کارگر

کارگر

İngiliz Şiiliği ise işin başında “velayet-i fakih“ doktrinine karşı aynı şeytani güçler tarafından Telaviv ve Londra’da hazırlandı, ve Londra’daki bazı Şii merkezleri tarafından Şia dünyasına aktarıldı. Irak merkezli bazı taklit merciilerinin Londra’daki temsilcilik ofisleri ve merkezleri maalesef bu akımın yayılmasına aracılık ve yataklık etti. Önceleri falanca taklit merciinin daha üstün(a’lem) olduğu iddiasıyla yayılan bu akım günümüzde müstekbir güçlerin İslam dünyasında ve özellikle de Şii bölgelerde truva atı görevi yapmaktadır.

Bismillahirrahmanirrahim

“Muhammed, Allah’ın peygamberidir ve onunla beraber bulunanlar, kafirlere karşı çetindirler, kendi aralarında merhametli, onları görürsün ki rüku etmekteler, secdeye kapanmaktalar Allah’tan lütuf ve ihsan ve razılık dileyerek; yüzlerinde, secde eserinin alametleri görünmededir ve onların bu vasıfları, Tevrat’ta da vardır ve onlara ait bu vasıflar, İncil’de de var; adeta ekilmiş bir taneye benzer ki filiz vermiştir, derken filizi kuvvetlenmiştir, derken kalınlaşmıştır da dümdüz boy vermiştir, gövdelerine dayanıp yücelmiştir; ekincileri şaşırtır, sevindirir, kafirleri, bununla kızdırıp yerindirmek için. Allah, inananlara ve iyi işlerde bulunanlara yarlıganma ve pek büyük bir mükafat vaad etmiştir.” Fetih/ 29

Geçen Cuma hutbesinde Amerikan İslam‘ı ve İngiliz Şiiliğine aynı şekilde tepki verilmesine dair ifade ettiğimiz sözlerimiz hakkında çeşitli kesimlerden bazı sözlü ve yazılı olumlu ve eleştirel tepkiler aldık. Alim ve aydınlarımızın bu gibi hassas konularda duyarlı olmaları takdire şayan bir gelişme olarak değerlendirilmelidir. Eleştirel tepkilerden biri de www.intizar.web internet sitesinin değerli yöneticileri tarafından verilmiştir.

Özelde bu kardeşlerimizin genelde çeşitli çevrelerin zihinlerindeki mübhem noktaların aydınlanmasına ayrdımcı olur ümidiyle birkaç noktanın yeniden aydınlığa kavuşturulması gerektiğne inanıyorum:

Amerikan İslam’ı ve İngiliz Şiiliği yeni bir konu olmayıp İslam İnkılabı’nın 1979 yılında İran’da zaferinden sonra ümmetin birlik ve beraberliğini yeniden ihya çalışmalarına karşı, bu çabaları başarısız kılmak amacıyla küresel istkbar/emperyalizmin zamanımızdaki önderi ABD, sömürü sistemini ABD’ye miras bırakan İngiltere, İslam dünyasının kalbine yerleştirilen Siyonist Rejim ve bu üçlünün İslam dünyasındaki gönüllü ve kukla işbirlikçileri tarafından başlatılmıştır ve hala da sürdürülmektedir.
Amerikan İslam’ı ve İngiliz Şiiliğinin ne anlama geldiğini daha önce açıkladık (http://rasthaber.com/ingiliz-siiligine-tepki-amerikan-islamina-da-gosterilmelidir/) yeniden üzerinde durmaya gerek yok. Amerikan İslam’ı yerine “Amerikan Sünniliği“ teriminin kullanılması yanlış ve tehlikelidir. Amerikan İslam’ı İslam İnkılabına paralel olarak Sünni- Şii demeden İslam dünyasının her yanında, İngiliz Şiiliği ise şiiler arasında sahnelendi. Her ikisinin de prototipi önce Avrupa ülkeleri ve Amerika’da hazırlanıp bu ülkelerdeki İslam merkezlerinin desteklenmesi suretiyle hayata geçirildi ve bu virus daha sonra bu merkezlerin aracılığıyla hedef ülkelere aktarıldı.
İşin başında Batı ülkelerindeki merkezlerin İslam İnkılabı düşüncesinden koparılarak karşı cephede yer almaları işini, ayrı bir ifadeyle Amerikan İslam’ının yayılması görevini Suudi Rejimi ve Vahhabilik akımı üstlendi. Petro-Dolarların gücüyle başarı kaydedilince aynı yöntem İslam ülkelerinde de uygulamaya koyuldu. İslam İnkılabının zaferinden önce Suudilerin ve Vahhabiliğin İslam dünyasındaki –özellikle de Türkiye‘deki- menfur konumunu bilmeyen yoktur. Bugün ülkemiz de dahil birçok ülkede cemaatlerden tutun hükümetlere kadar çeşitli kesimlerin Suudilerle/Vahabilerle işbirliği boyutu Amerikan İslam’ının geldiği noktayı göstermesi açısından ibret vericidir.
İngiliz Şiiliği ise işin başında “velayet-i fakih“ doktrinine karşı aynı şeytani güçler tarafından Telaviv ve Londra’da hazırlandı, ve Londra’daki bazı Şii merkezleri tarafından Şia dünyasına aktarıldı. Irak merkezli bazı taklit merciilerinin Londra’daki temsilcilik ofisleri ve merkezleri maalesef bu akımın yayılmasına aracılık ve yataklık etti. Önceleri falanca taklit merciinin daha üstün(a’lem) olduğu iddiasıyla yayılan bu akım günümüzde müstekbir güçlerin İslam dünyasında ve özellikle de Şii bölgelerde truva atı görevi yapmaktadır.
Bu her iki komplo planı da aynı değerde tehlikelidir ve müslümanlar sünnisiyle şiisiyle bu tehlikeye karşı uyanık olmalıdırlar. İmam Hamanei’nin „İngiliz Şiiliği“ tabirini birkaç yıl önce sarih bir şekilde kullanması meselenin ortaya çıkış tarihi değildir. Belki sorunun halk tabanına yayılması aşamasında halk kitlelerini aydınlatmaya yöneliktir. Yoksa hem İmam Humeyni hem İmam Hamanei daha İslam İnkılabı’nın ilk yıllarından beri doğrudan veya dolaylı olarak daima bu tehlikeye dikkat çekmişlerdir. Bizim bu hususlara duyarlılığımız yeni olmayıp daha Türkiye’de gündeme gelmeden yıllarca önce Avrupa’daki çeşitli seminer ve konferanslarda tehlikenin boyutlarına dikkat çekmiş ve yazılar yazmış bulunuyoruz. Rasthaber sitesindeki yazılarımıza bu sitenin birkaç yıl arayla iki defa kapatılmasından dolayı maalesef ulaşılamamaktadır. Sadece bir örnek olması için aşağıdaki linke bakılabilir: http://tr.jamnews.ir/TextVersionDetail/271160
Konudan uzak olduğumuza dair iddialar doğru değildir. İngiliz Şiiliği Türkiye’de daha gündemde bile değilken biz Avrupa‘da yıllardan beri Londra kaynaklı bu sapkın düşünceye sahip kişi ve çevrelerle mücadele halindeyiz.

Allah(cc) Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyuruyor:
“Ey İman edenler! Eğer bir fasık size bir haber getirirse, onun doğruluğunu araştırın. Yoksa bilmeden bir topluluğa zarar verirsiniz de sonra yaptığınıza pişman olursunuz.“Hucurat/6

Ayet, müminlere hitaben duydukları bir haberi araştırmalarını emrediyor. İletişim çağında sosyal paylaşım siteleri haberin en hızlı yayılmasını sağlayan araçlardır. Ama bu iletişim kolaylığı ve süratin birtakım eksilerinin de olduğu dikkatten kaçırılmamalıdır. Dolayısıyla sosyal medya üzerinden yayınlanan bir haber bir mümin kardeşimiz hakkında kesin yargıya varmamız için yeterli değildir.

Bu olayın polemik konusu yapılıp daha da vahim durumlar oluşmasına sebebiyet vermemek, siyonistlerin ekmeğine yağ sürmemek için herkesin duyarlı olması gerektiğini düşünüyoruz. Biz ilahi vazife gereği İngiliz Şiiliğine hizmet edenleri deşifre etmenin yanısıra onların oyunlarına alet olanları da uyarmayı kendimize bir görev biliyoruz.

