
کارگر
Escobar: Gerçek Koalisyon 4+1: Rusya, Suriye, İran, Irak ve Hizbullah
Pepe Escobar bağımsız bir jeopolitik analisttir. Russia Today, Sputnik ve TomDispatch için yazar ve ABD’den Doğu Asya’ya dek uzanan farklı web siteleri, radyo ve TV programlarının sıklıkla aranan bir katılımcısıdır. Pepe Escobar aşağıda okuyacağınız röportajı Ayetullah Hamaney’in resmi sitesi Khamenei.ir’in İngilizce sayfasına vermiştir.
Pepe Escobar bağımsız bir jeopolitik analisttir. Russia Today (RT), Sputnik ve TomDispatch için yazar ve ABD’den Doğu Asya’ya dek uzanan farklı web siteleri, radyo ve TV programlarının sıklıkla aranan bir katılımcısıdır. 2000 yılından 2014’e kadar “The Roving Eye” isimli köşesinde Asia Times Online için yazılar kaleme almıştır. Brezilya’da doğan Escobar 1985’ten beri yabancı muhabir olarak çalışıyor ve Londra, Paris, Milan, Los Angeles, Washington, Bangkok ve Hong Kong’da yaşıyor. 11 Eylül’den önce de Orta Doğu, Orta Asya ve Doğu Asya’ya uzanan ekseni takip ediyor ve Büyük güçlerin jeopolitiği ve enerji savaşlarına vurguda bulunuyordu. “Globalistan” (2007), “Kaos İmparatorluğu” (2014), “Obama does Globalistan” (2009), “Red Zone Blues” (2007) gibi kitapların yazarıdır. Son kitabı “2030” Aralık 2015’te basıldı. Tüm kitapları Nimble Books’tan çıkan Escobar bugünlerde Paris ve Bangkok’ta yaşamaktadır. Pepe Escobar aşağıda okuyacağınız röportajı Ayetullah Hamaney’in resmi sitesi Khamenei.ir’in İngilizce sayfasına vermiştir.
Filistinliler taş savurarak kendilerini savunduklarında terörist olarak adlandırılıyorlar, öte yandan İsrail Filistinlilerin hayatını her gün tehdit ediyor ve masum sayılıyor. Dahası Amerikalı politikacılar defalarca kez İsrail’in kendisini savunma hakkının olduğunu söylediler. Siz onların Filistinlilerin kendilerini savunma haklarının olmadığını söylemeyi ima ettiklerini düşünüyor musunuz?
Batının tamamında yaygın olan anlatının çerçevesinin tamamı İsrail lobisinin farklı kolları tarafından çizilmiştir ve Siyonist, Amerikan, Fransız ve İngiliz siyo-conları bu ateşe sürekli benzin atarlar. Başlıca medya kaynaklarını kontrol ederler ve eleştirileri geçersiz kılmak için de her zaman aynı kaba taktiklere başvururlar. İsrail’e yapılan her eleştiri -genellikle apartheid devletinin çerçevesine ve bu devletin iç ve dış politikasına yöneltilen- antisemit olarak tanımlanır ve yaygara koparılır. Siyonizm eleştirisinin antisemitizm ile hiçbir zaman bir benzerliği, ortaklığı olmamıştır ve olmayacaktır da. Bu mitin muhtemelen en iyi yapıçözümü Gianni Vattimo ve Michael Marder tarafından kaleme alınan “Siyonizmin Yapıçözümü” (Bloomsbury, 2014) (Deconstructing Zionism) adlı kitapta mevcuttur. Bu mitin alt komplolarından biri olan “İsrail’in kendisini savunma hakkı vardır” kalıbı İsrail’in -açık bir dille söylersek- her faşist saldırısını meşrulaştırmaya yaramaktadır. Zaten Filistinliler İsraillilerle eşit vatandaşlar olarak değerlendirilmezler (kötü şöhretli, ebedi Golda Meir’ın sözü “Filistinliler yoktur” idi) ve İsrail eliti genel olarak Arapları aşağı varlıklar olarak görür.
Pek çokları Siyonist rejimin fitne ve ayrılık ekmek ve bölge ülkelerini iç çatışmalarla meşgul etmek amacıyla bu coğrafyaya yerleştirildiğini iddia ediyor. Sizin bu konu hakkındaki fikriniz nedir? Siyonist rejimin kuruluşu hakkında ne düşünüyorsunuz?
İsrail temel olarak Güneybatı Asya bölgesinin en hassas yerine, Batılıların ifadesiyle Ortadoğu’ya, Arapları parçalayıp yönetmek, daimi kaos ekmek ve hiçbir zaman tanımlanmamış sınırlarını bir mitin, “Eretz İsrail” (Büyük İsrail) nosyonunun lehine genişletmek amacıyla park edilmiş Avrupalı ve sonrasında da bir Amerikan uçak gemisidir. Böylesi bir varlık açıktır ki sadece “tehditlerle” yüzleştiği ve daimi olarak düşmanlarla çevrili olduğu (vahşiler tarafından çevrilmiş “zayıf” ve “savunmasız” İsrail anlatısı) durumda varlığını sürdürebilir. Bu “tehditler” ve “düşmanlar” temelde Filistinlilerden oluşur. Önceden bunlar tüm Araplardı, sonrasında Irak (ABD işgali tarafından yıkıma uğratıldı) ve Suriye (NATO/Körfez İşbirliği Konseyi ittifakı tarafından yıkıma uğratılmakta) olarak daraltıldılar ve bu son olarak İslam Devrimi nedeniyle İran diye tanımlandı. Çünkü İran’ın dış politikası bağımsızdır ve İran bölgenin de facto olarak büyük gücüdür. İsrail ve Suudi Arabistan Vahhabilerinin dış politikalarında pek çok yakınlığı içeren karanlık bir ittifaka sahip oldukları gerçeğini bölgedeki İsrail gücünün oynadığı rolü anlamak için hepimizin bilmesi gereklidir.
Bölgede sürmekte olan kaostan ve IŞİD ile El Kaide’nin cinayetlerinden en fazla kimin fayda sağladığını düşünüyorsunuz?
Şimdiye dek bundan en fazla fayda sağlayanlar ABD hükümeti ve İsrail devleti olmuştur, zira yayılan Selefi kaos, “Böl ve Yönet” politikası için mükemmel bir araçtır. Sio-con’ların tüm renkleri İslam içinde Sünnilerin Şiilerle savaştığı mitini yaymakla meşguller. Bunun dinî bir savaş olmakla uzaktan yakından ilgisi yoktur. Bölgesel güçle alakalıdır. Korku dolu, paranoyak bir Suudi Sarayı İsrail’le ittifak içinde, Batı’nın İran ile normalleşmesi sürecinden ve İran’ın yükselişinden paniğe kapılmıştır.
IŞİD karşısında gerçek bir koalisyonun mevcudiyetine inanıyor musunuz? İran, Rusya ve Çin’in terörizm ile savaş kararı almasını nasıl değerlendiriyorsunuz?
IŞİD karşısındaki gerçek koalisyon 4+1’dir: Rusya, Suriye, İran, Irak ve artı Hizbullah. Sahadaki ilerleyişleri kendi başına bunun tanığıdır. ABD önderlikli koalisyon genellikle şovdan ibarettir. Türkiye ve Körfez İşbirliği Konseyi IŞİD ile savaşla gerçekten ilgili değiller. Sahada hiçbir şey ifade etmeyen retorikleri IŞİD’in Esad yönetimiyle işbirliği yürüttüğünde ısrar etmektedir. Rusya ve onu takip eden Çin ve İran, Vahhabi matriksten türeyen “Selefi-Cihadi” terör ile savaşmada açık motiflere sahipler, ilaveten bu üç Avrasya gücü Sincan’dan Kafkaslara, oradan güneydoğu İran’a dek Selefi-Cihadilerin hedefindeler.
Suriye devleti Siyonizm karşısındaki direnişiyle biliniyor, sizce bu Batılı devletlerin Cumhurbaşkanı Esad’ı devirmek istemelerinin gerçek nedeni mi?
Suriye hükümetini şeytanlaştırmak için sayısız neden var. Siyonizm karşıtlığı bunlardan biri sadece, zira zayıflatılmış bir Suriye İsrail’in “Böl ve Yönet” politikalarının çerçevesine tamamen uyuyor. İsrail Golan Tepelerine el koymak istiyor. Katar ve Türkiye Suriye üzerinden geçip Avrupa’ya varacak bir doğal gaz boru hattı inşa etmek istiyor ve bu 10 milyar dolarlık önerilmiş İran-Irak-Suriye boru hattı ile doğrudan rekabet içersinde. Ve bir çevre yolu bakışı açısından uysal politikacılar tarafından yönetilen müşteri devlet statüsündeki bir Suriye, İran’ı Arap dünyasında zayıflatacaktır. Bunların hepsi apaçık bir güç oyunun faaliyetleriyle ilgilidir.
Yemen halkı aylardır hastanelerinin, evlerinin ve altyapılarının Suudi bombardımanıyla tahrip olduğuna şahit oluyor. ABD yönetimiyse ya buna sessiz kaldı ya da Suudileri destekledi. Suudi rejiminin Yemen’de hem Sünnileri hem de Şiileri bombaladığını göz önüne aldığınızda bunun mezhebi değil politik bir savaş olduğu da iddia edilebileceğinden ABD’nin bundan çıkarının ne olduğunu düşünüyorsunuz?
Suudilerin başarısız Yemen savaşı sadece politikadan ibaret, Arap dünyasının sözde en büyük finansal gücü en yoksul Arap halkını bombalıyor. Bunun dinle bir ilgisi yok. Ve İran’ı itham etmek sadece yanlış bilgilendirilmişleri kandırabilir. Suud Sarayı kendisine tabi, uysal bir vassal olmayacak bir Yemen’den çok korkuyor. ABD-Suudi paktının giriftliği ve irrasyonelliği nedeniyle Washinton açıktan Riyad ile zıtlaşamaz. Etkili Washington çevreleri Suudilerin “İran yayılmacılığıyla savaş” mitini satın aldılar. Bu çevrelerin çoğuna göre öncelik her zaman olguları önemsemeksizin İran’ı şeytanlaştırmaktır.
Başkan Obama bir süre önce Amerikan yönetimlerinin geçtiğimiz on yıllarda İran karşısındaki hatalarını -özellikle de 1953 darbesindeki rollerini ve savaşta Saddam’ı desteklemelerini- itiraf etti. Sizce ABD’nin İran karşısındaki en iğrenç suçu hangisidir?
Muhtemelen Washington’un İran karşısındaki en korkunç cürmü, Şah’ın Fars Körfezi’nin jandarması olarak bölgeye yerleşmesiyle sonuçlanan Musaddık karşıtı CIA destekli darbeydi. Sadece CIA değil tüm Amerikan ulusal güvenlik aygıtı vaziyetin hep aynı şekilde devam etmesini istiyordu. Bu durum İslam Devrimi ile yaşadıkları yenilginin etkisinden niye hiçbir zaman kurtulamadıklarını açıklıyor.
