کارگر

کارگر

Türkiye Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, IŞİD saflarında 600 Türk vatandaşının savaştığı, 100 Türk vatandaşının ise Suriye’deki çatışmalarda öldürüldüğü yönündeki açıklamada bulundu. Türkiye Dışişleri Bakanı, Suriye krizinin başladığı andan beri ilk kez Türk vatandaşlarının Suriye krizine katılımına ilişkin bir açıklama yaptı.
 
  Peki, Türk vatandaşları neden IŞİD saflarında savaşıyorlar? Türkiye’nin güvenliği için tehdit oluşturuyorlar mı?

Uluslararası İlişkiler ve Stratejik Analizler Merkezi (TÜRKSAM) uzmanlarından Hanife Çetin, Uluslararası Haber Ajansı ‘Rusya Bugün’e verdiği demeçte konuyla ilgili görüşünü anlattı:

‘IŞİD sosyal medyaya bugüne kadar terör örgütlerinde görülmemiş derecede hakim bir örgüt. Bir şirket ya da belki kurumsal bir yapı gibi sosyal medyayı etkin kullanıyorlar ve bu yolda dünya çapında milyonlarca insana ulaşmışlar. Bu bakımdan sosyal medyadaki propaganda yöntemiyle mücadelede sosyal medya kullanımı IŞİD’in militan toplamasına büyük bir kaynak olarak karşımıza çıkıyor. Öte yandan Türkiye’de maalesef uzun bir süredir IŞİD’in bir terör örgüt olarak anılmamış olması da IŞİD’e duylan sempatinin altındaki bir başka etken. Türkiye’den IŞİD’e katılımlar da ayni şekilde bu çerçevede değerlendirilebilir. Yani hem sosyal medyanın hem siyasi söylemlerin bunda önemli bir etkisi var. Hani bu sadece dışarıdan, Avrupa’dan çok fazla gelenlerin, katılanların olduğu haberlerini gördük ama bu sadece Avrupa’nın bir sorunu değil. Burda bir kandan gelen bir motivasyon var oradaki insanların radikalizmin sınırlarını zorladığını görebiliyoruz, kafa kesmelerden bahsediyorum burda, ya da işte daha ciddi vahşet dolu görüntülerden bahsediyorum. Yani bunlardan etkilenmemek yani bu savaşa girip te bunlardan etkilenmemek mümkün değil. Bu kişilerin de topluma geri kazandırılmaları oldukça zor görünüyor. Bu bakımdan bu geçecek süreçte bunların geri kazandırılıp kazandırılamıyacağı konusunda ciddi endişelerimiz var ve bu endişeler de tehdit endişeleridir. Bu katılımlardan tehdit algılamamız gerekiyor’.

Bizim diğer muhatabımız İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Kamu Yönetimi Bölümü öğretim üyesi Doç. Dr. Kıvanç Ulusoy bu konuda şunu dedi:

‘İdeolojik sebeplerden katılıyorlar diye düşünüyorum. Büyük ölçüde inanıyorlar tabii böyle bir şeye. Suriye’de bir İslamci devleti kurabileceklerini düşünüyorlar. İkinci sebep, hükümetin doğrudan desteği olmasa da uygun bir ortam var. Türkiye’de buna uygun siyasi bir ortam var. Yıllarca bu yaklaşımlar destekleyen bir yapı vardı ve şimdi o yapının sonuçlarını alıyoruz. Türkiye açısından ciddi bir güvenlik tehdidi aslına bakarsanız. Yani ben bu politkaları doğrusu yapılmış bir politikalar olarak görmüyorum hiç bir şekilde. Kesinlikle uzun vadede Türkiye açısından böyle politikaların negatif etkileri olacak diye düşünüyorum’.

Gazeteci ve Yazar Ercan Dolapçı Ortadoğu'daki son gelişmeler ve bu konuda Türkiye'nin tutumu ile ilgili olarak MHA'ya konuştu. Dolapçı ile yapılan demeç aşşağıdaki gibidir:


1- Son günlerde Ortadoğu bölgesinde devam eden olaylar ile ilgili ve özellikle de Türkiye neden IŞİD'e karşı hava operasyonu düzenlemiyor? bu konuda yorumunuz nedir?

- Bölgeyi karıştıran ABD. PKK gibi İŞİD'i de kullanıyor. Ancak İŞİD, kukla Kürt bölgesine girince işler değişti. Çünkü ABD toprağına girmiş oldular. ABD uzun yıllardır Kürt ayrılıkçı hareketini kullanıyor ve onların hamisi durumunda. İstiyor ki, Kürtleri Türkiye korusun ve kollasın. Kimse o yapıyı bozmasın, hatta kendi ülkesini bölsün ve Kürtleri ayırsın! Bu olacak şey mi? Türkiye buna 35 yıldır direniyor. ABD, Türkiye topraklarında bir Kürt devleti kurmaya çalışıyor. Türk Ordusu bunu 1990'lardan beri tespit etti ve buna göre konumlandı. ABD'de bu direnci kırmaya çalışıyor. Jandarma Genel Komutanı Org. Eşref Bitlis'i suikatla öldürdü. Çünkü o, ABD planlarını tespit etmiş ve onları bozmak için çalışıyordu. Uçağına kurulan tuzakla şehit edildi. Daha nice subayımızı katlettiler. Ama direncimizi kıramadı.

 

İŞİD-PYD çatışmasında da bizden PYD'yi korumamız, hatta onlar adına İŞİD'le mücadele etmemiz isteniyor. Bu kabul edilemez. Türkiye buna girerse, bir anda bölgenin çukuruna düşer ve bataklıktan bölünerek çıkar. Bu bir tuzaktır.

Türk Genelkurmay'ı yaptığı açıklamayla PYD ve PKK'yi, İŞİD gibi 'terör örgütü' olarak ilan etti ve bunu da Tezkere'ye yazdırdı. Dolayısıyla Türkiye her ikisini de tehdit olarak gördü. Onların birinin yanında savaşamaz. Dolayısıyla hava harekâtı da yapamaz. ABD bastırıyor, PYD'yi İŞİD'in elinden kurtarmaya çalışıyor. Bunu da bize yaptıracak. Ama hükümet ve Genelkurmay direniyor. Bu direnci kırmak için de PKK eliyle Geneydoğu illerimizde olaylar çıkardı. 35'e yakın insanımız alçakça katledildi. Çok büyük maddi zarar verildi.

