
کارگر
İran petrol üretiminde artış
İran petrol bakanı tüm yaptırımlar ve engellemelere rağmen İran petrol ve gazının üretimi ve ihracatının arttığını belirtti.
İran petrol bakanı Bijan Namdar Zengene İranın ikinci televizyon kanalına verdiği mülakatta, İran petrol üretiminin gelecek üç yılda günlük 4 milyon 700 bin varile yükseleceğini ve üretim artışından 700 bin varilinin ortak sahalardan elde edileceğini dile getirdi.
İran petrol bakanı sözü edilen üretim oranının İran İslam cumhuriyeti için büyük bir ilerleme sayıldığını üretimden sağlanan gelirin büyük bir bölümünün yeni yatırım sahaları için sağlanacak alanlara tahsis edileceğini belirtti.
İran petrol bakanı Fars körfezi rafinerisinde günlük benzin üretim oranının 36 milyon litre olduğunu belirterek bu rafinerinin hizmete girmesiyle İranın gelecek 12 ila 13 yıl için benzin üretimi açısından ve iç ihtiyaçların karşılanması dahilinde kendine yeter hale geleceğini söyledi.
Büyük güçlerden korkmayarak İmam çizgisini devam ettirmeliyiz
İmam Hümeyni(r.a)’in ilkeleri ile biat yenilemek için İslam devirmi kurucusunun pak türbesinde konuşan İran Cumhurbaşkanı, büyük güçlerden korkmayarak İman çizgisinin devam ettirmesinin zaruretini anlattı.
Mehr haber ajansı muhabirinin bildirdiğine göre, devlet haftasının ilk gününde İran İslam Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani beraberindeki kabinesi ile rahmetli İmam Humeyni’nin pak türbesinde bulunarak İmam ilkeleri ile biat yeniledi.
Cumhurbaşkanı Ruhani düzenlenen törende yaptığı konuşmasında, "İmam Humeyni kendimize inanma, yasaları uyma ve ahlakı bize öğretti. İmam’ın siresi, yolu, hareketi ve devlet anlayışı hepimiz için ders idi”diye konuştu.
Ruhani, konuşmasının bir bölümünde ekonomi icraatlarına işaret ederek, başında bulunduğu hükümetin öncelikli icraatı ekonomi meseleler olduğunu söyledi.
İran’ın Mart ayına kadar yüzde 20’den daha düşük enflasyonu tecrübe edeceğini ifade eden Ruhani, dış politikada şuandaki çizgiyi devam edeceklerini belirtti.
Cumhurbaşkanı Ruhani, mantık ve kendi ilkeleri çerçevesinde dünya ile müzakere edeceklerinin altını çizerek İran ve dünya menfaatine olarak şekilde bu konuda başarılı kazanılmasını ümit etti.
Konuşmasının bir bölümünde rahmetli İmam Humeyni’nin emperyalist ile mücadelede İslami devlete gerekli gücü aktardığını dile getiren İran Cumhurbaşkanı, İmam Humeyni’yi bağımsızlık ve özgürlük yolunu öğretmeni olarak tanımladı ekledi.
Rahmetli İmam’ın öğretilerinden mazlumlara destek ve dünya emperyalisti karşısında durmak olduğunu hatırlatan Ruhani, büyük güçlerden korkmayarak İman çizgisinin devam ettirmesinin zaruretini anlattı.
Not : Her sene 24 ile 30 agustus( eskı cumhurbaşkanı v babakanı * racaii ve bahunar * şehıt düştüğü gün dolayısıle) İRANda devlet haftası adlandırılmıştır.
Taliban’dan IŞİD’e Biat
Taliban’ın üst düzey liderlerinden Mevlevi Abdurrahim Muslimdust’un, IŞİD Lideri Ebubekir Bağdadi’ye biat ettiği bildirildi.
Taliban’ın üst düzey liderlerinden Mevlevi Abdurrahim Muslimdust’un, IŞİD Lideri Ebubekir Bağdadi’ye biat ettiği bildirildi.
Afganistan’dan yayın yapan “Rohi” sitesine dayandırdığı haberine göre Muslimdust, Afganistan’da IŞİD’le işbirliği yapma sözü verdi.
Halen Veziristan’da yaşayan ve hem Afganistan’daki hem de Pakistan’daki Taliban üzerinde ciddi bir nüfuzu olduğu belirtilen Mevlevi Abdurrahim Muslimdust, IŞİD Lideri Ebu Bekir Bağdadi’ye biat etme gerekçesini şöyle açıkladı.
“Ben Guantanamo’da zindandayken rüyamda kapıları kapalı bir saray gördüm. Sarayın duvarında 12′ye 12 kalayı gösteren bir saat bulunuyordu. Bana buranın hilafet merkezi olduğu söylendi. Bana göre bu rüyanın tabiri, 12 yıl sonra dünyada hilafetin kurulacak olmasıydı.
Ben, tüm dostlarım, kardeşlerim ve Afganistan halkı ile Ebu Bekir Bağdadi’ye biatımı ve bağlılığımı ilan ediyorum.”
Abdurrahman Muslimdust, 2001 yılının kasım ayında kardeşi Bedruzzaman ile birlikte Guantanamo’ya götürülmüş; ancak 2005 nisanında serbest bırakılmıştı.
Muslimdust’un serbest bırakıldıktan sonra yazdığı “Guantanamo’nun kırılan zincirleri” adlı kitabının Taliban militanları arasında büyük ilgi gördüğü bildiriliyor.
Bir süre önce Pakistan güvenlik güçleri tarafından yakalanan Muslimdust’un Taliban’ın rehin tuttuğu bir Pakistan askerine karşılık serbest bırakıldığı bildirildi.
Peştunca, Farsça ve Arapça bilen Muslimdust’un Pakistan’ın Megri bölgesinde Taliban adına baş kadılık görevinde bulunduğu belirtiliyor.