Amerikalı yetkililer İran ile nükleer anlaşma imzalayarak nükleer silahlar yapmasına engel olduklarını söylüyorlar. Amerikan hükümetinin İran ile yaptığı anlaşmada Amerikan halkı karşısında dürüst olduğunu düşünüyor musunuz? Ayetullah Hamaney’in nükleer silahları yasaklayan fetvasından sizce niçin bahsetmiyorlar?
Geçtiğimiz 20 yıl hakkında ayrıntılı bilgi sahibi olan herkes bilir ki İran nükleer dosyası, Gareth Porter’in kitabının zengin verilerle de ispatladığı gibi üretilmiş bir krizdi. ABD içinde ve Batı’da satılan masal ise Obama takımı aracılığıyla Amerikan diplomasisinin İran’ın nükleer bir güç olmasına engel olduğudur. Bu düzmecedir. Washington’daki tüm fraksiyonlar Rehber’in nükleer silahlar karşısındaki fetvasını hiçbir zaman tanımadılar. Obama takımı sonunda yaptırımların ve İran’ı sürekli olarak şeytanlaştırmanın hiçbir sonuç vermediğini ve bunun ekonomik iş yapma anlamında da kötü olduğunu kabul etmek zorunda kaldı. Özellikle de Obama için nükleer anlaşma kendisinin tek dış politika başarısı olarak sonuçlandı. Aynı zamanda başka bir görüş daha var ki -hala açık bir dosya- buna göre İran Ortadoğu’yu istikrara kavuşturmak için bir partner olabilir. Zira Washinton asıl yatırımını Asya eksenine kaydırmak istiyor. Tüm bu hesaplamaların göz önüne almadığı şey ise İran ile “normalleşmenin” ülkeyi Çin ve özellikle de Rusya olmak üzere Avrasya ile entegrasyona ve Avrupa ile daha fazla ticari anlaşmaya, daha derin bir şekilde ittiğidir. Fakat bu ABD-İran ilişkilerinde daha fazla uyum anlamına gelmez zorunlu olarak.
English.khamenei.ir
İran,Amerika Yüksek Mahkemesinin Kararını Tanımadı
İran Dışişleri Bakanı Muhammed Cevad Zarif, “İran’ın Amerika Yüksek Mahkemesinin kararını tanımadığını” ifade ederek şöyle konuştu: “Amerika hükümeti, İran’ın mal varlığıyla ilgili her türlü girişimin, kendilerini bu girişimden ötürü açıklama yapma ve bu malların İran halkına geri verilmesi hususuyla karşı karşıya getireceğini çok iyi biliyor.”
Zarif, 21 Nisan Perşembe günü, Birleşmiş Milletler Genel Kurulu “İklim Değişiklikleri” konulu özel oturumunun sonunda, 22 Nisan Cuma günü Amerika Dışişleri Bakanı John Kerry ile yapacağı görüşmede nükleer anlaşma ve onun doğru şekilde uygulanması dışında herhangi bir konunun ele alınmayacağı açıklamasında bulundu.
Zarif konuya ilişkin olarak şöyle konuştu: “Bizim bu görüşmedeki konumuz, daha önce nükleer anlaşma hususundaki konuların devamı olacaktır. Ayrıca Amerikalı tarafların, bizim nükleer anlaşmaların doğru şekilde uygulanması hususundaki taleplerimizi inceleyip bize cevap vermeleri kararlaştırılmıştır.”
Zarif kendisine İRNA haber ajansı tarafından yöneltilen “Amerika Yüksek Mahkemesinin kararının da bu görüşmede ele alınıp alınmayacağını” sorusunu da şöyle cevapladı:
“Söylediğim üzere biz bu mahkemeyi tanımıyoruz ve Amerika hükümeti de bunu çok iyi biliyor. Amerika ayrıca şunu da çok iyi biliyor ki; İran’ın mal varlığıyla ilgili yapılacak her türlü girişim, gelecekte Amerika’yı bu yaptığından dolayı cevap verme zorunda bırakacaktır ve bu malları İran’a iade etmesi gerekecektir.”
Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü :ABD Yüksek Mahkemesi’nin kararı tam bir hırsızlık
İran Dışişleri Bakanı Sözcüsü Hüseyin Caberi Ensari yaptığı açıklamada, Amerika Yüksek Mahkemesi’nin son günlerde İran’a karşı verdiği kararı şiddetle kınadıklarını açıkladı.
Ensari, Amerikan mahkemesinin bu kararını adalet ve kanun kavramlarıyla dalga geçmek olarak nitelendirdi ve “Bu karar İran İslam Cumhuriyeti mallarını çalmak hükmündedir” dedi.
ABD’de federal bir mahkeme, 2007 yılında, İran’ı 1983 yılında Beyrut’taki bombalı saldırılarda ölen denizcilerin ailelerine tamamen siyasi bir kararla, 2,6 milyar dolar tazminat ödemeye mahkum etmişti. ABD Yüksek Mahkemesi ise geçen günlerde İran’ın, Beyrut’taki bombalı ve diğer saldırılarda ölen Amerikan askerlerinin ailelerine ödeyeceği yaklaşık 2,6 milyar dolar tazminatın, İran Merkez Bankasının ABD’deki dondurulmuş fonlarından ödemesi yönünde bir karar
Amerika ve Siyonistlerle Yumuşak Savaş Halindeyiz
İmam Hamanei İslam nizamının karşısında yer alan cephenin İranlı gençlerin devrimci ve dini kimliğini değiştirmek ve onlardan neşe, ümit ve amaçlarını ellerinden almak peşinde olduğunu, bu alanda tek mücadele yolunun ise “dindar, inkılâpçı, temiz, kararlı, uyanık, amaçlı, umutlu, düşünen, yiğit ve fedakâr” gençleri “yumuşak (sanal âlem) savaş subayları” olarak eğitmek olduğunu söyledi.
İslami Öğrenci Dernekleri Birliği üyesi binlerce öğrenciyi kabul eden İmam Hamanei, İslam Cumhuriyeti nizamının müstekbirlik cephesi ile karşı karşıya geldiği alanlardan birinin gençler meselesi olduğunu belirterek, İslam nizamının karşısında yer alan cephenin İranlı gençlerin devrimci ve dini kimliğini değiştirmek ve onlardan neşe, ümit ve amaçlarını ellerinden almak peşinde olduğunu, bu alanda tek mücadele yolunun ise “dindar, inkılâpçı, temiz, kararlı, uyanık, amaçlı, umutlu, düşünen, yiğit ve fedakâr” gençleri “yumuşak (sanal âlem) savaş subayları” olarak eğitmek olduğunu söyledi.
Gençlerin maneviyata eğilim yönünü güçlendirmek için Recep, Şaban ve Ramazan ayları “maneviyat baharı”dır
Gençlerle görüşmesinde yaptığı konuşmada ilk önce gençleri Receb ayının, ardından da Şaban ve Ramazan aylarının üstün faziletlerinden azami yararlanmaya davet edenİslam İnkılâbı Rehberi, bu üç ayın “Maneviyat baharı” olduğunu ve kendi ömürlerinin baharında bulunan gençlerin bu çok değerli fırsatı kendilerinde maneviyata eğilim yönünü güçlendirmek için yararlanabileceklerini söyledi.
ABD ve Siyonizm’in başını çektiği emperyalizm cephesiyle İslam Cumhuriyeti nizamının karşı karşıya geldiği alanlardan birisi ülke bağımsızlığıdır
ABD ve Siyonizm’in başını çektiği emperyalizm cephesiyle İslam Cumhuriyeti nizamının karşı karşıya geldiği bazı alanlara dikkat çeken İmam Hamanei, siyasi, iktisadi ve kültürel bağımsızlık dâhil, ülke bağımsızlığının bu alanlardan biri olduğunu, zira büyük güçlerin sulta ve yabancıların nüfuzu karşısında durup bağımsızlığını korumak isteyen her hangi bir ülkeyle mücadele edeceğini beyan etti.
İslam nizamının müstekbirlik cephesiyle karşı karşıya geldiği diğer bir alanın “ilerleme” mevzusudur
İmam Hamanei, İslam nizamının müstekbirlik cephesiyle karşı karşıya geldiği diğer bir alanın “ilerleme” mevzusu olduğunu hatırlatarak, küresel güçlerin onlara dayanmaksızın ilerleme kaydetmek isteyen her ülke karşısında durduğunu, zira bu türilerlemenin diğer ülkeler ve halklar için “örnek teşkil edici” olacağını vurguladı.
Müstekbir güçlere taviz verilmesi durumunda bu güçler bütün bilimsel ilerlemeleri engellemeye çalışacaklar
İran’ın nükleer bilime ulaşması ve iktidar elde etmesi karşısında müstekbir güçlerin tavır ortaya koymasının asıl nedenlerinden birinin bu mesele olduğunu hatırlatan İmam Hamanei, “Bu güçler karşısında taviz vermemiz durumunda kesin olarak teknoloji, nano ve öteki kritik bilimsel alanlardaki ilerlemeler karşısında da bu muhalefetlerini ortaya koyacaklar. Çünkü onlar İran İslam Cumhuriyetinin her türlü bilimsel, iktisadi ve uygarlık alanlarındaki ilerleme ve kalkınmasına karşıdırlar” ifadesini kullandı.
“Eğer bir ülkede Batılı yaşam modeli yaygınlaşırsa, o toplumun elitleri, emperyalizm politikaları karşısında teslim olmuş fertlere dönüşürler”
İmam Hamanei konuşmasının devamında, “Batı Asya bölgesi ve dünyada İran’ın güçlü varlığı”, “Filistin mevzuu”, “direniş mevzuu” ve “İslami-İrani yaşam tarzı konusu”nun İslam nizamının emperyalizm cephesiyle karşı karşıya geldiği diğer alanlar olduğunu belirterek, “Eğer bir ülkede Batılı yaşam modeli yaygınlaşırsa, o toplumun elitleri, emperyalizm politikaları karşısında teslim olmuş fertlere dönüşürler” dedi.
Gençler meselesi emperyalizm ile savaşta en önemli çatişma alanlarından biri
Gençler meselesinin en önemli anlaşmazlık alanlarından biri olduğunu hatırlatan İmam Hamanei, hali hazırda gençler mevzuu ile ilgili olarak bir yandan İran İslam Cumhuriyeti ve diğer yandan Amerika, Siyonistler ve onların piyonları tarafından gizli bir yumuşak savaşın sürdürülmekte olduğunu söyledi.
Müstekbirlik cephesi ile savaşta sonucu gençlerin kimlikleri belirleyecek
Bu savaşta orta ve yüksek okul talebelerinin subaylar rolünü üstlendiklerini belirten İmam Hamanei, bu savaşta iki farklı kimlikle iki subay türünün söz konusu olduğunu ve savaşın sonucunun ise bu subayların kimliklerine bağlı olduğunu belirtti.
Yumuşak savaş sert (silahlı) savaştan daha tehlikeli
Yumuşak savaşın silahlı (sert) savaştan daha tehlikeli olduğunu belirten İmam Hamanei, sözlerinin devamında düşmanların bazı zırvalarına temasla, “bazen bizi sert savaş ve bombardımanla tehdit ediyorlar, bu sözler birer zırvalamadan ibarettir, zira buna imkânları yoktur, cesaret de edemezler, böyle bir şeye kalkarlarsa, gereken darbeyi alacaklar” dedi.