 

Bu olaylarla şu görüldü: AKP'nin PKK ile yürüttüğü 'Açılım' politikası bitmiştir. Türk ordusu ara verdiği PKK mücadelesine bundan sonra hız verecektir. PKK, İŞİD saldırısıyla boş ve kof olduğunu kanıtladı. Kendi halkını koruyamıyor. Zavallı duruma düştü. ABD desteği olmasa, birgün bile ayakta kalamazlar, ezilirler. Zaten Kobani dedikleri Ayn el Arab'ta insan kalmadı ki. Orada kimi koruyorlar? Bu yalan. Orada sivil kalmadı, hepsi Türkiye'ye sığındı. Kalanlar da PKK militanı. Kendini koruyamayan, İŞİD'e karşı savaşamayan PKK, kimin için savaşacak? Ancak yakıp yıkmayı bilirler. Boşuna terör örgütü denmiyor.

Kürt halkı da PKK'nın gücünü çok iyi gördü. Boş olduğunu gördü. Zaten olaylarda büyük destek yoktu. Militanlardan başka yakıp yıkan yoktu. PKK'nın halk desteği daha da azalacaktır.

ABD birkez daha başarısız oldu. İŞİD'e karşı ne kendisi, ne de müttefikleri gelip savaşabildi? Seyrediyorar. Hava operasyonlarıyla bunun olmayacağını onlar da biliyor. Göstermelik saldırı yapıyorlar. Karadan giremezler. Türkiye de girmeyecek.

Bu politikalar bölgede istikrar yaratamaz. Tek çare olaylara bölge ülkelerinin müdahale etmesi ve birlikte çözüm için çalışmasıdır. Emperyalist ülkeler bölgeden uzak durursa, bu sorunlar bir haftada biter ve huzur gelir. Amerika iyilik yapmak istiyorsa şer elini bölgeden çeksin!

 

2- Türkiye’nin Amerika ve Katar gibi Batılı ve bölgedeki müttefiklerinin Esed rejiminin yıkılmayacağını anlamaları ve IŞİD ile mücadeleye odaklandıkları bu dönemde bile Türkiye Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan hala Suriye olaylarının başladığı günden beri izlediği siyaset üzerinde ısrar etmektedir neden? Ve İran’ın izlediği politikayı eleştiriyor?

 - Bölgedeki olayların gelişmesi ve büyümesi Erdoğan'ın yanlış politikaları sonucudur. Erdoğan da tıpkı ABD gibi bölgede yenildi. Politikaları iflas etti ve Türkiye'ye zarar veriyor. Türkiye Cumhuriyeti'nin tarihinde görülmedik şekilde, bölgedeki istikrarsızlığa katkı sunuyor. Türkiye geleneksel olarak kimsenin içişlerine karışmaz. 'Yurtta sulh, cihanda sulh' der ve bu politikayı uygular. Bölgede hep yapıcı olmutur. Bunu maalesef Erdoğan bozdu ve başımıza iş açtı. Başarısızlığını örtmek için sağa sola saldırıyor. Bir haftada Şam'da, Obama ve Netenyahu ile namaz kılacaktı? Ne oldu? Olmadı... Suriye halkı direniyor. Hem de kahramanca. Direnmeyle bölgenin kaderini değiştiriyor. Suriye direnişi tarihseldir.

Suriye kalesinin düşmesi, Türkiye'nin de hızla bölünmesi demektir. Erdoğan kişisel hırsları ve ABD'ye aşırı bağlanmasından bunu göremiyor. Hele İran'a sataşması çok yanlıştır. İran bölgede yapıcı davranıyor. Suriye'yi ve Lübnan'ı desteklemesi hepimiz için önemli. Bunu Türk halkı görüyor. Cumhuriyet’ten buyana İran'la çok özel ve özenli dış politika güttük. Bunu bozmak Türkiye'ye ihanettir. Çünkü çok politikaları aynı, bunu bozmak demek Türkiye'yi istikrarsızlığa sokmak demektir. Bugün yaşananlar da budur.

Kaldı ki İran dini lideri Ayetullah Ali Hamanei, çok iyi bir politikacı ve önderdir. Allah ona sağlık ve afiyet versin. Rahmetli İmam Humeyni'den buyana çok iyi politika güdüyor ve İran'ı başı dik ve onurlu bir ülke yaptı. Güçlendirdi. Emperyalizme karşı da kale gibidir İran! Buna laf söylemek ne insanlığa ne komşuluğa ne de İslâm'a uyar. Başka da birşey demeyeceğim. Ancak bunu şöyle izah edebiliriz: Erdoğan kaybettikçe kadim dostlarımıza da saldırıyor.

 

3- Geçen 30 yıla bir dönüp baktığımız zaman, İran ve Türkiyenin dünya görüşleri ve politikaları arasında uçurumlar kadar tabir edebileceğimiz kadar farklılıklar olsa bile bu iki ülke hiç bir zaman şimdiki kadar bir biri ile zıt duruma düşmemişlerdir bunu neye bağlıyorsunuz?

- Bunu tek kelimeyle İran bağımsız politika güdüyor. Türkiye ise ABD ve İsrail yanlısı politika. Temel çelişki budur. Bu da yakında sonlanacak ve İran ve Türkiye eskisi gibi daha da birbirine kenetlenecektir. Eğer Atatürk'ün miras bıraktığı 'Bölge Merkezli' ve antiemperyalist politikaya dönersek, çok şey değişir ve bölge ülkeleriyle birlik kurarak daha büyük atılımlar yaparız. Bunu istemeyen güçler aramızı bozmaya çalışıyor. Ama bozamayacaklar. Eninde sonunda dost olacağız ve birlikte bütün sorunların üstesinden geleceğiz. İran ve Türkiye el ele verse dünyanın gidişi değişir. Ama bu da olacak. Bizler burada '5 deniz 5 ülke' siyaseti için çalışıyoruz ve bu politikayı savunuyoruz. Tek çare de budur. Türkiye, İran, Irak, Suriye, Lübnan ve Azerbaycan birlikte hareket etsin bakın neler oluyor? Olaylar da buraya gidiyor. Artık dünya tek kutuplu değil. Çok kutuplu olacak ve burada Türkiye ve İran da buna öncülük edecek. Sayın Hamaney'in de bunu savunduğunu biliyoruz.

