
کارگر
Şiilik tarihine kısa bir bakış
Şii dünyasının önde gelen isimlerinden birisi olan Ayetullah Cafer Subhani, Şii ekolü hakkında ortaya atılan şüpheleri bertaraf etmek için bir yazı kaleme aldı.
Üstat Cafer Subhani’nin hazırladığı eserde; Şiilik hakkındaki ilk bulguların henüz Peygamber Efendimiz hayatta iken ortaya çıktığını ve hatta bunun ilk temllerini atanın Allah Resulü’nün (saa) kendisi olduğunu dile getiren Ayetullah Cafer Subhani, Peygamber döneminde var olan ve onun vefatından sonra Ali taraftarları (Şiat un Ali) olarak anıldıkları ve bu gruba bağlı herkesin, Arap kökenli Adnan veya Kahtanoğullarından geldiğini yazdı.
Havza din ilimleri merkezi tarafından yayınlanan üstadın notlarını siz değerli okuyucularımızla paylaşıyoruz:
Şiilik Hakkında Oryantalistlerin Yorumu
Bazı Şarkiyatçılar, Şiiliğin kökeni tam olarak bilmediklerinden ötürü, bu ekolü bir İran fikir akımı olarak değerlendirmekte ve şöyle demektedirler;
“Bilindiği gibi İran toplumunda bir şahlık sistemi vardı ve İranlılar da İslam dinine geçtikten sonra bu monarşik yapıyı İslam üzerinde de uygulamaya başladılar. Sonuç olarak da Ali ve onun çocuklarını Peygamberin varisi olarak kabullendiler. Hal böyle olunca da; her imam, kendisinden önceki imamın varisi olarak addedildi ve hükümet bu ilke doğrultusunda bir sonraki imama devredildi.
Oryantalistlerin Bu Teorisine Cevap
Bu iddia o denli yersiz ve yetersizdir ki; onu, Şiiliğin ortaya çıkışı için bir delil olarak sunmak dahi abestir. Öncelikle nübüvvetin en yüksek makam olarak kabul gördüğü geçmiş ümmetlerde, bu ırsi geçiş sürecini çok net görmekteyiz ve Kuran-ı Kerim’de bu konuda şöyle buyurur;
أَمْ يَحْسُدُونَ النَّاسَ عَلَىٰ مَا آتَاهُمُ اللَّهُ مِنْ فَضْلِهِ ۖ فَقَدْ آتَيْنَا آلَ إِبْرَاهِيمَ الْكِتَابَ وَالْحِكْمَةَ وَآتَيْنَاهُمْ مُلْكًا عَظِيمً
“Yoksa insanlar, Peygamber (saa) ve ailesine Allah’ın lütfünden kendilerine verdiği nimet yüzünden onları kıskanıyorlar mı? Evet biz, İbrahim Ailesi’ne de kitabı ve hikmeti vermiş, onlara çok büyük bir mülk de lütfetmiştik.” (Nisa/54)
İbrahim (as) imamet makamına erdiği vakit, Allah’tan kendi nesline de imamet makamını vermesini istemiş ve Yüce Allah da onun isteğini, neslinden gelecek salih ve adil çocuklara verme şartıyla kabul etmiştir. Bakın Kuran bu olayı nasıl anlatıyor;
وَإِذِ ابْتَلَىٰ إِبْرَاهِيمَ رَبُّهُ بِكَلِمَاتٍ فَأَتَمَّهُنَّ ۖ قَالَ إِنِّي جَاعِلُكَ لِلنَّاسِ إِمَامًا ۖ قَالَ وَمِنْ ذُرِّيَّتِي ۖ قَالَ لَا يَنَالُ عَهْدِي الظَّالِمِينَ
“Hani Rabbi, İbrahim’i bazı kelimelerle imtihana çekmiş, o da onların hakkını vermişti de Rab şöyle demişti: “Seni insanlara önder yapacağım.” İbrahim, “Soyumdan birilerini de” deyince Allah: “Benim ahdim zalimlere ulaşmaz.” buyurdu.” (Bakara/124)
Peygamberlerin bütün vasileri de bu yönde tayin olagelmiştir. Hatta Arap putperest toplumlarında dahi kabile reisi öldükten sonra yerine yabancı birisi geçemez bilakis şeyhin oğlu onun yerini alırdı. Öyleyse şahlık gibi babadan oğla geçen yönetim şekli yalnızca İranlılara ait olmadığını görüyor ve diğer toplumlarda da bu sistemin kabul edildiğini biliyoruz. Eğer bu yönetim tarzı yüzünden İranlılar Şii olmuştur denilirse de; o zaman monarşinin hakim olduğu diğer toplumların da bu varsayıma göre Şii olması gerekmez miydi?
İkinci olarak, daha önce de denildiği gibi Şiilik Medine’de doğmuş ve Hz. Resul döneminde ilerlemiştir. Bu durum göz önüne alındığında ise henüz İranlıların İslam diniyle müşerref olmadıklarını görmekteyiz.
Emir ul Müminin Ali (as) halife olduğu zaman; Sözünden dönenler, Zalimler ve Haricilerle olmak üzere üç büyük savaş meydana gelmiştir ve Hz. Ali’nin (as) ordusunun genelini Hicaz ve Yemenli gerçek Araplar oluşturmaktaydı. Tarih şöyle der; Ali ordusunun bel kemiğini Kureyş, Evs ve Hazrec kabileleri oluşturmakta ve bunlara ilave olarak da Yemen illerinden; Mezhec, Hemdan, Tey, Kinde, Temim ve Muzir teşkil etmekteydi. Ali ordusunun tüm komutanları da Arap kabilelerinden olan; Ammar Yasir, Haşim Mirkal, Malik-i Eşter, İbn-i Suhan ve kardeşi Zeyd bin Suhan’dır.
Hz. Ali işte bu Arap ordusuyla Cemel, Sıffin ve Nehravan savaşlarını kazandı ve hiçbir zaman İranlılar bu savaşta öyle ahım şahım bir etkiye sahip olamadılar. Tüm bunlar bir yana Şiiliği yalnızca İranlılar kabul etmedi belki Araplar içerisinde oldukça yüksek oranda da kabul gördü.
Bu Düşüncenin Tersini Savunan Bazı Din Tarihçileri
Hollandalı Dozi gibi Şiiliğin bir İran düşünce akımı olduğunu iddia eden birkaç şarkiyatçı dışında, birçok oryantalist ‘Şiiliğin aslı Araplardandır’ demiş ve İran teorisini temelsiz bir varsayım olarak görmüşlerdir. Almanların ünlü Oryantalist ve din tarihçisi Julius Wellhausen şöyle der; Muaviye döneminde tüm Irak halkı ve özellikle de Kufeliler Şia ideolojisi üzerineydiler ve hatta belki de etraf kabile ve reisleri de bu akide ile yaşıyorlardı.
Bir diğer ünlü şarkiyatçı Macar Ignaz Goldziher de şöyle diyordu; yaptığımız en büyük hatalardan birisi de Şiiliği bir İran akımı olarak görmemizdir. Bu tarih boyunca yanlış algılana gelmiş bir düşüncenin sonucudur. Hâlbuki tüm Alevi hareketlenmeleri hepsi Arap topraklarında cereyan etmiştir.
