
کارگر
Türkiye-İran ilişkilerini yeniden kurgulamak
İran, Türkiye'nin Rusya ile olan ilişkilerindeki bozulmanın Türkiye ekonomisine olumsuz etkilerinin artık iyice anlaşıldığı bir sırada Türkiye için önemli bir ortak olarak da görülüyor.
1639 yılında Osmanlı Devleti ile Safevi Devleti arasında imzalanan Kasr-ı Şirin Anlaşması'nın Türkiye ile İran arasında bugünkü sınırı belirleyen anlaşma olduğu bilinir. Bu anlaşma ayrıca iki ülke arasında ne kadar köklü ve karşılıklı saygıya dayalı biçimde süren ilişkiler mevcut olduğunu anlatmak için de sık hatırlatılan tarihi bir belgedir.
Türkiye ile İran arasındaki sınırın büyük bir kısmının Kasr-ı Şirin Anlaşması ile belirlendiği, zaman içinde çok önemli değişikliklere uğramadığı doğrudur. Bununla beraber anlaşmanın asıl önemli yönü Osmanlılar ile Safeviler arasında Bağdat üzerinden süren rekabetin sonucunu ve bugünkü Irak topraklarını kimin kontrol edebileceğini belirlemiş olmasıdır. Buna göre, Bağdat, Basra, Kerkük ve Doğu Anadolu Osmanlı Devletinde kalmış, Revan ve Azerbaycan Safevi Devletinde kalmıştı. Irak'ın devletler arası ilişkiler sahnesine çıkması ile Kasr-ı Şirin Anlaşması'nın belirlediği sınırın bu bölümü de bugünkü İran-Irak sınırını oluşturmuştu.
Osmanlı Devleti ile Safevi Devleti arasındaki rekabet büyük ölçüde bir mezhep rekabetiydi. İşin bu boyutunu hatırlamak, asırlardır süren bu coğrafya birlikteliğinin bugün neden hala huzurlu bir ortama kavuşamadığının anlaşılması bakımından da yararlı olur.
Safevi Devleti bir Şii Devletiydi. 1979'da gerçekleşen devrimden sonra İran yeniden bir Şii Devleti özelliğine büründü. Bu durumun yıllardır bölge ülkelerinde bir "İran fobisi" yarattığı malum. Hele Irak'ta 2003 yılında Saddam rejiminin devrilmesiyle birlikte Şii ağırlıklı bir siyasi kadronun yönetimi ele geçirmesi, ülkede Sünni mezhebine mensup olanların maruz kaldıkları baskıların bölgede Şii-Sünni kutuplaşmasını oluşturması, ardından Suriye'de benzer bir senaryonun bu defa Sünnilerin iktidar olmaları için sahneye koyulduğu iddialarının gündeme gelmesi, İran'ın bu nedenle Esad rejimini kollaması, IŞİD probleminin bütün bu gelişmelerin sonucunda ortaya çıktığının ileri sürülmesi alt alta yazıldığında ortaya çıkan tablo bugün bölgeyi anlamak için yeterli.
Başbakan Sayın Ahmet Davutoğlu'nun son Tahran ziyareti elbette Türkiye ile İran arasındaki ilişkilerin son yıllarda yaşadığı inişli çıkışlı seyrin istikrara kavuşturulmasını hedefliyor. Her ne kadar bu ihtiyacın özellikle Türkiye'nin Suriye politikasında belirlediği tüm hedeflerin kaybolması, Türkiye'nin Rusya ile olan ilişkilerinin bozulması ve Türkiye'nin dış politikasında "kırmızı çizgi" diye altı çizilen söylemlerin pespembe olmasından kaynaklandığı kuşkusu yaygınsa da, yine de ziyaret önemli. Kuşkulara verilecek yanıt da herhalde "ülkede seçimlerin yapılması beklendi" diye gerekçelendirilecektir.
Türkiye İran'dan başta Suriye sorununun çözümlenmesi için destek bekliyor. Bölgede akan kardeş kanının durdurulması ve Suriye'nin huzur ve istikrara kavuşması için elbette öncelikle Türkiye ve İran'ın işbirliği yapmaları gerekirdi. Bu eşgüdüm aslında beş yıl önce sağlanmalıydı. Türkiye Esad rejiminin gitmesi üzerine kurduğu Suriye planını ikili girişimleri sonuç vermeyince bölgesel düzlemde Arap Ligi'ne götürmeseydi İran devre dışı bırakıldığı izlenimini de edinmezdi. Bugün gelinen noktada İran'ın Esad'dan vazgeçmesi beklenmeyeceğine göre, Türkiye'nin Esad'ın gitmesi konusundaki ısrarını gözden geçirmiş olması ihtimali daha büyük bir ağırlık kazanıyor. Esasen uluslararası kamuoyunun da en azından görülebilir bir süre için IŞİD'le mücadelede ve Suriye'nin geçiş dönemi sürecinde Esad'a ihtiyaç olduğunu dolayısıyla Esad'ın birden bire buharlaşmayacağını anladığı görülüyor.
Türkiye'nin bölgesel sorunların bölge ülkeleri tarafından atılacak adımlar ve yapılacak önerilerle çözüme kavuşturulmasına ilişkin tezi gerçekten çok değerli. İran da muhtemelen bu görüşün değerinin bilincindedir. Ancak İran gerçekleri de görüyordur herhalde. Esad rejiminin yeniden konumunu güçlendirmesinin ardında yatan tılsımın İran ile Rusya arasındaki eşgüdüm olduğunu, Rusya'nın "bölge dışı aktör" olmasına rağmen Suriye'nin içine İran kadar nüfuz etmiş olduğunu görmemesi mümkün mü? Kaldı ki, nükleer dosyanın sonuca ulaştırılmasında ve İran'ın yeniden uluslararası toplumla kucaklaşmasında Rusya'nın ne kadar önemli bir rol oynadığı hatırlandığında, İran herhalde Rusya'yı artık bölge dışı bir ülke olarak görmüyordur. O halde Türkiye'nin "bölge dışı aktörlerin bölgeye karışmasına birlikte engel olmak" söyleminden de Rusya'nın kastedilmediğini düşünecektir. Kastedilen ABD ise bunu da anlamak zor, zira İran uluslararası toplumla yeniden buluştuğu, yaptırımlardan kurtulduğu ve özellikle yabancı yatırımları yeniden kabul etmeye hazırlandığı bir dönemde ABD ile de arasını hoş tutmak gerektiğini düşünüyor. Bu da İran ile Türkiye arasında bölgesel sorunların çözümüne yaklaşımda bir farklılık daha oluşturmuyor mu?
