کارگر

کارگر

İmam Hüseyin (a.s.)için düzenlenen yas törenlerine katılan İran Cumhurbaşkanı, İslam ve hak yolunun Hz.Muhammed (s.a.v.) tarafından belirlendiği ve İmam Hüseyin (a.s.)'in de kendi canından geçerek, bu yoldan savunduğunu söyledi.


MHA'nın haberine göre İmam Hüseyin (a.s.) ve yoldaşları için düzenlenen yas törenlerine katılan İran Cumhurbaşkanı, Hasan Ruhani, "Kerbela olayının mesajı, en sevdiğimiz insanların şehit olmaları tehlikesi varken bile,  doğru yolda ilerleyebilmektir.Doğru yolu korumak ve bu yolun zarar görmesine izin vermemek, bu yolda ilerlemekten daha önemli bir konudur" dedi.

Ruhani sözlerinim devamında "Hak yolundan sapan ve toplumların son hedeflerine ulaşmasını engelleyenlerden uzak durulmalıdır. Yanlış bir yolu kendi şeklinde gören insanların bu yola sapma olasılığı çok düşüktür, ama hak gibi görünen bir yanlış yol, sapmaların çoğalmasına neden olacaktır. Günümüzde de bu olayın Kurtuluş adı altında gerçekleştiğini görüyoruz" dedi.

İmam Hüseyin (a.s.)'in düşünceleri hakkında ise Ruhani, "İmam Hüseyin (a.s.), Hz.Muhammed (s.a.v.) ve Kuran'ın öğrencisiydiler. İnsanlardan hak yolu esirgendiği zaman, İmam Hüseyin (a.s.) dinimizi korudu. Eğer toplumda İslam ve Kuran'ın gerçek anlamını görüyorsak, bu İmam Hüseyin (a.s.)'in sayesindedir. Bizler, İmam Hüseyin (a.s.) Şii'siyiz ve Kerbela olayında belirlenen gerçek İslam yolunda ilerliyoruz" dedi.

Ruhani: Aşura ve Kerbela'nın mesajı İslam'ı korumaktır
 İran İslam Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani, Hazret-i İmam Hüseyin'in (as) Kerabela'da Aşura gününde verdiği en önemli mesajın, Peygamber (saa) Efendimizdin yolunu, İslam dini ve Kuran-i Kerim-i, çarpıklık ve sapıklıklar karşısında korumak olduğunu belirtti.
MHA - Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani, bugün Cumhurbaşkanlığı binasında İmam Hüseyin'in (as) şehadet yıldönümü münasebetiyle düzenlenen yas merasiminde yaptığı konuşmada, Hazret-i Muhammed'in (saa) İslam ve hak yolunu, insanlara izah ettiğini ve insanoğlunu sapıklıklardan uzak tutun kurtuluş yolunu gösterdiğini ifade etti.

İmam Hüseyin (as) ve sadık yarenlerinin Allah dinini, başkalarının çaba gösterdiği sapıklık ve yanlış yollardan kurtarmak için fedakarlık yaptıklarını belirten Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani, İmam Hüseyin'in, din adına dinle alakası olmayanlar ve cami yolu olarak başka yollar gösterenler karşısında durarak, İslam ve Kuran-i Kerim'in gösterdiği doğru yolu korumaya çalıştığını ifade etti.

Cumhurbaşkanı ayrıca gerçekleri anlatmak için Resulullah (saa) efendimizin hz. İmam hüseyi'in (as) öğrencisi ve evladı olarak tanıttığına işaretle, " bugün eğer gerçek İslam ve Kuran-i Kerim varsa ve bizler de İslam ve Kuran-i Kerim üzerine doğru yolda sapmadan hareket ediyorsak, bu İmam Hüseyin'in (as) kıyamı, Kerbela ve Aşura'nın bereketindendir", ifadesini kullandı.

Pazartesi, 03 Kasım 2014 00:00

AŞURA GÜNÜ…

İmam Hüseyin (a.s)’ın  ve yarenlerinin Kerbela’da   tarihte eşine rastlanmayan bir şekilde hunharca şehit edilmeleri ve Resullullah’ın(saa) pak evladlarının, kızlarının esir edilerek  köleler  gibi teşhir edildiği gün (AŞURA). Başta İmam Hüseyin’in İntikamını alacak olan Beklenen İmam, Zamanın Sahibine (af) tüm Ehl-i Beyt dostu Hüseyn (as) yarenlerine  olarak Taziyet ve Tesliyetlerimizi sunuyoruz…..

Hüseyn’e ağlamak hedef değil sadece bir vesiledir, hedef Hüseyni olmaktır. Hüseyin ve Zeynep olmak zaten mümkün değil, en azından Hüseyni ve Zeynebi olmak için çaba harcamak gerek.


 
Allah’ın adıyla

Hüseyn’e ağlamak hedef değil sadece bir vesiledir, hedef Hüseyni olmaktır. Hüseyin ve Zeynep olmak zaten mümkün değil, en azından Hüseyni ve Zeynebi olmak için çaba harcamak gerek.

Ama nasıl?

Hüseyn’i ve Zeyneb’i anlamaya çalışmakla: Hedefleri için nasıl davrandıklarını, neler yaptıklarını, neler söylediklerini, kısacası nasıl bir mesaj verdiklerini anlamaya çalışmak gerek. Aşura başlı başına bir tarihtir. Enbiya, evsiya ve evliya tarihinin usaresi ve özetidir. Aklımıza gelen ne kadar iyilik, fazilet ve erdem varsa Aşura’da tecelli etmiştir.

Aşura’nın siyasal, toplumsal, askeri, ahlaki ve psikolojik alanlarda net mesajları vardır. Bu alanların her biri üzerinde kitaplar yazılmış ve zaman geçtikçe bu alanlardaki sırlar daha da açılacak, Aşura’nın hakikatleri aşikar olacaktır.

Saydığımız alanlarda yazılmış ve söylenmişleri anlamak için üzerinde düşünmek, tedebbür etmek amacıyla ne kadar vakit harcanırsa yeridir. Çünkü Aşura dinin özetidir, müminin hayat manifestosudur. Dinin hedefini anlamak isteyenler için Aşura en kısa, en kestirme yoldur.

Burada Aşura’nın psikolojik mesajlarından sadece biri üzerinde kısaca durmak istiyoruz: Korkmak. Korku, psikolojik bir olgudur. En cesur insanların bile korktuğu bir varlık veya bir konu mutlaka vardır. Kimse ben hiçbirşeyden korkmuyorum iddiasında bulunamaz.

Bu korkuların başında hiç kuşkusuz belalara düçar olmak korkusu gelmektedir: Canından olmak, zindana düşmek, işkence görmek, dünya nimetlerinden mahrum kalmak, ailesinden çocuklarından ayrılmak, işinden olmak, makamından uzaklaştırılmak, rızkın azalması veya ortadan kalkması, fakirlik, evlatların eğitim-öğretimi, geçim sıkıntısı, halk arasında itibarsızlaşmak, yenilmek ve onlarca bunun gibi korkular bu cins korkulardır. İnsanlar bu tür belalarla fiilen karşılaştıkları için değil, çoğu defa bunları düşündükleri için korkarlar.

