کارگر

کارگر

İslmi İran cumhurbaşkanı, Afganistan, Tacikistan, Pakistan, Azerbaycan Cum., Türkmenistan, Ermenistan, Türkiye, Kazakistan ve Özbekistan liderlerine ayrı ayrı gönderdiğe mesajlarda tarihi Nevruz bayramını kutladı.


Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani sözkonusu mesajlarda Nevruz'un barış, dayanışma, gönül birliği mesajı vererek, dostluk fidanının ekilmesi için en iyi zaman olduğunu belirtti.

Ruhani ayrıca Nevruz'un doğa ile dostluk ve doğaya saygı sembolü olduğuna işaretle, nevruz'un baharın ılımanlığına saygı duyan milletlerin geleneği ve kültürlerinin birleşmesi olduğunu ifade etti.

Cumhurbaşkanı Nevruz havzası ülkelerin bu gelenekten kaynaklanan zengin kültüre ihtiyaçları olduğunu, böylece İran'ın 5+1 ülkeleri ile vardığı nükleer anlaşması ve ardından yaptırımların kalkması ile dayanışma içinde yaşamak için yeni şartlar oluştursunlar./

Pazar, 20 Mart 2016 02:51

Zarif Ankara’da

İran Dışişleri Bakanı Muhammed Cevad Zarif, Türk makamlarla görüşmek için yarın Ankara’da . 

5 mart  tarihinde İran'a gelen ve Cumhurbaşkanı Ruhani ile görüşen Türkiye Başbakanı Ahmet Davutoğlu, Ankara'nın Tahran'la ikili ilişkileri geliştirmek istediğini ve bu ilişkilerin her alanda geliştirilmesi için her türlü işbirliğine hazır olduklarını bildirmişti.

Zarifle Çavuşoğlunun ortak basın toplantısı

 İRİB'in haberine göre, İran dışişleri bakanı Muhammed Cevad Zarif bugün Türkiyeli mevkidaşı ile ortak basın toplantısında İranla Türkiyenin ortadoğu gelişmelerine yönelik bakış açılarının birbirlerine çok yakın olduğunu ve İranla Türkiyenin Suriyenin vahdetine vurgu yaptıklarını belirtti.

Zarif İranın Suriye topraklarının parçalanmasına muhalif olduğunu İranın siyasetinin ülkelerin vahdeti ve hakimiyetine saygı ilkesine bağlı olduğunu belirtti.

Suriyede çatışmakta olan bütün taraflar ve gruplardan ateşkese saygı duymalarını isteyen Zarif İranın bütün Suriyeli tarafları Suriye kirizinin bitmesine yönelik diyalog sürecini sürdürmelerine çağırdı.

İran dışişleri bakanı İstanbulda bugün 4 kişinin ölmesi ve 30 dan fazla kişinin yaralanmasına neden olan bombalı saldırıyı Türkiye milletine başsağlığı diledi.

 

Zarif Erdoğan’la görüştü
Dışişleri Bakanı Muhammed Cevad Zarif, İstanbul temaslarının devamında Cumhurbaşkanı Erdoğan’la görüştü.

Dışişleri Bakanı Muhammed Cevad Zarif, İstanbul temaslarının devamında Cumhurbaşkanı Erdoğan’la görüştü.

İstanbul’da gerçekleşen bu görüşmeden önce Zarif Türk mevkidaşı Mevlüd Çavuşoğlu ile görüşmüştü.

İstanbul havaalanında gazetecilerin sorularına cevap veren Zarif, yaptırımlardan sonra başlayan yeni dönemde Türkiye ile en iyi iktisadi ilişkilerin peşinde olduklarını kaydetti.

Zarif ziyaretinin bir başka amacını bölgede yaşanan önemli gelişmeleri masaya yatırmak şeklinde ifade etti.

Pazartesi, 14 Mart 2016 02:13

Allah Hakkı ve Kul Hakkı

 Allah hakkı ve kul hakkı veya hakullah ve hakkunnas (Arapça: حق‌اللّه و حق‌الناس), Fıkıh ve hukukta yer alan ünlü iki kavramdır. Allah hakkından maksat, Allah’ın kulları üzerindeki hakları; kul hakkından maksat ise can, mal ve ırz güvenliği dâhil olmak üzere insanların bir birlerine olan haklarıdır. Tüm dini vazifelerin Allah hakkı yönü olduğu gibi bazılarının kul hakkı yönü de vardır.

Bu haklardan bazıları vacip, bazıları ise müstahaptır. Vacip bir hakkın zayi edilmesi durumunda tövbenin yanı sıra vacip namazların kaza edilmesi veya insanlara ait (çalınan, gaspedilen veya haksızlıkla alınan) malların sahibine geri verilmesi gibi bir çok yerde bu hakların telafi edilerek eda edilmesi gerekir. Kul hakkı tövbe ile bağışlanmamaktadır. Bunun için tövbenin yanı sıra hakkına geçilen insanın haklarının iade edilmesi veya hak sahibinin hakkını helal etmesi gerekir.

Kur’an-ı Kerim’in en uzun ayeti, kul hakkı ile ilgilidir. Hadislerde Allah ve kullarının haklarının eda edilmesine oldukça vurgu yapılmış ve insanın boynunda bulunan kul hakkının kişinin dualarının kabul olmamasına neden olacağı ileri sürülmüştür.

Etimoloji

Allah hakkı ve kul hakkı, fıkıh ve hukukta yer alan ünlü iki kavramdır. Allah hakkından maksat, Allah’ın kulları üzerindeki hakları; kul hakkından maksat ise can, mal ve ırz güvenliği dâhil olmak üzere insanların bir birlerine olan haklarıdır. Tüm vacip ve haram hükümler Allah hakkıdır.(1) Mali veya mali olmayan başkalarını kapsayan haklar, aynı zamanda kul hakkı veya insan hakkıdır da. Bu iki terimin edebiyat ve yaygın örfte daha has bir manası vardır: Başkaları için hukuki bir etkisi olmayan, yalnızca Allah’a yakınlık için yerine getirilen ibadet hükümleri, Allah hakkı olarak belirtilmiş, buna karşın, kişilerin kendilerine has dünyevi hak ve çıkarlarını korumak ve onların haklarını tespit için konulmuş haklara kul veya insan hakkları denmiştir.(2)

Bazı fakihler, hakları (özellikle kul hakkının Allah hakkı mukabilinde kullanıldığı zaman) üç bölüme ayırmaktadırlar: halis kul hakkı: insanların can ve malına riayet etmek gibi haklar; halis Allah hakkı: namaz, oruç kılmak gibi haklar; Allah hakkı ve kul hakkı: zekât ve hums gibi Allah ve kul hakkı yönü olan haklar.(3)

Hadislerde ve fıkıh kaynaklarında, kul hakkı yerine; abd/kul hakkı, kulların hakkı, insan hakkı, insanların hakları ve Müslümanların hakları gibi ifadeler kullanılmıştır.(4)

Kur’an ve Hadislerde Hakların Önemi

Allah hakkı ve kul hakkının Kur’an’da çok özel bir yeri vardır. Bir çok ayette namaz, Allah haklarının sembolü, zekât ise kul haklarının sembolü olarak zikredilmiştir.(5) Mutaffifin, Hucurat ve Hümeze gibi sureler, kul haklarına yöneliktir. Kur’an-ı Kerim’in en uzun ayeti olan Bakara suresinin 282. Ayeti de kul hakkı ile ilgilidir. Allame Tabatabai, tüm Allah haklarını iki cümle ile özetlemiştir: dini öğrenmek ve amel etmek.(6) Açıktır ki bu iki konu tüm dini vacip ve haramları kapsamaktadır.

Kul Haklarının Yeri

Bazı hadisler, kul hakkını Allah hakkından daha önemli bilmiştir, zira kul hakkı, aynı zamanda Allah hakkıdır, ancak Allah hakkı kul hakkı değildir. Her kim günah işlerse fakat Allah’a borçlu olur, ancak insanların haklarının zayi olmasına neden olan bir şey yaparsa, Allah hem hak sahibi olur.

Şia İmamları (a.s), müminlerin haklarını eda etmekten daha üstün bir ibadet çeşidi yoktur demişlerdir. (notlar1) Yine mümine borçlu kalmak ve hakkında hıyaneti müminin konumundan uzak bilmektedirler.(notlar2) İmam Hüseyin (a.s) Aşura gecesi yârenlerinden üzerinde kul hakkı olanların ordusunda yer almamasını istemiştir.(notlar3) İnsanların tövbesi bile Allah ve kul haklarının eda edilmesi ile kabul olmaktadır.(notlar4)

Hz. Resulullah Efendimizden (s.a.a) nakledilen “menahi hadisi”nde; kişi yerine getirme gücü olduğu halde boynunda olan hakkı ödemezse, her gün amel (defterine) zalim bir reisin günahı kadar günahın yazıldığı belirtilmiştir. Altıncı imam, Hz. İmam Cafer Sadık (a.s), insanın kıyametteki en zor halinin zekât ve humusa müstahak olanların kişinin önünü keserek hakkını istedikleri: Allah’ım! Bu kişi malının zekât ve humusunu bize vermedi, dedikleri ve Allah’ın da bu kişinin iyiliklerini onlarla değiştirdiği, haldir demiştir.

Dini açıdan, kul hakkı insanların malına özgü değildir, insanın can ve ırzını da kapsamaktadır.(notlar5) Hatta insanları yersiz bir şekilde korkutmak, huzursuz etmek, rahatsız etmek de kul hakkı olarak sayılmış ve kıyamette ağır cezaları gerektirmektedir.(notlar6)(notlar7) Alay etmek, iğnelemek, kişinin şahsiyet ve onuruyla oynamak, sırlarını ifşa etmek de şiddetle yasaklanmış haklardandır.(notlar8)notlar9) İnsanlara zulüm ve kul hakkı, aynı zamanda duaların kabul olmama nedenlerindendir.(notlar10)

İmam Seccad’ın Hukuk Risalesi

Allah ve kul haklarının açıklayan en kapsamlı ve en veciz hadislerden birisi İmam Seccad’dan (a.s) nakledilen hukuk risalesi adlı hadistir. Bu hadiste İmam Zeynel Abidin (a.s) Allah’ın en önemli haklarını, imamların, yöneticilerin, cemaat imamlarının, anne, baba, eş, çocuk, komşu, öğretmen, öğrenci… Haklarını belirtmiştir.

