کارگر

کارگر

İslam İnkılabı Rehberi Ayetullah Hamanei, Güney Kore Cumhurbaşkanı Parg Geun Hye’yi kabul ettikleri görüşmede, iki ülke ilişkilerinin Amerika’nın etkisi altında olmaması gerektiğini söylediler.

İslam İnkılabı Rehberi Ayetullah Seyyid Ali Hamanei, Tahran’da bulunan Güney Kore Cumhurbaşkanı Parg Geun Hye’yi kabul ettikleri görüşmede, “İran ve Güney Kore ilişkileri Amerika’nın etkisi altında olmamalı” diye söylediler.

Ayetullah Hamanei, İran İslam Cumhuriyeti’nin Asyalı devletlerle yüksek seviyeli ilişkiler peşinde olduğunu belirterek, “Biz dış politikada kültürel ve tarihi ortaklıklar nedeniyle Asya’ya daha çok meyilliyiz ve bu nedenden dolayı Asya’nın gelişmiş ülkelerinden biri olan Güney Kore gibi ülklerle daha çok ortak işbirliği alanı ve fırsatı olduğunu düşünüyoruz” dediler.

İslam İnkılabı Rehberi Ayetullah Seyyid Ali Hamanei, ayrıca bölge ve dünyada ceryan eden güvenlik sorunlarına dikkat çektiler ve “Eğer terör ile hakiki ve doğru bir şekilde mücadele edilmezse bunun gelecekte bertaraf edilmesi daha da zor olacaktır ve hiçbir ülke bu konuda güvende olamyacak” diye konuştular.

Ayetullah Hamanei, Güney Kore Cumhurbaşkanı Parg Geun Hye’yi ile yaptıkları görüşmenin bir diğer kısmında ise, İran ve Güney Kore’nin uzun ve köklü bir ilişkiye sahip olduğunun altını çizerek, “İran ve Güney Kore ilişkileri Amerika’nın etkisi altında olmamalı” diye söylediler.

İran Cumhurbaşkanı Ruhani’nin de hazır bulunduğu görüşmede, Güney Kore Cumhurbaşkanı Parg Geun Hye ise İran’ın kendileri için istisnai bir ülke olduğunu belirterek, “iki ülke ilişkilerinin özellikle de ticari ilişkilerin gelecekte daha da genişlemesini ummaktayız” dedi.

İran Sinema Günleri, İstanbul’un Aydın Üniversitesi’nde başladı.

3 Mayıs gününden ve “Geri İade” filminin gösterimi ile Aydın Üniversitesi’nde başlayan İran Sinema Günleri önümüzdeki günlerde de devam edecek.

Açılış töreninde konuşan Aydın Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Yadigar İzmirli, İran sinemasını dürüstlük ve samimiyet sineması olarak nitelendirdi ve “İran sineması az bütçeyle milyon dolarlık Hollywood sinemasına karşı dik bir dürüş sergileyerek dünya sinemasının en iyilerinden birisi olmayı başarmıştır” diye konuştu.

Prof. Dr.  İzmirli ayrıca İran sinemasının Direniş Sineması olduğunu ve İran filmlerinin Şiirsel bir gösteri sanatı olduklarını kaydetti.

İran Sinema Günleri önümüzdeki günlerde de “Toprak ve Mercan”, “Azap”, “Resim Havuzu”, “Kesme Şeker”, “Kolay Gelsin”, “Ay Yüzünden Öp” ve “Uzun Yaz” adlı filmlerin gösterimi ile devam edecek.

İran Milli Güvenlik Yüksek Konseyi Sekreteri Şemhani, İsrail’i tekfirci terör örgütlerinin srtatejik ortağı olarak nitelendirdi.

Filistin İslami Cihat Hareketi Genel Sekreteri Ramazan Adbullah’ın bugün sabah saatlerinde Milli Güvenlik Yüksek Konseyi Sekreteri Ali Şemhani ile bir araya geldiği belirtildi.

Filistin halkının Siyonist Rejim karşısında gösterdiği direnişe işaret eden Ali Şemhani, “Filistin’in tek zafer yolu İslami direniştir” dedi.

Amiral Şemhani, “İşgalcilik ve zulümde Siyonist Rejim sınır tanımıyor. Siyonist Rejim’in işgal altındaki topraklar hakkında ileri sürdüğü iddialar bu rejimin İslam ülkeleri için çok tehlikeli komplolar kurduğunu gösteriyor” diye ekledi.

İsrail’i tekfirci terör örgütlerinin stratejik ortağı olarak nitelendiren Şemhani, “İsrail tarafından terör örgütlerine gönderilen silah ve mühimmat, yaralanan teröristlerin tedavisi ve onlara verilen lojistik destekler müslümanların katliam edilmesi ve İslam ülkelerindeki çatışmaların şiddetlenmesi doğrultusunda atılan adımlardır” açıklamasında bulundu.

İnkılap Rehberi, İran hükümeti ve halkının Filistin’e verdiği destekten dolayı şükranlarını ileten Ramazan Abdullah da bu görüşmede, “Biz, yenilgiye doğru sürüklenen Siyonist Rejim’i resmen tanımıyor, İşgal altındaki Filistin topraklarının kurtarılışını engelleyen ve bu hakkı gözardı eden herhangi bir eylemi de kabul etmeyiz” şeklinde konuştu.

Perşembe, 28 Nisan 2016 12:34

Hizbullah niçin hedefte?

 Hizbullah, ülkenin kuzeydoğusunda, Suriye sınırında ve başka yerlerde IŞİD’le etkin bir şekilde savaşabilecek tek askeri güç gibi görünüyor. Aynı zamanda yüzbinlerce yoksul Lübnan vatandaşına sağlam bir sosyal ağ sunabilen tek oluşum. Mezhep çizgileri üzerinden derin bir şekilde bölünmüş bu ülkede Hizbullah ‘ötekilere’e elini uzatıyor.

Lübnan artık kendi ayaklarının üzerinde duramıyor. Bunalmış, korkmuş ve beş parasız halde.

