
کارگر
NATO’nun ve İkiyüzlülerin Gazze Savaşındaki Rolü
Gazze savaşında Netanyahu ön cephede olsa da savaş odası Biden’ın kontrolündedir. Savaşı yöneten NATO’dur. Gazze’de İsrail askerleri yanında Amerikan, İngiliz ve Alman özel askeri birlikleri savaşmaktadır. Öteki NATO üyeleri ise doğrudan veya dolaylı olarak İsrail’e çeşitli alanlarda yardımlarını aralıksız sürdürmekte ve NATO üyesi olmanın gereği olarak katliama istemeden de olsa yardım etmek zorundalar.
ABD açıkça silah sevkiyatını sürdürürken, bazı NATO ülkeleri mali, bazıları enerji, bazıları medya alanında İsrail’i ayakta tutmak için üstlendikleri görevleri yerine getirmektedir. İsrail uluslararası Siyonizm’in temsilciliğinde Batı çadırının orta direğidir ve NATO bu direğin düşmesine asla tahammül edemez. Çünkü NATO üyesi olup da Batı sulta sisteminin yıkılışına kayıtsız kalmak mümkün değildir. NATO’yu sadece bir askeri birlik olarak görmek doğru olmayıp Batının güvenliğini, Batı sulta sistemini, Batı mali sistemini ve topyekün Batı uygarlığını ayakta tutma, medyayı yönlendirme görevini üstlenmiş bulunuyor.
Ukrayna’da Rusya karşısında açık bir yenilgi alan NATO, Batı Asya’daki üssü İsrail’i ayakta tutmak için mümkün olan her yola başvurmaya kararlıdır. Bunun için Gazze savaşında komuta merkezinin yönetimini üstlenmiş bulunuyor. Arada bir sivillere yönelik katliamların durdurulması vb açıklamaların Joe Biden veya öteki Batılı ülkeler yetkili makamlarına nispet verilmesi ise psikolojik savaşın bir parçasıdır.
Hamas ve İslami Cihad güçlerinin kahramanca direnişi karşısında Gazze’de ağır kayıplar veren Siyonist rejimin savaşı NATO yardımı olmadan sürdürecek takati kalmamıştır. Ancak savaşın bu aşamada ateşkesle sonuçlanmasının İsrail denilen terör çeteleri rejiminin dağılması anlamına geleceğini bilen ABD ve NATO’daki müttefikleri bunu önlemek için geçmişte olduğu gibi komplo planlarıyla yenilgiyi başarıya çevirmek peşindeler ve bunun için de bölgede yeterli sayıda işbirlikçi ve hain rejimler mevcuttur.
NATO üyesi olmadıkları halde iktidarlarını ABD’nin desteğine borçlu gören rejimler/iktidarlar da Direniş Cephesinin, bu cümleden HAMAS’ın zaferini engellemek için sözde çözüm diye sunulan komplo planlarına katkıda bulunarak NATO’nun safında İsrail’in yanında yer almış bulunuyorlar. Bunun en açık örneği BAE, Suudi Rejimi, Bahreyn Krallığı, Ürdün ve Mısır rejimleridir. Bölgedeki en büyük Amerikan askeri üssüne ev sahipliği yapan Katar Şeyhliği ise sıkıştığında İsrail’le HAMAS arasında aracılık yapması ve İsrail’in yıktığı yerlerin onarılmasına mali ödenek ayırması için bir maşa olarak kullanılmaktadır.
Yukarıda adını saydığımız ülke ve ülkecikler rejimleri görünürde Filistin Direnişini destekler gözükmekte, tahakküm ettikleri halkları ve kamuoyunu oyalamak, halkın gazını almak için her gün İsrail aleyhine sert demeçler vermekte, hatta bazen Direniş Cephesi lehine miting ve gösterilere izin vermekteyseler de gerçekte ise HAMAS’ın zafer kazanmasını kendi ikiyüzlü çehrelerini ifşa edeceği, huzurlarını bozacağı ve çıkarlarını olumsuz etkileyeceği için kesinlikle istemezler. Bunun en belirgin kanıtı ise on binlerce masum insanın katliamına, yaralanmasına ve evlerinin barklarının yerle bir edilerek öksüz bırakılmasına rağmen sanki hiçbir şey olmamışçasına İsrail ile her türlü açık gizli ilişiklileri ve işbirliğini sürdürmeleridir.
Filistin direnişinin yardımına koşan Lübnan Hizbullahı, Nasrullah Hareketi (Yemen’in Meşru Hükümeti) ve Irak Haşdi Şa’bi güçlerine bağlı mücahit gruplarının İsrail ve hamisi NATO ülkeleri askeri üslerine ve gemilerine yönelik saldırıları adı geçen rejimler yanında tahammül edilir gibi değildir. Bunun için de kontrolleri altında tuttukları medya kuruluşları aracılığıyla Direniş Cephesi’nden yapılan operasyonlar ya sansür edilmekte veya değersiz gösterilerek küçümsenirken kendi içi boş, hiçbir yaptırım değeri olmayan açıklamalarını abartarak halka yutturmakta ve kendilerini Filistin davasının hamileri olarak göstermekteler.
Direniş Cephesi bileşenlerinin 7 Ekim Aksa Tufanı operasyonundan bu yana başta Lübnan olmak üzere çeşitli bölgelerde onlarca şehid vererek sürdürdükleri operasyonları beğenmeyenler, karalayanlar, daha doğrusu bilerek veya bilmeyerek NATO çizgisinde İsrail’e hizmet edenler gerçekte kendi acizliklerinin üzerini örtmeye çalışmakta ve çoğu kez de kıskançlıklarını ortaya koymaktalar.
Yemen Yüksek Siyasi Konseyi Üyesi Muhammed Ali el-Husi’nin bir gün önce söylediği gibi eğer daha iyisini yapabiliyorsanız hodri meydan, sizi engelleyen mi var?!
AKP Genel Başkanvekili Milletvekili Efkan Ala, Meclis kürsüsünde yaptığı konuşmada muhalefetin Gazze'yle ilgili tepkileri üzerine "Silah gönderebilsek göndermez miyiz? Siz ambargo nedir biliyor musunuz?" sözleri gerçekte Filistin davasını desteklemenin ne kadar ağır bir bedeli olduğunu gösteriyor. Bu bedeli onlarca yıldır ödeyen Direniş Cephesine Filistin davasında yardım etmeyenlerin en azından köstek olmayı bırakmaları gerekirken üstüne üstlük bir de Direniş Cephesine saldırmaları ne kadar iki yüzlü ve arsız olduklarının alametidir.
İsrail yaptığı bunca cinayet ve zulmün yükü altında kesinlikle ezilecek ve er geç dağılacaktır. Bu terör rejimini açık ve gizlide destekleyenler de bu yenilgiden nasipsiz kalmayacaktır. Çıkarlarını kaybetme kaygısıyla korkarak zulüm karşısında susanların ve iki yüzlülerin gerçek mahiyeti ise hiç kuşkusuz çok geçmeden ortaya çıkacaktır.
