadis hafızları da Ebu Said el-Hudri'den Peygamber'in şöyle buyurduğunu nakletmişlerdir: Fatıma cennet ehli kadınların en üstünüdür.

9. Hadis
Buhari ve Müslim Müsevver'den peygamber'in minberin üzerinde şöyle buyurduğunu nakletmişlerdir: Fatıma benim bir parçamdır. Ona eziyet eden bana eziyet eder ve ona hoş gelmeyen bana da hoş gelmez. [12] Nebhani de Buhari'den Peygamber'in (s.a.a) şöyle buyurduğunu nakletmektedir: Fatıma benim bir parçamdır. Onu gazaplandıran şey beni de gazablandırır. Diğer bir rivayette, Onu gazablandıran kimse beni gazablandırmıştır yer almıştır. Cami-üs Sagir adlı kitapta ise şu ibaret ile nakledilmiştir: Fatıma benim bir parçamdır. Onu üzen beni üzer ve onu sevindiren beni sevindirir.

İbn-i Kuteybe El-İmame ves Siyase adlı kitabının evvelinde tasrih etmektedir ki büyük İslam kadını Hz. Fatıma, Ömer ve Ebu Bekir'e şöyle buyurmuştur: Allah için söyleyin peygamber'in şöyle buyurduğunu duymadınız mı?: Fatıma kimden razı olursa ben de ondan razıyım. Fatıma kinden razı olmazsa ben de razı değilim. Onu seven beni sevmiştir. Onu sevindiren beni sevindirmiştir. Onu gazablandıran ise beni gazablandırmıştır. Ömer ve Ebu Bekir Evet, duyduk dediler. Bu hadis İslam önderleri ve tahir imamlardan mütevatir bir şekilde nakledilmiştir. Başka bir rivayet olmasaydı bile Fatıma'nın tüm dünya kadınlarından üstün olduğuna bu bir tek rivayet yeterdi de artardı bile.

Acaba müslümanlar arasında böyle bir makamı olan var mıdır? Resulullah kimin hakkında böyle sözler söylemiştir. Zımnen bu cümlelerden Hz. Fatıma'nın (a.s) masum olduğu da istifade edilmektedir. Zira bu cümleler Hz. Fatıma'nın boş yere gazaplanmadığını, sevinmediğini ve razı olmadığını beyan etmektedir. Nitekim  Peygamber de böyle idi. Peygamber (s.a.a) için bu muhtelif haler, heva ve heves üzere vücuda gelmediği gibi Fatıma (a.s) için de sözkonusu değildir. Var olan her şey Allah içindir. Zira eğer Fatıma (a.s) gazablanırsa Peygamber (s.a.a) gazablanmış ve eğer Fatıma sevinirse Peygamber sevinmiştir. Peygamber için kesin ve sabit olan ismet makamı da bundan başka birşey değildir.

10. Hadis

İbn-i Ebi Asım[13] Hz. Ali'den Peygamber'in (s.a.a) Fatıma'ya şöyle buyurduğunu nakletmektedir: Allah senin gazabın için gazablanır ve rızan için de razı olur. Taberani[14] ve diğerleri de bu hadisi hasen senediyle nakletmişlerdir. Bu hadis de 9. hadis gibi Hz. Fatıma'nın (a.s) masumiyetine ve fazilette üstünlüğüne delalet etmektedir.

11. Hadis
Ahmed b. Hanbel gibi bazı ünlü muhaddisler Ebu Hureyre'den nakletmişlerdir ki[15] Peygamber-i Ekrem (s.a.a) Ali, Hasan, Hüseyin ve Fatıma'ya bakarak şöyle buyurmuştur: Ben sizinle savaşan kimselerle savaşır ve sizinle barışan kimselerle de barışırım. Tirmizi[16] Zeyd b. Erkam tarikiyle bu hadisi (Elbette az bir farklılıkla) nakletmektedir. Bu hadis de önceki (iki) hadis gibi Hz. Fatıma'nın ismet makamına delalet etmektedir. Şu farkla ki bu hadis Ehl-i Beyt ile savaşan kimselerin küfür üzere olduğunu da beyan etmektedir.

12. Hadis
Muhaddislerden bir çoğu Abdurrahman Ezrak'tan Emir-el Müminin Ali (a.s)'ın şöyle buyurduğunu nakletmektedir: Birgün yatmış idim ki aniden Resulullah odama girdi. Bu esnada oğlum Hasan ya Hüseyin susadığını söylüyor ve su istiyordu. Resulullah çoktan beri sütü azalan (veya kurumuş) bir koyunu sağdı. Diğer oğlum Hasan Resulullah'ın yanına gitti. Ama hazret onu tutup bir köşeye oturttu. Fatıma bu durumu görünce, Babacığım sen Hüseyin'i daha çok mu seviyorsun? Ona süt verdin ama Hasan'a vermedin! diye sordu. Peygamber şöyle cevab verdi: Hüseyin daha önce susadığını söyledi ve ben de önce onun susuzluğunu giderdim. Daha sonra şöyle buyurdu: Ben, sen, bu çocuklar ve orada yatan (Ali) kıyamette bir yerdi olacağız. [17]

Bu makam ve mevkiye nail olan bu büyük İslam kadınına selat -u selam olsun. Tüm geçmişler ve gelecekler bu yüce makam karşısında saygı ile eğilmeli, ihtiram göstermelidir. Bu Allah'ın istediği kimselere verdiği bir fazlı ve ihsanıdır. Şüphesiz ki Allah büyük bir ihsan sahibidir. Makalenin sonunda da Hz. Fatıma'nın fazilet ve şahsiyeti hususunda Aişe'den nakledilen bir rivayeti aktaralım. Taberani Peygamber'in hanımı Aişe'nin şöyle dediğini naklediyor: Fatıma'dan (babası dışında) daha faziletli birini görmedim. [18]

(Buhari ve Müslim'e göre hadisin senedi sahihdir. Hasıl ki İbn-i Hacer El-İsabe ve Nebhani Eş-Şeref-ul Muebbed kitabı s. 59 sonlarında bunu açıklamışlar.) İbn-i Abdulbir de İbn-i Ebi Umeyr'den söyle naklediyor: Aişe'nin yanına vararak ona şöyle sordum: Peygamber (s.a.a) nezdinde insanların en sevglii olanı kimdi? Aişe, Fatıma idi diye cevap verdi. Ben, Erkeklerden en sevgili olanı kimdi? diye sordum. Eşi Ali idi. [19] diye cevab verdi.