Cephe hattında duran ülke, doğuda ve kuzeyde ‘İslam Devleti'ne (İD, eski adıyla IŞİD), güneyde düşman İsrail'e, batıda ise derin mavi denize bakıyor. Çoğu Suriyeli olan bir buçuk milyon Suriyeli, küçük ülke topraklarının her yerine dağılmış durumda. Ekonomisi çöküyor, altyapısı da çözülüyor. IŞİD Suriye sınırında, kelimenin gerçek anlamıyla yan kapıda; hatta bir ayağı Lübnan'ın içinde ve periyodik olarak ülkeye saldırıyor, bütün Lübnan şehirlerinde ve bütün kırsal alanlarda sayısız “uyuyan hücreler” oluşturuyor. Hizbullah IŞİD'e karşı savaşıyor, ancak görünen o ki Batı ve Suudi Arabistan IŞİD'i değil, Hizbullah'ı kendi jeopolitik çıkarlarının önündeki büyük tehdit olarak görüyor. Lübnan ordusu görece iyi eğitimli fakat iyi silahlanmış değil ve bütün ülke gibi ordusunun da para sıkıntısı çektiği biliniyor.

Bugünlerde Beyrut sokaklarında sık sık şu sözü duymak mümkün: “Bu vaziyet biraz daha devam etsin, bir darbe daha insin, bütün ülke çökecek, yanıp kül olacak.”

Batı'nın ve bölgesel müttefiklerinin istediği gerçekten bu mu?

Şimdi, üst düzey yabancı temsilciler birbiri ardınca Lübnan'ı ziyaret ediyor: BM Genel Sekreteri Ban Ki-moon, Dünya Bankası Grubu Başkanı Jim Yong Kim ve AB dış politika şefi Federica Mogherini. Bütün yabancı ziyaretçiler, öngörülebilir bir şekilde ve soyut bir biçimde, IŞİD'in yakınlığı hakkında ve şu anda Lübnan'da yaşayan 1,5 milyon Suriyeli mültecinin kaderi hakkında “derin kaygılarını” ifade ediyor. Hepsi, “Komşu Suriye'deki savaşın küçük Lübnan üzerinde derin etkileri var” diye kabul ediyor.

Savaşı kimin tetiklediği ise hiçbir zaman ele alınmıyor.

Ve pek de çözüm getirilmiyor. Yalnızca çok az sayıda somut söz veriliyor. Söz verilen şeyler de yerine getirilmiyor.

Ban Ki-moon, Jim Yong Kim ve Beyrut'taki BM kuruluşlarının başkanları arasında gerçekleşen bir kapalı toplantıya katılan kaynaklarımdan biri “burada yeni, somut veya esin verici hemen hemen hiçbir şey tartışılmadı” yorumunu yaptı.

Sözde uluslararası toplum, Lübnan'ı derin ve süregiden krizlerden kurtarma yönünde çok az arzu gösteriyor. Nitekim pek çok ülke ve örgüt devamlı olarak Lübnan'ın boğazına sarılırken, ülkeyi “insan hakları ihlalleriyle” ve zayıf ve etkisiz bir hükümete sahip olmakla suçluyor. Onları en fazla rahatsız ediyor gibi görünen şey ise, Hizbullah'ın (yani pek çok Batı ülkesinin ve onların Arap dünyasındaki müttefiklerinin “terör listesine” koyduğu bir örgütün) ülke yönetimine katılmasına en azından bir düzeyde izin verilmesi.

Fakat Hizbullah, ülkenin kuzeydoğusunda, Suriye sınırında ve başka yerlerde IŞİD'le etkin bir şekilde savaşabilecek tek askeri güç gibi görünüyor. Aynı zamanda yüzbinlerce yoksul Lübnan vatandaşına sağlam bir sosyal ağ sunabilen tek oluşum. Mezhep çizgileri üzerinden derin bir şekilde bölünmüş bu ülkede Hizbullah ‘ötekilere'e elini uzatıyor, hem Müslüman hem de Hıristiyan partilerle ve hareketlerle koalisyonlar kuruyor.

O halde neden Hizbullah'ın bu kadar üzerine gidiliyor?

Çünkü ağırlıklı olarak Şii, ve Şii Müslümanlar Batı'nın Arap dünyasındaki neredeyse bütün müttefikleri tarafından düşman görülüyor ve hedef alınıyor. Hedef alınmasının yanısıra bazen doğrudan doğruya tasfiye bile ediliyor.

Hizbullah İran'ın sağ kolu olarak görülüyor, İran ise Şii ve kararlı bir şekilde Batı emperyalizminin karşısında, Rusya'nın, Çin'in ve Latin Amerika ülkelerinin çoğunun – ‘İmparatorluk' ve onun yandaşı devletler tarafından şeytanlaştırılıp provoke edilen ülkelerin – yanında duruyor.

Hizbullah hem İran'ın hem de Suriye'deki Beşar Esad hükümetinin yakın müttefiki. İsrail ne zaman Lübnan'a saldırsa Hizbullah İsrail'le savaşıyor ve yürütmek zorunda bırakıldığı muharebelerin çoğunu kazanıyor. Hareket Batı'nın, İsrail'in ve Suudi Arabistan'ın yayılmacı politikalarına açık bir husumet içinde ve liderleri aşırı derecede açık sözlü.

Lübnan'da yaşayanlar da dahil olmak üzere bölgedeki pek çok kişi, “ne olmuş yani?” diye soracaktır.

Angie Tibbs, son yıllarda Ortadoğu'da yaşanan olayları yakından izleyen Dissident Voice'un sahibi ve başyazarı. Tibbs, 2005'teki olaylarla bugünkü olaylar arasında kısa bir karşılaştırma yapmanın, durumun karmaşıklığını anlamak açısından temel önemde olduğuna inanıyor:

“1990'da iç savaşın sona ermesinden bu yana görünürdeki sükunetin, hareket etmeye devam eden ve gerçek veya hayali eski yaraların, eski hataların unutulmadığı ve affedilmediği bir yumuşak karnı gizlediği bir ülkede, Hizbullah'ın askeri ve siyasi başarısı en istikrar sağlayıcı etki oldu. 2005 yılında, eski başbakan Refik Hariri'nin ve beraberinde 20 kişinin ölümüne yol açan bombalı saldırı sonrasında ABD ve İsrail, tek bir kanıt kırıntısı sunmadan yüksek sesle ‘Suriye yaptı' demişti. Lübnan hükümetinin talebiyle ülkede bulunan Suriye askerleri, ABD'nin talimatıyla ülkeden çıkarıldı ve BM'nin 1559 sayılı kararı, Lübnan'daki bütün milis gruplarının silahsızlandırması gerektiğini de söyledi. Plan açıktı. Suriye silahlı kuvvetlerinin gitmesi ve Hizbullah'ın silahsızladırılmasıyla, Lübnan'ın güney sınırını tamamen savunmasız halde bırakacak iki adım gerçekleşecekti. Şu durumda İsrail'in içeri girip burayı ele geçirmesini kim engelleyecekti?”

