
کارگر
Filistin: İsrail’in ezberini bozan direnişin yeni profili
Gazze Şeridi'nin abluka altında tutulması, Batı Şeria ve Doğu Kudüs'e nefes aldırmayan işgal ve yerleşimler, 1948 sınırlarında İsrail vatandaşı Filistinli Araplara ikinci sınıf muamelesi yapan uygulamalar şiddetli yüzleşme için genel geçer sebepler olsa da son tırmanışta bütün bir Filistin'i harekete geçiren itici faktör Kudüs oldu.
Coğrafi olarak birbirinden koparılmış, siyaseten parçalanmış ve Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) temelindeki merkezi liderliğini yitirmiş Filistin'in bütün parçaları yeniden etkileşim içine girdi.
Doğu Kudüs'ün Şeyh Cerrah mahallesinde Filistinli aileleri atma çabası, Harem'üş Şerif'te Ramazan'da geleneksel toplanma alanının kapatılması, İsrail polisinin Mescid-i Aksa'yı basması ve radikal Yahudilerin "Araplara Ölüm" sloganıyla Harem'üş Şerif'e girecek şekilde düzenlediği Kudüs Yürüyüşü 10 Mayıs'ta başlayan çatışmaların güncel nedenleriydi.
Askeri açıdan İsrail'e karşı "caydırıcılık" inşa etme potansiyeli taşıyan, toplumsal olarak da intifada çağrışımları yapan yeni bir gerçeklik doğuyor. Yıllardır işgal, yerleşimler ve apartheid uygulamalarını örtecek şekilde temel sorunu Gazze'nin hakim gücü Hamas ve onun şahsında "İslamcı teröre" indirgeyen İsrail'in çizdiği resim çerçeveye sığmıyor. Bu da klasik destekçileri arasında dahi ikna ediciliğini yitirmesine neden oluyor.
Hamas'tan ötesi: Ortak operasyon odasında kimler var?
Ateşle direnişin kaynağı Gazze'de daha önce olduğu gibi bu sefer de Hamas ve İslami Cihad'ın başını çektiği ortak operasyon odası kuruldu.
Ortak merkezde Hamas'ın silahlı kanadı İzzeddin Kassam Tugayları, İslami Cihad'a bağlı Kudüs Tugayları, Filistin Halk Kurtuluş Cephesi'nin (FHKC) Ebu Ali Mustafa Tugayları, Mücahidin Tugayları, Nidal el Amudi Taburu, Nasır Selahaddin Tugayları, Filistin Demokratik Kurtuluş Cephesi'ne bağlı Ulusal Direniş Tugayları, Ensar Tugayları, Abdulkadir el Huseyni Tugayları, Şehid Cihad Cibril Tugayları, Şehit Eymen Cude Grupları ve Fırtına ordusu yer alıyor.
Ortak oda İsrail'e roket yağmuruna "Kudüs Kılıcı" adını verdi.
El Fetih dışındaki direniş güçleri arasında ortak operasyon odası ilk kez 2006'da oluşturulmuştu. 2014'teki İsrail'in Koruyucu Hat Operasyonu'na karşı 12 örgüt birleşmişti. 2018'de ise bu oda "Filistinli Direniş Grupları Müşterek Odası" adıyla resmileşti.
Odaya dahil 12 örgüt ilk kez geçen Aralık ayında hava, deniz ve kara unsurlarıyla askeri tatbikat yaptı. Bu tatbikatta insansız hava araçları da kullanıldı. Filistinli kaynaklara göre sahanın paylaşılması ve roket rampalarının konuşlanması dahil pek çok alanda etkili bir koordinasyon sağlandı.
2007'de Hamas'ın Gazze'den attığı El Fetih'in silahlı kanadı El Aksa Şehitleri Tugayları sözlü desteğine karşın operasyon odasında yer almıyor. Odada yer alan Nidal el Amudi Taburu, Nasır Selahaddin Tugayları ve Mücahidin Tugayları Oslo Anlaşması'nı, silahlara veda etmeyi ve Filistin Yönetimi'nin güvenlik gücüne dönüşmeyi reddedip El Aksa Şehitleri Tugayları'ndan kopmuş El Fetih kadroları tarafından kurulmuştu.
2018'de ateşkesi temin eden anlaşma roket saldırılarının durdurulmasına karşın İsrail'in Gazze'nin nefes borusu sayılan kapıları kontrollü olarak açması ve Katar'ın maaş ödemeleri için Hamas'a para getirmesini sağlıyordu.
Hamas bu yüzden Kasım 2019'da İslami Cihad'ın lideri Baha Ebu el Atta ve eşini öldürmesine misilleme olarak İsrail'e karşı başlatılan Şafak Kükremesi Operasyonu'na katılmamıştı.
Anlaşmanın arabulucusu Mısır'la bozuşmak istemeyen ve İsrail'le büyük bir kapışmayı zamansız bulan Hamas para akışı kesilmesin diye direnişi evcilleştirme oyununa alet olmakla suçlanmıştı. Katar şimdiye kadar Hamas'a 1.8 milyar dolar transfer etti.
Gazze'de özellikle İsrail saldırıları başladığında örgüt isimlerinin gerilediği ve yerine 'direniş' ifadesinin geçtiğini biliyoruz. 2014'deki savaşı takip ettiğim sırada İsrail kara harekâtına başladığında FHKC sorumlusu, bu hassasiyeti, "Bugün FHKC, Hamas ya da İslami Cihad yok, sadece direniş var, hepimiz Filistinliyiz" sözleriyle ortaya koymuştu.
Bu kadar roket stoku nasıl oluştu?
Bu savaşın en çok konuşulacak tarafı Gazze'den atılan roketlerin menzil, isabet ve etki bakımından hayli gelişmiş bir tablo sergilemesidir.
Gazze'deki örgütler silahlanma ve özellikle roket üretim kapasitelerini artırmalarını önemli ölçüde İran'a borçlu. 1988'de İsrail'in varlığını tanıyıp şiddeti reddettikten sonra dönüşüm geçiren ve Oslo Anlaşması'ndan sonra adeta dişleri sökülen El Fetih'in yerini hızla İslamcı örgütler doldurdu.
Direnişin İslamcılaşması İsrail'in işine gelirken İran'ın devreye girmesiyle bugün roketler üzerine kurulan zorlu bir denge oluştu.
İran, Suriye ve Lübnan'daki Hizbullah'ın yer aldığı eksen tedarik, sevkiyat ve askeri- teknik eğitim açısından önemli rol oynadı. İsrail son birkaç yıldır Suriye'de İran varlıklarına yönelik bitmeyen hava saldırılarıyla bu tedarik hattının daha da gelişmesini önlemeye çalışıyor.
2006 savaşı sonrası Lübnan için kullanılan caydırıcılık ifadesi son savaşta Gazze için de telaffuz edilmeye başladı. Bir haftada 3 bin civarında roket kullanan Gazze'nin savaşı bu minvalde 1-2 ay sürdürebileceği düşünülüyor.
Bu, oyunun kurallarının değiştiren yeni bir gerçeklik. İsrailli kaynaklara göre Hamas'ın stokunda 5-6 bin, İslami Cihad'ın stokunda 8 bin roket var. Bazı kaynaklar da toplam roket sayısını 30 bin olarak veriyor. Gerçek rakamları bilmek imkansız.
Gazze'de askeri güç açısından İzzeddin Kassam Tugayları'nın üstünlüğünü Kudüs Tugayları izliyor. Başta FHKC olmak üzere sol gruplar da İran'a en yakın grup olan İslami Cihad üzerinden silah ediniyor.
FHKC'nin doğrudan İran'la ilişkileri de son zamanlarda arttı. FHKC dışında sol kanattan silahlı direnişe katılanlar arasında Filistin Demokratik Kurtuluş Cephesi ve Nasır Selahaddin Tugaylarını sıralamak mümkün.
Hamas ile İslami Cihad artık roketleri kendi yeraltı tesislerinde üretecek kadar uzmanlaştı ve dışa bağımlılık çok azaldı. Suriye'den temin edilen tanksavar kornet gibi bazı silahlar ise Mısır'ın Sina Yarımadası'ndan Gazze'ye tünellerle sokuluyor. Daha önce gizli güzergâhta Sudan da vardı.