Bir başka oryantalist İsveçli Adam Metz de bu konuyu şöyle değerlendiriyordu; Hiçbir zaman Şiiliği, İranlıların bölgedeki İslam hâkimiyetine bir tepki olarak ortaya çıkardığını söyleyemeyiz. Çünkü Mekke, Sana, Amman, Hicr ve Saada gibi birkaç büyük Arap Yarımadasında bulunan şehirler dışında tüm yarım ada şehirleri Şiilerle doluydu. O dönemde ise Kum şehri halkı dışında tüm İran Ehl-i Sünnet ekolü üzerineydi ve hatta İsfahan halkı Muaviye bin Ebu Süfyan konusunda o denli aşırılığa kaçmışlardı ki; halkın bir kısmı onu Nebi-i Mürsel yani gönderilmiş peygamber olarak kabul ediyordu.
Dozi’den daha fazla İslam tarihiyle alakalı olan bu şahsiyetlerin ortak tanısı; Şiiliğin bir İran akımı olmadığı ve bu varsayımı tamamen reddetmeleridir. Her ne kadar daha sonraları İranlılar Şiiliğe karşı alaka ve sempati besleseler de gerçek buydu. Öte yandan bu konuyla ilgili sevindirici bir gelişme de iki Mısırlı yazarın kaleminden yansıyordu.
Şiilikle tam olarak uyuşmayan bir düşünce adamı olan Mısırlı yazar Ahmed Emin şöyle diyordu; Ali taraftarlığı İranlılar henüz İslam dinine girmeden önce başlamıştır ama daha sonraları Şiilik İranlı unsurlarca kendine ayrı bir renk kazanmıştır.
Ahmed Emin’in ilk sözleri oldukça gerçekçi ama diğer sözü asılsızdır çünkü Şiiliğin yalnızca bir anlamı vardır o da; İslam’ın sunduğu gerçek dini kabullenip, Hz. Resul-i Ekrem’in (saa) tüm öğretilerini uymak demektir.
Şeyh Muhammed Ebu Zehra da şöyle der; İranlılar Şiiliği Araplardan öğrenmişlerdir ve öyleyse Şiiliğin İranlı olma gibi söylemi olmaz. Ehl-i Beyt’e bağlılıklarıyla tanınan alimler Emevi ve Abbasi zulmünden Fars ve Horasan’a hicret etmişlerdir. Şiilik bu topraklarda Emevi Devleti yıkılmadan önce Ali oğlu Zeyd’in (as) buraya sığınmasıyla İran’da yayılmaya başlamıştır.
Ayrıca nasıl olur da Şiiliğin İran menşeli bir ideoloji olduğu iddia edilebilir; Hâlbuki Buhari, Müslim, Tirmizi, İbn-i Mace, Nesai, Beyhaki ve Hakemi Nişaburi gibi Hicri birinci yüzyıldaki büyük Ehl-i Sünnet âlimlerinin hepsi İranlıdır.
Konuya biraz daha dikkatlice bakacak olursak, İranlıların Müslüman olduğu dönemde ve ondan sonraki asırlarda da Sünni ideoloji üzerine olduklarını, Şiiliğin ise ülke topraklarında dağınık bir şekilde yaşayan azınlıklar arasında yer edindiğini görebiliriz.
Aslına bakılacak olunursa İran’daki ilk Şii yayılımı Yemenli Şiilerin bu topraklara göç etmesiyle Kum ve Kaşan’da vuku bulur ve o da Hicri birinci yüzyılın sonlarına doğru gerçekleşir. Halbuki İslam dini Hicri 17. yy.de İran’a girer ve aradan geçen yıllar boyunca buraya yerleşen Arap Şiaları sayesinde İran’da iyiden iyiye yer edinir.
Öyleyse Arap dünyası içerisinde doğmuş olan Şiilik, daha sonra İslam alemine hiçbir değişime uğramadan o dönemlerde yayılmıştı.
Konumuzun en başında değindiğimiz gibi İmametin birbiri ardınca intikal etmesi bazı Batılı oryantalistler için Şiiliğin İran’dan menşe aldığı bahanesini ortaya çıkartmıştı. Halbuki Sünni hilafet tarihinde de Osman’ın bir suikast sonucu öldürülmesi ardından Hicri Yedinci yüzyıla kadar hilafet veraset şekline bürünmüştür. II. Muaviye’nin dünyadan göçetmesinden sonra hilafet Al-i Mervan’a geçti ve Hicri 132. yıla değin bu aile içerisinde döndü durdu. Abbasiler hükümete geldikten sonra da yine hilafet babadan oğla intikal etti bu da Hicri 656 senesine kadar Moğol Hülagu Han’ın gelişiyle son buldu. Osmanlıların hilafet anlayışı da Hicri dokuzuncu yüzyıldan ta Türkiye Cumhuriyeti’ne kadar bu şekilde cereyan etti. Öyleyse, İmametin babadan oğla geçişini bir İran akımı olarak değerlendiremeyiz. Eğer Şialar İmametin Ali (as) oğullarında devam etmesini savunduysalar bu Peygamber Efendimizin emirleri doğrultusunda gerçekleşmiştir.
İslam’dan Sonra İran İnsan Coğrafyası
Şiiliğin bir İran akımı olduğu ve İranlılar tarafından ortaya çıkartıldığını iddia edenler, Hicri onuncu yüzyıla kadar İran’ın mezhepsel tarihinden habersiz olan insanlardır. Safeviler dönemi öncesi İran içerisinde Kum, Kaşan, Rey ve Sebzevar dışında Şiilikle alakalı başka bir şehir bulunmamakla beraber İran’ın diğer tüm şehirleri Sünni ekol üzerine hareket ediyordu. Ama hicri dokuzuncu yüzyılın başlamasıyla birlikte bu topraklar üzerinde Şiilik de iyiden iyiye yayılmaya ve geniş kitlelere ulaşmaya başlamıştı. Şimdi burada Mukaddesi’nin eseri olan “Ahsen ul Takasim” adlı o dönemin İran İnsan coğrafyasını hicri 375 yılında resmetmiş kitabını inceleyeceğiz.
Horasan topraklarına Mu’tezile ve Şialar olmasına rağmen Şafiilerden oluşan Şaş harç genellikle Ebu Hanife’nin ashabı hakimdir. Erdebil halkı ve İran’ın dağlık batı bölgeleri Hanefi mezhebine bağlıdır. Ama Rey şehrinde birçok mezhep mensubu bulunmaktadır ve bunların genelini yine Hanefiler teşkil etmekle beraber Hanbelilerin de sayı azımsanmayacak derecede çoktur. Kumlular Şiadır ve Kermanşah ahalisi Süfyan-i Servi taraftarlarıdır. Huzistan bölgesi değişik mezhepleri barındırır. Ahvaz ve Ramhürmüz Hanbelidir ama Ahvaz’ın yarısına yakını Şiadır aynı zamanda Hanefi ve Maliki de bir hayli vardır bu bölgelerde. Fars eyaletinin çoğu Hadis ehli ve Muaviye yanlılarıdır. Multan halkı Şiadır ve ezanlarında “Hayyi a’la hayril amel” derler ve bunu ikamede de tekrar ederler ama Multan’ın kasabalarında Hanefi mezhebi fakihleri çoktur.