Teşhis Ölçüsü

Allah hakkını kul hakkından ayırmak ve teşhis etmek için bir takım kaideler belirtilmiştir. Bunların en önemlilerinden birisi Allah hakkının umumi ve kamu yararı yönünün bulunması, kul hakkının ise ihtisasi ve özel bir yönünün bulunmasıdır. Yine Allah hakkı, (günahkâr kişinin tövbe etmesi gibi bazı özel durumlar dışında) (zarara uğrayan) insanların razı olması ile insanın boynundan kalkmaz ve hakeza Allah hakkı olan günahlarda (zina gibi, bireyin) kendisine karşı yapılan haksızlık ve suçu bağışlaması ile cezalandırma işlemi sakıt olmaz, oysa bazı kul hakları, bağışlanma veya intikal özelliğine sahiptir.

İran Yüksek Yargı Konseyinin görüşüne göre, suçlarla ilgili konularda, her zaman Allah hakkı ve suçun umumi olma yönü dikkate alınarak tercihte bulunulmakta ve kişilerin razı olmaları cezaların düşmesine neden olmamaktadır…(7) İran Yüksek Yargı Konseyinin görüşüne “Birey veya belli bir toplumun zararına neden olan suçlar kul hakkı; düzen ve sistemde kargaşa ve düzensizliğe neden olan, sosyal ve umumi haklara zarar veren suçlar ise Allah hakkı olarak sayılmaktadır…”(8)

Bu İki Hak Arasındaki Farklı Hükümler

Halis ve mutlak olarak nitelenen Allah ve kul hakları, özellikle yargı ve şehadet baplarında derin farklara sahiptir. Bu farkların en önemlisi şuradan kaynaklanmaktadır ki (bilhassa suçlar ve cezalandırmalar konusundaki) Allah hakları ile ilgili hükümler, hoşgörü, tolerans ve hafifletici sebeplere tabidir, buna karşın kul hakları dikkat, titizlik ve ihtiyata tabidir.(9) Buna göre, şüphe ve kuşku durumlarında hududun icra edilmemesi söylenmiştir.(10)

İkisi arasındaki farklardan bazıları şunlardır:

* Allah hakkının yargıç ve hâkim karşısındaki ispatı daha zordur, zira Allah hakkı; bir erkek ve iki kadının tanıklığı veya erkeğin yeminle birlikte tanıklığı veya kadınların yalnızca tanıklığı ile ispat edilememektedir, ancak buna karşın bazı kul hakları, bu tanıklıklarla ispat edilebilmektedir.(11)

* Allah hakkıyla ilintili konuların icra edilmesi birisinin talep etmesine bağlı değildir, ancak kul hakkında hak sahibinin bunu talep etmesi gerekmektedir.(11)

* Allah hakkında “teberrü şehadet” kabul edilmekte, ancak bazı fakihlere göre, kul hakkı olduğu yerlerde hak sahibinin yargıçtan şehadet talep etmesinden sonra yargıcın şahitlerden istemesi ile ikame edilmektedir.(12)

* Kul hakkı olan yerlerin aksine Allah hakkı olan yerlerde yargıç, suçluyu ikrar etmekten vazgeçirebilir.(14)

* Allah hakkı olan yerlerde, yargıcın orada olmayan kayıp kişi hakkında yargı ve hükümde bulunmaya hakkı yoktur.(15)

* Allah hakkı ile ilgili davalarda, müştekinin şahidi olmaz ve sanık da ikrar etmezse iki taraftan da yemin etmesi istenmez.(16)

Allah Hakkı

Yalan konuşmak, namahreme bakmak, zina etmek… gibi bazı günahlar tövbe ile temizlenmektedir. Ancak namaz kılmamak gibi bazı günahlar, tövbenin yanı sıra namazların kaza edilmesine de gerektirmektedir.

Kul Hakkı

Hırsızlık, faiz, gıybet, töhmet, iftira, dil yarası, onurla oynanması… vb. gibi günahlar, Allah’a istiğfar ve tövbenin yanı sıra, kişi veya kişilerden helallik alınması ve haklarının telafi edilmesini de gerekli kılmaktadır. Hatta Allah yolunda şehit olmak bile bu tür günahları telafi etmemektedir.(notlar1)

Ergenlik ve Buluğ Öncesine Ait Kul Hakları

Eğer bir kişi çocukluğunda birey veya bireylere zararda bulunmuşsa, borçlu, tazmin etmeye mecbur ve sorumludur. Eğer çaldığı veya gasp ettiği mal halen mevcutsa onu geri vermelidir; eğer mal mevcut değilse bir şekilde onu telafi etmeli veya mal sahibini razı ederek helallik almalıdır. Eğer hak sahibi ölmüşse varislerine kişinin hakkını geri vermelidir...(17)

Çocukların anne ve babaları çocuklarının zarar ve ziyanlarını o anda telafi edebilir ve çocuklarını bu şekilde başkalarına borçlu bırakmayabilirler. Bu hem çocuklara konunun önemini vurgulamış olur ve hem de başkalarının haklarına saygılı olmalarını sağlar.

Notlar

“ما عُبِدَ اللّه بِشَیء اَفضَلُ مِن اَداء حَقّ المُؤمن”, Mizanu’l-Hikmet, c. 2, s. 481.
Ebu Sumame şöyle diyor: “İmam Bakır’ın (a.s) yanına giderek şöyle dedim: ‘Fedanız olayım! Ben Mekke’de yaşamak isteyen birisiyim, ancak Mürcie mezhebine mensup birisi benden alacaklıdır ve ben ona borçluyum. Sizin görüşünüz nedir; vatanıma dönüp o kişiye olan borcumu mu ödemeliyim? Yoksa o kişinin batıl bir mezhebe mensup olduğunu göz önünde bulundurarak borcumu geciktirerek bu şekilde Mekke’de mi kalmalıyım?’ İmam Muhammed Bakır (aleyhi selam) şöyle buyurdu: ‘Alacaklı olduğun kişinin yanına git ve borcunu öde. Öyle bir şekilde yaşa ki ölüm anında ve Allah’la mülakat ettiğinde boynunda başkalarının bir alacağı ve talebi olmasın, zira mümin asla hıyanet etmez.” Biharu’l-Envar, c. 103, s. 142.
Musa bin Umeyr adlı bir kişi İmam Hüseyin’in (a.s) babasının imamın yârenlerinin arasından ayağa kalkarak yüksek sesle şöyle demesini emrettiğini nakletmektedir: ‘Halka borcu olan kimsenin benim ordumun içinde bulunmaya hakkı yoktur. Zira medyun olup da ölen ve sonra borcu eda edilmeyen kimse yoktur, ancak borcundan dolayı ateşe atılır. “ناد فی الناس ان لا یقاتلن معی رجل علیه دَینٌ” İhkaku’l-Hak, c. 19, s. 430.
Naha hanedanı ileri gelenlerinden birisi İmam Bakır’ın (aleyhi selam) huzuruna gelerek şöyle dedi: ‘Ben Haccac’ın (katliamları ile meşhur vali) zamanında her zaman tağut hükümetlerin komutanlarından biriydim. Tövbe edersem tövbem kabul olur mu?’ İmam (a.s) sustu ve bir şey demedi. Adam yeniden sordu. İmam Bakır (a.s) bu kez şöyle buyurdu: ‘yapamazsın, ancak tüm hak sahiplerinin haklarını vermen gerekir.” “لا، حتّی تؤدّی الی کل ذی حق حقّه”, Kâfi, c. 2, s. 331.
 Hz. Resulullah Efendimiz (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Müminin her şeyi; ırzı, namusu, malı ve kanı haram ve muhteremdir.”  الْمُؤْمِنُ حَرَامٌ کُلُّهُ عِرْضُهُ وَ مَالُهُ وَ دَمُ, Biharu’l-Envar, c. 74, s. 160.
Hz. Resulullah Efendimiz (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Her kim mümin birisini üzer ve ardından tüm dünyayı ona bağışlarsa, bu onun kefareti olmaz ve karşılığı sayılmaz.”, مَن اَحَزن مُومِنا ثُم اَعطاهَ الدُنیا لَم یکُن ذَلک کَفارتُه ولَم یوجَر عَلیه Kâfi, c. 5, s. 125.
Hz. Resulullah Efendimiz (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Her kim bir mümine korkutmak için bakarsa, Allah Azze ve Celle, Allah’ın gölgesi dışında hiçbir gölgenin olmadığı (kıyamet) günde onu korkutur.” El-Kafi, c. 2, s. 369.
İmam Muhammed Bakır (a.s) şöyle buyurmuştur: “Her kim mümin birini başka müminlerin içinde maskara eder alaya alırsa, en kötü bir biçimde ölür ve hiçbir zaman hayır yüzü görmemesinin yeri vardır.” El-Mahasin, c. 1, s. 101.
İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Her kim birisinin bir yanlış yaptığını anlar, onu gizlemez ve ifşa ederse ve ardından tövbe etmezse, Allah nezdinde günah işleyen ve müminin günahını ifşa etme günahını da üstlenen kişi gibi olur, öyle ki Allah günah işleyen müminin günahını onuruna sürülen lekeden dolayı bağışlar.” Hakunnas, Rahimi, Abbas, s. 117.
İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Sizlerden her kim duasının kabul olmasını istiyorsa, kazancını temizlemeli, insanların haklarını geri vermelidir. Şüphesiz Allah, karnında haram (lokma) olanın veya kullarından birinin hakkı üzerinde olanın duasını yukarı kaldırmaz (yani kabul etmez). Biharu’l-Envar, c. 90, s. 321.
İmam Bakır (a.s) şöyle buyurmuştur: “Şehitten akan ilk kan, günahlarının kefaretine neden olur, ancak kefareti eda edilmesine bağlı olan üstündeki borçlar (mal, para, hak) hariç. Vesailu’ş-Şia, c. 13, s. 85.
ABNA24.COM