İmam Hüseyn’in karşısında duranların, O’nunla savaşanların durumu ayrı bir husus olup başka bir araştırma ve yazı konusudur. Ama İmam’ın hakkaniyetine inandıkları halde kıyamına katılmayanların, katıldıkları halde yarı yoldan dönenlerin, kıyama katılmakta tereddüt ettikleri için geç kalanların, İmam’a rağmen maslahat üretenlerin korkularının nedenlerini bilmek istiyorsak, saydığımız hususların dışında değildir. Bu korkulara düçar olan müminler dün nasıl İmam’ı yalnız bıraktıysalar, aynı teklifle karşılaştıklarında bugün de aynısını yapacaklardır, şüphesiz. “Keşke Kerbela’da olsaydım” demeden önce bu korkulardan sıyrılıp sıyrılmadığımız üzerinde dikkatlice düşünmeliyiz.

Ama öyle müminler de vardır ki, Allah’tan başkasından korkmazlar. Korkmadıkları için de Allah da başkalarının onlardan korkmalarını sağlar. Bu sünnetullahtır, ilahi bir kanundur, Allah’ın müminlere bir vaadidir. Kerbela’da İmam’ın yaranları işte bu ilahi vaade uydukları için gelmiş geçmiş ümmetlerin en hayırlısı ünvanına layık görülmüşlerdir. Ölümden korkmadıkları için ölüm onlardan korkmuştur. Öndört yaşındaki Kasım işte bunun için “ ölüm benim için baldan daha tatlıdır” diyerek düşmanın üzerine saldırabilmiştir. Korkulan belaların en belirgini ölüm olduğu için bu örneği verdik, yoksa onlar saydığımız ve saymadığımız bütün korkulardan sıyrılmışlardı.

Aşura yiğitlerinin basiret, Allah’a tevekkül, yakin derecesinde iman, zamanaın imamına- velisine bağlılık, verdiği söze sadakat, tevazu, takva, zühd vs faziletleri saymakla bitmez. Biz bu faziletlerden sadece birine, Allah korkusuna değindik: Allah’tan başkasından korkmamak.

Korku inkar edilemez bir olgudur. Önemli olan bu korkuyu yönlendirmektir. Hüseyni olmanın ölçüsü öteki erdemlerle birlikte müptela oldukları korkulardan arınmak ve sadece Allah’tan korkmaktır. Bunu başaranların nasıl bir izzete ve itibara kavuştuklarına yaşadığımız zaman diliminde de tanık olmaktayız. Allah rahmet etsin İmam Humeyni(ra) bir konuşmasında, kendisinin Allah’tan başka hiç bir şeyden korkmadığını ifade ediyordu. Dostlardan biri yıllar önce İmam’ı rüyasında görmüş ve bir nasihatte bulunmasını istemiş. İmam(ra) tek bir cümle demiş: “Düşmanlarınızdan asla korkmayın”.

Müminlerin ister ferdi, ister toplumsal planda olsun bugün düçar oldukları belaların baş sebeblerden biri hiç kuşkusuz Allah’tan gayrısından korkmalarıdır. Allah’tan gayrısı sadece müstekbir, zalim ve baskıcı güçler değildir. Bir kısmını yukarıda saydığımız korkulardan arınmadığımız sürece Hüseyni olmamız, Zeynebi olmamız mümkün değildir. Hüseyni ve Zeynebi olmadığımız sürece de zilletten, küçümsenmekten, horlanmaktan, dışlanmaktan kurtulmamız imkansızdır.

Artık Aşura’nın mesajını idrak etmemiz gerek. Nedir Aşura’nın mesajı? Allah’ın dininin ayakta kalması, ilahi değerlerin hayata hakim kılınması, müminlerin layık oldukları konuma gelmesi için gerekirse candan, maldan, aileden, evlattan vaçgeçmektir. Zülme, baskıya, inhirafa hangi ad altında olursa olsun karşı durmaktır. Yerel, bölgesel ve uluslararası çapta dünya üzerinde süregelen sömürüye, cinayetlere ve baskılara korkmadan dur demektir.

Hüseynin, evlatlarının ve ashabının mateminde ağlamak, verdikleri mesajı anlamak ve bilmeyenlere anlatmak için merasimlerimizi ne kadar büyütürsek, ne kadar görkemli hale getirirsek azdır. Ama sadece bununla yetinmemeli ve nefsimizi Hüseynilerin faziletleriyle donatmaya çalışmalı, özellikle de Allah’tan başkasından korkmamalı, beladan ve bela düşüncesi korkusundan arınmaya çalışmalıyız.

Ziya Türkyilmaz

Batı medyasının İslam ve “Orta Doğu” tasviri, batı tarzı liberal demokratik çerçeve dışında var olabilecek herhangi bir anlamlı politik katılımı düzenli bir şekilde reddediyor.

 
Batı medyasının İslam ve “Orta Doğu” tasviri, batı tarzı liberal demokratik çerçeve dışında var olabilecek herhangi bir anlamlı politik katılımı düzenli bir şekilde reddediyor. Batılı elitlerin çoğu, IŞİD veya ondan önce El-Kaide gibi bir meydan okuma ile karşılaştığında tek uzun vadeli çözümün (içerden de yardım alarak) Müslüman dünyasındaki laik politikaları güçlendirmek olduğu düşüncesine kapılıyor.

Fakat, liberal demokrasinin gerçekten var olduğunu varsaysak bile, bu, tarihsel olarak Müslüman toplumlarında rağbet bulmamış benzersiz bir batı olgusudur. Diğer insanlar gibi, Müslümanlar da kendi toplumlarının siyasi hayatını şekillendirmede söz almak istiyorlar. Fakat onlar katılımcı siyaset çerçevelerinin özgün olmasını istiyorlar; yani, birçok Müslüman için İslam’a dayalı olacak ve “din ve devlet işlerini ayırma” konusundaki yabancı görüşlere yer bırakmayacak şekilde. Şu ana kadar, Orta Doğu’da yalnızca bir siyasi düzen halkına katılımcı bir İslami idare sağlamak konusunda takdir edilebilir bir başarıya sahip – İran İslam Cumhuriyeti.

Batı kendini bunu kabul etmeye ikna edemiyor: İmam Hamanei’nin başarılı geçen prostat ameliyatının batı medyasındaki gösterimine bakarken kendisine ve yönettiği siyasi düzene yöneltilmiş ve çoğunlukla çarpıtılmış kine insan gülümsemeden edemiyor. BBC, ki garezini gizleme girişiminde diğer batı medyalarından biraz daha tecrübelidir, ameliyat üzerine haber yaparken dini liderin özel hayatının “İran’da çok gizli tutulduğunu” belirtti; ancak “İran’ın ve bölgenin kritik durumu” onu daha açık olmaya zorlamış ve ameliyatını ilan etmek mecburiyetinde bırakmıştı. Bir başka haberde, BBC Ayetullah Ali Hamaney’in pek sevilmediğini ve İranlıların dini lidere hastanede büyük boyutta özen gösterilmesine eleştirel yaklaştığını ima etti.

