
کارگر
Reisi'den ABD Ambargosuna Karşı İşbirliği Çağrısı
İran İslam Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi, Nikaragua Cumhurbaşkanı Daniel Ortega ile yaptığı telefon görüşmesinde ülkelerin uluslararası kurumlarda ABD rejiminin uyguladığı ambargoların etkisizleştirmesi için işbirliği yapmaları gerektiğini belirtti.
İki ülke devrimlerinin aynı zamana denk geldiğine temas eden Cumhurbaşkanı Reisi, İran dış politikası önceliklerinden birinin Latin Amerika ve Karayip ülkeleri ile ilişkileri geliştirmek olduğunu söyledi.
ABD’nin istekleri karşısında iki milletin ortak görüşlere sahip olmalarına değinen Ayetullah Reisi, bunun bağımsız milletlerin milli egemenliğini savunmak için önemli bir sermaye olduğunu ifade etti.
Daniel Ortega da görüşmede ülkesinin İran ile ilişkilerini geliştirmek için güçlü bir şekilde politikasını izleyeceğini ifade ederek, ABD’nin günümüzde Latin Amerika ülkelerini hedef aldığını belirtti.
Nikaragua Cumhurbaşkanı Daniel Ortega, günümüzde dünya ülkelerinin algısının arttığını ifade ederek, ilişkilerin güçlenmesi ile dünyada barış ve adaletin tesisi için mücadele yolunun devam etmesi gerektiğini söyledi.
İran’ın hava savunma sistemi Mersad-16 komutanlardan tam not aldı
İranlı uzmanların tamamen yerli imkanlarla geliştirdiği Mersad-16 hava savunma sistemi deneme sırasında komutanlardan tam not aldı.
Konu hakkında bir açıklama yapan Hava Savunma Kuvveti Komutan Yardımcısı General Muhammed Yusefi Hoşkalb, Mersad-16 füze savunma sistemi Hava Savunma Günü arifesinde merkezi çölde düzenlenen denemede başarılı olduğunu belirtti.
General Hoşkalb, Mersad-16 füze savunma sistemi tamamen yerli olduğunu ve elektronik savaş ve aynı anda bir kaç hedefi imha etmek üzere en yeni teknolojilerle donatıldığını belirtti.
General Hoşkalb, Mersad-16 füze savunma sisteminin çevikliği ve hızlı davranışı en bariz özelliklerinden olduğunu ve cruise füzeleri gibi alçak irtifada hızlı seyreden hedefleri imha etme yeteneğine sahip olduğunu vurguladı.
General Hoşkalb ayrıca yakında Mersad-16 füze savunma sisteminin yüksek irtifada hızlı seyreden hedefleri imha edebilecek güncelleştirilmiş versiyonu da görücüye çıkacağını sözlerine ekledi.
İran Dışişleri Bakanı Şam'da Filistinli Grupların Liderleriyle Görüştü
İran İslam Cumhuriyeti Dışişleri Bakanı Hüseyin Emir Abdullahiyan, dün gece Suriye'nin başkenti Şam'da Filistinli grupların liderleriyle bir araya geldi.
Emir Abdullahiyan, İran İslam Cumhuriyeti'nin Filistin halkının siyonist işgalcilere karşı mücadelesine verdiği desteği bir kez daha tekrarladı.
Filistin Halk Kurtuluş Cephesi Genel Sekreteri Talal Naci, söz konusu görüşmeden sonra verdiği demeçte, İran İslam Cumhuriyeti'nin işgal altındaki Filistin'deki direniş mücahitlerini desteklemedeki konumunu överek, direniş gruplarının Filistin halkının haklarını alıncaya kadar mücadeleye devam edeceklerini bildirdi.
Talal Naci, "İran İslam Cumhuriyeti'nin desteği ve ilkeli duruşu olmasaydı Lübnan, Suriye, Irak ve Yemen'deki direniş ekseninin zaferleri bugün gerçekleşmezdi." dedi.
Bu arada Filistin Halk Kurtuluş Cephesi (FHKC) Genel Sekreteri Dr. Talal Naci, Fetih İntifada Merkez Komitesi Genel Sekreteri Ziyad Sagir Ebu Hazem, Filistin Halk Mücadele Cephesi Genel Sekreteri Halid Abdül Macid, İslami Cihad Siyasi Bürosu Üyesi Ebu Said el-Meynevi, , Filistin'in Halk Kurtuluş Cephesi Siyasi Bürosu Üyesi Ebu Ali Hasan, Demokratik Cephe Genel Sekreter Yardımcısı Fahad Süleyman, El-Saika Genel Sekreteri Muin Hamid ve Arap Baas Sosyalist Partisi Genel Sekreteri Dr. Muhammed Kais, Filistin-İran Dostluk Derneği Başkanı Dr. Muhammed el-Behisi, Filistin Güçleri İttifakı Yüksek Takip Komitesi Genel Sekreteri Yasir el-Masri , Suriye'deki İslami Cihad Hareketi Koordinatörü Ebu Mücahit de toplantıya katılanlar arasındaydı .
ABD’li Diplomattan Kasım Süleymani İtirafı
Amerika Birleşik Devletleri’nin dünyanın her yerinde istediği gibi at koşturmasına engel olan türlü güç ve faktörler var…
Yoksa şimdiye kadar çoktan bütün dünyayı kendi egemenliğine almış, doğu-batı demeden müttefiklerini de çoktan yiyip bitirmişti.
Çünkü ABD denilen devletin yırtıcı bir canavar olduğu âleme malum avallerdendir.
Biraz daha fazla kâr ve çıkar uğruna kendisini yaralayıp sonra da “şu halime bakın!” diyerek mahalleye saldıran arsız kabadayı gibi 11 Eylül’de kendi halkına bile acımayan, ordusunu Irak, Suriye, Afganistan ve Almanya’ya sokarken askerlerinin ne uğruna öleceğini zerrece umursamayan bir çeteler devletinden bahsediyoruz…
***
“Komunizm” gelecek” bahanesiyle nice devlette askeri üsler kurup o devlet ve milletlere onlarca yıl pençesini geçiren, sonra da o ülkelerin ekonomi ve geleceğini, kültür ve tarımını komünizmden bin beter edip bitiren, komünizm bittiği ve ortalıktan süpürülüp gittiği halde işgal ve sultacılığını sürdüren ABD, müttefiklerini ve kendisine hizmette kusur etmeyenleri bile, acıktığı anda parçalayıp yiyen bir yırtıcı kurttan bahsediyoruz..
***
Bu yırtıcıyı artık her yerden kovmaya başladılar.