Gazze'den İsrail'e şimdiye kadar Kassam (10 km), Kudüs 101 (16 km), Grad (55 km), Siccil (55 km), Fecr (100 km), Bedir 3, M-75 (75 km), SH-85, J-80 (80 km), J-90 (90 km), R-160 (120 km), A-120 (120 km), Suriye tabanlı yerel üretim M-302 (200 km) ve Ayyaş 250 (250 km) roketlerinin yanı sıra kamikaze droneları ve kornetler kullanıldı. Aşdod, Aşkelon, Dimona, Negev, Bir Şeba, Lod, Ramle, Kudüs, Tel Aviv şehirlerinin yanı sıra Ben Gurion Havaalanı hedef alındı.
Hamas ve İslami Cihad'ın dışındaki örgütlerin kullandığı roket/havanların menzilleri ancak Aşkelon-Aşdod'a kadar ulaşabiliyor. Filistinli bir kaynağın tahminlerine göre İsrail'e atılan roketlerde Hamas'ın payı yüzde 45-50, İslami Cihad'ın payı yüzde 35-40, geri kalan 10-15 diğer örgütlere ait. Direnişin sivil kanadında da her bir örgütün yeri ayrı. Mesela sol gruplar sağlık alanında öne çıkıyor.
Filistinliler oyunun kurallarını değiştirebilir mi?
Hem askeri sonuçlar hem de toplumsal seferberlik bakımından yeni bir tablo oluştu. Roketlerin en az yüzde 10'unun Demir Kubbe'yi delmesi, özellikle çoklu atışlarda kalkanın yakalama oranının düşmesi, 2014 savaşına kıyasla roketlerin menzil, isabet ve etki gücünün artmış olması, petrol rafinerisi, liman, havaalanı gibi önemli stratejik tesislerde ciddi hasarların oluşması çatışmada yeni bir eşiğe işaret ediyor.
Epey zamandır İsrail Gazze'yi vururken ya da Batı Şeria ve Doğu Kudüs'te gerilimler yaşanırken İsrail, vatandaşı Filistinli Araplardan sivil itaatsizlik benzeri ciddi meydan okumalarla karşılaşmıyordu. Mevzu Kudüs olunca Filistin'in 1948 ve 1967 sınırlarındaki Filistinliler ortaklaştı.
Yafa, Akka, Lod, Ramle, Nasıra, Bir Şeba, Şefa Amr, Umm-ul Fehm, Kafr Kanna ve Kafr Manda gibi pek çok yerde sivil itaatsizlik eylemleri ve iç savaş çağrışımları yapan şiddet olayları yaşandı. Bu da İsrail'in Kudüs'te adım atarken dikkate almak zorunda kalacağı yeni bir direnç damarı.
Eşitsizlik, sistematik baskı, takip ve yer yer mülksüzleştirme siyasetinin cenderesinde kalsalar da 1948 sınırlarındaki Filistinliler, İsrail vatandaşlığını almış, partileşmiş, hatta Nisan 2019'dan beri düzenlenen 4 seçimde sırasıyla 10, 13, 15 ve 10 vekil çıkarıp İsrail parlamentosu Knesset'te üçüncü büyük blok olabilmiş bir halk.
İsrail, nüfusu 1,8 milyonu aşan vatandaşı Filistinli Araplardan bir kalkışma beklemiyordu. Yaşanan olaylar 1948'in Filistin'in diğer parçalarıyla etkileşiminin artacağı, Hamas dahil diğer örgütlerin buralarda nüfuz kabiliyeti kazanabileceği ve İsrail'i eski sayfalara geri döndüreceğine dair değerlendirmelere yol açtı.
Halihazırda 1948 sınırlarındaki örgütlülük yasal kalmaya çalışan ve profilini düşük tutan bir karakter arz ediyor. Kendisini El Fetih, Hamas ya da FHKC'nin çizgisinde görenlerin bu örgütlerle bağları silikti. Bilinen örgütlerin başında FHKC çizgisindeki Ebna el Beled (Ülkenin Çocukları) geliyor.
Genel kanaat gençlerin başını çektiği isyanın örgütsel değil birikmiş öfkenin patlaması sonucu yaşandığı yönünde. Fakat bundan sonra 1948 sınırlarında Gazze'deki örgütlerin izdüşümleri daha belirgin hale gelebilir. İsrail şimdiden büyük bir tutuklama kampanyası ile göz açtırmayacağını gösterdi.
Doğu Kudüs'te direnişin profili biraz daha farklı. Burada Gazze'deki örgütlerin uzantıları öteden beri var. 1967 işgalinin ardından ilhak edilen Doğu Kudüs'teki Filistinliler vatandaşlık bağıyla değil oturum kartları ile İsrail hukuk sisteminde yer alıyor. İsrail şimdiye kadar farklı gerekçelerle 14 bin 500 Filistinlinin oturum kartını iptal etti. Bu kararlar Filistinlilerden arındırma siyasetinin parçası olarak görülüyor.
Silahlı örgütlenmenin olmadığı Doğu Kudüs'te Filistinliler sivil direnişle İsrail'e bazı konularda geri adım attırdı. Doğu Kudüs'teki direnişin çizgisinde silahlı bir dönüşüm beklenmiyor.
En öngörülemez halka Batı Şeria. İsrail askerleri ve yerleşimcilerle iç içe girmiş Filistinliler çift taraflı bir kontrol cenderesi yaşıyor. Filistin Yönetimi'ne bağlı güvenlik güçleri 1993'te imzalanan Oslo Anlaşması temelinde İsrail İç İstihbarat Servisi Şin Bet ile işbirliği yapıyor.
Direnişi örgütleme potansiyeline sahip çok sayıda kişi bu işbirliğinin neticesinde tutuklandı ya da tasfiye edildi.
Batı Şeria'da Gazze'deki örgütlerin uzantıları olsa da ciddi varlık gösteremiyorlar. Burada şiddeti reddetmiş ve silahsızlanma koşullarına uymuş El Fetih'in içinden bir alternatifin çıkması ihtimal dahilinde.
El Aksa Şehitleri Tugayları birkaç kez silahla boy gösterse de baskılandı. Gazze'ye operasyonun uzaması halinde Mahmud Abbas yönetiminin Batı Şeria'da kontrolü kaybedebileceği öngörülüyor. Burada olası bir patlama İsrail güçleri ve yerleşimcilerle ciddi bir çatışma riski de taşıyor.
Bütün bu türbülans, İsrail'in Birleşik Arap Emirlikleri ve Bahreyn'le imzaladığı, ilişkilerin normalleşmesine yönelik Abraham Anlaşmaları sayesinde Arap ülkeleriyle kendi baharını yakaladığı bir döneme denk geldi. Bu da Filistin davasının kolayca gömülemeyeceğini ve kendi iç dinamikleriyle İsrail'i zorlayabileceğini gösterdi.
DEBKA: Devrim Muhafızları ve Hizbullah Filistinliler İle Koordinasyon İçerisinde
Siyonist rejim istihbarat kaynaklarına yakınlığıyla bilinen DEBKA sitesi, hâlihazırda sürmekte olan Gazze Direnişi’nin, Hizbullah ve İslam Devrimi Muhafızları Ordusu’nun da yer aldığı bir ortak savaş odasında, koordinasyon içerisinde yürütüldüğünü yazdı.
Sitedeki ifadeler şu şekilde:
“DEBKA’nın istihbarat kaynaklarına göre Gazze Şeridi’ndeki Filistinli örgütler gölgedeki bir şef tarafından komuta ediliyor: İran bu krizi Beyrut’ta Hizbullah aracılığıyla yönetiyor. Tahran, Hizbullah’ın ana karargâhında Devrim Muhafızları, Hizbullah, Hamas, FHKC ve İslami Cihad tarafından idare edilen bir ortak savaş odası kurdu. Mısır, Ürdün ve Katar’ın ateşkes çabaları bu duvara çarpıyor.”
Medya Şafak
Vatan Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek: Suriye’de Esad’ın alternatifi Amerika ve İsrail
Vatan Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek Suriye ile askeri işbirliğine dikkat çekerek, “Mustafa Kemal’in alternatifi nasıl İngiltere’ydi bugün de Suriye’de Beşar Esad’ın alternatifi Amerika’dır” dedi.
Vatan Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek, CNN Türk ekranlarında Göksu Öngören Özgür’ün sunduğu “Ne Oluyor” programına konuk oldu. Perinçek, Türkiye’nin Suriye ile askeri işbirliği yapmasının önemine dikkat çekti.