Şu an yumuşak savaştayız ve bu savaşta savunma yerine saldırıda bulunmalıyız
Şu anda İslam nizamına karşı yumuşak savaşın cereyanda olduğunu ve bizlerin sadece müdafaa yerine saldırıda da bulunmamız gerektiğini belirten İmam Hamanei,“Karargâh ve mevziilerde eğer “dindar, inkılâpçı, kararlı, düşünce sahibi, çalışkan, umutlu, yiğit ve fedakâr” subaylara sahip olmamız durumunda bu savaşta nasıl bir sonucun elde edileceğini önceden kestirmek mümkündür” dedi.
Yumuşak savaşta; teslimiyetçi, aldanan, hedefsiz, sorumsuz, kendi içgüdü ve garizeler ile meşguliyet müstekbirlik cephesi tarafından benimsenmeyi getirecektir
İmam Hamanei konuşmasının devamında şunları söyledi: Fakat eğer bu savaşta teslimiyetçi, aldanan, düşmanın gülümsemesine kanan, hedefsiz, düşüncesiz, kendi ve başkalarının kaderine sorumsuz, kendi içgüdü ve garizeleri ile meşgul subayların karargâh ve siperlerde bulunması durumunda savaşın sonucu tamamen aydındır. Bunun için yumuşak savaşta iki farklı kimliğe sahip iki subay söz konusu olabilir. Bu subaylardan biri İslam Cumhuriyeti tarafından benimsenmekte ve diğeri ise müstekbirlik cephesi tarafından benimsenmektedir ve bu subaylardan her biri savaşın kaderini değiştirebilirler.”
Batılılar özellikle de Amerika gençleri düşmana karşı iyimser, kendi önderlerine karşı kötümser olması yönünde çaba harcıyor
Batılılar özellikle de Amerikalıların İranlı gençleri, imansız, korkak, hedefsiz, hareketsiz, umutsuz, düşmana karşı iyimser, kendi komutan ve arkasındaki güçlere kötümser olması yönünde çaba harcadıklarını, fakat İslam nizamının müstekbirlik cephesinin bu arzularının tam aksini gençler hakkında istediğini belirten İslam İnkılâbı Rehberi, Orta ve Yüksek Okulları İslami dernekler Birliğinden, dini ve İslami hüviyete sahip gençlerin yetiştirilmesi ve bu ruhun tüm kendi yaşıtları içerisinde yaygınlaştırmaları zaruretini vurgulayarak, “Bizler ülke gençlerinin dini ve inkılâpçı hareketleri için uzun vadeli planlamaya sahip olduğumuz gibi, düşman da uzun vadeli planlama içindedir ve buna karşı koyma yolu ise inkılâpçı ve dindar gençlerin sayı ve kalite açısından yaygınlaştırılması ve onların istikrar ve direniş azminin artırılmasıdır”dedi.
İmam Hamanei konuşmasının devamında eğitim ve öğretim yetkililerinden inkılâpçı ve dindar teşekkül ve derneklere daha fazla meydan verilmesi gerektiğini hatırlatarak, bazı okullarda inkılâpçı girişimlere karşı muhalefet olunduğu yolunda haberlerin çıkması yolunda yetkilileri uyararak bu gibi durumlara karşı gereken tepkinin ortaya konulmasını istedi.
İnkılap meydanlarında direniş ehli gençlere sahibiz
Ülkenin genç muhitinin umut bahşedici bir muhit olduğunu belirten İmam Hamanei,“muhtelif sapma unsurlarının bulunması ve düşmanlıkların çok geniş bir cepheye yayılmasına rağmen halı hazırda ülkede mümin, inkılâpçı, Allah’a yönelmiş, Erbain yürüyüşüne katılan, Kur’an ehli, İtikâf ehli ve inkılâp meydanlarında direniş ehli gençlere sahibiz ve bu hususta Allah Taala’ya şükranda bulunmamız gerekir.”
Emperyalizm cephesi 37 yıldır İran İslam Cumhuriyeti’ni yıkamadı, büyümesini ve bölgedeki gücünü artırmasını engelleyemedi
İmam Hamanei; Ülkede bu gibi gençlerin varlığının büyük bir azamet olduğunu bildiren ve emperyalizm cephesinin 37 yılın ardından İran İslam Cumhuriyeti’ni yıkamadığı veya büyümesini ve bölgedeki gücünü artırmasını engelleyemediğini hatırlattı.
Hizbullah’ın fasit, bağımlı ve içi boş bir devlet tarafından yırtık bir kâğıt üzerinde kınanmasının hiçbir önemi yok
İmam Hamanei, bütün pratik ve propaganda amaçlı tehditlere rağmen bugün Lübnan Hizbullah’ının İslam dünyasında kendi reşit varlığını gösterdiğini, fasit, bağımlı ve içi boş bir devlet tarafından yırtık bir kâğıt üzerinde kınanmasının hiçbir önemi olmadığını vurguladı.
3 Arap ülkesinin güçlü ordusu ksrşısında zafer kazanan Siyonist İsrail’in 33 günlük savaşta Hizbullah’tan aldığı ağır yenilgi
İmam Hamanei, Siyonist rejimin 33 günlük savaşta Hizbullah’tan aldığı ağır yenilgisine işaretle ve bu zaferi 3 Arap ülkesinin güçlü ordusunun Siyonist rejim karşısında yenilmesiyle mukayese ederek, Hizbullah ve mümin gençlerinin İslam dünyasının onur kaynağı olduğunu belirtti.
Hakikatin zafere ermesinin temel şartı yumuşak savaş erlerinin direnişidir
Hakikat eksenli hareketlerin varlığının sürekli gelişmekte ve büyümekte olduğunu, hakikatin bir takım zorluklarla karşılaşabileceğini ama nihayetinde zafere erebileceğini belirten İmam Hamanei, hakikatin zafere ermesindeki temel şartın yumuşak savaş subaylarının zorluklar ve sorunlar karşısındaki direnişi olduğunu bildirerek, hakikatin gençlere ait olduğunu ve Allah’ın lütfü sayesinde günün birinde bu zorlukların giderileceğini, gençlerin zirveye çıkacağını söyledi.
İmam Hamanei konuşmasından önce İslam İnkılâbı Rehberinin Liseler İslami Öğrenci Dernekleri Birliğindeki temsilcisi Huccetul İslam Hacı Ali Ekberi sunduğu brifingde, öğrenci teşekküllerindeki eğitim sisteminin İslam İnkılâbı değerlerine uygun olduğunu, bunun için de Alevi maariften yararlanılarak tüm programlarda İslami eğitime özen gösterildiğini söyledi.
Bu törende öğrenci derneği üyelerinden de ikisi konuşma yaparak, öğrenci teşekküllerinin faaliyetiyle ilgili kaygılarını, gençler meselesi, ülke okullarında talim ve terbiye ile ilgili bazı meseleleri gündeme getirdiler.
leader.ir
Ruhani: Siyonist rejim her daim şiddet ve radikalizm kaynağıdır
Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani, "Allah'ın ipine sımsıkı sarılan ve ayrı düşmeyin" Ayet-i kerimesiyle sözlerine başladığı konuşmada, Türkiye halkı ve hükümetine bu konferansa evsahiliği yaptığı için teşekkür etti.
Ehlibeyt (a.s) Haber Ajansı ABNA - İran İslam Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani, Siyonist rejim İsrail'in her zaman şiddet ve radikalizm üreten asıl kaynak olduğunu unutmamak gerektiğini vurguladı.
İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani bugün İstanbul'da 13.'sü düzenlenen İslam Zirvesinde yaptığı konuşmada, İslam dünyasının şiddet, karışıklık, organize terörizm dalgalarına maruz kalmayı ve her alanda geri kalmışlığı değil, üstün konuma ulaşmayı hak ettiğini, bunun ancak mevcut durum ve çevremizdeki dünyada yaşananları artan kaygıyla düşünmekle ancak mümkün olduğunu belirtti.
Cumhurbaşkanı, parasal ve askeri yardımların bazı İslam karşıtı gruplara, İslam'ın adını rehin alıp, İslam adı altında cinayet işlemesine imkân sağladığı bir sırada, İslam'ın selam ve selamının nasıl savunulabileceğini belirtti.
Ruhani, yüzlerce milyar dolar İslam ümmetinin kaynağının gençlerin istihdamı ve ülkelerin büyümesine harcanması yerine, hayali korku bahaneleriyle silah depolarını doldurmak ve birbirlerine karşı kullanıldığı şartlar altında, nasıl birlikten söz edilebileceğini ve gençlerin İslami bereket ve keramete uymaya ikna edileceğini dile getirdi.
Ruhani, birlik adıyla düzenlenen İslam İşbirliği Teşkilatı'da İslam ümmeti arasında anlaşmazlık ve ayrılığı körükleyebilecek her türlü mesajın verilmesine izin verilmemesi gerektiğini belirterek, her türlü ayrılıkçı hareketin geçersiz olduğunu belirtti.
Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani, "Allah'ın ipine sımsıkı sarılan ve ayrı düşmeyin" Ayet-i kerimesiyle sözlerine başladığı konuşmada, Türkiye halkı ve hükümetine bu konferansa evsahiliği yaptığı için teşekkür etti.
Cumhurbaşkanı sözlerinin devamında bugün "vahdet ve barış ve adalet için dayanışma" sloganı ile güzel ve tarihi kent İstanbul'da buluştuklarına temasla, bu zirvenin bütün Müslümanların ortak kaderini ele almak için uygun bir fırsat olduğunu kaydetti.
Yüzyıllar önce büyük İslam medeniyetinin güç ve kudretinin zirvesinde olduğuna değinen Cumhurbaşkanı, kimsenin İslam'ın bir gün durgunluk ve zafiyete müptela olup, bilimsel ve düşünsel büyümesi için İslam'a minnettar olan Batı medeniyeti karşısında zayıf düşmesini veya bütün düşünce ve eğilimleri, muhtelif etnik grupları çatısı altında barındıran ve insanların barışçıl biçimde bir araya yaşadığı o zamanlarda şayet kimsenin bir gün Müslümanlar arasında mezhepçilik ve radikalizmin yayılması ve Müslüman'ın Müslüman eliyle öldürülmesinin normal bir hal alacağını düşünmediğini kaydetti.
Ruhani sözlerinin devamında, İslam medeniyetinin çöküşünün büyük İslam güçlerinin birbirine destek olmak yerine birbiriyle sonuçsuz çatışmaya girdikleri ve yabancıların saldırıları için zemin sağlandığı günden itibaren başladığının bir gerçek olduğunu vurguladı.
Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani, nasıl üretildiği ve kimlerin destek verdiği herkes tarafından bilinen radikal ve tekfirci grupların İslam adı altında, Müslüman ve gayri Müslimleri vahşice katliam ettiğine işaretle, bu arada "İslam" ve değerlerinin en büyük kurban olduğunu ifade etti.
İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani, İslam dünyasının sorunlarının çözümü için diyalog ve acıların fark edilerek teamül başlatılmasına vurgu yaparak, İslam adıyla küresel koalisyonda, barış ve şiddetle mücadelede öncü olmaları gerektiğini, sürdürülebilir güvenlik ve güvenli hayatın bütün bölge ve dünya insanlarının hakkı olduğunu ve bu hakkın iade edilmesi gerektiğini kaydetti.