Taliban’a yakın kaynaklar, bu açıklamadan sonra Pakistan Talibanı’nın ‘Cemaat-ı Ahrar’ adı altında faaliyet gösteren grubunun Ebu Bekir Bağdadi’ye biat etmesinin güçlü bir ihtimal olduğunu belirtiyor.
ajanslar
Amano İranda UAEK ile işbirliğini ve nükleer meselesinin çözümünü müzakere ettı
UAEK Başkanı, Başkanı olduğu kurumun İran ile tüm sorunların çözümlenmesi ve işbirliği yapması konusundaki taahhütlerine bağlı olduğunu belirtti.
UAEK Başkanı’nın Tahran’daki basın toplantısında yaptığı açıklamada, İran’ın Kurum ile işbirliğinin ve tutumunun memnuniyetle karşılandığını, Kurum da İran ile tüm sorunların çözümlenmesi ve işbirliği yapması konusundaki taahhütlerine bağlı olduğunu belirtti.
Daha önce de İran’ı ziyaret ettiğine işaret eden Amano, “İran Cumhurbaşkanı, Dışişleri Bakanı ve Cumhurbaşkanı Yardımcısı ile görüşmekten çok mutluyum. İran’ın, işbirliği çerçevesine uyması ve tüm sorunların UAEK ile işbirliği ve müzakereler yoluyla çözümlemesi konusunda taahhütlerini gerçekleştirmesinden mutluyum.” dedi.
Amano, İran tarafına iş birliğin ilerlemesi için bazı önerilerde bulunduğunu ve bu önerilerin de yakın gelecekte hayata geçmesini umduğunu belirtti.
Amano’nun Cumhurbaşkanı Ruhani ile görüşmesi
Cumhurbaşkanı Ruhani, İran yönetimi 5+1 grubu ve UAEK ile müzakerelerde ciddi olduğunu ve başta barışçıl amaçlı uranyum zenginleştirme olmak üzere yasal haklarından başka bir şey istemediklerini belirtti.
Önceki gün UAEK Başkanı Yukio Amano'yu kabul eden Ruhani, İran İslam Cumhuriyeti her zaman uluslararası ilkelerin çerçevesinde ajansla teknik ve hukuki açıdan şeffaf işbirliği peşinde olduğunu belirterek, ajansın da İran'ın nükleer meselesinin çözümünde daha etkili rol ifa etmesi gerektiğini belirtti.
Tahran yönetimi şeffaf olma bağlamında gerekli kolaylıkları sağladığını belirten Ruhani, İran ancak uluslararası yasalar çerçevesinde yasal gözetimi kabul ettiğini, bunun dışında her türlü gözetimin bidat olacağını ve bu da gelişmekte olan ülkelerin zararına olduğunu vurguladı.
İran muğlaklıkları gidermekten asla çekinmediğinin altını çizen Ruhani, İran ve 5+1 arasında nihai anlaşma sağlandıktan sonra İran ihtiyacı düzeyinde uranyum zenginleştirmeyi sürdüreceğini, karşı taraf da yaptırımları kaldırması gerektiğini belirtti. Ruhani ayrıca Amano'dan iki taraf arasındaki müzakerelerde kaydedilen ilerlemeleri içeren düzenli raporlarını yayınlamasını istedi ve İran'ın füze gücü hiç bir şekilde ve hiç bir düzeyde müzakere konusu olamayacağını vurguladı.
Görüşmede Amano da İran'ın nükleer meselesinin önemine işaret ederek İran ve Kurum arasında müzakere süreci son bir yılda tamamen olumlu ve ilerleyen bir süreç olduğunu belirtti.
Amano ayrıca İran'dan nükleer meselesine daha fazla şeffaflık getirdiği için teşekkür ettiğini vurguladı.
Salihi: Amano’nun patlayıcı fünyeler konusunda önemli adımlar atmasını umuyoruz
İran İslam Cumhuriyeti Atom Enerji Kurumu Başkanı, UAEK Başkanı'nın patlayıcı fünyeler konusunun nihaileşmesi için önemli adımlar atmasını umduğunu belirtti.
Amano ile görüştükten sonra basın mensuplarına açıklamalarda bulunan Ali Ekber Salihi “Biz iki farklı bölümde UAEK’nın öngördüğü taleplerini yerine getirdik ve bu konular da Kurumun raporunda yansıtıldı. Üçüncü bölümde ajansın İran’dan beş talebi daha var. Bu talepler ortak eylem planı ve 5+1anlaşması çerçevesindedir. Biz de bunlara yanıt vermeliyiz. Amano ile görüşmelerimizde sorulan tüm soruları yanıtladığımızı vurguladık. Görüşmelerimizde üzerinde durulan bir konu da detaylı konuların tartışmasıdır.” dedi.
UAEK Başkanı’nın ikinci kez Tahran’ı ziyaret ettiğine işaret eden Salihi “Amano’nun ilk ziyareti, bir anlaşmanın sağlanmasına yol açtı. Bu anlaşmaya göre de biz iki farklı bölümde 13’ten fazla soruyu ve UAEK talebine yanıt verdik. Bu talepler de ajansın raporunda olumlu olarak yansıtıldı.” dedi.
Nasrallah: IŞİD tehlikesi herkesi tehdit ediyor
Hizbullah Genel Sekreteri Seyyid Hasan Nasrallah, 2006’daki Temmuz Savaşı zaferinin yıldönümü münasebetiyle bir konuşma yaptı.
Hizbullah Genel Sekreteri el-Menar ve el-Meyadin televizyonları tarafından canlı olarak yayımlanan dün geceki konuşmasında bölgede yaşanan son gelişmelere de değindi.
Nasrallah, 2006 ve 2008’de Lübnan ve Filistin direnişlerini yok etmeye yönelik hedefin direnişin zaferi sonucu başarısız olduğunu belirtti, ABD’den yeni Muhafazakarların seçim yenilgisine ve Obama yönetiminin Irak’tan çekilme kararı almasına rağmen Washington’un bölge hedeflerinden vazgeçmediğini söyledi.