Öncelikle malum olay ile ilgili yanlış bilgilerin düzeltilmesi gerektiğini düşünüyoruz. Türkiye’de henüz gündeme gelmeden ve buna tepki gösterilmeden önce olaydan haberdar olduk. İnternette yayınlanan bir resimi bahane edip incelemeden araştırmadan saldırmak yerine Kur‘an’ın emri gereği araştırmak ve gerçekleri öğrenmek için doğrudan kendileriyle görüştük. Görüşmeye katılanların kendilerine ulaştık ve görüşmelerin mahiyetini öğrendik. Yanlış yaptıklarını hatırlattık. Bu arkadaşlar verdikleri cevapta İngiliz Şiiliği çevreleriyle uzaktan yakından bir bağları olmadığını, İngiliz Şiiliği ile alakalı bir tavır ve davranışlarının bulunmadığını, hatta bu oyundan habersiz olduklarını belirttiler. İnternette; email, whatsApp, facebook gibi sosyal paylaşım sitelerinde paslaşarak değil , Iğdır ve İstanbul‘da kendileriyle yüz yüze görüştük. Bu görüşme, ilk defa İngiliz Şiililerinin kendi televizyonlarında yayınlandı , sonra da resimleri internette servis edildi. Görüşenler ise daha sonra olacaklardan habersiz kendi sitelerinden yayınladılar.İngiliz uşaklarının servis ettiği görüşme bandı ve resminin arkasında bir oyun olduğunu açıkladık. Konunun üzerine fazla gidilmemesi gerektiğini, kasıtsız ama basiretsiz ve bilinçsizce sıradan bir ziyaret olduğunu hatırlattık. Bunun başka mecralara çekileceğini söyledik.
Şimdi konu, İngiliz Şiilerine ve onlarla görüşenlere tepki gösterilip gösterilmemesi konusu değildir, konu ingiliz şiilerinin servis ettiği tv kayıdı ve resim ile fitne çıkarmalarına karşı dikkatli olmaktır. Yani görüşenler, bu ziyaretlerinde İngiliz Şiiliğini benimseyecek bir davranışta bulunmamışlardır ama ingiliz şiileri bunu kullanmışlardır. Biz de bunu fark edip Türkiye’de dostları oyuna gelmemeleri için uyardık. Malesef bazı kardeşlerimiz acaleci davranarak konuyu incelemeden tepki gösterdiler ve Cuma hutbesindede de işaret ettiğimiz oyuna geldiler. Yoksa maksadımız, İngiliz şiiliğinin maşalarını ve onlarla görüşenlerin hatalarını savunmak veya temize çıkarmak değilidir.
Avrupa Ehlibeyt Alimler Birliği olarak bir bildir yayınladık, orada da ilahi vazifemiz gereği fitneye dikkat çektik.
http://rasthaber.com/ateab-birlige-cagirdi/

İnsanın aklına “bulanık suda balık mı avlanıyor“ düşüncesi geliyor. İngiliz Şiiliğini bahane edip birilerinden intikam mı alınmak isteniyor? Amacımız Amerikan İslam’ı ve İngiliz Şiiliğinin mahiyetini ifşa etmek ve her ikisine de gereken tepkiyi göstermeye dikkat çekmektir.

Aydınlatılması gereken sorulardan biri de; İngiliz Şiiliğinin maşalarıyla görüşenlere karşı bu kadar katı tavır alınırken Amerikan İslam’ını hakim kılan devlet kurumuyla irtibatta olmak neden maslahat oluyor?

Bizim mücadelemiz Amerikan İslam‘ı ve İngiliz Şiiliğine karşı aynı seviyede olmalıdır. Bunun yanısıra müstekbirlerin planlarını da iyi okuyup basiretli davranmaktır. Bizi kutuplara bölüp birbirimize karşı cepheleştirmelerine engel olmaktır.

Siyaset-din ayrılığını savunan düşünce, Batı istikbarı ile uyum içinde yaşayan bir düşünce, Batı insan hakları beyannamesini temel yasa olarak kabul eden düşünce, müstekbirlerle barış, uzlaşma ve kardeşce geçinmeyi öngören düşünce, dinin tağut rejimlerinin emrinde olmasına rıza gösteren düşünce, istikbara, zülme, sömürü ve işgale karşı direnişi rededen düşünce Amerikan İslam’ının nişaneleridir. Amerikan İslam’ını ilk defa Merhum İmam Humeyni gündeme getirmiştir.

İngiliz Şiiliği; Amerikan İslam’ına paralel olarak “velayet-i fakih“ düşüncesini devre dışı bırakmak isteyen bir zihniyet, dini merceiyeti zayıflatıp inzivaya sürüklemek isteyen bir zihniyet, tağutlara karşı kıyam, inkılap ve direnişe karşı bir zihniyet, istikbara karşı mücadele ve cihada karşı bir zihniyetten ibarettir. İngiliz Şiiliğini de ilk defa açık bir şekilde İmam Hamanei dile getirmiş ve tehlikelerine dikkat çekmiştir.

Son söz: Şeytanın hilelerinin sonu yoktur. Amerikan İslam’ına mücadele verilmesi gerekir, ama bu mücadelede dikkatli olunmazsa bazen onların oyununa gelinebiliyor. İngiliz Şiiliğine karşı mücadele verilmelidir, ama karşı tavır koyayım derken bazen şeytanın oyunlarına gelinebiliyor. Hepimizin dikkatli olması gerekir.

Sabahattin Türkyılmaz

Pazartesi, 30 May 2016 19:45

Kasım Süleymani, Irak’ta Ne Yapıyor?

Korgeneral Kasım Süleymani komutası altındaki İran’ın askeri danışmanlarının Irak’ta bulunması, bu ülkenin kanuni hükümetinin isteği üzere ve Irak ve bölgeyi istikrarsızlaştırıp güvensiz hale getiren teröristler ve radikallere karşı mücadele içindir.”


Irak El-Haşad El-Şabi Gönüllü Halk Güçleri Komutan Yardımcısı Ebu Mehdi El-Muhendis, “İranlı danışmanlar, savaşın başladığı andan itibaren bizim yanımızdaydılar” açıklamasında bulunarak; “Kudüs Ordusu Komutanı Kasım Süleymani’nin Irak’ta bulunması Bağdat’ın isteği üzerine gerçekleşti” dedi.

Irak Gönüllü Halk Güçleri Komutan Yardımcısı Ebu Mehdi El- Muhendis, cumartesi günü el-Sumaria News’e verdiği demeçte şu açıklamalarda bulundu:

“Özellikle değerli kardeşim Kasım Süleymani olmak üzere; İranlı danışmanlar çatışmaların başladığı günden itibaren bizim yanımızdaydılar. Kasım Süleymani’nin Irak’ta bulunması, hükümetin isteği ve Irak Silahlı Kuvvetler Komutanı’nın onayı ile idi.

Iraklılar sahip oldukları olanaklarla terörizmi bastırabilirler. Gönüllü Halk Güçleri hiçbir siyasi projenin peşinde değildir ve bizim hedefimiz pratik olarak siyasete destek vermektir.”

Irak Gönüllü Halk Güçleri Komutan Yardımcısı’nın bu açıklamaları Suudi yetkililerin Kasım Süleymani ve beraberindeki Kudüs Ordusu’nun Irakta bulunmasına ilişkin tepki göstermesinin hemen ardından gerçekleşti. Arabistan Dışişleri Bakanı Adil El-Cubeyr, geçen hafta Siyonistlerin yürüttüğü politikaya paralel olarak; “İran ordusu Suriye ve Irak halkıyla savaşıyor ve dünya genelinde yıkıcı operasyonlar gerçekleştiriyor. Sülaymani’nin ve ordunun Irak’taki girişimleri, bizim açımızdan kabul edilemez bir durumdur!” demişti.

Öte yandan; İran Dışişleri Bakanı Sözcüsü Hüseyin Cabir Ensari de cuma günü öğleden sonra El-Cubeyr’in İran ve Kasım Süleymani karşıtı saldırgan sözlerine cevap olarak şu açıklamalarda bulundu:

“Korgeneral Kasım Süleymani komutası altındaki İran’ın askeri danışmanlarının Irak’ta bulunması, bu ülkenin kanuni hükümetinin isteği üzere ve Irak ve bölgeyi istikrarsızlaştırıp güvensiz hale getiren teröristler ve radikallere karşı mücadele içindir.”


