کارگر

کارگر

Hizbullah Genel Sekreteri, Kudüs günü münasebetiyle yaptığı konuşmada, “İmam Humeyni’nin (ra) Kudüs günü adlandırmasının amacı, onu canlı tutmaktır” ifadesinde bulundu.
İmam’ın Kudüs Günü Adlandırmasının Amacı Nedir?

 Hizbullah Genel Sekreteri Seyyid Hasan Nasrallah, Dünya Kudüs Günü münasebetiyle Lübnan’ın güneyinde ve Filistin ile ortak sınırlarda bulunan Maroun al-Ras’te bir konuşma yaptı.

Hizbullah Genel Sekreteri konuşmasında İmam Humeyni’nin (ra) Ramazan ayının son Cumasını Dünya Kudüs Günü olarak adlandırmasının amacının Filistin ve Beyt’ül Mukaddes davasını İslam Ümmetinin vicdanında canlı tutmak olduğunu vurguladı ve dünyanın bütün milletlerinin bu konudaki dayanışmalarını açıklamaları gerektiğini belirtti.

Nasrallah, “Kudüs, Siyonist rejimle olan kavganın özüdür ve bu çatışma yetmiş yıldan fazla süredir başlamıştır ve Kudüs bu çatışmanın sembolüdür” ifadesinde bulundu.

Seyyid Hasan Nasrallah, bu yıl Dünya Kudüs Gününü anmak için Maroun al-Ras 'in seçilmesinin bir nedeni olduğunu belirtti ve şunları söyledi: "Bu, bizim için iki sembolü temsil ediyor. Bunlardan ilki, Filistin'e yakınlık ve diğeri de Siyonist düşmanla mücadele ruhudur.

Hizbullah Genel Sekreteri sözlerine şöyle devam etti: ‘Dünya Kudüs Günü merasimleri, Filistin ve Kudüs davası, düşmanın bu merasimleri ortadan kaldırmak için gösterdiği bütün çabalara rağmen daha canlı ve coşkuludur. Çünkü Filistin ve Kudüs davası dünya milletlerinin vicdanlarında canlıdır.

Bugün, Kudüs üç sorunla karşı karşıyadır: İlk sorun, Siyonist rejimin dünya ülkeleri tarafından tanınması ve Amerika’nın kararı karşısında teslim olmasıdır. İkinci sorun ise, bu kutsal şehrin demografik yapısı ile alakalıdır ve üçüncü sorun da özellikle el-Aksa Camii ve bu kutsal caminin mahremiyeti olmak üzere Kudüs şehrindeki kutsallar konusudur.’

Seyyid Hasan Nasrallah, Kudüs halkının bu şehirde kalmasının, evleri ve ticari mekanları korumasının ve bu şehirde bulunmasını Siyonist düşmana karşı gerçek bir mücadele olduğunu vurgulayarak şunları söyledi: ‘Siyonist düşman şimdiye kadar özellikle Doğu Kudüs olmak üzere Kudüs’te temel bir değişiklik yapamadı ve Filistin’de yüz binlerce Filistinli bulunuyor.

Evlerinde yaşamaya devam etmeleri için Kudüs vatandaşlarına yardım etmek herkesin görevidir ve onların şehirlerinde mali sıkıntılardan uzak olarak yaşayabilmeleri için mali yardımda bulunulabilir.’

Kudüs halkına yapılan yardımın direniş ve ilk savunma hattı için olduğunu belirten Hizbullah Genel Sekreteri şu ifadelerde bulundu: ‘Arap dünyasında bazı Arap ülkeleri tarafından Kudüs ve Filistin'in karşı karşıya olduğu yeni ve benzeri görülmemiş sorun, Siyonist rejim karşısında yenilgi için dini, felsefi ve tarihsel sorunlar çıkarmaktır.

Kuran'ın bazı anlamlarının ve ayetlerinin çarpıtılmasına şahit oluyoruz, bazıları ABD üzerinden güçlerini korumak istiyor, bu nedenle Siyonist rejimi resmi olarak tanıyor ve Filistin meselesini bastırma doğrultusunda ilerliyorlar.

Bazı saray fakihleri ve vaizleri, yetmiş yıldan sonra Siyonist Rejimin Beyt’ül Mukaddes’te dini ve tarihi hakkı olduğu, Kudüs’ün onlara ait olduğu ve Filistinlilerin bu şehri terk etmeleri gerektiği sonucuna ulaştılar, bu yanıltıcı bir konudur.

Bugün Kudüs'te olan şey, saray vaizlerinin Suudi Arabistan'da kadınların araba kullanması hakkındaki fetvalarıyla benzerlik gösteriyor ve Kudüs meselesi konusunda bu yanıltıcı düşünce ile mücadele etmek için bilim adamlarının, medyanın ve tüm kalem sahiplerinin sorumluluğu ağırdır.

Bazıları, nesillerimizde önceliklerin yerini almaya çalışıyorlar ve bizim mücadelemiz stratejik ortamı sağlamlaştırarak şekilleniyor, Filistin'de gerçekleşen her şey Gazze Şeridindeki Filistin halkının duruşunu temsil ediyor.

Gazze Şeridi'ne giden Filistin vatandaşlarının çoğu gençlerden oluşuyor ve bu durum, bu konuda iyi bir göstergedir.

Siyasi liderler, gençler ve diğer tabakalar dahil olmak üzere Filistin halkının bütün kesimleri, yüzyılın anlaşmasının kabulü için ağır baskılara maruz kalıyorlar, ancak bu millet, davalarından vazgeçmeyeceklerdir.

Filistin halkının savaşımızdaki direnişi, yüzyılın anlaşmasını yenmenin temel gücü sayılmaktadır. Dünyadaki birçok Arap ve İslami grup bile Filistin halkıyla dayanışma içerisinde olduklarını ilan ettiler.

ABD'ye bağlı her Arap ülkesinin halkı, Kudüs ve Filistin'i destekleme konusunda baskısı altındadır, bu nedenle açlık, hastalık ve bombardımana rağmen bu ülkelerin halkının çoğunun Filistin ile olan dayanışmalarını açıklamak için yürüyüşler düzenlediklerine ve Sana’nın bunları yapan tek Arap başkenti olduğuna şahit oluyoruz. Bu onların gerçek imanlarının göstergesidir ve elbette Bahreyn'de de halk, bütün bastırma ve vatandaşlıktan çıkarma eylemlerine rağmen Filistinlilerle dayanışma içerisinde olduklarını açıklıyorlar ama Bahreyn rejimi Siyonist rejimle ilişkileri normalleştirmeye çalışıyor.

Bugün, güçlü bir direniş ekseninden söz ediyoruz ve bu eksen, düşmanla olan bu savaşı susturmaya, göz ardı etmeye ya da çıkartmaya çalışıyor.

İran İslam Cumhuriyeti'nin, tüm baskılara ve yaptırımlarına rağmen, bölgede ve ülkesinin içinde daha da güçlü bir hale gelmektedir ve İran'daki İslami sistemin değişeceğini umut edenlere, onların bu umudunun bir seraptan başka bir şey olmadığını söylemeliyiz.

İran'ın muhaliflerinin ve düşmanlarının kendilerini Siyonist rejime yakın bulmaları doğaldır ve bu bir gerçek haline gelmiştir. Eğer İran, Filistin'e karşı komploya teslim olsaydı ya da İmam Humeyni, “Filistin meselesinin bizimle bir ilgisi yoktur” deseydi, Amerika Birleşik Devletleri, Siyonist rejim ve Körfez devletleri tarafından bir düşmanlıkla karşı karşıya kalmazdı.

Irak'ın Bağdat şehrinde IŞİD’i yenenler tarafından Dünya Kudüs Günü münasebetiyle askeri bir miting gerçekleştiğine şahit olduk. Irak’ın dini otoritesinin Filistin meselesi konusundaki duruşu, 1948’den beri, Ayetullah Muhsin Hakim ve Ayetullah Khuyi’den bu yana şimdiki merciiyyetin duruşuna kadar çok açıktır.

Bugün Suriye topraklarının büyük bir bölümü güvence altına alınmıştır ve düşmanların kendileri için bir başarı kaydetmek istemeleri çok doğaldır. Siyonist rejim, Beşar Esad'ın çökmesini umut ediyordu ancak bugün Siyonist düşman Suriye'deki hedefini değiştirdi ve savaşın İran ile Hizbullah'ı Suriye'den uzaklaştırma doğrultusunda ilerlediğini söylemektedir. Bazıları da bu konudan mutluluk duyuyor ve Rusya ile bu konuda müzakerede bulunmak istiyorlar.

Suriye'ye gittiğimizde, olaylara kendi anlayışımızla karar verdik ve biz Suriye’de, Suriye'nin tamamını ve direniş eksenini hedef alan büyük komploya şahit olduk. Tabii biz Suriye hükümetinin talebi üzerine gittik ve belli bir projeyi takip etmedik. Hizbullah hiçbir şekilde Suriye'de özel bir plan izlemiyordu ve biz bu ülkede Suriye liderlerinin talepleri ve gereklilikler üzere bulunduk.

Suriye'nin komplolara karşı büyük zaferinde payımız var ve Suriye liderleri Hizbullah'ın bu ülkede bulunmaması gerektiği sonucuna vardıklarında teşekkür edip ayrılacağız, ancak Suriye liderleri talep etmediği sürece, tüm dünya bizim Suriye’den çıkmamız üzerinde görüş birliğine varsa bile bu konuda başarılı olamayacaklardır.