15 Temmuz’da bizden de iyi bir sille yedi.
Sovyetler yıkılıp tarihin çöplüğüne atıldıktan sonra ABD için de çanlar çalmaya başladı…
Ne ilginçtir, her ikisinin de mezarı aynı yerde olacak galiba…
Afganistan’da oyun kuran ABD, kendi yöntemlerine benzer bir oyunla karşı karşıya şimdi…
Bakalım, bir zamanlar kendi elleriyle kurduğu Taliban, ABD’nin yıllarca kendisini nasıl kandırdığını ve kullandığını anladıktan ve o nesil yerini “ibret” nesline bıraktıktan sonra ABD ne yapacak?
***
ABD’nin bu hataları, kendi kurt politikacılarını ve siyasilerini de ciddi şekilde rahatsız etmeye başladı.
Buyurun bakalım:
ABD milli güvenlik danışmanlarından John Bolton, Amerika’nın Afganistan’dan çekilmesini en büyük hata niteliyor!
Dün ve önceki gün Kabil’de art arda meydana gelen patlamalarda en az 15 Amerikalı terörist askerin ölmesinden sonra bir açıklama yapan Bolton, bu feci durumdan Amerika’nın eski ve yeni yönetimlerini sorumlu tuttu.
Bolton,hem Trump’ın, hem Biden’in devlet yönetimini sert bir dille eleştirdi ve her ikisinin de Amerika’yı çok büyük bir hataya düşürdüğünü açıkladı…
Bu, az-buz bir olay değil… Bulton, “Bu hatalar ABD’yi bitirebilir” diyor…
Evet, bunu ABD’nin en ünlü güvenlik ve istihbarat yetkililerinden biri olan bir isim söylüyor…
Tabi, bunlar bizim medyada pek öne çıkarılmaz…
Bizim medya, İngiltere kraliçesinin oğluyla neden küstüğünü veya gelinini nasıl affettiğini manşet yapar, bu haberi değil…
Nedenini bilen veya bunu hazmedebilen varsa beri gelsin…
***
Bolton, Perşembe günü Kabil hava limanında yaşanan olayın büyük bir facia olduğunu, bütün dünyanın Amerika’nın stratejik hatasının sonuçlarından etkileneceğini vurguladı.
Adam yerden göğe haklı.
Tamamen devletçi bir bürokrat olan bu adamcağız; Biden yönetiminin çok başarısız bir çekilme hatasını işlediğini, bu konunun hem eski Başkan Donald Trump yönetimini, hem Biden yönetimini çok ciddi sıkıntılarla karşılaştıracağını hatırlattı.
Bu tespitinde de yerden göğe haklı.
Üst düzey bir ABD yetkilisine bunca “haklı” dediğim en nadir yazılarımdan biridir bu; ama adam haklı ve kendi devletinin ne kadar çürüdüğünün farkında işte.
Bazı ülkelerdeki “ABDperestler” de aynı ölçüde bu gerçeğin farkında olsa keşke…
***
Üstelik, bunu söyleyen, sadece Bulton da değil…
Amerikalı diplomat Robert Malley de benzeri şeyler söyledi dün…
Ve tabi bizim medyada yine yer almadı…
Robert Malley, İran Sipahiler Ordusu Kudüs Gücü Komutanı General Kasım Süleymani suikasti hakkında çok önemli bir itirafta bulundu.
***
ABD Afganistan’dan kaçarcasına çıkarken acemice kurduğu oyun ve yerleştirdiği mayınların herkes farkında artık…
Ve tabi ona göre de tedbirliler…
Tedbirsiz olan tek taraf ABD…
Nedeni ortada: Kibir, genellikle tedbiri kovar…
Her “müstekbir” gibi onu da kibiri bitiriyor işte.
***
Robert Malley’e gelelim:
Amerikalı diplomat Robert Malley, General Süleymani suikastinin, bu suikasti işleyen ve üstelik de resmen üstlenen ABD başta gelmek üzere, bütün dünyayı İran karşısında daha da aciz hale getirdiğini açıkladı.
Bu açıklamanın ABD’nin Afganistan’dan arkasına bakmadan kaçtığı günlere denk gelmesi elbette bir tesadüf değil.
Çünkü bu vaka, ABD için müthiş bir rezalet ve tam bir skandal.
ABD’li diplomat ve bürokratların da çoğu bunun farkında.
***
Bulton gibi, bu diplomatlardan biri olan Malley, 2 gün önce, yani ABD’nin Afganistan’dan kaçmaya başladığının görüntüleri televizyonlardan yayınlanmaya başlayınca; Amerika halkının; ABD’nin güttüğü bu yanlış politikaya öfkelenmekte haklı olduğunu söyledi.
Ve ne dedi biliyor musunuz?
“ABD, İranlı ünlü komutan Kasım Süleymani’ye bir suikast tertipleyip onu öldürmekle büyük bir hata yaptı” dedi.
Ve ekledi:
“Böylece, ABD halkına “Şimdi daha fazla güvendesiniz” dediler, oysa tam tersi oldu ve şimdi ABD halkı ve ordusu artık hiçbir yerde güvende değil” dedi.
“Bize,bu suikastin amacının Amerika halkını güvende tutma olduğunu söylediler, oysa hakikatin bunun tam tersi olduğunu ve şimdi bu olayın üzerinden üç yıl geçtiği bir sırada her şeyin ortada olduğunu ve Amerika’nın “daha güvenli” değil, bilakis, daha az güvenli hale geldiğini görüyoruz; yani ABD çok büyük bir hata yaptı…”
Şimdi bu adam da haklı değil mi?
Bazı Amerikalılar bugünlerde bayağı haklı konuşur oldular, bilmem, siz de farkında mısınız?
Bu iki ABD’li diplomatın açıklamalarını görünce, meraklanıp biraz yabancı medyayı kurcaladım.
İki gün önce, İran’ın yeni Dışişleri Bakanı Hüseyin Emir Abdullahian ABD’yi uyarmış ve “ABD, Kasım Süleymani konusunda hesap verecek” demiş basın mensuplarının önünde…
Cümlesi tam olarak şöyle:
“Amerika devleti; Kudüs Gücü Komutanı şehit General Süleymani’ye yaptığı suikast konusunda hesap verecek ve bundan kaçamayacak”
Hatırlarsanız, ABD Başkanı Trump, Kasım Süleymani’ nin öldürülmesi emrini kendisinin verdiğini ima ettikten sadece 2 gün sonra İran, ABD’nin bölgedeki en büyük askeri üslerinden Aynelesed’i füzelerle yerle bir etmiş, bir hafta sonra da CİA’nın bölge şefini taşıyan uçak –kimi haberde de helikopter- Afganistan semalarında, Hindikuş Dağlarında bizzat ABD’nin bir zamanlar Taliban’a dağıttığı özel bir füzeyle düşürülmüş ve sağ kalan olmamıştı…
Buton’la Malley bunu hatırlatıyor sanırım…
Dünden beri terör ve işgal devleti siyonist İsrail’in İran’ı tehditlerine de İran tarafının sert bir karşılık vermesinin nedeni bu olsa gerek..