İran, Türkiye'nin Rusya ile olan ilişkilerindeki bozulmanın Türkiye ekonomisine olumsuz etkilerinin artık iyice anlaşıldığı bir sırada Türkiye için önemli bir ortak olarak da görülüyor. Türkiye enerji ithalatında karşılaşabileceği sıkıntıları İran'dan almakta olduğu petrol ve doğal gaz miktarını artırmakla gidermeyi umuyor. Rusya ile bozulan ilişkilerin dış ticaretine yaptığı olumsuz etkileri İran pazarına girmek, yeni yatırımlar ve artan ticaretle dengelemeyi de planlıyor. Rus turistlerin Türkiye'ye gelişlerinin engellenmesi nedeniyle turizm sektöründe yaşanacak krizin de İran'dan gelecek turistlerle kapatılabileceğini umuyor. Bu da ilişkilerin ikili boyutunun önemini gösteriyor.
Ziyaret sırasındaki görüşmelerde herhalde Suudi Arabistan tarafından bölgede terörle mücadele amacıyla kurulması hedeflenen askeri oluşuma Türkiye'nin neden dahil olduğu da gündeme gelmiştir. Türkiye tarafı da muhtemelen bunun bir Sünni ittifak olmadığını, esasen Türkiye'nin bir Sünni devleti de olmadığını, laik, demokratik bir hukuk devleti olduğunu, insan hakları, temel hak ve özgürlükler, adalet, ifade ve basın özgürlüğü ilkelerine saygı esasına dayalı bir yapısı olduğunu anlatarak cevap vermiştir. İran'ı asıl rahatlatacak olan da budur. Zira artık İran değişiyor ve Türkiye olan ilişkilerini de dünya ile olduğu gibi 1639 vizyonuyla değil 2016 vizyonuyla kurgulamak istiyor.
BM: İran barışçıl nükleer faaliyetlerinden sapmadı
Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu Başkanı, İran'ın incelenen nükleer malzemelerinde silah yapımına dair herhangi bir emareye rastlanmadığını söyledi.
Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu Başkanı Yukiya Amano, İran'ın deklare ettiği nükleer malzemeler üzerinde yaptıkları incelemelerde, bunların atom bombası yapılmak üzere kullanıldığına dair bir emareye rastlamadıklarını açıkladı.
İran'la dünya güçleri arasındaki anlaşmaya göre, UAEK'nin İran'ın nükleer programını denetleme görevinin yıllarca süreceğini ifade eden Amano, bunun için yeni bir büro kurduklarını belirtti.
Kuzey Kore'nin nükleer programının büyük endişe kaynağı olduğunu da ifade eden Amano, Pyongyang'ın bu hareketinin BM Güvenlik Konseyi kararlarının açıkça ihlali anlamına geldiğini kaydetti.
Zika virüsü ile ilgili de açıklama yapan Yukiya Amano, virüsün hızlı bir şekilde teşhis edilmesini sağlayacak seyyar aygıtları Güney Amerika'ya göndereceklerini dile getirdi.
Hakiki Ve Sahte Dostluklar...
“Havariler Hz. İsa (a.s)'a şöyle dediler: Ey Ruhullah, kimler ile oturup kalkalım/dost olalım?
Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi ve alihi vesellem): “Havariler Hz. İsa (a.s)'a şöyle dediler: Ey Ruhullah, kimler ile oturup kalkalım/dost olalım? Hz. İsa (a.s) şöyle cevap verdi: Gördüğünüzde sizlere Allah'ı hatırlatan, sözleri ilminizi arttıran ve amelleri, sizleri ahirete sevk eden kimseler ile oturup kalkın.” (Bihar'ul-Envar, c. 1, s. 203)
İmam Ali (aleyhisselam): “Her kim Allah’a itaat yolunda yardımcı olursa en iyi dosttur.”(Gurer’ul Hikem, 1142)
Dost vardır insanı nara götürür, dost vardır insanı nura götürür. Dost vardır yılan gibidir; zahiri rengi rengârenktir, güzeldir ama içi zehir doludur. Dost vardır sana kamburdur, yükünü ağırlaştırır, dost vardır yükünü, kederini hafifletir. Dost vardır; dostluğu her gün ahiretine bir şeyler kazandırır, dost vardır cehennemine her gün odun toplatır. Dost vardır; her şeye rağmen dosttur, dost vardır dostluğu çıkar ve menfaate dayalıdır.
Günümüz dünyasının insanın en fazla ihtiyaç duyduğu şeylerden birisi gerçek dostluk ilişkisidir. Komşuluk, akrabalık, iş arkadaşlığı, yol arkadaşlığı, inanç ve dava arkadaşlığı ve hatta hayat arkadaşlığında bile genelde sahteciliğin, riyanın, çıkar ve menfaatin kol gezdiği bir zaman dilimini yaşamaktayız.