Bureyde de şöyle diyor: Peygamber nezdinde insanların en sevgili olanı kadınlardan Fatıma (a.s) erkeklerden ise Ali (a.s) idi. Yine Aişe şöyle diyor: Fatıma'nın evlatları dışında hiç kimsenin, Fatıma gibi sarih bir lehçe ile konuştuğunu görmedim. Bu hadisi de Abdulbir İstiab kitabında nakletmiştir. Evvelde de, sonra da hamd Allah'a mahsustur. Allah'ın selat-u selamı Muhammed'e (s.a.a) ve aline olsun.
-

[1]Ahmed b. Hanbel Mesned kitabında (1. cüz, s. 293) İbn-i Abbas'tan naklediyor.
[2]- Ebu Davud da İstiab (Hz. Hatice'nin şerh-i halinde) adlı kitabında
[3]- Kasım b. Muhammed de İstiab (Hz. Zehra'nın şerh-i halinde) adlı kitabında nakletmişlerdir.
[4]- Ebu Davud bu hadisi İstiab adlı kitabında Hz. Hatice'nin şerh-i halinde) Enes'ten nakletmiştir. abdulvaris de İstiam (Hz. Hatice ve Zehra'nın şerh-i halinde) adlı kitabında Hureyre'ye istinaden nakletmiştir.
[5]- Nebehani'nin Erbain kitabında (s. 220) Tirmizi'nin Enes'ten naklettiğini yazmıştır. Serrac da yanı şahıstan rivayet etmiştir. (Nitekim İstiab -Hz. Zehra'nın şerh-i hali adlı kitapta yer almıştır.)
[6]- İstiab, Hz. Hatice'nin şerh-i halinde yanı kitapta Zehra'nın şerh-i halinde Ebu Davud ve Şa'bi de Cabir'den nakletmiştir.
[7]- İstiab'dan naklen Hz. Hatice'nin (a.s) şerhi halinde
[8]- Buhari Sahinide 4. cilt s. 64 Melihiyye baskısı, yıl 1332 ve Müslim Sahihinde, 2 Cüz, Hz. Fatıma'nın faziletleri bölümü çeşitli senedlerle Aişe'den nakletmiştir. Ahmed b. Hanbel müsnedinde 6. cüz, s. 282, Abdulbir istiab'ında (Hz. Zehra'nın şerhi halinde) Muhammed b. Sad da Hz. Zehra'nın şerh-i halinde, Tabakat kitabının 8. cüzünden yine tabakatın 2. clidi Peygamber'in hastalığında buyurduğu hadisler bölümünde nakletmiştir.
[9]- Ebu Ya'lide Hz. Zehra'nın şehr-i halinde ve birçok muhaddislerde Ümmü Seleme'den nakletmiştir.
[10]- Şeref-ul Muebbed (Hz. Zehra'nın şerh-i halinde) adlı kitapta da yer almıştır.
[11]- Nitekim İstiab, Sade vb. kitaplarda Zehra (a.s)'ın şerh-i halinde yer almıştır.
[12]- Buhari ve Müslim kendi sahihlerinde nakletmişlerdir. Esabe vb. kitaplarda da yer almışlardır.
[13]- Esabe kitabında.
[14]- Şeref-ul Muebbed ve benzerleri (Fatıma'nın şerh-i halinde).
[15]- Musned-i İbn-i Hanbel 2. cüz, s. 442
[16]- Tirmizi şu ibaretlerle nakletmiştir: Onlarla savaşanlarla savaşır, barışanlarla barışırım.
[17]- Müsned-i Ahmed, s. 101, 1. cüz.
[18]- Mucem-ul Evset / İbn-i Hacer Esabe kitabında ve Hebehani de Şeref-ul Muebbed adlı kitabında (s. 58), Sahih-i Buhari ve Müslim'den nakletmektedir.
[19]- İstiab kitabı (Zehra (a.s)'ın şerh-i halinde).

İkisi de suda şehid olmuştular ve su bedenlerini aynı noktaya getirmişti. Çok şaşırtıcı bir durumdu. Hüseyin'e “Bunu nasıl bildin?” diye sordum. Bana, “Önceki gece rüyamda Ekber Musayipur’u gördüm, bana esir alınmadıklarını ve şehid edildiklerini söyledi” dedi.

General Süleymani: İkinci nokta askeri teçhizatın kullanılmasıyla ilgiliydi. Düşman, kapsamlı askeri eylemleriyle Hizbullah'ın gücünü sıfırladığını veya en azından asgari hale getirdiğini varsayıyordu. Ancak düşman, Hizbullah'ın füze atma kabiliyetini kaybettiğini her duyurduğunda, Hizbullah o gün veya sonrasında önceki günden daha fazla füze ateşliyordu. Füzeleri fırlatmak basit bir iş değildi; yani, bir bölge hareketli, ağır hava topçuları tarafından sürekli tehdit altında tutulduğunda füzenin bir sığınaktan çıkması, hedefe nişan alması ve fırlatıcının zarar görmeden başka bir güvenli yere varması çok zor bir görevdi.

Muhabir: Bu düzeydeki bir hazırlık ne kadar sürede ve hangi aşamalarla elde edildi?

General Süleymani: Hizbullah savaşçılarının hazırlığı ve çevikliği, 2000 ve 2006 yılları arasında, yani Siyonist rejimin Güney Lübnan'dan kaçtığı dönemden itibaren yapılmaya başlanan hassas ve yoğun tatbikatlardan kaynaklanıyordu. Bu tatbikatlar ve bu hazırlık, daha önce Hizbullah tarafından “Seyyidü'ş-Şüheda” olarak adlandırılan bir plan çerçevesinde 2006 yılına kadar kesintisiz devam etti. Bunun planlayıcısı ve komutanı İmad'dı. Düşmanla yüzleşirken nasıl konumlanıp nasıl davranılacağının taslağını tam olarak çıkarmıştı.

Üçüncü nokta, Hizbullah'ın taktikleri hakkındadır. Ön cephe müstahkem mevkilerinin olduğu diğer savaşların aksine, bu savaşın ön cephede belli bir set noktası yoktu. Aksine, buradaki her yer bir kale konumundaydı. İşgal Altındaki Filistin ile Lübnan arasındaki sınırların kesişme noktası olan temas noktasından, en azından Litani'ye ve Litani Nehri'ne dek her tepe, köy ve hatta her ev ön cephe noktasıydı. Ama klasik savaşlarda yaygın olan ve Saddam'ın işgaline karşı bizim de kullandığımız geleneksel müstahkem mevkiler değildiler. Aksine, özel taktiklere için kullanılan mevziler şeklindeydiler.

Hizbullah'ın taktiklerini sınırları içinde boş veya güvenli bir yeri olmayan geniş, akıllı bir mayın tarlası olarak düşünebilirsiniz.

Dolayısıyla düşmanın hareketlerini gözlemlediğinizde, sınırdaki köylerden bile giremediğini görebiliyorduk. Kasabalara da giremediler. Sonunda, Vadi el Huceyr'den girip Litani'ye doğru ilerlemek istediler ve düşmanın asıl kırılma ve yenilgi noktası da burası oldu.

33 Gün Savaşı'yla ilgili önemli bir nokta vardı. Hizbullah'ın vurduğu her bir darbe, Emirü'l-Müminin'in (a.s.) Hendek Savaşı'nda Amr b. Abduved'a vurduğu darbesi gibi inanılmaz bir etkiye sahip oluyordu. Hz. Peygamber, Emirü'l-Müminin (a.s.) tarafından vurulan bu darbe tüm cinlerin ve insanların ibadetlerine eşittir, buyurmuştur. Neden? Çünkü İslam'ı kurtarmıştı.