"TÜRKİYE PKK’YI BİTİRME POLİKASINI ÖNÜNE KOYMALI"
Suriye ile birliktelik kurup PKK'yı temizlememiz lazım diyen Perinçek, “Suriye şu anda PKK'yı temizliyor. Suriye Devleti ve Beşar Esad PKK/YPG'ye karşı askeri operasyonlar yapıyor. Suriye ile görüşmenin ötesinde silahlı askeri işbirliği yapmamız lazım. TSK, PKK'yı iç cephede hendeklere gömüyor ve Suriye'nin kuzeyinde, Irak'ın kuzeyinde çok güzel başarılar kazanıyor. Ama Türkiye'nin yanlış bir politikası var; Suriye ve Suriye'nin kuzeyinde 90 km derinliğinde 400-500 km uzunluğunda bir koridora hakim olmak. Bu çok yanlış bir politika. Türkiye'nin PKK'yı bitirme hedefini önüne koyması lazım. PKK'yı yok etmek Suriye ile işbirliği yaparak olur. Yoksa PKK aşağıya doğru kaçar durur, siz arada bir tane koridora hakim olarak bir güvenlik koridoru yaparak PKK'yı bitiremiyorsunuz. Burada Suriye ile işbirliği şarttır. Zaten Suriye PKK'ya karşı silahlı bastırma harekatları yürütüyor, bu bizim için tarihi bir fırsat. Türk Ordusu da Irak'ın kuzeyinde çeşitli harekatlar yapıyor. Amerika ve İsrail'in maşası durumunda olan PKK'yı derhal Suriye ile işbirliği yapıp bitirmemiz lazım. Bu içteki güvenliğimiz açısından da çok önemli. HDP' yi de kapatacağız. Çünkü HDP, PKK’nın kolu ve bacağı. Suriye ile işbirliği yapacağız, PKK'yı bitireceğiz böylece Türkiye'nin iç cephesini sağlamlaştıracağız. “dedi.
"HALK DESTEKLEMESE ESAD BAŞARAMAZDI"
Amerika ve İsrail’in, Suriye’yi bitiremediğini dile getiren Perinçek, “Suriye’nin halkı Beşar Esad’ı destekliyor. O kadar destekliyor ki savaştayken destekliyor. Bakın yıkamadılar, küçücük bir Suriye’yi Amerika ve İsrail yıkamadı. Halk desteği olmasa başaramazdı. İyi ki İran ve Rusya orada Beşar Esad yönetimini destekledi. Yoksa Türkiye’nin bölünmesi kolaylaşacaktı ve Suriye’nin kuzeyinde o koridor açılacaktı. Irak’ın kuzeyinde Barzanistan ve bir kapı ile Akdeniz’e, limana açılacaktı.” dedi.
Vatan Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek, “Amerika ve İsrail, Suriye’yi karıştırdı. Esad'ın Suriye’deki alternatifi Amerika ve İsrail’dir. Hala Amerika ve İsrail'in Suriye'de bir hükümet kurmasına bakanlar, umut bağlayanlar var. Bu vahim bir tavır. Bu şekilde Türkiye'nin birlik ve bütünlüğünü sağlayamayız.” ifadelerini kullandı.
"SURİYE’NİN BÜTÜNLÜĞÜNÜ ESAD SAĞLAR"
Şu anda Suriye’nin bütünlüğünü Beşar Esad’dan başka sağlayacak birinin olmadığını söyleyen Perinçek, “Suriye’deki kuvvetler meydanda, Suriye’de Beşar Esad’ın alternatifi Amerikadır. Mustafa Kemal’in alternatifi nasıl İngiltere’ydi bugün de Suriye’de Beşar Esad’ın alternatifi Amerikadır. Bu kadar basit. Bugün Suriye’de Beşar Esad’a muhalif olan, onun yerine geçmek isteyen, Türkiye dostu, Amerika ve İsrail’e karşı bir seçenek gösterin ben de onun peşinden koşayım. 2015’e kadar yanlış işler yaptık, bunların hesabını sormuyorum, sorulacak bir hesap yoktur. Türkiye kendisini düzeltti ama hala o dönemi hatırlatan Suriye ve Beşar Esad’a karşı şüphe yayan politikalar çok yanlış. Çünkü Suriye’de Beşar Esad’ın alternatifi olan, Suriye’nin bütünlüğünden yana bir güç yoktur. Suriye’nin bütünlüğünü Beşar Esad sağlar.” diye konuştu.
"MISIR GİBİ SURİYE TARTIŞMALARI DA GERİDE KALACAK"
Türkiye’nin Mısır ile yaptığı gibi Suriye ile de işbirliği yapacağını söyleyen Doğu Perinçek, “Kısa bir zaman önce bu tartışmaları Mısır üzerinden de yapıyorduk. Bakın bir süre sonra bu tartışmaları bırakacağız çünkü Suriye’de PKK kalmayacak. Türkiye, Mısır ile yaptığı gibi Suriye ile işbirliği yapacak. Türkiye’nin dinamikleri var. O dinamikler en sonunda Türkiye’nin siyasetlerine yön veriyor ve Türkiye’nin bütünlüğü yönünde Amerika ve İsrail planlarını bozan çok esaslı bir rol oynamış oluyor. 2014 – 2015 sonrası Türkiye siyasetleri çok doğru bir şekilde ilerliyor. Önceki dönemin hatıralarını açığa çıkarmanın Türkiye ve bölge ülkelerine bir faydası yok.” ifadelerini kullandı.
Hamas Tel Aviv’i Yeniden Vurdu
Hamas'ın askeri kanadı İzzettin El Kassam Tugayları, Tel Aviv ve Ben Gurion Havaalanına, Gazze'nin vurulmasına karşılık olarak 110 roket saldırı düzenlendiğini açıkladı.
İşgalci Rejim Siyonist İsrail ordusu, Twitter hesabından yaptığı açıklamada başkent Tel Aviv'in roketlerle hedef alındığını ve kent sakinlerinin sığınaklara yönlendirildiğini bildirdi.
Haaretz muhabiri, kentte şiddetli patlama seslerinin duyulduğunu ifade etti.
İsrail’de hastane kaynakları Filistin direnişinin Gazze Şeridi’nden işgal altındaki Filistin’e düzenledikleri roketli saldırıda en az 26 siyonist yaralandığını duyurdu.
Açıklamada, yaralılar hastaneye kaldırıldığı, yaralılardan birinin durumu ağır olduğu ifade edildi.
Bu arada siyonist Başbakan Benyamin Netanyahu kabinenin güvenlik ve askeri yetkililerini acil oturuma çağırdı.
Bazı haber kaynakları, direnişin roketli saldırısında iki siyonist kadın helak olduğunu, yaralı sayısı da 80’e yükseldiğini duyurdu.
İmam Hamanei: Siyonistler Güç Dilinden Başka Bir Şeyden Anlamıyorlar
İslam İnkılabı Rehberi İmam Hamanei , İran'daki öğrenci örgütlerinin temsilcileriyle görüntülü olarak konuştu.
İmam Hamanei bu görüşmede üniversite öğrencilerine tavsiyelerde bulunmakla birlikte, öğrencilerin devrimin yapılmasında, şekillenmesinde ve devamındaki rolüne değindi ve öğrencilerin ülke genelinde bütün alanlarda faaliyette bulunmasının etkili olacağını söyledi.
İslam İnkılabı Rehberi bu görüşmede ayrıca bölgedeki gelişmelerden de bahsetti ve İslam dünyasında, yani Afganistan ve Filistin'de yaşanan son iki acı ve kanlı olaydan duyduğu üzüntüyü dile getirerek, bu olayları şiddetle kınadı ve şu ifadelerde bulundu: ‘Allah, Afganistan'ın mazlum ve masum goncalarını pare pare eden ve onları kana bulayan katillere ve bu kız çocuklarını şehit ederek cinayetlerini bu boyuta taşıyanlara lanet etsin.’
İmam Hamanei aynı zamanda Siyonistlerin Mescid-i Aksa, Kudüs ve Filistin'in diğer bölgelerindeki acımasız suç ve cinayetlerine değindi ve şu ifadelerde bulundu: ‘Bu suç ve cinayetler dünyanın gözü önünde işleniyor ve herkes bu cinayetleri kınayarak görevlerini yerine getirmelidir.’
Filistin halkının uyanışı, azmi ve kararlılığını takdir eden İmam Hamanei sözlerine şunları ekledi: ‘Siyonistler güç dilinden başka bir şeyden anlamıyorlar, bu yüzden Filistinliler güçlerini ve direnişlerini artırmalı, suçluları teslim olmaya ve barbarca eylemlerini durdurmaya zorlamalıdır.