 

Tutarsız açıklama

İmam Hamanei’nin bir devlet hastanesinde ameliyat edildiği ve bundan daha önce, 1991’de safra kesesinden ameliyat olmasının halka duyurulmuş olması BBC’nin açıklaması ile çelişiyor. Keza, çeyrek yüzyıllık yönetimi boyunca dini liderin halkın önüne her çıkışında muazzam kalabalıklarca karşılanması (ve bunun devam etmesi) onun ve İslam Cumhuriyeti’nin BBC’nin iddia ettiği gibi rağbet görmediği hususunda şüphe uyandırıyor. İmam Hamanei’nin eşi, dört oğlu ve iki kızının ünlü, yüksek rütbeli birer siyasetçi veya iş adamı olmaması dini liderin hayatını biraz “olaysız” gösteriyor fakat bu durum onu “çok gizli” yapmıyor, batı standartlarından farklı kılıyor sadece.

Batı mitolojisinin sunduğunun aksine gerçek şudur ki on yıllardır süren irrasyonel batı saldırganlığı ve şiddetine rağmen İslam Cumhuriyeti bölgenin “istikrar adası”na dönüşmeyi başardı. İronik olarak, bu tabir ilk kez eski BM başkanı Jimmy Carter tarafından, çok farklı bir İran’ı betimlemek için Tahran’da bir kutlamada kullanılmıştı. Carter 1978’de “Şah’ın büyük liderliği sayesinde İran, dünyanın problemli bir bölgesinde bir istikrar adasıdır” demişti.

 

Bir yıl sonra ise, sloganı “Bağımsızlık, Özgürlük, İslam Cumhuriyeti” olan popüler bir devrim esnasında şah ülkeden uçarak firar etti.

Son yıllarda, batının gözünde “büyük liderler” payesi kazanan Batı Asya ve Kuzey Afrika’daki diğer siyasetçiler benzer kaderlerle karşılaştılar. BM genel sekreteri Ban Ki-Mun bir keresinde “Tunus gençliği için imkânları çoğaltmak” konusundaki gelişmeleri yüzünden Tunuslu Diktatör Zeynel Abidin Bin Ali’yi övmüştü. Ocak 2011’de Kahire’de gerçekleşen eylemlerin doruğunda, eski İngiltere Başbakanı Tony Blair Mısırlı Hüsnü Mübarek’i “son derece cesur ve bir iyilik gücü olmasından” dolayı kutladı.

Halka dayalı değişim talepleri çoktan Orta Asya’nın eski düzenini düşürmeye başladı, ama bunun tutarsız, sallantılı bir istikrardan daha fazlası olmadığına dair birkaç işaret var. Meseleleri daha da kötü bir hale geldi: Batı yönlendirmesi ve desteğiyle petrol zengini yönetimler, müşteri sistemleri başarısız olmaya başlayınca veya ciddi boyutta istikrarsızlık gösterince, uluslararası kanunu ihlal ederek ve Orta Doğu’yu daha da büyük çöküş ve yıkıma sürükleyerek Libya ve Suriye’deki isyancı gruplara maddi destek sağladı.

Elbette, devlet tarafından finanse edilmiş milisler yeni bir olgu değil. Seksenlerde, ABD Afganistan’daki Sovyet işgali ile savaşmaları için “özgürlük savaşçıları” mücahitleri geliştirmek, eğitmek ve silahlandırmak amacıyla Suudi ve Pakistan devletleri ile işbirliği yaptı. Bu mücadele sırasında ve sonrasında, birçok ülke aşırıcı bir ideolojiyi yaymak adına milyarlarca dolar harcayarak Müslüman Dünyası’nın bir ucundan bir ucuna pek çok medrese için hayli yatırım yaptılar.

 

Güçlü kuvvet

Sonuç olarak – ve Batı’nın sessiz onayıyla – bu aşırıcılık, dünyanın pek çok bölgesinde etkisini gösteren güçlü bir kuvvet halini aldı. Amerika’nın Irak’ı 2003’te işgal etmesinden sonra, ki bu İran hariç bölgedeki neredeyse tüm devletler tarafından desteklendi, yine bu ülkelerin birkaçı El-Kaide’ye bağlı aşırıcı grupları buraya akıttı – bu sefer Irak’taki yeni siyasi düzeni baltalamak için.

Yemen, Bahreyn ve Mısır’da gerçekleşen olaylar, eski düzenin kalıntılarının çok fazla dayanamayacağının altını çiziyor. Bununla birlikte, Arap dünyasında şu anda ortada olan ne çok büyük bir iyimserlik getirdi ne de toplumsal uyum. Mısır’da, Temmuz 2013 darbesinin meşru veya gayrimeşruluğundan bağımsız olarak, Müslüman Kardeşler’in yerli değerlerle halkın ihtiyaçlarını karşılayabilecek bir katılımcı siyaset modeli geliştirmekte başarısız oldukları gerçeği değişmiyor.

Müslüman Kardeşler’in tarihi başarısızlığı, tekfirci devlet modelinin yükselişine yardımcı oldu. Bu model el-Kaide’den El-Nusra Cephesi, Suriye İslam Cephesi ve IŞİD gibi gruplara evrildi. Bu değişim ideolojinin batı ve bölge ülkeleri tarafından stratejik amaçlarla Afganistan, Libya, Yemen ve Suriye gibi ülkelerde kullanımını yansıtıyor. Bugün, IŞİD küresel bir terör tehdidine dönüşmekle kalmıyor, geleneksel anlamda onun derinde yatan ideolojisini savunan ve şu anda BM yönetimindeki koalisyonun da bir parçası olan ülkeler için varoluşsal bir tehdit halini alıyor.

Şam’dan Bağdat’a (hatta Beyrut’tan Riyad’a) egemenliğini ortaya koyan bu yükselen tehdidi engelleyen tek güç İran İslam Cumhuriyeti. İran siyaset modelinin istikrarını bozmaya yönelik bitmek bilmeyen batılı girişimleri başarısızlıkla sonuçlandı – ve bugün, Suriye’deki aşırı gruplara sağladığı yasadışı desteğin ve onların hâkimiyetinin suiistimal etmesinin sonucunda, İslam Cumhuriyeti şimdi bölgenin aşırıcılıkla olan mücadelesini yönetiyor ve dünyada yükselen küresel güçler giderek bunu daha fazla tanıyorlar.

Ayetullah Ali Hamaney’in ameliyatı duyurulduktan sonra, İran’da hayat normal olarak devam etti. Bunun sebebi yalnızca halkın dini liderin sağlığının son derece iyi olduğu konusunda ikna edilmesi değil, aynı zamanda ülkenin en yüksek yetkilisini seçmekle görevlendirilmiş Bilirkişi Heyeti’nin İmam Hamanei’nin  Ruhullah Humeyni’nin ardından hızlı ve başarılı bir şekilde seçerek etkisini yıllar öncesinden göstermiş olmasıydı da.