Hizbullah, darbelerini bazen tek bir vuruşla Siyonist rejimin bütün varlığını bir anda ortadan kaldıracak şekilde tasarlıyordu. Bunun bir örneği rejimin Deniz Kuvvetleri idi. Lübnan'ın güneyine ulaşmak için bir bağlantı yolu olduğunu biliyorsunuz. Bu yol, Akdeniz kıyıları boyunca uzanarak Sayda ve Tire'den geçer ve sonunda Güney'in ön hatlarına varır.

Tüm savaşlarda Siyonist rejimin firkateynleri denizde mevzi alır ve bu yolu hassas toplarla kapatırdı. Bu savaş sırasında da ilk hafta aynı şeyi yaptılar. Düşmanın hayal etmediği ve Hizbullah'ın onları gafil avladığı şey, deniz füzeleriydi. Bu füzeler o gün ilk defa test edilecekti. Daha önce tüm bu füzeler gizlenmişti ve test edilmemişlerdi.

Bu zor bir operasyondu. Füze gizli bir sığınaktan çıkarılıp yüklendiği bir araçla açık bir fırlatma sahasına götürülmek zorundaydı, üstelik önlerinde 3-4 İsrail firkateyni beklerken. Bunun Seyyid konuşma yapacağı zaman yapılması planlanmıştı. Çünkü Lübnan halkı arasında Seyyid Hasan'ın yaralandığına dair söylentiler yayılmıştı ve bu durum halkta büyük bir endişe doğurmuştu. Seyyid ile İmad arasında Seyyid'in konuşma yapması gerektiğinde fikir birliğine varıldı.

O haftaya dek biz füzeyle cevap verme dışında önemli bir şey yapmadığımızdan, düşmanın üstünlüğü vardı. Bunun yapılması gerekiyordu. Füze, fırlatıcısına yüklendi ve birkaç kez ateşlenmeye hazır hale getirildi fakat her defasında fırlatmada sorunla karşılaşıldı. Seyyid bunu konuşması esnasında sürpriz bir operasyon olarak duyurmak istiyordu. Bu konuşmanın daha sonra yayımlanması için kaydedilmesi gerekiyordu. Seyyid odada konuşurken biz de İmad ve başka bir kardeşle bitişik bir odada oturuyorduk. Seyyid'in konuşması sona eriyordu ama füze henüz fırlatılmamıştı. Savaş da çok zorlu seyrediyordu. Seyyid son veda selamını vermek üzereyken, tam bu noktaya geldiğinde, bu sözleri söylemeden hemen önce füze fırlatıldı. Füze süpersonikti ve firkateyni hemen vurdu. Seyyid konuşmasının sonuna geldiğinde, sanki öbür dünyadan ilham almış ve sahneyi izliyormuş gibi, “Şimdi İsrail firkateyninin gözlerinizin önündeki yanışını görmektesiniz” dedi.

Seyyid'in bu sözleri, füzenin hedefi vurmasıyla aynı zamana denk geldi. Bunun arkasında halkın genelince kabul edilemeyecek bir felsefe vardır, ancak Allah bu ifadeyi isabetli darbeyle aynı zamana denk getirmiştir ve bu düşündürücüdür. Bu savaş gemilerinin parazit yapma (jammer) sistemine sahip olmasına ve gelen füzeleri saptırabilmesine veya anti-füze sistemleri ile onları vurabilmesine rağmen, atılan füze firkateyni ortadan ikiye bölmüştü! Bu, Siyonist rejimin deniz kuvvetlerinden kurtulma anlamına geliyordu; savaşın sonuna kadar da bir daha ortada görülmedi. Tek bir füze ile Siyonist Rejimin tüm deniz kuvvetleri sahne dışına atıldı.

Bu durum, yani tek bir füze darbesiyle bir rejimin deniz kuvvetlerinin sahne dışına atılması elbette derinlemesine analiz edilebilir. Burada konu Siyonist Rejimin gücüdür. Yani deniz kuvvetleri tek füzeyle etkisiz hale getirilen bir rejimin, kaç firkateyni olursa olsun, bir dahaki sefere iki veya üç füzeyle tamamen etkisiz hale getirileceği anlaşılabilir. O sefer 100 km menzildeyken sahneden atıldı, bir dahaki sefere 300 km menzilli bir füzeyle atılır.

Neyse, sonuçta bu bir mucizeye ve çok büyük bir zafere dönüştü. Evlerinden çıkmak zorunda kalan veya o sırada bombardımana tutulan insanlar, sevinçlerini “Allahu Ekber” haykırışlarıyla ifade etmeye başladılar. Bu, Hizbullah'ın denklemi değiştiren bir başka sürpriz hareketiydi ve Siyonist Rejim, Hiyam Vadisi'ne ve Litani'ye doğru hareket etti ve burada bir kez daha mağlup edildi.

20'sinden 27. ve 28. günlere dek zor zamanlar geçirdik. İmad ve ben birbirimizden ayrıldık. Seyyid farklı bir yerdeydi ve biz her gece birlikte oturum düzenliyorduk. Kendi özel yöntemlerimizle Seyyid'e ulaşıyorduk ve İmad çatışmalarla ilgili ayrıntılı raporlar veriyor ve Seyyid'den de talimat alıyordu. 20. günden 28. güne kadarki dönem çok zor zamanlardı. Muhtemelen bu 33 günün en zor günleriydiler bunlar. Bazı konuları ele almanın şimdi vakti değil.

Bu arada İmad önemli bir yenilik keşfetti ve bu çok etkili oldu. Bunun etkisini ölçmek istersem, Rehber'in bu savaştaki zaferle ilgili Seyyid'e verdiği mesaj ve vaatlerle karşılaştırmam gerekir. Çok önemliydi: Savaş cephelerinde düşmanla vuruşmakta olan ve ateş altındaki mücahitlerin Seyyid Hasan'a yazdıkları mektuptan bahsediyorum. Harika bir mektuptu. Okunduğu gün, fikir kendisine ait olan İmad yüksek sesle ağlamıştı. Bu mektubu dinleyip de ağlamayan birini görmedim. Daha da önemlisi, Seyyid'in o mektuba verdiği yanıttı.

Yani belki bir benzetme yapmak istersek, İmam Hüseyin'in dostlarının Kerbela'da O'nu düşmana karşı savunurken okudukları şiirler gibiydi diyebiliriz. Ve Seyyid'in mücahitlerinin düşman karşısındaki dayanıklılıklarını takdir ederek cevap vermesi, İmam Hüseyin'in Aşura gecesinde yoldaşlarını öven konuşması gibiydi. Mücahitlerin Seyyid'e mektubu ve Seyyid'in buna cevabı hem çok etkili hem de ilahiydi ve çok fazla enerji üretti. 28. günden itibaren savaş farklı bir hal aldı.

Bunu dinleyen herkese burada bir noktayı hatırlatmalıyım. İran'daki Kutsal Savunmamız sırasında buna benzer birçok sahne vardı. O savaş sırasında Hakk'ın tarafında olmamızın nedenlerinden birinin de savaşçılarımızın maneviyatı olduğunu söylemiştim, bu da perdelerin kaldırıldığı, Allah'a doğru yapılan seyr u sülûka benziyordu. Bazen perdelerin ve hicapların arkasından konuşurlardı.