İmam Hamanei konuşmasının ana başlığı olan devrimcilik ve dönüşümcülük meselesi hakkında ise şunları söyledi: ‘Dönüşümün amacı, yöntemlerde yenilikler yaparak devrimin temel ilke ve çizgilerini korumak ve güçlendirmektir.
Değişimle ilgili olarak ilk olarak şunu söylemek gerekir ki, değişim gereklidir, ikincisi, değişim mümkündür ve üçüncüsü, dönüşüme ulaşmanın yolu, değişime ve dönüşüm unsuruna, yani devrimci genç bir mümine inanan bir hükümet kurmaktır.’
İmam Hamanei konuşmasının sonunda Mübarek Ramazan ayının etkilerinin diğer aylarda da korunmasını tavsiye ederek, “İlahi merhamet kapısının açık kalması için bu ayının etkileri, kişisel, sosyal, akademik, politik ve yönetimsel davranışlarda tezahür ettirilmeli ve sürdürülmelidir” dedi.
Batı Sulta Sistemi Artık Tek Oyun Kurucu Değildir
Başını ABD’nin çektiği Batı emperyalizmi, müttefikleri ve kuklaları Batı Asya bölgesinde son bir yüzyılda ilk defa karizmalarının yıkıldığına, heybetlerinin, tehditlerinin bir işe yaramadığına tanık olmaktadırlar.
Batı sulta sistemi bölgemizde ve hatta uluslar arası çapta artık tek oyun kurucu olmaktan çıkmıştır. Batı Asya bölgesinde İran merkezli Direniş Cephesi adında yeni bir oyun kurucu ortaya çıkmış, artık sınırlarını ve kurallarını ABD’nin belirlediği dairede hareket etme dönemi sona ermiştir. Bu mücadelenin sona erdiği anlamına gelmez elbet.
Peki bu noktaya nasıl gelindi?
İran’da İslam İnkılabının zafere ulaştığı 1979 Şubatı’nda başlayan savaş aradan geçen 42 yıla rağmen hızından bir şey kaybetmeden devam etmektedir. ABD bölgedeki önemli bir üssünü kaybetmenin acısıyla yeniden İran’a dönebilmek veya en azından güçlenmesini önlemek için bu ülkede iç isyanlar çıkarmak, dışarıdan savaş dayatmak, kalkınmasını engellemek için çok yönlü yaptırımlar uygulamak, Afganistan ve Irak başta olmak üzere İran çevresindeki ülkeleri doğrudan veya dolaylı olarak işgal ederek kurduğu üslerle bu ülkeyi kuşatma altında tutmak da dahil başvurulabilecek tüm yol ve yöntemleri denemiş olmasına rağmen hedefine ulaşabilmiş değildir.
Tam aksine yukarıda saydığımız alanların hemen hepsinde İran’ın oyunu kendi lehine çevirdiği, Amerikan saldırılarını etkisiz hale getirdiği ve bu mücadelenin her aşamasından daha güçlü çıktığı söylenebilir.
ABD İslam Devrimini yenilgiye uğratmak veya en azından İran sınırları içinde tutmak isterken bugün görüldüğü kadarıyla İslam İnkılabının nüfuz alanı Akdeniz ve Kızıldeniz’e kadar yayılmış bulunuyor. Dün yıkmaya çalıştığı devrimin bugün nüfuz alanını nasıl daraltabileceğinin hesaplarını yapmaktadır.
Başını ABD’nin çektiği Batı sulta sistemi kendisiyle uyum sağlamayan her gücü terörist veya terörist destekçisi olarak tanımlamaktadır. Onlara göre; İran’ın kendisi ve bölgedeki müttefikleri bu tanıma göre ya teröristtir ya da terör destekçisidir ve geri çekilip meydanı onlara bırakmaları gerekir.
Devrimin zaferinden önce her açıdan ABD’ye bağımlı olan İran kendisine dayatılan sekiz yıllık savaş sırasında dikenli tel bile üretemezken bugün savunma sanayiini geliştirmiş olarak tank, top, uçak, helikopter, insansız savaş uçağı ve hepsinden önemlisi Avrupa’nın merkezine ulaşacak uzun menzilli kruz ve balistik füzeler üretecek düzeye gelmiş bulunuyor. Ve bu deneyimini emperyalist ve müttefiklerine karşı ülkelerini savunan dostlarına da aktarmaktadır. En belirgin örneği ise Yemen ordusunun kullandığı füze ve SİHA’lardır.
Bilimsel-teknolojik alanda ise yerel insan gücünden yararlanarak biyoteknolojiden nano teknolojiye, uzay tekonolojisinden nükleer teknolojiye kadar modern bilim ve teknolojinin bir çok dalında önde gelen ülkeler arasına katılmış bulunuyor.
Adına Amerikan yaptırımları denilse de gerçekte uluslararası en şiddetli yaptırımlarla sıkıştırılan İran bunca abluka ve baskıya teslim olmamış ve direniş ekonomisini hayata geçirerek daha uzun süre ambargolara direnebileceğini ortaya koymuştur.
Son günlerde ABD-İran mücadelesinde yeni bir aşamaya şahit olmaktayız. BMGK üyesi beş ülke ve Almanya’dan oluşan 5+1 ülkeleriyle İran arasında 2015 yılında imzalanan KOEP(Kapsamlı Ortak Eylem Planı) olarak adlandırılan nükleer anlaşmaya göre; İran nükleer programının- araştırmalar hariç- önemli bir bölümünü 2025 yılına kadar durduracak ve bu tarihten sonra da aşamalı olarak ve UAEA denetiminde yeniden faaliyetlerini sürdürecekti.
Buna karşılık başta BM ve tek taraflı ABD yaptırımları olmak üzere İran’a uygulanan ambargolar aşamalı olarak kaldırılacaktı. BM yaptırımları kısmen kaldırılmış olmasına rağmen Amerikan yaptırımları kaldırılmadığı için bunun da olumlu bir etkisi olmamıştır. Çünkü anlaşmadaki taahhütlerinin aksine Barack Obama hükümeti ABD yaptırımlarını kaldırmadığı gibi İran’a karşı yeni yaptırımlar uygulamaya başladı. Amerikan yaptırımları kaldırılmayınca BM yaptırımlarının kaldırılması da bir işe yaramadı. Çünkü uluslararası bankacılık sisteminin ABD’nin kontrolünde olması ve İran’dan büyük çapta petrol satın alan ve çeşitli alanlarda yaptırım yapacak çok uluslu şirketlerde Amerikan ortaklığı olduğu için tüm büyük şirketler Amerikan baskı ve tehditleriyle İran’la ticaret ve işbirliği yapamaz duruma geldiler.
ABD’de 2017 yılında iş başına gelen Donald Trump hükümeti ise uluslararası siyonist çevrelerin baskısıyla nükleer anlaşmanın Amerikan çıkarlarını korumadığı bahanesiyle bu anlaşmadan çıkmaya karar verdi. AB ülkeleri ise bu sırada anlaşma şartlarının kısmen İran lehine yerine getirilmesi için yeni çözüm yolları bulma sözü verseler de ABD’nin baskısıyla geçen dört yıl içerisinde hiç bir girişimde bulunamadılar veya bulunmak istemediler.
ABD+AB koalisyonu uygulanan azami baskıların İran’ı teslim olmaya mecbur bırakacağı beklentisiyle İran’ı bazen boş vaatlerle bazen tehditlerle ve bazen de İran’ın bölgesel nüfuzunu kısması, uzun menzilli balistik füzeler üretimine son vermesi vb yeni konularda görüşmeye zorlamak amacıyla bekleyip ve bekletip durdular.
İran ise KOEP(Kapsamlı Ortak Eylem Planı) nükleer anlaşmasından hiçbir kazancı olmadığını görünce taahhüt ettiği konulardan aşamalı olarak geri adım atmaya başladı. %3.5 oranında uranyum zenginleştirme ve depolama sınırını kaldırması, ilaç üretimi için ihtiyaç duyulan %20 oranında uranyumu zenginleştirmeye başlaması, uranyum zenginleştirmede geliştirdiği yeni tip santrifujları kullanması ve en son olarak ise NPT( Nükleer Silahların Yayılmasını Önleme) ek protokolüne uymayı askıya alarak UAEA müfettişlerinin nükleer tesislerdeki kontrollerini sınırlaması vb teşebbüsleri sayılabilir.