Kudüs ve Filistin meselesine kesin bir inancımız var ve Kudüs'ün asıl sahiplerine geri döneceğine ve Filistin'in serbest bırakacağına tarihi ve itikadi olarak inanıyoruz. Biz, katletme ve öldürme peşinde değiliz ve kimseyi denize atmak istemiyoruz, sadece geldiğiniz ülkelere geri dönmenizi söylüyoruz ve eğer işgalde ısrar ederseniz, büyük savaş günü gelecektir ve biz de bugünde toplu olarak Kudüs’te namaz kılacağız.’ tesnim

İran'ın Ankara Büyükelçisi Muhammed Farazmand, Kudüs Günü öncesi Aydınlık’a özel açıklamalar yaptı. 'Salgınla mücadele döneminde Batı zayıfladı, Asya ülkeleri ve bölge ülkeleri daha başarılı.'
 
ERAY ÇELEBİ / ANKARA
İran'ın Ankara Büyükelçisi Muhammed Farazmand, 22 Mayıs'ta İran'da ve Müslüman coğrafyasında Filistin'in bağımsızlığı için toplu yürüyüşlerle kutlanması beklenen Kudüs Günü öncesi Aydınlık Gazetesi'ne açıklamalar yaptı. Farazmand, her yıl Ramazan ayının son cumasında kutlanan Kudüs Günü'nün bu yıl daha büyük bir öneme sahip olduğunu vurguladı.

BU YILKİ TEMA 'KOVİD-1948'
31 Ocak 2020 tarihinde Amerika'nın tek taraflı ilan ettiği "yüzyılın anlaşması" planına değinen Farazmand, şöyle konuştu: "Bu seneki temayla, yüzyılın anlaşmasının bir komplo olduğuna ve salgın karşısında Filistin halkının daha büyük sorunlarla, acılarla ve baskılarla karşı karşıya olduğuna dikkat çekeceğiz. Filistin 1948 yılından beri, yani 72 yıldır İsrail tarafından baskı ve ambargo altında. Filistin'in hareket kabiliyeti kısıtlandı ve diğer ülkelerle ilişki kuramıyor. Bölgede can kayıpları yaşanıyor. İran basını da bu baskı ve ambargoları ‘Kovid-1948’ teması olarak işleyecektir."

'İSLAM ÜLKELERİ DE ÇABA GÖSTERMELİ'
ABD'nin açıkladığı sözde barış planının destek görmediğini belirten Farazmand, "Ama sadece destek vermemek yeterli değildir" dedi, "Özellikle İslam ülkelerinin buna karşı durmaları ve tepki göstermeleri gerekiyor. Nasıl ki İran ve Türkiye tepkisini ve karşı olduğunu beyan etti, İslam ülkeleri de karşı durmalı ve ellerinden gelen bütün çabayı göstermelidir."

ABD ve İsrail'in tek yönlü adımından Avrupa ülkelerinin de rahatsız olduğunu belirten Farazmand, şöyle sürdürdü: "Bu transatlantik ilişkilerinde de sorun yaratmış durumdadır. İlk başta yüzyılın anlaşmasına destek veren bazı İslam ülkeleri de giderek bu planın ne kadar zararlı ve tehlikeli olduğunu anladılar."

'BÖLGEMİZİN GÜVENLİĞİNİ KENDİMİZ SAĞLAMALIYIZ
İran'ın Ankara Büyükelçisi Farazmand, koronavirüse karşı Batı ile Doğu ülkelerinin süreci nasıl yönettiğine ilişkin de yorumlarda bulundu: "Korona salgınında Batı'nın iyi bir sınav vermediğini, güçlü olmadığını gördük. Salgınla mücadelede Doğu ülkeleri, Asya ülkeleri ve bölge ülkeleri çok daha başarılıydı. Durumu çok iyi yönettiler. Bölge halklarının ve devletlerinin, kesinlikle kendi kaynaklarına ve güvenliklerine dayanmaları lazım. Herkes kendi kaynaklarına dayanarak güvenliklerini sağlayabilirse, diğer ülkelerden güvenlik ithalatı yapmak zorunda kalmayacaktır. Ben şuna inanıyorum ki bölgemizi gerçekten çok istikrarlı bir gelecek bekliyor. Ayakta durmamız, istikrarımıza, kendi gücümüze inanmamız, kendi güvenliğimizi, bölgemizin güvenliğini kendimiz sağlamamız gerekiyor."

İSRAİLLİ BAKANA YANIT
Farazmand, İsrail Savunma Bakanı Naftali Bennett'in "İran'ın Suriye'ye yerleşmesini engelleme stratejisinden, zorla oradan çıkarmaya geçtik ve bundan vazgeçmeyeceğiz" sözlerini ise şöyle değerlendirdi: "Her şeyden önce biz ülkelerin toprak bütünlüğüne ve milli birliğine inanan ve önemseyen, bunlar içerisinde Suriye’nin milli birlik ve toprak bütünlüğüne inanan bir ülkeyiz. İran’ın ve diğer ülkelerin Suriye’de kalması, bulunması, uzun süreli bir şey değildir. İran’ın Suriye’de bulunması kanunlar çerçevesinde ve Suriye hükümetinin daveti üzerinedir. Ne zaman ki bu ihtiyaç giderilir, artık ihtiyaç gözükmez o zaman bizim oradaki varlığımızla ilgili Suriye ile İran birlikte karar verecek. Bu konu, üçüncü ülkeleri ve özellikle işgalci İsrail’i ilgilendirmiyor. İranlı müsteşarların Suriye’de bulunmasıyla ilgili İran hükümeti ve Suriye hükümeti birlikte karar vereceklerdir." 
 
 
 

 

Çarşamba, 20 May 2020 08:08

“Kudüs Günü İslam’ın Günüdür”

Bismillah... İlk kıblemiz olan ve Yüce Allah'ın çevresini bereketli kıldığı Mescid-i Aksa'nın bugün herzamankinden daha çok tehlikede olduğu bir dönemde Dünya Kudüs Günü'nü idrak ediyoruz.
“Kudüs Günü İslam’ın Günüdür”

 Kudüs'ün ve Mescid-i Aksa'nın biz Müslümanlar açısından önemini anlamak için , Yüce Kitabımız Kur'an -ı Kerim'in ayetlerine ve Hz. Rasulullah Efendimiz (saa)'in hadis-işeriflerine bakmak yeterlidir. Bilindiği gibi Kur'an'da yer alan Mekki sureler , İslam akidesinin açıklandığı surelerdir. Kudüs'ün Mekki surelerde ele alınmasının nedeni , bu bereketli toprakların insanların içinde , vicdanlarında yaşadığının ve İslam Ümmeti'nin geleceğinde varolacağının ilanıydı. Mekki surelerle imanın zirvesine ulaşan sahabenin , Mescid-i Aksa ile arasında derin ,kalbi ve büyük bir akidevi bağ oluşmuştu. Bu Mekki sureler sahabeye ve tüm müslümanlara : '' Sizler nebilerin mirasının gerçek ve meşru mirasçılarısınız , Kudüs sizin toprağınızdır, bu bereket sizindir, Mescid-i Aksa sizin mescidinizdir.'' şuurunu aşılamıştır. İslam tarihine baktığımızda Kudüs ve Kudüs'le bağlantılı olan topraklar dışında , Müslüman topraklarının hiçbir parçasında dünya çapında daimi bir mücadele olmamıştır. Bu mücadele bugün tüm hızıyla ve büyük bir inançla devam etmektedir. Filistinli kardeşlerimiz , bugün canları ve malları pahasına da olsa Kudüs'ü ve Mescid-i Aksa'yı korumakta , zalim İsrail karşısında şanlı bir direniş göstermektedir. Peki bu mücadelede bizlere hangi görevler düşmektedir?

Bilindiği gibi mübarek Ramazan ayı Kur'an'ı Kerim ve Kudüs'ü Şerif ayıdır. Ramazan'ın son cuması tüm dünyada müslümanlar ve vicdanlı insanlar tarafından Dünya Kudüs Günü olarak kutlanmaktadır.Rahmetli İmam Humeyni'nin İslam Ümmetine ve tüm insanlığa hediye ettiği bu gününüzü tebrik ediyorum.

Bu ümmetin kurtuluşu , İslam'ın yükselişi ve dünyada adalet devletinin kuruluşu Kudüs'ün ve Mescid-i Aksa'nın işgalden kurtarılmasına , zalim ve gaddar Siyonist İsrail Devleti'nin ortadan kaldırılmasına bağlıdır. Eğer biz Müslümanlar Kudüs'ü özgürlüğüne kavuşturmazsak ; Afganistan ,Pakistan , Irak , Çeçenistan, Karabağ, Patani, Arakan ,Yemen gibi ülkelerde devam eden işgalleri ve zulümleri sona erdiremeyiz. İşgal edilen tüm İslam topraklarının kurtarılmasının olmazsa olmaz şartı , Kudüs'ün Siyonist Rejim'in işgalinden kurtarılması ve Ortadoğu'da bir kanser tümörü olarak duran İsrail'in ortadan kaldırılmasıdır. Tüm din mensuplarının ve insanlığın huzur içerisinde yaşamasının yolu ; İsrailsiz bir dünyadan ve özgür Kudüs'ten geçmektedir. Ayrıca Kudüs dahil dünyadaki tüm kutsal mekanlar , yeryüzünde Allah'ın hükümlerini uygulayan , adil ve vahye dayanan salih idareciler tarafından yönetilmelidir. Yeryüzüne salih kulların varis olacağını Cenab-ı Hak Kuran'ında hükme bağlamıştır.Selam olsun Allah'ın o salih kullarına...Rabbimiz bizleri de o salih kulların zümresine dahil eylesin inşaallah....