Amerika’nın hedefine ulaşmak için birçok farklı yolu gündemine aldığını belirten Nasrallah ABD-İsrail planı var oldukça imkanlar doğrultusunda yeni yolların deneneceğini vurguladı ve şunları söyledi:
“İsrail’in Gazze’ye saldırısı, eski yolun başarısız olmasından sonra aynı hedefe giden yeni yolun bir parçasıdır. Bu hedef, petrol ve gaz kaynaklarına hakim olmak ve İsrail’in bölgedeki sultasını gerçekleştirmektir. Bu yol da Gazze savaşından önce başladı.
Bu yeni yol eskisinden daha tehlikeli ve daha zorludur. Çünkü şimdiki yol rejimleri devirip yerine yeni rejimler kurmak değildir. Ülkelerin, değerlerin, toplumların tahrip edilmesi, yok edilmesidir. Şu an yaşanmakta olanlar bunun bir delilidir. Bunun hedefi de parça parça edilmiş bir ceset üzerine yeni bir harita çizmektir.
Cesetten, insan cesedini değil, ülkelerin halkların cesedini kastediyorum. Yaşanan olaylardan dolayı küle dönen ülkeler ve şaşkına dönmüş akıllar üzerine çizilmeye çalışılan haritadan söz ediyorum. Bu sahneyi gözlemlemek mümkün. Sincar dağlarında kadın ve çocukların bir Amerikan helikopterine binmesini göz önünde bulundurun ve kadınları ve çocukları düşünün.
Hepimizin bölgede facia yaşamasını ve bu faciadan kurtulmak için her şeyi kabul edecek hale gelmemizi istiyorlar. En kötü şey, asli düşmanın bir kurtarıcıya dönüştüğü zamandır.
Bu yeni yolun temel unsurları da direnişe darbe vurmak için İsrail ve şu an IŞİD olarak görünen tekfirci akımdır.
Bu yeni yolla mücadele etme imkanları bulunmaktadır; ama bu çalışma ve çaba gerektirmektedir. Öncelikle tehlikenin hacmini anlayalım ve bu tehdide karşı koymak ve onu yenmek için gerekli olan araçları bulalım.
Kuruntular ve başarısız olmuş eski seçeneklere yönelmemeli tecrübelerimize dayalı başarılı seçeneklere başvurmalıyız bu şekilde bu yeni yolu yenebilmemiz mümkündür. Tehlikenin olmadığını söyleyenler gerçeklikten uzak yaşıyor. 20. Yüzyılın başlarında Filistin’e gelen siyonistlerin sayısı çok fazla değildi. Bunların orada devlet kuracaklarını söyleyenlere kimse inanmıyordu. O dönemde bu tehlikenin gerçekliği öngörülemedi.
Bu aileler gelip yerleşim yerlerini, güvenliği ve siyasi yapıyı taksim etmeye başlayınca bazıları neler olduğunu anlamaya başladı. Elbette bazıları neler olduğunu biliyordu; ama halkın çoğu durumu kavramıyordu.
1948’e geldik, tehlikeyi anlamadılar, 1967’de de bazı Araplar İsrail’in adımlarına karşı bahaneler ürettiler, İsrail’in bu adımları Arapların kader belirleyici nihai savaş hazırlığını önlemeye yönelik bir savaş olduğunu söylediler.
Tehdidi ve hacmini kavrayamadığımız için bu noktaya geldik. Bazıları, uluslar arası topluma ve uluslar arası müdahaleye, bazıları Arap Birliği’ne ve Arap Bütünlüğü stratejisine, bazıları İslam Konferansı Örgütüne umut bağladı. Ama geçen 70 yıla rağmen hala beklemedeyiz. Uluslar arası insan hakları örgütlerine bel bağlayanlar da oldu. Ama doğru olan tek seçenek silahlı mücadeleydi. Çünkü Filistin’i işgal edip Filistin halkını mülteci durumuna düşürenler silahlı gruplardı. Buna karşı doğru reaksiyon, ümmetin ayağa kalkıp işgalcileri buradan sürmesi doğru olan yoldu.”
Direniş tek gerçekçi seçenek
Hizbullah Genel Sekreteri Seyyid Hasan Nasrallah, İsrail rejiminin kurulmasını sağlayan eski acı tecrübelere ve uluslar arası toplumla Arap Birliği’nin kararlarına umut bağlayan yanlış seçeneklere işaret ederek Filistin’in işgalden kurtarılmasının tek gerçekçi seçeneğinin direniş olduğunu söyledi ve şunları ifade etti.
Bu, İsrail dosyasında yaşanan tecrübedir. Bugün eğer Gazze, halk ve direniş grupları buna dayanıyorsa bu, İsrail’e teslim olmak istenmemesinden dolayıdır. Bugün herkes, silahlı direniş seçeneğinin tek doğru seçenek olduğunu bilmektedir.
IŞİD bir devlete dönüştü
IŞİD bugün bir devlete dönüştü ve Irak ve Suriye’de işgal ettiği topraklarla bölgedeki bazı ülkelerden bile güçlü hale geldi. Enerji kaynaklarını ve sınırları ele geçirdi. Şu an çok sayıda silahı var, petrol satıyor, bazıları da uluslar arası toplumun gözünün önünde ondan petrol satın alıyor, bunun satışını kolaylaştırıyor.
Bu grup dışarıdan adam getirilmesinin kolaylaştırılması sayesinde çok sayıda savaşçıya sahip. Bu grup cinayetler işliyor, eski müttefikleri de dahil olmak üzere kendine muhalif gördüğü herkesi öldürüyor. Kameraların önünde kafa kesiyor. Bu, bu grubun psikolojik savaş yöntemidir ve bu grup birinci derecede Sünnilere yönelik cinayetler işliyor.
IŞİD, kendi öngördüğü yaşam tarzını silah zoruyla halka dayatıyor. Bunun İslam’la, Peygamberle ve Kur’an’la hiçbir ilgisi yok.