Joe Biden hükümeti ise D.Trump zamanında çıkılan KOEP’e(Kapsamlı Ortak Eylem Planı) geri dönmek istediğini ve bunun için İran ile yeni görüşmeler yapmaya hazır olduğunu tekrarlayıp durmaktadır. İran ise ABD’nin uyguladığı yaptırımları kaldırmasıyla zaten anlaşmaya dönmüş olacağını ve bunun için görüşmeye ihtiyaç olmadığını, vurgulamaktadır. İran’ın görüşmelere yanaşmama kararlılığını gören ABD bu defa da anlaşmaya aşamalı olarak dönebileceğini, anlaşmadaki taahhütlerine dönerek ilk adımın İran’ın atmasını öne sürmektedir. İran buna cevap olarak taahhütlerini zaten anlaşmadan hemen sonra yerine getirdiğini ve başta ABD olmak üzere Batılı ülkelerin sözlerinde durmayarak yaptırımları kaldırmaması yüzünden aşamalı olarak geri adım attığını, tüm yaptırımların kaldırıldığı gün yeniden tüm taahhütlerine geri döneceğini resmen ilan etmiştir.
ABD ve AB ülkelerinin asıl amacı nükleer anlaşmaya ilaveten İran’ın füze teknolojisini ve bölgedeki nüfuzu dedikleri Direniş Cephesini varlığını da masaya yatırmak ve İran’dan yeni tavizler koparmaktır. İran ise ne nükleer teknoloji konusunda yeni görüşmelere oturmayı ne de öteki iki konuyu görüşme konusu yapmayı kesin bir dille reddetmiştir.
İran’ın bu kararlı duruşuna paralel olarak direniş cephesinin öteki üyeleri, en başta da Yemen’in Başkent San’a merkezli hükümeti(Ensarullah ve Halk Komitelerinden oluşan Ulusal Kurtuluş Hükümeti) ABD’nin görüşme tekliflerini geri çevirerek bu ülkeye uygulanan kara, hava ve deniz ablukasının kaldırılması; Amerikan destekli Suudi koalisyonunun Yemen’den tamamen geri çekilerek altı yıldır yaptığı tahribatın tazminatını ödemesini görüşmeler için şart koşmuştur.
Yemen’in enerji bölgesi olarak bilinen Maarib eyaletinin önemli bir bölümünü ele geçirerek Maarib şehrinin birkaç kilometre yakınlarına kadar ilerleyen Ensarullah ve Yemen Ordusu birliklerinin şehre girmesinin Yemen için büyük bir zafer ve işgalciler için büyük bir yenilgi olacağını gören ABD destekli Suudi koalisyonu hava saldırılarını sıklaştırdıkça Ensarullah da Suudilerin petrol tesislerine füze ve SİHA saldırılarını artırmaktadır.
Ayrı bir ifadeyle ister İran ve ister Yemen konusunda olsun artık görüşme için şart koşan tarafın ABD ve bölgedeki müttefikleri olmadığı açık seçik bir şekilde ilan edilmiş bulunuluyor. Direniş Ekseni artık şart kabul eden değil şart koşan taraf olmuştur.
Ziya Türkyılmaz
ABD ve genel olarak Batı emperyalizmi Suriye, Irak ve Lübnan’da da artık belirleyici değildir. Irak’ta etkin çevrelerin gafleti ve bir kaza sonucu işbaşına gelen Mustafa Kazimi hükümetinin ABD lehine bunca çabalarına rağmen işgalci Amerikan güçleri hemen her gün Iraklı mücahitlerin saldırılarına uğramaktadır. Ardı arkası gelmeyen saldırılara tahammülü olmayan Amerikan askeri güçleri Irak Meclisinin almış olduğu karar doğrultusunda er geç Irak’ı terk etmek zorunda kalacaktır.
Bir zamanlar Lübnan’da büyükelçilikteki memurlarının emriyle hükümet kurup hükümet değiştiren ABD ve Fransa şimdilerde Hizbullah duvarına çarpmış olarak sadece hükümet kurulmasını engellemekle yetinmektedir.
Suriye’deki durum ise ortada. Süper güç(!) ABD Büyük Kürdistan projesini takibi dışında bugünlerde bu ülkenin petrolünü çalmak, işgal ettiği bölgelerde terörist eğitmek, kontrolündeki kamplarda tuttuğu IŞİD teröristlerini ihtiyaç duydukça Irak’a aktarmakla meşguldür.
Özetlersek ABD’nin Batı Asya veya BOP projesi yenilgiye uğramıştır. Siyonist rejimin Nil’den Fırat’a hayalleri suya düşmüştür. İslam dünyasındaki birkaç gerici kral ve şeyhle kurulan ilişkiler bu rejimin ömrünü uzatamayacak ve Filistin davasını unutturamayacaktır. Çünkü bölge halkları artık büyük oyunun farkına varmış, kendilerine tahakküm eden rejimlerin mahiyetini anlamış ve hepsinden önemlisi Direniş Ekseni artık durmadan güçlenerek ve komplocuların oyunlarını bozucu güce kavuşmuş olarak bölge halklarının ümidi ve destekçisi konumuna gelmiştir.
Ziya Türkyılmaz
Azami baskıda ters sonuç: Çin Tahran'dan nanik yaptı
18 Mart’ta Alaska’da Çin’le ilk buluşmada Biden’ın ekibi, azar modunda Tayvan, Hong Kong ve Sincan (Uygur) dosyasıyla lafa girince alışık olmadıkları bir şeyle karşılaştı. Çinli diplomatlar, ABD’nin insan haklarından bahsedecek durumda olmadığını, uluslararası toplum adına konuşamayacağını ve üst perdeden buyuramayacağı karşılığını verdi. ‘Alttan alan ağırbaşlı’ Çinli görüntüsü sona ermişti.
ABD, Çin’i önleme stratejisini birincil öncelik haline getirdikçe Pekin de küresel stratejisinin eksik duran askeri-politik taraflarına bakıyor. Amerikan baskılarını jeopolitik hamlelerle karşılıksız bırakmayacağını gösteriyor. Bunun son örneğini Çin-İran ilişkilerinde görüyoruz. Çin lideri Xi Jinping'in 2016’daki İran ziyareti sırasında üzerinde durulan 25 yıllık kapsamlı ortaklık anlaşması nihayet 27 Mart’ta Tahran’da iki ülkenin dışişleri bakanları tarafından imzalandı. Çin çok sayıda ülkeyle benzer anlaşmalar yapmış olsa da hiçbiri bunun kadar gürültüye mazhar olmadı. Hatta bazı Amerikalı yorumcular ‘şer ekseni’ benzetmesi yapmaya başladı.
Bu anlaşmanın geçmişi eskilere dayansa da imzalar, Biden yönetiminin Çin’e karşı safları sıklaştırma hamlelerinin ardından atıldı. Haliyle azami baskı stratejisinin bu anlaşmayı pişirdiği söylenebilir.
Çin’e karşı beklenenden çok sert çıkan Biden yönetimi 12 Mart’ta ABD, Japonya, Avustralya ve Hindistan arasında çevrimiçi Quad Zirvesi’ni düzenlenmişti. Ardından ABD Savunma ve Dışişleri bakanları Hindistan, Japonya ve Güney Kore'yi turladı. 18 Mart’ta Alaska’da Çin’le ilk buluşmada Biden’ın ekibi, azar modunda Tayvan, Hong Kong ve Sincan (Uygur) dosyasıyla lafa girince alışık olmadıkları bir şeyle karşılaştı. Çinli diplomatlar, ABD’nin insan haklarından bahsedecek durumda olmadığını, uluslararası toplum adına konuşamayacağını ve üst perdeden buyuramayacağı karşılığını verdi. ‘Alttan alan ağırbaşlı’ Çinli görüntüsü sona ermişti. Geçen hafta Amerikalılar Brüksel’deki NATO ve ABD-AB toplantılarında da Transatlantik ilişkilerine Çin-Rus karşıtı gündemle ayar vermeye çalıştı. NATO’da İngilizler Amerikalılarla aynı dili konuşurken AB kanadında ağır toplar daha temkinli.