Batı medya toplulukları ve insan hakları organizasyonları İran’ı acımasızca karikatürize etme alışkanlıklarını azaltıp Suriye’yi nasıl yansıttıkları konusunda bir öz-değerlendirme yapsalar kendilerine bir iyilik yapmış olurlar. Eğer böyle yapmış olsaydılar, Batı daha iyi bir politik tutum sergileyebilirdi.

Seyyid Mohammed Marandi, Tahran Üniversitesi’nde Dünya Araştırmaları Fakültesi Dekanı ve Kuzey Amerika Araştırmaları bölümü profesörüdür.

Seyyid Muhammed Marandi

 

El Cezire medyasafak

Cumartesi, 01 Kasım 2014 00:00

AŞKIN MERKEZİ KERBELA

Yerle göğün madde ile mânanın birleştiği nokta Aşkın merkezi Kerbela’dır;

yaratılmış tüm varlık tek bir noktadır. Bu nokta İlahi Vahdaniyet’in Ehediyyet sıfatının tecelli ettiği (Ehed) birliğin ve tekliğin merkezidir. Bu merkez yaratanla yaratılmışın arasında yaşanan aşkın buluşma noktasıdır. Bu nedenle insan-ı kamil sevdiklerini maşukuna kurban ederek, O’nda fani olmasını ister. Bu fani oluş mümin kalplerde el ve ayak izi bırakarak yaratılmışlarla yaratan arasında köprü kurar ve Urvet’ülVuska’yı oluşturur. Bu ip yükselmenin, özgürlüğün ve hürriyetin ipi olur. Her kim buna sarılırsa aşkın merkezinde (EHED) diyerek fena-fillah olur; işte o zaman zaferin, kurtuluşun müjdesi verilir.(Vebeşşirilmüminin) Müminleri müjdele ya Muhammed (s.a.a)’ diye hakkın sesi gelir mümin gönüllere.

Evet! Kerbela; Temiz kalplerin cesur yüreklerin Mevlası‘yla birleştiği aşk ehlinin manevi merkezi, canlar cananıyla birleşmiş mâna dolu İlahi sofranın etrafında, cennet pazarlığı yapılıyor can, mal, evlat ve sevdikleri karşılığında. Satıcısı Huseyin (a.s) alıcı ise Allah; ne güzel bir muamele var bu sofranın etrafında. Melekler diz çökmüş ve hayret içinde seyrediyorlar yapılan anlaşmayı, fısıltı başlar meleklerin arasında, işte secde ettiğimiz nokta; bakmalıyız İmam Huseyn’in durduğu noktaya. Arştan bir nur var Huseyn’in(a.s) ayak bastığı yerde, yaratılmış bütün varlık ’Ya hu yamenlehu illa hu’ diyerek döner bu nur ekseninde. Şeytan kudurmuş saldırı yapmak ister mümin gönüllere. Boşuna uğraşma İblis! Aşıklar maşukuyla birleşmiş, girersen yanarsın baştan ayağa! Senin dostların karşı tarafta cehennemi yaşıyorlar seninle birlikte, ahirete gitmeden bu dünyada.

Ey asrın müslümanı!. Asrın aşk reçetesini sanada yazıyor Kur’an, oku, düşün, dinle, tefekkür et girmek için aşkın mektebine, kulak verecekmisin okunacak olan ayete, bu ayet aşıklar maşukuyla pazarlık yaptığı arşın arzla bağlantı yaptığı makamdır; şimdi iyice dinle:

‘’Allah müminlerden, mallarını ve canlarını, kendilerine (verilecek) cennet karşılığında satın almıştır. Çünkü onlar Allah yolunda savaşırlar, öldürürler, ölürler. (bu) Allah’ın Tevrat’ta da, İncil’de de ve Kur’an da da üstlendiği gerçek bir vaattır. Verdiği sözde Allah’tan daha sadık kim olabilir. Müjdeler olsun size, işte en büyük mutluluk ve en büyük kurtuluş. (Bu alış verişi yapanlar, tevbe edenler, ibadet edenler, hamd edenler,cihad edenler, rüku edenler, secde edenler iyiliği emredip kötülüklerden alı koyanlar ve Allah’ın sınırlarını koruyanlardır. O müminleri müjdele!.’’ 9/111-112

Oldukça önemli bir pazarlık var ayetin metninde; öyle bir pazarlık ki kanları donduruyor damarlarda. Alıcıdan bir ses geliyor ben müslümanım diyene, hele lebbeyk ya Huseyin diyenlere, vereceğim şey veya alacağım şey nedir diye sorarsan ayetin metnine, cevaben mal, can ve sevdiklerini vereceksin Allah yolunda, verilecek sana karşılığındaCennet-i Ala. Eğer hazırım dersen bu muameleye ayetin metni yeni bir şart koyar önüne. Önce tövbe et der tüm günahlarından, ta kul olasın Mevla’ya, kurtulasın nefsin ve şeytanın şerrinden. Kul olman için önce temiz olmalısın seni kirletmiş günahlardan, günahlardan arındırılmış bir insan olarak dur mevlanın huzurunda, ta aram bir kalple hamd edebilesin yüce yaratana. Zulme, şirke, küfre ve ikiyüzlü münafıklara karşı malla, canla ve sevdiklerinle birlikte cihad edeceksin Allah yolunda. Bu eylemin rüku ve secde halinde teslim olduğunu gösterecektir yüce Mevla’ya. Emribilmaruf nehyi anil münker yaparak davet edeceksin insanları yüce Mevla’ya. Allah’ın hudutlarını koruyacaksın diyor yüce Mevla sana, ta oturabilesin aşk mektebinin Kerbela’daki sofrasının kenarında. İyice dinliye bildikmi dostlar ayetin metnindeki var olan manayı, can, mal ve sevdiklerimiz isteniyor bizden; ta kayıt yaptırabilelim kıyam merkezi olan Kerbela’ya.

Kerbela: Cennetle cehennem arsında kurulmuş bir köprüdür ayırmak için hakla batılı. Hemde zalimle mazlumun çizgisidir Kerbela. İlahi aşkın merkezi olan Kerbela’da yakılan özgürlük meşalesi asrımızda yeniden beşeriyete sunmuştur Kerbela. Rengi değişmiş yüzü ve benzi sararmış olan mukaddes İslam’a yeniden hayat veren dökülmüş temiz aşk kanı 1979’da yaplan İslam Devrimi’yle tüm beşeriyete seslenerek kurtuluş reçetesinin sunmuştur. Bu sunuş özgürlüğün, bağımsız ve hür yaşamın davetçisi olmuştur mazlum ve sömürülmekte olan insanlara. Bu davet büyük yaralar açmıştır zalim ve sömürgeci müstekbirlerin sinesinde. Zira hayata yeniden dönüş yapmış mukaddes İslam dini Kerbela’nın aşk mektebinden almış olduğu ilhamla. Çünkü manaile madde ikisi bir arada, İlahi aşkı oluşturmuşlardır Kerbela’da. Madde ile mana ikisi eşit oranda birleşince bir insanda küfre ve zulme karşı devrimin çeğirdeklerini oluşturur dünyanın her noktasında, olur Kerbela yaşar Huseyn‘in (a.s) aşkını ayağını bastığı her noktada.Huseyin bir gönül meyvasıdır, onu lemsedince insan yaşar İlahi aşkı dünyanın neresinde olursa olsun farketmez ona, uzaklık, yakınlık maddi bir görüntüdür aşkın kalıbına sığmaz; zira aşk öyle bir şeydirki, durur insana insandan daha yakın bir mesafede.