Güvenden, inanmaktan, sevgiden, dayanışmadan, samimiyetten, birlikten, aynı davayı savunmak ve paylaşmaktan, aynı yolu yürümekten mahrum ilişkilerde ve birlikteliklerden uzak dialoklarda insanın hayır görmesi ve huzur bulması zaten mümkün değildir. İnançlı ve ahiret kaygısıyla yaşayan her insan içinde menfaatin ve çıkarın, sahtecilik ve yapmacılığın olmadığı bir dostluk, bir ilişki ile karşılaşılınca da, insan kaybettiği bir cevherini bulmuş gibi sevinmektedir. Zira böyle bir dost cevherdir, çok sıcak bir havada susayan insana serin sudur, nefesi tükenip nefes için havaya ihtiyacı olan için havadır, karanlıkta olan için çıradır. İmam Ali (aleyhisselam) buyuruyor: “Seni baki yurda çağıran ve onun için amel etmen hususunda sana yardımcı olan kimse şefkatli dostundur.”(Gurer’ul Hikem, 8775)
Günlük yaşamda huzur ortamının sağlanması ve korunması için gerçek dostlar bulmak ve var olan gerçek dostlar ile gerçek dostane ilişkilerin devamını sürdürmek gerekir. Hakiki dostlukların dostane bir şekilde devam etmesinin yolu fedakârlıkla orantılıdır. Dost dostuna her anlamda ayna olabiliyor ise bu dostluk samimi/dostane bir dostluktur demektir. Ayna seni olduğun gibi yansıtıyor ise sana iyilik yapmaktadır, senin dostundur. Ama ayna seni sen olarak değil de, farlı gösteriyor ise sana kötülük etmektedir ve kırılmayı hak etmektedir. İmam Ali (aleyhisselam) buyuruyor: “Sadık dost ayıpların hususunda sana nasihat eden, gıyabında seni koruyan ve seni kendisine tercih edendir.”(Gurer’ul Hikem, 1904)İmam Ali (aleyhisselam) buyuruyor: “Hikmet sahipleriyle otur ki aklın kemale ersin, nefsin şereflensin ve cehaletin ortadan kalksın.”(Gurer’ul Hikem, 4787)
İslam dinine göre her müminin kendisine dost edinebileceği, oturup konuşabileceği, dertleşebileceği üç kişi vardır. Bunlar; “Refik, Sedig ve eğ”’dir. Yani dost dostuna ya “refig” olup refakat edecek ya “sedig” olup sadakat edecek yahut “eğ” olup uhuvvet edecektir. Bu üçünden başkasının dostluğu maddi ve manevi olarak zarardır, ziyandır, derttir, musibettir. Bu üç kavramın üçü de Kuran’da zikrolunmuştur.
Refig kimdir? Hz. İmam Ali aleyhisselam şöyle buyuruyor; “Senin refigin ayıpların hakkında seni basiretlendirendir.”
Sedig kimdir? “Sizin günaha düşmemeniz ve sürçmemeniz için daima sizi gözetleyendir.” Zira sizin günaha düşmeniz onu üzer, perişan eder. Bundan dolayı refig sizin günaha düşmenize asla razı olmaz.
Eğ (uhuvveti olan) kimdir? “Senin elinden tutup manevi yollarda ilerlemeni sağlayan ve Allah’a ulaşmana vesile olan insandır.”
Bu üçünün dostluğunda maddi, manevi, dünyevi ve uhrevi hayır vardır, bunlardan başkalarının dostlukları çıkar, menfaat, madde üzerine oluşan dostluklardır ve çıkar, madde ve menfaate dayalı dostluklar ahirette düşmanlığa dönüşeceği gibi dünyada zarardan başka bir şey doğurmayacaktır. Allah’u Teala şöyle buyuruyor:“Dostların bir kısmı, bir kısmına düşman olur o gün, ancak takvalılar müstesnâ.” (Zuhruf, 67)
Ne mutlu gerçek dostu (refig, sedig, eğ’i) bulanlara, ne mutlu gerçek dostların kadir/kıymetini bilenlere ve dostunu kendisine ayna görebilenlere…
Selam ve dua ile…
Mehdi AKSU
Zarif: İran, Filistin davasını desteklemeye devam edecek
Dışişleri Bakanı, “Son 40 senede uygulanan bütün baskılara rağmen İran, Filistin davasına desteğini sürdürecek” dedi.
Endonezya’nın başkenti Cakarta’da düzenlenen İslam İşbirliği Teşkilatı 5. Olağanüstü Konferansı’na İran’ın temsilcisi sıfatıyla katılan İran Dışişleri Bakanı Muhammed Cevad Zarif yaptığı konuşmada, “Filistin günden güne Siyonistlerin zorbalıklarına kurban edilmiş ve İsrail’in vahşice işgalini sürdürmesiyle birlikte, uluslararası insancıl hukukun en önemli ilkeleri çiğnenmiştir” diye konuştu.
İsrail rejiminin Mescid-i Aksa ve çevresindeki mekanlara karşı yürüttüğü yayılmacı politikalarını örtbas etmek için, coğrafi demografiyi değiştirerek Mescid-i Aksa ve Kudüs’ü Yahudileştirmeye çalışmaktadır” diye açıkladı.
BMGK’nin ve özellikle Amerika’nın birkaç nedenden dolayı BM Sözleşmesi’nde belirtilen görevlerini yerine getirmemesini eleştiren Zarif, İsrail’in dünya barış ve güvenliğine karşı ortaya çıkardığı tehdidin devam etmesine neden olduğunu belirtti.
Müslümanların kendi anlaşmazlıklarını bir kenara bırakarak Filistin’in işgaline son verilmesi için icraat yapılması gerektiğini vurgulayan Zarif, “Filistin’in tamamen özgürlüğe kavuşması için İsrail işgalcilerinin Kudüs şehrinin dokusunu değiştirmeye yönelik yaptıkları yasadışı eylemlerinin karşısına geçmeliyiz” açıklamasında bulundu.
Filistin ve Kudüs meselesinin İslam İşbirliği Teşkilatı’nın ana görevi olduğunu ve bu husustaki bütün vaatlerini yerine getirmesi gerektiğini ifade eden Zarif, “Bugün birçok meseleyle meşgulüz ancak bunların hiçbirisi bizi İslam İşbirliği Teşkilatı’nın ana konusu ve var oluş felsefesinden uzaklaştırmamalıdır” diye kaydetti.