Tibbs aynı zamanda, sözde uluslararası toplumun Lübnan'ı kasten savunmasız halde bıraktığı kanaatinde:

“Bugün benzer bir sinsi senaryo gelişiyor. Hizbullah Suriye'de IŞİD'le savaşmakla meşgul; Lübnan ordusu iyi eğitimli halde olsa da, iyi silahlanmış halde değil. Silah anlaşmaları iptal ediliyor, BM ve IMF ve gerçekte dünya uluslar topluluğu herhangi bir destek sunmuyor ve küçük Lübnan, bir milyonu aşkın Suriyeli mültecinin ağırlığı altında nefes alamıyor. Bu, İsrail'in ve Batı'nın vekil ordusu olan IŞİD'in Lübnan'ın içine girmesi ve ülkenin egemenliğinin çökmesi için mükemmel bir fırsat.”

Bu durumlara içerlenmiş olan bazı Lübnanlı liderler yaşananlara tepki gösterdi. Dışişleri Bakanı Cibran Bassil, Ban Ki-moon'un Beyrut'a ve Bekaa Vadisi'ne yaptığı iki günlük ziyarette kendisiyle görüşmeyi reddetti.

Lübnan'ın önde gelen gazetelerinden Daily Star, 26 Mart 2016 tarihinde şunları aktardı:

“Cumartesi günü Dışişleri Bakanı Cibran Bassil, BM Genel Sekreteri Ban Ki-Moon'un iki günlük bir ziyaretin ardından Beyrut'tan ayrılmasından birkaç saat sonra uluslararası toplumu Suriye mülteci krizine çifte standartla yaklaşmakla suçladı. Dışişleri Bakanı, Batrun'daki evinden telekonferans yoluyla düzenlediği basın toplantısında, ‘Savaş çıkarıyorlar, sonra da başkalarına, mültecilere insan hakları sözleşmelerine uygun şekilde evsahipliği yapma çağrısında bulunuyorlar' şeklinde konuştu.”

Lübnan çöküyor. Bir zamanların müsrif başkenti Beyrut bile daimi kararmaları, su kesintilerini ve çöp toplama dramlarını deneyimliyor. Ülke ekonomik açıdan keskin bir gerileme içinde.

Beyrut Amerikan Üniversitesi Maliye Bölümü'nde öğretim üyesi olan Dr. Salim Şahin, ülke hakkında genellikle en azından orta düzeyde iyimserdir. Ancak son gelişmeler onun iyimserliğini de aşındırdı:

“Her ne kadar Lübnan Merkez Bankası BDL tarafından yayınlanan uyum göstergeleri yakın zamanda ekonomik faaliyetlerde hafif bir iyileşme olduğunu ortaya koysa da, pek çok yetkili durumun daha fazla bozulması hakkında açık ikazlarda bulunuyor. Bölgesel jeopolitik gerilimler, Suriye'deki iç çatışma ve bunların ülke içindeki sonuçları, turizm, ticaret ve emlak sektörlerini etkiledi. HSBC'ye göre, Lübnan'ın dışarıya göç etmiş ve genellikle hükümetin borçları için gerekli nakiti temin eden en büyük toplululuğu, Körfez'deki kötüleşen koşullar nedeniyle yakın gelecekte daha yavaş bir oranda büyüyebilir. Ülke ekonomik durgunlukta altıncı yılına girerken, HSBC kısa vadede gerçekleşebilecek bir iyileşme hakkında halen şüpheci. Kamu bütçesi açığı şu anda yılda yüzde 20 oranında artıyor ve GSYİH büyüme oranı sıfıra yakın.”

Bir eğitimci ve aynı zamanda UNESCO'nun Beyrut'ta bulunan Arap Bölgesel Ofisi'nde kıdemli program uzmanı olarak görev alan Yayoi Segi, hem Suriye hem de Lübnan'da yoğun çalışmalar yürütüyor. Ona göre eğitim sektörü çırpınış içinde:

“Kamusal eğitim sektörü, ülkedeki erişim anlamında çok küçük: okul çağındaki nüfusun yalnızca yüzde 35'ine erişebiliyor. Eğitime ayrılan devlet tahsisatı yüzde 10'dan daha az, oysa dünya ortalaması veya nirengi noktası yüzde 18-20 düzeyindedir. Bölgede devam eden ve Lübnan'ın büyük bir mülteci akıntısına yer bulmak zorunda kaldığı kriz, durumu daha da karmaşıklaştırıyor. Kamu tarafından yapılan eğitim tedariği genişledi ve genişlemeye devam ediyor. Ancak durum kaliteyi etkiliyor ve artan sayıda korunmasız Lübnanlı öğrencinin okuldan ayrılmasına katkı yapıyor; eğitim hizmetleri Suriyeli mülteci çocukların ise ancak yüzde 50'sine ulaşabiliyor.”