 

4- AKP'nin Türkiye Cumhuriyeti geleceğindeki yeri nasıl olacaktır?

DOLAPCİ- AKP'nin geleceği yoktur. Dağılacaktır. Yanlışlarının altında kalacaktır. Hem de yakında. Bunu bütün dünya görecektir. ABD desteğiyle ayaktalar. O çekilsin, bir gün kalamazlar. Türk hakının yarısı bile istemediğini sandıkta gösterdi. Türkiye'de bölge merkezli politikaları savunan, bağımsızlığı savunan, kardeşliği savunan ve milli politikalar güdecek partiler yükselecektir. Bu potansiyel vardır. Türkiye halkı ayağa kalkarsa bütün dünya şaşar kalır. Bunu 2013 Taksim direnişiyle gösterdi.

 

Omid Shamizi, MHA

Çarşamba, 26 Kasım 2014 00:00

“Amerika İran’a diz çöktüremedi”

İmam Hamanei “İslam Ulemaları Açısından Tekfirci ve Radikal Akımlar Kongresi” katılımcılarını kabul ettiği görüşmede “Nükleer konuda Amerika ve sömürgeci Avrupa ülkeleri İran’a diz çöktürmek için var olan güçleri ile çalıştılar ama başaramadılar ve başaramayacaklar” diye konuştular.

 İmam Hamanei Tekfiri akım ve grupların tamamen Emperyalist güçlerin çıkarları doğrultusunda olduğunu belirterek bu akım “İslami Uyanış Hareketi’ni yolundan saptırmayı başardı ve Amerika ve Emperyelizm’e karşı başlatılan hareketin sonucu Müslümanlar arasında kardeş savaşına dönüştü” diye eklediler.

İmam Hamanei İran halkının Siyonistler’le mücadele etmeyi aşıkla yaptıklarını belirterek “İran halkı ve hükümeti bu konuda tek yürek hareket etmekteler ama biz mezhepsel ihtilafların esiri değiliz ve bunun en belirgin göstergesi ise Lübnan Hizbullahı’na ettiğimiz tüm yardımların aynısını Filistin’deki Hamas ve İslami Cihat’a etmemizdir ve yine de aynen devam edeceğiz” diye konuştular.

 İmam Hamanei sözlerinin devamında İran’ın Filistinli kardeşlerinden himaye ettiğini ve her zaman bunu yapacağını ve ayrıca artık Gazze’de olduğu gibi Batı Şeria’nın da silahlandırılması gerektiğini söyledi.

İnkılap Rehberi şimdi Müslümanların İsrail üzerine odaklanmaları yerine Tekfiri grupların yarattığı terör üzerine odaklanmalarını planlanmış bir şey olduğunu ve Müslümanların asıl meselesi olan Filistin meselesinde uzaklaştırmak için yapıldığını belirttiler.

İmam Hamanei’nin de Uluslararası tekfirci ve radikal guruplar kongresinden gelen heyetle yaptığı görüşme sırasında değindiği son zamanların önemli konularından olan, Amerika’nın IŞİD’e mühimmat göndermesi konusunda daha fazla ayrıntı için konuyla ilgili yayınlanmış video incelenerek ciddi veriler elde edilmiştir.

IŞİD’li bir terörist tarafından açılan bu el bombası kutusunda, 100 ile 150 arası el bombası bulunmaktadır. Bu hesap ile gösterilen 3 kutuda, eğer her birinde 120 adet bomba bulunduğunu düşünürsek paraşütle atılan bir gurup mühimmatta 360 adet el bombası bulunuyor demektir.

IŞİD tarafından yayınlanan videonun devamında RPG kurşunlarının bulunduğu 3 kutu görülmektedir ve her kutu da 6 adet RPG kurşunu bulunmaktadır. Bu hesap ile paraşüte bağlı bir mühimmatta 6 adetlik 3 kutu RPG kurşunu bulunmaktadır, yani 18 RPG kurşunu.

RPG kurşunu IŞİD tarafından Suriye ve Irak’ta yoğun olarak kullanılmaktadır çünkü IŞİD Suriye ve Irak Ordusunun zırhlı araçları ile sadece bu silahlarla mücadele edebilir.
Yayınlanan videonun devamında da IŞİD’li teröristlerin kullandığı elbiseyi giymiş olan bir kişi başka bir kutuya yöneliyor. Kutunun açılması ile DM41 cinsi el bombası ortaya çıkıyor.
DM41 el bombaları Alman yapımı bir bombadır.Almanya IŞİD’e karşı kurulan koalisyonun üyesi olan ülkelerden biridir ve Irak’ta IŞİD’e karşı yapılan hava saldırılarına destek vermektedir ancak ülkenin hava kuvvetleri yapılan saldırılara katılmamaktadır.

IŞİD tarafından açılan kutuda 30 adet bu bombadan bulunmaktadır ve resimde 9 kutu görülmektedir. Bu hesapla toplamda 270 adet Alman yapımı DM41 el bombası bulunuyor demektir.

Elbette şunu söylemek gerekir ki; atılan her mühimmat yüklü paraşütün çeşitli silah barındırma ihtimali vardır. IŞİD tarafından yayınlanan video daki bu resimde içinde ne olduğu gösterilmeyen bir kutu göze çarpmaktadır ancak kutunun dış görünüşünden içinde mayın olduğu anlaşılmaktadır.