İki aşk yaşanıyordu Kerbela’da; biri Ömer binSad’ın aşkıydı; yandıkça yakıyordu Sad’ın oğlunun ciğerini bir kor gibi Rey şehrinin valiliği. İblis ve insani şeytanlar fısıldıyorlar Ömer binSad’ın kulağına: Bitir bu işi yoksa gider Rey şehrinin valiliği elinden! Bir dünya hırsı ve valilik makamının aşkı yakıyor Ömer’i cehennem ateşinde. İşte buda bir aşktır salt bir madde insana hazırlar cehennemi hem dünyada hemde ahirette. Çünkü yer almış şeytanın safında; bütün programı hazırlanmıştı Şam’daki Yeşil Saray’da Yahudi lobisi tarafından, tarihe yazılmamış bir cinayetin işlenilmesi istenilmişti Ubeydullah bin Ziyad’tan. ‘Ya Huseyn İbni Ali huzurumda durup diz çökerek beyat edecek bana yada başı kesik bir tepsinin üzerinde sunulacak bana’. Yezid’in bu fermanı kavuşunca Ubeydullah’a ölümle sonuçlanması istenmişti yeşil saraydan. Ömer binSad kalmıştı iki taşın arasında. Bir yanda duruyor Peygamber  nuru diğer bir tarafta ise Rey şehrinin valiliği yakıyor Ömer bin Sad’ın yüreğini. Zira Yezid ferman yazmıştı Mercan’ın oğluna, ya Huseyin beyat edecek eğilecek huzurumda yada kafası getirilecek bana. Mercan’ın oğlu öper mektubu koyar başına, çağırtır Ömerbin Sad’ı huzuruna, seni vali tayin etmiştim vali olarak gidecektin Rey şehrine, ama Yezid bin Muaviye’den mektup gelmiştir bize, ya Huseyin bin Ali diz çöktürüp beyat edecek Yezid’e ya kafası götürülecek Şam’ın sarayına, bu işi yapacak cesur birisi yoktur senden başka aramızda, önce bunu yapacaksın sonra gideceksin Rey şehrinin valiliğine, yüzü kıpkırmızı olur itiraz etmek ister Mercan’ın oğluna, ama Ubeydullah bin Ziyad Rey şehrinin valiliğini koyar ortaya, ya Huseyn’in başı ya Rey şehrinin valiliği. Oldukca çetin bir imtahanla kalır karşı karşıya, ama Ömer bin Sad’ın kalbinin derinliğine taht kurmuş ve aşk haline dönmüş vali olma muhabbeti söker onun kalbinden imanını, boyun eğdirir Yezid’le Mercan’ın oğluna işte tarihin en kötü insanı olarak geçer tarihe!.

Diğer bir aşk daha vardır yaşar Kerbela’da. Huseyin (a.s) oturmuş çadırında sadece yardımcısı Allah ve Allah’la irtibat kurmuş yaranları var yanında. Manevi bir hava, misk gibi esiyordu Kerbela sahrasında, İlahi Kelimetullah uğruna canlar hazırlanmış kurban olmaya. İmam Huseyin (a.s) yiğitçe durmuştu küfrün ve zulmün karşısında yaranlarıyla birlikte. Çünkü öz Muhammed’i (s.a.a) dinin kaydını yaptıracaktı tarihe, bu bir çizgi olacaktı kıyamete kadar mümin ve muvvahid olan müslümanlara. Bu direniş ve kıyamıyla yeniden yol haritasını çiziyordu İmam Huseyin ceddi Muhammed (s.a.a) aşkına. Necis elleriyle el karıştırmıştı Ümeyye oğulları mukaddes İslam’a. Büyük bir mesuliyet ve sorumluluk düşmüştü İmam’ın boynuna, temizlenmesi gerekiyordu mukaddes İslam’ın, bunun için İmam kıyam etmişti Süfyan ordusuna, çünkü temiz bir din bırakması gerekiyordu gelecekteki nesillere.

Evet!. İmam Huseyin oluşturmuştu bir aşk merkezi, takvası zirvede, oturmuş yalvarıyor Mevla’sına Sidret’il Münteha’da, ya Rabb  bir yol haritası çizmek istiyorum senin rızana uygun, sevdiklerimimi istiyorsun vermeye hazırım yer ve gök ehli şahid olsun. Bütün varlığım sana kurban olsun yeterki ceddimin emanet ettiği din baki kalsın!.

Evet!. Kerbela’nın metninde varolan hakikat Hz. Muhammed’in(s.a.a) iki ağır emanet vardır. Bu iki emanetten biri Kur’an-ı Kerim diğeri ise Ehl-i Beyt’idir. Akıl sahibi ve düşünüp tefekkür etmesini bilen her imanlı insan bu iki emanetin yüklemiş olduğu mesuliyet ve sorumluluk bilincini idrak ederek onu korumayı en mukaddes görev bilir ve herşeyini onu korumak için feda etmeyi kendine vazife bilir. Bu İlahi görevin temeli dört ana sütun üzerinde bina edilir. Halis ve katkısız bir iman, sadakat, samimiyet ve takva. Bunlar şeytanın ve şeytan olan insanların şerrinden korur ve bunların insanın kalbine nüfuz etmelerine engel olur. İman; tam manasıyla kalbe oturmuş insanın iç dünyasında güven ve emniyeti sağlamış yaradılış nuruyla irtibat kurarak Mevla’sında fani olmaya kendini hazırlamış bir makamın gerçekleşmesidir. İmanın tezahüratı olan sadakat insanın söz ve işiyle inandığını kanıtlamasıdır. Samimiyet inandığı davasına sevdiklerini onun uğrunda vermesiyle kendini kanıtlamasıdır. Takva ise bunların insana kazandırdığı zirvede kendisine layık olmayan işleri yapmama kimliğidir. Bu dört ilkeye bağlı bulunan diğer ilkelerinde birleşmesiyle insan-ı kamil meydana gelir ve Kerbela mektebi oluşur. Böyle bir mektebin bir daha oluşması mümkün değildir dersen Allah’ın ayetine itiraz etmiş olursun. Zira Allah insanın gücünün yetmediği birşeyi ona yüklememiştir.  Emrettiği şey onun gücü dahilindedir. Böyle bir söylem imanın zaifiyeti ve düşmanın fısıltısıdır. Bu söylemlerin doğru olmadığını asrımızın büyük devrimcisi ve ümmet imamı İmam Humeyni (r.a) bu mektebi gerçekleştirerek dünya emperyalistlerini İslam‘ın önünde diz çökmeye davet etmiştir. Bugün günümüzde yapılmış İnkılab‘ı 35 yıldır korumakta olan İmamımız ve Rehberimiz Ayatullah‘ul Uzma Seyyid Ali Hameney’i (damet berakatuhu) yukarıdaki Huseyni mektebin ilkeleriyle batıla karşı izzetli direniş ve cesaretiyle güçlü bir devlet inşaaetmektedir. Müstekbir zalimler ve onların destekçileri olan sözüm ona müslümanlar istemeselerde Kerbela’nın aşk mektebi bütün azametiyle Yezidi mekteplere karşı kimliğini ve yol haritasını ortaya koymuştur.