İsrail’i destekleyen devletler ve STK’ların günden güne bu rejimi desteklemekten vazgeçmeye başladıklarını da dile getiren Zarif, “İran İslam Cumhuriyeti, Filistin’e karşı üstlendiği bütün sorumluluklarını yerine getirmeye vurgu yapıyor ve son 40 senede kendine karşı uygulanan baskıların Filistin’i desteklemesinden kaynaklandığını bilmesine rağmen, Filistin davasını desteklemeye devam edecek” diye ekledi.
"İran Ziyareti İçin Dönüm Noktası Denilebilir!"
Ehlibeyt Alimleri Derneği-EHLADER Genel Sekreteri Kadir Akaras, Tv on4'de Cuma günleri ana haber bülteninden sonra yayınlanan 'Haftanın Yorumu' programında gündemi değerlendirdi.
Kadir Akaras, Suriye'de bir haftadır uygulanan ateşkes, Suudi Arabistan başta olmak üzere Körfez ülkelerinin Hizbullah Hareketi'ni 'terör örgütü' ilan etmeleri ve Başbakan Ahmet Davutoğlu'nun İran ziyareti gibi gündemin önde gelen haberlerini 'Haftanın Yorumu' programında analiz ederek, değerlendirdi.
Terör örgütlerinin saldırılarına rağmen Suriye'de kısmen ateşkesin uygulandığını belirten Akaras, "Suriye bölgemizin 5 yıllık kanayan yarası. Birinci derecede Türkiye'yi de ilgilendiriyor, çünkü yanı başımızda. Çok acımasız bir savaş, aslında teröre karşı bir savaştır bu. Bu konu bölge ülkelerini, Irak, Lübnan, İran, Arabistan ve İsrail kısaca bölgeyi ve bütün dünyayı ilgilendiren bir alan. Suriye, uluslararası bir arena haline dönmüş durumda. Suriye'deki vekaletler savaşında terör örgütleri ciddi kayıplar vermeye başladı ve ateşkes daha ciddi olarak gündeme alındı. Ateşkeste bir tarafta devlet bir tarafta da terör örgütleri var. Meşru hükümete karşı silahlı mücadele verenler terör örgütüdür demiştik. Ateşkeste müzakere masasında bazı gruplar terör örgütü olarak açıklanırken bazıları da bunun dışında tutuldu. Haberlere bakılırsa birçok örgütle hükümet arasında anlaşmalar yapıldı ve silah bırakıldı. Cumhurbaşkanı Beşar Esad'da genel af çıkardı." açıklamasında bulundu.
Ateşkes bu şekilde devam ederken "bundan rahatsız olanlarda var" diyen Akaras, "Kaybeden taraflar, özellikle Nusra, IŞİD ve benzeri terör örgütlerini destekleyenler bu ateşkesten rahatsızlıklarını diplomatik bir dille dile getirdiklerini görüyoruz. Rusya ve ABD arasında varılan anlaşma ve Suriye'nin ikna edilmesi ve terör örgütlerinin bu ateşkes dışında tutulması saha açısından önemli gelişmelerdir. Yakın bir gelecekte Suriye'de ciddi bir rahatlama olacağını görüyoruz." dedi.
Suriye'deki bu gidişatın iyi yönde olduğunu belirten Akaras, "IŞİD ve Nusra gibi terör örgütlerinin ateşkes dışında tutulması, uluslararası camiada bir rahatlamayı getirdi. Türkiye ve Suudi Arabistan içinde bu önemli. Çünkü, adı sayılan bu ülkeler uluslararası camia tarafından sayılan örgütlere destek iddiası ile suçlanıyordu. Suriye'deki ateşkes nedeniyle Türkiye'de sınırlarını daha iyi kontrol edecek. Bu teröristler dış ülkelerden gelen kişiler. 80 ülkeden 360 bin tekfirci militanın Suriye'de olduğu belirtiliyor. Türkiye'den giden militan sayısı ise 25 bin olarak belirtiliyor. Bu militanlara katşı uluslararası arenada ülkeler değişik güvenlik tedbirleri almaya başladı. Ateşkesin tarafı hükümettir. Düne kadar hükümeti meşru kabul etmediklerini söyleyen taraflar (Türkiye'de dahil) bugün ateşkesin tarafı olarak hükümeti kabulleniyorlar. Fakat bölgedeki fitne bitmiyor. Savaş bitse de bölgede yeni sorunlar, Irak'ta, Türkiye'de sorunlar yaşanacak. Ama bir şekilde sükûnete doğru hızlı adımlar atılıyor." İfadesini kullandı.
Diğer önemli bir gündem ise Körfez İşbirliği Ülkeleri'nin Lübnan2daki Hizbullah Hareketi'ni "terör örgütü" olarak kabul etmesi konusu var. Akaras, "Hizbullah kurulduğu günden beri, kendi ülkesine karşı herhangi bir eylemi söz konusu değil. Hizbullah, Lübnan ordusu ile birlikte yıllarca Lübnan'ı işgal eden işgalci, terörist, gasıp İsrail'e karşı savaşan bir gruptur. Bizde nasıl halk köy korucusu şeklinde ordu ile beraber teröre karşı savaşıyorsa, Lübnan'da da Hizbullah halk olarak ordunun yanında İsrail'e karşı savaşan, siyasi parti olan ve mecliste milletvekili olan, hükümet içinde de bakanı olan ve işgale karşı direnen bir gruptur Hizbullah. 1967'den beri işgalci İsrail'e karşı Arap ve İslam dünyasında da şimdiye kadar devletlerin yapamadığını başaran bir tarihi yaşatmıştır. Hizbullah özellikle 1982'den sonra sürekli İsrail'e yenilgi tattıran ve Lübnan'ı işgalden kurtaran bir harekettir Hizbullah. Bundan dolayı Lübnan içinde Sünni, Marunİ, Dürzi, Hristiyan hangi grup, topluluk, etnik yapıyı dikkate alırsanız alın, hepsinin içinde Hizbullah sempatizanı vardır. Hizbullah'ın içerisinde bu gruplarda vardır. Hizbullah, Lübnan'da bir şekilde ordunun yardımcısıdır. Halktan alınan destek ve Lübnan hükümeti içinde resmiyeti olan bir yapıdır bu. Hizbullah hakkında, terör eylemi yaptığına dair bir belge bilgi yoktur. Hizbullah da açık bir şekilde bizim savaşımız İsrail ile diyor." dedi.