Velayet-i Fakih teorisi, beklenen büyük kurtarıcı Mehdi (a.f)’nin gaybetinde yönetimin “liyakat sahibi fakih” eliyle yürütülmesi ve “ilahi adalet devleti” (yani Mehdi (a.f) hükümeti) için zemin oluşturmayı amaçlar. Teori, bin dokuz yüz yetmiş dokuz yılında İmam Humeyni (r.a)’nin öncülük ettiği bir devrimle pratiğe dönüşmüştür.

 Allah’ın adıyla

Şu an Atlas Okyanusu kenarından Hint Okyanusu’nun diğer ucuna kadar İslam dünyası bir hercümerç içerisinde. İslam ülkelerinin her biri ya bir iç savaşla boğuşuyor ya diğer bir İslam ülkesindeki iç savaşın tarafı olmuş ya da terörün pençesinde inliyor durumda. Özellikle de Ortadoğu. İnsan ve “insanlık”ın kadim yurdu Ortadoğu hâlihazırda zulüm, kan ve gözyaşından oluşan bir ateş deryasına dönmüş vaziyette.

Tüm dünya Ortadoğu ile yatıp Ortadoğu ile kalkıyor: Askeri olarak müdahale edenler, siyasi olarak destek verenler, pay kapmaya rol çalmaya çalışanlar, kendince çözüm üretenler ve kendini vazgeçilmez görenler… Suriye vekalet savaşını “Suriye’nin dostları” adıyla Amerika öncülüğünde bir araya gelen yüz beş ülkenin birlikte kotardığını, Suriye vekalet savaşına seksen (bir başka rapora göre yüz yirmi) ülkeden “tekfirist cihatçı” katıldığını, P5+1 olarak adlandırılan ABD, İngiltere, Fransa, Rusya, Çin ve Almanya’dan her birinin Akdeniz ve Arap Yarımadası civarında belli bir askeri varlığının yer aldığını, bölgede askeri olarak yer alamayan onlarca ülkenin siyasi, lojistik ve mühimmat yardımı ile mevzi edinmeye çalıştığını dikkate aldığımızda bölgedeki vahamet açığa çıkmış olmakta.

Şunu merak etmemek mümkün değil: Neredeyse tüm dünyanın bir tür müdahil olduğu Ortadoğu’da esas oyun kurucular kimdir? Ve bu oyun kuruculardan kim neyin peşindedir?

Hepimiz biliyoruz ki, Ortadoğu’da ki müdahil gücün ana eksenini “Batı Medeniyeti” bloku oluşturmaktadır. Avrupa, Kuzey Amerika ve Avusturalya ülkeleri ile İsrail’den oluşan Batı Medeniyeti içerisinde dünyada etkin ve söz sahibi pek çok ülke vardır. Amerika, Kanada, Fransa, Almanya, İngiltere ve İsrail bunların öncüleri olarak sayılabilir. “Batı Medeniyeti” blokunun bölgede birlikte iş tuttuğu bir dizi uşak ya da yandaş ülkenin olduğu da başka bir gerçektir. Mesela Suud, Katar, Ürdün, Mısır ve Türkiye’de bu gruptan ülkelerdir.

Peki, Batı Medeniyeti bloku içerisinde bunca aktör ve paydaş içerisinden oyun kurucu olan hangisidir? Sözü dolandırmaya gerek yok. Bu blok içerisinde mutlak hakim patron Amerika’dır. Zaman zaman diğer ortak ve paydaşların lokal itiraz, çıkış ve serzenişleri olsa da bu blokun yön ve yöntemini belirlemede Amerika mutlak bir rol ve etki sahibidir.

Amerika, Batı Medeniyeti’nden müttefiklerini bazen ortak bazen basamak olarak görmekte. Ancak İslam ülkelerinden olan müttefikleri Amerika için o anki pozisyon ve plana göre bazen maşa bazen yem ve bazen de ava gittiğini zanneden avdır!

Peki, Amerika Ortadoğu’da neyin peşinde? Amerika, küresel zorbalığın “firavunu” olarak bir “küresel sulta düzeni” kurma peşinde. Küresel sulta düzeni için Batı dünyasında gerekli düzen büyük oranda tesis edilmiş ve roller dağıtılmış durumda. Ancak mutlak olarak gerek siyasal gerek ekonomik ve gerekse stratejik olarak dizayn edilmesi gerekli bir coğrafya var: Ortadoğu.

Amerika’nın Ortadoğu’da ki ekonomik ve stratejik kaynakları kullanmak ve sömürmek istediği bir gerçektir. Ama Amerika’yı bölgeye tahakküm kurma çabasına iten esas neden bu değildir. Zira bölgedeki ülkelerin birkaç istisnası dışında neredeyse tamamı ya uşağı ya da yandaşıdır. Amerika’yı bölgeyi mutlak bir şekilde sil baştan dizayn etme çabasına mecbur eden neden: “Bölgede Amerika’nın küresel sulta sistemine karşı doğmuş ve yayılmakta olan alternatif bir dünya düzeni doktrinidir.”

Evet, Amerika’yı tüm paydaşlarını toparlayarak Ortadoğu’yu cehenneme çevirmeye iten neden: Batı Medeniyeti’nin resmiyette “Liberal Demokratik Dünya Düzeni” olarak adlandırdığı “küresel sulta ve sömürü” sistemine karşı alternatif bir dünya düzeni doktrininin teorik ve pratik olarak hayat bulmuş olmasıdır.

Amerika’nın Ortadoğu’da yapmak istediği esas hamle, bahsi geçen doktrini tüm Ortadoğu’yu etkilemeden ve buradan da dünyaya yayılmadan boğma çabasıdır. Diğer tüm askeri, siyasal, dinsel, ekonomik ve kültürel fitnelerin ana hedefi bu gayeye dönüktür.

Amerika’nın oyun kuruculuğu ve neyin peşinde olduğunu açıklarken ima ile diğer esas oyun kurucunun da kim olduğunu söylemiş olduk. Ortadoğu’da ki ikinci esas oyun kurucu “adalet, hürriyet, eşitlik” temelli bir dünya inşa etmeyi amaç edinmiş olan “İslam İnkılabı”dır. Amerika ve yandaşlarını sistemlerini sarsacağı ve dünyanın geleceğini belirleme planlarına engel olacağı korkusuyla boğmak istedikleri “İslam İnkılabı” ve onun yönetim felsefesi olan “Velayet-i Fakih” doktrinidir.

Velayet-i Fakih teorisi, beklenen büyük kurtarıcı Mehdi (a.f)’nin gaybetinde yönetimin “liyakat sahibi fakih” eliyle yürütülmesi ve “ilahi adalet devleti” (yani Mehdi (a.f) hükümeti) için zemin oluşturmayı amaçlar. Teori, bin dokuz yüz yetmiş dokuz yılında İmam Humeyni (r.a)’nin öncülük ettiği bir devrimle pratiğe dönüşmüştür.

Amerika, ilk günden itibaren İslam İnkılabı’nın ne manaya geldiğini biliyordu. On yıllarca bin bir hile ve desise ile doğmasına engel olmaya çalıştı. Bu çabası sonuçsuz kalınca onu boğmak için doğduğu gün boğmak için harekete geçti. Ancak “liyakat sahibi fakih”in ulvi ve dahiyane yönetimi ile adanmış inkılapçıların fedakarlıkları sayesinde İslam İnkılabı bugün dünyanın kaderini etkilemede esas oyuncu olmaya doğru ilerlemekte.

Öncelikle bölgede olmak üzere tüm kürede mazlum ve mustazaf kitleleri etkilemiş, onlara ümit aşılamış, yol açmış olan İslam İnkılabı’nın bölgesel etkileri üzerine birkaç cümle kurmalıyız ki, Amerika ve yandaşları niçin panikteler ve niçin Ortadoğu’dalar anlaşılmış olsun.

İslam İnkılabı’nın ilk artçıl dalgası Hizbullah’ı doğurdu. Hizbullah ise küresel sulta sisteminin vazgeçilmez parçası olacak olan “Büyük İsrail devleti” projesini örümcek ağı parçalar gibi parçalayıp tarihin çöplüğüne attı. İslam İnkılabı, Suriye ve Irak gibi ülkelerin sadece halklarını değil yönetimlerini de etkileyerek Ortadoğu’da anti-emperyalist, anti-siyonist bir “direniş hattı” kuşağının oluşmasını sağladı.

Ancak İslam İnkılabı’nın esas etkisi halklar üzerindedir. Ve bu etkinin derinliğini ölçmekte kolay değildir. Bugün Ortadoğu’da ırkı, dili, dini ve mezhebi fark etmeksizin kendini anti-emperyalist ve anti-siyonist olarak gören her kim varsa o, İslam İnkılabı’nın yansımasıdır. Velev ki kendisi bunun farkında olsun ya da olmasın. Bunun misali şudur ki, ırmağın aşağılarında sudan yararlananların kaynağı görüp görmemelerinin kaynağın hakikatini değiştirmeye etkisinin olmaması gibidir.