Bakalım ABD’nin Afganistan’dan kaçarken bu ülkeye yerleştirdiği mayınlar ve kurduğu oyunlar –Talibanlı ya da Talibansız- kimlerin elinde patlayacak…
“Kimi insanlar ibret almayınca tarih tekerrür eder” diyorsanız, haklısınız” derim
İsmail Bendiderya -Yorum
Siz de haklısınız.
Sağlıcakla kalın efendim.
Emir Abdullahian Esad’la görüştü
Dışişleri Bakanı Hüseyin Emir Abdullahian gittiği Suriye’de Cumhurbaşkanı Beşar Esad ile görüştü.
Irak temaslarının tamamladıktan sonra yurt dışı ziyaretinin devamında Suriye’ye geçen Dışişleri Bakanı Emir Abdullahian Pazar günü akşam saatlerinde Suriye Cumhurbaşkanı Beşar Esad ile görüştü.
Emir Abdullahian, Şam’a varır varmaz ilk önce Suriyeli mevkidaşı Faysal Mikdad’ı ziyaret etti.
Emir Abdullahian Suriye’de cumhurbaşkanlığı seçimlerinin başarılı bir şekilde düzenlenmesini kutlayarak, şimdi ekonomi üzerinde odaklanmaya vurgu yaptı.
Suriye Dışişleri Bakanı Mikdad da Emir Abdullahian’ı yeni görevi dolayısıyla kutlayarak Tahran’da yeni hükümetin kurulmasını tebrik etti.
Taliban’ı kollama misyonu!
Erdoğan’ın ‘yakınlık’ vurgularına rağmen ne Afganlar arası diyalog sürecinde ne de Taliban’ı etkileme konusunda kayda değer bir ilerleme görülmedi. Bel bağlanan aracıların kapasitesi sınırlı. Diğer aktörler gibi Ankara da eski Cumhurbaşkanı Hamid Karzai, ulusal uzlaşı heyeti başkanı Abdullah Abdullah ve Hizbi İslami lideri Gulbeddin Hikmetyar’ın da içinde olduğu komitenin Taliban’la yürüttüğü görüşmelerin sonucunu bekliyor.
Taliban kendini var eden özgün kalıplarının dışında hareket etmeye çalışıyor. Küresel bir seyirlik. Uluslararası tanınma arıyor, komşularla dostluk, tecritsiz-ambargosuz bir başlangıç. Bunu satın almanın yolu fabrika ayarlarından birkaç adım uzaklaşmak. Biraz, şeriattan taviz sayılmayacak kadar, az.
Beri taraftan lider kadrosundan Vahidullah Haşimi, Reuters'a, “Kesinlikle demokratik bir sistem olmayacak. Tartışmayacağız çünkü bu açık; bu şeriat kanunu, o kadar” diyor. Sözcüleri Zabihullah Mücahid kadınların eğitimi, çalışması, basın özgürlüğü ve insan haklarına dair her şeyin İslam’ın sınırları çerçevesinde olacağını söylüyor. “Şeriat yasası uygulanacak” diye ekliyor. Nokta. Geriye şeriatın hangi tonunun uygulanacağı tartışması kalıyor.
Belli başlı aktörler, Taliban’ın oynamak istediği bu oyuna razı gözüküyor. Müdahaleci başı ABD ve ortağı İngiltere Taliban’a karşı çok nazik! Sözlerine değil emellerine bakacaklarmış. Zaten irtibattalar. ABD Savunma Bakanı Lloyd Austin "Taliban ile hasmane bir etkileşim yaşanmadı ve komutanlarıyla iletişim kanallarımız açık" diyor. Taliban’ın saldırmama taahhüdü kapıyı açık tutma gerekçesi. ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı Wendy Sherman, "Taliban hükümet kurmak istiyor, meşruiyet arıyor. Taliban'ın eylemlerini takip ediyoruz. Söyledikleri şeylerin gerçek olup olmadığını göreceğiz" diyor. Buna kredi açmak denir ya da yalana yatmak!
***
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan Taliban’la el sıkışmaya akşamdan razı. Rıza gösterdiği şey, kurulacak Afgan hükümetiyle devletin çıkarları gereği çalışmanın ötesinde bir misyonu andırıyor. Belki koşullara göre güncellenen bir misyon.
Taliban’ın araya dostluk katıp çok acıtmadan yüzüne vurduğu gibi Türkiye, ABD’nin yedeğinde işgalci bir güç. Muharip olmaması ve ilk Türk askerinin bölgeye ulaştığı Ocak 2002’den beri Taliban’ın düşmanlığını görmemesi bu statüyü değiştirmiyor. Bu işgalin hedefi yani düşmanı Taliban’dı. Sonra ABD çekilirken Kabil Havalimanı’na göz kulak olmak da geride kalan çıkarlara bekçilik göreviydi. Lakin Taliban silindirinden boşanmış kırmızı halıda afyonu patlamış adamın rahatlığıyla Kabil’e vardığında havaalanı misyonu elde kaldı. Söylem kendini güncelledi. Müthiş bir kıvraklıkla. Erdoğan, Taliban’la irtibat halinde olduklarını vurgulayıp duruyor. Önceki gün “Yönetimde kim olursa olsun Afganistan'ın yanında yer almak hem ahde vefanın hem de kardeşliğimizin gereğidir” dedi. “Taliban yöneticilerinin yaptığı itidalli ve ılımlı açıklamaları memnuniyetle karşılıyoruz” diye de ekledi. Ve sonra Taliban’a verdikleri aklı alenileştirdi: “Türkiye'nin Afganistan'daki askeri varlığı yeni yönetimin de uluslararası alanda elini güçlendirecek ve işini de kolaylaştıracaktır.”
Öncesinde dini açıdan özdeş olduklarını da söylemişti, kalpleri yumuşatan bir peşrev niyetine. Taliban’ın lideri konumundaki şahısla şahsen görüşmeye hazır olduğu mesajını da vermişti.
Acaba Taliban’ı kollama, dizginleme ya da ehlileştirme işini Erdoğan’a mı verdiler diye insan sormadan edemiyor. “Çin’den, Rusya’dan, İran’dan geri mi kalacağız” diyebilirler. Fakat hiçbirinin ilişki tarzı kardeşlik, dindaşlık, duygudaşlık temelinde yürümüyor. Herkes kendi ulusal güvenlik ve çıkarlarına bakıyor. Türkiye’de ise bütün diplomasi cambazlığı Erdoğan’ın ulusal ve uluslararası konumunu koruma hedefine göre sağa sola savruluyor. Elbette Ankara da devletler arası ilişkilerin gereklerine göre hareket edebilir. Nitekim Erdoğan dün daha açık konuştu: “Gerekirse Taliban'ın kuracağı hükümetle de görüşüp ortak gündemlerimizi konuşacağız." Fakat Erdoğan ilaveten Taliban’ı normalleştirme, meşrulaştırma, kabul ettirme saikiyle hareket ediyor.