Allahu Teala , Peygamber Efendimize bu kutsal mekanı teslim etmek ve bu yerlerin kıyamete kadar O'nun ve ümmetinin elinde kalmasını temin etmek için , O'nu İsra ve Mirac vasıtasıyla alıp oraya götürmüştür. İsra olayında bir devir-teslim merasimi vardır. Cenab- ı Hak (cc) ,İsra ve Mirac gecesinde bu mekanı , bütün peygamberlerin ruhlarının şahitliğiyle Rasulullah(saa)'a teslim etmiş , O da bu mübarek şehri ümmetine bir miras olarak devretmiştir. Müslümanlar Mekke'de ve 16 ay boyunca Medine'de namazlarını Mescid-i Akasa'ya yönelerek kılmışlardır.

Mescid-i Aksa'nın ve Kudüs'ün esaret altında olduğu bu dönemde , kendimize yöneltmemiz gereken can alıcı soru şudur : '' Biz Müslümanlar nerede hata yaptıkta bu zillete düçar olduk?''.

Biz Müslümanlar ne zamanki dünyaya meylettik , Kitabımızın hükümlerini çiğnedik , Ehl-i Beyt'e sarılmadık , işte o zaman elimizdeki maddi-manevi tüm nimetleri kaybettik . Halbuki Peygamber Efendimiz , hem dünya sevgisi hem de Ehl-i Beyt-i konusunda bizleri uyarmıştı. Fakat bizler bu uyarılara kulak asmadık.

Son yılların en önemli sorunlarından biri , sorumsuz ve sınırsız dünyevileşmedir, bu dünyevileşme , mal-mülk-makam hırsı toplumları felakete sürüklemektedir. Kalplerimiz puthaneye dönmüştür. Halbuki kalplerimizin Beytullah olması gerekmektedir.

İşte bugün Mescid-i Aksa'yı özgürlüğe kavuşturmanın yolu; başta nefsi emmaremiz olmak üzere ilahlaştırdığımız ve bizleri Allah'a giden yoldan alıkoyan herşeyden yüz çevirerek , alemlerin Rabbi olan Yüce Allah'a kayıtsız şartsız teslim olmaktan ve Rabbimizin '' dağılmayın , parçalanmayın , bölük bölük olmayın , Allah'ın ipine sımsıkı sarılın , ümmet-i vahide şuuruyla hareket edin '' şeklindeki emirlerine uymaktan geçmektedir.

Siyonist İsrail Devleti , Filistinlileri Kudüs topraklarından atmak için binbir türlü zulüm ve hilelere başvurmaktadır. Eğer işgal devletinin bu vahşice uygulamalarına dünya kamuoyu ve Müslümanlar böylesine sessiz kalmamış olsaydı o , bu tür uygulamalara asla cesaret edemezdi. Kudüs ahalisi , işgale karşı direniş noktasında yalnız bırakılmış , Müslümanların geneli kendi meşguliyetlerine düşmek sureti ile onları terk etmiştir. Ne var ki, Kudüs ahalisi her gün direnişine devam etmekte , bu kutsal şehri tüm zorluklara rağmen ısrarla terketmemektedir.

Kudüs Halkı , işgal devletinin acımasızca uygulamaları karşısında İslam Dünyası'nın yardım ve desteklerine ihtiyaç duymaktadır. Bizlerde Filistin halkına destek olmalı ve bu direnişte yalnız olmadıklarını hissettirmeliyiz.

kudüsgünü

Çarşamba, 20 May 2020 08:06

İmam Hamanei'nin Sözlerinde Kudüs Günü

İmam Humeyni tarafından Kudüs günü olarak adlandırılan mübarek Ramazan ayının son Cuma günü hedefe ulaşıncaya kadar canlı tutulmalıdır.

 Ramazan ayında Kadir Gecelerinin bereketi ile nasıl kadir Gecelerini sabaha kadar uyanık geçiriyor ve ilahi dergâha yönelik dua ve yakarışımızla iyi bir geleceğimiz olsun istiyorsak, Kudüs gününü de uyanık geçirelim. Müslüman milletlerin ve özellikle mazlum ve cesur Filistin halkının kurtuluş şafağına dek çabalarımızı sürdürelim.
Kudüs gününü anmak, sadece ev ve barklarından edilen mazlum bir halkın müdafaa edilmesi değil. Bugün Filistin'i savunmak, gerçekte Filistin meselesinden çok daha önemli ve yaygın bir gerçeğin savunulmasıdır. Bugün Siyonist İsrail rejimi ile mücadele emperyalizm ve sulta düzeniyle mücadele anlamına geliyor.

Önemli olan şey, İslam dünyasının Filistin meselesinden gaflet etmemesidir… Amerika, istikbar ve Siyonistlerin her zamanki destekçileri Müslümanlara Filistin meselesini unutmalarını dayatmak istediler, ancak İslam milleti ve İran milleti, Filistin meselesinin unutturulmasına izin vermemelidir.

Filistin içinde de bu kutsal alev günden güne dalgalanmalıdır. Filistin içinde gasıp rejimle mücadele eden o gençler, o kadınlar, o erkekler ve gençler ve fedakarlar bilmelidirler ki asıl nokta onların parmaklarını bastıkları noktadır. Düşman orada yenilgiye uğrayacaktır. Şimdilik kuruluş ve teşkilatlar Filistin sınırları dışında müzakere masalarında oturadursunlar veya Filistin adına tribünlerde kendilerini göstersinler, bunlar hiçbir sorunu çözmez. Dışarıdan İslam dünyasının genelinin desteği ve içeride Filistin’in gerçek ve hissedilir mücadelesi bu ikisi birlikte sorunları çözecek ve Filistin’in düşmanlarının kafasını taşa vuracaktır.”

Kudüs gününe değer verin ve onu büyük sayın. Elbette evrensel tebligat yansıtılmıyorsa, yansıtılmasın. Filistin hapishanelerinde olanlar… Sizin sadıkane niyet ve azminizden güç ve kuvvet bularak direnmektedirler. Filistin işgal topraklarının duvarları ardındaki zindanlardakilerin direnebilmeleri için yalnızlık hissine kapılmamaları gerekmektedir. Beytü’l Mukaddes, Gazze ve Filistin’in diğer topraklarındaki şehirlerdeki cadde ve sokaklarında Siyonist ayaktakımı ve çapulcularının saldırılarına uğrayan erkek ve kadın, direnebilmek için sizlerin onları savunduğunuzu hissetmeleri gerekmektedir. Devletlerinde elbette görevleri bulunmaktadır.

“Ben açıkça ilan ediyorum ki Amerika devleti ve başkanı katledilen her Filistinli genç ve sahipsiz ve parçalanan her bir Filistinli ailenin günahına doğrudan ortak ve pay sahibidirler.”

“Filistin meselesinin bir yoldan başka çözüm yolu yoktur. O da Filistin topraklarının tamamında bir Filistin devletinin kurulmasıdır.”

“Filistin topraklarının her bir karış toprağı, Müslümanların evlerinden bir karış topraktır. Filistin ülkesinde Filistin ve Müslümanların hakimiyeti dışındaki hakimiyetler, gasıp hakimiyetlerdir. Söz, yüce ve azim İmam’ın (İmam Humeyni) buyurduğu bu sözdür: ‘İsrail, yok olmalıdır… konu, Yahudi düşmanlığı değildir. Konu, Müslümanların evlerinin gasp edilme meselesidir.

Bugün Müslüman ülkelerdeki devletlerin Filistin meselesi karşısındaki duyarsızlıkları hiç bir şekilde kabul edilemez. Gasıp rejim vahşiliğini ve hayvani huyunu en yüksek dereceye ulaştırmıştır. Yayılmacı ve tehlikeli amaçları uğruna her türlü cinayeti işlemeye hazır olduğunu ispatlamıştır. Filistin milletinin İslami direnişi, gerçekleri herkese göstermiş ve düşmanın çok yönlü baskıları ve ihaneti karşısında direniş fidanının kurumadığını, bilakis daha köklü ve verimli hale geldiğini göstermiştir.

İran İslam Cumhuriyeti'nin şu kritik dönemde Filistin meselesine gösterdiği ilgi ve teveccüh, Filistin meselesine hüviyet kazandırmak ve sömürgeciler ve İslam düşmanlarının bölgede takip ettiği hedeflerini tespit etmekte belirleyici şekilde müessir olan gelişmelerden sayılıyor.

tasnimnews

İslam İnkılabı Lideri İmam Humeyni, bütün Müslümanların dikkatini İşgalci Siyonist İsrail’in zulmüne maruz kalan Filistin’e çekmek için Ramazan ayının son cuma gününü “Dünya Kudüs Günü” ilan etmiştir.

 İslam İnkılabı Lideri İmam Humeyni, İslam İnkılabı zaferinden birkaç saat sonra İsrail elçiliğinin ele geçirilmesinin emrini verdi. Bu emir üzerine devrimci Müslümanlar bir kaç saat içerisinde İsrail'in elçiliğini 11 Şubat 1979’a ele geçirildi.

“İsrail Elçilik binası Filistin halkına hediye edildi”

İslam devrimcileri tarafından duvarlara pankart asıldı. Pankartın üzerinde şöyle yazıyordu: ''Bu bina İran halkının Filistin halkına hediyesidir'' Devrimciler, gasıp Siyonist İsrail elçiliğinin tabelasını, ''Filistin Elçiliği'' olarak değiştirdi. İslam İnkılabı ilk günden beri gasıp Siyonist rejimi ile olan düşmanlığını ve mazlum Filistin halkının yanında olduğunu ilan etti.