Ünlü Seyyah İbn-i Battuta şöyle yazar:
“Olcaytu Hüdabende, Irak padişahıydı ve Rafizilerden İbn ul Mutahher (Allame Hilli) adında bir fakih onunla sıkı bir dostluk kurmuş ve ardından Hüdabende İslam dinine geçip Moğol ordusunu da Müslüman yapmıştır. Rafizi mezhebine bağlı olan bu bilge, Şiiliği Hüdabende’ye oldukça hoş tanıtmış ve bu nedenden ötürü de Olcaytu, halkı Şii mezhebine yöneltmiştir. Şii mezhebine tabi olunma emrini verdiği şehirlerden bir çoğu bunu kabul ederken yalnızca Bağdat ahalisi buna itiraz etmiş ve şehir merkezinde bir araya toplanıp Hüdabende’yi protesto edip “Ne bunu duyarız ne de itaat ederiz” diyerek şehre gelen elçiyi tehdit etmişlerdir. Bunun aynısı daha sonra Şiraz ve İsfahan halkı da yapmıştır. Kadı Ayaz “Tertib ul Medarik” adlı eserin önsözünde Maliki mezhebinin yayılmasını şöyle anlatmaktadır; İmam Malik’in mezhebi Horasan ve Irak ötelerine Yayha bin Yahya-i Temimi ve birkaç kişi tarafından yayılmıştır. Bunun ardından uzun yıllar bu bölge imamları Maliki mezhebi fıkhınca fetvalar vermişlerdir. Daha sonraları Gazvin başta olmak üzere İran’ın dağlık bölgeleri sayılan Hamedan ve Kermanşah’ta Kürt nüfusunun etkisi ile bu mezhep iyice yayıldı ama bunun yanı sıra Ebu Hanife ve İmam Şafii’nin mezhebi de oldukça fazlaydı.”
Meşhur Doğu bilimci Carl Brockelmann şöyle der;
“Şah İsmail-i Safevi Tebriz’i ele geçirdiğinde, bu şehrin nüfusu üç yüz bin civarında ve bu halkın üçte biri Şia geri kalanları da Sünni’ydi.”
Tarihçilerin bir araştırma özeti olarak sunduğumuz bu cümlelerin özü; Hicri dokuzuncu yüzyıla kadar İranlılar üzerinde hâkim olan mezhebin Ehl-i Sünnet olduğu ve Safeviler dönemi ve sonrası Şia mezhebinin yayıldığıdır.
İbn-i Esir “el Kamil fit Tarih” kitabında şöyle yazar;
“Sultan Mahmud babasının aksine hareket edip, Hz. Ali bin Musa er-Rıza’nın (as) türbesini tamir ettirdi hâlbuki o türbeyi yıkan babasıydı. Tus halkı da; o hazreti her ziyaret etmek isteyene eziyetler çektirmekteydiler. Sultan Mahmud’un babasının aksine hareket etmesinin sebebi de; rüyasında Emiru’l Müminin Ali’yi (as) görmesi ve ona; Bu durum daha ne zamana kadar devam edecek? demesiydi.”
ehlader
Dünyanın en büyük kutsal yolculuğu geliyor ve bunu hiç duymadınız
Bahsettiğimiz İslam’daki Hac veya Hinduların Kumbh Mela’sı değil. Erbain olarak bilinen bu kutsal yolculuk, dünyanın en kalabalık buluşmasıdır ve siz muhtemelen bunu hiç duymadınız! Katılım, Mekke’ye gidenlerin sayısını (beş kat) aştığı gibi, Kumbh Mela’ya katılımdan da fazladır, zira bu ikincisi, sadece üç yılda bir düzenlenmektedir.
Bahsettiğimiz İslam’daki Hac ve ya Hinduların Kumbh Mela’sı değil… Erbain olarak bilinen bu kutsal yolculuk, dünyanın en kalabalık buluşmasıdır ve siz muhtemelen bunu hiç duymadınız! Katılım, Mekke’ye gidenlerin sayısını (beş kat) aştığı gibi, Kumbh Mela’ya katılımdan da fazladır, zira bu ikincisi, sadece üç yılda bir düzenlenmektedir. Kısacası, Erbain yeryüzündeki bütün toplanmaları gölgede bırakmaktadır ve katılım geçen yıl yirmi milyona ulaşmıştır. Bu, Irak’ın bütün nüfusunun %60’ına tekabül etmektedir ve yıldan yıla da büyümektedir.
Her şeyden önce Erbain, arka planda kaotik ve tehlikeli jeopolitik sahneler yaşanırken gerçekleştiği için özgündür. Daiş (nam-ı diğer ‘İslam Devleti’) Şiileri ölümcül düşmanları olarak görmektedir, bu yüzden bu terör grubunu, Şii ziyaretçileri en büyük inanç gösterileri için bir araya gelirken görmekten daha fazla çileden çıkaran bir şey yoktur.
Erbain’in başka bir sıradışı özelliği daha bulunuyor. Bu, özel olarak Şiilere ait bir manevi pratik olsa da, Sünniler, hatta Hristiyanlar, Ezidiler, Zerdüştçüler ve Sabiiler de hem bu ziyarete katılıyor, hem de katılan dindarlara hizmet ediyor. Dini ritüellerin münhasır nitelikleri düşünüldüğünde bu, dikkate şayan bir durumdur ve yalnızca bir anlama gelebilir: derilerinin renginden ve inançlarından bağımsız olarak insanlar, İmam Hüseyin’i evrensel, sınırlar üstü ve din ötesi bir özgürlük ve merhamet sembolü olarak görmektedirler.
Bunu hiçbir zaman duymamış olmanız muhtemelen, İslam söz konusu olduğunda basının, pozitif, esin verici anlatılardan ziyade negatif, kanlı ve sansasyonel tabloid haberleriyle ilgilenmesinden kaynaklıdır. Eğer Londra’da birkaç yüz kişi göçmenlere karşı yürürse bu manşet olur. Hong Kong’daki bir demokrasi yürüyüşü veya Rusya’daki Putin karşıtı bir yürüyüş de aynı ilgiyi görür. Fakat yirmi milyon insanın teröre ve adaletsizliğe meydan okuması, televizyonlarda altyazı başlık olarak bile geçmez! Hikayenin, katılım sayıları, siyasi anlam, devrimci mesaj, gergin arka plan ve özgünlük gibi, gözleri üzerine çekecek bütün özelliklere sahip olmasına rağmen, bu dev olay üzerine adı konulmamış bir medya ambargosu uygulanır. Fakat böyle bir hikaye büyük haber kuruluşlarının yayıncılarınn sınırlamalarından kurtulabilirse, şok dalgaları yaratacak ve sıradan insanların pek çoğuna dokunacaktır.
Bundan esinlenen sayısız kişiden biri, birkaç yıl önce tanıştığım, sonradan Müslüman olmuş bir Avustralyalı adamdı. Elbette kimse, hayatını değiştiren böyle bir kararı kolay almaz, bu yüzden, sorduğumda bana söylediğine göre her şey, 2003 yılında başlamış. Bir akşam haberleri izlerken, milyonlarca kişinin Kerbela diye bilinen kutsal şehre, o güne kadar adını hiç duymadığı “Hüseyin”in adını söyleyerek yürüme sahnelerini görmüş. O gün, on yıllardan beri ilk kez, küresel düzeyde televizyonlara yansıylan bir olay karşısında dünya, bir anlığına da olsa, Irak’ta daha önce ortadan kaldırılan dini ateşi görmüştü.
Sünni Baasçı rejim devrildiği zaman Batılı gözlemciler, Iraklıların diktatörlük baskısından özgürleşmiş yeni bir döneme nasıl yanıt vereceklerini görme konusunda çok şevkliydi. ‘Korku Cumhuriyeti’ dağılmıştı ve cin, geri dönüşsüz bir şekilde şişeden çıkmıştı. Bahsettiğim kişi, kendi kendisine, “Kerbela neresi, neden bütün bu insanlar bu yönde yürüyor?” diye sorduğunu hatırlıyor. “İnsanların kendi farklılıklarını bir tarafa bırakıp, on dört asır sonra kendi ölümünü anlamaya motive eden bu Hüseyin kim?”