WİKİSHİA.NET

Dipnotlar

“أَكْبَرُ حُقُوقِ اللّهِ عَلَيْكَ مَا أَوْجَبَهُ لِنَفْسِهِ تَبَارَكَ وَ تَعَالَى.” İmam Zeynel Abidin, Hukuk Risalesi.
Kitabu Mustalahat el-Fıkh, s. 215.
El-Mebsut fi Fıkhi’l-İmamiye, c. 8, s. 163; el-Kavaid ve’l-Fevaid, fi’l-Fıkh ve’l-Usul, kısım. 2, s. 42, 43.
Kafi, c. 7, s. 220, 413; Vesailu’ş-Şia, c. 28, s. 57, 29 ve c. 29, s. 174.
El-Mizan, c. 20, s. 97.
El-Mizan, c. 2, s. 444.
Ayini Dadresi Keyferi, c. 1, s. 162, dipnot.
Sukut Mücazat der Hukuk Keyferi İslam ve İran, s. 114.
Şeraiu’l-İslam, kısım, 4, s. 875.
Mesaliku’l-Efham, c. 13, s. 469.
El-Mebsut fi Fıkhi’l-İmamiye, c. 7, s. 248, 249.
Dirasat fi Velayeti’l-Fakih, c. 2, s. 201.
Mebabi Tekmiletu’l-Minhac, c. 1, s. 107.
Mukaddes Erdebili, c. 12, s. 91.
Bkz. İbn Kudame, c. 11, s. 486.
El-Mebsut fi Fıkhi’l-İmamiye, c. 8, s. 215, 216; İbn Kudame, c. 12, s. 127, 128.
Camiu’l-Mesail Fazil, c. 1, s. 387.
Kaynaklar

* Pejuh Websitesi.

* Danışnamei Cihan İslam.

* Mahmut Ahundi, Ayini Dadresi Keyferi, c. 1, Tahran, ş. 1368.

* İbn İdris Hilli, Kitabu’s-Serair el-Havi Li-Tahriri’l-Fetava, Kum, 1410.

* İbn Abdusselam, Kavaidu’l-Ahkâm fi Mesalihu’l-Enam, Beyrut, 1998.

* İbn Kudame, el-Muğni, Beyrut ofset baskısı, 1983.

* Mecmua Ceraim ve Mücazat ha, Tahran, Muavinet Pejuheş, Tedvin ve Tankih Kavanin ve Mukarerat, üçüncü baskı, ikinci tashih, 1385.

* Şiri, Abbas, Sukut Mücazat der Hukuk Keyferi İslam ve İran, Tahran, merkez İntişarat Cihad Danişkahi Şehit Beheşti, 1372.

* İbn Kudame Mukeddesi, eş-Şerhu’l-Kebir, Rıza Üstadi, Hakkullah ve Hakkunnas, Nur Ali.

* Hürrü Amuli, Ali Hüseyni Milani, Kitabu’l-Kaza, Takrirat Dersi Ayetullah Gulpeygani, Kum, 1413.

* Ahmed Huseri, Nazariyetu’l-Hukm ve Mesadiri’t-Teşri fi Usulu’l-Fıkhu’l-İslami, Beyrut, 1986.

* Muhsin Hekim, Müstemseku’l-Urvetu’l-Vuska, Kum ofset baskısı, 1404.

* Ebu’l-Kasım Hoi, Mebani Tekmletu’l-Menahic, 1975.

* Vehbet Mustafa Zuheyli, el-Fıkhu’l-İslami ve Edilletuhu, Dımeşk, 1984.

* Muhammed bin Mekki Şehidi Evvel, el-Kavaidu ve’l-Vefaid, fi’l-Fıkh ve’l-Usul ve’t-Arabi, Abdulhadi Hekim baskısı, Necef, Kum ofset baskısı.

* Zeynuddin bin Ali Şehid Sani, Mesaliku’l-Efham ila Tenkihu Şeraiu’l-İslam, Kum, 1413.

* Muhammed bin Hasan Tusi, el-Mebsut fi Fıkhi’l-İmamiye, Tahran, el-Mektebetu’l-Murtazeviye, 1387.

* Hasan bin Yusuf Allame Hilli, Tahriru’l-Ahkâm eş-Şeria ale Mezhebi’l-İmamiye, İbrahim Bahadiri baskısı, Kum, 1420.

* Kuleyni, Kâfi.

* Ali bin Muhammed Maverdi, el-Havi el-Kebir fi Fıkhi Mezhebi’l-İmami Şafi, Şerh Muhtasar el-Mezeni, Ali Muhammed Muavvez ve Adil Ahmed Abdulmevcut, Beyrut, 1994.

* Cafer bin Hasan Muhakkik Hilli, Şeraiu’l-İslam fi Mesaili’l-Hilal ve’l-Haram, Sadık Şirazi baskısı, Tahran, 1409.

* Ali Meşkini, Kitab Mustalahat el-Fıkh, Kum, ş. 1379.

* Ahme bin Muhammed Mukaddes Erdebili, Mecmeu’L-Faide ve’l-Burhan fi şeri İrşadi’l-Ezhan, c. 12, Kum, 1414.

* Muhammed Ali bin Hüseyin Mekki Maliki, Tehzibu’l-Furuk ve’l-Kavaidi’s-Sünnet fi’l-Esrari’l-Fıkhiyye, Ahmed bin İdris Karafi.

* Hüseyinali Muntezeri, Dirasat fi Velayeti’l-Fekih ve Fikhi’d-Devleti’l-İslamiye, Kum, 1411.

* Muhammed Hasan bin Bakır Necefi, Cevahiru’l-Kelam fi Şerhi Şerai’l-İslam, Beyrut, 1981.

* Ahmed bin Muhammed Mehdi Neraki, Müstenedu’ş-Şia fi Ahkami’ş-Şeriat, c. 17, Kum, 1419.

Pazartesi, 14 Mart 2016 01:57

Ehlibeyt Türbeleri Kırmızı Çizgimiz

Ruhani, "İran, Irak ve Suriye'deki Şii türbeleri İran'ın kırmızı çizgisi, terör örgütleri buralara saldırırsa yanıtımız da sert olur" dedi.

İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani, İran, Irak ve Suriye'deki Şii türbelerinin İran'ın kırmızı çizgisi olduğunu ifade ederek, terör örgütlerinin buralara saldırması sonucu verilecek yanıtın da sert olacağını söyledi.

Ruhani, Tahran'da şehitleri anmak için gerçekleştirilen forumda yaptığı konuşmasında, "Ehlibeytin tüm Şii türbeleri bizim kırmızı çizgimizdir. Terör örgütlerinin bu türbeleri hedef alması halinde, bunu hoş karşılamayız" dedi.

Gençlerin İran'daki ve komşu ülkelerdeki türbeleri savunmaya hazır olduğunu kaydeden Ruhani, İran'ın türbeleri korumak için de olası yollara başvuracaklarını kaydetti. Hasan Ruhani, İran'ın terör örgütlerinin Ehlibeyt türbelerine saldırmak istemeleri halinde terörizme karşı duracağını sözlerine ekledi.

ABD’de bir mahkeme, İran’ı 11 Eylül kurbanlarının ailelerine ve bazı sigorta şirketlerine 10 milyar doların üzerinde tazminat ödemeye mahkum etti. 11 Eylül’le İran’ın kanıtlanmış bir doğrudan bağı bulunmuyor, ancak saldırıyı düzenleyen çok sayıda Suudi vatandaşının kendi devletleriyle ve ABD’yle olan ilişkileri biliniyor.


ABD’de New York Bölge Yargıcı George Daniels, 11 Eylül 2001’deki El Kaide katliamında ölen kişilerin ailelerine İran’ın tazminat ödemesine hükmetti.

Bloomberg‘de yer alan habere göre, yargıcın kararında, ölenlerin ailelerine ve sigorta şirketlerine toplam 10.5 milyar dolar ödenmesina karar verildiği yazıyor.

Bu paranın 7.5 milyarı ailelere, kalanı ise binaların gördüğü zarar nedeniyle sigortacılara verilecek.

Yargıç Daniels’e göre, İran devleti, 11 Eylül saldırganları ile ilişkili olduğuna ilişkin iddialar konusunda kendini savunmada “yetersiz kalmıştı.”
Ancak birçok belge, ayrıca eski cihatçıların tanıklıkları, 11 Eylül saldırıları ile Suudi Arabistan ilişkilerini ortaya seriyor.

Örneğin, Zacarias Moussaoui, 46 yaşında Fransız asıllı bir cihatçı. 11 Eylül 2001’de Dünya Ticaret Merkezi’ne yapılan El Kaide saldırısının ardından, terörizm suçlamasıyla ABD’de ömür boyu hapse mahkum oldu.

Zacarias, 11 Eylül saldırganlarının saldırıdan önce uçuş dersi aldığını, bu derslerin Suudi bir prens tarafından finanse edildiğini söylemişti.

CIA, 2015 yılında, 11 Eylül saldırıları hakkındaki raporunu yayımlamıştı.
Raporun “Suudi Arabistan’la İlgili Meseleler” başlığını taşıyan 30 sayfalık son bölümünün ise yalnızca 1 sayfası sansürsüz olarak kamuoyuyla paylaşılmıştı.

Suudi Arabistan’ın 11 Eylül saldırılarıyla ilişkisinin araştırıldığı bölümün kalan 29 sayfası ise yine gizli tutulmuştu.

Öte yandan, Suudi Kraliyeti’nin, 1980’lerde Sovyetler Birliği’ne karşı savaşan Afgan “mücahidleri” ABD ve Pakistan ile birlikte finanse ettiği ve silahlandırdığı, artık herkesin bildiği bir gerçek.