Çin odaklı tırmandırmaya paralel olarak İran’ı müzakerelerle yola getirme yönünde bir ABD-AB eşgüdümü de şekilleniyor. Biden, selefi Donald Trump’ın tek taraflı çekildiği nükleer anlaşmaya dönmek için İran’a anlaşmanın koşullarını yerine getirmesi şartını koşuyor. İran ise anlaşmada yer alan muafiyet koşullarına göre hareket ettiğini belirtip Amerikalıların yaptırımlarının kaldırılması gerektiğini söylüyor. Bu restleşme ortamında Çin-İran ilişkilerinin stratejik bir belgeye dönmesi önemli.
***
Anlaşmanın muhteviyatına dair rivayet muhtelif. 2016’da anlaşma ile ilgili 19 maddelik ortak bir açıklama yapılmıştı. Bu metin ekonomik, siyasi, askeri ve güvenlik alanlarında ikili ilişkilerin genel çerçevesini çiziyordu. Açıklama ne somut projelere ne de yatırım hedefiyle ilgili rakamlara yer veriyordu. Ancak taslak metne ulaştıklarını öne süren New York Times ve Newsweek gibi yayın organları Çin’in 400 milyar dolarlık yatırım yapacağından bahsediyordu. Ayrıca İran’ın, Çin’e altyapı, ticaret, askeri alan, limanlar ve havalimanları gibi alanlarda imtiyazlar sunacağı belirtiliyordu. Petroleum Economist ise daha somut rakamlar vermişti. Buna göre Dışişleri Bakanı Cevad Zarif’in 2019’da Pekin’e sunduğu taslakta şunlar vardı: Çin, İran’ın petrol, doğalgaz ve petrokimya sektörüne 280 milyar dolar; altyapı, ulaştırma ve imalat sektörüne 120 milyar dolar yatırım yapacak. Buna karşın İran petrolü yüzde 26-32 arasında daha ucuza satacak. Ödemeler iki yıl ertelemeli olarak yuan cinsinden yapılacak. Çin yatırımlarını korumak amacıyla İran’a 5 bin asker konuşlandıracak.
23 Haziran 2020’de Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani’nin taslak anlaşmanın kabinede onaylandığını duyurmasına paralel olarak yeni bilgiler sızdı. 18 sayfalık taslakta enerji, elektrik, su, arıtma ve iletişim projeleri; havaalanı, liman, hızlı tren ve metro inşaatları; Keşm, Maku ve Ervend serbest bölgelerine yatırımları içeren 100 kalemlik bir listeden bahsediliyordu. Körfez’deki Kiş Adası ile bir deniz üssünün Çin’e tahsis edileceği, tatbikat, eğitim, silah geliştirmeyi içeren askeri ortaklık kurulacağı ve istihbarat paylaşımına gidileceği öne sürülüyordu.
Bunlardan ayrı olarak OilPrice.com Hamedan, Bender Abbas, Çabahar ve Abadan’daki havalimanlarında Çin ve Rusya’nın savaş uçakları konuşlandırmasına imkân verecek şekilde çift kullanımlı ilaveler yapılacağını öne sürmüştü.
Hükümet Kiş Adası ve üs tahsisi ile ilgili iddiaları yalanladı. Yetkililer medyada tekrarlanan 400, 500 hatta 600 milyar dolarlık yatırım rakamlarını da telaffuz etmiyor.
***
Bir bilinmezliğe rağmen anlaşmanın olası imtiyazlar kısmı 1979’da benimsenmiş “Ne Doğu ne Batı” şiarından sapma ve egemenliğin kısmen devri yönünde eleştirilere yol açıyor.
Dini lider Ayetullah Ali Hamaney, ABD’nin 2018’de nükleer anlaşmadan çekilmesi üzerine Batı’ya güven olamayacağını belirtip Doğu ile ilişkilere önem verilmesini istemişti.
İranlı kaynaklara bakılırsa Tahran, 1990’larda stratejik ortaklık önermiş ama Pekin istekli davranmamıştı. 2008’den itibaren petrole karşılık Çin malı temelinde bir ortaklık gelişmişti. Petrol gelirleri akreditif ve ödemeler için Çin bankalarında tutuluyordu. 2010’da kapsamlı bir anlaşma üzerinde çalışılmış ama sonuç alınamamıştı. Çin, BM Güvenlik Konseyi’nden geçen yaptırım tasarılarını veto etmemiş, ABD’nin tek taraflı yaptırımlarına da sözde karşı çıkıp pratikçe önemli ölçüde uyum sağlamıştı. Çin ile İran arasında ticaret hacmi son 5 yılda 51 milyar dolardan 16 milyar dolara geriledi. Çinliler enerji sektörüne yatırım projelerinden de çekildi. Bu süreçte Çin, İran için sadece bir seçenekti ama Amerikan kazığından sonra ‘öncelik’ haline geldi.
Nükleer anlaşma sayesinde Batı ile diyalog sürerken içerideki şahinler, Ruhani’yi Çin’in ağırlığını gözardığı etmekle eleştiriyordu. Hamaney geçen yıl duruma müdahale ederek dönemin Meclis Başkanı Ali Laricani’yi Pekin’e gönderip anlaşmanın yeniden gündeme alınmasını sağladı. Batı yerine Çin’le ortaklığa karşı ciddi itirazlar olduğunu da not edelim. Anlaşma taslağını 1828’de Güney Kafkasya’yı Rus İmparatorluğu’na bırakan Türkmençay Anlaşması ile kıyaslayanlar var. Eski Cumhurbaşkanı Mahmud Ahmedinecad bunlar arasında. Ahmedinecad döneminde petrol paralarının Çin bankasında bloke edilmesine izin veren anlaşma da Türkmençay ile kıyaslanmıştı. Bir milletvekiline göre Kiş Adası’nın Çin’e verilmesi taslakta vardı ama meclisteki tepkiler üzerine değişikliklere gidildi. Neyin ne kadar değiştiğini bilmiyoruz. Detayların açıklanmamasının nedenleri anlaşılır: Evvela yaptırımcı cepheye koz vermek istemezler. İkincisi Çin’le ilişkileri iyi olup İran’a düşman olan bölge ülkelerini ürkütmekten kaçınırlar. Bunların ötesinde bu tür anlaşmalardaki imtiyazları ve gizli maddeleri hangi devlet açıklıyor ki İran ve Çin açık etsin.
***
Hal böyle olunca anlaşmanın stratejik değerini tartmak da zorlaşıyor. Yine de anlaşma iki ülke ilişkilerinde bir dönüm noktası sayılabilir.
İran’ın ambargo altındaki petrol ve doğalgaz sektörlerine yatırım ihtiyacı yıllar içinde büyüdü. Bir hesaba göre bu ihtiyacın boyutu 200 milyar doları aşıyor. Çin enerji sektörlerine yatırım yaparsa yaptırım döngüsü kırılabilir. Öngörüler gerçekleşirse hem ekonomik hem politik olarak İran biraz nefes alır. Çin açısından da Kuşak ve Yol Projesi’nin İran ayağına el atılmış oluyor. İran 80 milyonluk nüfusuyla Çin malları için önemli bir pazar. Piyasa fiyatlarının altında petrol de temin edecek.
Ortaklığın ne kadar askeri boyut kazanacağı meselenin en belirsiz tarafı. Bu konuda söylenecek her şey spekülasyondan öteye geçemiyor. Her halükarda Çin’in Orta Doğu siyasetinin karakterinde değişim emareleri seziliyor. Kuşkusuz Çin-İran ortaklığı, ABD’nin müttefikleriyle kurduğu ortaklığın bir benzeri değil. Yine de “Çin’in müttefikleri yoktur ticari ortakları vardır” yargısıyla vedalaşabileceğine dair göstergeler bölgede Amerikan hegemonyasının huzurunu bozmaya kâfi.
Amerikalılar iki olmazı birden istiyor: Hem Rusya, Çin ve İran’ı baskılamak için saldırgan bir strateji izliyor hem de bu baskının ABD’ye karşı güç birliğini tetiklememesini bekliyor. 2000’den beri birbirine yakınlaşan Çin ve Rusya enerjideki ortaklığı yeni projelerle büyütürken ilişkilere birkaç yıldır askeri ortaklığı da ekledi. Çin, Rusya’dan 2014’te 24 adet Su-35 savaş uçağı, 2015’te S-400 satın aldıktan sonra 2017’de ortak askeri tatbikatlara başladı. Bu ikiliye 2019’da İran da eklendi. Üç ülke Hint Okyanusu’ndaki ilk ortak askeri tatbikatı yapıp ikincisi için de takvim belirledi.