Bu 60 saniyelik haberde tanık olduğu şey, özellikle hareketti, zira görüntü, o güne kadar gördüğü hiçbir şeye benzemiyordu. Güçlü bir bağlılık duygusu, insan olan ziyaretçileri, Hüseyin’in direnç gösterilemez manyetik alanı olarak tarif edilebilecek şeye yaklaştıkça birbirilerini de çeken demir tozuna dönüştürmüştü. “Eğer canlı, nefes alan, yaşayan bir din görmek istiyorsanız, Kerbela’ya gelin” diyordu.
Nasıl olur da 1396 yıl önce öldürülmüş bir insan bu kadar canlı olur ve milyonları onun davasını taşımaya ve sözünü kendi sözleri olarak görmeye yönelten bu denli somut bir varlığa sahip olur? İnsanlar, bir meselede kişisel bir çıkara sahip olmadıkları müddetçe genellikle bir ihtilafa sürüklenmezler (bu, eski zamanlarda olduğundan daha da enderdir). Öte yandan, eğer birilerinin sizin özgürlük hakkınız, adaletle muamele edilme hakkınız, onurlu bir yaşam hakkınız için mücadeleye giriştiğini hissederseniz, bunda bir çıkarınız olduğunu hisseder ve onunla empati kurarsınız. Öyle ki, onun inançlarını benimsemeniz çok da uzak bir ihtimal olmaz.
En büyük trajedi
Hazreti Muhammed’in torunu Hüseyin, Müslümanlar tarafından “Şehitlerin Efendisi” sıfatıyla saygı görür. Hüseyin, Aşura Günü olarak bilinen, İslami takvimdeki Muharrem ayının onuncu gününde, yozlaşmış ve zalim halife Yezid’e biat etmeyi reddettiği için Kerbela’da şehid edilmişti.
O, ailesi ve yoldaşları, çölde 30 bin kişilik bir ordu tarafından kuşatılmış, aç ve susuz bırakılmış, arkasından da en korkunç şekilde başları kesilmiştir ki bu, katledilmesinden bu yana her yıl onun takipçileri tarafından anlatılan canlı bir hikayedir. Naaşları dahi çiğnenmiştir. İngiliz tarihçi Edward Gibbon’ın sözleriyle: “Hüseyin’in, uzak bir çağda ve ortamda gerçekleşen trajik ölüm sahnesi, en soğuk okuyucunun bile duygularını hareketlendirecektir.”
O günden beri Şii Müslümanlar Hüseyin’in yasını tutarlar ve bunu özellikle Aşura Günü ile, kırk gün sonrasına denk gelen Erbain gününde yaparlar. Kırk gün, pek çok Müslüman geleneğindeki alışılagelmiş yas süresidir. Bu yıl Erbain, 12 Aralık Cuma gününe denk düşmektedir.
Uzun seyahat
Bu şehrin neden insanları bu denli kendilerinden geçirdiğini keşfetmek için, atalarımın yurdu olan Kerbela’ya seyahat ettim. Tanık olduğum şey bana, en geniş açılı kamera merceğinin bile, bu fırtınalı, ancak barışçıl buluşmanın ruhunu çekmek için fazla dar olduğunu kanıtladı.
Erkekler, kadınlar, çocuklar, ama en görünür şekilde siyah örtülü kadınlardan oluşan bir insan çığı, ufkun bir ucundan diğerine kadar gözleri dolduruyordu. Kalabalıklar o denli devasa idi ki, yüzlerce mil uzunluğunda bir tıkanmaya yol açmışlardı.
Güneydeki liman şehri Basra ile Kerbela arasındaki 425 millik mesafe, arabayla uzun bir yolculuk anlamına geliyor, yürüyerek gidildiğinde ise tahayyül edilemeycek kadar zorlu bir yolculuk oluyor. Ziyaretçilerin yolu bütünüyle kat etmesi, tam iki hafta sürüyor. Her yaştan insanlar, gün boyunca kavurucu güneşin altında, geceleri ise kemikleri donduran bir soğukta güçlükle yürüyor. Sapa ve düzensiz yollardan, teröristlerin kalelerinden ve tehlikeli bataklık bölgelerinden geçiyor. Ziyaretçiler, en temel imkanlar veya seyahat giysilerinden bile yoksun şekilde, efendileri Hüseyin için taşıdıkları yanan aşk dışında yanlarında pek bir şey taşımıyor. Bayraklar ve sancaklar, onlara ve dünyaya, yolculuklarının amacını hatırlatıyor:
Ey nefs, sen Hüseyin olmadan değersizsin.
Benim yaşamım ve ölümüm bir ve aynıdır,
İsterlerse bana deli desinler!
Bu mesaj, kendisi de M.S 680 yılında gerçekleşen Kerbela çatışmasında dili damağı kurumuş yeğenlerine su götürmeye çalışırken öldürülen, Hüseyin’in üvey kardeşi ve güvendiği yardımcısı Abbas tarafından anlatılan bir menkıbeyi hatırlatıyor. Irak’ı dünyada bir numaralı başlık hale getiren mahvolmuş güvenlik koşullarında, bu sözlerin her anlamda gerçek olduğundan hiç kimse şüphe etmiyor.
Bedava öğlen yemeği… ve akşam yemeği, ve kahvaltı!
Kutsal yolculuğun, her ziyaretçiyi şaşkın halde bırakacak bir parçası, ziyaretçilerin yolunun yakınlarında yaşayan köylüler tarafından kurulan derme çatma mutfaklara sahip binlerce çadırın görüntüsüdür. “Mavkib” adı verilen çadırlar, hacıların ihtiyaç duydukları her şeyi pratik olarak edilebildikleri yerler. Yenilecek taze yemeklerden dinlenilecek bir alana, kaygılı yakınları rahatlatmak için yapılan uluslararası telefon görüşmelerinden bebek bezlerine ve bütün öteki ihtiyaçlara kadar her şey bedava. Aslında ziyaretçiler, 400 millik yolculukta, giydikleri elbiseler dışında herhangi bir şey götürmeye ihtiyaç duymuyorlar.
Daha da ilgi çeken bir şey, ziyaretçilerin yemeye-içmeye nasıl davet edildiği. Mavkib organizatörleri, ziyaretçilerin yoluna çıkarak onlardan, çoğu zaman krallara layık bir hizmetler bütününü içeren sunularını kabul etmelerini rica ediyor: ilk olarak ayak masajı yaptırabiliyorsunuz, arkasından size harika bir sıcak yemek sunuluyor, daha sonra ise size dinlenme teklifi sunuluyor ve bu esnada kıyafetleriniz yıkanıp ütüleniyor ve kısa bir uyku sonrasında size geri getiriliyor. Elbette bütün bunlar, ücretsiz.