Hizbullah'ın Suriye'ye giriş meselesine de değinen Akaras, "Oradaki tekfirciler sadece Suriye ile kalmadı, Irak, Ürdün, Lübnan'a da saldırılar düzenledi. Hizbullah ise Suriye ile Lübnan'ın sınır bölgesi olan Kalamun bölgesinde tekfircilere karşı mücadeleye başladı. Bu sınır hattı korunarak kendisine gelecek tehlikelerden korunmaya çalıştı ve Lübnan ordusu ile bu bölgede güvenliği sağlamaya çalıştı. Kalamun'daki varlık sebebi de budur. Burada da Suriye hükümeti ile beraber hareket ediyor. Yani Hizbullah Suriye'ye hükümetin bilgisi ve onayı ve daveti ile girmiştir." açıklamasında bulundu.
Akaras, "Körfez ülkeleri ve özellikle Suudi Arabistan'ın Yemen'de, Suriye'de ve Lübnan'daki yenilgileri, Suudilerin Lübnan ordusuna yapılan yardımların kesilmesine sebep oldu. Suudiler kendi üzerinde bulunan terör örgütlerini destekliyor ithamından da kurtulmak amacıyla, aslında psikolojik savaş sonucunda Hizbullah'ı terör örgütü olarak itham etti. Bu Hizbullah'ı etkilemez." dedi.
Başbakan Ahmet Davutoğlu'nun İran'a ziyareti konusuna da değinen Akaras, "İki komşu ülkenin arasında ciddi bir sorun yoktur. Her zaman bir açık kapı vardır. Fakat son zamanlarda özellikle Suriye ve Irak üzerinden siyasi anlamda ciddi görüş ayrılıkları söz konusu. Suriye'de İran farklı bir yerde duruyor, Türkiye farklı bir yerde duruyor. Irak'ta, Bahreyn'de, Yemen'de aynı şekilde. Ortadoğu'nun genelinde farklı cenahlarda duruyorlar. Büyük devletlerde bu gibi durumlar ortak çıkarları kenara atmaya sebep olmaz. Türkiye ve İran'ın bölgede ve dünyada ortak çıkarları söz konusu. Bunu hem İran biliyor hem Türkiye biliyor. İran üzerindeki yaptırımlar kalktı, artık ülke seçici davranıyor. Suriye olayları sonrasında İran ile Türkiye arasındaki ekonomik ilişkiler hep azalmış. Suriye'deki ateşkes ve Rusya'nın Suriye'de olması ve Türkiye'nin Rus savaş uçağını düşürmesi ile gerilen ilişkiler söz konusu. Böyle bir zamanda Başbakan Davutoğlu'nun İran'a yapacağı sefer çok çok önemli." ifadesini kullandı.
Akaras, "Ziyaret için, bir dönüm noktası denilebilir. Ekonomik ve siyasi anlamda iki hedef söz konusu. Davutoğlu İran'dan Rusya ile Türkiye arasında arabuluculuk isteyebilir. Türkiye ise Arabistan ile İran arasında arabulucu olabilir. Suriye'deki ateşkes sonrası bu ülke ile daha yakın iş birliğine gitmek istenebilir. IŞİD konusunda anlaşıldığı gibi (terör örgütü) diğer bazı konularda da bir yakınlık söz konusu olabilir. Suriye sorununun masa başında çözümlenmeye başlanmış olması Türkiye'yi İran'ın görüşlerine yaklaştırıyor. Ekonomik olarak Rusya'da kayıp yaşayan Türkiye, bunu gidermek durumunda. Önümüz yaz tatili ve Nevruz yaklaşıyor. İran'da Nevruz'da 15 günlük bir tatil söz konusu. İran'ın bu turistlerini kazanabilmek açısından, bu sefer ekonomik açıdan da çok büyük önem taşıyor." yorumunda bulundu.
On4haber
Babek Zencani'ye idam cezası
Türkiye'nin işadamı Rıza Zarrab'ın ortağı olarak tanıdığı, İran'da milyar dolarlık yolsuzluk suçlamasıyla yargılanan Babek Zencani'ye idam cezası verildi.
İran'da milyar dolarlık yolsuzluk suçlamasıyla yargılanan işadamı Babek Zencani'ye idam cezası verildiği duyuruldu. Zencani, İran devletini 2.8 milyar dolar dolandırma suçlamasıyla Aralık 2013'te tutuklanmıştı.
Zencani'nin dosyası, İran tarihinin en büyük yolsuzluk dosyası olarak tanımlanıyor. Geçen hafta yolsuzluktan idam edilen iş adamı Hüsrevi dosyası ise Zencani'den sonra geliyordu.
İranlı iş adamı Babek Zencani, yıllarca İran'a uygulanan BM ambargosunu deldiğini itiraf etmişti. Zencani, tutuklanmadan iki gün önce yazdığı 'Gerçek Nedir' başlıklı yazısında; "İran Merkez Bankası'na ve İran Ulusal Petrol Şirketi'ne uygulanan ambargoya rağmen buralara yıllarca para aktardım. Ambargoyu delerek kendi şirketlerimin ve yurtdışında ortaklığım bulunan şirketlerin kara listeye alınmasını göze aldım. Eğer Amerikalıların eline düşseydim kendimi Guantanamo'da bulurdum" demişti.
Nasrallah: Teröristlerle mücadele ederken nasıl terörist olabiliriz?