Ziya Türkyılmaz
Kime ve Nasıl Kulluk Etmeliyiz?
“Allah’ın kendine özgü ulûhiyeti” diye ifade edilen, kulluğun sadece Allah karşısında ve Allah için olması gerektiğini kabul ve itiraf etmek, İslam’ın ve bütün ilahi dinlerin en önemli fikri ve ameli ilkelerinden biridir. Yani ilah (ma’bud / ibadet edilen) yegâne zat Allah olmalı ve Allah’tan başka hiç kimseye ibadet ve kulluk edilmemelidir. (Ama ne yazık ki) Bir grup insan sürekli bu gerçeği doğru olarak algılamamış, bundan yanlış ve sınırlı sonuçlar elde etmiş ve bu yüzden de bilmeden Allah’tan başkasının kulluğuna duçar olmuştur.
Onlar “Allah’a ibadet” gerçeğinin sadece Allah’ı takdis etmek ve O’na yakarmak anlamında olduğunu zannetmiş ve sadece Allah’a namaz kılıp yakardıkları için de Allah’tan başkasına “ibadet” etmedikleri konusunda emin olmuşlardır. Kur’an ve hadis terminolojisindeki ibadetin geniş anlamını bilmek, bu düşüncenin temelsizliğini kendiliğinden açığa çıkarmaktadır. Kur’an ve hadis terminolojisinde ibadet; her makam ve güç tarafından insana sunulup yüklenilen her türlü emir, kanun ve sistem karşısında tam bir itaat ve teslimiyet içinde olmayı ifade etmektedir.Bu itaat ve teslimiyet ister takdis ve yakarış hissiyle olsun veya olmasın hiç fark etmez.
Bu esas üzere ilahi olmayan herhangi bir kudretin emir, kanun ve sistemlerini isteyerek ve teslimiyet içinde kabul edenler, o sistemlerin ve sistem sahiplerinin kulları konumuna düşer. Bu durumda ilahi kanunlar için de bir yer ayırır, ferdi ve toplumsal hayatının bir bölümünde Allah’ın emir ve kanunlarıyla amel ederse, müşrik (Allah ile birlikte başka birinde de ibadet eden kimse) olur. Bu bölümü ve alanı Allah’a özgü kılmazsa bu durumda da kafir (Allah’ın varlığının nurlu ve görünür gerçeğini görmezlikten gelen, inanç veya amel açısından inkar eden kimse) sayılır.
Bu İslami bilinç sayesinde “la ilahe illallah”[1] (Allah’tan başka ilah yoktur.) kelimesini davetlerinin ilk ilkesi kılan ilahi dinlerin ne dediğini, ne istediğini, ne ve kimle karşı karşıya olduğunu kolayca anlamak mümkündür.
Bu gerçek –ibadet anlamının gerçeği- İslami kaynaklar olan Kur’an ve hadislerde düşünen ve akıl sahipleri için hiçbir şüphe bırakmayacak ölçüde açık ve mütevatirdir. Örnek olarak bu konu ile ilgili Kur’an’dan iki ayet ile İmam Sadık’tan (a.s) bir hadis nakletmekle yetiniyoruz:
اتَّخَذُواْ أَحْبَارَهُمْ وَرُهْبَانَهُمْ أَرْبَابًا مِّن دُونِ اللّهِ وَالْمَسِيحَ ابْنَ مَرْيَمَ وَمَا أُمِرُواْ إِلاَّ لِيَعْبُدُواْ إِلَـهًا وَاحِدًا لاَّ إِلَـهَ إِلاَّ هُوَ سُبْحَانَهُ عَمَّا يُشْرِكُونَ
“Onlar Allah'ı bırakıp hahamlarını, papazlarını ve Meryem oğlu Mesih'i Rableri olarak kabul ettiler. Oysa tek ilahtan başkasına kulluk etmemekle emrolunmuşlardı. Ondan başka ilah yoktur. Allah, koştukları eşlerden münezzehtir.” [2]
وَالَّذِينَ اجْتَنَبُوا الطَّاغُوتَ أَن يَعْبُدُوهَا وَأَنَابُوا إِلَى اللَّهِ لَهُمُ الْبُشْرَى
“Şeytana ve putlara kulluk etmekten kaçınıp, sadece Allah'a yönelenlere müjde vardır.” [3]
Ebu Basir, İmam Sadık’tan (a.s) (zamanındaki gerçek Şiilere hitaben) şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:
انتم هم، و من اطاع جبارا فقد عبده
“Tağuta itaatten kaçınanlar sizlersiniz. Her kim zalime itaat ederse ona ibadet etmiş olur.”[4]
وإِيَّاكَ نَسْتَعِينُ
“Ve sadece senden yardım dileriz.”
Allahım! Senin düşmanlarından ve uluhiyet iddiasında bulunanlardan hiçbir yardım beklentisi içinde değiliz. Onlar Allah’ın uluhuyetini kabul etmedikleri için Allah’ın kullarına ve Allah yolunun yolcularına da yardım etmezler. Allah’ın yolu, Allah peygamberlerinin yoludur. Bu yol hak, adalet, kardeşlik, tüm insan bireyleri arasında dayanışma, birlikte yaşamak, insana değer vermek; ayrıcalıkları, zulümleri ve haksızlıkları ortadan kaldırmak üzere kurulu bir yoldur. Utanç dolu hayatlarını ve gaspa dayalı bütün imkanlarını tüm asil değerleri yok etmek üzere kuran Allah düşmanları ve uluhiyet iddiasında bulunan kimseler, Allah’ın kullarına nasıl yardım edebilir ki? Onlar Allah’ın kullarına karşı bitmek bilmeyen bir savaş ve amansız bir düşmanlık içindedirler. O halde sadece Allah’tan yardım dileriz. Bizlerde karar kıldığı irade ve akıl gücünden, hayatta kalmak ve yaşamak için bizlere verdiği araçlardan ve tanındıkları taktirde düşünce ve amelin çözümü olabilecek tarihi ve tabii kanun ve sünnetlerden, güçlü orduları olan ve insanlığa hizmet eden tüm kudret araçlarından yardım dileriz.
اهدِنَــــا الصِّرَاطَ المُستَقِيمَ
“Bizleri doğru yola hidayet et.”
Eğer insanın hidayetten daha üstün ve hayati bir ihtiyacı olsaydı şüphesiz bu ihtiyaç Kur’an’ın başlangıcı olan ve namazın en önemli bölümü sayılan Hamd suresinde dua diliyle zikredilir ve Allah’tan bu konu ile ilgili olarak yardım dilenirdi.
Akıl ve tecrübe, ilahi hidayet vesilesiyle doğru, faydalı ve sorunları halledici bir mecrada yer alır ve bu akıl ve tecrübe hidayetten mahrumiyet sebebiyle de, eşkıyanın elinde bir kandil veya delinin elinde bir kılıç haline dönüşür.