Sonuç olarak toplamda atılan mühimmatın içinde; 270 adet Alman yapımı el bombası, 360 adet klasik el bombası ve 18 adette RPG kurşunu bulunmaktadır.Eğer IŞİD tarafından yayınlanan bu videonun paraşütle atılan mühimmatın sadece bir gurubunu kapsadığını düşünürsek, uçaklardan atılan her mühimmat yükünün 15 paraşüt barındırdığı ve her paraşütün de mühimmat yüklü olduğu dikkate alındığında toplamda atılan mühimmat; yaklaşık 4000 Alman yapımı el bombası, 5400 klasik el bombası ve 270 adet RPG kurşunundan oluşmaktadır.

Bu sayıdaki mühimmat, IŞİD’in sahip olduğu diğer silahlarla birlikte bir taburun bir kaç haftalık ihtiyacını karşılayacak miktardadır.

İran ve 5+1grubunun, belirlenen 7 ay süresinden daha çabuk anlaşmaya varacağını belirten İran Dışişleri Bakanı, tüm dünyanın İran halknın yaptırımlar ile kendi haklarından vazgeçmeyeceini anladıklarını belirtti.


MHA'nın Viyana temsilcisininhaberine göre,AB Dış Politikalar Temsilcisi, Catherine Ashton ile düzenlenen ortak basın toplantısında konuşan İran Dışişleri Bakanı, Muhammed Cevad Zarif, "Öncelikle Avusturya devletinden, bu cömert konaklamalarıiçin teşekkür ediyorum. Yaklaşık bir yıl önce Cenevre'de Ortak Çalışma Programı anlaşmasına ulaştık ve P5+1 grubu ile, anlaşmaya varmak için müzakereler düzenledik. Tarafların anlaşmaya varmak için sorumlulukları çerçevesinde, geçtiğimiz aylarda 10 görüşme düzenledik. Viyana'da sadece kesin sonucun belirlenmesini istiyorduk,ama incelenmesi gereken farklı fikirler belirlendi. Genel irçözüm için daha iyibir yol olduğundan eminiz. Bakanlar olarak, diplomatik çabalarımıza devam edeceğimiz konusunda anlaştık" dedi.

Zarif sözlerinin devamında ise "Vardığımız bu hız ile gelecek 4 ay içerisinde anlaşmaya ulaşmayı istiyoruz. Geriye kalan süre de yazım ve teknik müzakerelere ayrılacaktır. İran ve P5+1,  çalışmaları etkili ve zamanında gerçekleştirmek istiyor. UAEK'ndan da Ortak Çalışma Programı çerçevesindeki gönüllü çalışmaları gözlemlemesini istedik" dedi.

Müzakere süreci hakkında ise Zarif, "Özellikle Viyana görüşmeleri başta olmak üzere, geçtiğimiz aylar içerisinde yapılan müzakereler, bu yolda ilerleme katetmemizi sağladı. Belirlenen 7 ayın tümün kullanmak istemiyoruz. Hedefimiz en kısa süreiçerisinde anlaşmaya ulaşmak ve daha sonra da teknik konuların incelenmesidir. Geçn bir yıl içerisinde elde ettiğimizen büyük başarı, nükleer çalışmalarımızın tamamen devam etmesidir. Müzakerelerde, sadece zenginleştirmenin oranı hakkında görüşüyoruz, zenginleştirmenin tamamen kaldırılması konusunda değil" dedi.

Zarif sözlerinin devamında ise "İranofobi projesinin günümüzde başarısız olduğunu görüyoruz. İran'ın endişe yaratan bir ülkeymiş gibi gösterilmesi konusundaki tümçalışmalar yok olmuştur. Tüm bunlar, İran halkının eldeettiği başarıyı gösteriyor. İran halkı, kendi kesin hakları için dirense de, hiçkimse ile savaşmak istemiyor. Bu başarı,1.5 yıllık diplomatik çalışmalar ve İran lideri, cumhurbaşkanı vehalkının verdiği destek ileelde edilmiştir. Bizler, sonucu olmayan baskıların kaldırıldığı ve uluslararası güven ile nükleer çalışmalarımıza devam ettiğimiz bir anlaşma imzalamak istiyoruz. Böyle bir anlaşma imzalayacağımız gün hiç de uzak değil" dedi.

Dünyanın İran ile müzakere etmekten başka bir yolu olmaadığını belirten İran Cumhurbaşkanı, kendisinin bu yolun başarılı olacağında hiçbir şüphesi olmadığını açıkladı.
MHA'nın haberine göre katıldığı televizyon programında konuşan İran Cumhurbşkanı, Hasan Ruhani, İran halkının nükleer haklarından vazgeçilmeyeceini belirterek, "İran'daki nükleer tesisler ve merkezlerin aktif bir şekilde çalışmaları hakkında en ufak şüpheye yer yoktur. Müzakere tarafları, İran üzerine baskı kurmak ve yaptırım uygulamanın hiçbir sonuç getirmeyeceinin farkındadır. Elde ettiğimiz tüm başarılar, İran halkı, birlik ve ülke liderimizin saysinde elde edilmiştir" dedi.

Ruhani sözlerinin devamında, "Biz aslında bu müzakerelerden daha büyük bir başarı elde ettik. Şimdi yaşadığımız durumların, geçmiş yılalrda yaşanan durumlarda çok belirgin bir şekilde ilerlemesi, büyük bir başarıdır. Artık dünyada hiçkimse, İran'ın 5+1 grubunun sözlerini kabullenmesi için yaptırım uygulanması gerektiğini ve hiçkimse, anlaşmaya varmak için yaptırımların artması gerektiğini söylemiyor. Herkes, anlaşmaya varmak için daha fazla zamana ihtiyaç olduğu kanaatindedir. Artık tüm dünya, İran ile olan ilişkilerini sadece müzakere ve diyalog yolu ile çözebileceği ve başka hiçbir çözümün etkili olmayacağını bilmektedir" dedi.

Müzakereler boyunca dikkat edilen konular hakkında ise Ruhani, "Birinci amacımız, nükleer teknolojileri tamamen korumak ve ikinci amacımız, yaptırımların kaldırılma olmuştur. Bu süreç içerisinde tüm teknolojik çalışmalarımıza devam ettik, santrifüjlar çalışıyordu. İran halkına da, bu santrifüjların hiçbir zaman durmyacağı sözünü veriyorum. Ama öte yandan, İran halının yaşam koşullaru hergün biraz daha gelişmelidir. Bu süre içerisinde, halk ve devler çokyakın bir ilişki içerisinde olmuştur ve bu yolda ilerleyeceğiz" dedi.