İmam Hamanei, Uzmanlar Meclisi üyelerine hitaben yaptığı konuşmada İranlı bazı sorumlu makamların ” dünya ile iyi ilişkiler içerisinde olmalıyız” sözlerine işaretle şöyle dedi: ABD ve Siyonist Rejim dışında tüm dünya ile ilişki kurmalıyız elbet. Ancak bilmeliyiz ki, dünya Batı ve Avrupa’dan ibaret değildir.

Leader.ir’in haber sitesinde yayımlanan habere göre, Rehberlik Fakihler Meclisi Başkanı ve üyelerini kabul eden İmam Hamanei görüşmede, İran halkının 26 Şubat seçimlerine görkemli ve çok anlamlı katılımını ve halkın bu seçimlerle gerçekte İslam nizamına olan bağlılığını bir kez daha ilan ettiğini takdir ederek, Rehberlik Fakihler meclisi ve İslami Şura Meclisinin yeni dönemdeki vazife ve önceliklerini açıkladı.

Ülkenin mevcut döneminde üç temel önceliği hatırlatan İmam Hamanei bugün nüfuz ve sızma meselesinin oldukça önemli ve ciddi bir konu olduğunu belirterek, ülkenin gerçek manada kalkınma ve gelişmesinin tek yolunun ekonomik, kültürel, siyasi alanlarda ülkenin iç yapısı istihkâmı ve korkunç küresel sindirim organında sindirilmemek olduğunu belirtti.

“Halk bu yüksek katılımla gerçekte İslam nizamına olan güvenini somut biçimde göstermiştir” diyen İmam Hamanei, muhtelif seçimlerde birilerin seçilip birilerin seçilmemesinin doğal olduğunu belirtti ve yeni dönemde seçilerek meclise girmeye hak kazanan Rehberlik Fakihler meclisi üyelerinin seçim süresince gösterdikleri çabalarından dolayı teşekkürlerini bildirerek, “elbette bazı büyükler var ki onların oy getirmeleri veya getirmemeleri kendi kişilik ve şahsiyetlerinde her hangi bir sakınca oluşturmamakta, baylar Yezdi ve Misbah bu şahsiyetlerdendir, onların bu meclisteki varlığı bu meclisin ağırlığının artmasına sebep olurken onların olmaması da Fakihler meclisi için bir hüsrandır.

İmam Hamanei konuşmasının devamında İslam nizamında seçimlerin özelliklerini bilhassa 26 Şubat seçimlerinin özelliğini sıralayarak, “halkın seçimlere katılma konusundaki özgürlüğü bu özelliklerden biridir ve İran’da seçimlere katılmak mecburi değil, halk tüm seçimlere coşku, iştiyak ve fikirle katılmaktadır.

İslam nizamında seçimlerin rekabete dayalı olmasının bu seçimlerin ikinci özelliği zikreden İmam Hamanei, 26 Şubat seçimlerinin tamamen rekabete dayalı bir seçim olduğunu, zira muhtelif kanatlar ve kişiler muhtelif slogan ve başlıklarla seçimlere katıldığını ve radyo televizyonun da rehberlik fakihler Meclisi adaylarının hizmetinde olduğunu ve tümünün gerçek manada bir rekabet gösterdiklerini söyledi.

“Seçimler atmosferinin güvenlik ve huzur” içinde düzenlenmesinin son seçimlerin en belirgin hususlarından olduğunu belirten İmam Hamanei, “Çevremizdeki ülkelerde halkın yaşamı güvensizlik ve terör olaylarıyla iç içe olduğu bir dönemde (İran’da böylesine muazzam ve böylesine geniş halk katılımlı bir seçim en ufak acı bir olay yaşanmaksızın düzenlendi. Öyle ki Tahran şehrinde halk sabah saat sekizden gece yarılarına kadar tam bir güvenlik içinde oy sandıklarının başında hazır oldular” dedi.

Seçimlerin düzenlenmesinde güvenliğin sağlanması için katkıda bulundukları için Emniyet teşkilatı, İstihbarat bakanlığı, içişleri bakanlığı, muhafızlar ordusu ve halk seferberlik güçlerine takdir ve teşekkürlerini bildiren İmam Hamanei, “Sağlık ve emanetçilik”in bu seçimlerin özelliklerinden bir başkası olduğunu belirterek, düşmanların tüm propaganda ve yaygaralarına ve hatta ülke içinde bazılarının iddialarına rağmen, İslam nizamında seçimlerin her zaman sağlıklı düzenlendiğini ve kesinlikle hiçbir zaman seçimlerde etki yaratılması için organize bir tutumun sergilenmediğini belirtti.

26 Şubat seçimlerinin 2009 seçimlerinin geçersiz olduğunu iddia edenlerin sözlerinin geçersiz ve gerçek dışı olduğunu bir kez daha gösterdiğini belirten İmam Hamanei, son seçimler sağlıklı olduğu gibi 2005 ve 2009 seçimlerinin de dâhil daha önceki seçimlerin de sağlıklı olduğunu söyledi.

Bu seçimlerde oy getirmeyen kimselerin oldukça necip davranışlarda bulunmalarının 26 Şubat seçimlerinin özelliklerinden biri olduğunu hatırlatan İmam Hamanei, 2009 seçimlerinde oy getirmeyenlerin necip olmayan davranışları ve fitneye sebebiyet vererek ülkeye masrafa sebebiyet v erip düşmanları tamaha düşürenlerin aksine bu seçimlerde yeterli oyu elde edememelerine rağmen seçimlerin galiplerine tebrikte bulunduklarını ve bunun ise çok muazzam ve değerli olduğunu belirtti.

İmam Hamanei bu hususla ilgili son söz olarak da, 26 Şubat seçimlerinde halkın İslam nizamına güvenini bir kez daha açıklamasının, nizam ve halk arasında iki kutupluluk oluşturmak ve seçimlerin itibarını zedelemek isteyen düşmanların çabası karşısındadır.

İmam Hamanei bir kez daha son aylarda anayasayı koruma konseyine yönelik yapılan saldırılara temasla, istemeyerek düşmana uyarak anayasayı kollama konseyine saldıranları eleştirerek, “Anayasa’yı Koruma Konseyi”nin kendi görevini ciddiyetle yerine getirdiğini ve sorun olması durumunda da bunun yasaya ait olduğunu ve ıslah edilmesi gerektiğini belirtti.

20 Gün içinde 12 bin kişinin salahiyetinin incelenmesinin yasal bir sorun olduğunu ve bu sorunun giderilmesi gerektiğini, yasayla ilgili bu sorundan ötürü “Anayasa’yı Koruma Konseyi”nin suçlanmaması gerektiğini belirten İmam Hamanei, salahiyetler konusunda ise, “Şartlara haiz olmaksızın bir kişinin seçimler için salahiyeti nasıl onaylanabilir? İnsan Allah karşısında nasıl cevap verebilir?” diye sordular.

“Anayasa’yı Koruma Konseyi adaylığını açıklayan bir kişide gerekli yasal şartları elde edemezse onun salahiyetini onaylayamaz, bu ise bir hata değil bilakis yasanın gereğinin yerine getirtilmesidir” diye Ayetullah Hamanei, “Anayasa’yı Koruma Konseyi”nin İslam İnkılâbının ilk başından itibaren müstekbirliğin saldırısına uğrayan İran İslam cumhuriyeti nizamı kurumlarından biri olduğunu hatırlatarak, “Anayasa’yı Koruma Konseyi” aleyhinde her türlü yıkıcı girişimin, gayri İslami, kanun dışı, şeriat dışı ve inkılâp karşıtı bir girişim olduğunu bildirdi.

Salahiyetleri teyit olmayan kişilerin de doğal olarak rahatsız olabileceklerini, ama bu kişilerin “Anayasa’yı Koruma Konseyi”ni kötülememeleri gerektiğini bilakis yasal metotlarla ilgili itirazlarını takip etmeleri gerektiğini belirten İslam İnkılâbı Rehberi daha sonra 26 Şubat seçimlerinin mesaj ve özelliklerini açıklayarak, halkın sahnedeki varlığı ile kendi görevlerini yerine getirdiklerini ve şimdi ise kendi sorumluluklarını yerine getirme sırasının yetkililerde olduğunu bildirdi.

İmam Hamanei konuşmasının devamında İslam Nizamının en önemli organlarından biri olarak Rehberlik Fakihler Meclisinin yeni dönemdeki görev ve sorumluluklarını açıklayarak, “Rehberlik Fakihler meclisi”nin vazifesi, inkılâpçı kalmak, İnkılâpçı Düşünmek ve inkılâpçı amel etmek olduğunu söyledi.

İmam Hamanei, ülkenin gelecek liderinin seçiminde bu üç özelliğin riayet edilmesinin, “Rehberlik Fakihler Meclisi”nin en temel görevlerinden olduğunu belirterek, ülkenin gelecek liderinin seçiminde her türlü mülahazalar, çekingenlikler ve maslahatçılıklardan kaçınmak gerektiğini ve sadece Allah, ülkenin ihtiyacı ve hakikat ilkesinin dikkate alınması gerektiğini söyledi.

Bu büyük görevde her hangi bir aksamanın meydana gelmesi durumunda kesin nizamın ve ülkenin gidişatının temelinde sorun oluşabileceğini belirten İmam Hamanei ayrıca ulema, büyükler ve güzide şahsiyetlerin Rehberlik Fakihler meclisinde bulunmasına temasla, bu meclisin üyelerinin temel görevlerinden bir başkasının da halkın talep ve sorunlarının yetkililere aktarılması, hakikatlerin halk için aydınlatılması olduğunu söyledi.

İmam Hamanei daha sonra hükümet yetkililerinin sorumluluk ve görevlerini hatırlatarak, ülkenin mevcut şartlarında hükümet yetkililerinin, direniş ekonomisi, ülkenin bilimsel hareketindeki hızın devam ettirilmesi ve ülke, halk ve gençlerin kültürel koruma altına alınması gibi üç temel önceliği ve görevi dikkate alması gerektiğini belirtti.