Cumhurbaşkanı, İslam'ın her yerde her ne isim altında işlenen cinayetin cinayet olduğu kendilerini öğrettiğini, mazlum Filistin topraklarında işlenen cinayetler ile Lahor, Beyrut, Şam, İstanbul veya Newyork, Paris ve Brüksel'de işlenen cinayetler arasında hiçbir farkın olmadığını, hepsinin kökü ve zemininin doğru tespit edilmesi ve kararlı biçimde toplu şekilde mücadele verilmesi gerektiğini kaydetti.
Cumhurbaşkanı sözlerinin devamında, İslam ülkeleri arasındaki bütün anlaşmazlıkların çözümü için diplomatik çözüm ve diyalog önceliğine vurgu yaparak, büyük güçler ve Siyonizm’in bu bağlamda rol ifa etmesine izin vermemeleri gerektiğini kaydetti.
Ruhani, İslam İşbirliği Teşkilatı üyelerinin her alanda gelişmesi, bilimsel ilerlemeleri ve sürdürülebilir güvenliğinin İslam dünyasının güvenliği ve ilerlemesi olduğunu hatırlatarak, İran İslam Cumhuriyeti'nin teşkilatın bütün üyelerinden İran'ın bilimsel, ekonomik, siyasi, askeri ve kültürel potansiyelini kendine ait olarak görmelerini isteyerek, İran'ın diğer İslam ülkelerine aynı şekilde baktığını belirtti.
Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani, işgal rejimi İsrail'in kadın ve çocuk başta olmak üzere işgal topraklarında ve Gazze'de masum Filistinlileri katliam ettiğine işaretle, Batılı güçler başta olmak üzere uluslararası toplumun sessizliği eşiğinde İsrail rejiminin vahşiliğine devam ettiğini esefle dile getirdi.
Katılmacılara seslenen Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani, bölgede her türlü tansiyon ve gerilimden uzak durularak, şeffaf şekilde bölgesel ve uluslararası politikalarıyla, İslam ümmetinin birliği ve dayanışmasını arttırmak için her daim çaba gösterilmesi ve İslam ülkeleriyle ilişkilerin takviye edilmesinin her zaman esas öncelikleri olarak belirlemeleri gerektiğini kaydetti.
Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani, İslam ülkeleri liderlerine hitaben yaptığı açıklamada, herkes için ne Suudi Arabistan'ın İran'ın sorunu olduğu ve ne de İran'ın Suudi Arabistan'ın sorunu olduğu açık olduğunu, asıl sorunun cehalet, taassup ve radikalizme sarılmak olduğunu, hepimizin sorununun İslam dünyasındaki anlaşmazlıklar olduğunu kaydetti.
Cumhurbaşkanı ayrıca, İran'ın her zaman İslam ülkeleri ve Müslümanları saldırı, tehdit, işgal ve terörizme karşı desteklediğini ve desteklemekte olduğuna temasla, teröristlerin Bağdat ve Erbil kapılarına dayandığında, İran'ın Irak halkı ve hükümetinin yardımına koştuğunu, hakeza Şam'ın teröristlerin işgaline maruz kaldığı sırada İran'ın Suriye'nin yanında durduğunu hatırlattı.
Ruhani, Gazze'nin Siyonistlerin saldırısına uğradığında, yiğit Hizbullah ve İran'ın Filistin halkının yanında durduğunu söyleyerek, İsrail rejiminin Lübnan'a saldırdığı sırada da, yine Hizbullah'ın Lübnan'ı ön cephede savunduğunu kaydetti.
Cumhurbaşkanı, teröristler ve saldırganların herhangi bir İslam ülkesi veya İslami kutsal mekânları tehdit etmesi ve kendilerinden destek istenmesi halinde tereddüt etmeden mazlum Müslümanlara yardım edeceklerini belirtti.
Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani konuşmasına yine Kuran-ı Kerim'den bir ayet okuyarak son verdi, İslam dünyasını itidale davet etti.
İslam Zirvesi İstanbul’da toplandı: İran'a karşı işbirliği zirvesi
İstanbul’da toplanan İslam Zirvesi’ne, Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Kral Selman’ın, İran’ı kastederek yaptıkları 'mezhepçilik' eleştirileri ve taslak metindeki İran karşıtı ifadeler damgasını vurdu. Öte yandan Erdoğan’ın İslam ülkelerinin İstanbul’da ortak bir polis merkezi kurma önerisi kabul edildi.
İslam İşbirliği Teşkilatı (İTT) 13’üncü İslam Zirvesi Konferansı İstanbul’da toplandı. Zirve’nin açılışını yapan Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Suudi Arabistan Kralı Selman’ın, İran’ı kastederek yaptıkları “mezhepçilik” eleştirileri ve taslak metindeki İran karşıtı ifadeler zirveye damgasını vurdu.
Öte yandan Erdoğan’ın, Zirvede “İslam İnterpol”ü olarak yorumlanan “Polis İşbirliği ve Koordinasyon Merkezi” kurulması önerisi de kabul edildi. Merkezin İstanbul’da kurulması planlanıyor.
Başbakan Davutoğlu’nun konuşmasındaki “Kırım, Karabağ ve Filistin’i işgalden kurtarma” çağrısı da dikkat çekti.
MISIR GÖREVİ DEVRETTİ, SALONU TERK ETTİ
İstanbul Kongre Merkezinde başlayan İslam Zirvesine 56 ülkeden temsilciler katıldı. Zirvenin açılışında konuşan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, sözlerine Mısır’a teşekkür ederek başladı, “Geçmiş dönem başkanlığındaki çabalarından dolayı teşekkür ediyorum” dedi.
Ancak Mısır Dışişleri Bakanı Semih Şükrü, dönem başkanlığı görevini devrettikten sonra salonu terk etti.
İRAN’A MESAJLA AÇILDI
Cumhurbaşkanı Erdoğan ise konuşmasında, “Dünyanın dört bir yanından mağdurların, mazlumların çığlıkları yükseliyor. Maalesef bu çığlıkların ve görüntülerin kahir ekseriyeti Müslümanlara aittir. İslam dünyasının yüzünü İstanbul’a dönerek, buradan çıkacak güzel haberlere kulak verdiğini görüyorum, buna inanıyorum. Müslümanlar olarak, üstesinden gelmemiz gereken sorunların başında mezhepçilik, ırkçılık fitnesi geliyor. Benim dinim Sünnilik de değildir, Şiilik de değildir. Benim dinim İslam’dır” diye konuştu.
Suudi Arabistan Kralı Selman’ın açılışta yaptığı konuşmasındaki benzer “mezhepçilik” eleştirisi de “İran’a mesaj” olarak yorumlandı.
İSTANBUL’DA İSLAM POLİSİ
Zirvede, AKP’nin İslam İşbirliği ve Polis Koordinasyon Merkezi kurulması önerisi de kabul gördü. Erdoğan konuyla ilgili, “İİT üyesi ülkeler arasında teröre ve diğer suçlara karşı iş birliğini güçlendirecek ve kurumsallaştıracak bir yapı oluşturulması isabetli olacaktır. Bu anlayışla Türkiye olarak getirdiğimiz İstanbul merkezli bir İİT Polis İşbirliği ve Koordinasyon Merkezi kurulması önerisi kabul gördü” dedi. Erdoğan, Suudi Arabistan liderliğindeki “Teröre karşı İslam ittifakı birimini”nin de desteklenmesini istedi.
KIRIM, KARABAĞ, FİLİSTİN VE SURİYE’Yİ ‘KURTARMA’ ÇAĞRISI YAPTI
İslam Zirvesi’nde Babakan Ahmet Davutoğlu da söz aldı. Davutoğlu, “Dünyada bugün İslam ile ilgili oluşan olumsuz algıya karşı birlik olmalıyız. Nerede bir islamofobik çalışma varsa sesimizi birlikte yükseltmek zorundayız” dedi. Davutoğlu, İslam ülkelerinin Suriye’nin “sınır bütünlüğü”nü koruması gerektiğini de savundu, “Bugün Suriye konusu bütün bir dünyanın merkezinde bir sorunsa öncelikle bizlerin bu soruna eğilmesi gerekir. Hepimiz İslam ülkelerinin sınır bütünlüğünü koruma noktasında yükümlülüklerimiz var. Bu konuda da ortak bir tavır sergilemeliyiz” diye konuştu. Başbakan ayrıca, “Müslüman azınlıklarla ilgili olarak, birlikte bu azınlıkların haklarının ve hukuklarının korunması yönünde de barışçıl teşebbüslerimizi artırmalıyız. Hem işgal atındaki Filistin, Karabağ, Kırım gibi toprakların kurtarılması hem de sahipsiz gibi görünen Müslüman azınlıkların meselelerine sahip çıkılması, İslam İşbirliği Teşkilatı’nın uluslararası etkinliğini gösterecek önemli göstergelerden biridir.” dedi.
TASLAK METİNDE İRAN KRİZİ
İslam Zirvesi öncesi dışişleri bakanlarının üzerinde çalıştığı ortak metinde hedefin İran olması krize yol açtı. El Cezire’nin haberine göre taslakta İran’da, Suudi elçiliklere yönelik saldırılar kınanıyor, İran’ın diğer ülkelerin içişlerine karışmaması gerektiğine dair ifadeler yer alıyor, İran’a “içişlerine karışmama” uyarısı yapılıyor.
İran’ın itiraz ettiği taslak maddelerde ayrıca şunlar ifade ediliyor: “İİT, İran’ın Bahreyn, Yemen, Suriye ve Somali gibi bölge ülkelerinin ve İİT’ye diğer üye ülkelerin içişlerine karışmasını ve terörü desteklemeye devam etmesini kınamaktadır. İİT, üye ülkelere ve uluslararası topluma yıkıcı etkileri ve çok ciddi sonuçları doğurabileceğinden dolayı, mezhepçi gündemlerin benimsenmemesi gerektiğini vurgulamaktadır”
ERDOĞAN’IN ‘FİTNE’ KARNESİ
İslam Zirvesi’nde “Mezhepçilik fitnedir” diyen Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bu konudaki karnesi ise oldukça zayıf. Erdoğan, özellikle seçim meydanlarında CHP Lideri Kılıçdaroğlu’nun “Aleviliği”ni diline dolamış, binlerce kişiye yuhalatmıştı. Erdoğan’ın 2011 seçimleri öncesi sık sık bu yöntemi kullanmış, mitinglerinde, “Biliyorsunuz Bay Kemal bir Alevidir!”, “Hani Alevilik kültüründen gelen birisidir ya, hani Alevilik vardır ya kendisinde” gibi ifadeler kullanmıştı.
Erdoğan’ın Reyhanlı katliamı için için sarfettiği, “Reyhanlı'da 53 Sünni vatandaşımız hayatını kaybtti” sözü de çok tartışılmıştı.
Erdoğan ve AKP Hükümeti, Suriye’de de Alevi ve Kürt katliamlarıyla gündeme gelen cihatçı gruplara verdiği destekle de tartışılıyor.