Doğru yol o fıtri programın kendisidir. Bu program insanın doğal imkanları, eksiklikleri ve ihtiyaçlarını doğru bir şekilde temin etmesi esasınca göz önünde bulundurmuştur. Bu yol Allah’ın peygamberlerinin insanların yüzüne açtığı ve kendilerinin de ilk yolcusu ve öncüsü oldukları bir yoldur. İnsan bu yola koyulduğu taktirde düz yatakta akan bir su gibi, kendi kendine hiç bir güç ve kudret gösterisi olmaksızın insanlığın sınırsız yüceliş deryasından ibaret olan baş hedefine doğru yol alır. Bu program eğer insanların hayatında “toplumsal bir düzen” olarak yer alır ve hayata geçirilirse kendileri için refah, emniyet, özgürlük, yardımlaşma, karşılıklı sorumluluk, sevgi ve kardeşlik armağan eder ve insanlığın eskiden beri süre gelen tüm mutsuzluklarına son verir.
Lakin bu yol ve bu program nedir? Bu karmaşık pazarda herkes bir iddiada bulunmakta ve her grup, diğer grupları hatalı kabul etmektedir. Dolayısıyla bu kısa girişe uygun bir işaretle, ilk önce Kur’an açısından bu doğru yolun açıkça ortaya konması gerekir.
صِرَاطَ الَّذِينَ أَنعَمتَ عَلَيهِمْ
“Kendilerine nimet verdiklerinin yoluna”
Allah’ın nimetine mazhar olanlar ve kendilerine ilahi nimet verilenler kimlerdir? Hiç şüphesiz nimetten maksat en seçkin sahiplerinin sürekli olarak Allah ve insanlık düşmanlarının en yırtıcısı olduğu maddi mal, makam ve güç değildir. Maksat bu hiçbir değer ifade etmeyen oyuncaklardan, çok daha yüce bir nimettir. Nimet Allah’ın lütüf, inayet ve hidayetidir. Kendi gerçek değerini tanımak ve kendini yeniden bulmak nimetidir.
Kur’an’ın bir başka yerinde bu nimete mazhar olanlar tanıtılmış ve şöyle buyurulmuştur:
وَمَن يُطِعِ اللّهَ وَالرَّسُولَ فَأُوْلَـئِكَ مَعَ الَّذِينَ أَنْعَمَ اللّهُ عَلَيْهِم مِّنَ النَّبِيِّينَ وَالصِّدِّيقِينَ وَالشُّهَدَاء وَالصَّالِحِينَ وَحَسُنَ أُولَـئِكَ رَفِيقًا
“Kim Allah'a ve Peygambere itaat ederse, işte onlar Allah'ın nimetine eriştirdiği peygamberlerle, dosdoğru olanlar[5], şehitler ve iyilerle berâberdirler. Onlar ne iyi arkadaştırlar!”[6]
O halde namaz kılan kimse bu cümlesiyle Allah’tan kendisini peygamberler, doğrular, şehitler ve salihlerin yoluna hidayet etmesini dilemektedir. Bu yol tarihte açık bir şekilde yer almış bir çizgi ve hedefi belli, yolcuları meşhur ve malum apaçık bir yoldur.
Bu yolun karşısında da belli ve yolcuları tanınmış bir başka yol vardır. Namaz kılan insan o yol ve yolcularını hatırlamakla o yola ayak basmamak ve o yöne sürüklenmemek hususunda kendisini uyarmakta ve bunu önceki duasının ardından şöyle beyan etmektedir:
غَيرِ المَغضُوبِ عَلَيهِمْ
“Gazaba uğramışların yoluna değil”
Kimler Allah’ın gazabına uğramıştır? Bunlar Allah yolunun tam karşısında başka bir yola ayak basan; habersiz, iradesiz ve zayıf yapılı halk yığınlarını veya bilgili ama eli bağlı ve esir kimseleri kendisiyle beraber o yola sürükleyen kimselerdir. Tarih boyunca insanların işlerini zorbalık ve zulümle veya hile ve aldatışla elinde bulunduran ve onları iradesiz, kukla ve mustaz’af varlıklar haline getiren kimselerdir.
İnsanları ahmaklaştırarak ve zorlayarak aşağılık ve rezilce işretlerini temin eden kimselerdir. Başka bir tabirle Allah’ın gazabına uğramış olanlar, batıl yolu cehalet ve habersizliği sebebiyle değil; inat, bencillik ve zorbalık yoluyla kat edelerdir.
Tarih gerçeğinde sürekli olarak bu grubu, dini hedeflerin varlık felsefelerine iptal çizgisi çizdiği ve ilk muhalefet adımını kendilerine doğru attığı dünyevi güç sahipleri ve üst sınıftan kimseler teşkil etmiştir. Bu iki grup -hidayete erenler ve gazaba uğramışlar- dışında yolları sonuç olarak gazaba uğramışların yoluna varan[7] üçüncü bir grup daha vardır. Sonraki cümlede halkın bu grubuna işaret etmektedir:
وَلاَ الضَّالِّينَ
“Sapmışların yoluna değil”
Bunlar da bilgisizlik ve bilinçsizlikle ve saptırıcı önderlere uyarak Allah’ın yolundan ve hakikatten ayrı bir yola koyulanlardır. Oysa doğru yolda olduklarını zannetmektedirler. Aslında onlar tehlikeli bir yola sapmışlar ve acı bir sona doğru yürümektedirler.
Bu grubu da tarihte açıkça görmek mümkündür. Cahiliye sistemlerinde gözleri kapalı ve başları önünde önderlerinin istek ve iradelerinin peşice gitmişler ve onların lehine hak ve adalet davetçileri ile Allah’ın dininin elçilerini hatalı kabul etmişlerdir. Hatta bazen onların karşısında durmuşlar ve bir an olsun bu akılsızca tutumlarını gözden geçirmeyi bile düşünmemişlerdir.
Bu tutumu akılsızca nitelendirmemizin sebebi ise bu işin tümüyle üst sınıfın lehine ve bu sapmışların zararına olduğu sebebiyledir.