Belli bir perspektif edinmek için, şunu düşünün: Haiti depremi sonrasında, dünya çapında duyulan sempati ve verilen destekle birlikte, BM Dünya Gıda Programı, yardım çabalarının zirve noktasında yarım milyon yemek gönderildiğini duyurmuştu… Amerika Birleşik Devletleri ordusu, Birleşik Yanıt Operasyonu’nu başlatıp, çeşitli federal teşkilatlardan devasa kaynakları bir araya getirmiş ve insani felaketi izleyen beş ay içinde, Haitililere 4.9 milyon yemek gönderildiğini duyurmuştu. Şimdi bunu, Erbain sırasında verilen günlük 50 milyondan fazla yemekle karşılaştırın: bu, ziyaret süresi boyunca yaklaşık 700 milyon yemeğe denk düşmektedir ve bu, Birleşmiş Milletler veya uluslararası vakıflar tarafından değil, kutsal ziyarete gelenlere yemek vermeyi çok arzulayan ve onları tatmin etmek için bütün yıl boyunca para biriktiren yoksul işçiler ve çiftçiler tarafından finanse edilmektedir. Güvenlik de dahil olmak üzere her şey, ağırlıklı olarak gönüllüler tarafından sağlanmaktadır; gönüllü savaşçıların bir gözü Daiş’te, diğer gözü ziyaretçilerin yolunu korumadadır. Bir Mavkib örgütçüsü, “İslam’ın ne öğrettiğini anlamak için, birkaç yüz barbar teröristin eylemlerine değil, milyonlarca Erbain ziyaretçisinin gösterdiği karşılıksız fedakarlıklara bakın” diyor.
Aslında Erbain, birkaç farklı kategoriden Guinness Rekorlar Kitabı’na girmelidir: en büyük yıllık buluşma, en uzun daimi yemek masası, bedavaya beslenen en çok insan sayısı, intihar bombacılarının yakın tehdidi altında, tek bir etkinlik için hizmet eden en çok sayıda gönüllü.
Eşsiz bağlılık
Sadece kalabalıklara bakmak bile insanın nefesini kesiyor. Bu manzaraya eklenen bir şey, güvenlik koşulları kötüleşirken, insanların terörist tehditlere meydan okumaya daha da fazla motive olması ve gözdağı verircesine yürümesi. Bu sebeple bu kutsal yolculuk, sadece dini bir ritüel değil, aynı zamanda cesur bir direniş beyanıdır. Bir intihar bombacısının ziyaretçilerin orta yerinde kendini patlattığını, fakat kalabalıkların daha da büyüyerek hep birlikte şunu haykırdığı, online olarak yayınlanmış videolar var:
Ellerimizi ve ayaklarımızı da kesseler,
Emekleyerek Kutsal Topraklar’a varacağız!
Geçen yıl gerçekleşen, ağırlıklı olarak Şii ziyaretçileri hedef alan ve sayısız cana mal olan korkunç bombalı saldırılar, Irak’ta yaşayan Şiilerin karşı karşıya olduğu tehditleri ve ülkenin başına bela olmaya devam eden güvenlik boşluğunu ortaya koyuyor. Ancak yakın ölüm tehdidi, genç ve yaşlı, Iraklı ve yabancı insanları, kutsal şehre yapılan tehlikeli yolculuktan caydırmıyor.
Dışarıdan bakan biri için, bu ziyarete katılanlara esin veren şeyin ne olduğunu anlamak zordur. Kucaklarında çocuklarını taşıyan kadınlar, tekerlekli sandalyede yaşlı adamlar, koltuk değnekli insanlar ve bastonlu kör yaşlılar görüyorsunuz. Ben, özürlü çocuğuyla birlikte Basra’dan gelen bir babayla tanıştım. 12 yaşındaki çocuk beyin felci geçirmişti ve desteksiz yürüyemiyordu. Bu yüzden yolculuğun bir kısmında adam çocuğunun ayağını kendi ayağının üstüne koymuş ve onu koltuğunun altına alarak yürümüştü. Bu, Oscar’lı filmlere senaryo olacak türden bir hikayedir, fakat öyle görünüyor ki Hollywood, süper güçleri cesaret ve bağlılıkları olan gerçek hayattaki kahramanlardan ziyade, komik kahramanlara daha fazla ilgi gösteriyor.
Hüseyin’in altın kubbesi
İmam Hüseyin’in ve kardeşi Abbas’ın türbesini ziyaret edenlerin tek motivasyonu duygular değildir. Onlar, İmam Hüseyin’in vahşice öldürülmesini hatırlayarak ağlarken, onun ideallerine bağlılıklarını da bir kez daha ortaya koymuş oluyorlar.
Türbeye gelenlerin ilk yaptıkları şey, Hüseyin’in statüsünü özetleyen kutsal bir metin olan Ziyara’yı okumak oluyor. Bu metinde ilk olarak İmam Hüseyin’i, Hazreti Adem, Hazreti Nuh, Hazreti İbrahim, Hazreti Musa ve Hazreti İsa’nın “mirasçısı” olarak anıyorlar. Bu, İmam Hüseyin’in hakikat, adalet ve mazlum sevgisi mesajının, bütün ilahi olarak seçilmiş peygamberlerin ayrılmaz bir parçası olarak görüldüğünü gösteriyor.
İnsanlar Kerbela’ya, şehrin hurma ağaçlarıyla dolu manzarasını izlemek veya türbenin fiziksel güzelliğine hayran kalmak, yahut alışveriş yapmak, eğlenmek veya eski tarihi mekanları ziyaret etmek için gitmiyor. Ağlamak için gidiyor. Yas tutmak ve İmam Hüseyin’in meleklere özgü ruhunu deneyimlemek için gidiyorlar. Kutsal türbeye, ağlayarak ve bugüne kadar görülmüş en büyük fedakarlık eylemi için ağıt yakarak giriyorlar.
Manzara adeta oradaki herkes, aslında hiç görmedikleri insanla kişisel bir ilişki kurmuş gibi. Onunla konuşuyor ve onun adını haykırıyorlar; mezar sandukasına sarılıyorlar; türbeye giden yeri öpüyorlar; türbenin duvarlarına ve kapılarına, bir insanın uzun süredir kaybetmiş olduğu bir arkadaşının yüzüne dokunduğu gibi dokunuyorlar. Destansı boyutlarda, pitoresk bir manzara bu. İnsanları motive eden şey, İmam Hüseyin’in karakterini ve statüsünü ve onu tanımaya gelen insanların onun yaşayan efsanesiyle geliştirdikleri manevi ilişkiyi anlamayı gerektiriyor.
Eğer dünya İmam Hüseyin’i, onun mesajını ve onun fedakarlığını anlasaydı, Daiş’in kadim kökenlerini, onun ölüm ve yıkım amentüsünü anlamaya başlarlardı. İnsanlık yüzyıllar önce Kerbela’da, Hüseyin ve beraberindekilerin öldürülmesinde somutlanmış olan duygusuz canavarlıkların doğuşuna tanıklık etti. Bu olay, parlayan mutlak ışıkla simsiyah karanlığın karşı karşıya gelmesi, kötülüğe karşı erdemin kendisini göstermesiydi ki bu erdem, bugün Hüseyin’in ruhunu temsil etmektedir. Onun varlığı, onların yaşamlarının her bir unsuruna doğuştan yerleşmiştir. Onun efsanesi, daha iyiye doğru değişimi teşvik etmekte, bunu esinlemekte ve bunu savunmaktadır ve hiçbir medya karartması onun ışığını söndüremez.
“Kim bu Hüseyin”? Onun yüz milyonlarca takipçisi için, insanların bir dini bırakıp başka bir dini seçmesine yol açabilecek bu derin soru, yalnızca Hüseyin’in türbesine yürüyerek gittiğiniz zaman cevaplanabilir.