Sahne son derece açık ve ciddi. Hepsinden daha tehlikelisi de tüm Arap ülkelerinde IŞİD için uygun bir zeminin bulunmasıdır. Bunlar, İslam’la hiçbir ilgisi olmayan tekfirci düşünceyi destekliyorlar.
IŞİD herkes için bir tehlike
Bu, sadece Hizbullah’a yönelik bir tehlike midir, herkese yönelik bir tehlike midir? Bu tehlike sadece Şiileri, Alevileri, Hıristiyanları ve Dürzileri mi tehdit ediyor? Kesinlikle herkesi, birinci derecede de Sünnileri tehdit ediyor.
Bu savaş bir taifeci veya mezhebi savaş değildir. IŞİD’in ve tekfircilerin kendilerine karşı gördüğü herkese yönelik savaşıdır. Bunlar bölgenin tüm tarihini yok etmeye çalışıyor bu yüzden de herkesi için bir tehlikedir.
Öncelikle hepimizi tehdit eden bu tehlikenin hacmini anlayıp onunla mücadele yollarını araştırmamız gerekiyor. Acaba, siyonist tehlike tecrübesinden yararlanabilir miyiz? Acaba uluslar arası topluma mı sığınmalıyız?
Uluslar arası toplum neden müdahale etsin? Hıristiyanlara yönelik cinayetler işlendiğinde neden müdahale etmedi?
Herhangi bir saldırıya uğramaları durumunda Lübnanlı Hıristiyanların ABD ve Batılılar için zerre kadar bir önem taşıdığını düşünenler büyük bir kuruntu içerisindedir. Iraklı Hıristiyanlara yaptıkları çağrının aynısını sizin için de yapacaklar. (Avrupa ülkelerine sığınma)
Hizbullah Suriye’den çekilirse Lübnan’a yönelik tehlike ortadan kalkmış mı olacak?
Lübnan için bir tehlikenin var olduğu ve bunun açık ve yakın bir tehlike olduğu konusunda görüş birliğine varırsak her an her şey bir gecede olabilir. Bu tehlike, Irak ve Suriye’ye yönelik gözüküyor; ama asında tüm bölge ülkelerini tehdit ediyor.
Dolayısıyla ne yapabileceğimizi araştırmamız gerekiyor. Biz artık ulusal diyalog çağrısı yapmıyoruz; çünkü bir sonuca ulaşamıyoruz. Bu yüzden gruplar arası ikili görüşme çağrısı yapıyoruz.
Bazıları bizim Suriye’den çekilmemizi istiyorlar. Peki Hizbullah Suriye’den çekildiğinde Lübnan’a yönelik tehlike ortadan kalkmış mı olacak? Bazı Lübnanlı liderler, Ebu Bekir Bağdadi’nin yanına gidip haritadan 10452 kilometre çekilmesini mi söyleyecek?
Bu tür tartışmaların hiçbir faydası yok şu an büyük ve açık bir tehlikeyle karşı karşıya bulunuyoruz ve ulusal sorumluluğumuz da bize halkımızı savunmamız gerektiğini söylüyor.
Suriye’den çekilirsek mi yoksa orada kalarak mı Lübnan’ı savunmuş oluruz?
ABD çıkarlarına dokununca müdahale etti
IŞİD, Erbil’e ulaşıp ABD ve Batı çıkarlarını tehdit ettiği zaman ABD müdahale etti. ABD açısından Şiilerin, Sünnilerin kafaları kesilerek toplu katliamlara uğratılmasında bir sorun yok. Ama Erbil’in onlar açısından özel bir önemi var. Böyle bir uluslar arası topluma umut bağlayıp dayanabilir miyiz? Ya da Arap Birliği ve Arapların bütünlüğü projesine?
Herkes vazgeçse de biz savaşacağız
Biz, halkımızı ve mukaddesatımızı savunmak için hiçbir fedakarlıktan geri durmayacağız. Bu, bir onur ve varlık savaşıdır. Sorumluluğumuzu asla bırakmayacak ve bu toprakları terk etmeyeceğiz. Herkes vazgeçse de biz zafere ulaşıncaya veya şehit oluncaya kadar savaşacağız.
Biz bölgedeki bu yolu tıpkı Temmuz Savaşı’nda olduğu gibi değiştireceğiz. Sorumlu davranmamız durumunda IŞİD’e galip gelmek mümkün.
Nasrallah: ABD IŞİD'e göz yumdu
Hizbullah Genel Sekreteri Hasan Nasrallah, ABD'nin istifade etmek için IŞİD'e göz yumduğunu açıkladı.
Lübnan'daki Hizbullah Genel Sekreteri Hasan Nasrallah, terör örgütü IŞİD'in Sünnilere yönelik katliam yaptığını ve ABD'nin örgütten istifade etmek için IŞİD'e göz yumduğunu söyledi.
Nasrallah, 2006 İsrail-Lübnan Savaşı yıl dönümü nedeniyle bir televizyon kanalında yaptığı konuşmada, "IŞİD, Suriye ve Irak'ın geniş bir bölümünü kontrol altında tutuyor. Petrol, nehirler ve barajları kontrol ediyor. Ellerinde büyük miktarda silah ve mühimmat var. Bu örgütün yöntemi, katliam yapmak, insanları öldürmektir" dedi.
İran ve Suriye'yi IŞİD'in arkasında olmakla suçlayanları eleştiren Nasrallah, IŞİD'in Sünnilere yönelik katliamın yanı sıra Kürtler, Yezidiler ve Hristiyanlara karşı da savaştığını belirterek, "IŞİD, başta Suriye ve Irak olmak üzere Suudi Arabistan'dan Ürdün'e diğer ülkeler için de tehdit oluşturuyor. ABD, IŞİD'den istifade etmek için ona göz yumdu" diye konuştu.