***
Yine de Erdoğan’ın çıplak sözlerini Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun “Kurulacak hükümetin tanınması konusunda uluslararası toplumla birlikte hareket edeceğiz” açıklamasıyla birlikte okumak lazım. 2002’den beri “uluslararası toplum” diye referans verdikleri şey, ABD’nin önceliklerine göre sıralanmış hegemonik iradeden başka bir şey olmadı. Bakalım bugünkü NATO toplantısı ne buyuracak! Çavuşoğlu’nun açıklaması manevra alanını açık tutmaya işaret ediyor. Sonuçta ABD de henüz kararını vermedi. Erdoğan’ın Washington’la eşgüdümsüz hareket etmesi zor.
Irak, Suriye ve Libya’da müdahalelere ortaklık ‘uluslararası toplum’ teranesine göre gelişmedi mi? Fakat inisiyatif ya da teklifin Türkiye’den geldiğine dair sunumda ustalar. Birdenbire kardeşliğe bezenen Afganistan hikayesi de farklı değil. Erdoğan’ın “Biden’a teklif ettim” dediği Kabil misyonu başından beri ABD’nin Türkiye’ye yıkmak istediği bir görev. Erdoğan 14 Haziran’da Brüksel’deki ikili zirveye Dışişleri’nden bir çevirmen yerine hariçten bir mutemetle girip devlet geleneğini çiğnediği için neyin pazarlığını yaptığını ancak Amerikalılar kayıtlarını açarsa öğrenebiliriz. Şimdilik BBC’nin Dışişleri kaynaklarına dayandırdığı haberle yetinelim:
“ABD aylar öncesinde Türkiye'nin Afganistan'da uzun vadede kalıcı olma isteğinden yola çıkarak muharip güç olarak görev yapması fikrini masaya yatırmıştı. Türkiye buna karşı çıktı. Ardından Washington Ankara'ya, zaten bir süredir iç güvenlik ve işletmesinden sorumlu olduğu havalimanı görevini genişletmesini teklif etti.”
Yine BBC’ye göre Ankara, ABD’nin elçiliği korumak için tutacağı istihbarat ve güvenlik yapılanmasının havaalanıyla entegre edilmesi şartıyla teklifi onayladı. Uzlaşma çıkınca bu kez ABD, Türkiye'den, Afgan hükümetiyle Taliban arasındaki görüşmelere ev sahipliği önerdi. Taliban ne İstanbul’a gelmeyi ne de Türk askerinin kalmasını kabul etti. Ankara bu olumsuz tutumu Katar, Pakistan, Rusya, İran ve Çin’in karşı çıkmasına bağlıyor. Erdoğan’ın aksine Dışişleri, Kabil misyonuna sıcak bakmıyordu. Yine de Erdoğan, Başkan Joe Biden'la el sıkışmayı tercih etti. Kabil misyonuna karşılık S-400, Halkbank davası ve F-35 programında jest bekliyordu.
Anladığımız kadarıyla Ankara 20 yıl boyunca Türkiye’ye karşı düşmanlık yapmamış Taliban’ın tehditlerini göstermelik sayma eğiliminde. Erdoğan “Taliban'ın Türkiye'ye yaklaşımı köşeli değildir, daha dikkatlidir, daha hassastır” diyor. Öyle davranmak Taliban’ın NATO’da kendine ses olabilecek bir ülkeye olan ihtiyacını gösterir. Ama Taliban, Türkiye’nin rolünden rahatsız olan Çin ve Rusya gibi BM Güvenlik Konseyi’nde iki sigortaya oynarken kardeşlik söylemine çok da takılmayabilir. Hatta Erdoğan’dan daha fazla ‘ulusal çıkarcı’ kesilebilir. Taliban’ın hassasiyeti pragmatizminden geliyor. Sahte ya da nispi evrimini diplomatik kazanca çevirmeye çalışıyor.
Taliban’ın davranışları anlaşılabilir fakat muamma olan Erdoğan’ın şartlar değiştiği halde neden bu misyona takılı kaldığıdır. Biden’la mutabakatında bağlayıcı bir şey mi var? Ya da dış politikanın askerileştirilmesi yönündeki zehirli dönüşüm Libya, Suriye ve Irak’tan sonra bu kez kendini Afganistan’a mı şartlandırdı? Erdoğan dosta düşmana Türk askerinin girdiği yerden çıkmayacağını mı ispatlamaya çalışıyor?
***
Neticeye gelirsek şimdiye kadar Erdoğan’ın ‘yakınlık’ vurgularına rağmen ne Afganlar arası diyalog sürecinde ne de Taliban’ı etkileme konusunda kayda değer bir ilerleme görülmedi. Bel bağlanan aracıların kapasitesi sınırlı. Diğer aktörler gibi Ankara da eski Cumhurbaşkanı Hamid Karzai, ulusal uzlaşı heyeti başkanı Abdullah Abdullah ve Hizbi İslami lideri Gulbeddin Hikmetyar’ın da içinde olduğu komitenin Taliban’la yürüttüğü görüşmelerin sonucunu bekliyor. NATO müttefiklerinin de önem atfettiği bu ekip Taliban’la orta yolu bulacak mı bulamayacak mı? Bugünlerin en kritik sorusu bu.
Kapsamlı bir hükümet kurulursa sürece etki eden aktörler, Taliban’ın taahhütlerini veri kabul edip yeni bir sayfa çevirebilir. Afganistan’ın içinde bulunduğu 40 yıllık karanlık sona ermez ama bu karanlığı besleyen iç savaş ve çatışma sarmalı belki bertaraf edilmiş olur. Diğer türlüsü yani Taliban’ın iktidara tamamen kendi rengini verdiği senaryo, yeni iktidarı tanıyanlar ve tanımayanlar arasında vekâlet savaşını da tetikleyebilir. Mesela Pençşir vadisi şimdiden Taliban’a karşı 2001 öncesinde olduğu gibi yeniden cephe sunuyor. Bu sefer oyuna Ahmet Şah Mesud’un oğlu Ahmet Mesud gibi isimler girmiş gözüküyor. ABD burada aynı dalga boyunu yakalayan Çin, Rusya ve İran’la tersleşirse mücahit kuluçkasına yeniden el atabilir ve bu üç ülkeye karşı istikrarsız bir Afganistan seçeneğine oynayabilir. Bu konuda ahkam kesmek için hâlâ erken. Şimdilik Afganistan’la diplomatik ilişkiyi sürdürmek ve Kabil’de kalmak için karanlığın içinden gelen Taliban’ın içinden çıkacak bir ışığa bakıyorlar! Sanırım bu yalana ihtiyacı olan çok.
gazeteduvar
Nasrallah: Lübnan'daki ABD Destekçileri Afganistan’daki Tecrübeyi Düşünsünler
Aşura Günü münasebetiyle konuşma yapan Hizbullah Genel Sekreteri Seyyid Hasan Nasrallah, İran'ın müttefiklerine olan sarsılmaz desteğine değindi ve Lübnan'daki ABD destekçilerini Afganistan’da yaşanan olaylara odaklanmaya çağırdı.