Seyid Muhammed el-Müderrisi / Huffington Post
medyasafak
Amerikan İslamı ve İngiliz Şiiliği
İmam Humeyni (r.a) buyurduğu gibi, “Öz Muhammedi İslam’ın karşısına Amerikan İslam’ını çıkardılar”. Şimdi de Ali Şiiliğinin karşısında İngiliz Şiiliği piyasaya sürülüyor, hem de Hüseyin adıyla, Kerbela adıyla, Aşura adıyla.
Bismi rabbişşüheda ves-sıddıkin
Hüseyni kıyamın, Aşura kahramanlığının Erbainini yaşadığımız bu günlerde dünya zalimleri karşısında en büyük dik duruş ve uyanış yürüyüşü olan Erbain yürüyüşü dünyanın en önemli matem ve anma merasimidir. Dünyada eşi benzeri olmayan bu Erbain yürüyüşü cahilleri cehaletten kurtarıcı ve delalette olanları hidayet edici mesajlar taşımaktadır. Bu evrensel hareketin gerçek hedefinden saptırılmasına izin verilmemelidir.
İmam Hüseyin’in (a.s.) Erbain ziyaretinde şöyle geçmektedir:
“O da halka hücceti tamamladı ve ümmete mazeret bırakmadı, yumuşaklıkla nasihat etti ve kullarını cehaletten ve dalalet şaşkınlığından kurtarmak için senin yolunda kanını akıttı.”
Bütün ezadarlıklar, matem meclisleri, sinezenler Allah’ın kullarını cehaletten ve delaletten kurtarmak için yapılırsa İmam Hüseyin’in (a.s) Kerbela’daki çağrısına “Lebbeyk” denilmiş olur ve zamanın İmam’ı Hz.Mehdi’ye (a.f) biat edilmiş olur.
Müslümanlardan bazıları İmam Hüseyin’e (a.s) söyle dediler: “Biz biliyoruz sen haklısın ama bizim gelmemiz senin zafer kazanmanda etkili olacaksa geliriz aksi takdirde biz gelmiyoruz, başarı olmayacak bir savaşa katılıp ölmek istemiyoruz.”
Hatta İmam’a nasihat ediyorlardı; sen de katılma, sonucu belli bir kıyama kalkmak akıl ile bağdaşmaz” diyorlardı. Yani İmam Hüseyin’i (a.s) yanlız bırakanların hepsi İmam’ı haksız görenler değillerdi.
Erbain Hüseyni kıyamın en önemli aşamalarındandır; kıyamın kemale ulaşması Aşura esirleri kafilesinin diyar diyar Aşura’nın mesajını iletmesiyle gerçekleşmişti.
Aşura ve Erbaini matem ve yastan iberet bilmek büyük bir gaflet ve kıyamın mesajını eksik anlamak demektir. Günümüzde Erbain, Aşura kıyamının aynası olmalıdır.
İmam Humeyni (r.a) buyuruyordu ; “Niceleri vardır ki İslam’ın zahmetsiz ve zararsız emirlerini yerine getirirler ama canlarına, mallarına zarar verecek fedakarlık gerektiren işleri yapmaktan kaçınırlar”.
Bazıları da kendilerine kolay Şiilik oluşturmuşlar; namaz kıl, oruç tut, Muharrem’de matem meclisleri düzenle, ağla, başa kama vur, cennetliksin başka birşey yok. Menfaatları olduğu müddetce ezadarlık yaparlar, çıkarları tehlikeye düşünce bundan da kaçarlar.
Kama vurup kanlarını dökerler ama kanlarını İmam Hüseyin yolunda dökmeye hazır olmazlar, zalime karşı sesleri çıkmaz, tağutlara karşı direnişe yanaşmazlar.
Ezadarlık ve matem meclisleri sürdürülmelidir, her yıl bir öncekinden daha görkemli ve daha yaygın şekilde düzenlenmelidir. Ama ezadarlık, Zeynebi hürriyeti/Azadlığı gölgede bırakmamalıdır.
Tağuti rejimlerin yaptıkları zülüm, yaygınlaştırdıkları ahlaki fesad, hakim kıldıkları ekonomik sömürü, dini hükümleri ayaklar altına almaları karşısında sessiz kalınmamalıdır.
İmam Hüseyn’e (a.s) göz yaşı dökülmelidir, bu gözyaşları sel olup tağuti rejimleri boğmalıdır, bu göz yaşları okyanus olup kurtuluş gemisini harekete geçirmelidir.
Aşura ve Erbain merasimleri, yürüyüşleri İslam düşmanlarının kalbine korku salmalıdır.
Emperyalistler ve içimizdeki uzantıları tağuti rejimlere bir sorun oluşturmayacak, onlara karşı mücadele etmeyecek ılımlı bir Şiilik oluşturma peşindeler işte bu İngiliz Şiiliğidir.
Son zamanlarda, yıllar önce senaryosunu yazdıkları oyunu sahneliyorlar; medya ve kapı kulu alimler aracılığıyla İngiliz Şiiliğini yaygınlaştırıyorlar.
İmam Humeyni (r.a) buyurduğu gibi, “Öz Muhammedi İslam’ın karşısına Amerikan İslam’ını çıkardılar”. Şimdi de Ali Şiiliğinin karşısında İngiliz Şiiliği piyasaya sürülüyor, hem de Hüseyin adıyla, Kerbela adıyla, Aşura adıyla.
Ümmet arasında “Öz Muhammedi İslam’ın” karşısına Amerikan İslam’ını yayan Vahabilik, tekfircilik ve radikalizmini çıkaranlar, Ali Şiiliğinin karşısında da İngiliz Şiiliğini yayan Gulatları çıkarmaya çalışıyorlar.
Kerbela ve Aşura insanları tağutlara karşı dik duruşa, zülme karşı uyanışa ve direnişe sevketmiyorsa bu İngiliz Şiiliğidir.
Filistin’in mazlum halkının yanında yer alıp Siyonistlere karşı mücadele edecekleri yerde Irak ve Suriye’de terör yapanlar, baş kesenler, müslümanların namuslarını ayaklar altına alanlar Amerikan İslam’ına hizmet ediyorlar. Amerikan İslam’ına hizmet edenler sadece Şiilere değil Sünnilere ve topyekun İslam’a darbe vurmaktadırlar.
Tağuti rejimlerin zülümlerine karşı direniş gösterecekleri yerde müslüman kardeşlerine hakaret ve saldırıda bulunan Gulatlar, İngiliz Şiiliğine hizmet etmektedirler. İngiliz Şiiliğine hizmet eden bu gafiller sadece Sünnilere değil, Şiilere, Şii dini mercilere de saldırarak İslam’a darbe vurmaktadırlar.
Peygamber varisi alimler, basiretli aydınlar ve İmam Hüseyin (a.s) aşığı müminler bu tehlikelere dikkat etmelidirler. Hüseyni kıyamdan düşmanı tanıma dersini iyi okumalıdırlar. Aziz İslam ümmetini bu gibi hilelerden ve oyunlardan haberdar etmelidirler.
Zamanın sahibi Hz.Mehdi’nin (a.s) hakikatleri ortaya çıkarıp adaleti hakim kılacağı günü hep birlikte görmek ümidiyle….
Sabahattin Türkyılmaz
Teröre karşı işbirliği, Suriye konusunda görüş ayrılığı devam ediyor
İran Dışişleri Bakanı Muhammed Cevad Zarif, Tahran’ı ziyaret eden Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’na Suriye halkının kendi geleceğini kendisinin belirlemesi gerektiğini söyledi.
İrna haber ajansının haberine göre İran’a bir günlük resmi bir ziyaret gerçekleştiren Türkiye Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, İranlı yetkililerle ikili ilişkiler ve bölgesel konularda görüş alışverişinde bulundu.