Lübnan, Filistin, Suriye ve Körfez ülkelerinden, mezhep odaklı örgütlerden ve şahsi düşmanlıklardan vazgeçmelerini isteyen Nasrallah, yalnızca Şiileri değil, Sünni, Hristiyan, Yezidi, Dürzi, Alevi ve İbadileri de hedef alan bu tehlikenin karşısında durma çağrısı yaptı.
Hizbullah Genel Sekreteri Nasrallah, mezhep odaklı örgütlerin ve şahsi düşmanlıkların yol açtığı tehlike karşısında ortaya konulacak seçenekleri değerlendirme ve tartışma çağrısında bulundu.
Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nin (BMGK) 2006 Lübnan-İsrail savaşını sona erdirmek amacıyla aldığı 1701 sayılı kararını değerlendiren Nasrallah, "Lübnan'ı İsrail'in saldırılarından koruyan bu karar değildir. Lübnan'ı koruyan, direniş, ordu ve halkdır. Uluslararası şemsiye, toplum ya da 1701 sayılı karar değildir" ifadelerini kullandı.
Lübnan toprakları ve İsrail'in kuzeyinde, Hizbullah'ın askeri kanadı ile İsrail Silahlı Kuvvetleri arasında Temmuz 2006'da şiddetli çatışmalar yaşanmış, BMGK, savaşın sona ermesini öngören 1701 sayılı bir karar almış, 14 Ağustos 2006'da ateşkes sağlanmıştı.
Şemhani: İran, Irak’ta kalıcı güvenliğin sağlanmasını destekliyor
İran İslam Cumhuriyeti Yüksek Güvenlik Konseyi Sekreteri Ali Şemhani, İran devleti ve milletinin, Irak’ta kalıcı güvenliği, terörle mücadeleyi ve gelişmesini desteklediğini belirtti.
Irak’ta siyasi gruplar ve partiler arasındaki koordinasyon sürecinden duyduğu memnuniyeti dile getiren Şemhani “Hiç şüphesiz Irak’ta geçmişte olduğu gibi siyasi, dinî, insanî ve ekonomik kapasiteleri yöneten akıllı liderler, işlevsel bir hükûmeti hızla kurmanın yanı sıra yabancıların komplosundan kaynaklı güvenlik tehditlerini de defederek, tek parçalı Irak’a refah, güvenlik ve istikrarı geri getirecek.” dedi.
Şemhani “Irak’ın mücahit liderleri, ülkenin en önemli siyasi tarihinde Müslüman kardeşler arasında uçurum ve ikilik yaratmak için medya ve propaganda gücünü kullanan yabancı düşmanların çabalarını boşa çıkartarak bazı görüş ayrılıklarına rağmen en önemli önceliklerinin Irak güvenliği ve ulusal menfaatleri olduğunu da gösterdiler.”dedi.
İranlı bayan bilim adamı dünya matematik ödülünü kazandı
İranlı matematikçi ve Amerika'nın Stanford üniversitesi öğretim üyesi bayan Meryem Mirzahani dünyada en muteber matematik ödülünü kazandı.
Matematik Nobeli olarak bilinen Fields Medal, 4 yılda bir Uluslar arası Matematik kongresinde 40 yaş altı 2 ila 4 matematik bilim adamına verilmektedir.
İranlı bilim adamı Meryem Mirzahani Fields madalyasını alan ilk kadın ve ilk İranlıdır.
Meryem Mirzahani halen 37 yaşında olup Tahran Şerif Teknik Üniversitesi ve Harvard üniversitesinde okumuştur.
Dünya matematik olimpiyatında iki dönem madalya kazanan Meryem Mirzahani Amerikanın Stanford ve Prinston üniversitelerinde öğretim üyeliği yapmaktadır.
Filistin’den İran’a teşekkür
Filistin İslamî direniş hareketi Hamas’ın üst düzey üyelerinden İsmail Rıdvan, Filistin direnişine desteklerinden ötürü İran İslam cumhuriyetine teşekkür etti.
El Meyadin TV kanalına verdiği demeçte Filistin direnişine destek veren İran, Lübnan ve dünyanın tüm hür milletlerine şükranlarını sunan Rıdvan, direnişin çok iyi durumda olduğunu ve başta Filistinli esirlerin kurtarılması olmak üzere tüm taleplerini hayata geçirebilecek güçte olduklarını vurguladı.
Kahire müzakerelerine de temas eden Rıdvan, Siyonist rejim İsrail’in cevapları Filistin milletinin en ufak taleplerini karşılayamadığını ve bu yüzden Kahire müzakerelerinden her hangi bir somut ilerleme kaydedilmediğini ifade etti.
Siyonist rejim pratikte elde edemediği sonuçlara, müzakerelerde ulaşmaya çalıştığını kaydeden Rıdvan, Tel Aviv’in Filistinli direniş gruplarının onayını alarak Gazze kuşatmasını bölgeye dayatmaya çalıştığını, oysa bunun imkansız olduğunu belirtti.
Rıdvan, direniş için tüm seçeneklerin gündemde ve meşru olduğunu, direnişin askeri ve siyasi kanadı arasında tam uyum ve dayanışmanınhakim olduğunu kaydetti.
Nasrallah’ın Gazze röportajı
Lübnan’da yayın yapan el-Ahbar Gazetesi Hizbullah Genel Sekreteri Hasan Nasrallah’la 6 saatlik bir röportaj gerçekleştirdi. Bu haberimizde röportajın son Gazze Savaşı’yla ilgili kısmını yayımlıyoruz.
röportajda Suriye’den Gazze Savaşı’na, 2006 Hizbullah-İsrail Savaşı’ndan Lübnan’ın iç konularına ve Nasrallah’ın kişisel alışkanlıklarına/tercihlerine kadar birçok konu gündeme geldi.
Özellikle tutumu ve medya performansı açısından Hizbullah’ın savaşın ilk günlerinde ihtiyatlı davrandığı gerçeğinden yola çıkacak olursak; son Gazze Savaşı sizin açınızdan ne ölçüde sürpriz oldu? Direnişin tuzağa düşürüldüğüne dair bir korkunuz mu vardı?