Ülkenin ekonomik sorunlarının direniş ekonomi siyasetleri uygulanmaksızın çözümlenemeyeceğini ve ekonomik kalkınmanın da gerçekleşmeyeceğini belirten İmam Hamanei, hükümetin direniş ekonomisi karargâhı oluşturması ve bu karargâh için de bir komuta belirlemesinin kararlaştırıldığını, bu konuda bir takım çalışmaların yapıldığını ve bu çabanın hissedilebilir olması gerektiğini söyledi.

İmam Hamanei şöyle dedi: Hükümet yetkilileri, kendi ekonomik faaliyet ve çabalarını direniş ekonomisine tamamen uyumlu kılmalı, her işbirliği ve ekonomik programda ölçü, toplu akıl ve tefekkür sonucu hazırlanmış olan direniş ekonomisi siyasetleri olmalıdır.

“Bilimsel Hareket hızının korunması” olan ikinci önceliğini de açıklayan İmam Hamanei , “Eğer dünyada kudret, izzet ve kaynak olmayı istiyorsak, bilimi takviye etmeliyiz ve bilimsel hareketin durmaması gerekir. Bilimsel ilerleme ciddiyetle sürdürülmelidir. Zira onun sonuçlarından bir kök ekonomik bilim olacaktır” dedi.

Hükümet yetkililerinin üçüncü önceliklerini de hatırlatan İmam Hamanei , kültürel masuniyet sağlamak için ilk önce be hedefe inanmak gerektiğini ve daha sonra onun için gerekli plan yapılarak çaba harcanması gerektiğini belirterek, “bu üç öncelik hükümet yetkililerinin ciddi gündemine alınması durumunda sonucu ülkenin gerçek manada kalkınması olacaktır” dedi.

İnkılâpçı özelliklerin korunması, cihadi hareket, milli-İslami kimlik ve onurun korunması ve küresel dünyanın kültürel,  ekonomik ve siyasi sindirim organında sindirilmemenin kalkınma ve gelişmenin diğer gereklerinden olduğunu hatırlatan İmam Hamanei konuşmasının devamında nüfuz etmek ve sızmak için düşman’ın planlarına temas ederek, “dakik bilgiler uyarınca müstekbirlik ve Amerika’nın ülkeye nüfuz etmek için ciddi planları mevcuttur. Elbette bu sızma ve nüfuz darbe türünden değil zira onlar çok iyi biliyorlar ki artık İslam Cumhuriyeti Nizamı oluşumunda böyle bir şeye imkân yoktur, bunun için öteki iki yolu kullanarak sızmaya çalışıyorlar” dedi.

Halk ve yetkililerin hedef alınmasının düşman’ın iki önemli amacı olduğunu belirten İslam İnkılâbı Rehberi, “düşman’ın yetkililer içine sızmak istemesinden amacı ülke yetkililerinin hesaplarını değiştirmektir, bu durumda artık direkt müdahaleye gereği kalmaz ve sorumlu kişi ise farkına varmaksızın bile düşman’ın istediği kararları almaktadır” dedi.

Batının hıyanetlerini unutturmak için halkın inançlarının değiştirilmesinin düşmanın planlarından bir başkası olduğunu ve sürekli olarak İslam cumhuriyeti ve yetkililerinin niçin bu kadar batı ve Amerikan düşmanı olduğunu sorgulamaya çalıştığını hatırlatan İmam Hamanei, “Biz batıdan zarar gördük, batının bize karşı ne yaptığını unutmamak gerekir. Ben batıyla ilişkilerin kesilmesinden yana değilim ama kiminle teamül halinde olduğumuzun farkında olmalıyız” dedi.

Batının Gacar döneminden beri İran halkına karşı düşmanlığından bazı örnekleri hatırlatan İmam Hamanei, “Gacar sultanlarının zaafı, batılıların baskısına ve İran’dan imtiyaz koparmasına ve halkımızın ilerlemesinin durmasına sebep oldu. Daha sonra Rıza hanı ve ardından oğlunu iktidara getirdiler ve daha sonra 19 Ağustos 1953 tarihinde milli hareketini sindirerek, despot SAVAK örgütünü kurdular” dedi.

İran’a karşı uygulanan yaptırımların bu düşmanlıkların bir başka örneği olduğunu, İslam nizamının batıya karşı düşmanlık gibi bir niyetinin olmadığını bilakis bu ülkede bağımsız bir yapının temelini attığını ama asıl onların düşmanlığı başlattığını belirten İmam Hamanei , Avrupa’nın da yaptırımlar ve düşmanca propagandalar gibi muhtelif meselelerde Amerika’nın siyasetlerine uyduklarını hatırlatarak, “Bizler ülkeden, halktan ve tarihten sorumluyuz ve eğer düşmanların düşmanlığı karşısında yiğitçe ve kudretle direnmeyecek olursak, onlar ülke ve halkı yutacaklar. Onlara böyle bir şey için müsaade etmememiz gerekir” dedi.

Tüm dünya ile teamül içinde olmalıyız hususunda bazı yetkililerin açıklamasına da değinen İmam Hamanei , elbette ki Amerika ve İsrail haricinde tüm dünya ile ilişki içinde olmalıyız ama bilmeliyiz ki dünya Avrupa ve batıyla sınırlı değil” dedi.

130 ülkenin Tahran’da düzenlenen bağlantısızlar konferansına katıldığını da hatırlatan İmam Hamanei, bugün güçlerin dünyaya yayıldığını, dünyanın doğusu ve Asya bölgesinin de geniş bir bölge olduğunu belirtti.

İlk olarak batılıların İran’a karşı düşmanlık başlattıklarını ve şimdi de nüfuz peşinde olduklarını belirten İmam Hamanei , düşman’ın İran’a bilimsel, kültürel ve ekonomik açıdan nüfuz etmek ve sızmak için, üniversiteler ve bilim adamları ile ilişki, zahirde bilimsel konferanslara katılmak ve kültürel faaliyetler maskesi altında güvenlik organlarına görevli göndermek gibi 10 yol takip ettiğini, İran’ın içten güçlü ve zengin olması durumunda, şu anda İran’a tehditler savuranların İslam nizamı ile ilişki kurabilmek için sıraya geçeceklerini belirtti.

“Şu anda batılılar tarafından gelgitler olmakta ama bu gelgitler şimdiye kadar olumlu hiçbir sonuç vermemiştir ve somut olarak bu gelgitlerin nasıl bir sonuç vereceğinin kesinleşmesi gerekir, aksi takdirde sadece kâğıt üzerinde varılan anlaşmanın bir faydası olmaz” diyen İslam İnkılâbı Rehberi, ülke yetkililerinin zahmetlerini takdir ederek, 37 yıllık tecrübenin düşünce, siyasi, iktisadi, kültürel ve bilimsel açıdan kudretli olmamız gerektiğini gösterdiğini, bu merhaleye varıldığında ise gerçek izzeti elde edeceğimizi söyledi.

İmam Hamanei ayrıca  Hz. Fatimei Zehra (sa)ın şehadet günleri dolayısıyla taziyetlerini bildirerek, o hazretin taziye merasimlerinde, ihtilafa sebep olacak konuların dillendirilmemesine dikkat edilmesi gerektiğini, zira şeytani müstekbirlik cephenin bugünkü siyasetinin Şia ve Sünni arasında ihtilaf çıkarmak olduğunu söyledi.

İmam Hamanei, “Elbette konum, edep ve çıkarlar dikkate alınarak tarihin beyan edilmesinde hiçbir sorun yoktur. Ama ihtilaf ve kine sebep olmaması gerekir” ifadesini kullanarak bugün bölgede var olan savaş ve çatışmaların tamamen siyasi amaçlı olduğunu belirterek, İslam düşmanlarının bu ihtilafları kolay kolay son bulmayacak şekilde mezhebi ihtilaflara çevirmeye çalıştıklarını ve bizlerin bu korkunç hedefe yardımcı olmamız gerektiğini söyledi.

İmam Hamanei , Ehlibeyt’in (as) mübarek türbelerinin korunması ve müdafaasında Ehli Sünnet kardeşlerin de varlığına ve şehit olmalarına ve onların ailelerinin bu şehadetle övünmelerine temas ederek, aziz din ulemasının, Ehli Sünneti rahatsız ederek, Amerikalılar ve Siyonistlerin tefrikacı planlarının hayata geçmesine zemin hazırlamamaları gerektiğini söyledi.

Cumartesi, 12 Mart 2016 03:24

iİlim ve Hikmet Sahibi Olan Alimler

’’Kim zalim bir yönetici karşısında sessiz kalırsa dilsiz şeytandır.’’

‘’Onlar öyle seçkin kimselerdir ki Allah’ın gönderdiği emirleri duyururlar, Allah’tan korkarlar ve O’ndan başka kimseden korkmazlar. Hesap görücü olarak Allah yeter.’’33/39

İlahi risalet görevini yüklenmiş Resuller ve onların izini takip eden ilim ve hikmet sahibi olan alimlerin kimliğini yüce Allah yukarıdaki ayetle açıklar. Önce omuzlamış oldukları ilahi görevi yerine getirmek istediklerinde Allah’tan başka kimseden korkmayacaklarını beyan eder; zira rabbani olan alimler yaratılış felsefesini bildikleri için fıtratda var olan gerçeğe uygun hareket ederler. İnsan fıtratının bu gerçeği insana kazandırmış olduğu insani kimliğinin çağırısında şu ayetin manası yatar.