Daha sonra İran İslam Cumhuriyeti'nin kurucusu İmam Humeyni, bir süre sonra Ramazan ayının son cumasını Dünya Kudüs Günü ilan etti.

“Dünya Müslümanları gasıp devletin ağzının payını vermek amacıyla birleşmeliler”

İmam Humeyni 7 Ağustos 1979’da Dünya Müslümanlarına şu hitapta bulunmuştu: ''Ben uzun yıllar boyunca gasıp İsrail tehlikesini Müslümanlara hatırlatıp durdum; bugünlerde Filistinli bacı ve kardeşlerimize karşı saldırılarını artırmış durumda. Bilhassa Güney Lübnan'da; Filistinli savaşçıları ortadan kaldırabilmek için evleri teker teker bombalıyorlar. Ben bütün Müslüman devletler ve dünya Müslümanlarından bu gasıp ve destekleyicilerinin ağzının payını verme amacıyla birleşmelerini istiyorum. Keza bütün dünya Müslümanlarına; Filistin halkı için kader belirleyici olabilecek olan ve Kadir günlerinden de sayılan mübarek Ramazan ayının son Cuma gününü ‘Kudüs Günü’ olarak seçip bu günü Müslüman Filistin halkının kanuni haklarını destekleme konusunda dünya Müslümanlarının milletlerarası dayanışma günü olarak belli program ve merasimlerle geçirmeyi öneriyorum. Allah Teâlâ'dan Müslümanları küfür ehline galip kılmasını dilerim.''

Böylece Ramazan ayının son cuması Uluslararası Dünya Kudüs Günü olarak duyarlı Müslümanlar tarafından, vazifelerini eda etmek için sokaklarda ve meydanlarda Filistin halkının yanında olduklarını göstermek amacıyla ve onların kanuni haklarını savunmak adına yürüyüşler yapılmaya başlandı.

İmam Humeyni'nin bu önemli ve tarihi çıkışı, evvela Filistin meselesini yaşatmak ve Müslümanların ve İslam ülkelerinin dikkatini Siyonizm tehlikesine çekmek ve ikinci olarak da bazı Arap rejimlerin uzlaşmacı ihanetlerine karşı İslami onur ve basireti yansıtmak açısından önemliydi. Gerçekte İmam Humeyni’nin Dünya Kudüs Günü'nü ilan etmesi ve bu ilanın diğer birçok İslam ülkesi tarafından benimsenmesi, Filistin'i bir anda İslam dünyasının en önemli meselesi haline getirdi.

Pazartesi, 18 May 2020 07:57

Allah’ın Rahmeti ve Cezaları

Yüce Allah Kur’an’da kendisini “Erhamerrahimîn” olarak tanıtırken aynı zamanda neden idama kadar giden (kısas, el kesmek veya şiddet gibi) cezalar koymuştur?

 Soruya dikkatle bakılırsa şu iki şüpheden kaynaklandığı anlaşılır:

1. Allah yalnızca “Erhamerrahimîn” midir?

2. Kısas, had gibi ağır cezalar “Erhamerrahimîn” olmayla çelişmekte midir?

Âyet ve rivayetlere baktığımızda, Allah’ın bütün güzel sıfatlara sahip olduğunu görürüz. Başka bir ifadeyle Allah zatî ve subûtî sıfatlara sahiptir. Yani rahman ve rahîm sıfatı olduğu gibi gazap sıfatı da vardır. Cennetle müjdelemiş, cehennemle korkutmuştur.[1]Mağfiret ümidi vermiş, azabı hatırlatmıştır. Bu yüzden de peygamberler hem müjdeleyici, hem de uyarıcıdırlar.[2]

Yüce Allah hem günahları bağışlayıcıdır, hem şiddetle azap eden. Masum İmamlardan (a.s) gelen rivayet ve dualarda bir taraftan Allah’ın “Erhamerrahimîn” olduğu belirtilmiştir, diğer taraftan “Eşeddü’l-muakibîn (şiddetle cezalandıran)”.[3]

Korku ve Ümit

Kur’an genelde mükafat vaadlerinin yanında ceza vaadleri de vermiştir; müjdelerin yanında uyarılarda da bulunmuştur. Bu şekilde kemâle ulaştıran ümit ve korku duygularını güçlendirmektedir. Çünkü insan kendisini sevmesinin gereği olarak “menfaatini gözetme” ve “zararı uzaklaştırma” dürtülerinin etkisi altındadır.[4]Başka bir ifadeyle Kur’an genellikle nerede azaptan, tehditten bahsetse arkasından rahmet ve mağfiretten bahsetmiştir. Bunun sırrı, insanın en iyi özelliklerinden biri olan hep korku ve ümit içinde yaşaması olabilir. Ölçüyü korumak için de ne rahmet âyetlerinden dolayı mağrur olmalı, ne de ilahi rahmetten ümidini kesmelidir:

“Allah’ın rahmetinden ümit kesmeyin; çünkü kafir olan topluluktan başkası Allah’ın rahmetinden ümit kesmez. “[5]

Hep korku ve ümit içinde olunmalıdır. Ehl-i Beyt’in (a.s) rivayetlerinde, korku ve ümidin, terazinin iki kefesi gibi birbirine denk olması gerektiği belirtilmiştir. Korku ve ümit, imanın ve ahlâkın iki temel unsurudur ve onlar olmadan iman tam olmaz.[6]

Bu açıklamalardan Allah’ın yalnızca “Erhamerrahimîn” olmadığını dolayısıyla bu sorunun yerinde olmadığını anlıyoruz. Allah’ın diğer sıfatları dikkate alındığında ortada bir çelişki olmadığı da görülmektedir.

Kısas, had gibi cezalar alan kimselere gelince, onlar mutlaka ağır suçlar işlemişler ve bir hakkı çiğnemişlerdir. Onların bu yaptıkları toplumu fesada sürükleyen bir afettir ve toplumun bu afetlerden korunması için (ki İslam bunun için kısas veya had (ağır ceza) öngörmüştür) mücadele etmek gerekir. Burada iki tür mücadale düşünülebilir: Biri para ve hapis cezası gibi yüzeysel mücadele, diğeri ise kısas, had gibi köklü mücadele. İslam ikincisini seçmiştir. Zira İslam’a göre toplumun değer ve saygısı bireylerinkinden daha fazla ve önemlidir. Nitekim akıl da buna hükmetmektedir. Yoksa bu durum intikam alma hissinden kaynaklanmıyor. Bu yüzden ilahi rahmet birinci derecede toplumun uçuruma sürüklenmesini ve sapmasını önlemeyi ve kanunlar koyarak suçları azaltmayı gerektirmektedir. Bu yüzden kısas, had gibi cezaların Allah’ın “Erhamerrahimîn” olmasıyla çelişmediği gibi “Erhamerrahimîn” olmanın böyle kanunlar koymayı gerektirdiğine inanıyoruz. Ne güzel buyuruyor Allah Teâlâ:

“Ey aklı erenler, özü sözü temiz kimseler, korunmanız, sakınmanız için kısasta size hayat var."[7]

Gerçekte kısas ve diyet, insan yaşamının gözeneğidir. Bir taraftan toplumsal yaşamı garanti altına alır; çünkü bu hükümler olmasa ve taş kalpli kimseler kendilerini güvende hissetseler, günahsız insanların hayatı tehlikeye düşerdi. Diğer taraftan da (intikam ile) eşitlik sağlanarak arka arkaya işlenecek suçların önü alınır ve bir suçun birkaç suça, onların da diğer birçok suça dönüşmesine yol açan cahiliye adetlerine son verilir. Bu açıdan da toplumun hayatıdır.

Tıp, tarım, hayvancılık vs. düzenlerin tümü, aklın bu temeli (tehlikeli varlıkların yokedilmesi) üzerine kurulmuştur. Zira bedenin korunması için kangrenli organın veya bitkinin gelişmesi için zararlı dalların kesildiğini görüyoruz. Katili öldürmenin toplumun bir başka ferdini öldürmek olduğunu söyleyenler olaya bireysel bakmaktadırlar. Oysa toplumun menfaatini göz önüne alsalar ve kısasın insanlar üzerindeki koruyucu ve eğitici etkisini bilseler kesinlikle görüşlerini değiştirirler. Kan dökücü insanlara kısas uygulamak, kangrenli bir organı veya zararlı bir dalı kesmek gibidir. Akıl da bunu teyit etmektedir. Şimdiye kadar kimse kangrenli organın veya zararlı dalın kesilmesine itiraz etmemiştir.[8]

Sonuç:

1- Allah bütün güzel sıfatlara sahiptir. “Erhamerrahimîn” olduğu gibi, aynı zamanda “Eşeddü’l-muakibin”dir.

2- Suçlu insanları cezalandırmak ilk bakışta taş kalplilik sayılabilir; ama suçlunun işlediği suça verilen bu tür cezalar toplumda caydırıcı rol oynar. Bu şekilde toplum, suçlara karşı bir nevi sigortalanır. Böyle cezaların koyulması toplumun gereklerindendir.

Şu noktayı hatırlatalım ki, rivayetlere göre bu dünyada cezalandırılan kimse ahirette yeniden cezalandırılmayacaktır. Yani günahından ötürü bu dünyada ceza alan kimse ahirette yeniden azap görmeyecektir. Bu da ilahi rahmetin bir cilvesidir.[9] Bu yüzden bazı kimseler, ahirette ilahi azaba düçar olmamak için İmam’ın (a.s) yanına gelip günahlarını itiraf edip kendilerine had uygulanmasını istiyorlardı.[10]

[1] Yasin, 63.

[2] “Ancak Allah’a kulluk edin; şüphe yok ki ben, onun tarafından sizi korkutmak ve size müjde vermek için gelmişim” (Hûd, 2.)