Bu gelişmeler bekleniyor muydu? Hayır! Ancak sürpriz de olmadı. Eğer bağlama yabancıysanız ancak o zaman bu gelişmeler sürpriz olur. Şüphesiz üç yerleşimcinin kaçırılmasından sonra -Direniş değil- İsrail, olayları bu noktaya getirdi. İsraillilerin tutum ve davranışları kaçırılan insanlarını ararmış gibi değildi. Üç yerleşimciyi arama bahanesiyle, Batı Şeria’dan Hamas’ı, İslamî Cihad’ı, Halk Cephesi’ni ve Direniş’le ilgisi olan herkesi söküp atmak için ellerinden gelen her şeyi yaptılar. Olaylar tırmanışa geçti; bana göre artık durum kontrol edilemeyecek bir pozisyona gelmişti ve hem İsrail hem de Direniş bir savaş planlamaksızın harekete geçti. Maalesef bazıları Direniş’i siyasi rolünü yeniden canlandırmak ve Türkiye-Katar-İhvan eksenini yeniden diriltmek için bu savaşa girmekle suçladı. Ben böyle düşünmüyorum.
Bölgedeki gelişmeleri ve dönüşümleri yakından gözlemleyen İsrail, savaşa girme konusunda pek hevesli değildi. Ancak olaylar gelişmeye başlayınca ‘fırsat’ ve ‘tehdit’ kendisini ortaya sundu. İsrailliler, ‘fırsat’tan yararlanmak istedi; Direniş ise ‘tehdit’e göğüs gererek bunu fırsata dönüştürmeye çalıştı. Kısaca biz, meseleyi böyle yorumluyoruz.
İsrail tarafı ‘Her halükarda savaşa gittiğimiz için, bu fırsattan yararlanabiliriz’ diye düşündü. Özellikle de Gazze işgal altında, Arap dünyası parçalanmış vaziyette, bölgesel ve uluslar arası siyasetin odağı başka yerde ve Arap halkların endişeleri başka tarafta iken bu durumu fırsata çevirebileceklerini düşündüler.
Savaşın ilk günlerinde İsrail bildiği tüm hedefleri vurdu. Ancak Gazze’den füzeler atılmaya devam etti. İsrail’in kendisini niye büyük bir sorunla karşı karşıya hissettiğinin cevabı burada saklıdır. Direniş açısından ise; kendisine dayatılan bu savaşı fırsata çevirerek ablukayı kaldırma noktasında kararlı bir duruş ortaya kondu. Şurası aşikâr ki Direniş, moral yükseltmek için sembolik bir zafer veya vaziyeti kurtaran bir çıkış yolu arayışı içerisinde değil; bilakis bedel ödeme pahasına ablukanın kaldırıldığı gerçek bir zaferin peşindedir.
Bu husus, Direniş’in direnç noktasıdır. Birincisi; çünkü bu Gazze’deki tüm Direniş gruplarının ortak isteğidir. İkincisi; çünkü ablukanın kaldırılması hususunda gerçek bir halk iradesi vardır. Belki bazı insanlar Gazze Şeridi’ni yönetmesi ve iktidarı konusunda Hamas’tan farklı düşünüyor olabilirler. Veya yine bazı gruplar bölgesel konular bağlamında Hamas’la aynı fikre sahip olmayabilirler. Ancak her şeye rağmen ablukanın kaldırılması sorunu, tüm Gazze halkının talebi doğrultusunda şekillenen ortak bir konudur.
Bizim bu savaşı anlama biçimimiz bu yönde. Savaşın başlarında ateşkes ve anlaşma teklif edildiğinde, neden Direniş gruplarının konsensüsle abluka kaldırılmaksızın bu teklifi kabul etmeyeceklerini belirttiklerinin cevabı burada saklıdır. Savaşın başından beri, Direnişin hedefi buydu. Bana göre, İsrail çıkmaza düşmüş vaziyette ve 2006 Temmuz Savaşı’ndaki hatalardan ders çıkarmaya çalışıyorlar. Gazze Savaşı’nın başından beri 2006 Temmuz Savaşı İsrail medyasının gündeminde.
Düşmanın hedeflerinin ılımlı/makul olduğuna katılıyor musunuz?
Bu, 2006 Temmuz Savaşı’ndan çıkarılan derslerden biri. İsrailliler Temmuz Savaşı’ndaki hatalardan ders çıkarmaya çalıştılar; fakat aksine İsrail şu an çıkmaza düşmüş vaziyette. Bu sebeple hedeflerini açıkça belirtemiyorlar. Savaşı başından beri izliyorum; herhangi somut bir hedefle karşılaşmadım. Bu konuda tek bir resmi açıklama yok. Biri Hamas’ı devirmekten bahsediyor; bir diğeri ‘direnişi silahsızlandırmak’tan bahsediyor. Başkası ise füze atışını, kaçakçılığını veya üretimini engellemekten veya tünelleri yıkmaktan bahsediyor.
Hatta öyle ki Direniş’in elinde olan iki askerlerinin akıbetiyle bu kadar çok ilgilenmiyorlar; çünkü biliyorlar ki onları müzakereler olmaksızın ve bir bedel ödemeksizin geri alamayacaklar. Bu esir askerleri siyasi ve askeri baskıyla geri alamazlar. İsrailliler zor durumda. Belki onlar Direniş’in mücadele iradesini ortaya koyamayacağını ve halkın bu seviyede adanışla Direniş’in yanında yer alamayacağını düşünmüş olabilirler. Eminim ki düşman, tıpkı 1996’daki Gazap Üzümleri operasyonunda Şimon Peres’in dile getirdiği gibi füze stoklarının tükeneceğini düşünmüştür. Eğer bu senaryo tutsaydı Filistinlilere herhangi bir taviz vermeden, füzeleri engellediklerini ilan edeceklerdi. Fakat hesapları tutmadı.