BM kuruluşlarından biri için çalışan Nadine Georges Gholam (gerçek ismi bu değil), yakın zamanlarda kendini duygusuz, hatta umutsuz hissettiğini söylüyor:

“Özellikle şu son beş yılda Lübnan'da olanlar gerçekten de bunalım yaratan türden. Geçmişte öfkemi ve hayal kırıklığımı dillendirmek için aktif olarak protestolara katılırdım. Fakat artık bunun herhangi bir değişiklik yaratıp yaratmadığını, herhangi bir şeyi değiştirip değiştirmediğini bilmiyorum. Gözümüzün önünde işleyen bir hükümet yok. Sadece sekiz ayda üç yüz bin ton işlenmemiş çöp birikti. Mezhep çatışmaları var, bölgesel çatışmalar var… Daha ne olsun? Lübnan bu kadar basınca daha fazla dayanamaz. Her şey heba oluyor, çöküyor…”

“Fakat daha kötüsü henüz gelmedi. Yakın zamanda Suudi Arabistan, Lübnan'a yapacağı 4 milyar dolarlık yardım paketini iptal etti. Bu paketin Fransa'dan yapılacak büyük çaplı bir modern silah alımını finanse etmesi bekleniyordu ki, bu acil olarak ihtiyaç duyulan ve fazlasıyla gecikmiş bir şey. Tabi eğer Batı ve Suudi Arabistan IŞİD'le savaşma konusunda ciddiyse.”

“Suudi Arabistan Krallığı, Hizbullah'ın hükümette temsil edilmesi nedeniyle, Lübnan'ın (Hizbullah'ı terörist bir grup olarak tanımlayan) Arap Birliği'ndeki Batı müttefiklerini desteklemeyi reddetmesi nedeniyle ve Beyrut'un dış kısımlarındaki Refik Hariri Uluslararası Havaalanı'ndan iki ton uyuşturucu kaçırmaya çalışırken yakalanan bir Suudi prensini hâlâ hapiste tutması nedeniyle Lübnan'ı ‘cezalandırdı'.”

Bu anlar elbette, bu küçük ama onurlu ülke için en tehlikeli zamanlar. Suriye kuvvetleri, Rusya'nın büyük yardımıyla, Suriye şehirlerini birer birer IŞİD'in ve Türkiye, Suudi Arabistan, Katar ve öteki Batı müttefikleri tarafından desteklenen diğer terörist gruplardan kurtarıyor.

IŞİD Irak'a geçip oradaki destekçilerine katılmayı deneyebilir, fakat Irak hükümeti kendisine çeki düzen vermeye çalışıyor ve şimdi savaşmaya hazır. Aynı zamanda Moskova'yla görüşüyor ve Rusya'nın Suriye'de elde ettiği büyük başarıyı inceliyor.

IŞİD veya El Nusra için, zayıflamış ve neredeyse iflas etmiş Lübnan'a yönelmek en mantıklı adım olacaktır. Batı, Suudi Arabistan ve ötekiler de bunun kesinlikle farkında.

Aslında IŞİD halihazırda orada; Lübnan'ın gerçek anlamda bütün şehir ve kasabalarına ve kırsal bölgelerine sızdı. Bunu yapma ihtiyacı hissettiğinde, Şiilere, orduya ve başka hedeflere karşı saldırılar gerçekleştiriyor. He IŞİD hem de Nusra bunu yapıyor. Ve IŞİD'in hayali aşikar: denize erişimi olan, Lübnan'ın en azından kuzey kısımlarını içine alacak bir hilafet devleti.

Eğer Batı ve müttefikleri bu planları engellemek için hiçbir şey yapmıyorsa, bu onların bunu yapmak istememesinden kaynaklı.

Küçük Lübnan kendini, bütün Ortadoğu'yu ve Körfez'i tüketen bir siyasi ve askeri fırtınanın rüzgarlarının orta yerinde buluyor.

Geride bıraktığımız on yıllarda Lübnan büyük acılar çekti. Bu kez, eğer Batı ve müttefikleri zihniyetlerini değiştirmezse, yakında varlığı son bulabilir. Lübnan'ın hayatta kalmak için Suriye hükümetiyle ve İran, Rusya ve Çin'le daha yakın bağlar kurmak zorunda olduğu aşikar hale geliyor.

Bunu yapmaya cüret eder mi? Lübnan yönetimi içinde birleşik bir cephe yok. Batı yanlısı ve Suudi yanlısı hizipler, Batı çıkarlarına meydan okuyan bu ülkelerle kurulacak bir ittifaka karşı çıkacaktır.

Fakat zaman tükeniyor. Çok kısa süre önce Suriye'nin Palmira şehri IŞİD'den özgürleştirildi. Paradoksal bir şekilde, Lübnan'ın büyük tarihsel şehirleri Baalbek ve Biblos yakında düşebilir.

Andre Vltchek 

Russia Today 

Çev: Selim Sezer


Türkiye Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanı, “TÜPRAŞ İran'dan petrol alacak buna karşılık 80 milyon Euro'luk ray vereceğiz” dedi.

Zonguldak-Karabük ve Irmak demiryolu hattının açılışı için Karabük'e gelen Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanı Binali Yıldırım, Karabük'te üretilen demiryolu raylarının İran ile petrol karşılığında takas anlaşmasına imza atıldığını ifade etti.

Binali Yıldırım şöyle konuştu:

“Geçen günler İran'a 80 milyon euroluk bir alışveriş ray satımı konusunu ifade ettik. Takas esasına göre öyle bir sözleşme de imzalattık. Şöyle olacak. İran'dan TÜPRAŞ petrol alacak buna karşılık da Karabük 80 milyon euro tutarında ray verecektir. Bu Karabük'ün bir yıllık işinin garantiye alınması demektir. Hem Karabük hem de ülkemiz için anlamlı ve önem arz ediyor” şeklinde konuştu.

Karabük'te kurulu bulunan Kardemir'den 46 bin ton ray aldıklarını ifade eden Bakan Binali Yıldırım, “Bugüne kadar Kardemir'den 46 bin ton ray aldık. Karabük sadece demir yolu yapmıyor Türkiye demiryolunun yenilenmesine öncülük yapan bir şehrimiz. Sadece bu projede kullandığımız Karabük'ün rayları üzerinde hareket edeceğiz. Bu önemli bir gurur vesilesidir. Bunları ya İtalya ya Finlandiya'dan yalvar yakar alıyorduk. Şimdi kimseye minnet etmiyoruz. Allah'a şükür. 50 yıldır dillerde destan olan hızlı treni de Allah bizlere nasip etti. Hızlı treni de ülkemizle buluşturduk. Hızlı tren hatları ilden ile yayılmaya devam ediyor. Şu ana kadar yaptığımız yapılan ve planlanan Türkiye'nin nüfusunun yarısına tekabül ediyor. 14 büyükşehiri hızlı trenle birbirine bağlamış olacağız” dedi.