İran Dışişleri Bakanı Muhammed Cevad Zarif, görüşme ile ilgili yaptığı açıklamasında Türkiye ile İran arasında tüm alanlarda geniş kapsamlı bir ilişki bulunduğunu belirterek ikili işbirliğinin sürmesinin bölgedeki güvenlik ve istikrara da katkı sağladığını söyledi.
Türkiye ile birçok konuda görüş birliği içinde olduklarını, bazı konularda görüş farklılıklarının olmasının da doğal olduğunu belirten Cevad Zarif, görüş farklılıklarının diyalog ve işbirliği ile ortadan kaldırılabileceğini söyledi ve “ortak düşman; bölgedeki aşırılıklar, terörizm ve taifeciliktir” dedi.
Türkiye ve İran arasındaki en önemli görüş ayrılıklarından birini oluşturan Suriye konusuna da değinen Zarif, “Suriye halkı yabancı herhangi bir ülkenin müdahalesi olmadan kendi kaderi konusunda kendisi karar vermelidir. İran İslam Cumhuriyeti bu konudaki bakış açısını 4 maddelik çözüm planı ile ortaya koymuştur” dedi.
Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu da IŞİD’in tüm bölge için bir tehdit olduğu belirterek Türkiye ve İran’ın teröre karşı işbirliği içinde olduğunu vurguladı.
Ajanslar
İran’dan düşmanlarına uyarı
İran İslam İnkılabı Muhafızlar Ordusu İkinci Komutanı General Hüseyin Selami, düşmanları, İran İslam Cumhuriyeti’ne yönelik olası girişimleri konusunda uyardı.
Selami, Bugün İran’ın Batısında yer alan Senendeç’te üniversite ve dini medreselerin birliği yıldönümü münasebetiyle düzenlenen bir merasimde yaptığı açıklamada, İran’ın füze yapımında dünyanın üstün ülkelerinden biri sayıldığını ifade ederek, sesten hızlı füzelerle, düşmanların uçak gemilerini vurmanın çok kolay olduğunu belirtti.
Bütün yaptırımlar ve ekonomik baskılara rağmen İslami İran’ın İslam mektebi ve maneviyat sayesinde üniversite ve havza ortamında muhtelif bilimsel alanlarda önemli ilerleme ve başarılara imza attığını söyleyen İslam İnkılabı Muhafızlar Ordusu İkinci Komutanı General Hüseyin Selami, bugün Müslümanların İslam İnkılabı’ndan esinlenerek, Batı’nın sömürgeci politikaları karşısında durduğunu belirtti.
General Selami Senendeç’te muhabirlere verdiği demecinde de Irak ve Suriye ordu ve halk birliklerinin IŞİD’le mücadelesine değinerek, birkaç ay zarfında, bu ülkelerde IŞİD’in işinin bitirileceğini belirtti.
irib
YORUMLAR
YORUM YAPMAYA NE DERSİNİZ
Name (required)
Mail (will not be published) (required)
Website
Çavuşoğlu Tahran’da
Türkiye Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu resmi ziyaret için Tahran’a geldi.
Mehr Haber Ajansı’nın haberine göre, Türkiye Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu İranlı mevkidaşı Muhammed Cevad Zarif’in daveti üzerine 17 Aralık Çarşamba günü İran’a resmi bir ziyaret gerçekleştirecek.
Çavuşoğlu’nun İran ziyareti sırasında dışişleri bakanı Zarif’in yanısıra diğer İranlı yetkililerle de görüşmesi bekleniyor.
Çavuşoğlu İran dışişleri bakanı Muhammed Cevad Zarif ile görüşecek ardından cumhurbaşkanı Ruhani tarafından kabul edilecek. Çavuşoğlu İran temaslarında, İran meclis başkanı Ali Laricani ve İran cumhurbaşkanı birinci yardımcısı İshak Cihangiri ile de görüşecek.
Türkiye Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun bu ziyareti dışişleri bakanlığına geldiğinden bu yana İran’a düzenleyeceği ilk resmi ziyareti olması nedeni ile
Zarif ve Çavuşoğlu bir araya geldiler
İran ve Türkiye Dışişleri Bakanları Muhammed Cevad Zarif ve Mevlüt Çavuşoğlu ikili görüşmelerinin ardından ortak basın toplantısı düzenlediler.
Çavuşoğlu İranlı gazetecilerle bir araya geldi
Türkiye Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu Türkiye’nin Tahran Büyükelçiliği’nde İranlı basın yayın mensupları ile bir araya geldi.
Meher Haber Ajansı muhabirinin haberine göre, Türkiye Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu İran Dışişleri Bakanı Muhammed Cevad Zarif ile gerçekleştirdiği görüşmenin ve çalışma yemeğinin ardından Türkiye’nin Tahran Büyükelçiliği’nde İranlı basın yayın mensupları ile bir araya gelerek gazetecilerin sorularını yanıtladı.
Çavuşoğlu bir gazetecinin, İran’da Türkiye’nin IŞİD’i desteklediğine dair söylentiler var bu doğru mu? Sorusunu, “Hayır böyle bir şey söz konusu bile değildir 2013 yılında bir çok ülke IŞİD’in adını bile duymamış iken Türkiye IŞİD’i terör örgütleri listesine aldı ve bu örgüte değişik yollardan gönderilmek istenen mali ve askeri kaynakların kanallarını ortaya çıkararak çökertti, zaten şimdi de IŞİD’in elinde olan silahların büyük bir çoğunluğu Rus yapımı silahlardan oluşmakta ve bir kısmı ise bu terör örgütünün yendiği Suriye Ordu birliklerinden ele geçirdiği silahlardır” diye yanıtladı.
Mevlüt Çavuşoğlu Türkiye gerçekten IŞİD ve ya diğer terör örgütlerinde petröl alıyor mu sorusuna ise, “Hayır bu da gerçek dışı bir söylemdir çünkü geçen sene içerisinde çok miktarda kaçak petröl ve akaryakıt ele geçirdik ve hatta Irak ve Suriye sınır bölgelerinde kaçak ve yasa dışı olarak döşenmiş petröl boruları bile güvenlik güçlerince ortaya çıkarılarak imha edildi”dedi.
Türkiye Dışişleri Bakanı yakın bir gelecekte İran’la olan ticaret hacmini 30 milyar Dolar’a çıkarmak istediklerini belirterek, İran Dışişleri Bakanı Zarif ile yaptığı görüşmede bu konuya vurgu yapıldığını söyledi.
Ayrıca çavuşoğlu bir gazetecinin 14 Aralık tutuklamalarını hatırlatarak Avrupa Birliği’nin bu konuda tepkisi olduğunu ve bunun Türkiye- Avrupa Birliği ilişkilerini sahteye uğratabileceği ile ilgili sorusu üzerine, “Türkiye Avrupa Birliği ilişkilerinin 60 yıldan daha çok geçmişi var ve böylesi yargıyı ilgilendiren bir konunun bu stratejik ilişkiyi zedeleye bileceğini düşünmüyorum, ama bazı acele ile yapılan açıklamalar hiç hoş olmaya biliyor ve gerçeği yansıtmaya biliyor” diye cevapladı.
Çavuşoğlu’nun İranlı gazetecilerle düzenlediği oturumda Türkiye’nin Tahran Büyükelçisi Hakan Tekin de hazır bulundu.
Ruhani: “Mali ve askeri yardımlar ile direniş hattını yenemeyecekler”
Cumhurbaşkanı Ruhani Suriye Başbakanı el Halki’yi kabul etti.