Ayetullah Cevadi Amuli: İnsanın En azılı Düşmanı Kimdir?
Nasihat ahlaktan farklıdır. Ahlakın hem asli hakikati ve hem de getirisi nasihatten farklıdır. Nasihat halkın geneli için verilen bir takım genel tavsiyelerdir. Ama ahlak ilimdir. Ahlak, çok zor ve karmaşık ilimlerdendir. Zira ki birinin ahlaklı olabilmesi için yaratıcının mazharı olması gerekir.
Bu yüzden ahlak, bizim ilk ve en karmaşık meselemizdir. Kanıt ile kimsenin ağzı tatlanmaz. Bir üstat sınıfta öğrenciler için bal arısını ve bal peteğini iyi bir şekilde açıklayabilir, ama ders vermekle kimsenin ağzı tatlanmaz. Fıkıh, usul, felsefe ve ahlak okumakla insan ahlaklı olmaz.
İnsanın En azılı Düşmanı Kimdir?
Peygamberden (s.a.a) çok nurlu bir hadis nakledilir; hazret buyurur ki: “Bizim birçok dışsal düşmanımız vardır; ama en azılı düşmanımız nefsani isteklerdir.” Çünkü harici düşman bizden sadece mal veya can isteyebilir ve bunun dışında bir şey isteyemez. Ama dâhili düşman, yani heva ve heves, bizden ne mal ve ne can ister; bizden fakat dinimizi almak ister.
Şeytan Esir İster
Şeytanın petrol, gaz ve mal ile işi olmaz; hatta şeytanın bizim canımız ile de işi olmaz. Şeytan esir ister. O sadece insanı tamamen sulta ve kontrolü altına alıp onun müşrik yapmak ister.
Bu bakımdan en kötü düşman şu nefsani isteklerdir. Bu nefsani arzular, peygamberlerin gelmesine neden olmuştur ve ne zaman bir peygamber gelse onun karşısında mutlaka peygamberlik veya imamet iddiasında bulunan bir grup ortaya çıkmıştır.
Küçük Cihat ve Büyük Cihat
Eğer insan harici düşmanla savaşıyorsa küçük cihat halindedir ve eğer dâhili düşman ile savaşıyorsa büyük cihat halindedir. Cihadın küçük veya büyük oluşu mücadelenin büyük ve küçük oluşuna bağlıdır. Çünkü dâhili düşmanın zararı harici düşmandan daha çoktur ve onunla mücadele daha zordur. Peygamber (s.a.a) savaştan dönen ashabına şöyle buyurdu: “Küçük cihattan geldiniz, büyük cihada giriyorsunuz.”
Küçük ve Büyük Cihadın Silahı Nedir?
Demir yapıp onunla savaşmak herkesin yapabileceği bir şeydir. Bugün dünyanın doğusunda ve batısında gece gündüz silah yapan birçok fabrika var. Bu bakımdan silah yapmak kolaydır; Hazreti Ali’nin Kumeyl duasında buyurduğu gibi, “Silahı gözyaşıdır” sözünü gerçekleştirmek zordur. Demir yapmak kolaydır, ama ah edip gözyaşı dökmek zordur. Bir ah çekmek, yanıp tutuşmuş ciğer ister, sükûna varmış bir kalp ister. Çok olan demirdir, ah değil. Bu sekiz yıllık mukaddes savunma savaşını ileri götüren ah idi, demir yığınları değil.
Eğer Büyük Düşmanı Ezebilirsek Kazanmışızdır
“Nefislerinizle düşmanlarınızla savaşır gibi savaşın” temel bir öğretidir. Bizler büyük ve küçük düşmanla savaş halindeysek, büyük düşmanı yere vurduğumuzda küçük düşmanı da yenmişiz demektir.
Büyük Cihatla Orta Cihadın Farkı
Büyük savaş genellikle söz konusu olmaz. Daha çok orta cihada büyük cihat denmiştir. Orta cihatta savaş ilim ile nefis arasındadır. Akıl itaat etmek ister, ama nefis günah işlemek ister. Arzu ile takva ve nefis ile akıl arasındaki savaş orta savaştır. Büyük savaş olanağı olmadığı için bu orta cihada büyük cihat denmiştir.
Ama büyük savaş kalp ile akıl arasındadır. Burada söz konusu olan günah ve itaatin terkedilmesi değildir. Akıl, ben anlamak istiyorum, der; kalp ise delil gerekli değil ki ben anlamışım, görmek gerekir.
Akli delil cennet cehennemdir ki bu hüner değildir. Önemli olan cenneti ve cehennemi görmektir. Marifet sahibi büyükler demişlerdir ki: “Hüner, ateşi açıkça görmektir/ Dumanı görüp de ateşi anlamak değil”.
Kalp akla der ki: Sen delil getirme, ben zaten bunları kabul ediyorum. Dumanı görüp ateşin varlığını anlayan kimse gibi, bu hüner değildir. Hüner ateşin kendisini görmektir.
Öyleyse dumandan ateşi anlamaya çalışmak aklın işidir; ama kalp diyor ki ateşin kendisini gör dumanı değil. İmam Rıza (a.s) buyuruyor ki: “Bizden hiç kimse cennet ve cehennem şuan yaratılmamıştır, demez. Aksine cennet ve cehennem şuan vardır.”
ABNA24.COM
Recep Ayının Amelleri
Recep, baldan daha tatlı sütten daha beyaz olan cennette bir nehrin adıdır. Her kim bu ayda oruç tutarsa bu nehrin suyundan içecektir. Mübarek Recep ayı, ilahi rahmetin indiği, Kabe’nin oğlunun doğduğu ve efendimizin me’bus olduğu aydır. Her kim Recep ayında bir gün oruç tutarsa Allah’ın hoşnutluğunu kazanır. İlahi gazap ondan uzaklaşır ve cehennem kapıları üstüne kapanır.” Bu ayın en önemli amellerinden bazıları şunlardır: Oruç Tutmak, Sadaka Vermek, Dua Okumak, İmam Hüseyin’i (a.s) Ziyaret etmek, Umre yapmak, Regaip Gecesinin (Kandili) Amellerini yerine getirmek…
Recep ayı, kameri ayların yedincisi olup çok şerif ve haram aylardandır. Recep, baldan daha tatlı sütten daha beyaz olan cennette bir nehrin adıdır. Her kim bu ayda oruç tutarsa bu nehrin suyundan içecektir.
Recep, Şaban ve Ramazan ayları çok şerif aylardan olup faziletleri hakkında bir çok rivayet nakledilmiştir. Recep ayı, yedinci aydır.
Mübarek Recep ayı, ilahi rahmetin indiği ve Kabe’nin oğlunun doğduğu aydır. Peygamber Ekrem (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Recep ayı, ümmetim için ‘istiğfar’ ayıdır. Recep ayı, Allah’ın büyük ayı olup fazilet ve saygınlıkta ona erişilmez. Bu ayda kafirlerle savaşmak haramdır. Recep, Allah’ın ayı; Şaban benim ayım ve Ramazan, ümmetimin ayıdır. Her kim Recep ayında bir gün oruç tutarsa Allah’ın hoşnutluğunu kazanır. İlahi gazap ondan uzaklaşır ve cehennem kapıları onun üstüne kapanır.”
Recep ayına, Allah’ın rahmetinin insanların üzerine yağdığı anlamına gelen “Recebu’l Eseb”de demektedirler.
Masumlardan nakledilen bir rivayette şöyle buyrulmuştur: “Recep, baldan daha tatlı sütten daha beyaz olan cennette bir nehrin adıdır. Her kim bu ayda oruç tutarsa bu nehrin suyundan içecektir.” Başka bir hadiste şöyle denilmiştir: “Her kim onda üç gün oruç tutarsa cennet ona farz olur.”
Recep Ayındaki Önemli Etkinlikler
Recep ayında dini ve tarihi bir çok gelişme yaşanmıştır. Onlardan bazılarına aşağıda değiniyoruz:
1. Birinci gün: Hz. İmam Muhammed Bakır’ın (a.s) doğum günü. (Hicri 57)
2. Üçüncü gün: Hz. İmam Ali Naki (Hadi) aleyhi selam’ın Şehadet günü (hicri 254)
3. Birinci Cuma günü “Regaib Gecesi” (kandili)
4. Onuncu gün: Hz. İmam Muhammed Taki’nin (Cevad) aleyhi selam (hicri 195) ve Hz. Ali Asgar’in (a.s) doğum günleri. (Hicri 60)
5. On üçüncü gün: Emire’l Mümin’in Hz. Ali’nin aleyhi selam Kabe’de doğduğu gün.
6. On yedinci gün: Peygamber efendimizin oğlu İbrahim’in vefat günü (hicri 10)
7. Yirmi Beşinci gün: İmam Musa bin Cafer aleyhi selam’ın şehadet günü (hicri 182)
8. Yirmi Yedinci gün: Peygamber Efendimizin (s.a.a) mebus olduğu gün.
RECEP AYININ AMELLERİ
Recep ayı, Allah Teâlâ’nın inayet ettiği ve fazileti hakkında bir çok hadisin olduğu bir aydır.
1. Oruç Tutmak
Hz. İmam Cafer Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Hz. Nuh (a.s) gemiye bindiği zaman Recep ayının birinci günüydü. Yanındakilerden o günü oruç tutmalarını istedi. Sonra şöyle buyurdu: “Bugünün orucu gelecek yıla kadar oruç tutanı ateşten uzak tutar ve bu aydan yedi gün oruç tutarsa azap kapıları onun üzerine kapanır.”
Peygamber Efendimiz (Allah’ın selamı onun ve ehlibeytinin üzerine olsun) şöyle buyurmuştur: “Kim bu ayda bir gün oruç tutarsa Kıyametin zorluklarından güvende olur.”
Bu ayın Perşembe, Cuma ve Cumartesi günü üç gün oruç tutmak çok güzedir. zira naklolunan rivayetlere göre her kim haram aylardan bu üç günü oruç tutarsa Hak Teâlâ onun için 900 yıllık ibadet sevabı yazar.
2. Sadaka Vermek
Mali imkanları olanların bir mod taam miktarı kadar miskinlere sadaka vermeleri. Mali imkanları olmayanların bunun yerine diyebildikleri kadar tesbih ve zikir demeleri.
3. Dua Okumak
Bu ayda okunması müstahap olan bir çok dua bulunmaktadır. Bu duaların okunması.
Bu dualara bu adresten ulaşabilirsiniz: Recep Ayının Fazilet ve Amelleri
4. İmam Hüseyin’in (a.s) Ziyareti
Hz. İmam Cafer Sadık’tan (a.s) rivayet edildiğine göre her kim imam Hüseyin’i (a.s) Recep ayında ziyaret ederse Allah onu bağışlar. Elbette bilinmelidir ki uzaktan da Hz. Hüseyin ziyaret edilebilir. İnşallah.
5. İmam Ali bin Musa Rıza’nın (a.s) ziyaret edilmesi.
6. Bu ayda Umre yapılması.
7. İstiğfar ve Zikirlerin yapılması
Efendimizden nakledildiğine göre bu ayda her kim 1000 defa: “la ilahe illallah”; “Allah’tan başka ilah yoktur” zikrini okursa Allah Teâlâ onun için 100 bin iyilik yazar ve onun için cennette yüz şehir yapar.