Evet!.Mümin kalplere sahip olan yiğit gençlerimiz bulunduğu her coğrafya üzerinde kendisine emanet bırakılmış olan Kur’an ve Ehl-i Beyt’in korunması yaşama alınması ve yaşatılması için oluşturmuş olduğu Kerbela’yı aşkı yaşayarak yerine getirme iftiharını yaşamaktalar. Aşkın nurunu yakalamış o eksende hareket ederken üstün bir ahlak onurlu bir duruş sergiliyerek aşk mektebi olan Kerbela’yı temsil eder. İlim, hikmet ve marifetle hayatını şekillendirerek Huseyni mektebe kayıt yapma kimliğini kazanır. Kendi nefsinde ve ailesinde öylesinine İslam’ı yaşarki mensubu bulunduğu Ehl-i Beyt Mektebi’nin ziyneti olur. Mazlumun ırkı, milleti ve dini sorulmadan onun yanında yer alır ve zalim karşısında durur mazlumun hakkını zalimden alma mücadelesini verir. Laik ve seküler din anlayışıyla İslam Ümmeti’ni idare etmekte olan devlet ve hükümet adamlarına itaat etmez, onlara yardımda bulunmaz, onlara destek vermez ve laik sandıklarda oy kullanmaz. Zira seküler ve laik bir  yönetim şekline inanarak devlet yönetenler Allah’ın dinine karşı bayrak açmış zalimlerdirler. Zalime yardım etmek ve ona destek çıkmak bu ehveni şerdir ve diğerlerinden biraz daha iyidir diyerek menfaatını gözetleyenler o zalim ve laik idarecilerle  beraber huzuru hakka gelecekler.

Evet! Manevi aşkın, fedakarlık ve isarın, sadakat ve samimiyetin, itaat ve teslimiyetin, sevgi ve muhabbetin, kardeşlik ve dostluğun, cesaret ve yiğitliğin, mesuliyet ve sorumluluğun bilinç merkezi olan Kerbela Mektebi her asır ve zamanda kendi mensuplarına yukarıdaki ilkelerle donatılmış olmalarını ister. Çünkü ilahi emanet olan Kur’an ve Ehl-i Beyt ancak bunların kazanımını elde etmiş olanlar sahiplenebilir ve zalimlere, bu dini istismar edenlere, sembolik Şii inancını taşıyanlara karşı mücadele edebilmesi için yukarıdaki ilkelere sadık kalarak oluşturmuş olduğu Kur’an ve Ehl-i BeytMektebi ile karşı çıkma cesaretini elde etmiş olur. Aksi halde slogan ve gösterişten öteye gitmez!..

Aşura sadece bir matem günleri olarak hayata getirilmemelidir. Belki bu on günlük Kerbela’daki duruşun metninde var olan hakla batılın, imanla küfrün, zalimle mazlumun ayrımını yaparak Kur’an ve Ehl-i BeytMektebi‘nin çizgisini belirleme vardır. Bu metinden insanlara sunulmak istenen mesajise tüm asırlarda Muhammed’i (s.a.a) olan mümin ve muvvahidlerin yaşamış oldukları her asırda hakla batılın, imanla küfrün, zalimle mazlumun ayrımını yapmasını ister ve hakla beraber olarak batıla  ve zalimlere karşı mücadele vermesini ve asla taviz verilmemesinin mesajını sunar.

Evet!. İyice oku Kerbela’yı, in inebildiğin kadarı ile in Kerbela toprağına kulağını koy dinle bak ne tür sesler gelecektir kulağına. Mesuliyet ve sorumluluk çağırısı var sana, sahip çık sana emanet edilmiş Kur’an ve Ehl-i BeytMektebi‘ne. Bu senin imanın, namusun, şahsiyetin, kimliğindir hem dünyada ve hemde ahirette. Cihad aşkıyla yaşa, zulme ve laik idarelere karşı dur, geç İmam Hameney’in safına kurtuluş müjdesi gelecektir birgün sana. Kalbindeki imanına iyi sahip çık yaşa İmam‘ın aşkını ta seni kıyama kaldırsın bugünkü Yezidler‘e karşı, yoksa miskin miskin Huseyin Huseyin diye ağlarsın Huseyni’lerde hizmet edersin asrımızın Yezidlerine. Unutma birgün utanırsın İmam Huseyn’in (s.a) huzurunda. Öyle ise dikkat et ey dost İlahi Velayet‘e karşı mesuliyet ve sorumluluğunu vicdani bir muhasebe yaparak asrın Yezidleri karşısında ki duruşuna bak!.

Muhammed Avcı

Onların İran’dan alınma 10 bin adet roketleri ve üretim imkanı bulunan know-how roket üretim sistemine sahip donanımlı bir orduları vardır
 

Washington Post gazetesine bir demeç veren İsrail Savunma Bakanı Moşe Yaalon, İsrail istihbarat birimlerinin Hamas’ın Filistin Devlet Başkanı Mahmut Abbas’ı ve Ramallah’taki Filistin hükümetini devirmeye yönelik komplo planını ortaya çıkardığını iddia etti.

İsrail Savunma Bakanı aşırıcılık yanlılarının Batı Şeria’da da egemenlik kurmayı planladıklarına dikkat çekti.

İsrail Savunma Bakanı Moşe Yaalon konu ile ilgili açıklamasında “Biz yakın bir zamanda Ramallah bölgesindeki “terörist” ağını ortaya çıkardık ve HAMAS üyesi 96 “teröristi” tutukladık. Bu kişiler İstanbul’da bulunan Saleh al Arouri adlı bir kişinin yönetiminde bulunup yönlendiriliyorlardı. Biz Abu Mazen’i (Mahmud Abbas) devrim hareketine karşı kurtardık. O durumda Batı Şeria’da HAMAS yönetiminde İran silahlarına sahip bir oluşum meydana gelebilirdi” ifadelerine yer verdi.

Yaalon HAMAS’ın eskiden olduğu gibi Gazze Şeridi’nde meydana getirdiği egemenlikle İsrail için tehdit oluşturduğunu, HAMAS’ın İsrail’in varolma hakkını reddederek ülke topraklarına roket saldırıları düzenlemeye devam ettiklerini vurguladı ve “Onlar sıradan bir “terör örgütü” değildir. Onların İran’dan alınma 10 bin adet roketleri ve üretim imkanı bulunan know-how roket üretim sistemine sahip donanımlı bir orduları vardır” dedi.

 

Avrupa Birliği'nin Dış Politikalardan Sorumlu Yüksek Temsilcisi, Batı Şeri'daki şehir yapılandırma hareketlerini eleştirerek, İran ile yapılan nükleer müzakerelerin iyi niyet çerçevesinde devam ettiğini belirtt.