Seyyid Hasan Nasrallah şu ifadelerde bulundu: ‘Siyonist rejimle mücadele etmek önceliklerimizin başında geliyor.
Batı Şeria, Gazze, Kudüs ve diğer Filistin bölgelerinde bir kez daha Filistin halkının yanında olmak istiyoruz. Filistin halkının nehirden denize kadar olan topraklarını geri alma hakkının yanında olmak istiyoruz.’
Siyonist işgalciler Filistin topraklarını terk edecekler çünkü bu işgalcilerin sonudur
Hizbullah Genel Sekreteri sözlerine şöyle devam etti: ‘Bir gün Siyonist işgalciler Filistin topraklarını terk edecekler çünkü bu tüm işgalcilerin sonudur. Kudüs'ü ve kutsal bölgeleri hedef alan tehditler karşısında bu kutsal alanları destekleyen bölgesel bir denklemin oluşmasını istiyoruz.’
Irak direnişine Filistin'deki kutsal mekanları desteklemeye hazır olduğu için teşekkür ederiz
Seyyid Hasan Nasrallah şunları söyledi: ‘Kutsalların korunması görevinin sadece Filistinlilerin değil tüm direnişlerin odak noktası olmasını istiyoruz. Irak direniş gruplarına Filistin'deki kutsal yerleri desteklemeye hazır oldukları için teşekkür ediyoruz.
Bölgedeki direniş gruplarının Filistin direnişiyle işbirliği, Filistin'in kurtuluş arzusunu büyük ve ulaşılabilir kılıyor.
Amerikan hükümetleri dünyadaki zulüm ve baskının ön saflarında yer alıyor. Bölgemizde egemenlik, o bölgenin milletlerine ve ülkelerine ait olmalıdır. Kaynaklar, zenginlik, su kaynakları, petrol ve toprak bu ülkelerin milletlerine ait olmalıdır.’
Iraklılar, Amerikalı danışmanlar konusunda Afganistan’daki deneyime odaklanmalıdır
Hizbullah Genel Sekreteri şu ifadelerde bulundu: ‘ABD'nin Afganistan'daki yenilgisinden sonra gözler ABD'nin Irak ve Suriye'yi işgaline çevrildi. Irak'ın ABD askerlerini sınır dışı etme kararı büyük bir başarıdır. Iraklılar, Amerikalı danışmanlar meselesine Afganistan deneyiminin perspektifinden bakmalıdır.
Irak'ın IŞİD ve tekfirciler karşısında gerçek garantörü Haşd Şabi’dir. Haşd Şabi, Necef'in dini merciinin fetvasına verilen yanıtın bir tezahürüydü. Haşd Şabi güçlendirilmelidir, çünkü bu teşkilat, Irak'ın garantörüdür.’
ABD'nin Suriye'nin kuzeyinde kalmak için sahte bahaneleri
Seyyid Hasan Nasrallah konuşmasının devamında Suriye meselesine değindi ve şu ifadelerde bulundu: ‘Amerikalıların Suriye'nin kuzeyinde kalma bahanesi, IŞİD'e karşı savaşa yardım etmektir ve bu yalan ve asılsız bir iddiadır. Bölgedeki hükümetler kendileri IŞİD'le mücadele edebilir ve ABD'nin yardımına ihtiyaçları yoktur.
ABD güçleri Suriye'de Fırat'ın doğusundaki bölgeyi terk etmelidir. Amerikalıların amacı Suriye petrolünü çalmaktır. Suriye'deki Amerikalı işgalcilerin kaderi, toprakların Suriye'ye geri dönmesi ve Suriye petrolünün de halkına geri dönmesi için bu ülkeyi terk etmektir.’
Yemen savaşı durmalıdır
Hizbullah Genel Sekreteri konuşmasının başka bir bölümünde de Yemen konusuna değindi ve şunları söyledi: ‘Yemen'e karşı ABD-Suudi savaşı durmalıdır ve onlar hedeflerine ulaşamayacaklardır.’
Bahreyn'in mazlum halkını destekliyoruz
Seyyid Hasan Nasrallah, Bahreyn konusunda ise şu açıklamalarda bulundu: ‘İfade özgürlüğü elinden alınan ve Filistin'i destekleyen mazlum Bahreyn halkının yanındayız.’
Lübnan direnişine kimse zarar veremez
Hizbullah Genel Sekreteri konuşmasının başka bir bölümünde Lübnan Direnişine değindi ve şunları söyledi: ‘Dost ve düşmana Lübnan direnişinin gücünü vurguluyoruz ve kimse ona zarar veremez. Lübnan'ın şahit olduğu hiçbir gelişme direnişe zarar veremeyecek ve kimse hesaplarında hata yapmasın.
Kararımızın doğruluğuna, direnişimize ve zafere yaklaşımımıza her zamankinden daha fazla inanıyoruz. Lübnan içinden ve dışından bazıları kabinenin kurulamamasından bizi sorumlu tutmaya çalışıyor ama bu doğru değildir.’
İran, Lübnan kabinesinin kurulmasına karışmıyor
Seyyid Hasan Nasrallah sözlerine şöyle devam etti: ‘İran, Lübnan kabinesinin kurulup kurulmamasına müdahale etmiyor, ancak bunu diğer yabancı taraflar yapıyor. Yeni hükümeti kurmak için Cumhurbaşkanı ve Başbakan ile görüşmeyi dört gözle bekliyoruz.
Lübnan'daki yaşam koşulları, öngörü ve kararlılıkla ciddiye alınmalıdır. Güvenlik güçlerinin milyonlarca litre benzin ve akaryakıt keşfi, krizin karmaşıklığının altını çiziyor. Yetkililer baştan çözmeye kararlı olsaydı krizi çözmek mümkündü. Hükümetin eylemi, kötü yönetimden mi yoksa Lübnanlıları hayal kırıklığına uğratmak için kasıtlı bir girişimden mi kaynaklanıyor? Hükümet ve güvenlik güçleri, durumu sakinleştirmek için tekelcileri hapse atmalıdır.’
Lübnan ordusuna yapılan saldırıyı kınıyoruz
Nasrallah, Lübnan ordusunun ve güvenlik güçlerinin Lübnanlıların acılarını hafifletmek için yaptığı fedakarlıkları takdir etti ve şunlar söyledi: ‘Lübnan ordusuna yönelik herhangi bir saldırı utanç vericidir ve kınanmaktadır.’