Her kim aşağıdaki zikri yüz defa söyler ve ardı sıra sadaka verirse, Allah onun sonunu rahmet ve mağfiretle hatmeder. Kim dört yüz defa söylerse Allah yüz şehidin sevabını kendisine verir.
اَسْتِغْفِرُ اللهَ الذى لا اِلَـهَ إلاَّ هُوَ وَحْدَهُ لا شَرِيكَ لَهُ وَاَتُوبُ اِلَيْه
Esteğfirullahellezi la ilahe illa hu, vehdehu la şeriyke lehu ve etubu ileyh.”[1]
8. Namaz
Recep ayında her akşam iki rekat namaz aşağıdaki şekilde kılınmalıdır.
a) Her rekatta Fatiha suresinden sonra üç defa “Kafirun” ve bir defa “İhlas” suresi okunur.
b) Namazdan sonra şu dua okunur:
لا اله الاّ اللّه وحده لاشريك له، لهُ الملك و له الحمد، يحيى و يميت و هو حىّ لايموت بيده الخير و هو على كل شىءٍ قدير و اليه المصير ولاحول ولا قوّة الاّ باللّه العلى العظيم. اللّهمّ صلّ على محمد النبىّ الاُمىّ و آله
“La ilahe illallahu vehdehu la şeriyke lehu, lehul mulku velehul hamd, yuhyi ve yumiytu ve huve hayyun la yemutu biyedihil ğayru ve huve ale kulli şey’in kadir ve ileyhil mesir ve la havle vela kuvvete illa billahil aliyyil azim. Allahumme salli ale muhhammedin nebiyyil ummiy ve alihi.”[2]
Daha sonra Allah Subhan’dan ne hacetin varsa istersin.
Seyyid İbni Tavus, Hz. Resulü Ekrem’den şöyle rivayet etmiştir: “Her kim Cuma günü öğle ve ikindi namazının arasında dört rekat namaz kılar ve her rekatta Fatiha suresinden sonra 7 defa ‘Ayetel Kürsü’, 5 defa “İhlas” suresini okursa ve sonra 10 defa
«أَسْتَغْفِرُ اللهَ الَّذِى لا إِلَهَ إِلا هُوَ وَ أَسْأَلُهُ التَّوْبَةَ»
“Esteğfirullahellezi la ilahe illa hu ve eseluhu’t tevbe”[3] derse Hak Teâlâ onun için bu namazı kıldığı andan ölene kadar her gün bin hasene (iyilik) verir. Ve ona okuduğu her ayet için kızıl yakuttan bir şehir ve her söylediği her harf için beyaz inciden cennette bir saray verir ve onu hurilerle evlendirir ve ondan razı olur.
Hz. Resulullah efendimizden (s.a.a) şöyle rivayet edilmiştir: “Her kes Recep ayının gecelerinden birinde 10 rekat namaz kılar ve her rekatta Fatiha suresinden sonra 1 defa Kafirun 3 defa İhlas suresini okursa, Allah Teâlâ onun günahlarını bağışlar.”
9. Regaib Gecesinin (Kandili) Amelleri
Recep ayının ilk Cuma akşamına Leyletu’l Regaib; rekaib gecesi derler. Bu gece için oldukça fazla faziletler sayılmıştır. Bu gecenin mahsus ameli ise şöyledir:
Perşembe günü oruç tutmalı. Akşam namazı ile yatsı namazı arasında 12 rekat namaz kılmalıdır. Namaz şu şekilde kılınmalıdır:
Namazlar Sabah namazı gibi ikişer rekatlık olarak kılınmalıdır. Her rekatta Fatiha suresinden sonra 3 defa Kadir Suresi ve 12 defa İhlas suresi okunmalıdır.
12 Rekat namaz bittikten sonra 70 defa şöyle demelidir:
«اللّهم صلّ على محمد النبّى الاُمّى و على آله»;
“Allahumme Salli Ale Muhammed en Nebiyyil Ummi ve ale Alihi”[4]
Sonra secdeye gitmeli ve 70 defa şöyle demelidir:
«سبّوحٌ، قُدّوسٌ، رب الملائكة والرّوح»
“Subbuhun Kuddusun Rabbul Melaiketu ver Ruh”
sonra secdeden kalkmalı ve 70 defa şöyle demelidir:
ربّ اغفر وارحم و تجاوز عمّا تعلم انّك انت العلى العظيم
“Rabbi’ğ fir verhem ve tecavez amme te’lem inneke entel aliyyul azim.”[5]
Yeniden secdeye gitmeli ve yeniden 70 defa şöyle demelidir:
«سبّوحٌ، قُدّوسٌ، رب الملائكة والرّوح»
“Subbuhun Kuddusun Rabbul Melaiketu ver Ruh”[6]
Sonra ne haceti varsa Allah’tan istemelidir.
Hz. Resulullah efendimizin buyurduğuna göre Regaib gecesinde bir çok günahlar bu gecenin hatırına bağışlanır ve her kim bu namazı kılarsa kabre konulduğu ilk gece Allah Teâlâ bu namazın sevabını ona güzel, parlak ve güzel bir yüzlü olarak gönderir. Fasih bir dille ona ey benim habib’im! Müjdeler olsun ki her şiddet ve zorluktan kurtulanlardan oldun.” Ona sen kimsin? Allah’a yemin ederim ki senin gibi güzel yüzlü birisini görmedim, senin sözlerinden daha tatlı bir söz duymadım ve senin kokun gibi güzel kokulu bir koku koklamadım.” Der. O da ben falan yılın, falan ayında falan gece kıldığın namazın sevabıyım. Senin yanına hakkını eda etmek için geldim. Yalnızlığında birlikte olalım ve vahşeti senden gidereyim. Sur üfürülünceye kadar kıyamette ben senin üstüne gölge olacağım. Dolayısıyla mutlu ol ki asla senden hayır yok olmayacaktır.
10. İhlas Suresini Okumak
Seyyid İbni Tavus, İkbal kitabına Hz. Resulü Ekrem efendimizden (s.a.a) ihlas suresini bu ay okumanın çok faziletli olduğunu nakletmiştir. Okunacak miktar ise 10 bin, bin veya yüz defa olmalıdır. Ayrıca her kim Cuma günü ihlas suresini 100 kere okursa kıyamet günü onun için nur olacağını ve onu cennete çekeceğini rivayet etmiştir.
* Burada zikredilen tüm müstahap namazlar sabah namazı gibi ikişer rekatlı olarak kılınmalıdır.
İmam Muhammed Bâkır’ın İlmî Mirası
Allah’ın adıyla
İmâm Muhammed Bâkır (a.s) döneminde İslâm coğrafyası oldukça genişliyor. Bu vesile ile o dönemde Müslümanlar değişik din ve kültürlere mensup insanlarla tanışıp kaynaşıyor. Yine o dönemde değişik din ve kültürlere ait eserler tercüme ediliyor. Sözde âlim diye geçinen ve tanınan nice zevat bu dönemde İslâm adına kaleme aldıkları ve dile getirdikleri konulara İsrailiyat mantığını ve Roma-Lâtin kültüründeki felsefî görüşleri sokup nice Müslümanların akide ve düşüncelerinde tahrifat yapmış oldular.
Bu tahrifatlara önayak olanlar ise Emevî hanedanlığı ve onlardan icazet alan saray mollalarıydı. Öyle ki, daha öncede söz konusu ettiğimiz gibi bu saltanat sahipleri saraylarına konuk ettikleri papazlarla sözde bir takım İslâm âlimleriyle toplantılar ve münazaralar tertipleyip fikir teatilerinde bulunmaktaydılar. Teferruatlı bir şekilde İslâm hakkında bilgisi olmayan, İslâm’a olan vukufiyetleri yeterli olmayan bu sözde âlimlerin papazların tesirinde kalmamaları mümkün değildir. Bunlarla başeden, bunları alt eden sadece İmâm Muhammed Bâkır (a.s) olmuştur. Ki papazlar da bunu bizzat itiraf etmişlerdir. Hatta bir kısmı Müslüman olmuşlardı.
Ancak ne yazık ki, İmâm (a.s) Şam’dan ayrılıp Medine’ye döndükten sonra meydan yine tahrifatçılara kalmışt. Saraylardaki toplantı ve münazaralar uzun yıllar devam etmişti. İslâm dünyasına üçlü teslisi sokamamışlardı ama başta akideye taalluk eden bir çok hususta farklı düşünceler zuhur etmişti. O dönemde bazı mezhepler tarafından (haşa) Allah’a cisim ve mekân isnad edilir olmuştu. Bazı sözde âlimler ise, Hıristiyan mantık ve inanışındaki “Tanrı’nın hakkı Tanrı’ya, Sezar’ın hakkı Sezar’a“ sözünden yola çıkarak saltanat sahiplerinin egemenlik alanı ile Allah’ın egemenliğini tasnife kalkışmışlardı. Bir başka ifadeyle din adına zalim yöneticilere egemenlik hakkı tanımışlardı…
Ehl-i Beyt imâmlarının (Allah’ın selâmı üzerlerine olsun) en belirgin özelliği ise dinin özgün yapısından ödün vermeden yaşadıkları çağın koşullarına göre-dinin amacına matuf yorum ve açıklamalarda bulunmuş olmalarıdır. Öz Muhammedî İslâm’ı her türlü sapma ve tahrifattan koruyup dinin muhafızlığını yapan onlardı. Bu nedenledir ki, Sevgili Peygamberimiz (s.a.a), “Kur’ân ve sünnetimin muhafızı Ehl-i Beyt’imdir“ diye buyurarak müracaat etmemiz gereken ilmin kapısını biz ümmetine göstermiştir. Doğru ve hak olanın o kapıda olduğu bize bildirilmişse başka kapılara ne hacet!?
İşte bu vefasız ümmetin başka kapılarda hak ve hakikati aramaya başladığı bir dönemde İmâm Muhammed Bâkır (a.s) ilmî yüceliği ile hak ve hakikatin kapısı olduğunu insanlara ispat etmiş bulunmaktaydı. İmâm’ın (a.s) faaliyetleri, ilmî çalışmaları Medine’de olmasına rağmen, yetiştirmiş olduğu âlimlerden pek çoğunu temsilci olarak İslâm beldelerine göndermesi ve bu âlimlerin gittikleri bölgelerde insanlara İslâm’ın hakikatlerini anlatmaları tahrifata engel olma noktasında son derce faydalı olmuştur. Özellikle değişik şehirlere gönderilen bu temsilcilerin tefsir ilmine vukufiyetleri, akidevî konularda ve fıkhî meselelerde uzman ve yetkin olmaları dikkat çekiciydi.