MHA'nın haberine göre Suudi Arabistan'da yayınlanan bir gazeteye konuşan Catherine Ashton, İsrail yönetiminin Batı Şeria'da binlerce ev yapmak kararını eleştirdi. Ashton bu açıklamasında, Filisitin ve İsrail sorununun çözülmesi için, iki devlet tarafından düzenlenen bir çözüm yolundan başka hiçbir yol olmadığını söyledi.

İran'ın nükleer programı konusu ve yapılan müzakereler konusuna da değinen Ashton, "İran ile yapılan nükleer müzakereler, iyi niyet çerçevesinde devam edecektir. Bu iyi niyetli yaklaşım, müzakereye katılan tüm taraflarda olmalıdır" dedi.

Arabistan'ın Suriye ve Irak'taki terör örgütlerine yaptığı askeri ve finansal destekleri gözardı eden Ashton, Arabistan'ın akıllıca bir politika içerisinde olduğunu, terörizmden uzak durduğunu ve bu ülkenin her zaman barışı desteklediğini iddia etti. Ashton sözlerinin devamında ise "IŞİD termr örgütü, tüm komşu ve bölge ülkeleri için çok ciddi bir tehlikedir. Avrupa Birliği bu konu ile ilgili yeni kararlar almış ve Suriye yönetimine yeni yaptırımlar uygulayacaktı

İslam İnkılabı Rehberi İmam Seyyid Ali Hamanei, İslami birlik kavramının, tüm müslümanları kendi düşünceleri ve inançlarından vazgeçmeleri anlamına gelmediğini, ve İslami toplumun birbirine düşman olmaması ve dünya sorunları karşısında birbirlerine destek vermeleri anlamına geldiğini söyledi.


MHA'nın haberine göre geçtiğimiz Hac merasimi yetkililileri ile görüşen İmam Ali Hamanei, İslam düşmanlarının uyguladıkları reklamlar ve yarattıkları şüpheler ile mücadele edilmesi gerektiğini söyleyerek, "İran İslam Cumhuriyeti ve diğer İslam dünyası arasında duvar örmek, İslami Birlik düşmanlarının planlarından biridir. Hac merasimini, düşmanların yanlış reklamları sonucunda gelişen yanlış düşünceler ve önyargı  duvarını yıkmak için gelişen eşsiz bir fırsat olarak tanımalıyız" dedi.

 İmam Hamanei sözlerinin devamında ise İslami birliğin, günümüzün en fazla önem taşıyan konulardan biri olduğuna dikkat çekerek, "Müslümanlar arasındaki birlik ve kardeşlik, dinimizin temel öğretilerindendir ve İran İslam Cumhuriyeti de bu konuda çok ciddidir. İran İslam Cumhuriyeti'nin her zaman desteklediği İslami birlik konusu, farklı görüşler ve düşüncelerin kendi inançlarından vazgeçmelerin anlamına gelmiyor. İslami birlik, müslüman toplumun birbirine düşman olmaması ve dünyanın önemli konularında birbirlerine destek olmaları anlamını taşıyor" dedi.

İran İslami Devrimi lideri,  İmam Hümeyni'nin İslami birlik konusunu, ülkenin resmi politikası olarak belirlemeleri ve İslam düşmanlarının, İran ve diğer İslam ülkeler arasında duvar örmeye çalışmaları hakkında ise  İmam Hamanei, "Herkes, bu sahte duvarı ortadan kaldırmak ile görevlidir ve islami toplumun mahşeri olan Hac merasimi de, bu görevin gerçekleşmesi için en iyi fırsattır"dedi ve İslam ve Şiilik hakkında yapılan karalama çalışmaları hakkında sözlerine "Bu çalışmalara yanıt olarak, sadece kitap yazmak yeterli değildir ve yaratıcı çözümler ile, bu karalama çalışmaları ile nasıl mücadele edebileceğimizi araştırmalıyız" diye ekledi

Hizbullah Genel Sekreteri Seyyid Hasan Nasrallah, İslam’ın imajını bozan tekfirci akımın, İslam dinine yönelik en büyük tehlike olduğunu söyledi.

 

El Menar televizyonunun haberine göre Hizbullah Genel Sekreteri Seyyid Hasan Nasrallah, Muharrem ayının 3. Günü münasebetiyle yaptığı konuşmada İslam dünyasında yönelik tehditlere değindi.

Tekfirci akımın bazı Arap ve İslam ülkelerinde büyük bölgeleri kontrol altına almasından dolayı onlara karşı açıkça cephe almak zorunda kaldıklarını belirten Nasrallah, “teröristler, işledikleri cinayetleri kendi fikri liderlerine veya onları destekleyenlere değil, bizatihi Allah’ın kitabına mal ediyorlar, bu ise büyük bir tehlikedir” dedi.

Tekfircilerin kafa keserek işledikleri cinayetleri Kur’an’a ve uydurma hadislere dayandırdığına dikkat çeken Nasrallah, “İslam’dan çıkarıldığı iddia edilen bu yanlış düşünce bugün tarih boyunca İslam’ın imajının bozulmasına yönelik en büyük tehlike haline gelmiştir” dedi.

Nasrallah, tekfirci düşüncenin bölgemizde 200 yıl önce kökünün kazındığını; ancak son yıllarda devletlerin desteği ve milyarlarca doların akıtılması ile bu düşüncenin bölgede yeniden yaygınlık kazandığını söyledi.

Tekfirci düşüncenin yayılmasından Suudi Arabistan rejiminin sorumlu olduğuna dikkat çeken Nasrallah, uluslar arası ittifakın da tekfirci düşünceyi dizginleyebilecek güçte olmadığını söyledi

İslam İnkılâbı Rehberi Ayetullah Seyyid Ali Hamanei, büyük Hac kongresi münasebetiyle bir mesaj yayınlayarak hacıları İslam dünyasının meseleleriyle ilgilenmeye çağırdı ve İslam dünyasının öncelikli üç meselesinin Müslümanların birlik ve dayanışması, Filistin sorunu ve asil Muhammedi İslam ile Amerikancı İslam arasındaki farkın algılanması olduğuna dikkat çekti. Bu mesajın metni şöyle:

 

‘Bismillahirrahmanirrahim

و الحمدللَّه ربّ العالمين و صلّى اللَّه على محمّد و آله الطّاهرين‏

Âlemlerin Rabbi olan Allah'a şükürler olsun ve Allah'ın selam ve salâvatı Muhammed ve pak hanedanı üzerine olsun.

Kur'ani çağrıya lebbeyk diyen ve Allah'ın evindeki ziyafete koşan siz saadetli insanları saygı ve coşkuyla selamlıyorum. Söylenmesi gereken ilk söz şudur ki, bu büyük nimetin kadrini biliniz, bu eşsiz farizanın ferdi, içtimai, ruhi ve uluslararası boyutları üzerinde düşünerek bu farizanın hedeflerine yakınlaşmak için çaba harcayınız ve Rahim ve Kadir olan ev sahibinizden bunun için yardım dileyiniz. Sizlerle gönül ve dil birliği içerisinde Gafur ve Mennan olan Allah'tan nimetini sizler için tamamlamasını ve Hac ziyareti tevfikini kazandırdığı gibi, Hac ibadetinizi eksiksiz olarak yerine getirme başarısını da nasib etmesini ve inşallah, ibadetinizi kerem içerisinde kabul ederek, sizleri elleriniz dolu ve tam bir afiyet içerisinde öz diyarınıza döndürmesini niyaz ediyorum.