 ‘’Andolsun ki biz, Allah’a kulluk edin ve Tağut’tan sakının diye (emretmeleri için) her ümmete bir peygamber gönderdik.’’ 16/36

İlim e hikmet sahibi alimler, ilahi çağrıya kulak vererek İslam dışı yönetimlerin yöneticisi olanları Allah’a kulluğa ve tağuttan uzaklaşmaya davet ederler. Bu daveti yaparlarken hiç bir levm edicinin levminden ve hiç bir müstekbirin zulmünden korkmazlar. Ve şu ayete dayanırlar:

‘’Ey peygamber! Allah sana ve seninle beraber olan müminlere yeter.’’ 8/64 

Mümin gönüller ve inanmış kalpler sığnak olarak ilahi yardımdan başka bir gücü varlık aleminde görmediği için hergün beş vakit namazda yaratanlarıyla şöyle irtibat sağlarlar:

‘’ İyyakeneabudu ve iyyakenestein <Sadece sana ibadet eder, yalnız seden yardım dileriz>’’ 1/5

İlim ve hikmet sahibi olan alimler evreni dikkatle inceledikleri için sonsuz kudret sahibi olan rabbin eşyada nasıl tecelli ettiğini görürler. Buna binaen tek güç ve kudret sahibi olan Allah’a yakinen iman ederler. Bu iman, cazip görünen herşeyin bir gün solacağını ve yok olacağını hakikat aynasından gösterir. İman sahibi olan, solmaya ve yok olmaya mahkum olanlar için değerli yaratılışını onun hizmetine sunmaz, belki onu yaratılışına göre kullanarak dünya ve ahiretini kazanmak için kendi hizmetine sunar. Resuli ekrem şöyle buyurur:

’’İnsanların en şerli ve kötüsünü size haber vereyim mi?

- Evet ya Resulallah!

Dünyası için ahiretini satanlardır. Bundan daha kötüsünü ve şerlisini size haber vereyim mi?

- Evet Resulallah!

Başkaların dünyası için ahiretini satanlardır.’’

İlim ve hikmet sahibi alimler peygamberin bu yol göstericiliğini esas aldıkları için dünyayı ahiretleri için çalıştırırlar, dünyayı imar ederlerken ahiret yurdunu esas alırlar ve dünyayı ahireti için imar ederler.

İlim ve hikmet sahibi olan alimler İslami olmayan yönetimlerde hizmet için görev almazlar, gayri İslami düzenler karşısında onurlu duruş sergiliyen ilim ve hikmet sahipleri, onları fıtratlarındaki var olan hakka ve adalete davet ederler, küfür, zulüm ve şirk karşısında asla boyun eğmez ‘Zillet bizden uzaktır’ derler ve korkusuzca mücadele ederler. Çünkü korku diye bir şey onların kalbinde olmaz, zira herşey Allah’a dönecektir, herşey fanidir, fani olanlar uğruna Allah’ın vermiş olduğu insani ve imani, değerlerini feda etmezler. Zira Allah’tan layıkıyla korkanlar alimlerdir.

‘’Kulları içinde Allah’tan ancak alimler, Allah’tan (gereğince) korkar. Şüphesiz Allah, daima üstündür, çok bağışlayıcıdır.’’35/28

İlim adamları imanlarının verdiği basiret nuruyla evrene baktıkları için yaratanla yakın ilişki kurar ve onun zatı karşısında kulluğu vazife bilir ve onun azametine uygun kulluğu gerçekleştir ve günah işlemekten sakınır ve korkarlar. Buna binaen Peygamberimiz şöyle buyurur:

’’ En büyük derece ve rutbe ilim derecesi ve rutbesidir.’’

İlim imanla birleşip kaynaştığı zaman insana yüce değerler kazandırır ve insanı mutmayın nefse ulaştırır, şu ayetin manasına mazhar eder:

‘’ Ey mutmayın nefis! Sen Rabbinden razı, O senden razı olarak dön rabbine! Sende katıl has kullarımın içine, gir cennetime!’’ 89/ 29-30

Mutmayın nefisten murad kalbinin derinliğindeki var olan gerçeğile Allah’ın vahdaniyetine iman edip onun göndermiş olduğu Resullere ve kitaplara gönülden inanmış ve verilen emirleri yerine getirerek Allah’a teslimiyetini beyan eden kişidir. İlim ve hikmet sahibi olanlar bu hakikatla aşina olanlardır. Çünkü peygamberi ekrem şöyle buyurur:

’’ İlim islam’ın hayatı, imanın sütünüdür. Kim ilim öğrenirse Allah onun ücretini tamam verir, her kim ilmile amel eder ve başkalarına öğretirse Allah ona bilmediklerinide öğretir.’’

Alimler hakikatin penceresini kainata açan peygamberin mubarek sözü ilim ve hikmetle evrenin işleyişine yaklaşarak sonsuz kudretin işleyişini müşehade ederek ilmile amil, sözünde sadık ve yaşantısında samimi bir hayatı şekilledirerek insanlara örnek olacak bir hayatı sunarlar. İlim ilahi rıza uğruna elde edildiği zaman sahibine izzet şahsiyet ve büyüklük verir, hiç bir surette dünyevi çıkar ve menfaat uğruna onu satmazlar.

Özellikle gayri islami olan yönetim ve idarelerde görev almadıkları gibi o yönetimleri islamileştirmek için mücadeleden asla geri durmazlar. Yöneticiler karşısında azimle mücadele eder ve hakkı savunurlar, hakkı savunan bu alimere hakkı savudukları için Allah onlara bilmediklerini de öğretir ve onları rahmetile kuşatır. Allah Resulu şöyle buyurur:

’’Alimler yeryüzünü aydınlatan lambalardır, onlar enbiyanın takipçileri, benim ve benden önceki peygamberlerin varisleridirler.’’

Bu kadar ulvi bir makamda bulunan alimler, taşımış oldukları mirası yaşama ve yaşatmak ile peygamberlerin vermiş oldukları mücadeleyi sürdürürler. Bu mücadeleyi verirlerken hiç bir zalimin zulmünden korkmaz ve levm edicilerin levminden de çekinmezler. Padişahların sarayında, hükümetleri yönetiminde yer almaz asla ve asla dalkavukluk etmezler, ilimlerini de ucuza satmazlar, zalim idareciler karşısında velev ki dünyevi zararları olsa da hakkı söylerler.

Zalim kimdir diye sorulursa Maide suresinin 45. ayetinde cevap bulunur:

‘’ Kim Allah’ın indirdiğile hükmetmezse işte onlar zalimlerdir.’’5/45

Peygamberlerin vasıtasıyla insanlığı yönetim ve idaresi için göndermiş olduğu ilahi hükümlerle hükm etmeyenler ve yönetiminde ilahi hükümler olmayan idareciler zalim olarak bu ayette tanıtılır. İlahi hükümlerle hükm etmeyenleri üç katagoride izah eder.

Allah’ın hükmüyle hüketmeyen ve inkar edenler kafir olarak açıklanmıştır.

İlahi hükümleri inkar etmeyip ama ilahi hükümlerle amel etmeyen yöneticiler ise zalim olarak beyan edilmiştir.

Vazifesinin sınırlarını aşarak mesuliyetinin dışına çıkmışlarsa fasık hükmü verilmiştir.

İlim adamları, bu üç katagoride açıklaması yapılan yönetici ve idarecileriyle beraber olamayacakları gibi onlara karşı mücadele etme ve zalimin zulmünden alı koymaya çalışırlar. Zalimlere karşı sessiz kalmaları onların ilmi kimliğine aykırıdır, çünkü peygamber buyurmuştur:

’’Kim zalim bir yönetici karşısında sessiz kalırsa dilsiz şeytandır.’’

Netice olarak ilim ve hikmet sahibi olanlar, insanlığın önünde yürüyen aydınlık nurlarıdırlar, bunlar ilmi dünya için satmadıkları müddetçe ümmetin önderleri ve çobanlarıdırlar. Rabbani alimler ümmetin beyni ve kalplerinin nurudurlar, bunlar takip edilecek olunursa saadet ve mutluluk yolunda yürüdükleriden emin olmalılar.

İnsanlığın hayatını Allah’ın kitabına, Resulün sünnetine ve Ehl-i Beyt’in yoluna davet etme Rabbani alimlerin mukaddes görevleridir. İlahi görevini yapmakta olan ve Allah’tan korkan alimleri kendilerine önder ve rehber kabul eden insanlar saadet yurduna yüzü ak ve mutmayin bir nefisle gidecekler.

Asrımız insanına yüce Allah, büyük bir lutufta bulunmuş ve İslam ümmetinin rehberiyetine peygamber evladı ilmi ile amil Allah korkusuyla hayatını şekilledirmiş olan Ayetullahul uzma İmam Hamanei’yi göndermiştir. Yeryüzünün neresinde olursa olsun ümmetin üzerinde ona itaat etme bir vaziferdir, zira İslam ümmeti zalim ve sömürgeci devletlerin sultasından ancak bu makama itaatla kurtulacaktır.

Allah’ın selamı basiret gözüyle hakikat aynasına ibretle bakıp ders alanların üzerine olsun.

Muhammed Avci

The New Yorker gazetesinin manşeti, ultra-liberal rüyayı açığa çıkarıyor: “İranlı seçmenler katı muhafazakarlara bir mesaj verdi”. Hayır Robin Wright, Obama Acem ülkesinde Ronald Reagan’la savaşmıyor! Evet, yüksek katılım oranı ve sonuçlar Cumhurbaşkanı Ruhani için bir güç aşısı oldu. Ama hayır, hayır ve üçüncü kez hayır: İran Cumhurbaşkanı Ortadoğu’nun Angela Merkel’i olmaya hazır değil.

Varsayımsal okuma, manipülasyon, kaba propaganda: ana akım Batı medyası artık sürpriz yapmıyor. Amerikan ve İngiliz gazetelerinde yer alan, İran seçimleriyle ilgili haberler, hayalgücü üzerine kurulu bir liberalleşmiş İran betimliyor. Haberleri okuyunca, adeta neo-con'lar bir tür trans yaşıyormuş gibi bir görüntü oluşuyor. İran halen temel olarak İran tipidir; bu, Obama'nın dünyanın kafasını ütülediğinden farklı türden bir demokrasidir. Bu yüzden, İran seçimlerine dair basitleştirilmiş bir analiz arayanlar için, önceki Cuma günü yapılan seçimlerde gerçekte ne olduğuna bir bakalım.