İmâm Muhammed Bâkır (a.s), her önüne gelenin Kûr’ân’ı tefsir edemeyeceğini hatta kişi âlim de olsa rey, ihtihsan, tevil ve zanna dayanarak asla Kûr’ân üzerinden yorum yapılamıyacağını bildirmekte ve böyle yapanları şiddetle eleştirmekteydi. O dönemde İmâm’ın (a.s) rahle-i tedrisinden geçmediği için rey ve zanna dayanarak tefsir yapmakta olan Katade ismindeki bir şahsı İmâm (a.s) şöyle uyarmaktaydı:
“Ey Katade! Eğer Kûr’ân’ı kendi düşüncelerine dayanarak tefsir ediyorsan, kendini helâk ettiğin gibi başkalarının da helâkına sebebiyet vermiş olursun. Eğer başkalarının görüşlerine dayanarak tefsir ediyorsan, yine hem kendini, hem başkalarını helâk etmiş olursun. Ey Katade! Kûr’ân’ı ancak ona muhatap olanlar bilir.“ (el-Beyan Fi Tefsiri’l-Kûr’an, s. 267)
“Ona ancak temiz olanlar dokunur.” (Vâkıa:79)
İmâm (a.s) bu âyeti şöyle tefsir etmektedir: “Onu ancak temiz olanlar yorumlayabilir. Onu ancak arınıp temizlenmiş olanlar açıklayabilir. Onu ancak mutahhar olanlar tevil edebilir.”
İmâm Muhammed Bâkır (a.s), bu sözleriyle her önüne gelenin Kûr’ân’ı tefsir edemiyeceğini ve etmemesi gerektiğini vurgulamaktaydı. Zira tefsirde yapılan yanlışların birçok sapmayı da beraberinde getirmesi kaçınılmazdır. Nitekim tarihî süreç içerisinde Kûr’ân âyetleri üzerine yapılan yanlış yorum ve teviller sonucu birçok fırkalar ve mezhepler türemiştir. Özellikle kıyas yoluyla fıkhî hüküm çıkarılırken, yani istinbatta bulunulurken farklı kanaat ve düşüncelerin devreye girmesi sonucu birçok ekolün zuhuruna sebebiyet verilmiştir.
Oysa bir tefsir âlimi öncelikli olarak âyetlerin nüzûl sebebini, hangi amaca matuf inzâl olduklarını, âyetlerin muhkem-müteşabih, nasuh-mensuh, mutlak-mukayyed, genel-münferid gibi özelliklerini en ince teferruatına kadar bilmek durumundadır. Mutahhar olmaları hasebiyle bu bilgiler mutlak anlamda Ehl-i Beyt’e mahsustur. Bu nedenle kelâm, fıkıh, siyer vs.. tüm dinî ilimlerde merci Ehl-i Beyt imâmları olduğu gibi, tefsirde de referans Ehl-i Beyt imâmları olmalıdır.
İşin ehli olmayan kişi tarafından sadece bir âyet bile tefsir edilmeye kalkılsa beraberinde birçok sıkıntı getirir. Ehl-i Beyt imâmlarınca bu zorluk şöyle açıklanmaktadır:
“İnsanların akıllarına Kûr’ân’ı tefsir etmekten daha uzak bir şey yoktur. Çünkü bazen bir âyetin baş tarafı bir konuyla, son kısmı ise başka bir konuyla ilgili olabiliyor. Bununla birlikte o, değişik anlamlara gelebilen bütünsel bir kelâmdır.“ (Feraidu’l-Usul, s. 28)
Elbette ki, şöyle bir husus da söz konusu: “Meri olan nassda içtihada mesağ yoktur“ kuralından yola çıkarak âyetlerin zahirini esas alıp açıklamada bulunmak “Kûr’ân’ı reyle tefsir etme“nin kapsamına girmemektedir.
İslâm dünyasında mevcut olan tefsirlere baktığımızda ne yazık ki, çelişkilerle dolu birçok yorum ve açıklamalara rastlamaktayız. Oysa insanlara hidayet yolların gösterecek olan Ehl-i Beyt imâmlarının yorum ve tefsirleridir; veya bu yorum ve tefsirler referans alınarak yapılan açıklamalardır. İmâm Muhammed Bâkır’dan (a.s) bir kaç örnek verecek olursak:
“Şüphesiz ben; tevbe eden, inanan ve yararlı iş yapan, sonra da doğru yola giren kimseyi bağışlarım.“ (Tâhâ:82) Âyette geçen “doğru yola giren“ ifadesinin İmâm (a.s), Ehl-i Beyt imâmlarının velâyeti olarak tefsir edip ardından şu açıklamada bulunmuştur:
“Allah’a andolsun ki, eğer bir adam bütün ömrünü, Kâbe’nin rüknü ile İbrahim makamı arasında Allah’a ibadetle geçirse, ama biz Ehl-i Beyt’in velâyetini kabul etmezse, Allah onu yüzükoyun cehenneme atar.“ (Mecmau’l-Beyân, 7 / 23)
Elbette ki, Şûrâ Sûresi’nin 23’ncü ayetinde ve birçok Sahih Hadis’te açıklandığı üzere Ehl-i Beyt’in velâyeti nass ile sabit olduğu için İmâm (a.s) böyle bir açıklamada bulunmaktadır.
Bir başka âyetin tefsirini örnek verecek olursak: “Ey Resûl! Rabbinden sana indirileni tebliğ et (insanlara açıkla). Eğer bunu yapmazsan, O’nun elçiliğini yapmamış olursun. Allah seni insanlardan koruyacaktır. Doğrusu Allah, kâfir olan bir topluluğu hidayete eriştirmez.“ (Mâide:67)
İmâm bu âyeti şöyle tefsir ediyor: “Yüce Allah, Resûlü’ne (s.a.a) Gadir-i Hûm denilen mevkide Ali’yi (a.s) kendisine vasî olarak tayin etmesini vahyetti. Resûlullah (s.a.a) bunun, ashabından bazılarına ağır gelmesinden çekiniyordu. Bunun üzerine Yüce Allah, emrini yerine getirmek hususunda onu cesaretlendirmek maksadıyla bu âyeti inzâl etti.“ (Mecmau’l-Beyân, 4 / 223)
“Eğer bilmiyorsanız, zikir ehlinden sorunuz.“ (Enbiyâ:7) âyetiyle ilgili olarak Muhammed b. Müslim şöyle bir açıklamada bulunmaktadır: “İmâm Ebu Câfer’e dedim ki: ‘Bazı kimseler bu âyette kastedilenlerin Yahudiler ve Hıristiyanlar olduklarını iddia ediyorlar.‘ Cevap olarak İmâm buyurdu ki. ‘Bu durumda onlar, sizi kendi dinlerine davet ederler!‘ Sonra elini göğsüne işaret ederek: ‘Âyette geçen ‘zikir ehli‘ biziz, sorulacak kimseler biziz.‘ diye buyurdu.“ (el-Kâfi, 1 / 211)
“Bütün insanları imâmlarıyla çağıracağımız günü hatırla!.. (İsrâ:71) âyetiyle ilgili olarak Cabir b. Yezid el-Cu’fî, Ebu Câfer’in (a.s) şöyle buyurduğunu rivâyet eder:
“Bu âyet nazil olduğunda, Müslümanlar: ‘Yâ Resûlullah (s.a.a)! Bütün insanların imâmı sen değilmisin?’ dediler. Resûlullah (s.a.a) şöyle buyurdu:
“Ben, Allah tarafından bütün insanlara gönderilmiş resûlüm. Ancak benden sonra, benim Ehl-i Beyt’imden insanlara önderlik edecek imâmlar olacaktır. Bunlar, insanlar içinde imâm olarak ortaya çıkacaklar ve yalanlanacaklardır. Küfür ve sapıklık önderleri ile taraftarları, onlara zulmedeceklerdir. Kim benim Ehl-i Beyt’imden olan bu imâmları veli edinir, onlara tâbi olur ve onları tasdik ederse, o bendendir, benimle beraberdir ve bana kavuşacaktır. Haberiniz olsun! Kim onlara zulmeder, onları yalanlarsa, kesinlikle benden değildir ve ben de ondan değilim.” (el-Kâfi, 1 / 215)
“Sonra Kitab’ı, kullarımız arasından seçtiklerimize verdik. Onlardan kimi kendisine zulmeder, kimi ortadadır, kimi de Allah’ın izniyle hayırlarda öne geçmiştir.” (Fâtır:32)
İmâm Bâkır’a (a.s) bu âyetin anlamı sorulduğunda şöyle buyurduğu rivayet edilmektedir:
“Hayırlarda öne geçen, imâmdır. Ortada olan, imâmı tanıyan kimsedir. Kendisine zulmeden ise, imâmı tanımayan kimsedir.” (el-Kâfi, 1 / 214)
“Şayet doğru yoldan gitseler, onlara bol su veririz.” (Cin:16) âyetiyle ilgili olarak İmâm (a.s) şöyle buyurmaktadır:
“Eğer Emirü’l-Müminin Ali b. Ebu Talib’in ve onun soyundan gelen vasîlerin velâyetine bağlı olarak doğru yoldan gitseler; onlara itaat etmeyi, emir ve yasaklarına uymayı kabul etseler, onlara bol su veririz. Yani kalplerine imânı yerleştiririz. Âyette sözü edilen yol, Ali’nin ve ondan sonraki vasîlerin velâyetine imân etmektir.” (el-Kâfi, 1 / 220)
“De ki: Benimle sizin aranızda şahit olarak Allah ve yanında Kitab’ın bilgisi olan yeter.” (Ra’d:13) âyeti ile ilgili olarak Büreyd b. Muâviye, “Yanında Kitab’ın bilgisi olan” ifadesiyle kimler kastedilmektedir?” diye İmâm’a (a.s) sorduğunda, İmâm (a.s) şu cevabı veriyor:
“Biz kastediliyoruz. Ali bizim ilkimiz, en faziletlimiz ve Resûlullah’tan (s.a.a) sonra bizim en hayırlımızdır.” (el-Kâfi, 1 / 229; Mecmau’l-Beyân, 6 / 301)
“Allah’a itaat edin, Resûl’e itaat edin ve sizden olan emir sahiplerine de..” (Nisâ:59) âyetiyle ilgili Zürare, Ebu Câfer’den (a.s) şöyle rivâyette bulunmaktadır:
“İşin zirvesi, tepesi, anahtarı, her şeyin kapısı ve Rahman olan Allah’ın rızasının anahtarı İmâm’ı tanıdıktan sonra ona itaat etmektir… Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: “Kim Resûle itaat ederse, Allah’a itaat etmiş olur. Kim de yüz çevirirse, şunu bilsin ki, biz seni onların üzerine bekçi olarak göndermedik.” (Nisâ:80) ( el-Kâfi, 185)”
“Sahibiniz ve arkadaşınız olan o peygamber hevâdan konuşmaz ve sayıklamaz (ne konuştuğunu bilir). O, ne söylerse vayin dili ile söyler.” (Necm:2-4)
Hevadan asla konuşmayan, konuştuğu zaman vahyin dili ile konuşan Sevgili Peygamberimiz’e (s.a.a) itaat etmek, elbette ki Allah Subhanehu ve Teâlâ’ya itaat etmek anlamına gelmektedir. Söz konusu âyette “ulû’l emre itaat” etmek de aynı emir kipinde verilmektedir. Bu nedenle Ehl-i Beyt imâmlarına itaat mutlaktır ve bütün ümmet için bağlayıcılık arzeder. Mutlak itaatin nedeni ise Ehl-i Beyt imâmlarının mutahharlık sıfatına sahip olmalarından dolayıdır. (Ahzab:33) Zira mutahhar olmayana mutlak itaat söz konusu değildir. Yüce Allah Kûr’ân’ın hiçbir âyetinde yanılabilir insanlar için mutlak itaat kipini kullanmamaktadır. Müslümanların bu hususu çok iyi idrak etmesi lazım.