Böylesine içerikli ve eşsiz menasikin sunduğu önemli fırsatta, Hac ziyaretinin en üstün ve en köklü kazanımı olan manevi ve ruhi temizlik ve onarımın yanı sıra İslam dünyasının sorunlarının gözetilmesi ve İslam ümmetinin en önemli ve en öncelikli konularına etkin ve kapsamlı bir bakış, hacıların ifa etmesi gereken görev ve adabın başında yer alır.

Bugün en önemli ve öncelikli konuların başında Müslümanların birlik ve dayanışması ile İslam ümmetinin çeşitli bölümleri arasında mesafe oluşturan düğümlerin çözümü yer almaktadır. Hac, vahdet ve bütünlük ile kardeşlik ve yardımlaşma odağıdır. Hac sırasında herkes müşterekler üzerinde odaklanmayı ve ihtilafları gidermeyi öğrenmelidir. Sömürü siyasetlerinin kirli elleri öteden beri uğursuz amaçlarına ulaşmak için tefrika salma eylemlerini gündemlerinde tutmuştur. Ancak bugün, İslami uyanışın bereketi sayesinde Müslüman milletler emperyalizm ve siyonizm cephesinin düşmanlığını doğru biçimde algılayıp onun karşısında dikilirken, Müslümanlar arasında tefrika çıkartma politikası da daha bir şiddet kazanmıştır. Hilekâr düşman, Müslümanlar arasında kardeş savaşını tutuşturmak ve Müslümanların direniş ve cihad gayelerini saptırmak suretiyle hakiki düşmanlar olan siyonist rejim ve emperyalist uşaklarının güvenliğini sağlamak peşindedir. Batı Asya bölgesinde yer alan ülkelerde tekfirci ve benzeri terör örgütleri kurmak, işbu gaddar politikadan kaynaklanmaktadır. Bu, hepimize Müslümanların birlik ve dayanışması meselesini bugün ulusal ve uluslararası görevlerimizin başında saymamız gerektiğini vurgulayan bir uyarıdır.

Önemli meselelerin bir diğeri de Filistin meselesidir. Bugün gasıp siyonist rejimin kuruluşu üzerinden 65 yıl geçmiş ve bu önemli ve hassas meselede çeşitli inişli ve çıkışlı aşamalardan geçilmiş ve özellikle de son yıllarda gözlemlenen kanlı olayların ardından iki hakikat herkes için aydınlık kazanmıştır.
İlk olarak şunu belirtmek gerekir ki, siyonist rejim ve bu rejimin cinayetkar destekçileri şiddet, vahşet ve tüm insani ve ahlaki ilkeleri çiğnemekte hiç bir sınır tanımamaktadırlar. Cinayet, soykırımı, yıkım, kadınlar, çocuklar ve savunmasız insanların katliamı ile ellerinden gelen her türlü düşmanlık ve zulmü mubah görmekte ve bunlarla iftihar edebilmekteler. Gazze'de son elli günlük savaştaki göz yaşartıcı sahneler, son yarım asırda defalarca tekrarlanan tarihi suçların son örneğidir.
İkinci hakikat şudur ki, bütün bu zulümler ve facialar, gasıp rejimin şefleri ve destekçilerini hedeflerine ulaştıramamıştır. Bu rejim, çirkin politikacılarının siyonist rejim için kafalarında kurguladıkları güç ve aptalca arzuladıkları iktidarın yükselişi yerine her geçen gün çöküş ve yok oluşa daha bir yakınlaşmaktadır.

Muhasara altındaki korunmasız Gazze'nin, siyonist rejimin devreye soktuğu olanca gücü karşısında tam elli gün boyunca direnişi ve sonunda bu rejimin başarısızlığı ve geri çekilişi ile direnişin şartları karşısında teslim oluşu, bu zaaf ve yetersizliğin açıkça sergilenişidir. Bu, şu anlama gelmektedir ki, Filistin milleti her zamankinden daha çok ümitli olmalı, İslami Cihad ve HAMAS mücahidleri çaba, azim ve gayretlerini arttırmalı, Batı Şeria daima gösterdiği onurlu yolunu daha güçlü ve daha sağlam bir biçimde izlemeli, Müslüman milletler Filistin'in gerçekten ciddi bir biçimde desteklenmesini istemeli ve Müslüman devletler de bu yolda samimi bir biçimde adım atmalıdırlar.

Üçüncü önemli ve öncelikli konu ise, İslam dünyasındaki aktif dava adamlarının asil Muhammedi İslam ile Amerikancı İslam arasındaki farkı dikkatle gözetmeleri, bu ikisinin birbirine karıştırılmaması ve bu bağlamda yanılgıya düşülmesinden kendileri ve başkalarını sakındırmalarıdır. İlk kez rahmetli büyük İmam'ımız bu iki olgunun ayrıştırılması için çaba harcadı ve bu konuyu İslam dünyasının siyasal literatürüne kazandırdı. Asil İslam, sefa ve maneviyat İslam'ı, takvalı ve halka dayalı bir İslam'dır ve «اَشِدّاءُ عَلَى الكُفّار رُحَماءُ بَينَهُم»‘kâfirlere karşı çetin, kendi aralarında merhametli'[1]olma İslam'ıdır. Amerikancı İslam ise ecnebilere uşaklık ve İslam ümmetiyle düşmanlık üzerine bir kılıf geçirilmesinden ibarettir. Müslümanlar arasında tefrika ateşini körükleyen, ilahi vaade güven yerine Allah'ın düşmanlarına güvenen, siyonizm ve emperyalizm yerine Müslüman kardeşiyle savaşan ve öz milleti ya da başka milletlere karşı emperyalist Amerika'yla birlikte hareket eden İslam, gerçek İslam olamaz. Bu, her sadık müslümanın mücadele etmesi gereken tehlikeli ve yıkıcı bir nifaktır. Basiret ve derinlik içeren bir bakış, İslam dünyasının gerçeklerini vurgulayan hakikatler ve önemli sorunları Hak yanlısı olan herkese aydınlatır ve günün görev ve mükellefiyetlerini hiç bir müphem noktaya yer bırakmaksızın belirler. Hac ve bu eylemin menasik ve ilkeleri, bu basireti kazanmak için kaçırılmaması gereken önemli bir fırsattır. Bu yüzden, siz saadetli hacıların bu ilahi nimetten eksiksiz olarak yararlanmanızı ummaktayım.

Çabalarınızın Allahu Taala katında kabul görmesini niyaz ediyor ve hepinizi yüce Allah'a ısmarlıyorum.

Allah'ın selam ve rahmeti üzerinize olsun.

Seyyid Ali Hamanei

30 Eylül 2014

5 Zilhicce 1435

8 Mehr 1393



[1] - Feth suresi / 29.ayetin bir bölümü