Ruhani sözlerini devamında ise "Müzakerelerdeki ikinci amacımız, yaptırımların adım adım kaldırılması oldu. Şimdilerde yaptırımların bazıları kaldırıldı ama bazı hala uygulanmaya devam ediyor. Müzakerelerdeki önemli konu ie, karşı tarafın da yaptırımların tamamen kaldırılması gerektiğini kabullenmesi olmuştır. Ama yapırımların ne zaman ve asıl kaldırılmaya başlaması, hala müzakerelerde incelenmektedir. Dünyadaki hiçbir ülke,İran'ın kendi topraklarında Uranyum zenginleştirme hakkında sahip olduğu ve yaptırımların tamamen kaldırılması gerektiği konusunda, hiçbir şüphesi yoktur" dedi.

İran'ın nükleer müzakere timinin gösterdiği çabalar hakkında ise Ruhani, "Ülkemizin nükleer müzakere timi, özellikler geçtiğimiz günlerde, büyük çabalar göstermiştir. Sorumluluğum nedeni ile kendileri ile devamlı görüşüyordum. 6 büyük ülke ve deneyimli heyetleri, bu müzakerelerde bizim karşı tarafımızda yer alıyorlardı. Ama ilerlemeler kaydedildi. Genel bir anlaşmaya ulaşamamış olsak da, anlaşmaya varılması için önemli adımlar attık. Günümüzdeki durumlar, 3 veya 6 y öncesindeki durumlardan çok farklıdır. Düşünceler daha yakınlaştı ve birçok ayırım kapatıldı. Ama hala ilerlenmesigereken yollar ve adımlar var. Bugün yaptığımız anlaşmalarda,Cenevre anlaşmasının birkaç ay daha uygulanmasıdır. Bu olay, sadec Cenevre anlaşmasının birkaç ay daha uygulanması için değildir, asıl amaç ve genel anlaşmaya ulaşabilmek için ek süre kazanmak içindir" dedi.

Ruhani sözlerinin sonunda ise "Hiçbir zaman İran halkının haklarından vazgeçmeyeceğiz. İran lideri ve halkı taadından belirlenen kırmızı çizgiler çerçevesinden çıkmayacağız. Hem nükleer konularda, ve hem diğer tüm konularda, bu böyle olacaktır. Günümüzde, bizim ile müzakere eden dünyadaki tüm politikacılar ve ekonomiciler, anlaşmaya varmak ve yaptırımların kaldırılmasından başka hiçbir yol olmadığı görüşündeler. Devletimizin temen mantığı, müzakere ve iletişim üzerine kuruludur. Hakkımızı almalıyız. Bu yaptırımlari zalimce bir şekilde uygulanmaktadır. Gelecek, hem başarılarımız ve hem müzakerelerin devamı açısından aydınlıktır. İran halkının başarılı olacağından hiçbir şüphem yoktur" dedi.

 

İran Devrim Muhafızları Ordusu komutanı, Amerika'nın artık tüm askeri ve politik çalışmaları ve müzakerelerde İran karşısında teslim olduğunu söyledi.


MHA'nın haberine göre bir törende konuşan İran Devrim Muhafızları Ordusu komutanı, Tümgeneral Aziz Caferi, İran ve İslami Devrim'in bölgedeki gücü hakkında yaptığı konuşmada "Günümüzde, bölgedeki tüm dost ve düşman ülkelerin, İran İslam Cumhuriyeti'nin gücüne itiraf ettiklerini ve bu gücün, gün geçtikçe artmakta olduğunu görüyoruz. İran'ın sahip olduğu bu gücün asıl özellikleri ise dünya güçlerinin karşısında durabilmek ve bu güçler karşısında direnmektir. Günümüzde dünya güçleri ve güç kutuplarının değişmesi, İran İslami Devrimi kaynağı ile gelişmektedir ve bunu iyi bir şekilde algılamalıyız" dedi.

İran'ın bölgedeki etkisinin artmakta olduğunu belirten Caferi, "Yetkililer, gücün gerçek özelliklerine dikkat ettikleri zaman, durumlar değişecek ve ülkemizdeki birçok sorun çözülecektir. Nükleer müzakereler konusu gibi, ülke için belirleyici konularda doğru bir karar alamadığımız zaman, yanlış yapmaya mahkum olacağız. Tüm dünya ve bölgedeki değişiklikler, İran'ın İslami Devrimi odaklıdır. Bu konuda daha fazla görev üstlenmemiz gerekiyor" dedi.

Caferi sözlerinin devamında ise "Günümüzde bölgedeki tüm dost ve düşman ülkler, İran'ın gücüne itiraf ediyorlar ve bu da, Amerika politikalarının tüm politik ve askeri konularda, İran karşısında teslim olduğunu gösteritor. Tabi bu ülkeler bazen kendi aç gözlü politikalarına devam ediyor ki bu, onların sömrgeci fıtratından kaynaklanmaktadır" dedi.

 

Geçtiğimiz Ağustos’un son haftasında İran semalarında bir gök cismi belirdi. İran güvenlik güçleri cismin bir insansız hava aracı (İHA) olduğunu tespit ettiler ve kısa sürede cismi vurarak yere indirdiler. Yapılan incelemeler İHA’nın İsrail’e ait olduğunu ve İran’ın uranyum zenginleştirme tesislerini gözlemeyi amaçladığını gösterdi… En azından İran’ın iddiaları bu yönde.Devrim Muhafızları yetkilileri parçalanmış İHA’nın fotoğraflarını da kamuoyuyla paylaştılar.