[3] “Allah’ım! Hamd ederek, seni sena etmeye başlıyorum. Kendi lütfünle doğru olanı yapmaya muvaffak kılan sensin. Af ve rahmette rahmet edenlerin en merhametlisi, ceza ve intikamda cezalandıranların en şiddetlisi, ululukta güçlülerin en büyüğü olduğuna yakîn ettim.”(Tûsî, Tehzibu’l-Ahkam, c.3, s.108, Daru’l-Kutubi’l-İslamiyye, Tahran, h.ş. 1365.)

[4] Mekarim Şirazî, Nâsır, Tefsir-i Numûne, c.18, s.273, İntişarat-ı Daru’l-Kutubi’l-İslamiyye, Tahran, 1. Baskı, h.ş. 1374.

[5] Yusuf, 87.

[6] Emin, Seyyide Nusret, Mahzenu’l-İrfan der Tefsir-i Kur’an, İntişarat-ı Nehzet-i Zenan, Tahran, h.ş. 1361.

[7] Bakara, 179.

[8] Mekarim Şirazî, Nâsır, a.g.e, c.18, s.606-607 (az bir değişiklikle).

[9] Emiru’l Muminin (a.s) “Ve size gelip çatan her felaket, ellerinizle kazandığınız bir şeydir ancak ve çoğunu da bağışlar.” (Şura, 30) âyetini şöyle tefsir ediyor: “Dönen hiçbir damar, değen hiç bir taş, kayan hiç bir ayak ve vurulan hiç bir sopa günahların eserinden başka bir şey değildir. Allah’ın affettiği şey daha çoktur. Kim dünyada günahının cezasını ödemeye yönelirse Allah, onu ahirette yeniden cezalandırmaktan daha üstün, daha kerim ve yücedir.”

[10] Kadının biri Emiru’l-Muminin’in (a.s) yanına gelerek zina ettiğini ve kedisine had cezası uygulayarak temizlenmek istediğini söyledi ve şöyle dedi: ‘Temizlenmeden ölümün gelip beni bulmasından korkuyorum.” Daha fazla bilgi için bkz. Biharu’l-Envar, c.45 ve 76; Men La Yahduruhu’l-Fakih(Gaffarî’nin çevirisi), c.5, s.356-358.

ehlader

 Filistin İslami Cihat Hareketi temsilcisi Nasır Ebu Şeri yaptığı açıklamada ; İmam Humeyni (ra) Kudüs gününü Kudüs’ü kurtarma yolunda verilen mücadele için bir şifre olarak ilan ederek İslam ümmetini uyandırmak ve vahdete ulaştırmak istedi.

Biz de Kudüs’ün kurtuluşu için mücadelemizi sadece Kudüs günü veya Kudüs haftası ile sınırlı tutmamalıyız. Kudüs’ü kurtarma çabası tüm Müslümanlar için vaciptir, zira Mekke sadece Suudilere ve Araplara ait olmadığı gibi, Kudüs de sadece Filistinlileri ilgilendiren bir mesele değildir. Eğer Filistinlilerin bir kusuru veya hatası varsa bile Kudüs’ün kurtuluşu tüm Müslümanlara vaciptir. Yahudiler ve siyonistler nasıl Kudüs’ü Yahudileştirmek için İsrail’e yardım ediyorsa, Müslümanlar da Kudüs’ü kurtarmalıdır.

Filistin İslami Cihat Hareketi temsilcisi Nasır Ebu Şerif şöyle devam etti:

İslam ümmetinin birinci meselesi Kudüs meselesidir. Siyonizm ve ABD istikbarı Kudüs meselesinin baş etkeni oldukları gibi İslam dünyasında İran’a baskı uygulamak ve Kudüs meselesinin de baş etkenleridir.

İran Dışişleri Bakanı Muhammed Cevad Zarif, ABD’nin İran ile Venezuela arasındaki ticareti engelleme çabalarının ardından BM’ye gönderdiği mektubunda “ABD'nin yasa dışı tehlikeli ve kışkırtıcı tehditleri, uluslararası barış ve güvenliği tehdit eden bir tür korsanlıktır.” ifadelerini kullandı.
 
 
İran Dışişleri Bakanlığından yapılan açıklamaya göre Zarif, BM Genel Sekreteri Antonio Guterres'e hitaben bir mektup yazdı.

Zarif, mektubunda, "ABD'nin yasa dışı tehlikeli ve kışkırtıcı tehditleri, uluslararası barış ve güvenliği tehdit eden bir tür korsanlıktır. ABD'nin dünyada güç kullanmayı bırakması ve uluslararası hukukun kuralına, özellikle de açık denizlerde nakliye özgürlüğüne saygı duyması gerekmektedir." ifadelerini kullandı.

Bakan Zarif, ABD'nin söz konusu tehditlerine karşı İran'ın gerekli tedbirleri alacağını kaydetti.

 

TANKERLERİMİZE ABD MÜDAHALE EDERSE İRAN’IN CEVABI HIZLI VE CAYDIRICI OLACAK
Öte yandan, İran Dışişleri Bakan Yardımcısı Abbas Arakçi, Washington yönetimiyle Tahran arasında arabuluculuk faaliyetleriyle bilinen İsviçre'nin Tahran Büyükelçisi'nin İran Dışişleri Bakanlığına çağırıldığını açıkladı.

İran'la Venezuela arasındaki ticari ilişkinin meşru bir ilişki olduğunu ifade eden Arakçi, ülkesinin tankerlerine ABD'nin müdahalesi durumunda İran'ın cevabının hızlı ve caydırıcı olacağını kaydetti.

ABD, YAPTIRIM UYGULADIĞI VENEZUELA VE İRAN ARASINDAKİ TİCARETİ ENGELLEME ÇABASINDA
İran medyasında, ABD'nin, İran tarafından Venezuela'ya gönderilen yakıt tankerlerini engellemek için 4 savaş gemisi ve bir devriye uçağını Karayipler'e gönderdiği iddia edilmişti.

Dünyanın en büyük petrol rezervlerine sahip ülkelerinden Venezuela, yaptırımlar ve ekonomik kriz nedeniyle petrol rafinerilerini etkin çalıştıramıyor. İran ise ürettiği petrolü satmakta zorlanıyor.

Venezuela Devlet Başkanı Nicolas Maduro'nun, ülkesinin akaryakıtsız kalmasını önlemek için geçen ay İran'dan yardım istediği bildirilmişti.

ABD'nin Venezuela Özel Temsilcisi Elliott Abrams, 30 Nisan'da yaptığı açıklamada, İran'ın Venezuela'nın petrol sektörünün ihtiyaç duyduğu ekipmanları uçaklarla bu ülkeye sevk ettiğini bunun karşılığında Venezuela'dan altın aldığını söylemişti.

Reuters haber ajansı, 13 Mayıs'ta tanker izleme verilerine dayandırdığı haberinde, İran'a ait bir petrol tankerinin ülkenin güneyindeki Bender Abbas Limanı'ndan Venezuela'ya doğru yola çıktığını duyurmuştu. Bunun ardından ABD yönetiminden ismi açıklanmayan üst düzey bir yetkili, İran'ın Venezuela'ya gönderdiği yakıt tankerlerine ilişkin alınacak önlemlerin masaya yatırıldığını belirtmişti.

Venezuela Dışişleri Bakanı Jorge Arreaza da 14 Mayıs'ta Twitter hesabından yaptığı açıklamada, ABD'nin Venezuela'ya benzin getiren gemileri taciz ettiğini belirterek, "Bu, uluslararası yasaların ve Venezuelalıların temel haklarının açık bir ihlalidir." ifadelerini kullanmıştı.

Cumartesi, 16 May 2020 07:33

Mutluluk Anahtarı

Vazifeyi Yerine Getirmek Mutluluk Sermayesidir
Vazifeyi yerine getirmek, insanı canı gönülden koruyan ve onu mutluluk yoluna çıkaran şefkatli bir anne gibidir. Filozoflar şöyle diyor: Vazifeyi yapmak bir kapıdan çıkarsa, bedbahtlık diğer kapıdan içeri girer.

Resulullah (s.a.a) buyuruyor ki:

“Fırsatlar bulutlar gibi (gelip) geçmektedir; onları ganimet bilin, vazifeyi yapmada tembellik etmeyin, bugünün işini yarına bırakmayın.”

Eğer bugün vazifeyi yapmaz iseniz, yarın pişman olursunuz ve bu pişmanlığın size bir faydası olmaz.

Hz. Ali (a.s) da şöyle buyuruyor:

“Kalk fırsatı ganimet say, onu değerlendir; aksi takdirde geçmişin hasreti ve geleceğin arzusunun hiç faydası olmayacaktır. Zira geçmişler geçmiştir, gelecek de gelmemiştir; bu iki vaktin arasındaki fırsatı, mutluluğa erişebilmek için ganimet bilip vazifeyi yapmalısın.”

Vazifeyi Tanımak
Her müslümanın vazifesi, İslam’ın yüce öğretim düsturlarını Kur’ân-ı Kerim’den alıp Peygamber-i Ekrem (s.a.a)’in nassıyla tayin olan ilahi evliyaların beyanı ile kendi vazifesini teşhis etmesi ve vazifesini yapma yolunda adım atmasıdır. Zira Resulullah (s.a.a) buyurmuştur ki:

“Ben aranızdan ayrılıyorum, ama iki değerli sermaye (Kur’an ve Ehl-i Beyt) aranızda bırakıyorum, onlara sarıldığınız müddetçe kesinlikle sapıklığa düşmezsiniz.”