Atlantic'ten New Yorker'a kadar ana akım medya kuruluşlarında muhtelif fikirler ve görüşler okuyabilir ve bu şekilde çok kısa bir süre içinde, Batılı yazarların İran hakkında ne kadar az şey bildiğini görebilirsiniz. Son birkaç gündür haber takipçilerine sunulan her türden yanlış bilgilendirmeye ve tek noktaya odaklı standartlara bakılırsa, Tahran Pluton'da bile olabilir. The New Yorker gazetesinin manşeti, ultra-liberal rüyayı açığa çıkarıyor: “İranlı seçmenler katı muhafazakarlara bir mesaj verdi”. Hayır Robin Wright, Obama Acem ülkesinde Ronald Reagan'la savaşmıyor! Evet, yüksek katılım oranı ve sonuçlar Cumhurbaşkanı Ruhani için bir güç aşısı oldu. Ama hayır, hayır ve üçüncü kez hayır: İran Cumhurbaşkanı Ortadoğu'nun Angela Merkel'i olmaya hazır değil. Elbette Batılı haber kuruluşlarının sahibi olan milyarderler, enerji rezervlerinde trilyonlar bulunan bir vekili sevecektir, ancak İranlıların yaptığı şey yalnızca Meclis'in bazı üyelerini değiştirmekten ibaret oldu. Halk, Washington ve Londra'nın bekleyen kollarına koşmadı.

Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani'nin çevresindeki “reformcular” yalnızca budur, bundan fazlası değil. İran değişiyor, bu kesin, fakat ülke, onyıllardır ülkenin yıkılmasına azmetmiş hegemonyaya katılmaktan çok daha ilerici bir stratejiye yöneldi. İranlıların Batıya yönelik tutumlarının kanıtı, Maryland Üniversitesi tarafından IranPoll.com aracılığıyla, 29 Ocak 2015-15 Ocak 2016 tarihleri arasında yapılan ve bu linkte yer alan örnek gibi çalışmalardan görülebilir. Bahsi geçen çalışmanın ortaya koyduğu dikkat çekici olgularan biri, İranlıların mevcut hükümetten memnuniyetsiz olduğu şeklindeki savın tam zıttı olan verilerdir. Buna göre İranlıların yalnızca çok küçük bir azınlığı özgürlüklerinin çok sınırlı olduğunu düşünüyor. Baskın çoğunluk, bu seçimden önce en önemli meseleler olarak görülen işsizlik ve ülkenin düşük performanslı ekonomisiyle baş etmek için yeni Meclis'e işaret ediyordu. Dahası, bu çalışma ve öteki çalışmalar bize, İranlıların büyük ölçüde ülkelerinin savaşın yıprattığı Suriye'de IŞİD'i ve öteki grupları yenilgiye uğratmak için Suriye hükümetine ve Rusya'ya yardım etmesini desteklediğini gösteriyor. Daha da önemlisi, araştırmaya dahil edilen insanların büyük çoğunluğu, ABD'nin Suriye müdahalesinin tek amacının Esad'ı devirmek olduğuna inanıyor.

İran gerçek anlamda ilerlemiş ülkeler arasında yerini alma yolunda büyük bir hızla ilerlerken, kesin surette kendi en iyi çıkarlarına odaklanmış durumda ve olması gereken de bu. İranlıların Rusya ve Çin hakkındaki görüşleri hayli olumlu ve en azından son birkaç yılda yapılan anketlerin çoğuna göre, bu olumlu yaklaşım zaman içinde de kaydadeğer düzeyde arttı. Bu esnada, Almanya hariç olmak üzere Batı ülkelerinin gösterdiği güvensizlik, herhangi bir ankete gerek kalmaksızın aşikar duruyor. Benim önde gelen İranlı işadamlarıyla yaptığım kişisel yazışmalar, bir başka önemli gerçeği daha teyit ediyor: İranlılar Amerikan halkı karşısında kesinlikle kuşkucu değil, yalnızca Amerikan hükümeti karşısında kuşkucu. İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani ve Dışişleri Bakanı Cevad Zarif ülke içinde yüksek oranda desteğe sahip, ancak bu yüksek destek oranlarının köktenci din adamlarından kurtulma yönündeki hayali arzularla hemen hemen hiçbir ilgisi yok. Bilakis Ruhani, bir altüst oluş olmaksızın değişim için mücadele edebilme becerisi nedeniyle saygı görüyor. İran'daki “katı muhafazakarlar” da çizgilerini, çok daha basit nedenlerden ötürü yumuşatıyor.

İran'ın insanları dar anlamda, Arap Baharı'nın barışçıl bir versiyonu olmadı. Tipik İranlı, Amerika'daki veya İngiltere'deki insanların çoğunun düşünebildiğinden çok daha akılcıdır ve dünyanın mevcut ekonomik durumunu anlama becerileri çok daha yüksektir. Öncelikle, nükleer anlaşmasının yürürlüğe girmesiyle bile İran'daki halkın yarısı, Amerika Birleşik Devletleri yöneticilerinin İran'a taviz verdirmeye çalışmak için baskı ve yaptırımlar yoluna gideceğine inanıyor. İşte, İran'ın “katı muhafazakarlık” hususundaki gerçek pozisyonuna ilişkin bazı başka rakamlar:

· Ankete katılanların %84'ü, Suudi Arabistan'ın bölgedeki etkisinin azaltılmasını destekliyor;
· Aynı %84, İran'ın bölgedeki etkisini arttırmasını destekliyor;
· Ankete katılanların %80'i, Suriye çatışmasının yayılmasını engellemenin hayati önemde olduğunu söylüyor;
· İranlıların tam %77'si bölgede ABD ve İsrail politikalarına karşı çıkmak gerektiğine inanıyor.

Görebileceğiniz gibi “katı muhafazakarlar” terimi, Batı basınının İran siyasetine ilişkin hemen hemen bütün analizlerinde hatalı kullanılıyor. Washington'daki düşünce kuruluşlarının ve şirket medyasının kalıcı hale getirmeye çalıştığı “fikir”, Amerikalıların 1979 yılında Başkan Jimmy Carter'ın 12170 nolu başkanlık kararnamesini yayınladığı zaman akıllarda bulunan İran'la aynıdır. Tahran'daki rehine krizi 37 yıl önce sona erdi, fakat başarısız politikalar takip eden yıllarda giderek kötüleşti. Irak İran'a saldırdığı zaman ABD yaptırımları sertleştirdi. Bill Clinton kendi döneminde İran'a yönelik yaptırımları daha da sertleştirdi. 1995 yılında Kongre baskıyı arttırdı, ardından 2005 yılında George W. Bush oyunu son aşamasına vardırdı ve bunu Barack Obama dönemindeki yeni yaptırımlar izledi. Şimdi ise birdebire, Tahran'da Amerikan demokrasisi çiçek açmaya başladı!

Birkaç yıl önce Washington İran'a yönelik “sakatlayıcı yaptırımlar”ı düşünürken, bazı dünya liderleri Obama'nın öncülük ettiği inisiyatiflere eşlik etme noktasında sessiz kaldı. Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov 2012 yılında, “İran ekonomisini boğmanın Batı ülkelerine yönelik daha da büyük bir memnuniyetsizlik yaratacağını ve negatif bir yönelime yol açma potansiyeli taşıdığı” ikazında bulundu. New York Times gazetesinden Laura Secor, İran'ın ilerlemesini bir “devrim”, “gelişmekte olan bir eser” olarak adlandırıyor ve zeki bir gazetecilik aracı olarak kullanıyor. Aptal diye küçük düşürmeyelim, Amerikalı gazetecilerin arasında böyleleri olabilir. “Cennetin Çocukları: İran'ın Ruhu İçin Mücadele” kitabının yazarının yücelttiği “merkezciler” en azından bir tür gerçekliktir. Batılılar yeniden şekillendirilmiş İran stratejileri ve sinerjisi ile, çalkalanan bir politik ekosistem, “doğru yolun” Batı yolu olduğu bir demokratik teraryum arasındaki ayrımı nasıl yapamadığını anlayamıyorum. İran hakkındaki Batılı konsept, “ya hep ya hiç” kavgasından ibarettir. Onlara göre ya Ayatullah Humeyni ABD'yi yok etmeye kararlı Şeytan'dır, ya da yeni bir siyasi filozoflar neslinin ülkeyi, Iowa'lıların ve California'lıların tolere edebileceği bir yere çevirmesi gerekecektir.

Gerçeklik, bu eğitimli akademisyenlerin ve dolgun maaşlı gazete yazarlarının bir tanesinin bile İran gerçekliğini kafalarında canlandıramadığıdır. ABD'nin ve müttefiklerinin gerçek anlamda boğduğu ülke, azalan getiriler kanunundan – düşük fırsat maliyetlerinden – etkilenmiştir ve bu gelecek nesiller için bugün kimsenin ayrımına varamadığı bir potansiyel yaratmaktadır. İsrail Filistinlilerle birlikte dünyayı yok edebilir ve nükleer silahlara sahip olabilir, Amerika dünya üstündeki herhangi bir yeri istila edip bunu meşrulaştırabilir, fakat İranlılar Şah gibi bir diktatörü başından atıp cezasız kalamaz. Hele hele nükleer reaktör inşa etmesi, Avrupa'ya bir miktar doğalgaz satması, Boston'dan farklı davranış biçimleri içinde olmaya cesaret etmesi asla kabul edilemez! Eh, tutsak edilmiş bir ekonomiden yola çıkıldığında, seçimde bazı sürprizler çıkması normaldir. Belki İran'daki şu “katı muhafazakarlar” artık o kadar da katı olmaz, yani örneğin bir BRICS üyesi ülke olarak İran'ın böyle sert bir muhafazakarlığa ihtiyacı olmaz, değil mi?

Phil Butler 

New Eastern Outlook

Cumartesi, 12 Mart 2016 02:24

İran’ın Caydırıcı Gücüne Vurgu

İran İslam Cumhuriyeti yetkilileri füze tatbikatının ardından yaptıkları açıklamada, İran'ın düşmana karşı caydırıcı gücüne vurgu yaptılar.