Savunma Bakanı Hüseyin Dehkan, Moskova’da yaptığı konuşmada, İran’ın bölgedeki tüm kurtuluş hareketlerine destek verdiğini söyledi.

5. Moskova Uluslararası Güvenlik Konferansı’nda bir konuşma yapan İran Savunma Bakanı General Hüseyin Dehkan, bölge ve dünya gelişmelerini değerlendirdi.

General Dehkan, terörizmin bir evrensel sorun olduğunu ifade ederek, bazı bölge hükümetlerinin terör örgütlerine destek vermelerini sert dille eleştirdi.

General Dehkan, “Tüm dünya güvensizlik, istikrarsızlık ve Amerika ile Siyonist Rejim’in desteklediği tekfirci terör örgütlerinin yayılması tehlikesiyle karşı karşıyadır. Suudi Arabistan gibi bazı bölge ülkeleri de terörizme destek vermektedirler” dedi.

Terör örgütlerini destekleyen ülkelerin oluşturduğu sahte koalisyonların da terörizmle mücadele etmediği söyleyen General Dehkan, “Bu koalisyonlar insani yardım, ateşkes ve benzeri yöntemlerle terör örgütlerini yeniden teçhiz ediyorlar” diye ekledi.

Savuna Bakanı, İran İslam Cumhuriyeti’nin hiçbir ülkeye göz dikmediğini ve bütün dünya ülkelerinin toprak bütünlüğüne saygı gösterdiğini vurgulayarak, “İran bölgede güven ve istikrarın sağlanması için çaba harcamaktadır” ifadesini kullandı.

General Dehkan, ayrıca “İran İslam Cumhuriyeti, İslam öğretileri üzerine kibirli güçlere karşı mücadele eden tüm kurtuluş hareketlerine destek vermektedir. Lübnan Hizbullah Hareketi, Filistin’deki kurtuluş hareketleri, Yemen Ensarullah’ı ve Irak’taki Haşduş Şabi gibi diğer kurtuluş harektleri de İran İslam Cumhuriyeti tarafından desteklenip saygıyla anılıyor” şeklinde konuştu.

İran İslam Cumhuriyeti İnkılâp Rehberi İmam Hamaney, İşçi Haftası münasebetiyle binlerce işçiye hitaben yaptığı konuşmasında, düşmanın her zaman olduğu gibi önümüze engeller çıkardığını ve düşmanların başını büyük şeytan Amerika ve Siyonist İsrail’in çektiğini söyledi.

Şu an banka işlemlerinde ki yavaş işleyiş ve olumsuzlukları yetkililer de söylüyor, ama neden dünyanın önde gelen dev bankaları İran ile işbirliğine yanaşmıyorlar?

Dünyaca ünlü dev bankaların, İran ile işbirliğine yanaşmayışlarının sebebi, Amerika’nın yaratmış olduğu İranfobidir.

Defalarca ‘‘Büyük Şeytan’’ Amerika’ya güvenilmeyeceğini söyledim. Şimdi meselenin aslı ortaya çıkmaya başladı.

Kâğıt üzerinde Bankaların İran ile muamele yapacaklarını yazıyorlar ama icraatta İranfobi yüzünden tam tersine hareket ediyorlar. Amerikalılar, İran’ın terörist bir ülke olduğunu ve terörizmi desteklediğini ve bu nedenden dolayı ambargoya tabi tutulacağını söylüyorlar.

Amerika’nın verdiği bu mesaj, İran ile işbirliğine hazır olan bankalar için nasıl bir mesaj türüdür sizce? Bu mesajın anlamı yani; İran ile işbirliğine yanaşmayınız demektir, netice itibariyle bankalar ve yabancı yatırımcılar İranfobi yüzünden İran’a yatırım yapmaktan kaçınıyorlar.

Elbette terörizm konusunda Amerikalılar tüm teröristlerden daha kötü, çünkü elimize ulaşan bilgilere göre, dünyanın önde gelen en büyük terör örgütlerine yardım ve yataklık yapmaktalar.

Amerikalılar İran’ın iç güvenliğinde yaşanan problemlerden dolayı, yabancı yatırımcı ve bankaların İran’a yatırım yapmadıklarını iddia ediyorlar, hâlbuki hâlihazırda İran bölgenin en güvenli ülkesi, İran’ın iç güvenliği her gün onlarca insanın öldürüldüğü Amerika ve Avrupa ülkelerinden çok daha emniyetli.

İnkılâp Rehberi, böylesine bir düşmanla karşı karşıya olduğumuzu ve 37 yıllık İnkılâp tarihinde ‘‘Büyük Şeytan’’ ABD’nin tüm düşmanlıklarına rağmen, İran gelişmeye devam etmekte ve bu düşmanlık 100 yıl dahi sürecek olsa, İran’ın kalkınmasının önüne geçemeyecekler.

İmam Hamaney sözlerinin sonunda; bizler dile getirsek de, getirmesek de, Amerika bizim düşmanımız ve bu düşmanlık hiçbir zaman bitmeyecek dedi.

Nijerya İslami Hareket üyesi Hasan Bala, İran basın mensuplarıyla yaptığı söyleşide Nijerya’daki müslümanların lideri Şeyh Zekzaki hakkında açıklamalarda bulunarak, Zekzaki ve eşi hakkında hiçbir bilgi alamadıklarını ifade etti.

Bala, Nijerya İslami hareketin Şeyh Zekzaki’nin özgürlüğüne kavuşması için yaptığı girişimler üzerine açıklamalarda bulunarak, yakın zamanda kanun dışı olarak tutuklanan Şeyh Zakzaki ve eşinin serbest kalması için devlet ve ordudan talepte bulunarak şikayet etti.