Filistinlilerden savaşa doğrudan müdahalede bulunmanız noktasında bir talep geldi mi?
Sevgili kardeşim Musa Ebu Merzuk bu konu hakkında konuştu. Ancak diğer gruplardan hiç kimse böyle bir talepte bulunmadı; meseleyi anladıklarını düşünüyorum.
Ebu Merzuk’un bu talebi Hamas’ın resmi ve gerçek duruşunu mu temsil ediyordu?
Eğer bu talep ciddi olsaydı, medya önünde değil kapalı kapılar ardında konuşulurdu. Bizimle Hamas arasındaki iletişim kanalları asla hasar görmedi; hatta ilişkilerimizin gerilediğinin söylendiği dönemde dahi böyle bir şey olmadı. Daima iletişim kanalları açık ve iletişim devam ediyor. Ebu Merzuk ya da Hamas liderlerinden bir başka kardeşimiz, bu konuyu tartışmaya açmamızı bizden talep edebilir. Fakat bana göre; bunu medya önünde dile getirmek, bazı soru işaretlerini gündeme getirir. Dolayısıyla bu tarz bir yöntemi uygun bulmuyorum. Bunun üzerinde çok durmak istemiyorum; önemli olan iyi niyet ve anlayıştır. Belki o, durumun çok zor olduğunu düşündü ve bu düşüncesini dile getirdi. Fakat bu kadar önemli ve ciddi bir konu medya üzerinden tartışılmamalı. Medya üzerinden dillendirilen bu talebin neden takipçisi olmadığımızın cevabı burada saklıdır. –Bizim doğrudan müdahalede bulunmamızda fayda olsun ya da olmasın- bu mesele aramızda tartışılmalıdır.
Bu konu hakkında Hamas’la konuştunuz mu?
Hayır…
Bu konuyu görüşmediniz mi?
Hamas’la daima iletişim halindeyiz; ancak ne biz ne de onlar bu konuyu gündeme getirmedik.
Size göre; son Gazze Savaşı İsrail’in bir sonraki Lübnan Savaşı planlarını ne kadar erteledi?
Ertelediğini söyleyebilirim; ama ne kadar ertelediğine dair bir tahmin yapamam. Çünkü İsrail’in hangi şart ve durum altında savaşa gireceği belirsiz. Temmuz Savaşı’ndan ve çıkardıkları derslerden sonra İsrailliler gelecekteki herhangi bir savaşın çabuk, kesin ve net bir zafer getirebileceğini varsayıyorlar. Temmuz Savaşı’nda herkes İsrail’in yenilgiye uğratıldığını söyledi; fakat bazıları da tersini iddia etti. Aynı şey son savaşta da oldu; bazıları Güney Lübnan’dan-ki bu bölgeden 2000’deki İntifada’da, 2008’deki savaşta ve yine 2012’deki 8 günlük savaşta da cephe açılmamıştı- bir cephe açılmadığı için savaşı kazanabileceklerini söylediler.
Temmuz Savaşı’ndan beri İsrail, Lübnan’daki herhangi bir savaşta ilk olarak zaferin çabuk olması gerektiği konusunda ısrarcı. Bu savaş uzun zaman almamalı ve şehirleri yıpratma ve bombalama savaşına dönmemeli. İkinci olarak; bu zafer –sınırlı veya geçici değil- ‘kesin’ bir nitelikte olmalı ve makul/ılımlı hedefleri değil tüm hedefleri başarmalı. Üçüncü olarak; bu zafer ‘net’ ve ‘açık’ olmalı. Tüm bunların nedeni, bir sonraki savaşın hedefler ve Direniş’in kapasitesi-füze ve tüm bölgelerdeki kapasitesi- bakımından oldukça zor bir savaş olacağının farkına varmalarıdır. Düşman, bir yıpratma savaşıyla başa çıkamaz. Bugün Gazze’den Tel Aviv’e ve diğer bölgelere atılan füzeler oldukça sınırlı sayıda olmasına rağmen, İsrail’in ciddi bir baskı altında olduğunu görüyoruz. Onlar Demir Kubbe sisteminin etki gücünü konuşuyorlar; ancak bu oldukça tartışmalı, çünkü Demir Kubbe sadece sınırlı sayıda füzeyi düşürebildi ve çok sayıda füze fırlatıldığında gerçek sorunla yüzleşecekler.-
İsrail, eğitim ve teçhizat noktasında Temmuz Savaşı’ndan çok ders çıkarmaya çalıştı ve bunları Gazze Savaşı’nda uygulamak için uğraştı. Tüm açıkları kapattığını ve Gazze hakkında gerekli istihbarata sahip olduğunu zannetti. Bununla birlikte başarısız oldular; bunu biz değil kendileri söylüyor. Bu sebeple, imkânları sınırlı olan, kuşatma altındaki Gazze’deki savaşta başarısızlığa uğradılarsa; hesaplarını ciddi bir biçimde yeniden gözden geçirmeleri gerekiyor. Öyle inanıyorum ki Gazze Savaşı’ndan sonra her şey eskisinden farklı olacak.
Filistin Direnişi’ne ve Gazze halkına tavsiyeleriniz nelerdir?-
Tüm bu yaşananlar kendi kanaatleri, iradeleri ve kültürü. İnsanoğluna ‘teslim olmak’ ve ‘savaşmak’ şeklinde 2 seçenek verilmişse, direniş ve zillet arasında tercih yoktur. Direniş kültürü ve seçeneği, başka bir tercihleri olmadığı için Filistin halkı arasında büyümektedir. Onlar müzakereleri denediler ve yeterince uzun bir vakit bölgesel ve uluslar arası şartların değişmesini beklediler.-
Mısır’la birlikte, Gazze’ye ve tüm Filistin davasına altın bir fırsat sunuldu; ancak çabuk kaybedildi. Gazze’de yaşayan insanlar için, başka hangi seçenekler var ki? Ya direnecekler, ya İsrail şartlarına teslim olacaklar, ya kendilerini denize atacaklar ya da göç edip mülteci kamplarına yerleşecekler.