Kerbela 5 Harekâtı'ndan yaklaşık bir buçuk yıl önce Şelemçe'deydik, bir operasyon için hazırlanıyorduk. Doğal olarak, istihbarat güçlerimiz önceden operasyon bölgesini tespit etmiş ve düşmanın bizi görmesini engellemek için oraya yerleşmişti. Önümüzde bir su kütlesi vardı. O gün “Hüseyin Sadıki” ve “Ekber Musayipur” adlı iki savaşçımız istihbarat toplamak için ayrıldılar ama bir daha geri dönmediler. Çok arif bir kardeşimiz vardı. Genç bir öğrenciydi ama çok arifti. Amelî irfanda muhtemelen onun gibisi çok az bulunurdu. Bazı evliyanın ve irfan büyüklerinin 70-80 yıl içinde ulaştığı bir dereceye varmıştı. Ben Ahvaz'da idim, askerî telsizle benimle temasa geçti ve buluşmak istedi. Onunla buluşmaya gittim. Ekber Musayipur ve Sadıki'nin dönmediğini söyledi. Çok üzüldüm, henüz operasyona başlamadan düşmanın bizden esir aldığını ve tüm operasyonun ifşa edildiğini söyledim. Bunları öfkeyle dedim.

Orada bir gün kaldım ve ertesi gün döndüm çünkü birkaç cephede aktiftik. İki gün sonra benimle tekrar iletişime geçti ve görüşmek istedi. Ben de gittim. Adı Hüseyin'di, Ekber Musayipur'un ertesi gün döneceğini söyledi. Ona “Hüseyin, sen neden bahsediyorsun?” dedim. Gülümsedi “Gulam Hüseyin'in oğlu Hüseyin öyle dedi” diye cevap verdi. Babasının adı, değerli bir öğretmen olan Gulam Hüseyin'di. Annesi de öğretmendi. Kendisi de delikanlılığında bir öğretmen gibiydi. İnsanlar “Hüseyin Bey” dediklerinde sadece onu kastederlerdi. Orada belki yüzlerce Hüseyin vardı ama “Hüseyin Bey” tekti. Neyse, neden bahsettiğini sordum. “Yarın Ekber Musayipur geri dönecek ve ardından da Sadıki dönecek” dedi. Ona bunu nereden biliyorsun deyince “sadece burada kal” diye yanıtladı.

Ben de kaldım. Kum torbalarıyla yapılmış bir tür tahkimatın içine yerleştirilmiş askeri bir dürbünümüz vardı, ona tavşan dürbünü derdik. Dürbünü kullanan istihbarat mensupları su üzerinde bir şey gördüklerinde saat 13.00 civarıydı. Kendim bakmaya gittim ve suda bir ceset gördüm. Kardeşler onu aldılar, evet, Ekber Musayipur'du gelen!

Ertesi gün de Hüseyin Sadıki geldi. Şaşırtıcı olan şey, suyun türbülansa rağmen onları hareket noktalarına geri döndürmüş olmasıydı. İkisi de suda şehid olmuştular ve su bedenlerini aynı noktaya getirmişti. Çok şaşırtıcı bir durumdu. Hüseyin'e “Bunu nasıl bildin?” diye sordum. Bana, “Önceki gece rüyamda Ekber Musayipur'u gördüm, bana esir alınmadıklarını ve şehid edildiklerini söyledi” dedi. “Yarın bu saatte döneceğim ve Sadıki de ertesi gün dönecek ” dedi diye de devam etti.

Ardından Hüseyin bana önemli bir şey söyledi. Bana “Ekber Musayipur'un benimle niçin konuşabildiğini biliyor musunuz? Çünkü iki temel erdemi vardı. İlki evli olmasıydı. İkincisi de sudayken bile her zaman gece namazı kılardı. Rüyamda beni ziyaret etmesini sağlayan onun bu erdemleriydi” dedi.

Hüseyin'in kendisi de daha sonra şehid oldu.

Şunu da belirtmek isterim ki, o zor günlerde Güney'de de sorumlulukları olan Hizbullah'taki çok dindar kardeşlerden biri, kendi ifadesiyle uyku olmayan bir halde gördüklerini şöyle anlatmıştı: “Bir iki hanımefendinin yanında başka bir hanımefendi gördüm. Mükaşefemde O'nun Fâtıma Zehrâ (selamullahi aleyha) olduğunu hissettim. O'na doğru gittim ve kendimi ayaklarının dibine attım ve vaziyetimize bakmasını söyledim. Nasıl olduğumuza bir bakıver dedim. O her şeyin yoluna gireceğini söyledi. Hayır dedim. Rüyamda ayaklarına uzanıp O'ndan bir şeyler almaya niyetlendim. Israr ettiğimde, her şeyin yoluna gireceğini söyledi ve çıkardığı mendili salladı ve tamam, bitti, buyurdu. "

Kısa bir süre sonra bir İsrail helikopteri füzeyle düşürüldü ve ardından tanklar vurulmaya başlandı. Tanklarının vurulması rejim için savaştaki yenilgisinin başlangıcı oldu. Böylece yeni bir denklem ortaya çıktı, savaşta ilk kez Kornet füzeleri görüldü ve İsrail'in Merkava tankları ilk kez bu şekilde vurulmuş oldu. Bir günde yaklaşık 7 tank imha edilmişti.

Muhabir: Savaş nasıl sona erdi?

General Süleymani: Şimdiki Katar Başbakanı Hamad el-Halife, o dönemde Katar'ın dışişleri bakanıydı. BM'deydi ve Lübnan'a gelip giderek arabuluculuk yapıyordu. Daha sonra şöyle anlatmıştır:

“O günlerde Amerikalılar ateşkes yapılmasının sözünü etmeye bile izin vermiyorlardı. Ümitsizliğe kapıldım ve dinlenmek için eve gittim. Birdenbire, İsrail'in Birleşmiş Milletler Büyükelçisi peşime düştü. Endişeliydi ve acelesi vardı, nerede olduğumu sordu. Yeni bir şey mi oldu? dedim. BM'ye gitmemiz gerektiğini söyledi. Oraya vardığımızda, şu habis John Bolton'un hayli gergin ve endişeli bir şekilde volta attığını gördüm. İkisi de bana savaşın hemen durması gerektiğini söylediler. Neden? diye sordum. Savaş sona erdirilmezse İsrail ordusunun patlayıp dağılacağını söylediler.”

Sonuç olarak, İsrailliler tüm ön koşullarından vazgeçip Hizbullah'ın şartlarını ve ateşkesi kabul etmek zorunda kaldılar. Bu, Hizbullah için büyük bir zaferdi. Aslında, bu sadece o savaşın zaferi değildi, aynı zamanda bir dönüm noktasıydı ve İsrail'in Lübnan'a yönelik saldırganlık korkusunun sona ermesiydi. Ve bu durum bugüne kadar sürmüştür. Hizbullah sadece İsrail'in Lübnan'a saldırması korkusunu etkilemekle kalmadı, aynı zamanda Siyonist rejimin başka her saldırı ihtimalini de etkiledi. 33 Gün Savaşı'ndan sonra Siyonist rejimin stratejisinin, Ben-Gurion'un önleyici ve saldırı amaçlı stratejisinin değiştiğini ve yerini yavaş yavaş savunma stratejisine bıraktığını doğrulayabilirim.