Nijerya İslami hareket üyesi Bala, Nijerya hükümetinin Şeyh Zekzaki ve ailesi ile görüşme konusundaki kesin kararı ile ilgili soruya cevaben; ” Şimdiye kadar Zekzaki’nin ailesinin henüz onunla görüşme konusunda başarılı olamadığını ama; İslam alimlerinin girişimi ile bunun ilerde mümkün olacağının tahmin edildiğini” söyledi.

Hasan Bala sohbetinin diğer bölümünde, Nijerya ordusunun ülkedeki müslümanlara karşı işlediği cinayetlerle ilgili olarak; Nijerya Devletinin son zamanlarda Nijerya’da müslümanlara karşı işlenen cinayetlerde yüzlerce kişinin öldürüldüğü ve yaralandığına ilişkin itirafta bulunduğunu ifade etti.

Bala konuya ilişkin olarak yaptığı açıklamalarda, ” Onların işlenen cinayetler sonrası ölü sayısının 350’ye ulaştığını kabul ettiklerini; yalnız bu açıklanan rakamın gerçeği yansıtmadığı ve ölü sayısının açıklanan rakamdan çok daha fazla olduğu bilinmektedir” dedi.


 İslam İnkılabı Rehberi Imam Hamanei Güney Afrika Cumhurbaşkanı Zuma ile yaptıkları görüşmede, “Bağımsız ülkeler birbirine daha çok yaklaşmalı ve bazı istikbari güçlerin müdahalelerine rağmen kendi aralarındaki işbirliğini geliştirmeliler” diye konuştular.

Imam Hamanei ayrıca İran İslam Devrimi’nin başarıya ulaşmasının ardından İran’ın, Güney Afrika Apartheid rejimi ile tüm ilişkilerini kestiğini belirterek, “İslam Cumhuriyeti aynı zamanda hem Siyonist Rejim ve hem de Güney Afrika Apartheid rejimi ile ilişkilerini kesti” dediler.

 “İran ve Güney Afrika arasındaki ilişkiler gayet güzel ve iki ülkenin uluslararası arenadaki işbirliği başarılı ve yapıcıdır, fakat ticari ve iktisadi ilişkiler de iki ülkenin potansiyelleri ile orantılı bir şekilde gelişmeli” diyen Imam Hamanei,” İran ve Güney Afrika’nın, Bağlantısızlar Hareketi’ndeki işbirliği bu harekete üye tüm ülkelerin lehinedir” diye eklediler.

İran Cumhurbaşkanı Ruhani’nin de hazır bulunduğu görüşmede, Jacob Zuma ise Güney Afrika halkına Apartheid rejimine karşı verdiği mücadelede yardımları için İran İslam Cumhuriyeti’ne minnetdar olduklarını söyledi ve “Bazı güçler bahaneler üreterek, bağımsız ülkeler arasındaki işbirliğinin gelişmesini önlemek istiyorlar ama bizler de dünya meselelerinde birlik olarak birçok problemin üstesinden gelebiliriz” dedi.

Pazar, 24 Nisan 2016 02:53

Hz. Zeynep (s.a) Kimdir?

Bu nasıl bir ilgidir? Bu nasıl bir teslimiyettir? Bu nasıl bir maneviyattır?…
 
İslam dünyasında insaniyet erdemler açısından birbirlerine bu kadar benzeyen başka bir ana kız dünyaya gelmemiştir. Dünya kadınlarının hanımefendisi Hz. Zehra (s.a) ve Kerbela kahramanı Hz. Zeynep tarih boyunca eşine rastlanmayan örnek bir ana-kızdır.
Bu iki yüce kadının üstünlükleri iki yönlüdür.
1-Soy bakımından
2-Takva bakımından

Soy bakımından

Soy açısından Hz. Zehra Hatem-ül Enbiya Hz. Muhammed’in (s.a.a) kızı idi. Hz. Zeynep ise vasilerin efendisi, Allah’ın yenilmeyen aslanı Hz. Ali’nin (a.s) kızıdır. Hz. Fatıma’nın annesi müminlerin annesi Peygamberin en sevili eşi Hz. Hatice’dir. Hz. Zeynep’in annesi ise çmmü Ebiha Hz. Zehra’dır. Hz. Zehra (s.a) Peygamberin terbiyesi altında büyümüştü. Hz. Zeynep ise Allah’ın velisi, Hz. Muhammed’in varisi ve nefsi olan Hz. Ali’nin terbiyesi altında büyümüştü. Hz. Zehra’nın Hasan ve Hüseyin adında iki oğlu vardı. İkisi de Allah yolunda şehit oldu. Hz. Zeynep’in de Avn ve Muhammed adında iki oğlu vardı ve her ikisi de Aşura günü canlarını Allah yolunda kurban etti.


Takva bakımından

İlim ve amel, iki kanat gibidir. Bu iki güç kimde daha fazla olursa onun fazileti, büyüklüğü de daha fazla olur. Elbette ilminde bazı dereceler vardır. İlimden maksat İlm’ul-Yakin ve Hakk’ul-Yakin derecelerini kapsayan yakin derecesidir. Hz. Zeynep, (s.a) annesi Hz. Zehra (s.a) gibi yakin’in en üstün derecesinde yer almaktadır.
Ameli güç ise, insanın fiillerinin ilimle olan mutabıktır. Yani ilmin amele dökülmesinde nefsanî olgunlukları ortaya çıkar. çrneğin ibadet ve ubudiyet alanında İlm’ul Yakin’in artması halinde kalbin Allah’a karşı olan tevazu ve huşusu da artacaktır. Hz. Zehra’nın (s.a) ibadeti konusunda bize ulaşan rivayetlerin aynısı Hz. Zeynep için de nakledilmektedir. “Reyahin-i şeria” adlı eserde şöyle nakledilmiştir:
“Zeynep, ömrü boyunca gece namazını ve gece uyanıklığını hiçbir zaman terk etmedi. Hatta on bir Muharrem gecesi tüm o üzüntü ve kedere, bedenindeki eleme, karşılaştığı musibetlere rağmen imam Seccad’ın rivayet etiğine göre o gece namazını kılmaktan geri durmamıştır.”
İmam Seccad şöyle buyuruyor:
“Halam Zeynep, gece namazını oturarak kıldı.”
Diğer bir rivayetinde ise; “Halam Zeynep, Kerbela’dan şam’a gelinceye kadar bile nafileleri terk etmedi.” diye buyuruyor.
Yine bir başka rivayette İmam Hüseyin (a.s) kız kardeşi Zeynep’le vedalaşmaya geldiğinde şöyle buyurduğu kaydedilmiştir:
“Ey kardeşim, beni gece namazında anmayı sakın unutma!”
Sabır, ilmin bir parçasıdır. Sabrında dereceleri vardır. Sabrın yakin derecesi ne kadar çoksa sabır da o denli çoktur.
Hz. Zeynep’in hem ilmi hem de ameli çok yüce bir derecede idi. Hz. Zeynep’te var olan sabrın âlem de bir benzeri yoktur. Hz. Hüseyin’in mukaddes mekânını ziyaret esnasında “Senin taşıdığın sabırdan dolayı semadaki melekler bile hayretler içine girmektedirler.” sözünü, Hz. Zeynep (s.a) içinde söylesek yeridir.
Hz. Hüseyin’in (a.s) ilahi vazifesi Aşura günü sona erdi. Ya Hz. Zeynep’in görevi? O’nun görevi de Aşura günü sona erdi mi acaba? Onun Aşura’nın akşamı omuzlarında taşıdığı yükü bir düşünün. Gördüğü o sahneler, sıkıntılar, acı ve elemleri bir hayal edin.