Tam tersine gazaba uğramışların varlık ve haysiyetini kökünden kazıyan peygamberlerin daveti, tabiatı gereği mahrum, mustaz’af ve bu cümleden ahmaklaştırılmış sapıkların lehine ve yararınadır. Namaz kılan kimse bu iki metodu (gazaba uğramışların ve sapıkların metodunu) kendi kendisine hatırlamakla, kat etmesi gereken yol ve peygamberlerin kurtarıcı feryadı karşısında takınması gereken tutuma oranla oldukça hassas dikkatli ve gözetici bir halete bürünür. Ardından eğer hayat metodunda herhangi bir gelişim ve ilerleme görecek olursa, yeniden bu büyük nimetin şükranı olarak Allah’ı şükreder ve ona hamd ederek şöyle der:
الْحَمْدُ للّهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ
“Hamd Alemlerin Rabbi Olan Allah’a mahsustur.”[8]
Böylece namazın büyük bir bölümünü bitirmiş olur. Bu söylediklerimiz Kur’an’ın girişi mesabesindedir. (Fatihat’ul Kitap)
Kur’an’ın girişi/önsözü, diğer her kitabın önsözü gibi bu kitabın bilgi ve ilim mecmuasının tümel programının bir göstergesidir. Aynı şekilde namaz İslam’ın küçük ve özet bir portresi ve kısacası, sözü edilen İslam ideolojisinin bir çok seçkin nokta ve hususiyetlerinin göstergesidir. Fatihat’ul Kitap da Kur’an bilgilerinin asıl çizgisinin ve seçkin noktalarının fihristi konumundadır ve çok önemli kılavuzluklarının özetini içermektedir. Tüm varlıklar ve alemler birbiriyle bağlantısı bulunan tek bir birim şeklindedir ve tümüyle alemlerin Rabbi olan Allah’a aittir.
Her şey ve herkes Allah’ın sevgi ve bağışına mazhardır. Müminler ise Allah’ın özel ve lütuf ve rahmetine hak kazanmışlardır:
الرَّحْمـنِ الرَّحِيمِ
“O rahman ve Rahimdir.”
İnsanın hayatı bu dünyadan sonra da, olduğu gibi devam eder ve sürüp gider. O alemde de mutlak hakimiyet şüphesiz Allah’a aittir:
مَـلِكِ يَوْمِ الدِّينِ
“O din Gününün sahibidir.”
İnsan, Allah’tan gayrisine ibadetten kurtulmalı ve Allah’ın tedbiri sayesinde insani özellikler ve insanlık yolunda özgürce ve kendi iradesiyle yaşamalıdır.
إِيَّاكَ نَعْبُدُ وإِيَّاكَ نَسْتَعِينُ
“Sadece sana ibadet ederiz.”
Hayatın doğru yolunun mutluluk verici programını Allah’tan istememiz ve almamız gerekir:
اهدِنَــــا الصِّرَاطَ المُستَقِيمَ
“Bizleri doğru yola hidayet et.”
Namaz kılan kimse dost ve düşmanlarının cephesini, her birinin tutumunu ve hedeflerini tanımalı ve her cephede imanına yakışır bir tutum içinde olmalıdır...
صِرَاطَ الَّذِينَ
“...kimselerin yoluna.”
SURE
Bu eğitici ve çok anlamlı dua ve yakarışın ardından namaz kılan kimse Kur’an’ın tam bir suresini tilavet etmelidir.
Bu işle namaz kılan kimse, özgürce ve kendi isteğiyle seçtiği Kur’an’ın bir bölümünü hatırasında canlandırmaktadır. Yani kendisine İslami bilgilerin yeni bir bölümünü takdim etmektedir.
Namazda Kur’an okumanın farizesi –nitekim İmam Ali b. Musa (a.s) Fazıl b. Şazan’a buyurduğu bir hadisinde de bunu dile getirmiştir. Kur’an'ı terkedilmiş olmaktan ve anlaşılmaz kılmaktan kurtarmakta ve hatıralarda, zihinlerde hazır bulundurmaktadır.[9]
Burada da biz genelde namazlarda okunan tevhid suresinin kısa bir tercümesini yapmakla yetiniyoruz.
بسم الله الرحمن الرحيم
Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla
قُلْ
De ki: (Ey Peygamber!)”
Kendin bil ve başkalarına da bu gerekli mesajı ulaştır ki:
هُوَ اللَّهُ أَحَدٌ
“O Allah bir tektir.” [10]
Dinlerin ve tahrif edilmiş inançlarının tanıttığı ilahlar gibi O’nun da ortak, denk ve rakibi yoktur. Dolayısıyla yaratılış sahnesi ilahların savaş ve çekişme meydanı değildir. Aksine alemdeki bütün sünnet ve kanunlar bir tek iradeden ve bir tek kudretten kaynaklanmaktadır. Bu sebeple de yaratılış aleminde düzen, uyum ve uzlaşma hakimdir. Alemin doğal hareket, değişiklikler ve kanunları bir bütün olarak bir yöne, tek bir cihete doğru hareket halindedir. Bu arada sadece insan irade, seçim gücü ve karar alma kudretine sahip kılındığı için bu tümel kanunlara muhalefet edebilir, ayrı bir telden çalabilir ve ayrı bir ezgi tutturabilir. Hakeza hayatını tümüyle bu kanunlar esasınca da düzenleyebilir.
اللَّهُ الصَّمَدُ
“Allah samed'dir.”
Allah her şeyden müstağni ve her şey O’na muhtaçtır. Yani benim karşısında eğildiğim, kendisini ululadığım ve övdüğüm Allah, hayali tanrılar gibi meydana gelişi, hayatının devam edişi, varoluş gücü ve yaşama kudreti başkasının yardım, kontrol ve riayetine ihtiyaç içinde değildir. Zira başkasına muhtaç olan bir ilah insanın yüceltmesine ve ululamasına layık değildir. Çünkü bizzat kendisi insan gibi veya ondan biraz daha yüce bir varlık sırasında yer alır. İnsanın bu büyük ve derin varlığı ululaması, övmesi ve ibadeti; sadece hiçbir varlığa ve hiç bir unsura en küçük bir ihtiyacı olmayan; varlığı, güçlü oluşu ve sürekli var oluşu bizzat kendisinden kaynaklanan bir varlığa yakışır.
لَمْ يَلِدْ
“O doğurmamıştır.”
Bu Allah; tahrif edilmiş dinlerin hurafelerinde, şirk ile karışmış inançlarında ve hayallerinde tanıttıkları bir ilah değildir. Bu Allah Hıristiyanların ve müşriklerin hayali tanrısı değildir ki çocuğu veya çocukları olduğu düşünülsün. O her şeyi ve herkesi yaratan ve vücuda getirendir; onların babası değildir! Göklerde ve yeryüzünde yaşayan her şey onun kullarıdır; çocukları değildir.
İşte Allah’ın gerçek kullarını, Allah’tan başka herkesin ve her şeyin kulluğundan kurtaran şey, insan ve Allah arasındaki bu kulluk ve rububiyet orantısıdır. Zira kul iki efendiye birden köle olamaz.
Allah’ı varlıkların merhametli bir babası ve insanları onun çocukları zan edip Allah ve yaratıkları arasında kulluk ve rububiyet ilişkisini insana, insanın makamına ve yüceliğine layık görmeyenler, gerçekte Allah’tan gayrisine kulluk yolunu açmış olur ve kendileri de amel aşamasında dünyanın bir çok mürüvvetsiz efendilerinin kölesi, köleleştirme ve köle yetiştirmenin aleti haline gelirler.
وَلَمْ يُولَدْ
“Doğmamıştır.”