Birkaç hafta önce, Hizbullah'ın 2 şehidinin intikamını alacağı tehdidinden sonra İsrail'in sınırın sıfır noktasından 3 ila 5 km içeriye kaçtığını gördünüz. Hatta öyle ki al-Meyadeen muhabiri dikenli telin karşı tarafına geçti ve İşgal Altındaki Filistin'den haber yaptığını söyledi. Bu, 33 Gün Savaşı'nın sonucudur.

Muhabir: Bugünlerde Kutsal Savunma Haftasını kutluyoruz. Kutsal Savunma kültürü ve edebiyatı bölgedeki Direniş Cephesi'ni nasıl etkiledi ve nasıl devam etti?

General Süleymani: İslam tarihindeki hadiselerin seyrine baktığınızda, Emirü'l-Müminin'in (a.s.) Hz. Resûlullah'ı (s.a.a.) takip ettiğini görürsünüz. Emirü'l-Müminin'in vaaz verirken, bir mektup yazarken veya hutbe okurken ana referansı ve örneği her zaman Hz. Peygamber, O'nun eylemleri ve tavırlarıydı.

Kutsal Savunmamız da aynı niteliktedir. Yani, diğer tüm kutsal savunmalara nispetle anne konumundadır, merkezî ve kutsal bir durumu vardır. Kutsal Savunma sırasında, manevi konular en yüksek seviyelerde zuhur etti. Dinî tebliğ en üst düzeyde ortaya çıktı ve inanç ve ibadet konuları hiçbir sapma olmaksızın kusursuz bir şekilde sergilendi. Özveri, cihad ve şehitlik en zarif şekilde sunuldu. Kutsal Savunmamızdaki üst ve ast arasındaki ilişki ancak İslam'ın ilk günlerinin eşsiz sahneleriyle karşılaştırılabilir. Yani Kutsal Savunma her yönüyle bir zirveydi.

(Medya Şafak / Çeviri: Ozan Kemal Sarıalioğlu)

Öncelikle, Seyyid'in önemli bir özelliği var ki henüz hiçbirimiz bu seviyeye ulaşmış değiliz. Bence yanına gidip kendisinden Velayet bilinci dersi almamız gerekiyor. O, Rehber'in sözlerine şiddetle inanır ve bunları ilahi ve gaybi açıklamalar olarak görür...
Görüşmenin Üçüncü Bölümü

Muhabir: Tahran'a döndüğünüzü ve aynı gece Lübnan'a gittiğinizi söylediniz.

General Süleymani: Hemen Suriye'ye döndüm. Ama çok iyi hislerim vardı, Seyyid için belki de diğer tüm imkânlardan daha değerli bir mesaj taşıyordum. İmad yine beni almaya geldi ve Lübnan'a da aynı yoldan gittik. Seyyid'i ziyaret ettim ve ona Hz. Rehber'in sözlerini naklettim. Hiçbir şey Seyyid'in moralini bu sözler kadar yükseltemezdi.

Öncelikle, Seyyid'in önemli bir özelliği var ki henüz hiçbirimiz bu seviyeye ulaşmış değiliz. Bence yanına gidip kendisinden Velayet bilinci dersi almamız gerekiyor. O, Rehber Hazretlerinin sözlerine şiddetle inanır ve bunları ilahi ve gaybi açıklamalar olarak görür. Bu nedenle Rehber'in sözlerini çok dikkatli bir şekilde dinler ve ziyadesiyle önem verir.

Bu sözleri Seyyid'e ilettiğimde çok sevindi. Daha sonra da Rehber'in, "Bu savaşın sonucu, Hendek Savaşı zaferi gibi olacak ve ciddi zorluklar içerse de büyük bir galibiyet elde edilecek" sözünü ön cephede vuruşanlar ve tüm diğer saflardaki savaşçıların tamamı arasında yaydı.

Seyyid ikinci olarak da, kamuoyunu ikna etme ve düşmanın niyeti konusunda farkındalık yaratma çalışmalarının temeli olarak “düşmanın zaten bir işgal planı olduğu” analizi kullanıldı.

Üçüncü noktaya gelince; Cevşen-i Kebir çok popüler oldu, çünkü bu yakarış derin manevi, ibadî ve irfani anlamlara sahiptir ve Mefâtih'in (dua kitabı) en güzel dualarından biri olduğu bile söylenebilir. Bu dua yaygınlık kazandı ve Al-Manar TV kanalında güzel ve hüzünlü bir sesle sürekli okundu. O kadar ki, dua ilahi ve irfani manaları barındırdığı ve tek bir taifeye has kılınamayacak derinliği nedeniyle Hıristiyanlar tarafından da okunmaya başlandı. Mesaj çok etkiliydi ve yeni bir hareketlenmenin başlangıcı oldu. Hizbullah'ın damarlarına taze kan pompaladı, böylece düşmanla savaş meydanına artan bir umut ve güvenle girebildiler.

Muhabir: Seyyid Hasan Nasrallah ile yaklaşık beş saat süren bir görüşme yapmıştık ve bize bazı anekdotlar anlatmıştı. Şimdi anlattığınız anekdotla ilgili olarak, "Hacı Kasım bu haberle geldi ve Rehber'in ‘Sadece savaşı kazanmayacaksın, aynı zamanda bölgede bir güç olacaksın' dediğini aktardı. Hacı Kasım'a bakıp ‘Güçlü olmayı geçtik sağ kalsak yeter!' dedim” diye konuşmuştu.

Şimdi size sormak istiyorum, İmam Hamanei adına Seyyid Hasan Nasrallah'a ve Hizbullah'ın diğer komutanlarına başka bir mesaj ilettiniz mi?

General Süleymani: Savaşın sonuna kadar dönmedim ve 33 gün boyunca Lübnan'da kaldım. Savaş bittikten sonra İran'a döndüm ve Meşhed'deki gibi Tahran'da bir toplantı yaptık. Toplantı, Hz. Rehber, devletin üç kolunun başkanları ve diğer büyük yetkililerin katılımıyla gerçekleştirildi. Lübnan'dayken, güvenli hattımız üzerinden günlük olarak Tahran'a raporlar gönderdiğimden, bir kısmı zaten yayınlanmış olan olayların bir raporunu sundum, savaşla ilgili genel bilgileri zaten almışlardı.

Şu soruyu kaçırdık: İslam Cumhuriyeti'nin cevabı ve tepkisine ilişkin İran içindeki görüşler nasıldı? Yetkililer arasında anlaşmazlıklar var mıydı yoksa herkes uyumlu muydu?

General Süleymani: O dönemde herhangi bir muhalefet veya görüş ayrılığı yoktu. Diğer bir deyişle, tüm yetkililer aynı görüşü paylaştılar ve İran'ın Hizbullah'ı manevi ve maddi (yani silah, teçhizat, medya yardımı sağlayarak) her yolla, İslam Cumhuriyeti'nin gücü ölçüsünce desteklemesinde tek sestiler. İslam Cumhuriyeti nizamı içinde kimse tereddüt etmedi, en azından o zaman. Lübnan'dayken bile içerideki düşünceleri duyuyordum ve İslam Cumhuriyeti'nde, Hizbullah'ı desteklemek ve Hizbullah'ın savaşı kazanmasına yardım etmek noktasında tam bir birlik vardı.