Ortadoğu’da iki esas oyun kurucu vardır: Amerika ve İslam İnkılabı. Diğer tüm ülkeler, örgütler, yapılar ve şahsiyetler bu iki oyun kurucunun etrafındaki paydaş ya da figüranlardır. Hakikat budur ve bu iki güç arasındaki savaş görünenden çok ama çok daha derin, stratejik ve kader belirleyici bir savaştır. Bu savaş yüzeysel bir bakış açısı ile ekonomik ve mevzi kapma yarışı gibi algılanabilir. Ancak bu büyük bir yanılsamadır. Bölgedeki tüm askeri, siyasal, sosyal, dinsel, ekonomik ve kültürel mücadelenin çok derin bir nedeni vardır. Bu savaşın ana nedeni: “Ortadoğu’nun geleceği ne olacak? Dünyanın geleceği ne olacak?” savaşıdır.

“Acaba binlerce yıldır insanlığa tahakküm eden güçlerin zorbalığının zirve noktası olan “küresel sulta düzeni” mi kurulacak yoksa “adalet, hürriyet, eşitlik” temelli bir dünyanın kapıları mı açılacak?” İşte tüm savaş bunun içindir!

Muntazar Musavi 

İran Hac ve Ziyaret Kurumu bir bildiri yayımlayarak; İranlı hacı adaylarının bu yılki hac merasimine katılıp katılamayacağına dair açıklamada bulundu.

İran Hac ve Ziyaret Kurumu tarafından yayımlanan bildiride şu ifadeler yer aldı:

“Biz her yıl olduğu gibi, bu yıl da hac merasimi için program koordine etmek üzere toplantılar düzenliyorduk ve şimdiye kadar haccın gerçekleştirilmesine dair hiçbir şüphe yoktu. Muazzam bir hac organizasyonu düzenlemekte kararlıydık.

Görüşmelerin ikinci turunda Arabistan sorumlularının verdikleri bütün sözlere rağmen, ikinci İran heyetinin seyahat vizesi 45 gün gecikmeyle ve yeni Suudi Arabistan Hac Bakanının atanmasından sonra imzalandı ve sonunda İran İslam Cumhuriyeti heyeti, yeni bakanın davetiyle 25.05.2016 tarihinde Arabistan’a hareket etti.

Bu turdaki görüşmelerde İran’da vize çıkartılması ve İran hacılarının İran İslam Cumhuriyeti uçaklarıyla taşınması ve geçen yıl yaşanan acı olaylar sebebiyle ‘İranlı hacıların güvenliği, onuru ve haysiyetinin korunacağının temin edilmesi’ şartıyla hacı gönderileceği belirtildi. Ama Arabistan’ın üst düzey yetkileri arasındaki tutarsızlık ve hac konusuna siyasi bakış sebebiyle bu taleplerimize olumlu cevap verilmemiştir.

Suudi Arabistan kendi medya propagandasına rağmen, iki ülke arasındaki siyasi atmosferin etkisi altında, Haccı siyasi konulara bağlayarak bu esasa göre, her yılki ortak anlaşma metnini değiştirmiştir. Bu yüzden Hac ve Haremi Şerifeyn’den siyasi yarar sağlayan ve İran halkının doğal hakkı olan Hac ibadetini yerine getirmelerine karşı çıkan ve Allah yolunun önüne engel koyan Arabistan’dır. Şu an Hac organizasyonlarını yapabilmek için yeterli zamanın kalmaması ve Arabistan’ın İran İslam Cumhuriyeti’nin haklı

taleplerini karşılamaması ve Suudi hükümetinin devam eden sabotajları sebebiyle, İran İslam Cumhuriyeti hacıları, bu yıl ki Hac merasiminden mahrum bırakılmıştır ve bunun bütün sorumlusu da Suudi Arabistan’dır.”


 İmam Hamenei, İslam İnkılabı’nın ilerleyişinin ve amaçlarının gerçekleşmesinin tek yolunun; ülkenin ciddi manada güçlü olması ve Cihad-ı Kebir, yani düşmanlara asla itaat etmemesi şeklinde olduğunu ifade etti.

İmam Hamenei, İslam İnkılâbı’nın amaçlarına ilişkin olarak şunları söyledi: “İslam İnkılâbı’nın hedefleri; İslam hâkimiyeti, özgürlük, bağımsızlık, sosyal adalet, genel refah, yoksulluk ve cehaletin kökten kazınması, batının ahlak, ekonomik, sosyal ve siyasi fesat saldırılarına direniş ve emperyalizm cephesinin hegemonyasına karşı dik duruş olmuştur.”

İmam Hamenei;  ‘Sulta Sistemi’ kurmayı ‘emperyalizmin doğası’ şeklinde tanımlayarak, “Şüphesiz İslam her türlü istikbar ve zulmü darmadağın eden bir amildir. Ancak İslam bir hükümet sistemi gibi kendisini gösterip; askeri, siyasi, ekonomik, kültürel ve medyadaki güç araçlarına sahip olduğu zaman, emperyalistler karşısında evrensel direniş başlatıp ve sultacılık cephesini dağıtabilir” dedi.

İmam Hamenei sözlerinin devamında; İnkılâbı korumanın ve devam ettirmenin, İnkılabı yapmaktan daha zor olduğunu ifade ederek geçen kırk yılda İslam İnkılabına karşı yapılan saldırıları ve savaşları hatırlattı.

“Biz bu savaşlara karşı yalnızca direniş ve sabırla zafer elde ettik. Düşmanlar ise kaybettiler” şeklinde uyarıda bulunan İmam Hamenei yumuşak saldırıları, dünya emperyalist cephesinin İslam İnkılabına karşı yeni savaş aşaması olduğunu belirterek; “Sürekli olarak uygulanan ekonomik ambargolar, siyasi saldırılar ve insanları aldatmak için yapılan yalancı reklamları bu savaşın yeni metotlarıdır” dedi.

İmam Hamenei; düşmanın saldırısının üçüncü aşamasını devletin içine sızmak olduğunu söyleyerek;“Emperyalist cephe sızma stratejisinde birkaç önemli hedefi karşısına almıştır. Bu hedefler; karar alma ve uygulama merkezlerini tesir altına almak, halkın inançlarını değiştirmek ve ülke yetkililerinin görüşlerini değiştirmektir” şeklinde açıklamada bulundu.

İmam Hamenei, emperyalistlere karşı direnmenin tek yolunun güçlenmek olduğunu vurgulayarak, Nükleer Müzakereleri hatırlatıp; “Eğer biz; %20 uranyum zenginleştirmesini yapamasaydık, 19 bin santrifüjü üretmeseydik, ağır su tesislerini kurmasaydık batılılar bu konuda bizim karşımızda oturup müzakere yapmazdı” dedi.

İmam Hamenei, hakiki inkılapçı olmanın şartlarını; “Takvalı, cesur, basiretli olmak, gerekli yerde açık sözlü davranmak, başkalarının kınamasından korkmamak, düşmanın cephesini düzgün ve detaylı bir şekilde araştırmak” şeklinde tanımladı.

İmam Hamenei sözlerinin sonunda; “İçinizde olan korku ve yenilgi hissinden sakının. Böyle olursa dışarıda da kaybedersiniz” dedi.


İran Bilim Bakanı Ferhadi, İslam ülkelerindeki bilim üretiminin yüzde 50'den fazlasının Türkiye ve İran'a ait olduğunu belirtti.

Sondakika.com’un haberine göre, İran İslam Cumhuriyeti Bilim, Araştırma ve Teknoloji Bakanı Prof. Dr. Muhammed Ferhadi, İslam İşbirliği Konferansı'nın raporuna göre İslam ülkelerindeki bilim üretiminin yüzde 50'den fazlasının Türkiye ve İran'a ait olduğunu belirterek, “İşbirliğimizin en büyük kaynakları öğrenciler ve bilim adamlarıdır. Beklentimiz, iki ülkenin üniversite öğrencilerinin eğitimlerini İran ve Türkiye'de yapmaları” dedi.

Yükseköğretim Kurulunda (YÖK) ilk kez "Türkiye-İran İlişkilerinin Gelişiminde Türk Yükseköğretim Sistemindeki İranlı Öğrencilerin Rolü" konulu çalıştay düzenlendi.