Hizbullah lideri Hasan Nasrallah, bugün yaptığı konuşmada, "Biz, oybirliğiyle terör örgütü olarak kabul edilen bir örgüte karşı savaşıyoruz. O zaman biz nasıl terörist olabiliriz?" diye sordu.
Hizbullah Genel Sekreteri Hasan Nasrallah, Hizbullah komutanı Ali Fayyad'ın Suriye'nin Halep kentinde öldürülmesinin ardından bugün bir konuşma yaptı. Hizbullah lideri, Körfez İşbirliği Konseyi'nin kendilerini ‘terör örgütü' ilan etmesi ve bölgedeki gelişmeler hakkında açıklamalarda bulundu.
‘IŞİD ŞİİLERDEN DAHA ÇOK SÜNNİLERİ ÖLDÜRDÜ'
IŞİD'le savaşmaları için, gelen talep üzerine Irak'a gizlice generaller gönderdiklerini açıklayan Nasrallah, sözlerini, "Irak'a neden müdahale ettik? İstatistik olarak, IŞİD, Irak'ta Şiilerden daha çok Sünnileri öldürdü. Irak hükümeti, bilim insanları ve halk yardım istedi ve en yüksek ses Ayetullah Ali Sistani'nindi. Bizden yardım istendi. Onların liderlere ve generallere ihtiyacı vardı — askerlere değil. Gece yarısı birkaç kişiyi aradık ve onları Irak'a gönderdik. Görevimizin farkındayız. Obama, Irak'ta IŞİD'in işgal ettiği toprakların yüzde 40'ının geri alındığını söylüyor. Bunu kim yaptı? Siz mi biz mi?" şeklinde sürdürdü.
Nasrallah'ın konuşmasından satır başları şu şekilde:
— Suudi Arabistan'ın sinirlenmesini anlıyoruz, çünkü başarısız olan herkes sinirlenebilir.
— Biz, oybirliğiyle terör örgütü olarak kabul edilen bir örgüte karşı savaşıyoruz. O zaman biz nasıl terörist olabiliriz?
— Lübnan ordusu, Lübnan halkı, Lübnan direnişi Lübnan'ı koruyor. Körfez'deki Araplar değil.
— Bizim terör örgütü olarak ilan edilmemizin sebebi, tüm dünyada ezilenlere umut vermemiz.
— Bugün Suudi Arabistan Lübnan'a kızgın. Hizbullah'a da kızgın olabilir, bunu anlıyorum. Çünkü bize karşı sürekli yeniliyor.
‘ARAP REJİMLERİ İSRAİL'E KARŞI KOYANLARA KOMPLO KURDU'
— Özellikle Suudi rejimi olmak üzere Arap rejimleri her zaman İsrail'e karşı koyanlara yönelik komplo kurdu.
— Bazı Arap krallıkları İsrail'in koruması olmadan yola devam edemeyeceklerini biliyor.
— Arap ülkelerine diyoruz ki, bizi rahat bırakın. Sizden hiçbir şey istemiyoruz.
— Suudiler Yemen'de kaybediyor ve bu, onları savaş suçu işlemeye itiyor.
— Suriye'deki savaşa dahil olmak bizim görevimiz.
Davutoğlu İranda
Cihangiri ve Davutoğlu, ikili ilişkilerin geliştirilmesine vurgu yaptılar
İran ve Türkiye'nin büyük ve etkili komşu ülkeler olduklarını belirterek, iyi ve gelişmekte olan ilişkilerin bölgenin geleceğini de olumlu yönde etkileyeceğini söyledi.
Cihangiri, iki ülke arasında son yıllarda ikili ticaret hacminin 30 milyar doları hedeflendiğini de hatırlatarak; ama bazı nedenlerden dolayı maalesef bu rakamın gerçekleşmediğini ve 2015'de ticaret hacminin 2013 ve 2014 yıllarına göre daha da düştüğünü ve 13 milyar dolara gerilediğini söyledi.
Bu arada Türkiye başbakanı Ahmet Davutoğlu da, ticaret hacminin 2-3 yıl içinde 30 milyar dolara ulaşacağını söylerken, “İran’la tercihli ticaret anlaşması sonrası gümrük duvarlarını tümüyle indirecek bir yaklaşımı benimsemeyi düşünüyoruz” dedi.
Davutoğlu, Türkiye ile İran’ın kadim komşu ve dost iki ülke olduğunu vurgulayarak, “Bu zemin üzerinde şimdi artık bu coğrafyaları ve halklarımızı birleştiren yeni bir anlayışla yaklaşmamız lazım bu da karşılıklı müzakere anlayışı değil aynı tarafta düşünerek, potansiyelimizi maksimum düzeyde hayata geçirme, potansiyelimizi en üst düzeyde dünya ekonomisiyle rekabette öncülük edecek şekilde devreye sokma” dedi.
Davutoğlu, Türkiye ve İran’ın coğrafyaları, ekonomik yapıları itibarıyla birbirini tamamlayan özelliklere sahip olduğunu belirterek, “Batı Asya’da Türkiye, İran’ın Avrupa’ya açılan kapısı, İran ise Türkiye’nin Asya’ya açılan kapısı. Bu bize ulaştırma ve lojistik alanında olağanüstü imkanlar sunuyor. Bugün karayolu, demiryolu ulaşımı ve hava yolu ulaşımı konularında kapsamlı değerlendirmelerde bulunduk ve çok güçlü bir iradeyle önümüzdeki dönemde bu alanlarda ciddi hamleler yapma kararı aldık. Önümüzdeki dönemde Mersin Limanı ile Bender Abbas Limanı arasında, Trabzon Limanı ile Bender Abbas Limanı arasında, Türkiye’deki hızlı tren koridoruyla, İran’da Tahran’dan Tebriz’e doğru ilerlemesi planlanan hızlı tren koridoru arasında irtibatlarımızı güçlendireceğiz” diye konuştu.