Bunlarla birlikte Çin-İran anlaşmasından yeni bir eksen çıkarmak çok abartılı bir kurgu olur. Çin 2014’de Cezayir ve Mısır, 2016’da Suudi Arabistan ve 2018’de Birleşik Arap Emirlikleri ile ‘Kapsamlı Stratejik Ortaklık’, 2010’da Türkiye ile ‘Stratejik Ortaklık’, 2017’de İsrail’le ‘Yenilikçi Kapsamlı Ortaklık’, 2014-2018 arasında Sudan, Irak, Fas, Katar, Ürdün, Cibuti, Kuveyt ve Umman’la ‘Stratejik Ortaklık’ anlaşmalarına imza attı. Bu ülkelerin hiçbiri İran’ın konumunda değil ama bu tablo, Pekin’in İran düşmanlarının az olmadığı bir bölgede sessiz sedasız ilerlettiği ilişkileri Tahran için riske atmayacağını anlatıyor. Nitekim Çin Dışişleri Bakanı Wang Yi’nin temas trafiği yerelde fincancı katırlarını ürkütmeden gitmeye çalıştıklarını gösteriyor. Tahran’a gitmeden önce Türkiye ve Suudi Arabistan’da temaslarda bulundu; ardından Bahreyn, Birleşik Arap Emirlikleri ve Umman’ı kapsayan turuna devam etti.
İranlılar da Çin’i önemsiyorlar ama sarsılmaz bir müttefik gözüyle de bakmıyorlar. Bourse & Bazaar’da çıkan bir yoruma göre İranlıların emin olmadığı şey şu: Çin de bir dönem Rusya’nın yaptığı gibi ABD ile kendi sorunlarını çözmek için İran’la geçici bir sayfa açıyor olabilir mi?
Olabilir. Ama Kuşak ve Yol uzun soluklu bir proje ve İran olmadan tamamlanamaz.
Benzer bir faydacılık İran için de geçerli: Nükleer pazarlık masasına doğru giderken Çin’le ortaklığı pekiştirerek elini güçlendiriyor. Bunun da bir ‘ama’sı var: Çin’in 10 yıl sonraki küresel konumunu hesaba katan Amerikan ortakları bile Pekin’i hesaba katmayan bir stratejiyle yürüyemeyeceklerini anlıyor. İran neden kendini fazladan frenlesin?
Velhasıl Washington’la soğuk savaşa sürüklenmekten kaçınan ve şimdiye kadar bayrak sallamadan gemi yürüten Çin artık yavaşça kendi dizginlerini serbest bırakıyor. İran da kendi açısından hem küresel güç rekabetini fırsata çeviriyor hem de büyük bir güçle ortaklığa yatırım yapıyor.
Fehim Taştekin gazeteduvar
İran ile Çin 25 yıllık iş birliği anlaşması imzaladı
İran ile Çin; ekonomik, siyasi ve teknoloji alanlarında 25 yıllık iş birliği anlaşmasına imza attı. Anlaşmanın ayrıntıları henüz kamuoyuyla paylaşılmazken, İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani, "Pekin yönetimine ABD yaptırımları karışında bize verdiği destek ve bu yaptırımları kınamaları nedeniyle teşekkür ediyoruz." dedi.
İran Dışişleri Bakanı Muhammed Cevad Zarif ve Çin Dışişleri Bakanı Wang Yi, başkent Tahran’da bir araya geldi. Görüşme sonrası iki ülke arasında 25 yıllık iş birliği anlaşmasının imzalandığı duyuruldu.
2015 yılında Çin Devlet Başkanı Xi Jinping tarafından teklif edilen anlaşması, iki ülke arasında ekonomik, siyasi ve teknoloji alanlarında iş birliğini içeriyor. Anlaşmanın ayrıntıları ise henüz açıklanmadı.
İran’da uzun süren değerlendirmelerin ardından İran Dışişleri Bakanı Zarif, 2019 yılındaki Çin ziyaretinde anlaşmaya olumlu baktıklarını belirterek, Tahran yönetiminin anlaşmaya ilişkin ön hazırlığını Pekin yönetimine sunmuştu.
"Çin ile işbirliğini önemsiyoruz"
İran temasları kapsamında dün akşam Tahran’a gelen Çin Dışişleri Bakanı Wang Yi, anlaşma öncesi sabah saatlerinde İran dini lideri Ayetullah Ali Hamaney’in danışmanı Ali Laricani ve İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani ile görüşme gerçekleştirdi.
Çin ittifakına tepkilerRussia Today: Anlaşma ABD için büyük hezimettir
İngiliz gazeteci yazar Tom Fuddy, Russia Today’da yayımladığı makalesinde İran ve Çin arasında imzalanan yeni stratejik işbirliği belgesini değerlendirdi. İngiliz uzman Fuddy makalesinde İran ve Çin arasında imzalanan yeni 25 yıllık stratejik işbirliği belgesi, ABD tarafından kurulan mevcut jeo politik düzeni değiştireceğini belirtti.
İngiliz uzman Fuddy, Çin yönetimi Batı Asya ülkeleri ile diplomatik ilişkilerini çok titiz bir şekilde koruduğunu, yeni anlaşma ise oynun kurallarını değiştireceğini ve Tahran yönetimine uluslararası düzeyde konumunu güçlendirecek ve ABD yaptırımları ile daha etkili bir şekilde mücadele edebilecek imkan sağlayacağını vurguladı.
Fuddy ayrıca Çin’in Rusya ile diplomatik ilişkilerini geliştirmeye başladığını hatırlatarak, bazıları Tahran ve Pekin arasındaki anlaşmayı bir nevi ittifak olarak görebileceklerini ifade etti.
Biden'den Çin-İran Anlaşmasına Tepki
ABD Başkanı Joe Biden, İran ve Çin arasında imzalanan 25 yıllık stratejik işbirliği belgesine gösterdiği tepkide, anlaşmayı kaygı verici niteledi.
ABD Başkanı Biden Pazar günü İran ve Çin arasında imzalanan 25 yıllık stratejik işbirliği belgesine gösterdiği tepkide, uzun süre iki ülkenin ortaklığından kaygı duyduğunu kaydetti.
İran İslam Cumhuriyeti ve Çin Halk Cumhuriyeti Cumartesi günü akşam saatlerinde iki ülke arasında 25 yıllık işbirliğini öngören belgeyi imzaladı.
Söz konusu belge iki ülkenin Dışişleri Bakanları Muhammed Cevad Zarif ve Vang Yi tarafından imzalandı.
İran ve Çin arasında imzalanan söz konusu stratejik belge 2016 yılından beri hazırlanmaktaydı.
İran İslam Cumhuriyeti ve Çin Halk Cumhuriyeti, Çin lideri Shi Ji Ping’in bundan altı yıl önce Tahran’a yaptığı resmi ziyareti sırasında ortak bir bildiri yayımlayarak, ikili ilişkilerini stratejik düzeye yükselttiklerini duyurdular. Bildirinin 6. maddesinde iki taraf uzun vadeli bir işbirliği belgesinin hazırlanması için istişarelere ve müzakerelere başlamaya vurgu yaptılar.
En son İran İslam Cumhuriyeti ve Çin Halk Cumhuriyeti Cumartesi günü akşam saatlerinde iki ülke arasında 25 yıllık işbirliğini öngören belgeyi Dışişleri Bakanları Muhammed Cevad Zarif ve Vang Yi tarafından imzalandı.
Belgede iki ülkenin iktisadi ve kültürel alanlar başta olmak üzere çeşitli alanlarda işbirliği yapmalarını öngörüyor.
ABD medyası ise anlaşmayı Tahran ve Pekin’in Washington’un dayattığı tek yanlı yaptırımları delme çabası şeklinde yorumladı.
Şamhani’den Biden’ın açıklamasına tepki
İran milli güvenlik yüksek konseyi İMGYK Sekreteri Ali Şamhani, ABD Başkanı Biden’ın İran ve Çin arasında imzalanan stratejik işbirliği anlaşması ile ilgili açıklamasına tepki gösterdi.
Twitter hesabında tepkisini ortaya koyan Şamhani, İran ve Çin arasında imzalanan belgeyi aktif direniş politikasının bir parçası niteledi.
Şamhani, dünya sadece Batı olmadığını, Batı da sadece yasalara uymayan ve sözünü tutmayan ABD ve üç Avrupa ülkesinden ibaret olmadığını kaydetti.