Mehr Haber Ajansı’nın haberine göre, İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani ve İran’da temaslarda bulunan Suriye Başbakanı Vail el Halki Salı akşamı bir araya gelerek ikili ilişkiler ve bölgesel konuları ele aldılar.
Bu görüşmede Ruhani Suriye halkı ve ordusunun 4 dört yıla yakın bir süre mükemmel bir şekilde tüm ihanet ve komplolara karşı koyduklarını belirterek, “Bugün artık tüm dünya Suriye halkı ve ordusunun teröristlere ve dış komplolara karşı savaş verdiğini” anlamıştır dedi.
Cumhurbaşkanı Suriye krizinin sadece siyasi diyalog ve müzakere ile bir çözüme kavuşabileceğini ve İran halkı ve hükümetinin gönlünün güvenlik ve istikrarın bir an önce Suriye’ye geri dönmesinden ve bu vesile ile de Suriyeli mültecilerin kendi vatan ve evlerine dönmekten yana olduğunu belirtti.
Hasan Ruhani el Halki’nin bu ziyaretini iki ülke ilişkilerini daha da ileriye taşımak için bir fırsat olduğunu ve ikili ve özellikle de ekonomik alandaki ilişkilerin daha da geliştirilmesini istedi.
Suriye Başbakanı ise Ruhani ile yaptığı görüşmede Suriye Başkanı Beşşar Esed’in en içten selamlarını İnkılap Rehberi, Cumhurbaşkanı ve İran halkına ileterek, “Suriye halkı ve hükümeti Suriye’nin bu zor ve cetin geçen dört yıl boyunca İran’ın onların yanında olduğu ve bir çok yardımda bulunduğu için İran halkı ve hükümetine minnetdardır” diye konuştu.
El Halki ayrıca Suriye’nin Birleşmiş Milletler ve ya Rusya’nın diplomatic diyalog üzerine kurulu olan çözüm planlarını incelemeye hazır olduğunu belirtti.
Kerbela’da 20 milyonluk Erbain merasimi
Hz.Hüseyin’in (S) Kerbela’da şehit edilişinin 40. günü yıldönümü olarak matem merasimlerinin düzenlendiği Erbain, bu yıl Kerbela’da 20 milyon insanın bir araya gelmesiyle gerçekleştib .
Başta Irak’ın değişik kentlerinden olmak üzere İran, Türkiye, Arabistan, Lübnan ve diğer ülkelerden Irak’a Erbain merasimine katılmak için giden milyonlarca ehlibeyt aşığının görkemli merasiminin bu zamana kadar görülmedik bir şekilde Erbain merasimlerinin yapılmasına vesile olduğu bildirildi.
Merasime katılan ehlibeyt aşıkları, zulme boyun eğilmemesi ve Hz.Hüseyin’in özgürlük aşığı olduğu dikkatiyle zorbalara karşı her zaman mücadele edilmesi gerektiğini bildirdiler.
Ehlibeyt aşıkları, İslam adı altında ortaya çıkan Tekfirci ve IŞİD gibi terör örgütlerinin aslında İslam’ı yanlış yorumladıkları ve onların bu dar görüşlülüklerinin müslümanların zararına neden olduğunu ve bu düşüncenin aslında İslam ve müslümanlar aleyhinde bir komplo olduğunu bildirdiler.
Bu arada Kerbela’nın bu yıl milyonlarca İmam Huseyin (a.s) aşığına ev sahipliği yapması, terör örgütlerine karşı da kendiliğinden bir karşı duruş olarak yorumlandı. Irak’ın taklid mercii alimlerinden Ayetullah Sistani’nin sözcüsü Abdulmehdi Kerbelayi dün Cuma hutbesinde Irak emniyet güçlerinden teröristlerle mücadele için hazır olmalarını ve teröristlerin elinde bulunan bölgeleri kurtarmak için çaba harcamalarını istedi.
Öte yandan Irak başbakanı Haydar el’İbadi, milyonlarca ehlibeyt aşığına evsahipliği yaptıklarını ve teröristlerin muhtemel saldırılarına karşı güvenlik güçleri ve gönüllü güçlerin çabalarının takdire şayan olduğunu bildirdi.
ABD’den IŞİD’e uçak dolusu silah yardımı
Irak parlamentosunda Neyneva eyaleti temsilcisi Nahle el’Hobabi ABD’den IŞİD adlı terörist gruplara silah yardımı yapıldığını söyledi.
Irak parlamentosunda Neyneva eyaleti temsilcisi Nahle el’Hobabi, Amerika’nın gelişmiş silah ve patlayıcı dolu üç uçağının Telafer’e indiğini ve bunların IŞİD adlı terörist gruplara teslim edildiğini söyledi.
El’Ma’lume haber ajansına demeç veren el’Hobabi, söz konusu uçaklarda terörist IŞİD için elbise, gıda maddesi ve silahların olduğunu bildirdi.
El’Hobabi, IŞİD teröristlerine verilen silahların Irak ordusunun silahlarıyla aynı değerde olduğunu belirterek, teröristlerin söz konusu silahları aldıktan sonra kutlama yaptıklarını dile getirdi.
El’Hobabi, Telafer’den alınan haberlere göre söz konusu üç uçağın belirle zaman aralıklarıyla havalimanına indiğini ve IŞİD teröristlerin ihtiyaç duyduğu, silah, elbise, gıda maddesinin teröristlere teslim edildiğini bildirdi.
Daha önce de Irak parlamentosu Güvenlik Savunma Komisyonu Başkanı Hakim ez’Zameli, Telafer’e IŞİD teröristlerine yardım amacıyla uçakların indiğini bildirmişti.
shafaqna
Suud’dan Hamas’a: İran’dan vazgeç, ablukayı kaldıralım
Gazze’de Hamas’a yakın haber ajansı Er-Ray, Suudi Arabistan yönetiminin, Hamas heyetinin İran’da temaslarda bulunmasından rahatsızlık duyduğunu iddia etti.
Er-Ray’ın haberine göre, Suudi Arabistan istihbarat yetkilileri ve Hamas’ın yurt dışındaki yöneticileri ‘İran-Hamas ilişkilerindeki gelişmeler’ üzerine bir araya geldi.
Görüşmelerde Suudi Arabistanlı yetkililerin, İran-Hamas ilişkilerinden rahatsız olduklarını vurguladıkları ifade edildi.
Habere göre, İran ve Hamas arasındaki her türlü ilişkinin sonlandırılmasını isteyen Suudili yetkililer, buna karşılık, Gazze Şeridi’ndeki İsrail ablukasının kırılması için ağır baskı yapmayı vadetti.
Haberde ayrıca Suudi Arabistan’a Hamas’ın henüz karşılık vermediği ancak teklifin inceleneceği öne sürüldü.
Hamas heyetinin ziyareti
Hamas yöneticilerinden oluşan bir heyet, geçen hafta İran’ın başkenti Tahran’da temaslarda bulunmuştu.
Hamaslı üst düzey yetkililerinden oluşan bir heyet 9 Aralık’ta İran’nın Başkenti Tahran’ı ziyaret etti.
Hamas’ın siyasi bürosunun üyesi Muhammed Nasr’ın başkanlık ettiği heyet İranlı yetkililerle bir araya gelmiş ve bölgede yaşanan gelişmeleri ele almıştı.
Gündemde Filistin topraklarında yaşanan gelişmeler ve işgal altındaki Kudüs’te meydana gelen son olaylarda vardı.
Al Jazeraa