Bölgedeki en dinamik pazarın Türkiye ve İran olduğuna dikkat çeken Davutoğlu “İran riyali ve Türk lirası arasında doğrudan ulusal para birimlerinin kullanılması, eskiden beri aldığımız bir karardı. Önümüzdeki dönemde de bankacılık sistemimizin daha aktif şekilde, iki ülkenin ekonomilerini desteklemesi için de biz devreye gireceğiz ve daha çok sayıda Türk bankasının İran’da çalışmasını, daha çok İran bankasının Türkiye’de faaliyet göstermesini temin edeceğiz” dedi.
Davutoğlu, İran’ın da turizmde keşfedilmemiş bir hazine olduğunu belirterek, Türk işadamlarına yatırım tavsiyesinde bulundu. Davutoğlu, enerji ve ulaştırma konularında da ortak yatırımlar konusunda mutabakata varıldığını da belirtti.
Davutoğlu:Dostluğumuzu İran’a ispatladık
Türkiye Başbakanı Ahmet Davutoğlu, İran Cumhurbaşkanı Birinci Yardımcısı İshak Cihangiri ile Tahran’da yaptığı görüşmede Türkiye’nin Nükleer Program sürecinde dostluğunu İran’a ispatladığını ayrıca İran ve Türkiye işbirliğinin bölgedeki çatışma ortamını sonlandırmada etkili olacağını belirterek, “Geçen hafta düzenlenen başarılı İran seçimleri nedeni ile İran halkını kutluyorum” dedi.
Davutoğlu ayrıca Dışişleri Bakanı olduğu dönemde İran Nükleer Programı’nın çözüme kavuşturulması için gösterdiği çabayı hatırlatarak, “Bu konuda gösterdiğim çabalar dolayısıyla sevinç duymaktayım” dedi ve “Nükleer Program konusunda İran zor günler yaşarken tüm gücümzle İran’ın yanında yer aldık. Dostlar zor günlerde belli olur ve biz de dostluk sınavını geçerek bunu İran’a isbatladık” diye konuştu.
Davutoğlu, Cihangiri ile birlikte katıldığı ortak basın toplantısında İran’a karşı uygulanan yaptırımların kalkmasından her ülkeden daha ziyade Türkiye’nin sevinç duyduğunu da ekleyerek, “Yaptırımlar hedeflenen 30 milyar dolarlık ticaret hacmine ulaşmamız konusunda büyük bir engeldi ve işte bu engel kalkmış durumda” dedi.
Başbakan Davutoğlu, iki ülkenin bazı konularda farklı görüşlere sahip olduğnu da hatırlatarak, “Ama İran ve Türkiye arasında çok köklü komşuluk ilişkileri mevcuttur ve ortak coğrafi havzayı paylaşmaktayız” diyerek, “Enerji konusunda İran dünyanın en büyük üreticilerinden ve Türkiye ise en büyük enerji tüketicileri arasında. Turizm konusunda ise Türkiye dünyanın en çok turizm çeken ülkeleri arasında 6. sırada ve İran ise keşfedilmeyi bekleyen büyük bir potansiyele sahip ülkedir” dedi.
İran Cumhurbaşkanı Birinci Yardımcısı Cihangiri ile birlikte düzenlenen ortak basın toplantısnda konuşan Ahmet Davutoğlu sözlerinin devamında ise, “İran ve Türkiye işbirliği bölgede devam etmekte olan mezhepsel ve etnik çatışmaları bitirme konusunda çok etkili olacaktır” dedi.
Ruhani: "Ankara ve Tahran Suriye’de Hemfikir"
İran Cumhurbaşkanı Ruhani, Tahran ile Ankara’nın Suriye’nin toprak bütünlüğünün korunması ve ateşkesi desteklediğini söyledi.
İran haber ajanslarının aktardığı habere göre, İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani Türkiye ile aralarında ‘savaşın durması ve evsiz kalan insanlara yardım sağlanması’ konularında hiçbir farklılık olmadığını söyledi.
Ruhani’nin bu açıklamaları Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun Tahran ziyaretinin hemen ardından geldi.
Başbakan Davutoğlu iseİran Cumhurbaşkanı Birinci Yardımcısı Cihangiri ile ortak basın toplantısında şunları söylemişti:
“Bölgemizdeki kardeş kavgasının sona ermesi, etnik ve mezhebi çatışmaların durması için Türkiye ile İran’ın ortak bazı perspektifler geliştirmesi büyük bir önem taşımaktadır.
Görüş ayrılıklarımız, farklı kanaatlerimiz olabilir ancak bölgemizin kaderini bölge dışı aktörlere bırakmamalıyız”
Her iki taraftan yapılan bu açıklamaların neticesi ne olur bilinmez ama birbirinden vazgeçemeyen iki ülke arasında siyasi ilişkilerin sürekli olarak anlaşmazlıklar üzerine kurulu olması dikkat çekici.
Davutoğlu, geçtiğimiz Ağustos ayında Zarif'in iptal ettiği Türkiye ziyaretinin ardından üst düzeydeki ilk ziyaretini gerçekleştirdi.
Ziyaretin İran'da yapılan seçimlerin ardından gerçekleşmesi de başka bir dikkat çekici nokta.
Ekonomik çıkarlardan pay almak için Türkiye de atağa kalkmış durumda.
İRAN’IN GELİŞMİŞ TEKNOLOJİYE SAHİP YENİ TANKI “KERRAR” GÖRÜCÜYE ÇIKTI
“KERRAR” tankı İran’ın Savunma Bakanı Hüseyin Dehkan tarafından son günlerde açıklanan en yeni askeri araçlarındandır.
Bu tank, Savunma Bakanının yaptığı açıklamaya göre teknolojik olarak “Ti 90” tankından bir adım daha ileridedir. İran’ın ürettiği ilk tank “Zülfikar” adındaki tanktır.
İsrailli Subay: "İran En Büyük Tehdit!"
Al-Monitor sitesinde yazan Ben Caspit, İsrail'in korkusunu ve İran'ı nasıl tehdit olarak algıladığını yazdı.