Her müslümanın vazifesi ile ilgili bir araya toplanmış olan değerli risalelerden biri de İmam Zeyn’ul- Abidin (a.s)’ın “Hukuk Risalesi”dir. İlahi ilmin kaynağından ilham alınmış olan bu kitapta her ferdin diğerlerine karşı vazifesi kamil bir şekilde açıklanmıştır. Onu özet olarak üç bölüme ayırabiliriz:

1- İnsanın Allah’a karşı vazifesi.

2- İnsanın kendisine nispet vazifesi.

3- İnsanın diğerlerine karşı vazifesi.

İnsanın Allah’a Karşı Vazifesi
Mutluluğun ilk şartı Allah’ı tanımaktır. Zira varlık alemini bu azametle yaratan Allah’tır ve bu alemdeki bütün güzellikler ve kemaller O’ndandır. Binaenaleyh ilk önce bu varlık alemini yaratanı tanımalı ve daha sonra O’nun dergahına tazimde bulunmalıyız. Çünkü Ku’an-ı Kerim’in nassıyla, cin ve insanların yaratılışının illeti gaisi tek olan Allah’ı tanımak ve O’na ibadet etmektir. (1) Öyleyse sadece Allah’ın emirlerine uymak, O’nun rızasını elde etmek ve düsturlarından çıkmamak gerekir.

Kendini Tanıma
İnsan Allah’ı tanıdıktan sonra kendisini tanımalıdır, kedisini tanımadıkça ve kendi gerçek değerini idrak etmedikçe kendi kadir ve kıymetini bilmez. Ey insan şunu bilmelisin ki yer ve gök varlıklarından hiçbirisi senden üstün değildir, bunlar senin için musahhar kılınmıştır, fakat sen kendi kadrini bilmeyerekten kendini bedava olarak ona buna satmışsın, eğer kendi değerinin bilincinde olursunsa kendini ucuz satmazsın; sen Allah Teala’nın seni kendi halifesi olarak seçtiği bir yaratıksın. (2)

Allah sadece seni yaratmakla övünmüş ve iftihar etmiştir. (3)

Varlıklar arasında keramet ve şerafet tacını senin başına koymuştur (4)

Hadisi kudside de şöyle buyurmuştur:

“Ey insan bütün varlık dünyasını senin için ve seni de kendim için yaratmışım.”

Öyleyse kendi kadrini bil ve Allah’dan gayrisi için kendini satma; aksi taktirde zararlı çıkarsın.

Hz. Ali (a.s) şöyle buyuruyor:

“Ey insan kendi değerini bil, sen küçük bir cisim olduğunu mu sanıyorsun oysa ki daha büyük bir alem sende özetlenip dürülmüştür.”

O halde kendi kadrini bil ve ömrünü Allah’ın rızası dışında sarfetme.

Kur’an-ı Kerim’de şöyle gelmiştir:

“Görmüyor musunuz ki, şüphesiz Allah, göklerde ve yerde olanları emrinize amade kılmış, açık ve gizli sizin üzerinizdeki nimetlerini genişletip tamamlamıştır.” (5)

Öyleyse mutluluk yolunda bunca değerli sermayelerden faydalan ve vazifeyi yapmakla mutluluğa kavuş.

İnsanın Kendisine Nispet Olan Vazifesi
İnsan iki tezat ve muhtelif güçten yaratılmıştır; biri melekutî, diğeri ise şeytanî. Melekutî güç onu iyiliğe, şeytanî güç ise onu kötülüğe doğru çekmektedir. Bu iki mütezad güç daima birbirlerini mağlup etmek için çaba sarfediyorlar, insanın kalbini kendilerine savaş alanı yapıyorlar; bu savaş alanından muzaffer olarak dışarı çıkan yani melekuti gücü şeytani gücüne galip olan kimse en mutlu kimsedir.

Ama heva ve heveslerine esir düşen, fazilet ve takva meleğini şeytanî isteklerle bağlayın ve bu dahilî düşmanı kendi akıl ve ruhuna musallat kılan kimse ne de bedbaht ve zavallı kimsedir.

Hz. Ali (a.s) buyurmuştur ki:

“Sizin batini olan en katı düşmanınız nefsi isteğinizdir.”

Zira hiçbir düşmanın zararı bu dahili düşman kadar insana yetişmemektedir En büyük cihat nefse karşı yapılan cihattır. Hz. Resulullah’ın ashabı savaştan döndüklerinde Hazret onlara şöyle buyurdu:

“Şimdi siz küçük cihattan döndünüz ama büyük cihadınız duruyor,o büyük cihat ise nefse karşı cihattır.”

Hz. Ali de şöyle buyuruyor:

“Eğer şecaat ve yiğitliğinizi denmek istiyorsanız nefsi istekler karşısında direnişinize bakın; kim nefsi isteklerine galip olursa o daha şecaatlidir.”

Güreşte bir kahramanı alt etmek yiğitlik değildir; yiğitlik savaş vakti nefs-i emmareyi yenen kimsedir.

Kendini Koruma
Herkesin şahsiyeti ve değeri, nefsanî isteklerin karşısında kendini koruma derecesine bağlıdır; aksi takdirde denizde fırtınaya uğrayan bir kayık gibi daima sarsıntı ve ıztırap halinde olacaktır. Kendisine hakim olmayan kimse hiçbir zaman mutluluk yüzü görmeyecektir. Bir sivrisinek gibi fırtınalar karşısında ıztırap ve zorluklara düşecektir. Ama kendi nefsanî isteklerine hakim olan kimse, kendi vücudunun gemisini zamanın tehlikeli okyanuslarında şecaat ve ustalıkla ileri götürüp gidebilen bir kaptana benzer. Zorluk fırtınaları ona yöneldiğinde yüce hedefine ve mutlu hayatına doğru ileri gider.

Yaratılıştan Hedef
Biz seyir, tekamül ve insaniyetin kutsal hedefine ulaşmak için dünyaya gelmişiz. Allah tarafından Peygamberlerin ve onların hayat bağışlayıcı düsturlarının gelmesi bizi, sonsuz mutlu bir hayat için davet etmiştir. (1) Zira İlahî elçilerin gelmesi insaniyeti diriltmek, istidatları filizlendirmek ve insanların değerli cevherlerini istihraç etmek içindir. Zira insanlar altın ve gümüş. Madenleri gibi madenlerdir.

Bu yüzden Resulü Ekrem şöyle buyurmuştur:

“Güzel ahlakları sizde tamamlamam için peygamberliğe seçildim (size doğru gönderildim.)”

Kemale Doğru
Bizim hareket çizgimiz bellidir, hepimiz insanlığın nihayet derecesi ve Hakka yaklaşmak olan mutlak Kemale doğru hareket etmekteyiz (6)

Hakka yaklaşmak ve mutlak kemale erişmek için İlahi sıfatları vücudumuzda bulundurmalıyız; aksi takdirde tabiatın yaratıcısına muhalif olarak gerileme seyir içerisinde kalırız. Örneğin: Bir ağaç gelişip filizlenmekten geri kalırsa kurur, kuruyunca da köylünün keseri onu parçalar ve sonuçta yakılıp kül olur.

Önümüzde engeller olsa da yavaş yavaş hedefe doğru ilerlemeliyiz ve ümitsizliğe kapılmamalıyız. Suç olursa kendimizdedir; hiç kimse suçumuzun sorumlusu değildir.

Direniş ve Sabır
Hayatın bu tehlikeli yolculuğunda çalışıp çaba sarf etmemiz ve direnişli olmamız gerekir. İlk önce hedefimizi -ki en yüce hedef de Allah’tır- belirlemeliyiz. Sonra Allah’ın rızasını tanımak yolu olan hedefe ulaşmak yolunu teşhis etmeliyiz.

“Şüphesiz; ‘Bizim Rabbimiz Allah’tır’ deyip sonra dosdoğru bir istikamet tutturanlar (yok mu); onların üzerine melekler iner (ve der ki:) Korkmayın ve hüzne kapılmayın, size vaat olunan cennetle sevinin.” (7)

Mutluluğun İki Büyük Amili
Kur’an-ı Kerim’de insanın mutluluk ve saadetinin defalarca şu iki etkene bağlı olduğu vurgulanmıştır:

1) Allah’a iman etmek

2) Salih amel yapmak.

O ayetlerden biri şudur:

“Erkek olsun, bir mümin olarak kim salih bir amelde bulunursa, hiç şüphesiz biz onu güzel bir hayatla yaşatırız ve onların karşılığını, yaptıklarının en güzeliyle mutlaka veririz.” (8)

Başarının Sırrı
Başarının sırrı ilk önce Allah’a gerçek olarak iman etmektir. Zira ıztırap ve üzüntüler saldırdığında sığınacağımız en iyi yer bizi koruyan Allah’ın sonsuz lutfuna iltica etmektir. Bildiğimiz gibi yaşantı fırtınalı bir denize benzer daima halden hale değişmektedir. Öyleyse kendimiz için bir sığınak yeri bulmalıyız; mihnet ve üzüntüden kurtulup vazifemizi yapmaya koyulmalıyız. Allah’ı anmaktan başka hiçbir şey ruhumuzun rahatlığına sebep olamaz. Nitekim Allah Teala şöyle buyuruyor:

“Bunlar, iman edenler ve kalpleri Allah’ın zikriyle mutmain olanlardır; kalpler yalnızca Allah’ın zikriyle mutmain olur.” (9)

“Haberiniz olsun; Allah’ın velileri, onlar için korku yoktur, onlar mahzun olacak değildirler.” (10)

Çünkü bunlar, Allah’ın her anda gücünün nihayeti olmayacağını ve onları koruyacağını çok iyi bilmekteler.