İran İslam İnkılabı Muhafızlar Ordusu Hava Uzay Kuvvetleri Komutanı, halkın güvenliğinin kırmızı çizgisi olduğunu ve Devrim Muhafızları'nın bu bağlamda kimseyle pazarlık yapmayacağını belirtti.
Katıldığı bir televizyon programında konuşan İslam İnkılabı Muhafızlar Ordusu Hava Uzay Kuvvetleri Komutanı General Emir Ali Hacizade, İran savunma ve füze kudretinin ülkenin kırmızı çizgisi olduğunu belirterek, son füze denemesinin kesinlikle KOEP anlaşmasına aykırı olmadığını bildirdi.
Amerika'nın İran'ın füze gücüne sahip olmasına karşı olduğunu ve bunun için de İran'ın güven içinde olmasını istemediğini belirten General Hacizade, Amerika'nın KOEP anlaşmasının ardından İran'ın füze kabiliyetini sınırlamak için kendi tüm casusluk ve baskı araçlarını devreye soktuğunu ve İran'ın böyle bir imkan elde etmesini engellemek istediğini söyledi.
Öte yandan İslam İnkılabı Muhafızlar Ordusu Genel Komutan Vekili General Hüseyin Selami, Devrim Muhafızlarının son füze tatbikatının düşmanlar için mesajının, İran'ın füze sistemini geliştirmede hiç bir gücün siyasi iradesine bağımlı olmadığını göstermek olduğunu söyledi.
General Selami, dün gece İRİB Kanal1'e yaptığı açıklamada, "Kadr" ve "Kıyam" adlı füzelerin geçen Salı ve Çarşamba günü denemelerinin yapılmasına temasla, İran'ın sözkonusu füzeleri denemesiyle dünyanın bir daha İran'ın caydırıcılık gücünü gördüklerini söyledi.
General Selami, İran füzelerinin kalite açısından dünyada günün en son teknolojisine sahip olduğunu belirterek, bu füzelerin İran'a yönelik yaptırımların bir sonucu olduğunu söyledi.
General Selami, düşmanlar İran'a karşı kötü niyetle hareket etmeye kalkıştıkları takdirde İran'ın balistik füzelerinin düşman hedeflerine doğru fırlatılmaya hazır vaziyette olduğunu bilmeleri gerektiğini belirtti.
İran İslam Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü de bu bağlamda bir açıklama yaparak, İran İslam Cumhuriyeti Silahlı Kuvvetlerinin son askeri tatbikatı ve bu tatbikatta kullanılan silahların kesinlikle Kapsamlı Ortak Eylem Planı KOEP'e aykırı olmadığını bildirdi.
İslam İnkılabı Muhafızlar Ordusunun son tatbikatıyla ilgili bir takım Batı kaynaklarının iddialarına tepki gösteren İran İslam Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Hüseyin Caberi Ensari, bu tatbikatın BM Güvenlik Konseyinin 2231 sayılı kararnamesini ihlal etmediğini ve bu yöndeki iddiaların tümünün boş olduğunu bildirdi.
Öte yandan İran Dışişleri Bakanlığı'ndaki bir kaynak, ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü John Kerby Dışişleri Bakanı John Kerry'nin İranlı mevkidaşı Muhammed Cevad Zarif ile telofonla görüşerek, Washington'un İran'ın füze denemesiyle ilgili endişesini Tahran'a ilettiği sözlerini tekzip etti. Bu görüşmenin İran Dışişleri Bakanı Muhammed CevadZarif'in Asya turunu sürdürmekte olduğu için gerçekleşmediğini bildirdi.
İslam İnkılabı Muhafızlar geçen hafta, İran'ın caydırıcı gücünü göstermek amacıyla yeni füze denemesi gerçekleştirmiş ve yer aldı füze silolarının görüntülerini yayınlamıştı.
İslam İnkılabı Muhafızları Ordusunca ülkenin dört bir yanında düzenlenen "Velayet İktidari" füze tatbikatında, uzun, orta ve kısa menzilli füzeleri ateşledi.
Bu tatbikatın son gününde Kadr F ve Kadr H uzun menzilli balistik füzeleri başarıyla test edildi.
Kadr füzeleri, İran'ın iç kesiminde yer alan Doğu Elborz dağlarından ateşlendi, 1400 kilometre yol katettikten sonra Umman sahilindeki hedeflere tam isabet etti.
Bu Tatbikat, dünya basınında geniş yankı buldu.015

Cumartesi, 12 Mart 2016 02:18

İlkeli ve Erdemli Olmak...

  Erdemli, onurlu, ilkeli olmak kadar, erdemli, ilkeli, onurlu kalmak ve yaşamak da önemlidir.  İslam dini insan onuru söz konusu olduğu zaman bunun üzerinde önemle durmuştur.

İnsanın adamlığı, dolayısıyla Müslümanlığı namaz, oruç ve benzeri ibadetler ile ölçülmez. İnsan ister namaz kılsın ister namaz kılmasın adamlığı erdemli, ilkeli, onurlu yaşayıp başkalarının onur ve haysiyetine duyduğu saygı ile orantılıdır. Hadislerimiz kişinin namazı, orucu sizi aldatmasın; kişinin yalan konuşup konuşmadığına, emanete riayet edip etmediğine ve ahde vefa gösterip göstermediğine bakılmasını tavsiye etmişlerdir. Zira başkalarının onur ve haysiyeti onurlu, erdemli ve gerçek Müslümanlar için hadis metinlerimizde emanet olarak kabul edilmiştir. İşte bu noktada adam olanları ve gerçek Müslümanları başkalarının emanet olan onur ve haysiyetlerine gösterdikleri titizlik ölçüsünde değerlendirmek gerekir. Zira bu insan hayatında en fazla önem verilmesi gereken bir konudur. Ama ne yazık ki menfaat ve çıkar ilişkileri, nefse tutsak, şeytana esir olma; ilkeli, erdemli ve onurlu olma kavramlarını bazılarının dünyasında yok etmiştir. Sadi Şirazi ne de güzel demiştir; “Allah gördüğü halde insanın ayıbını gizler, insan görmediği halde yaygara koparır.”

   Yaygaracılar erdemden, onurdan ve ilkeli olmak ve ilkeli yaşamaktan kopuk insanlardır. Böyleleri ilkeli ve erdemli olmaktan söz etseler bile ilkesiz ve erdemsizliğin şahlığını yaparlar. Yaygaracı olan insanlar erdemsiz ve ilkesizlerdir ve daima kusur ve noksanlık arayışı içerisinde olurlar. Kusur ve noksanlığı bulamadıkları zaman kendi hayal dünyalarında vesveselere kapılarak iftiralar üretmeye ve ürettikleri iftiraları da yaygaraya başlarlar ve kendileri gibi başkalarını da kendi yaygaralarına inandırmaya uğraşırlar. Yaygara üretenler de, yaygaralara inanlar da ilke ve erdemden uzak kimselerdir.

   Erdemli, ilkeli, onurlu olmanın zor olduğu günümüz dünyasında yaşamak ağır imtihanları gerektirir. Önemli olan erdemlilik ve ilkeyi bozmadan, onur ve haysiyeti koruyarak yaşayabilmektir. İlkeli ve onurlu insanların her konuda ölçüler “hak”dır. Zira İmam Ali (aleyhisselam) şöyle buyuruyor: "Gözlerinin gördüğü haktır, kulaklarının duyduğu çoğu şey ise batıldır." (Bihar'ul-Envar, c. 75, s. 196)  Onurlu, erdemli ve ilkeli insanlar bu kıstasa göre düşünürler, yaşarlar, konuşurlar ve yazarlar. Yine ilkeli ve erdemli insanlar okuduklarını, işittiklerini bu kıstasa göre değerlendirirler.

“Her şeyin bir ilkesi vardır. Dostluğun, düşmanlığın, ticaretin, siyasetin, sevginin, nefretin, rekabetin, ilim sahibi olmanın, hizmet etmenin, tebliğ etmenin, hacılığın, hocalığın, hatta hovardalığın bile bir ilkesi vardır.” Her şeyin bir ilkesi olur da adam gibi yaşamanın, mümin olarak yaşamanın bir ilkesi olmaz mı hiç. Elbette ki olur. Adam gibi olmanın, mümin olmanın ilkesi ise takva, Allah korkusu ve ihlas ile orantılıdır.
   Bugün sosyal anlamda bazılarının yaşantısında ilke halini alan ilkesizlik, eşine asla rastlanmayacak kadar garip ve bazılarının yaşantısında has bir hal almıştır.
   Medya da bazı siyasi ve dini içerikli tartışma programlarına baktığımız zaman, durum öyle akıl almaz bir hal aldı ki, söylemde, düşüncede, yaklaşımda ilke diye bir kavramdan söz etmenin bile imkânsız bir hal aldığı günleri yaşamaktayız. Dün emperyalizm ve siyonizme adeta kan kusanlar bugün emperyalizm ve siyonizmin ağzı ile konuşur olmuşlar. DünHizbullaha dua edenler bugün vahabiSuudi ve Arap krallarının ağzına bakarak Hizbullahın bir terör örgütü olduğunu dile getirmekteler. Dün her konuşmasında İsrail zulümlerinden söz edip, bu zulümleri tel’in edenler bugün sus pus olmuşlar. Dün bazı İslam ülkeleri hakkında kardeş İslam ülkeleri nitelemeleri yapanlar bugün aynı İslam ülkelerini düşman olarak addetmekteler.   
Kısa zamanda ikilem dolu bu yaklaşımlar dönen dolapları göstermektedir. Buradan da ilkeli olmanın zor bir iş olduğu kolayca anlaşılmaktadır. “Normal günlük hayatta bile belden aşağı vurmak, hayatın ilkeleri içinde yer almaya başladı. Yalan, iftira, dedikodu, çamur atmak, ne varsa her şey mubah görülmeye başlandı.” Ancak unutmamak gerekir ki; hakiki bir Müslüman ve gerçek bir mümin hayatın tüm aşamalarında kendisine Kuran, Hz. Fahri kâinat ve Ehlibeyt imamlarının ilkelerini kendisine ilke ve prensip edinir ve son noktaya kadar ilkeli yaşar ve ilkeli ölerek imtihanı kazananlardan olur. Allah bizleri ilkeli yaşayarak, son noktaya vararak Azrail’in huzuruna çıkanlardan ve böylelikle imtihanı kazananlardan karar kılsın. Amin.
Selam ve Dua ile…
Mehdi AKSU