YÖK'te düzenlenen çalıştayın açılışına, İran İslam Cumhuriyeti Bilim, Araştırma ve Teknoloji Bakanı Prof. Dr. Muhammed Ferhadi, YÖK Başkanı Prof. Dr. Yekta Saraç, İran Büyükelçisi Muhammed İbrahim Tahiriyan Ferd, Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Başkanı Prof. Dr. Derya Örs, bazı rektörler ile Türkiye'de üniversite öğrenimi gören İranlı öğrenciler ile mezunular katıldı.

İranlı Bakan Ferhadi yaptığı konuşmada, iki ülkede eğitim gören öğrencilerin Türkiye ve İran'ın büyükelçileri gibi rol üstlendiğini ifade etti.

İran'da 35 yıl önce yükseköğretimde yaptıkları devrimlerle dünyada pozitif ilerlemenin kaynağının bilim olduğuna inandıklarını dile getiren Ferhadi, bilimin ülke ekonomisini güçlendirdiğini vurguladı.

İran'da neredeyse 5 milyon üniversite öğrencisinin 900 bininin master ve doktora düzeyinde olduğunu bildiren Ferhadi, ülkede 167 bilim merkezinin, bunların arasında ise dünya düzeyinde merkezlerin bulunduğunu aktardı.

Uydu, bilgisayar, ilaç sistemleri gibi pek çok alanda başarılı bilimsel araştırma yapıldığına işaret eden Farhadi, “Eminiz bu kapasiteleri dost ülkelerin imkanlarıyla da birleştirirsek daha büyük başarılar elde edeceğiz. İslam İşbirliği Konferansı'nın raporuna göre İslam ülkelerindeki bilim üretiminin yüzde 50'den fazlası Türkiye ve İran'a aittir. İşbirliğimizin en büyük kaynakları öğrenciler ve bilim adamlarıdır. Beklentimiz, iki ülkenin üniversite öğrencilerinin eğitimlerini İran ve Türkiye'de yapmaları” diye konuştu.

Ferhadi, geçen ay iki ülke arasında imzalanan "Yükseköğretim Alanında Mutabakat Zaptı"nda yer alan hükümlerin hayata geçirilmesi konusunda aşamaları belirlemek üzere Türkiye'de olduğunu dile getirdi.

Mutabak Zaptı'nın hemen operasyonel hale getirilerek çalışmalara başlandığını kaydeden Ferhadi, bu kapsamda, Türkiye'de yakın zamanda sosyal bilimler alanında Hafız adıyla Araştırma Kurumu'nun kurulmasına karar verildiğini ve İran'daki bir üniversitenin bunun kuruluşuna destek vereceğini bildirdi.

YÖK Başkanı Saraç, günümüz dünyasında daha önceki dönemlerden farklı nitelikte çeşitli alanlarda büyük değişimler ve dönüşümler yaşandığını ifade etti.

Bu dönüşümlere eşlik eden güçlerin mahiyeti ve niteliğinin, dünyanın ve insanlığın kaderini belirleyecek unsurlar olabileceğine işaret eden Saraç, “Dünyada bu değişimler kapsamında olup biteni seyrederek ve sadece gözlemleyerek değil, büyük değişikliklere imza atmak, ülkelerin kendi ayakları üzerinde durması ve var olabilmesi bile artık güç hale gelmiştir” değerlendirmesini yaptı.

Üniversitelerin, dünyada meydana gelen bu değişimleri takip eden değil, yönlendiren kurumlar olması gerektiğini ve olmak zorunda olduğunun altını çizen Saraç, üniversitelerin aynı zamanda toplumların mükemmeliyet merkezleri ve dönüşen değil, toplumları refah, mutluluk ve doğruluk istikametinde dönüştüren kurumlar olması gerektiğini kaydetti.

“Üniversitelerin, aklın ve bilgeliğin yurdu olması gerektiğini” ifade eden Saraç, bu süreçteki başarının ise ancak kurumlar ve ülkeler arasındaki stratejik ve sürdürülebilir işbirliklerine bağlı olduğunu vurguladı.

Bugünkü toplantıyı bu kapsamda görüp değerlendirdiklerini dile getiren Saraç, toplantının, iki dost ülke üniversitelerinin gücünü, imkanlarını ve geleceğe yönelik umutlarını birleştirme arzusunun ve çabasının bir ürünü olduğunu kaydetti.

Saraç, şu değerlendirmelerde bulundu:

“Ülkelerimizin geleceğini oluşturacak gençliği ortak platformlarda buluşturmak, onları daha huzurlu bir dünya için hazırlamak, yetiştirmek, bilimin öncülüğünde ortak bir geleceği inşa etmek, yükseköğretim kurumlarının en önemli amaçlarından birisi olmalıdır. Bugün ülkemizde çeşitli düzeylerde 6 bine yakın İranlı öğrenci eğitim alıyor. Üniversitelerimiz ile İran üniversiteleri arasında yapılan Mevlana protokollerin sayısı 40'ı aştı. Biz bu rakamların daha ileriye taşınması önünde bir engel olmadığını düşünüyoruz”.

YÖK Başkanı Saraç, iki ülke arasında imzalanan Mutabakat Zaptı kapsamında oluşturulan Ortak İzleme Komitesi'nin bugün ilk toplantısını gerçekleştirdiğini ve önemli eylem kararları alındığını, bunların bugünkü panelde Ortak İzleme Komitesi tarafından paylaşılmasını beklediğini bildirdi.

Saraç, “Bu şekilde, kısa bir süre içinde iyi niyetlerden uygulama sürecine geçebildiğimizi görmekten mutluluk duyduğumu ifade etmek isterim. Türk ve İran yükseköğretimlerinin işbirliğini stratejik bir gelişme olarak görüyoruz” dedi.

Türkiye ve İran'ın, birçok açıdan benzerlik taşıdığını anlatan Saraç, her iki ülkenin hızlı gelişen ekonomiler kategorisinde olduğunu ve her iki ülkenin bölgede dikkate alınması gereken önemli bir güce sahip olduğunu vurguladı.

Bunların tümünün ötesinde, iki ülke arasındaki en önemli benzerliğin, her iki ülkenin sahip olduğu genç insan kaynakları olduğunu belirten Saraç, “Bu insan kaynaklarının her düzeyde niteliğinin arttırılmasının sonuçları ise sadece bu iki ülke ile sınırlı olmayıp bütün bölge ve hatta küresel sonuçları olabilecek potansiyele sahiptir. Bu insan kaynakları ile birlikte başlatılacak yeni ve yenilikçi girişimler, her iki ülkeye de sürdürülebilir büyük kazanımlar sağlayabilecektir” diye konuştu.

YÖK Başkanı Saraç, bu kapsamda, iki ülke arasında geleceğe yönelik stratejik ve sürdürülebilir işbirliklerinin en önemli paydaşı olan Türk yükseköğretim sistemindeki İranlı öğrencilerin toplantıya katılımını çok önemsediğini söyledi.

İran Büyükelçisi Muhammed İbrahim Tahiriyan Ferd ise iki ülke arasındaki eğitim, siyasi ve ekonomik alanlarda yapılacak işbirliklerinin önemli olduğunu ifade etti.

Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Başkanı Prof. Dr. Derya Örs de "Türk-İran Kültürel İlişkilerinin Dünü, Bugünü, Yarını" konulu konuşma yaptı.

Çalıştaya, Türkiye'de çeşitli üniversitelerde lisans ve lisansüstü eğitim gören ve mezun olan çok sayıda İranlı öğrenci de katıldı.

İran Grekoromen Güreş Milli Takımı dünya şampiyonu oldu.

İran Grekoromen Güreş Milli Takımı, ülkenin Şiraz kentinde düzenlenen 2016 Dünya Kupası çerçevesinde bu akşam Rusya milli takımı ile oynadığı final maçını kazanarak dünya şampiyonu oldu.

İran Grekoromen Güreş Milli Takımı, Rusya’yı final maçında 8-0 yenerek şampiyon oldu.

Dün 19 Mayıs Perşembe gününden Şiraz’da başlayan Dünya Kupası’nın sıralama müsabakasında ise Türkiye Grekoromen Güreş Milli Takımı, Kazakistanı geçerek üçüncü olmayı başardı.

İran Grekoromen Güreş Milli Takımı finale yükselmek için Ukrayna, Azerbaycan Cumhuriyeti ve Türkiye’yi yenmişti.