Aşura’dan bir sonraki gece nasıl bir hengâme ile karşı karşıya idi. Açlık, susuzluk, yağmalama, eziyet, işkence, ıssız bir çölde korkudan sağa sola kaçışan çocukları bir arada tutma çabası kısaca o esaret sahnesini bir tasavvur edin.

Evet, Hz. Zeynep’i tüm bu olaylarla birlikte değerlendirin. Allah, O’na nasıl bir ruhi kuvvet ve iman vermiştir ki ilmin yansıması olan amel, aynı çizgide tezahür etmiştir?
Hz. Zeynep’in (s.a) sahip olduğu kalbi iman derecesinde bir benzeri olmadığı için o imanın gerekleri konusunda da benzeri yoktur. Hz. Zeynep’in manevi makamını anlayabilecek kim var?

Hz. Zeynep’te gerçek zühdü arayın

Eğer Hz. Zeynep’in sabrını bir kenara bırakacak olursak, onun başka üstünlüklerini göreceğiz. çrneğin Hz. Zeynep’in zühd’ü. Hz. Zeynep’in zühdü de ameli güce yöneliktir.

Gerçek zühd, insanı Allah’tan haricinde her şeyden ve herkesten koparır. Kalbinin ilgisini sadece Allah’a yöneltir.  Allah’ın sevmediği nefsani istek ve arzuları bir kenara iter. “Ben” ve “Benliği” ortadan kaldırır. İlahi olan bir şeyde dünyalık olan şeyleri aratmaz. Tabi burada zahidin dünyayı istememesi anlamında değildir. Dünyayı gerektiği kadarıyla talep etmektir. Zahitlik kalbi bir şeydir, bu ise Allah’tan başka her şeye karşı göz kapamak anlamındadır.

Allah’tan başkasına gönül bağlamamak, ahreti dünyaya tercih etmek, Allah için nefsi arzu ve isteklerden vazgeçmektir. Zühdün en yüce makamı, Nübüvvet ve imamet makamına hastır. Yani peygamberlik ve imametin şartlarından biri de zahit olmaktır. Ondan sonraki derecesi Allah’ın veli kulları ve dostlarına yöneliktir. Hz. Zeynep’in manevi makamından bizler pek haberdar değiliz ama sahip olduğu zühd makamından nasıl bir şahsiyet olduğunu anlıyoruz.

Dünyalık istek ve arzulardan uzaklaşmak
Hz. Zeynep, cömertlik ve kerem okyanusu olan eşi, koruyucusu Abdullah bin Cafer’in evinde yaşıyordu. Abdullah, Medine’nin zengin ve büyük tüccarlarındandı. Sahip olduğu servet, Peygamberin kendisi hakkında yaptığı bir duanın hâsılıydı. Babası Cafer-i Tayyar şehit edilince Peygamber (s.a.a) Cafer’in çocukları hakkında Allah’tan bağışlanma ve lütuf dileğinde bulunmuştu. Bir keresinde Abdullah’ın yaptığı bir davranıştan dolayı Allah Resulü, “Allah’ım bu davranışını mübarek kıl. Abdullah bin Cafer’e, yaptığı bu davranışından dolayı bereketini bağışla” diye buyurdu.

Peygamberin duasının bereketiyle Abdullah, zamanının en meşhur zenginlerin arasına girmişti. Abdullah zenginliği kadar cömertlikte de nam sahibi idi. Evinin kapısı her zaman açık, fakirlerin, güçsüzlerin ve muhtaçların daimi bir uğrak yeri olmuştu.

Hz. Zeynep saltanat gücünü elinde bulunduran böyle bir evde yaşıyordu. Kendisinin rahatı için köleler, hizmetçiler, cariyeler her an hazır beklemekteydi. Hz. Zeynep (s.a) hiçbir sıkıntı ve kederinin olmadığı bir evde yaşıyor. Ama Hz. Hüseyin’in (a.s) yola koyulma haberini duyunca bütün rahatlık ve güzellikleri terk edip kendisini sıkıntı, elem ve musibetler okyanusuna atıveriyor. Bu nasıl bir zahitliktir? Eğer Hz. Zeynep (s.a), karşılaşacağı zorlukları bilmiyor olsaydı bu konu o kadar önemli olmazdı. Fakat Medine’den gizlice ve endişe içinde çıkmaları bekleyen tehlikelerin habercisiydi.
Kısacası, Abdullah gibi birisinin eşi olan Hz. Zeynep’in (s.a) onca servet ve rahatı bırakıp belaların içine bile bile dalması, esaret ve şehadetin olduğu bir mekâna doğru yola çıkması, çöllerde perişan bir halde gezmesi, yolculuğun zahmetlerine, onca musibetlere katlanmasının sebebi neydi?