Hikaye buraya kadar çok da anormal değil. Hepimiz biliyoruz ki İsrail ve ABD, İran’ı uydular, İHA’lar ve hayalet uçaklarla sürekli olarak izliyor. Hatta diğer başka devletler de bu tür faaliyetleri gerçekleştiriyor. Hikayenin sıradışı olan kısmı İsrail’e ait insansız hava aracının kalktığı ülke:

İran, İHA’nın “kuzeydeki bir eski Sovyet cumhuriyetinden” atıldığını söyledi. İranlı yetkililer isim vermedi, ancak bu tanıma uyan ve İHA’nın menziline uygun en önemli aday Azerbaycan… İran ve Ermeni basınında yer alan bazı haberlere göre ise İHA’nın kalktığı tam yer Azerbaycan’ın Türkiye sınırındaki toprakları olan Nahçıvan…

Azerbaycan yönetimi İran’ın iddialarını reddetti ve “provokasyon” olmakla suçladı. İran’sa aracın kalktığı ülkeden “hatanın tamiri”ni beklediklerini açıkladı… İranlı yetkililer, aracın nereden girdiğini çok iyi bildiklerini, İran sınırı boyunca takip ettiklerini ve uygun zamanda vurduklarını, zamanı geldiğinde bu ülkeyi açıklayacaklarını söylediler…

AZERBAYCAN’A İSRAİL SİLAHI

Ağustos’taki olay İran’ın Azerbaycan’a bu konuda yaptığı ilk eleştiri değildi. Daha önce de İranlılar Bakü yönetimini İsrail’in insansız hava araçları ve diğer faaliyetlerine izin vermekle suçlamışlardı.

Bu tartışmalarda kim haklı, kim haksız konusuna fazla girmeyeceğim. Ancak şunu söyleyebiliriz ki İsrail, Türkiye’den boşalan yeri Azerbaycan ile başarılı bir şekilde dolduruyor.

İsrail, Türk dünyasına her zaman önem verdi. Başta Türkiye olmak üzere Türki cumhuriyetler ile kurulacak ilişkilerin Müslüman dünyada Arapları dengeleyeceğini düşünen İsrail benzeri bir çalışmayı 1960’dan bu yana Kürtler üzerinde de gerçekleştiriyor.

Azerbaycan ise İsrail’in başarılı olduğu en önemli örnek… İsrail, daha bağımsızlığın ilk yıllarından bu yana Azerbaycan ile yakın bir işbirliğine sahip. İlk başlarda gizli tutulan silah ticareti ise bu ilişkilerine en mühim kısmını oluşturuyor…

Azerbaycan güvenlik kaygıları had safhada bir ülke. Açık denizlere çıkışı yok ve topraklarının % 20’si Rusya destekli Ermenistan’ın işgali altında. Ülke üç dev ülke ile Rusya, İran ve Türkiye neredeyse kuşatılmış durumda. Ayrıca Nahçıvan toprakları ile arasında Ermenistan var, yani ülke karadan birleşik değil. Bu şartlar altında Azerbaycan’ın acilen silahlanması gerekiyor ve artan gaz-petrol gelirleri bu ihtiyacı karşılamada önemli bir rol üstleniyor.

SIPRI’nin verilerine göre, Azerbaycan 2013’de savunma harcamalarını 3,4 milyar dolara yükseltti. 2004’den bugüne Azerbaycan’ın savunma harcamalarının % 493 arttığı tahmin ediliyor ve artış halen devam ediyor. Buna karşın Azerbaycan’ın 2004-13 arasında GSMH’sı % 186 artmış. Yani Bakü Yönetimi savunmaya, gelir artışından daha fazlasını ayırmış. Bu da tüm uzmanlarca yakın bir savaşa hazırlık olarak değerlendiriliyor. Ermenistan’ın 2013 yılında savunma harcamaları ise yineSIPRI’ye göre 427 milyon dolar.

Azerbaycan, savunmaya ne kadar harcarsa harcasın, Ermenistan’ın arkasında Rus Ordusu olduğu sürece bir savaşı göze alamıyor. Rusya ise Ermenistan’ın dış savunmasını üstlenmiş durumda. Ermenistan’ın Türkiye ve İran sınırlarını dahi Rus askerleri koruyor. Kısacası silahlanma yarışı bu ortamda daha uzun yıllar sürecek gibi duruyor. Bundan ise en çok İsrail gibi ülkeler yararlanıyor.

Şubat 2012’de İsrail ve Azerbaycan toplam değeri 1.6 milyar doları aşan bir silah satış anlaşması imzaladılar. Anlaşma hava savunma cihazlarını, insansız hava araçlarını ve diğer ileri teknoloji ürünü araçları kapsıyordu. Anlaşmanın içeriği tam olarak kamuoyu ile paylaşılmadıysa da İsrail basınında anlaşmanın İran’a karşı bir yönünün olduğu iddiaları da yer aldı.

Ancak Azerbaycan’ın bu tür anlaşmaları ve silah alımlarının 2012 öncesinde de gerçekleştirdiği biliniyor. 2011 yılında Karabağ üzerinde düşürülen ve sonrasında törenlerde sergilenen İsrail yapımı İHA bunun ipuçlarından biri kabul ediliyor…

İSRAİL’İN PETROLÜ AZERBAYCAN’DAN

Azerbaycan’ın son birkaç yılda İsrail’le gerçekleştirdiği savunma ticaretinin 4 milyar doları bulduğu da önemli iddialar arasında. Bu sayede Azerbaycan, İsrail’li firmalar için en önemli ihraç noktalarından biri haline geldi… Hava sistemleri dışında Azerbaycan’ın en çok ilgilendiği İsrail ürünleri arasında eski Rus tanklarını yenileyen programlar da yer alıyor…

İsrail’in Azerbaycan ile ekonomik ilişkileri savunma sanayi dışında da hızla gelişiyor. Kimi kaynaklara göre İsrail’in kullandığı petrolün % 40’ı Azerbaycan’dan, Bakü-Tiflis-Ceyhan Boru Hattı’ndan gidiyor.

İsrail ile Azerbaycan arasındaki dış ticaret hacminin 4 milyar doları aştığı tahmin ediliyor. Türkiye ile İsrail arasındaki dış ticaret hacmi ise 5 milyar doların üzerinde. Böylece İsrail Müslüman ülkeler arasında en fazla ticareti iki Türk devleti ile gerçekleştirmiş oluyor… Azerbaycan ile Türkiye’nin İsrail’le gerçekleştirdikleri toplam ticaret hacmi 10 milyar doları buluyor. Üstelik buna doğrudan yatırımlar ve turizm gibi diğer alanlar dâhil değil.