Nitekim Hz. Sadık (a.s) şöyle buyurmaktadır:

“Müminler sağlam bir dağ gibidirler, fırtınalar onları yerlerinden oynatamaz.”

İnsan öyle bir yere ulaşır ki Allah’dan başka bir şey görmez. Öyleyse bak-gör insanın makamı ne kadara yücedir.

Bedbahtlığın İki Büyük Amili
Şeytanî iki büyük amil olan gazap ve şehvet insanın bedbahtlık ve helaketine sebep olmaktadır. Zira akıl ve şeriatın buyurduğu şekilde olmaksızın kayıtsız şartsız onlara uymak insanı, insaniyetin yüce makamından aşağı düşürür; hayvanlık alemine hatta Kur’an’ın nassına göre daha aşağıya bile düşürür. (11)

Şehvetin Tehlikeleri
Bazı akılsızlar kendi şahsiyet ve insanî değerinden o kadar gafiller ki ellerinde olan maddi ve manevi sermayelerini şehvete (nefsani isteklere) uyarak boşu boşuna elden veriyorlar; bir an hevese uymakla ömür boyu pişmanlık duymak mecburiyetinde kalıyorlar.

Heva ve heves peşice gitmek, bugün genç nesli kötü bir duruma düşüren büyük bir tehlikedir. Onları cinsi garizeler altına sokmuştur. Hayatlarının baharı olan gençlik günlerini heva ve heveslerle geçirirler, ihtiyarlık döneminde ise ömrünün sermayesini nasıl boşu boşuna elden verdiklerini anlar ve teessüf etmeğe başlarlar; bunun da artık onlar için hiç bir neticesi olmaz.

Ey genç itaat yolunu bu gün tut.

Artık yarın ihtiyarlıktan gençlik doğmaz.

Yaşantıda uzak görüşlü ve tedbirli davranmak ve beklenmedik olaylara karşı mücadele vermek için kuşanmak gerekir. Hayat mücadelesi alanında muzaffer olan kimseler, yıllar boyunca çile ve üzüntüler çekmiş ve mücadele için kendilerini hazırlamışlardır.

Allah Teala buyuruyor ki:

“Doğrusu insana kendi (emek ve) çabasından başkası yoktur. Şüphesiz kendi (emek ve) çabası da görülecektir.” (12)

Bu iki dahili asi güç olan şehvet ve gazap, akla tabi olmalıdır. Önemli olan insanın yaşam sahnesinde hem dahili düşmana ve hem de harici düşmana karşı savaşmasıdır. Ama daha önemli mücadele, iman evinde yerleşen hırsıza karşı mücadele vermektir. Zira bu düşman, daima vesvese ederek gazap ve şehvetin iktiza ettiği kötü işe ve insanlığa aykırı olan şeylere doğru bizi sürüklemektedir. Biz daima uyanık olmalıyız; bu ocak söndürücü düşmana karşı savaşmalıyız; aksi takdirde yakamızdan asılıp bizi bedbaht eder.

Gazabın Tehlikeleri
Sinir, gazap, öfke vs. insanın huzurunu bozan ve sahibini bedbahtlığa sürükleyen amillerdendir. Bunlar kimin yakasından asılırsa artık onda rahatlık ve huzur diye bir şey bırakmaz.

Eğer ilk günden beri bu tehlikeli düşmanın bize musallat olmasına titizlikle mani olsaydık, kendi rahatlığımıza ve diğerlerinin rahatlığına büyük bir katkımız olurdu. Bir adama sinirlenmek istediğiniz zaman bir an durup düşünün, bir an sinirlenmekle ne kadara üzüntülere duçar olacağınızı ve ne kadar maddi ve manevi zarar göreceğinizi hatırlayın.

Eğer serkeş nefsin yularını elinizde bulundurur ve sinirinize hakim olsaydınız, o üzüntülü ve gamlı günler, rahatlık ve huzurla geçmiş olacaktı. Eğer kendinize acıyorsanız, siniri kendinizden uzaklaştırın, uzaklaştırdığınızda sinirinizin ateşi söner ve bu ocak söndürücü beladan kurtulmuş olursunuz. Bir kaç gün geçtikten sonra sinirlenmek için bir bahane bulamadığınızda rahatlık ve huzurun tadını o zaman anlarsınız. Bir müddetten sonra sabır ve vakarlılığın ne miktarda sevinç verici olduğunun farkına varırsınız. Gazap gücü olan bu nefs heyulasının elinden kurtulmuş ulusanız kendinizi mutlu görmelisiniz. Çünkü fesat etkenlerinden birini ayak altına alıp insanlığın kemaline doğru bir basamak yukarı çıkmışsınız. Bu yüzden Allah Teala da bu vasıflara sahip müminler hakkında şöyle buyuruyor:

“Onlar, öfkelerini yenenler ve insanlardan bağışlama ile vazgeçenlerdir. Allah iyilik yapanları sever.” (13)

Makalenin Özeti
Vazifeyi yapmak insanı mutluluğa doğru götürür. Vakti ganimet bilip geçici fırsatlardan yararlanmamız gerekir. Bugünün işini yarına bırakılmamalıyız. Zira geçmişin hasretinin faydası olmaz. Zamanı elden vermeden gereken vazifeyi çaba sarfederek tamamıyla mükemmel bir şekilde yapmalıyız Elbette vazifeyi yapmanın şartı vazifeyi bilmektir. Dünyanın ve vücudumuzun yaratılışından hedefin ne olduğunu bilmemiz gerekir.

Daha sonra bu kutsal hedefe ulaşmak için yaşantı programımızı iyice bilmeli ve bunları bildikten sonra, mutluluk ve saadete erişmemiz için istikamet ve sabırsa hedefe doğru etkili adımlar atmalıyız. Bu kutsal hedefe ulaşmak, şu üç vazifeyi bilmeksizin mümkün değildir: 1-)İnsanın Allah’a karşı vazifesi.2- İnsanın kendisine Nispet vazifesi 3-) İnsanın diğerlerine karşı vazifesi.

Peygamberlerin ne için gönderildiklerini de insanın bilmesi gerekir. Onlar insanları, tahrip edici heva ve heves güçlerinin pençesinden kurtarmak, Allah’ın insanlarda emanet bıraktığı insanî sıfat ve faziletleri diriltmek ve bu istidatlarla insanı insaniyet kamaline ve kurb- u Hakk’a ulaştırmak ve ruhu, kuds- i ilahî melekut alemini seyredeceği bir makama eriştirmek için gelmişlerdir. Bu en son tekamül seyri iki büyük amil (Allah’a iman etmek ve salih amel) olmaksızın insan için mümkün değildir. Kur’an- ı Kerim’de de insanın saadet ve kemalinin bu iki amile bağlı olduğu apaçık bildirilmektedir.

İlk önce Şia’nın usul- i akaidine istidlal ve burhanla itikat etmek, Allah’ı hazır ve nazır bilmek ve daima O’nu anmak, saadet ve mutluluğun şartlarındandır. Bu iman ruhu ve ihlasla, dinî vazifeleri ve ilahî düsturları mümkün olduğu kadar yapmamız gerekir.

Bu iki büyük güçle (Allah’a iman ve salih amelle) bedbahtlığa sebep olan iki amilin (şehvet ve gazabın) önünü almak, kayıtsız şartsız bunlara teslim olmamak ve onları, nefsin heva ve heveslerine değil akıla uymaya mecbur kılmak gerekir. Mutlak kemale ermek saadet ve mutluluğa kavuşmak ve bu dünyada huzurlu ve tatlı bir hayat yaşamak, ahirette ise Allah’ın sonsuz nimetlerinden yararlanmak için tam gücümüzle çalışıp gayret etmeliyiz.

tebyan

KAYNAKLAR:

1- Zariyat/56.

2- Bakara/30.

3- Muminun/14.

4- Fecr/70.

5- Lokman/20.

6- “Elbette son varış, Rabbine olacaktır.” (Necm/42)

7- Fussilet/30.

8- Nahl/97.

9- R’ad/28.

10- Yunus/62.

11- “Onlar hayvanlar gibidir, hatta daha aşağılıktırlar.” (A’raf/179).

12- Necm/39).

13- Âl-i İmran/134

 Tel Abyad’a Türkiye üzerinden gönderilen aileler demografik yapıya müdahale tartışmasını alevlendirdi. Yerel kaynaklara göre bölgeye taşınanlar Tel Abyadlı değil Türkiye destekli savaşçıların aileleri.
Türkiye’nin 2019’da Barış Pınarı Harekâtı ile ele geçirdiği Tel Abyad (Gire Spi) ve Rasulayn’dan (Serekaniye) kaçan aileler evlerine dönmeyi beklerken bölgenin demografik yapısına müdahale devam ediyor. Türkiye, Fırat Kalkanı ile kontrol ettiği bölgelerden yüzlerce kişiyi Tel Abyad’a gönderdi. Yeni kafileler için de hazırlıklar yapılıyor.

Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın Suriye’nin kuzeyindeki özerk yapıyı çökertip ve nüfus yapısını değiştirmeye dönük niyeti sır değil. Oluşturulacak güvenli bölgeye 2 milyon sığınmacıyı taşıma hedefini sürekli tekrarlıyor. Erdoğan, 2019’da BM Genel Kurulu'nda planı açıklarken Fırat'ın doğusunda 32 kilometre derinliğindeki şeritte ilk etapta 1 milyon sığınmacı için 10 ilçe ve 140 köy inşa edileceğini söylemişti. İkinci aşamada plan, M-4 yolunun altından Deyrizor’a kadar olan alana 1 milyon sığınmacının yerleştirilmesini öngörüyordu. 