İbn-i Abbas’ın Hz. Zeynep’i engellenme çabası

İbn-i Abbas, İmam Hüseyin’in önüne geçerek şöyle dedi:
“Mademki sen gitmek istiyorsun, o halde bırak Zeynep kalsın. Onu götürme.”
Hz. Zeynep şöyle dedi: “Ey İbn-i Abbas! Sen benim ve kardeşim Hüseyin arasına bir ayrılık mı koymak istiyorsun?”
Allah-u Ekber, bu ne büyük bir cesaret! Bütün rahatlık ve huzuru bırakıp bela, acı, elem ve esaret dolu bu çölde kendinden geçmek de neyin nesidir? Akıllar şaşar bunun karşısında. Bu nasıl bir ilgidir? Bu nasıl bir teslimiyettir? Bu nasıl bir maneviyattır? Yüce Allah’la nasıl bir irtibattır bu?
Peygamber (s.a.v) ve imamda var olan maneviyatın aynısı Hz. Zeynep’te de mevcuttur. Evlatlarını Allah yolunda kurban ediyor. Ama bundan daha yüce olanı cömertlik ve kerem konusudur.
İnsanlığın fazilet ve erdemlerinden olan cömertlik ve kerem, Peygamber ve imamda en yüksek derecede mevcuttur. İmana sahip olan herkeste cömertlik ve keremden bir parça bulunur. Hz. Zeynep’teki (s.a) cömertlik en yüce derecede idi. Kardeşi Hz. Hüseyin’de olan cömertlik ve keremin Hz. Zeynep’te de vardı.
Cömertlik ve kerem, bağışlama ve affetme, gönülden çıkarıp atma ve sadece Allah yolunda Allah için vermektir. Akıl ehli, mal mı daha önemlidir yoksa evlat mı sorusuna karşılık; evlat daha değerlidir der. Gönlün meyvesi, ömrün neşesidir. Hz. Zeynep (s.a), servetinden geçmekle kalmadı belki iki göz nuru olan evlatları Avn ve Muhammed’i de Allah yolunda verip, Hz. Hüseyin’e (a.s) feda etti.
  

Ali Ekber için ağıt yakıyor ama…

İnsanın, Hz. Zeynep’in hayatından çıkarabileceği bir başka önemli nükte O2nun temiz bir nur olduğudur. Olayı duymuşsunuzdur: Hz. Zeynep’in (s.a) iki göz nuru, tek varlığı olan iki oğlu Avn ve Muhammed savaş meydanına gidiyorlar ve şehit oluyorlar. Hz. Hüseyin (a.s) onların cansız bedenlerini çadıra doğru getirince Hz. Zeynep kendi çadırından hiç çıkmadı. Fakat aynı Zeynep Hz. Hüseyin’in oğlu Ali Ekber’in bedeni üzerinde acı çığlıklar atıyor, ağlıyordu. Sanki kendi çocuğuymuş gibi, Ali Ekber’in annesiymiş gibi ağlıyordu.
O Zeynep mi, bu Zeynep mi? Ben şaşıyorum nasıl tarif edeyim bunu? Kendi evlatlarının ölüsü üzerine niçin gelmediği? Bunun cevabı bu şaşırtıcı davranışıyla belli olmuyor mu?
Halis ameli önemli görmüyor

Burada iki konu ön plana çıkıyor:
Birincisi; Zeynep’in bu davranışı O’nun sonsuz derecedeki samimiyetini ve halis niyetini ortaya çıkarıyor. Davranışı halisane bir şekilde (samimi olarak) Allah rızası içindi. Allah yolunda bir adım atan kimsenin, amelini hiç görmemesi ve nefsini ön plana çıkarmaması onun samimiyetinin neticesidir. Hz. Zeynep’in bu davranışı samimiyetinin tecellisidir. İki göz nurunu kaybetmiş fakat çadırından çıkmıyor, inleyip ağlamıyor, yardım dilemiyor. Yani Allah yolunda verdiği şeyin önemli olmadığını söylüyor.

İkincisi; Zeynep sahip olduğu bu samimiyetle birlikte başka bir üstün sıfata da sahipti. Bu sıfat, bağışlama hayâsı olarak adlandırılır. Bu da çok hayret verici bir özelliktir. Bağışlayan biri bağışlayıcı (kerim) olduğu için yaptığını çok küçük görür. Alçak gönüllülük ve tevazu onun nefsindedir.
Hz. Hüseyin’in (a.s) dört bin dirhemi fakirlere dağıttığını ve az oldu diye utandığını duymuşsunuzdur. İşte bu, “bağışlama hayâsı”dır. Biri, verdiği kara parayla bin bir minnet eder. Bu cimriliktir, sahibini alçaktır ve rezil eder. Cömert olan her şeyin en fazlasını bağışlar, her şeyin en değerlisini verir bunu yaparken de hiçbir şey vermemiş gibi hayâ eder.
Hz. Zeynep (s.a) de iki evladını vermesine rağmen hayâ ediyor. “Ne yazık ki Hüseyin’in yolunda gereği gibi bir hizmet yapamadım, bir iş yapamadığım dost karşısında başı dik nasıl durabilirim?” diyerek utangaçlık ve hayâsını belirtiyor.
Fakat Hz. Hüseyin’in oğlu Ali Ekber’e karşı şefkatle yaklaşıyor. Burası, sevgi ve şefkat yeridir. çyle çok sevgi ve şefkat gösterdi ki Hz. Hüseyin onu Ali Ekber’in ölüsü üzerinden zor kaldırabildi.
Burada Hz. Zeynep’in (s.a) sahip olduğu bir başka üstünlüğü göze çarpıyor. Hz. Zeynep’in merhamet ve şefkati. Hz. Zeynep (s.a), kardeşi Hüseyin’e dert ortağı oluyor ve

Aşura gecesi şöyle buyuruyordu:
“Ah keşke, kardeşimin yerine benim öldürülmemi kabul etselerdi.”
Allah’tan Hz. Zeynep’e (s.a) verilmiş olan üstün özelliklerden bizlere de bağışlamasını, bu iki âlemin değerli insanının bereketinden bize de nasip etmesini diliyorum.
Ayetullah şehit Dastgayb