DOSTUMUN DÜŞMANI DOSTUMDUR

İlginç olan ise, Türkiye’nin İsrail ile siyasi ve askeri ilişkileri Filistin sorunu ve Mavi Marmara nedeniyle gerilmeye devam ederken, Azerbaycan-İsrail ilişkileri her geçen gün müttefik ilişkisine dönüyor. Nitekim bazı analizlerde Azerbaycan, ‘İsrail’in yükselen Müslüman müttefiki’ olarak lanse ediliyor.

İki ülke yetkilileri Azerbaycan-İsrail ‘dostluğu’nun diğer Müslüman ülkelere de örnek olması gerektiğini söylüyorlar. Ancak bu dostluktan ne Türkiye, ne Rusya ne de İran memnun… Nüfusunun yarıya yakını Azerbaycanlı olan İran, İsrail’in Azerbaycan üzerinden kendisine zarar vermesinden endişe ediyor… Türkiye ise İsrail ile kopan ilişkilerinin Azerbaycan üzerinden dengelenmesinden ve İsrail’in bu yoldan eksiklerini kapatmasından rahatsız… Rusya da Batı’nın İsrail üzerinden ve kendi aleyhine Kafkasya’ya sokulduğunu düşünüyor.

Tablo gerçekten ilginç, Türkiye üzerinden taşınan Azerbaycan petrolü İsrail’i besliyor; Türkiye’ye satılan Azerbaycan gazı ve petrolü de İsrail’den satın alınan milyarlarca dolarlık İsrail kaynaklı ithal ürüne ödeniyor ve Türkiye’nin düşman ilan ettiği İsrail, Azerbaycan’a kalıcı olarak yerleşiyor…

İNTERNETHABER

Sedat Laçiner


Ali Bulaç: Sünni-Şii mezhepleri arasındaki ihtilaflar savaş gerekçesi olamaz, bunlar arasındaki müşterekler “asgari” değil “azami”dir
 

 
Gazeteci-yazar Ali Bulaç,  Zaman Gazetesi’ndeki yazısında Müslümanlar arasındaki mezhebi ve etnik çatışmaların “yaratıcı kaos” denen bir doktrine göre planlanıp yürütülmekte olduğunu belirtti.

“Kaosla, hem İslam dünyasının alternatif olma potansiyeli yok edilmek, hem küresel sistemin basit payandası haline getirilmek isteniyor. Doktrine göre toplum bileşenlerine ayrıştırılacak, her bir parça özerkleştirilecek, sonra mutlaklaştırılıp diğerleriyle çatıştırılacak” diyen Bulaç, tüm bu yaşananlarda asıl sorumluluğun, dışarıda değil, içeride, yani biz Müslümanlarda olduğunu ifade ederek, başımıza ne geliyorsa kendi amellerimizin sonucu olarak geldiğine vurgu yaptı.

İşte Ali Bulaç’ın 24 Kasım tarihli yazısı:

 
Bir dinin diğer dini hakta görmemesi sonucu onun din adamlarını ve takipçilerini tümüyle ortadan kaldırma teşebbüsüne “din savaşları” denir.

İslam, nokta-i nazarında din savaşları ne meşru görülmüştür ne teşvik edilmiştir. Kendisi Ed Din olan İslamiyet’in “din merkezli” saldırı savaşını meşru görmediği gibi, bir din içindeki mezhep veya fırka savaşlarını meşru görmez. Din merkezli savaşın yegâne meşru türü, dışarıdan gelen açık ve kesin bir tehdidi veya fiili bir saldırıyı önlemeye çalışmak, nefs-i müdafaada bulunmaktır. Hz. Peygamber (sas)’in savaşlarının tümünü bu gerekçeye irca etmek mümkün. Bunun sebebini anlamak zor değil: İslam, hak kabul etmediği dinlere hukuki yaşama hakkı (meşruiyet) sağlamaktadır.

Hıristiyanların kendi aralarındaki savaşlarda rol oynayan sebep özde yani temel inanç konularıyla ilgilidir. Sünni-Şii mezhepler veya Sünni mezhep ve fırkalar arasındaki ihtilaflar savaş gerekçesi olamaz, zira söz konusu mezhep ve fırkalar arasındaki müşterekler “asgari” değil “azami”dir. Diğer dinler veya “heterodoksi” denen mezhep ve fırkalara ilişkin tutumda ise “asgari müşterekler” bir arada yaşamanın referansı olabilir. Bütün dinleri, mezhep ve inanç gruplarını kendi geniş kubbesi altında toplama kabiliyetine sahip İslamiyet referans alınmadığı, aksine siyasi ve askeri stratejilerin enstrümanı kullanıldığı, istismar edildiği için Müslümanların yarasına merhem olmuyor.

Batıl veya sapık da olsa bir din, mezheb veya fırkanın mensupları on binlerce, milyonlarca olabilir. Bir ülkede milyonlarca müntesibi olan ve bizce batıl olan bir fırkayı yok etmek mümkün mü? İslamiyet ölüm makinesi değildir, hayata hayat katan dindir.  İslam, belli bir hukuk içinde gayrımüslimlerin can ve mal güvenliklerini sağlar, onlarla sağlıklı iletişim kurar, temel hak ve özgürlüklerin çerçevesini çizer. İslam nazarında hangi batıl inançta olursa olsun, insan hidayet bulma potansiyeline sahiptir, bu yüzden kimsenin hidayet bulma hakkı, fırsatı elinden alınamaz. 21. yüzyılın ilk yıllarından başlamak üzere Müslümanlar arasındaki çatışmanın potansiyeli tarihimizden kaynaklansa bile, tetikçisi dış faktördür.