Ali Ekber diye meşhur olan Ali b. Hüseyin b. Ali b. Ebu Talib, Şiaların üçüncü imamı olan İmam Hüseyin’in (a.s) oğludur. Hicretin 33. Yılında Medine’de dünyaya geldi.

Denildiğine göre dış görüntüsü ve ahlaki yapısı Hz. Peygamber Ekrem’e (s.a.a) çok benzemekte idi. Aşura Vakıasında olağanüstü cesaret ve fedakârlık sergilemiş ve Yezid ordusuna karşı savaşırken Kerbela sahrasında şehit olmuştur. Rivayetlerin naklettiğine göre Aşura’da şehit olan Beni Haşim’den ilk kişidir. Kabri şerifleri değerli babası İmam Hüseyin’in türbesinin yanındadır.

Lakap ve Künyesi

Tarihi kaynaklarda lakabının “Ekber” künyesinin ise “Ebu’l Hasan” olduğu geçmiştir. 
Doğumu ve Şehadeti
Hicretin 33. Yılında Şaban ayının 11’inde Medine’de dünyaya gelmiştir ve hicretin 61. Yılında Muharrem ayının 10’unda Aşura Hadisesinde babası ve çok sayıda Beni Haşim’le birlikte Kerbela’da şehit olmuştur. Kabri şerifleri Kerbela’da değerli babası İmam Hüseyin’in ayak ucundadır. Ulema, Hz. Ali Ekber’in (a.s) “Ekber” lakabı ile İmam Hüseyin’in (a.s) en büyük oğlu olduğunu rivayet etmiştir.
Ancak bazı Şia âlimleri Hz. Ali Ekber’in (a.s) İmam Seccad’ın (a.s) küçüğü olduğunu açıklamışlardır.Bu görüş Merhum Tusteri tarafından tenkit edilmiştir.

Ailesi

Hz. Ali Ekber’in (a.s) babası, Şiaların üçüncü imamı, İmam Hüseyin (a.s), annesi ise Leyla bint Ebu Mürre’dir.
Eş ve Çocukları
Kendisine hitaben okunan ziyaret nameler dikkate alındığında kendisinin eş ve ailesi bulunmaktaydı. Kendisine ait ziyaret name şu şekildedir: صلى الله عليک و على عترتک و اهل بيتک و آبائک و ابنائک 
Nitekim İmam Cafer Sadık (a.s) Ebu Hamzali’ye şöyle buyurmaktadır: “Kabri şeriflerine vardığında dur ve şöyle söyle: «ضع خدک على القبر! و قل: صلى الله عليک يا ابا الحسن!» Bu pasaja baktığımızda Hz. Ali Ekber’in (a.s) Hasan adlı bir çocuğu vardır.
Ancak bazı nesep yazarları ve araştırmacılar Hz. Ali Ekber’in (a.s) kendisinden geriye evladının kalmadığını ve İmam Hüseyin’in (a.s) neslinin yalnızca İmam Zeynel Abidin’den devam ettiği görüşündedir.

İsminin Konulması

İmam Hüseyin (a.s), çocuğunun adını “Ali” koymuş ve bu şekilde İmam Ali’nin (a.s) adını ortadan kaldırmak isteyen veya silinmesi için gayret sarf edenlerle mukabele etmiştir. İmam Hüseyin (a.s) yalnızca bu oğlunun adını değil, her üç oğlunun da adını Ali koymuştur.

Eğitim ve Öğretim

Tüm eğitim metot ve yöntemlerine vakıf olan İmam Hüseyin (a.s) kendisini çocukların dünyasıyla adapta etmiş ve çocukların davranışlarına uygun olan şeyleri yapmıştır. Bu şekilde çocuklarının çocukluk psikolojisinden uzak kalmamıştır.
İmam Hüseyin (a.s) çocuğuna Fatiha Suresini öğreten Abdurrahman’a çok değerli bir hediye vermiş ve şöyle buyurmuştur: “Bu hediyelerin, Ali’nin öğretmenin yaptıkları karşısında değeri yoktur, çünkü Kur’an’ı öğretmek mukabilinde tüm hediyeler naçizdir.

Ali Ekber’in Dış Görünüşü

Dış görünüşü çok heybetli ve ay gibi parlamaktaydı. Çok yakışıklı ve güzel çehreli idi. Açık tenli ve kırmızıya çalan rengi, iri ve siyah gözleri, uzun kirpikli, fiziği orantılı ve dengeli, sine ve omuzu genişti.
Hızla yol yürür ve yol yürüdüğünde sanki yamaçtan iner gibi yürür veya bir taşın üzerinden aşağı iner gibi yürürdü. Birisine doğru döndüğünde tüm bedeni ile dönerdi. Gökten ziyade daha çok yere bakardı. Misk ve amber kokusu kendisinden yayılırdı. 
Bundan dolayı İmam Hüseyin (a.s) onu, yaratılış, huy, ahlak, ruhsal özellikler, konuşma ve sosyal davranışlarda Hz. Resulullah’a (s.a.a) en çok benzeyen kişi olarak tanıtmıştır.

Fazilet, Erdem ve Özellikleri

Hadis Nakletmedeki Makamı
Ceddi Hz. Ali’den (a.s) çok sözler naklettiği için kendisi muhaddis olarak tanınmıştır.
Düşmanların Hz. Ali Ekber’in Üstünlüğünü İtirafları
Muaviye, Hz. Ali Ekber’i hilafete layık bilmekte ve şöyle demektedir:
«اولی الناس بهذالامر علی بن الحسین بن علی جده رسول الله وفیه شجاعة بنی هاشم و سخاه بنی امیه و رهو ثقیف.»
“Hükümete en layık kimse ceddi Resulullah olan Hüseyin b. Ali’nin oğlu Ali Ekber’dir. Beni Haşim’in cesaretini, Beni Ümeyye’nin sahavetini ve Sakif kabilesinin güzelliğini kendisinde toplamıştır.”

Hz. Resulullah’ın Aynası

İmam Hüseyin’in (aleyhi selam) tanıklık ve ikrarı ile Ali Ekber (aleyhi selam) Hz. Resulü Kibriya’nın (s.a.a) zahir ve batınının aynası idi

İmam Hüseyin’i Himaye Etmesi

Aşura günü, Hz. Ali Ekber Kerbela meydanına çıktığında, düşman birliklerinden birisi şöyle bağırdı: “Ey Ali! Senin emire’l müminin (Yezid) ile akrabalık bağın var. Bizler onunla bağı olanları gözetmekte ve durumunu göz önünde bulundurmaktayız. Eğer istersen senin için aman verelim.” Hz. Ali Ekber (a.s) cevaben şöyle buyurdular: اِنَّ قَرابَةَ رَسولِ اللهِ اَحَقُّ اَنْ تُرعی ; “Resulullah’ın yakınlığına riayet etmek hakikate daha yakındır.”
Beni Haşim’in İlk Şehidi
Kendisi Aşura günü, Kerbela’da şehit olan Beni Haşim’den ilk kişidir. Şüheda ziyaret namesinde şu şekilde okumaktayız: السَّلامُ علیكَ یا اوّل قتیل مِن نَسل خَیْر سلیل

Hak Yolundaki Kararlılığı

İmam Hüseyin (a.s) Beni Makatil’in evinde uykuya dalmış ve bir süre sonra uyandığında şu sözcükleri: “İnna lillah ve inna ileyhi raciun ve’l Hamdulillahi Rabbil Âlemin” tekrar etmekteydi. Ali Ekber (a.s) bunun nedenini sorunca İmam Hüseyin (a.s) şöyle buyurdular:
“Yavrucuğum! Rüyamda bana bir süvarinin şöyle dediğini duydum: ‘bu topluluk hareket etmekte ve ölüm onları takip etmektedir’ bu sözden ölümümüzün yakın olduğunu anladım.” Bunun üzerine Hz. Ali Ekber (a.s) şöyle dedi: “Babacığım! Allah sizde kötülük görmesin, ancak bizler hak üzere değil miyiz?” İmam Hüseyin şöyle cevap verdi: “Evet, tüm kulların döneceği Hakk’a ant olsun ki biz hak üzereyiz.”
Ali Ekber şöyle dedi: “Ey Babacığım! Hak üzerinde kaldığımız sürece ölümden korkum yoktur.” İmam Hüseyin (a.s) Ali Ekber hakkında dua ederek şöyle buyurdular: “Allah, babanın oğluna vereceği en üstün mükâfat ve sevabı oğulluğun karşısında sana versin.”