Örneğin, ebeveynlere tazim, hürmet ve itaatte bulunmakla Ehl-i Beyt imâmlarına ihtiram, meveddet ve itaat etmek arasında fark vardır. Ebeveynlere itaat Allah’a isyan olmadığı süre vaciptir. Ehl-i Beyt imâmları için ise böyle bir endişe ve çekince söz konusu değildir. Çünkü onlardan bizlere yönelik emir, nehiy ve tavsiyeler mutahharlık sıfatıyla, yani pak, temiz, arı-duru bir şekilde aktarılmaktadır.
Ehl-i Beyt imâmlarının Müslümanlar nezdinde velâyet sahibi olmaları, yani ilâhî bir sorumluluk olarak Müslümanlara rehberlik etmekle görevli olmaları, kesbî ilimle birlikte vehbî ilim sahibi olmalarından dolayıdır. Nûr imâmlarına mutlak itaat bu çerçevede değerlendirilmelidir.
“…Her kavmin bir hidayet edeni vardır.” (Ra’d:7)
Sevgili Peygamberimiz’in de (s.a.a) belirtttiği gibi kendisinden sonra bu ümmetin hidayet edicileri Ehl-i Beyt imâmlarıdır. Bütün Ehl-i Beyt imâmlarının ilmî mirası bu çerçevede değerlendirilmelidir. Onlara “Nûr İmâmları” denmesi ümmetin yolunu aydınlattıklarından dolayıdır. Ümmet bu nûrdan istifade ettiği oranda yolu aydınlanacaktır. İstifade etmediği oranda ise sıkıntılardan kurtulamayacaktır. Bugün ve tarih boyu yaşanan sıkıntı ve olumsuzluklar ümmetin Ehl-i Beyt’e karşı bîgâne kalmasındandır. Başka hiçbir sebepten değil.. Zira diyalektik anlamda illiyet (sebep-sonuç ilişkisi) bu olaya dayanmaktadır.
Rahman ve Rahim olan Yüce Rabbimiz dalâlete ve yanlış yollara düşmeyelim diye mutahhar kıldığı tertemiz Ehl-i Beyt imâmlarını bizlere rehberlik yapmaları için görevlendirmiş. Ancak bu nimetin, bu yol gösterici-hidayet önderlerinin kadri ve kıymeti gereği gibi bilinmediği için ümmet pekçok yoksunluğa ve kahredici olumsuzluklara maruz kalmış.
“..Artık size benden bir yol gösterici gelecektir. Kim benim hidayetime uyarsa artık o şaşırıp sapmaz ve mutsuz da olmaz. Kim de benim zikrimden yüz çevirirse, artık onun için sıkıntılı bir geçim vardır ve biz onu kıyamet günü kör olarak haşredeceğiz.” (Tâ-Tâ:123-124)
Rabbimiz böylesi uyarı ve ikazlarıyla birlikte tövbe ve dönüş kapısını asla kapatmamıştır.
“Kim tövbe eder ve salih amellerde bulunursa, gerçekten o, tövbesi kabul edilmiş olarak Allah’a döner.” (Furkan:71)
“Onlar, kendilerine Rablerinin âyetleri hatırlatıldığı zaman, onun üstünde sağır ve körler olarak kapanıp kalmayanlardır.” (Furkan:73)
Yani onlar o kimselerdir ki, Ehl-i Beyt’in velâyeti ile ilgili âyetler kendilerine hatırlatıldığı zaman tıpkı diğer ilâhî emirlere itaat edildiği gibi Allah Teâlâ’nın bu emrine de bîgâne, sağır ve kör olmazlar ve bilakis Ehl-i Beyt’in velâyetine Nuh’un gemisine sığınır gibi sığınırlar. Ki “Ehl-i Beyt’im Nuh’un gemisi gibidir ona sığınan helâk olmaktan kurtulur.” (Sahih Hadis)
Sonuç olarak diyebiliriz ki, İslâm ümmeti olarak dûçar olduğumuz olumsuzluklardan kurtulmamız ve Kûr’ân’ın öngördüğü medeniyete ulaşmamız ancak Ehl-i Beyt imâmlarının ilmî ve siyasî mirasına sahip çıkmamıza bağlıdır. Kûr’ân’daki Ehl-i Beyt’le ilgili ihtiram ve meveddet âyetleri de bu anlamdadır, yani kuru kuruya bir sevgi değil. Onlardan öğreneceğimiz hayat dersi ve dinî kıstaslar bizim için hüccet ve yegâne referans kaynağıdır. Zira Kur’ân’ın ve Sahih Sünnet’in müfessiri ve muhafızı onlardır.
Sonsuz merhamet ve sonsuz lütuf sahibi olan Yüce Rabbimize, sonsuz şükürler olsun ki, biz İslâm ümmetini Sevgili Peygamberimiz’den (s.a.a) sonra başıboş bırakmamış ve mutahhar kıldığı Ehl-i Beyt imâmlarını bizlere rehberlik yapmaları için görevlendirmiş. Müslümanlar olarak küfran-ı nimete düşmemek için Ehl-i Beyt imâmlarının kadrini-kıymetini bilip, onların ilmî mirasını bir libas gibi kuşanmalıyız.
İmam Hamanei, Silahlı Grupların En Önemli Görevini Açıkladı
İran İslam İnkılâbı Rehberi İmam Hamanei, silahlı grupların üst düzey komutanları ile yaptığı görüşmede, İran İslam Cumhuriyeti silahlı gruplarının en önemli özelliğinin, “askeri güce ve operasyon gücüne aynı anda sahip olması” ile “din ve maneviyattan alınan güç ve destek” olduğunu belirterek şunları söyledi:
“İslam Cumhuriyeti düzeninde silahlı grupların en büyük görevi, milli sınırların emniyetini sağlamaktır. Bununla birlikte bu güçlerin maneviyattan aldığı güç ve destek her geçen güç artmalıdır.”
İmam Hamanei, birçok dünya ülkesinde silahlı gruplar arasında iki özel kimliğe sahip grubun olduğunu ifade ederek şöyle konuştu:
“Bazı ülkelerde ordu; paralı askerlerden oluşup, gösteriş ve dış süsten meydana gelir. Bu tür ordular, operasyon gücüne sahip değildir. Bunlar sadece devleti ve yöneticileri korumak için vardır.
Bu şekilde olan ordular bizim bölgemizde de vardır öyle ki bunlardan bazıları bir yıl kadar önce tüm güçleri ile Yemen’e saldırdılar. Yemen halkını hedef aldılar ancak hiçbir şey yapamadılar.
Bu ordular görünüşte iyi bir askeri güce sahiptirler. Ancak operasyon alanında sadece askeri sarfiyat ile son derece acımasız ve mantıksız hareket etmek onların işidir.
Bu tür silahlı ordular savaş meydanında başarısız oldukları takdirde; ‘Blackwater’ gibi profesyonel cinayetçi grupları kullanmaktan çekinmezler.
Dünyada; eğitimli olup, maneviyat gücüne ve performansa sahip olan ve aynı zamanda ‘siyasi istiklale’ sahip bir ülkede çalışan tek silahlı grup, İran İslam Cumhuriyeti silahlı güçleridir.
İran İslam Cumhuriyeti askeri düzeni yalnızca paralı askerlerden meydana gelen beceriksiz, mantıksız, hedefsiz ve hesapsız bir hareket değildir.
Silahlı kuvvetlerin varlığı, özel bir kişi için veya özel bir parti için değildir. Tüm halk ve ülke içindir. Silahlı Kuvvetler, halkın emniyetinin sağlanması, milli ve ulusal emniyeti savunmak için çalışmalıdırlar.
Silahlı Kuvvetler; eğitim, öngörüş, teçhizat ve organize alanlarında operasyon gücünün artmasıyla ve aynı şekilde manevi gücün yükselmesiyle öte yandan dini vaciplerin ve müstehapların ötesinde manevi gücün, silahlı kuvvetlerin kalbinin derinliklerine işlemesiyle silahlı kuvvetlerimiz gerçek gücü hissedeceklerdir.”
Nazarbayev Tahran’da
Kazakistan Cumhurbaşkanı, üst düzey siyasi ve ekonomik bir heyet başkanlığında Tahran’a geldi.
Nursultan Nazarbayev resmi bir ziyaret çerçevesinde Tahran’a ayak bastı. Nazarbayevle birlikte üst düzey Kazak siyasi ve ekonomik heyet Tahran’a geldi.
İslam İnkılabı Rehberi Amerika, IŞİD ile mücadelede sadık değildir
İslam İnkılabı Rehberi Imam Seyyid Ali Hamanei bu akşam İran’da bulunan Kazakistan Cumhurbaşkanı Nursultan Nazarbayev’i kabul ettikleri görüşmede, “Amerika, IŞİD ile mücadelede sadık değildir” dediler.
Imam Hamanei ayrıca İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani’nin de hazır bulunduğu görüşmede, İran ve Kazakistan arasında syasi, ekonomik ve terör ile mücadele konusundaki işbirliğinin artması gerektiğini belirterek, “Bazı güçler özellikle de Amerika, IŞİD ve terör ile mücadelede sadık ve ciddi değiller ama İslami ülkeler sadıkça işbirliği ile böylesi tehditleri İslam dünyasından bertaraf edebilirler” dedi.
İslam İnkılabı Rehberi görüşmenin bir diğer kısmında ise İran ve Kazakistan arasındaki işbirliğine vurguda bulunarak, “Ortak din, tarih, kültür ve var olan potansiyellere rağmen, iki ülke arasındaki ticari ve ekonomik ilişkiler çok az seviyededir ve biz ticari, siyasi ve transit alanlarındaki işbirliğinin artırılması taraftarıyız” diye konuştu.
Görüşmede Kazakistan Cumhurbaşkanı Nazarbayev ise İran’ın büyük, güçlü ve güvenilir bir komşu olduğunu belirtti ve “iki ülke ilişkilerin gelştirilmesi konusunda büyük potansiyele sahip ve biz de bu ziyaret boyunca bu konuda önemli anlaşmalara imza attık” dedi.
Ruhani ve Nazarbayev’in katılımıyla İran ve Kazakistan arasında 9 işbirliği anlaşması imzalandı
İran Cumhurbşkanı Hasan Ruhani ve Kazakistan Devlet Başkanı Nursultan Nazarbayev’in de katılımıyla Tahran Saadabad Sarayı’nda düzenlenen törende iki ülke arasında 9 işbirliği anlaşması imzalandı.
İmzalanan işbirliği anlaşmaların satır başları şöyle:
-İki ülkede bulunan tutukluların takası.
-Sanayi, ticaret ve yatırım alanlarında işbirliğinin geliştirilmesi.
-İpek Yolu projesi kapsamında uzun vadeli taşımacılık ve transit anlaşması.
-İran ve Kazakistan merkez bankalarının işbirliği.
-İran ve Kazakistan demiryolları kurumları arasında işbirliği.