İran'dan yakıt taşıyan ilk gemi birkaç saat içinde Lübnan'a hareket edecek
Hizbullah Genel Sekreteri konuşmasının devamında bu ülkedeki yakıt krizinden bahsetti ve şunları söyledi: ‘İran'dan yola çıkacak ilk yakıt taşıyan gemi, tüm işlemleri tamamlanmış olup, önümüzdeki saatlerde hareket edecektir. Bu geminin ardından başka gemiler de İran’dan gelecektir. İran'dan gelen gemide öncelik akaryakıttır ve bu, bu konunun hayati öneminden kaynaklanmaktadır.’
Seyyid Hasan Nasrallah Amerika ve siyonist rejime hitap ederek şunları söyledi: ‘Gemi hareket ettiği andan saatler sonra Lübnan'a demir atacaktır. Bizi bu kararı almaya zorlayan, ekonomik savaşı bize dayatandır. Kimse bize meydan okumakta hata yapmasın çünkü bu milletimizin onuru ile alakalıdır ve milletimizin aşağılanmasına karşıyız.
İmam Hamanei’ye ve İran Cumhurbaşkanı'na Lübnan'a verdikleri destek için çok teşekkür ediyoruz. İran'a Lübnan halkının yanında olduğu ve toprakları özgürleştirmeye ve siyonist düşmana karşı koymaya karşı gösterdiği direniş için teşekkür ediyoruz. Yaptırımlara rağmen İran, müttefiklerinden asla vazgeçmedi ve dostlarını terk etmedi.’
Şehit Süleymani'nin kesilen eli, İran'ın müttefiklerine güçlü desteğinin bir kanıtıdır
Hizbullah Genel Sekreteri konuşmasının devamında şu ifadelerde bulundu: ‘Şehit Süleymani'nin Irak havaalanında kesilen eli, İran'ın müttefiklerinden vazgeçmeyeceğinin kanıtıdır. İran son 40 yıldır Lübnan'ın iç işlerine karışmadı ve kendi kararlarımızı biz veriyoruz.’
ABD Büyükelçiliği Lübnan halkına karşı ekonomik bir savaş yürütüyor
Seyyid Hasan Nasrallah konuşmasında Lübnan içindeki gelişmelere de değinerek şunları söyledi: ‘Millete saldıran haydutlar milletimizle ilgisi olmayan haydutlardır. Doğru olan, hükümetin üzerine düşen sorumluluğu yerine getirmesidir, biz de bu konuda yardımcı olacağız.
Lübnan'da doğru davranış ve eylemlere yönelmek gerekmektedir. ABD büyükelçiliği Lübnan'daki ekonomik ve medya savaşını yönetiyor ve provokatif eylemlerin arkasında ABD vardır. Lübnan'daki ABD büyükelçiliği diplomatik bir ofis değil, Lübnan halkına karşı komplo kuran bir büyükelçiliktir.’
Seyyid Hasan Nasrallah Amerikalılara hitaben şunları söyledi: ‘Beyrut'taki büyükelçiliğiniz zaten önceden de başarısız olduğu gibi yine başarısız olacaktır. Amerikalılara ve onun Beyrut'taki büyükelçiliğine güvenenler, sizi Afganistan deneyimini hesaba katmaya çağırıyorum. Amerikalıların, kendilerini korumak için yerleştirdikleri polis köpekleri bile onlara sizden daha yakındır.
Kendi gücümüzle Lübnan'ı kurtarmak için işbirliği yapılmasını vurguluyoruz. Hiç kimse askeri, ekonomik veya güvenlik savaşındaki deneyimimizde hata yapmasın. Biz şehadet ehliyiz ve savaşa gittiğimizde İslam'ı, ideallerimizi, kutsallarımızı ve milletimizi terk etmeyiz. Direniş kuşağımız fırtınalar, tehditler ve zor koşullarla sarsılmayacaktır.’
ABD'nin Afganistan hezimetinden sonra da Çin başta olmak üzere Rusya, Türkiye ve İran atağa geçecek
Sabah gazetesi yazarı Bercan Tutar bugünkü, "Kabil'de olan Kabil'de kalmayacak" başlıklı yazısında ABD'nin Afganistan'daki hezimetine dikkat çekti. Tutar ayrıca, bu hezimetin ardından Çin, Rusya, Türkiye ve İran gibi Asya ülkelerinin atağa geçeceğini söyledi.
Sabah'tan Bercan Tutar bugünkü köşesinde Amerikancı ve Sorosçu zihniyetin, Taliban'ı şeytanlaştırdığını ancak dikkatleri bu şekilde asıl şeytan ABD'den uzaklaştıramayacaklarını söyledi. Tutar ayrıca, ABD'nin kaybı sonrası Asya ülkeleri başta Çin olmak üzere Rusya, İran ve Türkiye'nin atağa geçeceğini kaydetti.
Tutar'ın yazısındaki ilgili kısımlar şu şekilde:
"Küresel ve bölgesel jeo-politik bakış yerine Taliban'a ait çarpıtılmış görüntüler üzerinden ideolojik okuma yapan Sorosçu zihniyetle malul Amerikancılar, emperyalist anlayışın narkotik kavramlarıyla uyuşmuş dimağlarındaki ezberleri papağan gibi tekrarlayıp duruyor.
'DİKKATLERİ ASIL ŞEYTANDAN UZAKLAŞTIRAMAZLAR'
Taliban'ın Afganistan'daki zaferini yine ideolojik bir körlük ve ıslah olması imkânsız bir fanatizmle yorumluyorlar. Ancak bu sefer hakikati değiştirmeleri çok zor. Taliban'ı şeytanlaştırarak dikkatleri asıl şeytan olan ABD'den uzaklaştıramazlar. ABD'nin 20 yıllık işgal, sömürü ve katliamlarla dolu kirli sabıkasını perdeleyemezler.
Zira Amerikalı diplomat Grant Newsham'ın Asia Times'daki yazısında "Vegas'ta olan Vegas'ta kalır" deyişinden mülhemle dile getirdiği gibi "Kâbil'de olan sadece Kâbil'de kalmayacak...
YENİ AKTÖRLER VAR
Evet, ABD yenildi. Ancak sınırın hemen ötesinden hem Afganistan'ı hem de Orta ve Güney Asya'yı kaosa sürükleyecek her tür kirli tezgâhı devreye sokmaktan geri durmayacaktır. Çünkü küresel sahnede yeniden konumlanan ABD, 'terör ile savaş' stratejisini artık 'Rusya, Çin ve Türkiye gibi aktörlerle savaş' şeklinde revize etmiş durumda.
KABİL'DE OLAN KABİL'DE KALMAYACAK
ABD'nin Vietnam hezimetinden sonra SSCB nasıl küresel bir atağa geçtiyse ABD'nin Afganistan hezimetinden sonra da Çin başta olmak üzere Rusya, Türkiye ve İran atağa geçecek.
Bu ülkeler hem hinterlantları hem de ABD'nin nüfuz kaybettiği küresel alanlarda hamle üstüne hamle yapacaktır. Üstelik bu ülkeler dönemin SSCB'si gibi yalnız da değiller.