Aşura Günü Attığı Şiar

Hz. Ali Ekber, İbn Saad ordusunun aman name teklifini reddettikten sonra peş peşe düşmana saldırarak şu şekilde recez okumaktaydı انا علي بن الحسين بن عليّ نحن و بيت الله اولي بالنّبي تالله لايحکم فينا ابن الدّعي اضرب بالسّيف اُحامي عن ابي ضرب غلامٍ هاشميٍّ قرشي
“Ben Ali oğlu, Hüseyin’in oğlu Ali’yim, Allah’ın evine (Kabe’ye) ant olsun ki bizler Peygambere daha evla ve layıkız, Allah’a yemin olsun ki bu haram zade bize hükmedemez, kılıcımla sizleri öldüreceğim ve babamı savunacağım hem de Haşimi ve Kureyşi soyundan bir gencin vuruşuyla.”

Hz. Hüseyin’in Ali Ekber Hakkındaki Sözleri

Hz. Ali Ekber’in (a.s) yiğitlik ve kahramanlığını izleyen İmam Hüseyin (a.s) şöyle feryat etti: “Ey İbn Sa’d! Benim soyumu kestiğin gibi Allah da senin soyunu kessin. Bizimle Allah Resulü arasındaki akrabalık bağına riayet etmedin, Allah seni yatağında başını kesen kimseye musallat etsin.”
Daha sonra şöyle buyurdu: “Allah’ım! Sen şahit ol ki halk içinde Peygamberin Muhammed’e yaratılış, huy ve mantık olarak en çok benzeyen kişidir.” 
Daha sonra şöyle buyurdu: “Her ne zaman Peygamberini görmeyi arzu etsek, ona (Ali Ekber’e) bakıyorduk.”
Allah’ım! Toprağın bereketini onlardan al ve aralarını aç. Onları acı bir şekilde birbirlerinden ayır. Bizleri davet ederek yardım edeceklerine söz verdiler, ancak bize düşmanlık ettiler ve bizimle savaşa kalkıştılar. Hiçbir zaman vali ve yöneticileri onlardan hoşnut etme ve farklı fırkaları onlara musallat et.”
İmam Hüseyin (a.s) daha sonra Al-i İmran suresinden iki ayet tilavet etti.

Hz. Ali Ekber’in Savaşları

Hz. Ali Ekber’in İlk Saldırısı

Hz. Ali Ekber (a.s) düşman ordularına karşı saldırısını bazen sağ kanattan, bazen sol kanattan ve bazen de orta alandan yapmaktaydı. Hiçbir grup kendisine karşı koyamıyordu. Dediklerine göre bu saldırılarda düşman birliklerinden 120 süvariyi öldürmüştür. Artık Hz. Ali Ekber (aleyhi selam) susuzluğa yenik düşmüştü.
Güç toplamak ve durumdan babasını haberdar etmek için babasının yanına geri döndü.
İmam Hüseyin (a.s) Hz. Ali Ekber’in durumunu görünce ağlamaya başladı ve şöyle buyurdu: “Dilini yaklaştır ve daha sonra Ali Ekber’in dilini ağzına aldı (İmam Hüseyin bu davranışıyla belki de ‘yavrucuğum babanın dili seninkinden daha kuru ve susuz’ demek istemiştir).
Daha sonra yüzüğünün kaşını oğluna vererek şöyle buyurdu: “Oğlum! Bu yüzük kaşını al ve ağzına koy. En kısa zamanda ceddine (Resulullah’a) kavuşacağını ve onun vereceği su kasesiyle suya kanacağını ve asla bir daha susamayacağını ümit ediyorum.” Bu ibareler Seyyid İbn Tavus’dan da az bir farkla nakledilmiştir.

Hz. Ali Ekber’in İkinci Saldırısı

Ali b. Hüseyin (a.s) İmam Hüseyin’le görüştükten sonra tekrar savaş meydanına geri döndü. 200 kadar Kufe ehlini yerlere serdi. 
Tüm bunlara rağmen, Kufe ehli Ali Ekber’i öldürmek için çok rağbet etmemekteydiler.

Şehadeti

Hz. Ali Ekber (a.s) düşman ordusuna karşı kahramanca savaştığı sırada birden Murret b. Munkiz adlı birisi Hz. Ali Ekber'e gizlice saldırarak şöyle dedi: “Arapların günahı benim üzerime olsun ki babasını acılara boğacağım.” Daha sonra kılıcıyla Hz. Ali Ekber’in (a.s) başına vurdu. Hz. Ali Ekber o darbeyle yere yığıldı ve başkaları da aynı anda saldırmaya başladı.
Düşman her yerden Hz. Ali Ekber’e saldırıyor ve kılıç ve mızraklarla vuruyorlardı. Canının çıkmasına ramak kala şöyle feryat etti: “Ey Babacığım! Sana selem olsun, işte bu ceddim Resulullah’tır, o bana dolu bir kâse ile su verdi. O diyor ki bize doğru acele gel.” Daha sonra bir nefes aldı ve canını teslim etti.

Şehadet Sonrası

İmam Hüseyin’in Yanına Gelişi

İmam Hüseyin (a.s) oğlunun yanına gelerek yüzünü oğlunun yüzüne koydu ve öylece kaldı. İmam Hüseyin (a.s) Hz. Ali Ekber’in (a.s) katillerine beddua ederek şöyle buyurdu: “Allah seni öldüren topluluğu öldürsün.”
Daha sonra şöyle buyurdu: “Ey oğlum! Bunlar Allah’a karşı ne kadar da küstah ve hayâsızdırlar, Resulullah’ın haremini çiğniyorlar.”
Daha sonra şöyle buyurdu: “Senden sonra bu dünyaya yazıklar olsun.”
Ali Ekber’in Kanını Göye Savurması
Daha sonra İmam Hüseyin (a.s) Hz. Ali Ekber’in (a.s) kanından bir avuç alarak göye doğru savurdu. Ondan bir damla bile yere dökülmedi.
Sahih senetli bir rivayette İmam Cafer Sadık (a.s) Ebu Hamza Sumali’ye şöyle öğretmiştir: “Babam ve anam sana feda olsun babandan öne geçtin, hâlbuki baban seni sayıyor ve sana ağlıyordu, kalbi senin için yanıyordu, kanından bir avuç alarak göye savurdu ve bir damla bile geri gelmedi ve baban senin acından dolayı asla teskin bulmadı.

Şehidin Çadırlara Götürülüşü

Hz. Ali Ekber’in (a.s) naaşının alınması için İmam Hüseyin (a.s) Ehlibeyt gençlerine şöyle seslendi: “Kardeşinizi alınız” hepsi toplu olarak gidip Hz. Ali Ekber’in mübarek naaşını alarak çadırların karşısına koydular.
Hz. Zeynep (s.a) diğer kadınlarla birlikte ağlayarak şöyle feryat etti: “Vah kardeşim! Vah kardeşim!” daha sonra kendisini Hz. Ali Ekber’in naaşının üzerine attı. İmam Hüseyin (a.s) kız kardeşi Hz. Zeyneb’i çadırlara gönderdi ve Ehlibeyt gençlerine Hz. Ali Ekber’i almalarını emretti.
Hz. Ali Ekber’in Katiline Lanet
Nahiye-i Mukaddese ziyaretinde Hz. Ali Ekber’in (a.s) katili İmam Mehdi (a.s) tarafından lanete uğramıştır. Nahiye-i Mukaddese ziyaretindeki lanetin yer aldığı cümleler şu şekildedir:
“Allah’ın kendisi Ali’nin katili Murret b. Munkiz b. Numan el-Abdi’ye hükmetsin, Allah ona lanet etsin ve zelil etsin ve her kim senin ölümüne yardım edip destek verdiyse Allah onları cehenneme yapıştırsın ki orası ne kötü bir yerdir.”

http://tr.wikishia.net/view/Hz._Ali_Ekber

WİKİSHİA.NET

Küfür cephesi, eninde sonunda İslami direniş cephesi karşısında geri adım atmak zorunda kalacaktır ve kimse bundan şek ve şüphe etmesin.


İmam Hamaney 33. Uluslararası Kuranı Kerim yarışmasına katılan kari ve hafızları huzura kabul etti, kabul sırasında bir konuşma yapan İnkılap Rehberi, Allah’a olan imanın ve tağuta olan inkarın, gerçek iktidar olduğunu ve Amerika’nın en büyük tağut ve en büyük şeytan olduğunu vurgulayarak şunları söyledi: günümüz itibariyle alimlerin, aydınların ve akillerin en önemli vazifesi, tağut rejimlerin aldatmaları karşısında, insanları aydınlatmak ve Cihat anlayışını beyan etmektir. İslam ümmeti küresel güçlerin yalan ve asılsız vaatlerine aldanmamalı ve onların tehditlerinden korkmamalıdır.