Çünkü bu desteğin merkezi Rehberdi ve İslam Cumhuriyeti'nin, İslam'ın ve İslam âleminin maslahatını teşhiste ve bu davaya yön verme konusundaki yetkisinde İran'da hiçbir tereddüt yoktu. Elbette şimdi bile bazı konularda fikir ayrılıkları olabilir, ancak Hizbullah konusunda her düzeyde fikir birliğinde olmuşuzdur.

33 Gün Savaşı'nın operasyonel yönleri daha az konuşuldu. Bu savaşta çoğunlukla Siyonist rejimin durumuna ilişkin tartışmalar oldu. Bu çatışmada aktif bir şekilde yer alan sizin ağzınızdan Hizbullah'ın operasyonel stratejisinin ayrıntılarını dinlesek iyi olurdu.

General Süleymani: Bakınız, 33 Gün Savaşı ile ilgili hâlâ detaylandırılmasına imkân olmayan konular var. Bu savaşın üzerinden 13 yıl geçmesine rağmen, bu savaş ve Hizbullah'ın faaliyetleri hakkında daha yıllarca sır olarak kalması gerekli noktalar mevcut. Ancak kamuya açık şekilde konuşulması mümkün ve faydalı olan kısımlar arasında burada bahsedeceğim bazı önemli noktalar ve hatıralar var.

Hizbullah'ın Dahiye'nin (Güney Beyrut) kalbinde bir operasyon odası vardı ve etrafındaki binalar genellikle bombalandı ve yıkıldı. Her gece, 12 veya 13 katlı (bazen daha fazla) 2 veya 3 yüksek bina tamamen yerle bir ediliyordu. Bu oda bir yeraltı operasyon odası değildi, daha ziyade belirli ekipmanların, bağlantıların ve ağların sağlandığı tipik bir operasyon odasıydı.

Bir gece bu operasyon odasında idik ve savaşı idare edenlerin neredeyse tamamı bir araya toplanmıştı. Saat 23.00 civarında, çevremizdeki binaların vurulup yıkılmasından sonra, Seyyid'i tehdit eden ciddi bir tehlike olduğunu hissettim. Ben de Seyyid'i nakletmeye karar verdim. İmad ve ben bu konuda istişare ettik. Seyyid operasyon odasından çıkmayı kolay kolay kabul etmiyordu. Onu Dahiye'den çıkarmak istiyor da değildik. Düşman, giren çıkanı çok olduğundan içinde bulunduğumuz bina konusunda hassaslaşabilirdi, bu yüzden farklı bir binaya taşınacaktı. İsrail'in MK insansız hava araçları, Dahiye üzerinde 3'lü gruplar halinde sürekli uçuyor, bir motosiklet bile olsa her hareketi sıkı bir şekilde takip ediyordu. Gece on ikide, Dahiye'de, Hizbullah'ın faaliyetlerinin merkezi olan yerde, kimse yaşamıyormuş gibi sokaklar bomboştu.

Binayı bir başkası için terk etme kararı aldık ve öyle yaptık. Binalar arasında fazla bir mesafe de yoktu. Diğer binaya girer girmez bir bombardıman daha oldu ve eski binanın hemen yanındaki nokta vuruldu. Aynı binada bekledik çünkü orada güvenli bir hat vardı ve iletişimimizi kaybetmek istemedik. Seyyid'in ve özellikle İmad'ın iletişimi kesilmemeliydi. Sonra bir bombardıman daha gerçekleşti ve bu binanın yakınındaki bir köprü vuruldu. Binanın kendisini vurmak için üçüncü bir hamle olacağını tahmin ediyorduk. Binada yalnızca 3 kişiydik; ben, Seyyid ve İmad. Binayı terk edip bir başkasına geçmeye karar verdik. Yayaydık, arabamız yoktu. Dahiye tamamen karanlığa ve sessizliğe gömülüydü. Sessizliği sadece üzerinde uçan düşman uçaklarının gürültüsü bozuyordu. Askeri kıyafet giyiyordum. Altına düz bir gömlek giydiğim için askeri gömleğimi çıkardım ama üzerimde hâlâ asker pantolonu vardı.

İmad, Seyyid'e ve bana, düşmanın gözünden korunmak için bir ağacın altında beklememizi söyledi. MK İHA'larında insan vücudunu ayırt edebilen ısı kameraları bulunuyor, dolayısıyla onlardan saklanmak imkânsızdı. Orada bekledik ve ben Hz. Müslim b. Akil'in macerasını hatırladım. Kendim için değil, Seyyid için. Zira o bu yerin önderiydi.

İmad bir araba almaya gitti. Arabayla çabucak geri döndü. Muhtemelen bunu yapması birkaç dakikadan fazla sürmemişti. İmad hakkında konuşmayı çok seviyorum ama seansın dünkü gibi kesintiye uğrayacağından korkuyorum. Özellikle planlamada eşsizdi. Araba bize ulaşmadan önce bir MK, tam üstümüzde bize odaklanmıştı. Araba gelince de arabaya odaklandı. Bu İHA'ların görüntülerini doğrudan Tel Aviv'e gönderdiklerini ve orada bir operasyon odasında bunları izlediklerini biliyorsunuz. Bir yeraltı odasından başka bir yeraltı odasına ve o arabadan şimdi tarif edemeyeceğim başka bir araca geçerek düşmanın kafasını karıştırmamız biraz zaman aldı. Gece 2 civarında tekrar operasyon odasına döndük.

Burada önemli olan nokta şuydu, savaşta genellikle işlerin çok acele olması gerekir. Ordu ve güvenlik alanındaki 40 yıllık faaliyetimde bunu anladım. Elde imkân varken ilk fırsatta harekete geçmek için savaşlarda çok acele edilmelidir.

Hizbullah bu savaş sırasında düşmanı her aşamada yeni bir araçla veya yeni bir girişimle çok şaşırttı. Yani tüm kartlarını aynı anda göstermiyordu. Seyyid, düşmanı korku içinde bırakan bir dizi ifade de kullandı. Seyyid adım adım ilerliyordu. “Hayfa merhalesi, ardından Hayfa'dan sonrası, sonra da Hayfa'nın sonrasının sonrası” diyordu. Onlar durumu düşmana kavratma amacıyla bu merhaleleri bu şekilde sürdürdüler ve düşmanı daha derinlerde vurma güçlerini kanıtlamak için her aşamada ortaya yeni bir silah çıkardılar.

Böylelikle, 2006 yılında, düşman için, Hizbullah'ın savaşı bir sonraki aşamaya, yani kırmızı alarm aşamasına ve kendisinden daha tehlikelisi bulunmayan merhaleye taşıyacak güce sahip olduğu kesinleşti. Yani Hizbullah'ın savaşı Tel Aviv'e taşıma kabiliyeti vardı. Kısacası Hizbullah'ın bu eylemleri sadece askeri yönleri değil, aynı zamanda güçlü bir psikolojik boyutu da içeriyordu. Yani Hizbullah hem askeri operasyonlar düzenler ve işgal altındaki Filistin'de düşmana her seferinde farklı bir coğrafi noktada meydan okurken, aynı zamanda büyük psikolojik darbeler ile düşmanın kafasını da karıştırıyordu.