O bir gün olmayan ve başka bir gün varlık alemine ayak basan bir varlık değildir. O ne bir kimsenin doğurduğu, ne bir düşünce ve hayalin ürünü, ne bir sistem, sınıf ve insan hayatının şekillerinden bir şeklin mahsulüdür. O en üstün ve değerli gerçeklerdir. O bitmek bilmeyen bir gerçektir. Sürekli olmuş ve her zaman da var olacaktır.
وَلَمْ يَكُن لَّهُ كُفُوًا أَحَد
“Onun hiçbir dengi yoktur.”
Onu hiçbir şeye benzetmek mümkün değildir. Hiç kimseyi onun bir dengi ve benzeri bilmek mümkün değildir. Nüfuz bölgesi ve emrinin hakimiyet alanı olan bütün bir varlık alemini, onun ve başka birisinin arasında bölüştürmek mümkün değildir. Bu alemin bir bölümünü veya insan hayatının bir sahnesini O’ndan bilmek, diğer bir bölümünü ise başka birine tahsis etmek, canlı ve cansızların tanrılarına, veya uluhiyet veya kudret iddiasında bulunanlara bırakmak imkansızdır.
Bu sure adından da belli olduğu üzere gerçekten de tevhid suresidir. Tevhid ülküsü Kur’an'da baştan başa ve yüzlerce ayette çeşitli beyan ve ifadelerle zikredilmiştir. Bu surede son kez olarak özetle, dönemin yaygın olan şirk ve hurafe inançlarını göz önünde bulundurarak ve her türlü uluhiyet iddiasında bulunanları red eden bir ifadeyle yer almıştır. Bu sure bir açıdan Müslümanlara ve bütün varlıklara İslam açısından ibadet edilmeye ve övünmeye layık olan Allah’ı tanıtmaktır. Yegane olmayan,, alemdeki varlıklar arasında yüzlerce ve binlerce benzeri bulunan bir ilah, asla rububiyet ve uluhiyete layık değildir. Var olmak ve hayatını sürdürmek için her hangi bir güçlünün veya gücün yardımına muhtaç olan birisi beşere zorla yüklenilemez. İçi boş, muhtaç, vücuda gelmiş ve yok olması mümkün tanrılar karşısında boyun büken ve onları ululayan kimse gerçekte bu tutumuyla insani yücelikleri ayaklar altına almakta, kendisini ve insanlığı gerisin geriye döndürmektedir. Bu gerçek, tevhid suresinin en olumlu boyutudur ve insanın yaratıcısının nişanelerini ve ayrıcalıklarını sunmakta, tarihte yer alan tanrıların boş bir şey olduğunu ispat etmektedir.
Öte yandan Allah’a ibadet edenleri ve İslam’ı kabul edenleri de uyarmakta ve onlara Allah’ın zatı ve sıfatları hakkında şüphe doğurucu ve vesvese verici akli araştırmalara girmemesini öğütlemektedir.
Allah’ı bu boş iddiacıları mukaddes rububiyet makamından kovabilecek en kısa sözlerle çağırmalarını, zikretmelerini ve felsefi oyunlar ile zihni kavramlar yerine tevhid inancından kaynaklanan sorumluluklarını düşünmelerini tavsiye etmektedir.
İmam Ali b. Hüseyin’den (a.s) nakledilen bir hadiste de yer aldığı üzere Allah-u Teala tarihin gelecekte bir grup araştırma meraklısı insanın geleceğini bildiği için bu sebeple tevhit suresini ve Hadid suresinin bazı ayetlerini –O kalplerde olanı bilir- nazil kılmış ve bu vesileyle Allah’ın zat ve sıfatını araştırmak için caiz olan sınırları böylece ortaya koymuştur. Dolayısıyla her kim bu sınırların ötesine uzanırsa kendisini helak etmiş olur.[11]
Adeta قُلْ هُوَ اللَّهُ “Kul huvallah...” (De ki: ...O Allah birdir) suresi namaz kılan kimseye şöyle demektedir: Allah bir tek, yüce ve en üstün bir kuvvettir. Zatı gereği müstağni ve ihtiyaçsızdır. Doğurmamış ve doğmamıştır. Eşsiz ve denksizdir. Sadece bu kadar! Allah’ın biliciliği, görücülüğü, hikmeti ve diğer sıfatları, Müslüman için bilmesi ve tanıması gerektiği ölçüde ve insanın hayatının şekillenmesinde ve ruhunun yüceliğinde etkili olduğu kadarıyla Kur’an’ın diğer ayetlerinde açıkça yer almıştır. Allah’ın zatı ve sıfatlarının niteliği hakkında bundan daha fazlasına dalma. Bundan daha fazla bilgiyi, zaten onunla amel ettiğin taktirde elde edersin. Tartışma ve zihni derinleşmeyle daha fazla bilgi elde etmeye çalışma. Daha çok bilgiyi, ruhunun batınında sefa ve ruhaniyet icad etme yoluyla ve tevhidin gerekleriyle amel etme vesilesiyle elde etmeye çalış.
...Peygamberler, sıddıklar, Allah’ın gerçek kulları, sadık ve arif muvahhitler işte hep böyle idiler.
Ayetullah Seyit Ali Hamanei
……………………………………………………………………….
[1]- Araf suresi 59 ila 158ç ayetler ile Hud suresi 50 ila 84. ayetlere müracaat ediniz ki bir çok büyük peygamberlerin dilinden, davetlerinin ilk başlangıcında bu şiar nakledilmiştir.
[2]- Beraat suresi, 31. ayet
[3]- Zümer suresi, 18. ayet
[4]- Nur’us Sakaleyn Tefsir-i, c. 5, s. 481; Zümer suresi 17. ayetin tefsirinde
[5]- İman iddialarını amelde ispat edip Allah ve peygamberi amelen tasdik edenlerdir.
[6]- Nisa suresi, 69. ayet
[7]- Bu konu Kur’an’da çeşitli ayetlerde ve çeşitli münasebetlerle çok anlamlı ifadelerle zikredilmiştir. Örneğin:
Şuara suresi, 91ila 102. ayetler
Sad suresi 58 ila 61. ayetler
İbrahim suresi, 21 ila 22. ayetler
Gafir suresi, 47 ila 48. ayetler
[8]- Bu cümleyi hamd süresinin sonunda söylemek müstehaptır.
[9]- Bu hadisin metni bu kitabın ikinci dipnotunda zikredilmiştir.
[10]- Veya “o Allah birdir.” Dolayısıyla bu ayette yer alan “huve” zamiri “makam” ve “ifade” içindir.