Tüm bu tecrübelerin ardından Filistinlilerin bugünkü tercihlerinden-direnişten- başka bir tercihleri olduğunu düşünmüyorum. Kendini onurunu, hayatta kalışını ve varlığını önemseyen bir insanın karşısında direnişten başka bir seçenek yoktur. Teslim olan insanlar var. Ancak Gazze halkı, bedel ödemek gerekse de teslim olmamayı ve bu kararının sonuçlarına dayanmayı tercih etmelidir. Direniş’te onlar için bir eminlik vardır ve Direniş yolu sonuca ulaştıracaktır. Sloganlar değil akıl ve mantık, Gazze halkının savaşması gerektiğini söylüyor.
Net bir şekilde Direniş Ekseni ile Mısır Yönetimi arasında bir problem var. Konu sadece Hamas’la ilgili değil. Sisi Yönetimi’nin Gazze saldırılarıyla ilgili tutumunu ve Direniş üzerinde kurduğu baskıyı nasıl değerlendiriyorsunuz?-
Filistin Direnişi’nin liderlerinden birinin sözüyle cevap vermek istiyorum: Gazze’nin problemi, “İsrail’le ilgili güven problemi-temel ve önemli bir problem-“ ile “Katar-Türkiye ve Mısır-Suudi Arabistan-Birleşik Arap Emirlikleri eksenleri” arasında sıkışmaktır. Bu ayrışmanın nedenleri anlaşılabilir ve herkesçe malum. Fakat maalesef bu, söz konuşma ayrışmanın bir şekilde üstesinden gelinmesi gerektiği durumlar için oldukça keskin ve karşıt bir ayrım. Örneğin biz, Filistinli gruplardaki kardeşlerimizle ve İran’daki kardeşlerimizle yaptığımız istişareler neticesinde; İran’a Türkiye’yle, Katar’la, Mısır’la, Suudi Arabistan’la ve hatta Birleşik Arap Emirlikleri ve Umman’la temasa geçmesi tavsiyesinde bulunduk. Mesele Direniş ekseni olduğu zaman, puanlama sistemiyle uğraşmadık veya Direniş hareketini iç ve bölgesel değerlendirmelerde kullanmadık. Ortada temel bir hedef var; o da Gazze’deki Savaşı durdurmak ve ablukayı kaldırmak.-
Ortada çatışmalar varken; insanlar için öncelik birbirleriyle konuşmaktır. Fakat tüm bu olayların ortasında, örneğin Türkiye Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Mısır cumhurbaşkanı Abdulfettah Sisi’nin şahsına saldırması Mısır’ın pozisyonunu daha güç hale getirdi. Hatta el-Cezire aracılığıyla Katar’ın Mısır’a karşı tutumu negatif sonuçlar doğurdu. Eğer Filistinlilere yardım etmek istiyorsanız, Mısır’la konuşabilmelisiniz. Filistinlilerin kendileri, herhangi bir çözümün veya anlaşmanın Mısır’sız olamayacağını söylüyorlar. Bu, iki rakip eksenin tüm diğer tartışma ve ihtilafları bir kenara bırakarak Gazze’ye öncelik vermelerini gerektiriyor.
Gazze Savaşı’ndan sonra; sadece Hizbullah olarak değil aynı zamanda İran ve Suriye açısından da değerlendirdiğinizde Hamas’la gelecekteki ilişkilerinizi nasıl görüyorsunuz? -
Gazze Savaşı’ndan önce de –her ne kadar Suriye meselesinde farklı düşünsek de- görüşmelerimiz ve irtibatlarımız asla kesintiye uğramadı. Her şey normal seyrinde devam etti.
Peki desteğiniz?
Elbette ki Suriye, Irak ve bölgedeki gelişmelerle birlikte genel durum biraz etkilendi. Suriye meselesinde; meydana gelen olayları değerlendirmede farklı bir yaklaşımımız olsa da, bir araya geldiğimiz tüm toplantılarda temel kaygı, bizim onların bu konudaki tutumunu, onların da bizim bu konudaki tutumumuzu anlamaya dönüktü.
Bu konu hakkında farklı tartışmalarımız oldu. Tabii ki Gazze’deki son durum, öncelikleri yeniden şekillendirdi ve bu sayede daha çok irtibat ve işbirliği sağlayabiliyoruz. Son savaş, Hizbullah-Hamas ve Hamas-İran ilişkilerini daha da arttırdı. Suriye meselesi farklı, karmaşık ve zamana ihtiyacı olan bir konu. Bölgesel gelişmelerin konusu ve yakın gelecek için bir öngörüde bulunmak zor.
Kudüs’e girecek miyiz?
Hiçbir şüphem yok.
Bugün halk, Filistin için ne yapmamız gerektiğini ve neden Kudüs’ü özgürleştirmemiz gerektiğini merak ediyor…
Genelde Arap kamuoyunda özelde ise Lübnan’da karşı karşıya bulunduğumuz en büyük tehlike, İsrail’in bir gün bölgede doğal ve normal bir unsur olarak kabul edilmesi düşüncesinin kabul görmesidir. Ya da İsrail’in artık bölge ve halklar için bir tehdit değil, eğer tehditse bile sadece Filistin için bir tehdit olarak görülmesidir.
İsrail gayrimeşru bir rejim olarak tüm bölge için daimi bir tehdittir. Bu rejimle barış içerisinde bir arada yaşamak mümkün değildir. Filistinli olanlarla olmayanlar, Şiiler ile Sünniler, Müslümanlarla Hıristiyanlar aralarındaki tüm hassasiyetleri bir kenara bırakıp tüm halkların bu tehdidi ortadan kaldırmayı hedef edinmesi gerekiyor.
-
islamanaliz