Devam edecek… (Çeviri: Ozan K. Sarıalioğlu, Medya Şafak)

 
İsrail Enerji Bakanı Yuval Steinitz, ABD'nin CNBC kanalına verdiği röportajda; Doğu Akdeniz Gaz Forumu'na ilişkin değerlendirmelerde bulundu.
 

Geçen yıllarda gündeme gelen ve İsrail gazının Türkiye'ye ihraç edilmesini öngören projeye değinen Steinitz, "Yaklaşık 5,5 yıl önce Enerji Bakanı olduktan sonra Cumhurbaşkanı (Recep Tayyip) Erdoğan ile Beyaz Saray’da bir araya gelmiştik. Orada Cumhurbaşkanı Erdoğan'la İsrail gazını bir boru hattıyla (Leviathan-Ceyhan) Türkiye'ye ihraç etme olasılığını konuştuk. Enerji Bakanlığı uzmanlarıyla da görüşmelerimiz oldu. Ancak maalesef sonuçsuz kaldı” ifadelerini kullandı.

İsrail gazının Türkiye'ye ihraç edilmesi projesini yeniden görüşmeye hazır olduğunu belirten Steinitz, "Şahsen umuyorum ki Türkiye bölgesel meydan okumacı rolünden yönünü bazı komşularıyla bölgesel iş birliğine doğru değiştirir. Bu açıdan Türkiye bölgesel iş birliğinin bir parçası olarak Doğu Akdeniz Gaz Forumu'na katılmak isterse bundan memnuniyet duyarım" değerlendirmesinde bulundu.

Bunun ticari ilişkiler için de iyi olacağını kaydeden İsrailli Bakan, "Doğu Akdeniz Gaz Forumu için Türkiye’ye kapıyı hiçbir zaman kapatmadık" dedi.

Mısır, İsrail, Yunanistan, Güney Kıbrıs Rum Kesimi, İtalya ve Ürdün Enerji Bakanlarının katılımıyla 16 Ocak 2019'da Mısır'da düzenlenen toplantıda "Doğu Akdeniz Gaz Forumu" kurulmuştu.

 İsmail Bendiderya, kaleme aldığı "Domuzlu, Kanlı Tehditler ve Şantajlar Ülkesi ABD" başlıklı yazısında Amerika’daki kaosa ve Biden ve Trump arasındaki ilişkiye dikkat çekti.
Taraftarlarını kışkırtarak kongre binasını bastırtıp yağmalatan Trump ailesi; beyaz saray korunma odasında oturup insanların öldürülüşünü, polis ve sivillerin vuruluşunu kamera kontrollerinden gülerek ve dans ederek izliyordu.. ABD böyle bir medeniyet (!) ülkesi işte!

Trump’a karşı çıktığı için Nancy Pelosi'nin evinin önüne kesik domuz başı bırakılmıştı.
Mitch McConnell’in Kentuck eyaletindeki evinin duvarına ise 'Param nerede?!' yazısı yazılmıştı.
Trump veya adamları soruyordu bunu!
 E, bakalım ABD’de buna cevap verecek bir mahkeme olacak mı?
Henüz ses seda yok…
Biden, muhtemelen bunun zeminini hazırlamak için “bu bir isyan ve devlete karşı kalkışmadır!” diyor.
 Ama Biden, "Kongredeki kaos, gerçek Amerika'yı yansıtmıyor. Biz bu değiliz. Gördüklerimiz, kendilerini kanunsuzluğa adamış radikal küçük bir grup” derken yalan söylüyor.
Bir gün öncesine kadar Başkan olan Trump “oylarım çalındı” diyor
Dün yardımcısı, bugün ise rakibi ve yeni Başkan olan Biden ise “ Başkan aga yalan söylüyor” diyor!
Taraftarlarını kışkırtarak kongre binasını bastırtıp yağmalatan Trump ailesi; beyaz saray korunma odasında oturup insanların öldürülüşünü, polis ve sivillerin vuruluşunu kamera kontrollerinden gülerek ve dans ederek izliyor!
ABD böyle bir ülke işte.
   ***
MEĞER KONGREYİ UZAYLILAR BASMIŞ!
Kevin McCarthy de , Amerika'yı böyle göstermek isteyenler var," diyerek ABD devlet ve polisinin hunharlık ve zulmünü örtbas etmeye çalıştı. Halk isyanı olan şiddetli protestoları "Amerikalı olmayanlar" şeklinde nitelendirdi.
Yalan!
Hepsi de Amerikalıydı, hem de en beyaz ve en ırkçı türlerinden.. Onlar ABD halkıydı.
Hiçbiri uzaydan gelmedi.
Şu-bu ülkenin üzerine atamayacakları kadar da  “Made In America” dırlar yani!
   ***
ÖLDÜRME AMAÇLI ATEŞ EDEN POLİSLER
ABD kongre baskını olaylarında polis bir kadını öldürdü, onlarcasını da ağır yaraladı…
Zavallı kadıncağız boynundan vurulmuş..
Yani polis belden aşağıya değil, direkt başlarına ateş etmiş göstericilerin…
Şu işe bakar mısınız?..
Bizim polisler ortalığı ateşe verenlere iki jop vurunca, askere ateş edip kan döken teröriste karşılık verince bize “Aman, şiddet kullanmayın, orantısız güce başvurmayın ha! Demokrasiyi çiğnemeyin! İnsan haklarını unutmayın!” diyen Amerika, masum bir kadını 2 metreden, boynundan vurup öldürünce bu şiddet olmuyor, orantısız güç sayılmıyor!
Gidinin medeni kılıklı zalim ve zorba sahtekarları sizi!!!..
   ***
ULUSAL MUHAFIZLAR DEVREDE
Baskına uğrayan, yağmalanan, yakılıp yıkılan ABD Kongre binasını şimdi ABD gizli servisi koruyor!
Pentagon, bu işe karışmayacağını söyleyerek ilginç bir tavır sergiledi.
Başkent “Ulusal Muhafızlar” ın elinde artık! Bunlar ne polis, ne de muvazzaf asker.. Bazı eyaletlerde hem eyalet hem de federal hükümete bağlı olan rezerve kuvvetleridir ve sadece “kriz anında” içeride görev yaparlar.
Washington Belediye Başkanı Muriel Bowser, Savunma Bakanlığı'ndan Ulusal Muhafızların 200 üyesini görevlendirmesini talep etti.
Ve yüzlerce ulusal muhafız geldi
Gelenler ABD nin en katil ruhlu askerleri..
Söylentilere göre, Guantamo’ da görev yapan birliklerden..