Eşgüdüm halinde hareket ediyorlar. İşte bu yüzden Kâbil'de olan sadece Kâbil'de kalmayacak.
Dolayısıyla ABD'nin dünyanın farklı bölgelerinde Afganistan sendromunun benzerlerini peş peşe yaşayacağı yeni ve kritik bir döneme giriyoruz."
Ayetullah Reisi. Tahran-Ankara işbirliğinin İslam ümmeti için bir çok yararı vardır
İran Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi, Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile telefon görüşmesi gerçekleştirdi.
Reisi, İran-Türkiye ilişkilerini “samimi, dostane ve kardeşçe” olarak nitelendirdi ve “Dost ve kardeş ülke Türkiye ile ikili ve uluslararası işbirliğine büyük önem veriyoruz.” dedi.
Cumhurbaşkanı Reisi, iki ülke arasındaki yakın işbirliğinin bölgede huzur, güvenlik ve istikrarın tesisi için gerekli olduğunu söyledi.
Tahran’da yapılması beklenen İran ve Türkiye arasındaki Yüksek Düzeyli İşbirliği Konseyi Yedinci Toplantısı'na ilişkin Reisi, bu toplantının ivedilikle yapılması gerektiğini ifade ederek, "Tahran ve Ankara arasındaki işbirliğinin iki ülke için ilerleme ile huzur, bölge için güvenlik ve İslam ümmeti için de hayır ve bereket getireceğine inanıyorum." ifadesini kullandı.
Reisi, İran ve Türkiye'nin İslam dünyasında çeşitli kapasitelere sahip olduğuna dikkati çekerek, "Masum Filistin halkına yardım etmek ve onları Siyonistlerin zulmünden kurtarmak asla ortak gündemimizden çıkarılmayacaktır." diye konuştu.
Erdoğan ise bu görüşmede Reisi'yi göreve başlaması vesilesiyle tebrik ederek, Cumhurbaşkanı Reisi döneminde İran ile Türkiye arsındaki ikili ve bölgesel işbirliğinin her alanda daha da güçleneceğine inandıklarını dile getirdi.
İran-Türkiye Yüksek Düzeyli İşbirliği Konseyi Toplantısı'nın iki ülke arasındaki işbirliğinde önemli bir role sahip olduğunu belirten Erdoğan, bu toplantının en kısa zamanda Tahran'da yapılmasını temenni etti.
Erdoğan, İran İslam Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı ile yakından görüşmek istediklerini belirterek, ülkesinde çıkan orman yangınlarında Türkiye'ye yaptığı insani yardımlardan dolayı İran’a teşekkür etti.
İran'da 18 Haziran'da yapılan 13. Cumhurbaşkanlığı seçimlerini kazanarak ülkenin 8. Cumhurbaşkanı olan İbrahim Reisi, geçtiğimiz Perşembe günü İslami Şura Meclisi'nde yemin ederek resmen görevine başladı.
KERBELÂ MESAJI
Hiç kuşkusuz Kerbelâ vakasının saymakla bitmeyecek çok yönlü mesajları vardır. Kerbelâ hem direniş ve galibiyetin hem mazlumiyet ve mahcûr bırakılmanın sembolüdür.
Kerbelâ mesajında hem ironi, hem birbiri ile çelişik imgeler yumağı karşımıza çıkmaktadır. Bir yönüyle bakıyorsunuz, İmâm Hüseyin ve 72 yaranı dünyanın en hunharca katliamına maruz kalmıştı. Öyle ki, şehidlerin bedenleri lime lime doğranmış, mübarek başlar bedenlerden ayrılmış ve mızrak uçlarına takılmıştı. Fırat’ın suyu bedenlerin olduğu yere doğru salınmış, pak bedenler atlara çiğnetilerek çamura bulanmış ve paramparça edilmişti. İşte Kerbelâ’daki katlgâhta böylesine korkunç bir manzara ile karşı karşıyayız. Yaşanan öylesine bir dram ki bunun tarifi mümkün değil. Fakat Kerbelâ vakasına bir başka zaviyeden bakıyorsunuz; burada bir mağlubiyeti, bir yenilmişliği değil, burada şehadetle sonuçlanan büyük bir galibiyeti görüyorsunuz. Bu öyle bir galibiyet ki, düşman ordusunu tam manası ile (sadece o devrin insanları karşısında değil) çağlar boyu süren ve kıyamete kadar devam edecek olan bir rezilliğe ve bir rüsvalığa gark edilmesini görüyorsunuz. Hatta kıyamette bile ebedi azaba duçar olunacak bir kaybediş..
İmâm Hüseyin ve 72 yaranı için bundan daha büyük bir galibiyet düşünülebilir mi? Ve aynı zamanda bu öyle bir galibiyet ki, sonucu en üstün mertebe ile ilâhî rızaya kavuşmak, yani şehadet.. Bunun ahiretteki karşılığı ise ebedi cennette herkesin imreneceği en üstün makam.. Düşünelim, bundan daha büyük bir kazanım olabilir mi? Düşman ise yani Yezid ve avanesi öyle bir rüsvalık, öyle bir yenilgi tadıyor ki, kıyamete kadar tiksinti, nefret ve lânetle anılan kişiler oluyorlar. Tıpkı şeytandan tiksinildiği ve nefret edildiği gibi bugün İslâm âleminde nefretle, tiksinti ile ve lânetle anılan kişidir Yezid.. Acaba bundan daha büyük yenilgi, bundan daha büyük bir mağlubiyet ve zillet var mıdır?
İmâm Hüseyin cephesine bakıyoruz öyle bir galibiyet ki, bu galibiyetle erişilen izzet ve şeref onları öyle bir makama yüceltti ki kıyamete kadar övgüyle ve imrenilerek anılmaktadırlar. Bir de Allah Teâlâ nezdindeki yüceliklerini düşünün? Tahayyül edilemeyecek bir lütuf. Bu nedenledir ki, Yezid melunu Seyyide Zeynep validemize, “Gördün mü Allah size ne yaptı, Allah sizi nasıl alçalttı?” sözüne karşılık, “Biz Kerbelâ’da Allah Teâlâ’dan izzet ve güzellikten başka bir şey görmedik.” demişti.
Mağlubiyet ve galibiyet kavramlarının terminolojik anlamlarını çok iyi bilmek gerekir. Galibiyet ile elde edilen değerlerin karşılığı nedir. Mağlubiyet ile yitirilen nelerdir. Bunları görmek lazım. Bazen zahirî mağlubiyet ile elde edilen değer ve kazanımlar dünyevî galibiyetle elde edilemez. Kerbelâ vakası buna örnektir. Yezid ve avanesi düşman addettiklerini zahirî anlamda mağlup ettiklerini zannettiler. Oysa Yezid ve avanesi bu menfur işi, bu alçaklığı yapmakla öyle bir mağlubiyete, öyle bir zillete gark oldular ki, kıyamete kadar lânet ve tiksinti ile anılmaktan kurtulamayacaklardır.