Medya Şafak tarafından Türkçeye çevrilen analiz makale şöyle:
İsrail, İran'ı en büyük tehdit olarak görüyor
Bu haftanın başında, isminin belirtilmemesi şartıyla konuşan üst düzey bir İsrailli subay Rusya'nın Suriye'deki eylemlerini keskin bir dille eleştirdi ve İsrail'in yüzleştiği, gelişmekte olan radikal Şii ekseninden kaynaklı tehlikelere değindi.
İsrail ordusunun üst kademesinde yer alan bu subay, İsrail'in yönetim aygıtı içinde İran-Şiilik-Hizbullah tehlikesini İsrail için radikal Sünni koalisyondan çok daha ciddi bir tehdit olarak gören yetkililerin pozisyonunu yansıtan iğneleyici sözler kullandı.
Bu yetkili şöyle konuştu:
"Bizler Şii ve Sünni eksenleri arasındaki titanlar savaşındayız. Bu tarihsel bir olay ve neslimizin en büyük destanı. Bu denklemde bizim kimin iyi kimin kötü taraf olduğunu tayin etmemiz imkansız. Herkesten yana dikkatli olmamız gerekiyor. Bununla birlikte, yine de Sünni radikal ekseni Şii eksen ile karşılaştırdığımda kimin daha tehlikeli olduğu benim için çok açık. İslam Devleti'nin başarılarına olan tüm saygımla birlikte, Sünni tehdidi 'aynısının bir başkası' cinsinden. Tanıdığımız, alıştığımız bir şey. Fakat öte yandan Şii ekseni İran'da üslenmiş halde. Dünya doğalgaz rezervlerinin %25'ine, petrolünün de %11'ine hakim bölgesel bir güçten söz ediyoruz. Çok görkemli bir insani sermayeye, bilim, teknoloji, altyapı, operasyonel yetenekler ve siber gelişmelerde yüksek kapasiteye sahip bir ülke. İran, Irak, Suriye, Hizbullah ve şimdilerde de ayrıca Rusya Sünni eksen karşısında hizalanıyor ve buna bizi sersemleten bir şekilde ABD'nin önderlik ettiği bir uluslararası koalisyon da dahil ki bu bizi endişelendirmeli. İran'ın hemen kapımızın eşiğinde oturmasını mı istiyoruz? De facto olarak Irak, Suriye ve Lübnan'ı yöneten ve Rusya'nın desteğinden faydalanan bir ülke olan İran'ın bu mücadeleyi kazanmasını mı istiyoruz? Ayrıca bir nükleer devlet olmanın eşiğinde olma pozisyonunu koruyan bir ülkeden bahsediyoruz."
Bu yetkili Rusya'nın müdahalesi konusunda da çok net ve sivri idi:
"Bu gelişme İsrail için çok kötü oldu, bu durum radikal Şii eksenini dikkate değer bir biçimde güçlendiriyor. Ruslar Şiilerin durumuyla çok ilgili olduklarından değil bu. Gerçekte istedikleri şey tüm Kafkasya'yı çalkalayan Sünni uyanışının dizginlerini ele geçirmek. Ruslar Dağıstan ve Çeçenya'da savaştalar ve kendilerini tehdit eden Sünni dalgayı durdurmak istediklerinden Suriye'de eyleme geçtiler. Bu müdahaleleri her şeyi bozabilir, hatta İran'ın yardımıyla Esad'ın ve Hizbullah'ın nihai zaferine bile yol açabilir. Tüm bu hadiseler sonlandığında Esad'ın koltuğunda kaldığını ve buna ilaveten 7000 Hizbullah savaşçısı, 1000-2000 Devrim Muhafızı ve tüm dünyadan toplanmış binlerce Şii milisinin de Suriye'de kaldığını tasavvur edin. Tüm bunların İran gücü ve Rus desteğiyle ve hemen arka bahçemizde gerçekleştiğini düşünün."
Al-Monitor'un bu yetkiliye yönelttiği "Sünni eksen, özellikle de IŞİD hakkında da aynı endişeyi duyup duymadığı" şeklindeki bir soruyu da şöyle cevapladı:
"Hayır. Sünni eksenin çok şaşırtıcı başarıları olsa da tamamen izole edilmiş durumdalar ve herhangi bir önemli dış güçten destek almıyorlar. Karşılarında İran gibi bölgesel bir güçle desteklenen radikal Şii ekseni, Rusya gibi bir dünya gücü ve ABD'nin önderliğindeki uluslararası bir hava koalisyonu var. Dünyanın en büyük güçleri bunlarla savaşmasına rağmen onu gücünden yoksun kılamadılar, bu şaşırtıcı bir fenomen. Fakat yine de organize ve devlete benzer bir sistemden dağınık, çete benzeri bir aygıttan daha fazla endişe ediyorum. Son derece komplike bir durumdan bahsediyoruz ve hiç kimse bunun ne zaman ve nasıl biteceğini bilmiyor. Bunu Amerikalılara da söylüyoruz."
"Ve hala tarihin Doğu'dan gelen büyük imparatorlukların Yahudi halkına uğur getirmediğini ispatladığına inanıyorum. Bugün tanık olduğumuz şey Pers İmparatorluğu'nun geri dönüşüdür. İran ile Batı arasındaki nükleer anlaşma İran'ın nükleer programını on yıl veya biraz daha fazla süreliğine donduruyor fakat onun bir imparatorluk olmasının ve Ortadoğu'daki etkisini ve aktivitelerini arttırmasının yolunu açıyor. Bizim perspektifimizden bu gerçekten kötü haber. İran'ın düşmanlığı ve yüz yüze geldiğimiz tehdidin büyüklüğü bugüne kadar karşılaştığımız herhangi bir düşmana benzemiyor. İran uygarlığı bugün Arap ülkeleri arasında gördüklerimizden çok daha etkileyici, gelişmiş ve güçlü. Tüm bunlar bizi çok endişelendirmeli."