Şamhani, Biden’ın kaygı duyması doğru olduğunu, İran’ın Doğu ile stratejik işbirliğini geliştirmesi, Amerika’nın çöküş sürecine ivme kazandıracağını vurguladı.
İmam Hamanei’nin yeni yıl mesajı
İmam Hamanei Nevruz bayramı mesajında yeni yılı “Üretim, destekler, engelleri kaldırma” olarak adlandırdı.
İslam İnkılabı Lideri İmam Hamanei hş. 1400 yılının başlaması dolayısıyla yayımladığı mesajda, Nevruz bayramı dolaysıyla tüm vatandaşları ve özellikle şehit ailelerini ve saygı değer gazileri kutladı.
İmam Hamanei yeni yılın Şaban ayındaki bayramlara ve Hz. Mehdi’nin -s- veladet yıldönümüne denk gelmesi, maddi manevi bereketlerinden yararlanılmasına vesile olmasını diledi.
İslam İnkılabı Lideri İmam Hamanei hş. 1399 yılı türlü hadiseler ve özellikle bilinmeyen korona virüs salgını ile beraber olduğunu belirterek, korona virüs salgını vatandaşların iş, eğitim, sosyal ve dini etkinlikler, spor ve seyahatlerini etkilediğini ve iş alanında ağır darbe indirdiğini vurguladı.
İmam Hamanei on binlerce vatandaşın korona virüs yüzünden hayatını kaybetmesini hş. 1399 yılının en acı hadisesi olduğunu belirterek, hayatını kaybedenlere Allah’tan rahmet ve acılı ailelerine sabır diledi.
Düşmanın azami baskı politikasını hezimete uğratmak, hş. 1399 yılında İran milletinin gücünün parlayan bir başka boyutu olduğunu kaydeden İmam Hamanei şöyle dedi:
Başta ABD olmak üzere İran düşmanları bu milleti dize getirmek istedi. Gerçi biz milletin direneceğini ve düşmanın yenileceğini biliyorduk; ancak bugün Amerikalılar ve Avrupalı dostları bizzat azami baskı politikası başarısız olduğunu itiraf etmektedir.
İslam İnkılabı Lideri İmam Hamanei mesajının devamında, hş. 1399 yılında belirlenen üretimde sıçrama şiarının ne kadar gerçekleştiğine işaretle şöyle dedi:
Halk ve hükümetten gelen raporlara göre, geçen sene bu şiar kabul edilebilir düzeyde gerçekleşti.
İmam Hamanei üretimde sıçrama şiarı tamamen inkılapçı bir şiar olduğunu belirterek şöyle ekledi:
Üretimde sıçrama hem ülkenin milli para biriminin değerinin korunması gibi alanlar başta olmak üzere, hem ekonomisi üzerinde de derin tesiri vardır, hem milli özgüven duygusunu arttırır, hem kamuoyunu hoşnut eder ve hem de milli güvenliği güvence altına alır.
İmam Hamanei üretimde sıçramayı gerçekleştirmek için yatırımların teşvik edilmesi gerekli olduğunu belirterek, ülkede iş durumları insanları yatırıma teşvik edecek şekilde olması ve böylece üretim giderlerinin artması engellenmesi gerektiğini vurguladı.
İslam İnkılabı Lideri İmam Hamanei hş. 1400 yılını önümüzdeki seçimler ve ayrıca üretimde sıçrama için uygun zemin oluşturulmuş olması bakımından hassas ve önemli bir yıl niteleyerek şöyle dedi:
Hş. 1400 seçimleri ve güçlü saikleri ve enerjileri olan yeni yöneticilerin işbaşına gelme ihtimali, yeni yılı çok önemli, hassas ve ülkenin geleceğini etkileyecek bir yıl yapmaktadır.
İmam Hamanei konuşmasının devamında ister şimdiki hükûmet ister gelecek hükûmet olsun, üretimin yolundaki engeller yasal ve çok yönlü desteklerle kaldırılması ve böylece yeni yılda üretimde sıçrama gerçek anlamda gerçekleşmesi gerektiğini kaydetti.
Papa Francis'in Irak Ziyareti Hakkında Birkaç Nokta
Katolik dünyasının ruhani lideri Papa Francis'in Irak'a gerçekleştirdiği ziyaret, dünya basınının gündeminde geniş yankı buldu. Cuma günü başlayan ziyaret sona erdi.
Papa Francis'in Irak ziyareti hakkında birkaç noktaya değinmekte fayda var:
Birincisi, Papa'nın aldığı kararları bağlayıcı değil ve yürütme gücüne sahip değil. Papa'nın Irak ziyaretinden icra bağlamında bir kazanım elde edileceği de zaten düşünülmüyordu. Bu ziyaret daha ziyade tarihi ve sembolik yönüyle önce çıkmaktadır. Katolik dünyasının ruhani liderinin Müslüman bir ülke olan Irak'a yaptığı ziyaret ve Şiiler'in büyük taklit merciiyle görüşmesi, tarihi bir ziyaret olarak nitelendirildi. Papa'nın Irak ziyaretinde; dinler arası diyalog, şiddet, mezhebi ayrımcılık, terörizmin reddedilmesi gibi konular ele alınmış olsa da bu açıklamalar her şeyden ziyade mezhebi liderlerin kaygı ve endişelerini yansıtıyor ve hayata geçirilmesi için Irak yönetiminin siyasi iradesi ve de Irak'ın iç koşullarına bağlıdır.
****
Başka bir konu da, bazıların Papa'nın Irak ziyaretinin Şiilik dünyasında Necef havzasının konumunun güçlendirilmesine yol açtığına inanıyor olmasıdır. Bu görüş daha ziyade Şiilik dünyasında mercilik kutuplaşması oluşturma amacıyla gündeme getiriliyor çünkü Necef havzası ve Ayetullah Sistani büyük ve değerli bir konuma sahiptir ve Papa'nın ziyareti bunun üzerinde etkili olmamıştır. Bu büyük konum nedeniyle Papa Francis bizzat Ayetullah Sistani'nin evine gitti. Necef havzasının konumunun güçlendirilmesi düşünce daha ziyade Şiilik dünyasında ilmiye havzaları arasında anlaşmazlık çıkarma maksadıyla gündeme getiriliyor. Ancak Kum İlmiye Havzası Hocalar ve Araştırmacılar Konseyi ortak bir açıklama yaparak, bu tür düşünceleri çürütmüş oldu.
Kum İlmiye Havzası Hocalar ve Araştırmacılar Konseyi, Papa Francis'in Iraklı Şiiler'in büyük dini mercii Ayetullah Sistani ile yaptığı görüşmesine ilişkin yaptığı açıklamada; bu ziyaretin Şii alimler, İlmiye havzaları ve oluşumları adına değerli bir fırsat olduğunu belirtti.
Açıklamada, söz konusu görüşmeyi örnek alınarak, dinler ve mezhepler arasında diyaloğu ciddiyetle takip etmeleri için Şii alimler ve ilmiye havzaları için Ayetullah Sistani ve Papa Francis arasında gerçekleşen görüşmenin değerli bir fırsat olduğu bildirilerek, bu oldukça önemli olayın dinler arası diyalog ve etkileşim süreci adına belirleyici bir adım olduğu vurgulandı.
Papa'nın Irak ziyareti ile ilgili üçüncü konu ise, siyasi bakıştır. Irak'ın siyasi arenası bir süredir, muhtelif gruplar arasında çekişme ve anlaşmazlığına sahne olmaktadır. Mustafa el Kazımi yönetimi de, yoğun baskı altındadır. Papa'nın tarihi ziyaretinin güvenliğinin sağlanması el Kazımi yönetimi için olumlu bir karne sayılıyor olsa da, bu ziyaretin Bağdat yönetimi ve bizzat başbakan için belli bir siyasi imtiyaz beraberinde getirebileceği düşünülmüyor.
Kürt Bölgesel Yönetimi tarafından aynı siyasi çaba da gösterildi. Yerel yönetim, bu vesileyle bir kez daha Kürt Bölgesel Yönetimi ve Kürtlerin konumunu kamuoyu nezdinde güçlü göstermeye çalışıyor.
Ve son konu şu ki, Papa'nın Irak ziyareti, mezhebi açıdan sembolik bir ziyaret olmasına rağmen, barış, güvenlik, insani keramet ve şiddete hayır, tüm dinlerin ortak paydası olduğunu göstermiş oldu.