Ali Şeriati Kerbelâ vakasını bu perspektif ile şöyle tasvir ediyor:
“Onlar güç yetirememenin, zulme karşı cihattan muaf kıldığını düşünen kimselerle düşmana üstün gelmeyi yenmek olarak algılayan kimselere ‘Hayır!’ diyorlar. Böylece şehit, ‘güç yetirememe’ ve ‘yenememe’ dönemlerinde düşmana kendi ölümüyle üstün gelen; yenemezse de rüsva eden kimsedir. İşte Hüseyin bu mesajı öğretti ve bunun gerçekleşebileceğini gözler önüne serdi. Şehit tarihin kalbidir. Kalbin kurumuş damarlara kan gönderip dirilttiği gibi şehit; sorumluluğunu unutmuş, insan olma inancını yitirmiş bir topluma kanını canını vererek harekete geçirir. Şehadetin en büyük mucizesi ise her kuşağa yeni bir ‘kendine inanma duygusu’ kazandırmasıdır.
Şehit aramızda bulunuyor!
Sürekli olarak yaşıyor!
Nasıl kaybolsun!
Hüseyin bize, şehadetinden de büyük bir ders vermiştir. Bu ders, haccı yarıda bırakıp, şehadete doğru yola çıkmasıdır. Bütün atalarının bu geleneği diriltmek için cihad ettiği haccı yarıda bırakıp şehadete koştu. İbrahimi sünnet hacc merasimini, imâmetin tavafa denk olduğunu öğretmeden bitirmez. Hüseyin’in haccı yarıda bırakarak Kerbelâ'ya doğru yola çıktığı an tavaflarını onsuz sürdürenler, o esnada Muaviye’nin Yeşil Saray’ını tavaf edenlere denktir. Çünkü şehit, adalet savaşlarına tanıklık eder. Hazır oluşuyla da bütün insanlara, ‘Hak ile batıl arasında geçen savaşa katılmadıktan sonra nerede olursan ol, ne fark eder?’ mesajını verir.
Hak ile batılın çarpıştığı savaş alanında olmadıktan sonra; çağının şahidi, toplumunun şehidi olmadıktan sonra nerede olursan ol! İster namaza dur, ister içki sofrasına otur; ne fark eder!”
Evet; Ali Şeriati’nin gerçeği haykıran sözleri böyle.
Siz ibadet ederken, siz tavaf ederken diğer tarafta mazlumların feryadı arşa yükselirken ne yaparsınız? Fıkıhta bile kuraldır, “feryada koşun” diye. İmâm Hüseyin haccını yarıda bırakarak bunu yaptı. Orada mıhlanıp kalanlar ise velayet ile bağlarını koparıp kaybedenlerden oldular. İstedikleri kadar tavaf etsinler zalime haddini bildirmek için hareket edilmedikten sonra, direnişin saflarına katılmadıktan sonra ha ibadethaneye girmişsin ha meyhaneye ne fark eder? Ali Şeriati bunu izah ediyor.
Velayet bağı böyle bir tavrı, böyle bir dik duruşu gerektiriyor. Biz bunun tevhid kelimesinde mündemiç olduğunu görüyoruz. Zira Kerbelâ mesajı bize “lâ ilâhe illallah”ın mesajını hatırlatıyor ve öğretiyor. Öyle değil mi? Biz “lâ ilâhe” derken ilâhlık taslayan beşerî tiran ve zorbaları, Firavun’laşan zalimleri reddetmiş olmuyor muyuz? Biz “illallah” derken sadece ve sadece âlemlerin Rabbi olan Allah Teâlâ’ya teslimiyetimizi ilân etmiş oluyoruz? İmâm Hüseyin, “Heyhat minezzilleh” (Zillet bizden uzaktır, zillete boyun eğenlere yazıklar olsun” derken çağının Firavun’u olan Yezid’e sadece reddiyede bulunmuyor, aynı zamanda onu ve ona boyun eğenleri telin ediyordu.
İmâm Hüseyin bir başka mesajında ise, “Eğer ben Yezid gibi bir meluna biat edecek olursam İslâm’ın ruhuna Fatiha okumak gerekir.” diyor. Çünkü Yezid’e biat etmek kelime-i tevhid’i, İslâm’ın hayat bahşeden değerlerini alt üst etmek demektir. Yezid ve Yezid gibilerine biat etmek İslâm’ın evrensel ve ontolojik hayat tasavvurunu kurutup yok etmek demektir. Bu nedenledir ki, İmâm Hüseyin için, “Kurumaya yüz tutmuş İslâm ağacını kanıyla sulayıp diriltti” denilmektedir. İlâhî rızaya, en büyük makama yani şehadete kavuşmak budur.
O gün İmâm Hüseyin düşman ordusuna karşı şöyle haykırıyordu: “Eğer kanım akmadan ayakta durmayacaksa ceddim Muhammed’in dini! Ey kılıçlar alın beni, doğrayın bedenimi!”
Anlayanlar için kanla yazılacak büyük zafere giden haykırış budur. Salt dünyevî mantıkla Kerbelâ vakasına bakacak olursak orada yenilgi görülür. Oysa kanla yazılan bir zaferdir Kerbelâ.. Kanın kılıca galip geldiği yerdir Kerbelâ.
Şu gerçeği de itiraf etmiş olalım ki, ezilen, sömürülen anti emperyalist gayri müslim halklar için de Kerbelâ ilham kaynağıdır. Kerbelâ’nın mesajı evrenseldir. Hak ve adalet aşığı her erdem sahibi insan Kerbelâ’nın mesajını anlar. Nitekim Mahatma Ganndi, Nelson Mandela ve Güney Amerika ülke liderlerinin çoğu, "Biz emperyalizme karşı direnmeyi İmâm Hüseyin'den öğrendik" gibi sözler sarf etmişlerdi.. Bu yüzden diyebiliriz ki, Kerbelâ mesajı tüm çağlara ve tüm nesillere zulme boyun eğmemeyi, zulme direnmeyi öğretir. Kerbelâ mesajı hakkın, adaletin ve mazlumun yanında durmayı, mazlumun feryadına koşmayı öğretir...
Kerbelâ vakası İran İslâm Devrimi’nin de ilham kaynağı olmuştur. Bugün Kerbelâ Lübnan’da Hizbullah’a ve Yemen’de Ensarullah’a ilham kaynağı olmaya devam etmektedir. Bugün İslâm coğrafyasının bir çok beldesinde büyük şeytan ABD emperyalizmine ve Siyonist işgalcilere karşı mücadele veren direniş cephesi ilhamını Kerbelâ’dan almaktadır. Kerbelâ bir okuldur. Muallimi Seyyid-i Şûheda İmâm Hüseyin...
Hazım Koral