[11]- Nur’us-Sakaleyn, c. 5, s. 706, Usul-i Kafi’den naklen
İlahî Kurbiyetin Mertebeleri
Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır: “Soran birisi, yükselme yollarının sahibi Allah tarafından kâfirlere kesinlikle inecek olan ve hiç kimsenin uzaklaştıramayacağı azabı sordu.” 1
Bu âyette Yüce Allah’ın, geniş bir anlam yelpazesi içeren bir ifadesi vardır. “Yükselme yollarının sahibi Allah tarafından.” Mearic, ‘uruc’ kelimesinden türemiştir. Uruc ise ‘yücelme mahalli’ anlamındadır. Allah katında bir kısım yükselme makamları ve dereceleri vardır. Bu mana Kur’an-ı Kerim’in birçok âyetinde geçmektedir. Örneğin: “Allah katında onlar derece derecedir. Allah yapmakta olduklarını görendir.” 2
“Allah sizden iman etmekte olanları ve kendilerine ilim verilenleri derecelerle yükseltsin.” 3
Dikkat ediniz ki, biz bu kelimeyi çokça kullanıyor veya kalpten niyet ediyoruz. Örneğin, “Bu namazı kılıyorum, kurbeten ilallah” diyoruz. Yani “Allah’a yaklaşmak için.” İnsanlar güncel hayatlarında kullandıkları bu itibarî anlamları yanlışlıkla Allah hakkında da kullanabilir ve bu mana ve mefhumların Allah’la ilgisi açısından doğru olduğunu sanabilirler. Hâlbuki söz konusu anlamlar Allah hakkında hakikîdir, itibarî ve arazî değil.
Örneğin biz şöyle diyoruz, “Falan şahıs filan makama çok yakındır.” Bu sözdeki maksadımız, acaba o şahsın o makama ‘mekân’ yönünden yakınlığı mıdır? Mekân yönünden mi herkesten daha yakındır? Eğer öyle olacak olsaydı, o makamın hizmetçisi o makama herkesten daha yakın olurdu. Oysaki mekân itibariyle o makamdan kilometrelerce uzakta olan birisinin, o makama daha yakın olması mümkündür.
Burada söz konusu yakınlıktan maksat, mekânsal açıdan değil, o şahsın manevî bakımdan daha fazla öncelik hakkına sahip oluşudur. Örneğin, Hz. Peygamber (s.a.a.) Allah’a diğer insanlardan daha yakındır, diye söylenildiğinde, Allah’ın O’na lütuf ve ihsanının daha fazla olduğu kastedilmektedir.
Sadece insanlar değil, melekler dahi böyledir. Hiç bir melek mekân yönünden diğer melekten daha yakın değildir. (Yakınlık lütuf ve inayetten ibarettir). Kimileri öyle zannediyorlar ki, mana âlemindeki Allah’a yakınlık ve uzaklık da bu türdendir. Oysaki mana âleminde, gerçekten yakınlık dereceleri vardır. Durum sadece bununla sınırlı olmayıp âlem-i melekût ve âlem-i gayb, gerçekte rütbe ve dereceleri ihtiva etmektedir. Konu sadece inayet ve lütfun azlığı ve çokluğu değildir. Gerçekte insanın Hak Teâlâ’ya yakınlığı hakikîdir. Allah Teâlâ’ya derece derece yakınlaştıkça, vücudu Hak Teâlâ’nın nuruyla daha çok nurlanır. Bu nurlanma boyunca benliği ve yapısı da değişir. Vaziyeti, şekli, maneviyatı ve her şeyi değişir. Hatta biz amelimizle var oluyoruz.
“O’na ancak güzel sözler yükselir (ulaşır).Onları da Allah’a amel-i sâlih ulaştırır.” 4
Tayyib sözünden maksat, sahih inançtır. Demek ki ‘tayyib söz’ Allah’a doğru yükseliyor. Ve sahih inancı yukarıya doğru yükselten sâlih ameldir. Veya ‘salih ameli’ yukarı çıkartan tayyib sözdür. Böylece sâlih amel yukarı doğru yükseliyor. Gayb âleminde, bu hissedilebilen gerçekler dışında, bir kısım gerçekleşen şeyler daha vardır. İşte Kur’an-ı Kerim’deki a’la-i illiyyîn (yukarıların yukarısı) ve esfele sâfilîn (aşağıların aşağısı) gibi ifadeler de bu vakalara işaret etmektedir.
Kur’an, şöyle buyuruyor: “Yükselme derecelerinin sahibi Allah’tan.” Melekler, hayvanlar, mevcudat, insanlar, herkes ve her şey, bu varlık âleminde özel yerlerini almışlardır. Şîa ve Sünnîlerin kabul ettikleri ve güvenilir kitapların yazdığı, Usûl-ü Kâfî’de de kaydedilen, oldukça da geniş manası olan bir hadis-i kudsî vardır. İmam (a.s.) o hadisi şöyle naklediyor:
“…Kulum nafileleri yerine getirmekle bana yaklaşır...” Bu hadiste ‘bi’n-nevâfil’ (nafileler ile) buyurmuş, ‘bi’lferâiz’ (farzlar ile) buyurmamıştır.
“Benim kullarım daima ve sürekli olarak nafileler vasıtasıyla bana yakın olup yaklaşırlar. Hatta benim muhabbetime mazhar olacak bir makama ulaşırlar.” Elbette bu söz, diğer kulların Allah’ın muhabbetinden uzak kaldıkları anlamına gelmemektedir. Yüce Allah şöyle buyurmak istiyor: “Bir kısım rahmet ve rahmaniyetim vardır ki, bütün insanları kuşatır. Bir kısım rahmet ve rahmaniyetim de vardır ki, hususî kullarımı kuşatmaktadır.”
Rahimiyetten murat, insanın belirli bir merhaleye ulaşmasıdır. Belirli bir sınıra ulaşmadığı müddetçe, kendi ayakları ile ileri gitme mecburiyetindedir. Belirli bir sınıra ulaşınca da merkezin kendi cazibesi onu kendisine cezp ediyor. Yani öyle bir merhaleye ulaşıyor ki, Allah’ın muhabbeti onu cezp ediyor, onu kapsıyor ve ilahî muhabbet eli onu kendine doğru çekiyor. Sonra Yüce Allah şöyle buyuruyor: “Öyle ki, artık benim sevdiğim (bir kul) olur. Sevdiğim (bir kul) olduğu zaman da ben onun kulağı olurum, onunla iştir; onun gözü olurum, onunla görür; ben onun eli olurum, onunla tutar, yakalar; beni çağırdığında çağrısına cevap veririm, benden (bir şey) istediğinde (istediğini) veririm.”
Allah Teâlâ o kulu dost edinince onun benliğinden ve hüviyetinden bir şey kalmıyor. Onun her şeyi Yüce Allah oluyor. Bu tertiple o, her şeyden vazgeçiyor ve her şeyi terk ediyor, onun için artık bir şey kendine kalmıyor. Maksadım şudur ki, sözünü ettiğimiz dereceler, yücelikler ve mertebeler işte bunlardır. İnsanın kendisine doğru yükseldiği bu mertebelerin sonu yoktur. İla nihaye ve ebedi olarak gitse dahi, bir merhaleye varıp da orada bitecek gibi bir cinsten değildir. Kapsamı büyüktür, kendisi de sonsuzdur. 5
--------------------------------------------
1 Mearic Sûresi, 1-3.
2 Âl-i İmran Sûresi, 163.