Dönemin ABD Dışişleri Bakanı Henry Kissinger, İran-Irak savaşı döneminde “Amacımız onları birbirine öldürtmekti ve amacımıza ulaştık.” demişti. Bugün de belirlenen amaç doğrultusunda olaylar Irak’tan Suriye’ye ve bölgenin tamamına yayılma istidadı göstermektedir. Bölgemiz üzerinde uygulanan strateji; ülkeler, mezhepler ve etnik gruplar arası çatışmalara dayanıyor. Şu var ki durup dururken potansiyeller harekete geçmez, dış faktör bunda önemli rol oynar. İkiz Kulelerin vurulmasından sonra yine Kissinger “Bundan sonra Müslümanlar birbirleriyle savaşacak.” diyordu. Kissinger’in dediği oluyor, Müslümanlar bilinçsizce birbirlerinin kanını döküyorlar. Üstelik bu savaşa sadece mezhep ve etnik çatışma değil, fırka ve cemaat arası farklılıkların yol açtığı çatışma biçimi de eklenmiş oldu.

Söz konusu kanlı savaş ve çatışmalar, adına “yaratıcı kaos” denen bir doktrine göre planlanıp yürütülmektedir. Kaosla, hem İslam dünyasının alternatif olma potansiyeli yok edilmek, hem küresel sistemin basit payandası haline getirilmek isteniyor. Doktrine göre toplum bileşenlerine ayrıştırılacak, her bir parça özerkleştirilecek, sonra mutlaklaştırılıp diğerleriyle çatıştırılacak. Mesela Sünni kendini mutlak hakikatin sahibi görecek, Şii ve Alevi’ye hak tanımayacak, Şii tarihi bir davanın peşine düşüp Ehl-i Beyt’in 1400 yıllık öcünü alacak, Kürt için kendi kavmi ve hakları dışında başka hiçbir değer önemli olmayacak, Türk ve Arap Kürt’ün hakkını tanımayacak.   Her cemaat necatı kendi anlayışına indirgeyecek, diğerlerini batılda görecek.

Bir toplum bu çerçevede parçalandı mı her türlü dış saldırı ve müdahaleye açık hale gelir. Uzun zamandır yumuşak güç, kültür ve politikalar eşliğinde yüceltilen açık toplum aslında bu amaca hizmet eder hale getirildi. Müslüman toplumlar kendilerine ait olmayan değerlere açık hale getirilince kolayca bileşenlerine ayrılıp çatışacak hale geldiler.

İran'ın Ankara Büyükelçisi Alireza Bikdeli, "Şundan emin olmalısınız ki dünyada hiç kimse Türkiye'yi İran kadar sevemez. Biz Türkiye'nin tarihte kendi canımız ve kültürümüzle aynı köklere dayalı olduğunu biliyoruz" dedi.


Bikdeli, Mersin Ticaret ve Sanayi Odası (MTSO) tarafından toplantı salonlarında düzenlenen "İran Ülke Tanıtım Toplantısı"nda yaptığı konuşmada, Mersin'deki misafirperverlikten dolayı çok mutlu olduğunu söyledi.

Anadolu Haber Ajansı'nın bildirdiğine göre Türkiye ile İran işbirliğinin çok önemli olduğunu ifade eden Bikdeli, şöyle konuştu:

"Son yıllarda uygulanan ambargolardan dolayı Türkiye'yi çok daha fazla ve yakından tanımaya mecbur kaldık. Bu da İran'a karşı uygulanan ambargoların bir kazanımıdır. Türkiye bizim ortağımızdır ve bundan da memnunuz. Kalıcı ortaklıklar derin tanımayla imkan bulurlar. Maalesef Müslüman ve Orta Doğu'daki ülkelerin ayrılması için yapılan çabalardan dolayı biz birbirimizi çok iyi tanıyamamışız. Bugün İran veya Türkiye'deki küçük çocuklar Amerika'daki ve Avrupa'daki oyun alanlarının ismini çok güzel biliyorlar ama deseniz ki Rab'bimizin gönderdiği 6 peygamberin mezarı İranda'dır bunların birinin ismini söyleyin veya Tarsus nerededir? Bunu bilemezler. Onlar işlerini çok iyi yapmışlardır. Biz işimizi iyi yapmamışızdır. Görevimizi iyi bir şekilde yapmamışızdır. Biz şuna inanıyoruz bu zaaf İran tarafından azar azar yok ediliyor."

 

"GÜÇLÜ TÜRKİYE'DEN YANAYIZ"

İran'ın güçlü Türkiye'den yana olduğunu ve güçlü Türkiye ile güçlü bir İran'ın bölgede çok güzel bir manzara oluşturacağını belirten Bikdeli, Türkiye ile İran'ın geleceğinin ortak olduğuna inandıklarını kaydetti.

"Kazanacaksak kesinlikle ikimiz de kazanmalıyız. Kaybedeceksek ikimiz de kaybederiz. Zengin olmak istiyorsak ikimizin de zengin olması lazım" diyen Bikdeli, "Şundan emin olmalısınız dünyada hiç kimse Türkiye'yi İran kadar sevemez. Biz Türkiye'yi tarihte kendi canımız ve kültürümüzle aynı köklere dayalı olduğunu biliyoruz. Biliyoruz ki işbirliklerimiz bizim varlığımızın garantisidir. Umarız bu garanti her gün daha büyür, daha güçlenir" dedi.

Bikdeli, 1 Ocak'tan itibaren Tercihli Ticaret Anlaşması'nın yürürlüğe konacağını ifade ederek,"Bu anlaşma sırf Türkiye ve İran için yapılmış bir anlaşmadır ve İran'ın yabancı bir ülke ile imzaladığı en büyük tercihli ticaret anlaşmasıdır. Tabiki içeriğindeki ürünler 300'den fazla değil daha azdır ama tabiki her şey ilk adımla başlar. Sizin istediğinizi de listeye eklemek için müzakereler başlanabilir. Bu şekilde daha çok ürünü listeye ekleyebiliriz" ifadelerini kullandı.

MTSO Yönetim Kurulu Başkanı Şerafettin Aşut da üretimin batıdan doğuya kaydığını, Türkiye ve İran'ın bu ekonomik büyümenin parçası olmak zorunda olduğunu kaydetti.