İnkılap rehberi, Kuranı Kerim yarışmasını İslam ümmetinin vahdeti doğrultusunda düzenleyen ve tertipleyenlere teşekkür ederek şunları söyledi: Emperyalizm ve küresel güçlerin asıl hedefi, İslam ümmeti içerisinde ihtilaf yaratarak, tefrika oluşturmaktır, İslam ümmeti Allah’ın bize bahşetmiş olduğu bu büyük nimete sarılarak, vahdet ve birliktelik doğrultusunda hareket etmelidir.

İnkılap Rehberi, Kuran celselerinin bereketlerinden biride, halkın muhtelif kesimlerinin özelliklede gençlerin, Kuran ile ünsiyet bulmalarıdır diyerek, şöyle devam etti: İslam ümmeti, günümüz itibariyle Kuran öğretilerini öğrenmede ve öğretmede her zamankinden daha fazla gereksinim duymaktadır zira Müslümanların gerçek yaşantıları Kuran’dan çok fazla uzaklaşmıştır.

İnkılâp Rehberi, tağuti güçlerin İslam dinine ve Müslümanlara darbe vurma peşinde olduklarına işaret ederek, şunları söyledi: Emperyalistler şunu çok iyi bilmekteler, eğer Müslümanlar güçlenirse, sesleri yükselirse, artık mazlum haklara zülüm edemeyecekler ve Filistin meselesi gasp edilmiş bir İslam ülkesi olarak unutulmayacak.

İnkılâp Rehberi, tüm bu tuzak ve fitnelerle mücadele etmenin sırrını, gerçek güç ve kudretin kaynağı olan Kurana sarılmak olduğunu belirterek, sözlerine şöyle devam etti: gerçek güç; tağut ve küfre karşı imanlı bir şekilde direnmektir.

İmam Hamaney, bazı İslam ülkelerinin Allah’a sığınmak yerine, tağuta sığındıklarını söyleyerek, şunlara değindi: Bölgede ki bazı ülkeler, ABD siyasetlerini uygulayarak, gerçekte İslam ümmetine ihanet ederek, Amerika’nın nüfuz etmesinin önünü açmaktalar.

İnkılap Rehberi, İran milletinin Amerika’nın haksız ve yersiz istekleri karşısında imanlı bir şekilde ki direnişini ve dük duruşunu, İran İslam Cumhuriyetinin asıl iktidar ve gücünü teşkil etiğini belirterek, şunları söyledi: küresel güçlerin İran’dan korkmalarının ve entrikalarının asıl sebebi, İran milletinin güç ve iktidarını İslam temelleri üzerine kurmuş olmasıdır, zira düşman güçlü ve cesur İslam’dan korkmaktadır.

İnkılap Rehberi, İran İslam Cumhuriyetinin sadıkane tutumunun, Müslümanlar arasında asıl tesir bırakan etken olduğunu, bununda İslam nizamını muktedir eden etkenlerinden biri olduğunu vurguladı ve şu hatırlatmalarda bulundu: şimdiye kadar tağuti rejimlerin vaatleri, İran milletini aldatamadığı gibi, onların tehditleri de İran milletini korkutamamıştır.

İmam Hamaney, dünya Müslümanlarının en büyük gereksinimlerinden birinin, küresel güçlerin vermiş olduğu vaatlere aldanmamak ve tehditleri karşısında korkmamak oluğunu belirtti ve şöyle devam etti: günümüz itibariyle alimlerin, aydınların ve akillerin en önemli vazifesi, tağut rejimlerin aldatmaları karşısında insanları aydınlatmak ve Cihat anlayışını beyan etmektir. İslam ümmeti küresel güçlerin yalan ve asılsız vaatlerine aldanmamalı ve onların tehditlerinden korkmamalıdır.

İnkılâp Rehberi, bölgede oluşan tekfirci terör gruplarının Müslümanlar arasında tefrika çıkararak düşman lehine vekâlet savaşı yürütmelerinin en büyük nedenini, aydınlatmadan yoksun olarak sapmaların olduğunu vurgulayarak şunları söyledi: Kuran celselerinden insanları aydınlatmak için istifade edilmelidir, çeşitli ülkelerden bu yarışmaya katılan kimseler, ülkelerine döndüklerinde kendi milletlerini irşat ederek aydınlatmalıdır.

İnkılâp Rehberi Allah’ın yardımının, İslam milletlerin hareketine bağlı olduğunu ve Cihat anlayışını beyan etmeden geçtiğini vurgulayarak şu hatırlatmalarda bulundu: Küfür cephesi, eninde sonunda İslami direniş cephesi karşısında geri adım atmak zorunda kalacaktır ve kimse bundan şek ve şüphe etmesin.

Cumhurbaşkanı Ruhani, Hırvatistan’ın İran’ın AB ile iletişimi için bir kapı olabileceğini söyledi.

Tahran’a resmi ziyarette bulunan Hırvatistan Cumhurbaşkanı Kolinda Grabar Kitaroviç, İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani ile bir araya geldi. Ruhani bu görüşmede İran ve Hırvatistan’ın terörle mücadele konusunda işbirliği yapması gerektiğini belirterek, terörle mücadele için global çapta bütün ülkelerin bu sorunu çözmeye çalışması gerektiğini belirtti.

Hırvatistan’ı İran’ın Balkanlar’daki dostu olarak gördüklerini vildiren Ruhani, “İran, Hırvatistan’ın bağımsızlığının hemen ardından bu ülkenin bağımsızlığını resmiyete tanıdı ve o andan itibaren iki ülke arasında sıcak ilişkiler kurulmuştur” diye konuştu.

Hırvatistan’ın İran’la birçok tarihi ve kültürel yakınlığı ve önemli jeostratejik konumundan dolayı, İran’ın AB ile iletişiminde bir kapı olabileceğinin altını çizden Ruhani, Hırvatistan tarafından üst düzey ekonomik bir heyetin ziyarette bulunmasının, İran ve Hırvatistan’ın ekonomik ilişkilerini geliştirmeyi hedeflediklerini gösterdiğini vurguladı.

Balkanlarda barış ve istikrarın sağlanması gerektiğini kaydeden Ruhani, “Terörle mücadele konusuna bakarsak iki ülkenin işbirliği yapması gerekmektedir. Bu sorun bölgesel ve global bir sorun haline dönüşmüştür” diye ifade etti.

Hırvatistan Cumhurbaşkanı Kolinda Grabar Kitaroviç de bu görüşmede, Tahran ziyaretinin, iki ülkenin ekonomik ilişkiler başta olmak üzere bütün alanlardaki ilişkilerinde bir dönüm noktası olduğunu belirterek, “İran-Hırvatistan ekonomik işbirliği, gereken seviyede dedğil ve bugün bunu değiştirmek için elverişli ortam bulunmaktadır” dedi.

Hırvatşstan’ın İran’ın kendi sanayi ve ekonomik altyapısını yenileme amacı güttüğünden haberdar olduğunu açıklayan Kolinda Grabar Kitaroviç, “Hırvatistan firmaları, bütün sahalarda İranlı şirketlerle işbirliği yapabilir. Hırvatistan, İran enerjisinin AB’ye transferi hususunda önemli bir rota olabilir” açıklamasında bulundu.

İki ülkenin bölgesel ve uluslararası konularda işbirliğine değinen Kolinda Grabar Kitaroviç, İran’ın bölgede kilit bir rol oynadığını ve bir AB üyesi ülke olarak Hırvatistan’ın bölgede çatışma ve kargaşanın düşürülmesinden yana olduğunun altını çizdi.

İslam’ın Hırvatistan’da resmiyete tanınmasının 100. Yıldönümüne işaret eden Hırvatistan Cumhurbaşkanı Kolinda Grabar Kitaroviç, “Bizim müslümanlarla ilişkilerimiz en iyi düzeyde ve Hırvatistan, Avrupa’da bütün dinlerin bir arada barışçıl bir şekilde yaşayan ülkelerin başında gelir” diye kaydetti.

Nükleer anlaşma dolayısıyla İran’a tebriklerini sunan Kolinda Grabar Kitaroviç, nükleer anlaşmanın İran’la diğer ülkelerin ilişkilerinde ivme kazandıracağını ve Hırvatistan’ın İran-AB ilişkilerinin gelişmesinden yana olduğunu belirtti.