3 Mücadele Sûresi, 11.
4 Fatır Sûresi, 10.
5 Mutahharî, Mearic Sûresi’nin Tefsiri, s. 9-12.
Ceyş El Zulüm İran'ın güneydoğusundaki terör saldırısından sorumlu
Ceyş El Zulüm terör örgütü, İran'ın güneydoğusunda Rask'ta bir polis merkezine yaplan terör saldırısının sorumluluğunu üstlendi.
İranpress haber ajansının bildirdiğine göre Perşembe akşamı teröristler Rask polis merkezine saldırdı.
İran'ın Sistan ve Belucistan Valisi’nin Güvenlik ve Kolluk İşlerinden Sorumlu Yardımcısı Rask'ta polis merkezine düzenlenen terör saldırısında 11 kişinin şehit olduğunu söyledi.
İran Yargı Erki başkanı Huccetulislam Golam Hüseyin Mohseni Ejei de Cuma günü bir mesajda şunları yazdı:
“İran İslam Cumhuriyeti'nin gücü ve otoritesi karşısında şaşkına dönen ve öfkelenen İslami İran’ın düşmanları, bir kez daha terör örgütleri içindeki paralı askerleri aracılığıyla, halkın güvenliğini ve huzurunu sağlamakla meşgul olan bir grup İran polisinin kanını döktüler.”
Huccetulislam Mohseni Ejei şunları vurguladı:
“İran'ın Sistan ve Belucistan ilinin yargı sistemi yetkilileri, küresel istikbara bağlı bu teröristlerin yakalanıp adalet önüne çıkarılması için güvenlik ve kolluk kuvvetlerine gerekli talimatları vermek ve gerekli her türlü tedbiri almakla yükümlüdür.”
Bu bağlamda İran'ın Pakistan Büyükelçisi Hasan Nuriyan, İran İslam Cumhuriyeti'nin İslamabad Büyükelçiliği'nin Rask terör saldırısının takibini yaptığını söyledi.
BM, İran'ın Sistan ve Belucistan'ındaki terör saldırısını kınadı
BM sözcüsü Stephen Dujarric, örgütün Ceyş El Zulüm grubunun İran'ın Sistan ve Belucistan eyaletindeki Rask'taki polis karargahına yönelik terör saldırısını şiddetle kınadığını duyurdu.
İRNA haber ajansının bildirdiğine göre Stephen Dujarric Cuma akşamı yerel saatle bir bildiri yayınlayarak şunları kaydetti:
"BM, İran İslam Cumhuriyeti'nin Sistan ve Belucistan ilindeki polis merkezlerine bugün düzenlenen saldırıyı şiddetle kınıyor ve bu saldırının faillerinin yargılanması gerektiğini vurguluyor."
Dujarric sözlerine şunları ekledi:
"BM, yaslı ailelere ve İran İslam Cumhuriyeti halkına ve hükümetine en derin taziyelerini sunar ve yaralılara acil şifalar diler."
Ceyş El Zulüm teröristlerinin perşembe akşamı İran'ın güneydoğusundaki Rask kentindeki polis merkezine düzenlediği saldırıda 12 polis memuru şehit oldu.
Bu terör saldırısı ardından cumartesi günü İran'ın Sistan ve Belucistan eyaletinde yas ilan edildi.
Tümgeneral Selami: Filistin halkını sonuna kadar destekleyeceğiz
İran Devrim Muhafızları Ordusu Genel Komutanı Tümgeneral Hüseyin Selami, İran milletinin sonuna kadar Filistin halkının yanında olacağını belirterek, “Bugün Amerika'nın sözde insan hakları ve demokrasisi Gazze'de görülmektedir.” dedi.
IRNA’nın haberine göre, İran Devrim Muhafızları Ordusu Genel Komutanı Tümgeneral Hüseyin Selami, isimsiz şehitler için Tahran’da düzenlenen cenaze töreninde konuştu.
Tümgeneral Selami, “Şehitler bize iktidar ve ilerleme kazandırdı. İstikbarın komşu coğrafyalarımızda biriktirdiği ateşlerin göbeğinde bu milletin güven içinde yaşamasını sağladı. Bizim şehitlerimizin hediyesidir bu bize. Eğer bu şehitler olmasaydı bu topraklar defalarca işgal edilecekti ve tarih bizim için düşmanlarımız tarafından yazılacaktı ama bugün dünyada büyük bir güç olarak öne çıkıyoruz ve hiç kimsenin İran milletine meydan okumaya cesareti yok.” dedi.
Tümgeneral Selami, “İran milleti, vilayet, şehadet ve cihad nimetine sahiptir. Cihad sadece silahlı kuvvetlere mahsus değildir ve halkın şehitlerini anması bizim için sonsuz bir güç kaynağıdır.” ifadelerinde bulundu.
Tümgeneral Selami sözerinin devamında şunları kaydetti: “Amerika, İsrail ve müttefikleri geçmişin acı deneyimlerini tekrarlıyor. Afganistan'ın işgali onlara zafer getirdi mi? İşgal ettikleri Irak'ta kalabildiler mi? Yavaş yavaş bu topraklardan ayrılmak üzereler. Sizler 50 milyondan fazla insanın yoksulluk sınırının altında yaşadığı Amerika'nın iç sorunlarıyla uğraşmak yerine Suriye'de, Yemen'de, Irak'ta para harcadınız, başarısız oldunuz ve meydanı bırakmak zorunda kaldınız. ABD’li vatandaşların ödediği vergiler ülkenin sorunları çözmek yerine Suriye, Lübnan, Irak ve Afganistan'daki başarısız savaşlara harcandı.”
İran Devrim Muhafızları Ordusu Genel Komutanı, Amerika'nın ileri sürdüğü insan haklarının ve demokrasinin bugün Filistin topraklarında görülebildiğine işaret ederek, “Şehit düşen Filistinliler ölü değiller. Şehadet de ölümün sırrı değil, yaşamın sırrıdır. İmam Humeyni'ye (r.a.) göre şehadeti olan bir millet esarette kalmaz” diye konuştu.
Fox News: ABD Üsleri 100 Defa Hedef Alındı
Irak İslami direnişi yayınladığı bildiride Suriye'deki Koniko ve El-Omar petrol sahalarındaki ABD askeri üslerine saldırı düzenlediğini açıkladı.
Irak İslami Direnişi, bu saldırıların İHA ile gerçekleştirildiğini ve hedeflerin isabetli bir şekilde vurulduğunu ifade etti.
ABD’nin Fox News kanalı ise, bu saldırılarla birlikte ABD’nin Irak ve Suriye'deki üslerinin 7 Ekim'den bu yana yüzüncü kez hedef alındığını bildirdi.
Siyonist Rejimin Cinayetleri İnsanlık Tarihinde Yeni Bir Sayfa Açtı!