Dünya COVID-19 salgınıyla meşgulken Türkiye’nin sınır ötesi operasyonları hız kesmiyor. Artan askeri hareketlilik bir kenara Fırat’ın batısından doğusuna nüfus transferi yaşanıyor. 20 Nisan’da 14’ü otobüs 151 araçlık konvoy, Cerablus’un karşısındaki Karkamış Sınır Kapısı’ndan Türkiye’ye sokuldu. Konvoy daha sonra 156 kilometre ötedeki Akçakale Sınır Kapısı’ndan Tel Abyad’a intikal etti. Konvoyun görüntüleri sosyal medyaya düşünce Urfa Valiliği açıklama yapma gereği duydu. Anlaşılmaz bir şekilde bunların daha önce Tel Abyad’dan kaçıp Afrin’e gitmiş aileler olduğu öne sürüldü. Haber kamuoyuna “Tel Abyad’daki PKK/YPG terör örgütü zulmünden kaçıp Afrin’e yerleşen aileler Akçakale kapısından giriş yapıp kendi memleketlerine dönüş yaptı” diye yansıtıldı.

İslam Devleti’nin (İD) bölgeden temizlendiği 2015 operasyonunda Tel Abyad’dan kaçanlar Türkiye’ye gelmişti. Bunların Afrin’e geçirildiğine dair bilgi yok. Afrin’e daha çok Suriye’nin diğer kentlerinden Fırat Kalkanı bölgesine getirilmiş aileler yerleştirilmişti. Afrin’deki ailelerin 8 kilometre ötedeki Azez üzerinden Öncüpınar Sınır Kapısı yerine neden Cerablus’tan Türkiye’ye sokuldukları da aynı bir soru işareti. Halkların Demokratik Partisi (HDP) dört soru önergesiyle konuyu meclise taşıdı ama yanıt alamadı. 

Al-Monitor’un konuştuğu Suriyeli Kürt ve Arap kaynaklara göre bu kişiler, Barış Pınarı Harekâtı’na eşlik eden Suriye Milli Ordusu’ndaki (SMO) savaşçıların ailelerinden oluşuyor. 17 Mart ve 5 Nisan’da Tel Abyad’da Türkiye’nin maaşları ödememesini protesto eden milislerin taleplerinden birisi de sınır kapısının açılıp Fırat Kalkanı ve Zeytin Dalı bölgelerine gidişlerine izin verilmesiydi. Bu da “Nüfus transferi, milislerin Fırat’ın diğer yakasında kalan aileleriyle buluşma isteğine yanıt olabilir mi?” sorusunu akla getiriyor.

Barış Pınarı’na kadar kenti yöneten Tel Abyad Yürütme Meclisi Eş Başkanı Hamdan El Abd bölgeye getirilen kişilerin çoğunun SMO çatısı altındaki milislerin aileleri olduğunu belirtiyor. Al-Monitor’a konuşan Abd, “Tel Abyad’ın nüfusu sistematik olarak doğu Guta, Humus, İdlib, Dera, Deyrizor ve Şam kırsalından gelmiş sözde Suriye Ulusal Ordusu’ndaki savaşçıların aileleriyle değiştiriliyor. Gelenler Tel Abyad merkezi, Tel Abyad’ın doğusu, Ayn El Arus, Ali Beyli, Hammam Türkmen, Suluk, Kurmaza, Hirbet El Ruz, El Havice ve Şerian’a yerleştiriliyor” diyor.

Kürt kaynaklar bu hareketliliği “Kürtler aleyhine demografiye müdahale” olarak görüyor. Arap asıllı Abd’a göre Araplar da mağdur: “Silahlı gruplar ve Türk güçlerinin bulunduğu her yerde etnik ve dini aidiyetlere bakılmaksızın insanlar zorla yerlerinden ediliyor. Evlere kendi adamlarını yerleştiriyorlar. Özerk yönetim ya da Kürtlerle işbirliği yaptıkları bahanesiyle insanlar tutuklanıyor, hakları gasp ediliyor.”

Tel Abyad ve Rasulayn’da son zamanlarda Türkiye destekli gruplar arasında çatışmalar da oluyor. Bunların paylaşım kavgasından kaynaklandığı biliniyor. Abd bu grupların yerel nüfusu terörize eden pratiklerine şöyle değiniyor: “Bölge sakinleri açısından genel durum çok trajik. Haraç kesiyorlar. Özel mülkleri yağmalıyorlar. Tarım ürünleri, ev eşyaları, su pompaları ve diğer teknik araçları çalıyorlar. Tahıl silolarını yağmalayıp Türkiye’ye satıyorlar. Fırınlarda un sıkıntısı oluşuyor. Jeneratörlere el koyuyorlar. Elektrik şebekelerindeki bakır telleri kesip satıyorlar. Doktorlar fidye ve haraç korkusundan muayenehanelerine gidemiyor.”

Abd’a göre çatışmalar sırasında Tel Abyad ve civardaki köylerden 140 bin kişi evlerini terk ederek Rakka, Ayn İsa ve Kobani taraflarında çadırlara yerleşti. Geri dönebilmek bir yana kötü koşullar yüzünden göç devam ediyor.

Barış Pınarı bölgesinde güvenliğin temini için mutabakat imzalayıp Türk ordusuyla ortak devriye atan Rusya da durumu fazla etkileyemiyor. Abd girişimlerden sonuç alamadıklarını söylüyor: “Ruslara insanların güvenli dönüşü için defalarca talepte bulunduk. Fakat ne garanti alabildik ne de yanıt. Mesela M-4 yolu üzerinde Şer Kerek köyünde evleri buldozerlerle yıktılar. Ruslara bunu protesto eden yazı yazdık ama yanıt alamadık. Evleri yıkılan insanların isim listesini de gönderdik.” 

Evi yıkılmış 24 ismin yer aldığı bu yazıyı Al-Monitor’la da paylaşan Abd, yaşanan felaketin Rasulayn’da da fazlasıyla tekrarlandığını belirtiyor.

Onlarca Arap aşireti temsilcisi de 25 Nisan’da uluslararası topluma seslendi. Ortak açıklamaya göre SMO güçleri sürekli suç işliyor. Sadece El Bu Assaf aşiretinden 10 kişi fidye için kaçırıldı. 62 okulun kapanmasıyla 51 bin 200 öğrenci eğitimden mahrum bırakıldı. Hastaneler ve klinikler çalışmıyor. Türkiye’nin demografik yapıyı değiştirdiği suçlaması bu açıklamada da yer aldı.

Tel Abyad, 2015’te Halk Savunma Birlikleri (YPG), İD’i bölgeden temizleyince Erdoğan’ın yakından ilgilendiği bir yer hâline gelmişti. Erdoğan, YPG’yi Araplar ve Türkmenler aleyhine etnik temizlik yapmakla suçlayıp Tel Abyad’ın nüfus yapısına dair şunları söylemişti: “Peki, orası kime ait? Yüzde 95'i Arap ve Türkmen, yüzde 5 Kürt. Dertleri orayı kantona dönüştürmek. Şimdi bu, Türkiye'ye artık bir tehdit oluşturmaya başlamıştır, öyleyse gereği yapılacaktır."

Sadece Kürtler değil Araplar da demografik müdahaleye gerekçe yapılan bu bilgiye itiraz ediyor. Abd’a göre Tel Abyad’da nüfusun yüzde 20-22’si Kürt, yüzde 5’i Türkmen, yüzde 1-2’si Ermeni ve geri kalan Arap idi. Kürt kaynaklar ise Kürt oranını yüzde 30-40 civarında veriyor. 2015’te Tel Abyad’da İD ile savaş sırasında insanlar evlerini terk etti, köyler ağır hasar gördü, İD’in sığınak bulduğu bazı yerler taammüden yıkıldı. Ancak bunun bir etnik temizliğe dönüştüğü iddiası tartışmalıydı. Çatışmalar bittikten sonra İD ile çalışmış olmaları nedeniyle takibe uğramaktan korkanlar dışında insanların çoğu geri döndü. 

Rasulayn’da ise Kürtlerle Arapların oranı birbirine yakındı. İlçenin batısında Araplar, doğusunda Kürtler yaşıyor. Rasulayn’da 19'ncu yüzyılda Kafkasya'dan sürülmüş Çeçenler de var. Kürtler ise bu bölgede demografik müdahaleye ilk kez maruz kalmıyor. Suriye’nin bağımsızlığına kavuşmasından itibaren kuzeyde “Kürt kemerine karşı Arap kemeri” fikri hep tartışıldı. 1969'da toprak reformuyla 1 milyon 374 bin hektar arazi kamulaştırılırken uygulamadan en fazla Kürtler etkilenmişti. Rasulayn’dan Irak sınırına kadar 280 kilometrelik şeritte 10-15 kilometre genişliğinde bir alanda 332 Kürt köyünün Araplaştırılması öngörülmüştü. Ancak plan 1973'e kadar uygulanmadı.

Tabka Barajı yapılınca 1973-1975 arasında öngörülen bu şeritte 41 model çiftlik (köy) inşa edildi. Rakka taraflarında da 15 köy kuruldu. Toprakları baraj sularının altında kalan 4 bin Arap aile bu iki bölgedeki çiftliklere yerleştirildi. Her bir çiftlikte 150-200 ev vardı. Halep, Menbic ve El Bab'daki sulama projeleriyle yerinden olan 7 bin Arap ailesi de ev, silah, tohum ve gübre yardımları eşliğinde kuzey şeridine (Cezire) yerleştirildi. Sanki tarih bu kez Türkler eliyle tekerrür ediyor.

Al-Monitor