Ulusal Muhafızların tamamı aktif hale getirildi
ABD Savunma Bakan Vekili Christopher Miller, Washington'daki olaylar üzerine Ulusal Muhafızları aktifleştirdiklerini belirterek, "Personelimiz, Anayasayı ve demokratik yönetim şeklimizi korumak üzere yeminlidirler." açıklaması yaptı.
Gazeteciler ve senatörler, çeşitli kongre binalarını birbirine bağlayan tüneller ağı aracılığıyla Capitol binasından başka bir Senato binasına taşındılar...
   ***
SENATO’DA DA ÇOĞUNLUK DEMOKRATLARA GEÇTİ
Yeni yasama döneminde Kongre’nin iki kanadı da Demokratların kontrolünde olacak.
Bazı Kongre  üyelerinin Donald Trump’ı görevden alınması için harekete geçeceklerine dair haberler akmaya başladı. Buna karşılık 20 Ocak’ta Trump’ın görevini devretmesi beklendiğinden bu girişimin, bugünün sıcaklığıyla dile getirildiği ve Trump’ı gerçekten görevden almak yerine onun usulüne uygun olarak görevi bırakması için bir tehdit olarak  gündeme geldiği yönünde de yorumlar yapılıyor.

KONGRE BİNASININ 2. BASILIŞI
ABD Kongresi ilk kez işgal edilmiyor; bu 2. kez oluyor. ABD Kongresinde Seçiciler Kurulu oylarının sayıldığı ve 3 Kasım 2020’deki başkanlık seçimlerinin sonuçlarının resmileştiği Kongre oturumu sonrasında Başkan Donald Trump taraftarları, polis barikatını aşıp Kongre binasına girdi. Böylece ABD Kongresi’ne, İngilizlerin 1814’teki işgalinden bu yana ilk kez böyle bir zor kullanma ile girildi.
   ***
Bu arada ülkemizin üst düzey siyasi dili gayet yerinde ve anlamlıydı: “ABD’deki tüm tarafları itidal ve sağduyuya davet ediyoruz. ABD’nin bu iç siyasi krizi olgunluk içinde aşacağına inanıyoruz.”
Yani bizden ders ve uyarı alacak hallere düştünüz, kendinize bir çeki düzen verin, yoksa rezilliğiniz ayyukta!
    ***
İKİ İLGİNÇ HABER VE ZAMANLAMA TESADÜFÜ
 Bu olaylardan günler önce, medyaya düşen haberlere göre ABD'de CBS televizyonu tarafından paylaşılan ses kaydında, 3 Ocak 2020'de ABD tarafından düzenlenen suikast sonucu şehit edilen İranlı General Kasım Süleymani'nin intikamının alınacağı belirtildi.
Kaynağı belirsiz ses kaydında İranlı General Kasım Süleymani'nin intikamının alınacağı ve ABD Kongre binasının hedef alınacağı belirtildi.
FBI ve Federal Havacılık İdaresi söz konusu ses kaydını araştırmaya başladı. Öte yandan, yetkililer tehdit içeren mesajda 'intikam' eyleminin gerçekleştirileceği tarihin 6 Ocak olduğunu değerlendirdiklerini söyledi.
CBS, FBI'nın soruşturma hakkında bir yorum yapmadığı, ancak 'kamu güvenliğine yönelik tüm şiddet tehditleri ciddiye aldığını' belirtti.
   ***
 Şimdi, Trump'ın “Seçimi biz kazandık, Beyaz Saray’ı Bidon’a kaptırmam!..” söyleminin boşuna olduğu söylenebilir mi?  Bu arada, Trump'ın hamlelerine karşı Demokratların, İnglizlerle bir olup, ABD’yi, BM'ye şikayet edip, Trump'ın diktatör ilan edilmesi ve BM'nin ABD'ye müdahale etmesi için başvuru hazırlığı yaptıkları da konuşuluyor medyada…
   ***
ŞOKA GİREN NATO’NUN YORUMU
NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg, ABD Kongresindeki olayları "şoke edici" şeklinde nitelendirerek, "ABD başkanlık seçiminin sonucuna saygı duyulması" çağrısında bulundu.
Yani ABD de demokrat ve adil bir seçim de yok, seçime saygı da yok, seçmene saygı da yok
Hani, vardı??
Gidinin yalancıları sizi!
   ***
 TWİTTER TRUMP A ENGEL KOYDU
Demek ki dünyayı yöneten ABD başkanları değil, Face ve Twitter in sahipleriymiş…
Demek ki;
Artık hiç kimse ABD başkanlarına zerrece güvenmeyecek, ABD’ye ye asla saygı duymayacak,
Artık hiç kimse ABD den korkmayacak,
Artık hiç kmse ABD nin demokrasi ve insan hakları yalanlarına kanmayacak,
ABD değil, İAD iki Amerika devleti olacak.
   ***
BİR GÜNDE 500 YALAN SÖYLEYEN BAŞKANLARIN ÜLKESİ       
Sahi;
Biden’in başkanlığı apar topar, alelacele; yangından mal kaçırırcasına tescillendi.
Neden acaba?
ABD neden artık güvenli bir ülke değil?
Washington post’’un da yazdığı gibi “Trump bir günde tam 500 yalan söyleyerek dünya rekorunu kırmaya hak kazanmış bir diğer ABD başkanı” ise; böyle bir devlete de başkana da kim, neden güvensin ki?
İnce bir nokta: Unutmayalım ki, Trump o yalanları söylerken, Mr Biden de onun şakşakçısı ve resmen başkan yardımcısıydı!
   ***
“SANMA BU TEKERLEK KALIR TÜMSEKTE…”
Bölgemizi kan gölüne çeviren, Cumhurbaşkanımızı tehdit eden, milletimizi ve devletimizi aşağılamaya kalkışan, Suriye’nin ve Irak’ın kuzeyinde terör örgütlerine onbinlerce TIR silah veren ve 15 Temmuz’un müsebbibi ve şehitlerimizin asıl katili olan ABD’de adı konulmamış bir sıkıyönetim başladı.
Başkentte 15 gün sokağa çıkma yasağı ve ülke çapında tutuklamaların adı başka ne olabilir?
Hollywood filmlerinin objesi düne kadar hep diğerleriydi.
Şimdi bizzat ABD’nin kendisi o filmlerin objesi oluverdi!
2021 çok ilginç ve zor bir yıl olacak besbelli.
Fitneler, fesatlar, kumpaslar, hinlikler yılı….
Ama bütün bunların sonu, insanlık için pek hayırlı görünüyor inşallah.
Unutmayalım ki karanlığın en koyu anı, şafağın ilk adımının müjdecisidir.
Sağlıcakla kalın.

 Petrol Bakanı Bijen Namdar Zengene, düşmanların İran’ın petrol ihracatını sıfır seviyesine düşürme arzusu kursağında kaldığını vurguladı.

 25. Uluslararası petrol, doğalgaz, rafineri ve petro kimya fuarı, Petrol Bakanı Zengene ve bazı milletvekilleri ve yetkililerin katıldığı törenle açılış yaptı.

Törende bir konuşma yapan Bakan Zengene, korona virüs salgını İran’ın petrol sektörünün gelişmesine engel olamadığını belirtti.

Bakan Zengene, Petrol Bakanlığı bilim temelli firmaların petrol sektörünün ihtiyaçlarını karşılama çalışmalarına destek vermeye ve bu sektöre sermaye cezbetmeye devam ettiğini kaydetti.

Düşmanlar İran’ın petrol ihracatını sıfır seviyesine düşürmeyi amaçladığını belirten Bakan Zengene, ancak bu arzuları kursağında kaldığını, üstelik petrol ürünleri ihracatı da İran tarihinde en yüksek seviyelere ulaştığını vurguladı.