Katil İsrail rejiminin buldozerleri, Cebeliye kampının kuzeyinde bulunan Kemal Advan Hastanesi'nin binasını ve avlusunu, içerideki hasta ve yaralılarla birlikte yok etti!
Bu hastane de diğer hastaneler gibi Filistinli mültecilerle dolu bir yerdi ve Filistinli mültecilerin barınma çadırları da bu hastanenin bahçesinde bulunuyordu.
Görgü tanıklarının ifadesine göre bu korkunç cinayette pek çok kişi diri diri gömüldü. Hastaların cesetleri hâlâ enkaz altında, çok sayıda kişi ise kayıp.
Gazze Sağlık Bakanı, İsrail rejimi askerlerinin gerçekleştirdiği bu benzeri görülmemiş cinayetle ilgili uluslararası bir soruşturma yapılması çağrısında bulundu. Bu olaylardan biri, Amerika ve Batı karşıtları tarafından gerçekleşse, tüm medya ve sözde uluslararası ve insan hakları örgütleri nasıl onların üzerine yığılırdı bir düşünün ama onlar, Siyonist rejimin açıkça ve utanmazca gerçekleştirdiği suçlar karşısında kör ve sağırlar.
Gazze savaşında ve bu savaş içinde gerçekleşen cinayetlerle birlikte insanlığın Fatiha'sı okundu... İnsanlıktan hiçbir şey kalmadı ve bu savaştan sonra hiçbir şey eskisi gibi olmayacak!
İsrail'in beyaz fosfor kullandığı ispat edildi! Bombalar ABD menşeili
ABD merkezli yayın organı Washington Post, İsrail'in kullandığı top mermilerinde beyaz fosfor kalıntıları olduğunu açıkladı. Bölgede görev yapan muhabir, söz konusu bombaların ABD menşeili olduğunu bildirdi.
İSRAİL'İN BEYAZ FOSFOR KULLANDIĞI İSPAT EDİLDİ
ABD’de yayın yapan Washington Post gazetesi İsrail’in beyaz fosfor kullandığı top mermilerinin kalıntılarına ulaştı. Gazetenin bölgede görev yapan muhabiri İsrail ordusunun 16 Ekim’de Dahayra beldesini hedef alan saldırılarında kullandığı 155 mm beyaz fosforlu top mermilerinin parçalarını buldu.
BEYAZ FOSFORLU TOP MERMİLER ABD MENŞEİLİ
İsrail’in kullandığı beyaz fosforlu top mermilerinin kalıntıları üstünde bulunan üretim kodlarının ABD’nin ürettiği mühimmatları sınıflandırmada kullanılan terminolojiyle örtüştüğü saptandı.
Buna göre; söz konusu mühimmat 1989 ve 1992’de Louisiana ve Arkansas'taki mühimmat depolarında üretildi.
Silah uzmanları, kalıntılarına erişilen top mermilerinin açık yeşil rengi ve üzerlerine işlenmiş “WP” simgelerinin beyaz fosforlu top mermileriyle örtüştüğünü belirtiyor.
İsrail güçleri, 16 Ekim'de 2 bin nüfuslu Dahayra beldesini gece boyunca beyaz fosforlu mühimmatla bombalamış ve bölge sakinleri kaçmaya imkân bulamamıştı.
Dahayra’da yaşayanlar İsrail bombardımanını "kara gece" olarak tanımlıyor.
İsrail'in Dahayra’ya saldırısında yaralanan 9 kişiden 3’ü, hastaneye kaldırılmıştı.
BM'DEN BEYAZ FOSFOR AÇIKLAMASI
BM Sözcüsü Stephane Dujarric, "İsrail'in 16 Ekim'de Lübnan'da kullandığı beyaz fosforun ABD tarafından sağlandığına ilişkin haberler var. Uluslararası Af Örgütü de Anadolu Ajansının İsrail'in Gazze'de beyaz fosfor kullanımını belgelediği görüntüleri kullanmıştı. Beyaz Saray Ulusal Güvenlik Konseyi Stratejik İletişim Koordinatörü John Kirby de söz konusu haberleri gördüklerini ve endişeli olduklarını dile getirdi. BM'nin bu konuda yorumu nedir?" sorusuna cevap verdi.
BM'nin söz konusu durumu kanıtlayacak somut verisi olmadığını belirten Dujarric, "Bunun gibi yangın çıkaran harp malzemelerinin, özellikle nüfusun yoğun olduğu bölgelerde kullanılmasından dolayı çok ciddi endişe duyuyoruz" ifadelerini kullandı.
İngiliz Hükûmetinin Filistin’de İşlediği Suçlar
İngiliz yönetimince ölüm cezasına çarptırıldı. 22 Kasım 1937’de, örnek olarak, 80 yaşındaki Şeyh Ferhân el-Sa’adî artık çalışmayan antika tüfeğin sahibi olduğu ve tüfek duvarda asıldığı için idam edildi.
Siyonist terörün başlangıcı siyasal Siyonist hareketin kuruluş günlerine kadar gider. İçinde bulunduğumuz yüzyılının başından itibaren siyasal önderlikler altında çeşitli embriyonik askeri örgütlenmeler görülmeye başlanmıştır. Bunlardan en önemlisi Hashomer’di (Gözcü), Haganah’ın öncüsü de bu örgüt olmuştur. Hashomer 1907’de kurulmuş bar Giora adlı örgütün gelişiminden ortaya çıkmıştır.
Filistinlilerin, Birinci Dünya Savaşı’nın sonuna kadar Yahudilerin Filistin’e gelip yerleşmelerine karşı çıkmadıklarını belirtmek gerek. Bunu, kendi varlıklarına yönelik bir tehdit olarak görmüyorlardı. Dolayısıyla kurulan paramiliter örgütler Siyonistlerin saldırgan niteliklerini ortaya koymaktadır.
1915’de Filistin’i işgal etmeden önce İngilizler, Yarbay John Patterson kumandasında ‘Zion Katır Birliği’ kurdular. Birlik Dünya Savaşı’nda savaşmak üzere kurulan terörle ilişkisiz askeri bir örgüt olmasının yanında, Siyonistlere daha sonra terörist amaçlarında yararını görecekleri askeri deney kazanma olanakları verdi. Katır birliğinin subaylarından Joseph Trumpeldor, İshak Ben-Zvi (Heshomerden, daha sonra Siyonist devlet başkanı) ve David Ben-Gruon (ilk İsrail başbakanı) İngiliz hükümetini Yarbay Patterson kumandasında Yahudi Lejyonu kurması için 1917’de ikna ettiler.
Vladimir Jabotinsky, aşırı sağcı Yeni Siyonist Örgüt kurucusu ve daha sonra Menahem Begin’in Irgun teröristlerinin ve Herut Partisi’nin içinden doğduğu örgütün önderi, Yahudi Lejyonunda yüzbaşıydı. Lejyonun öteki üyeleri de daha sonra terörist örgütlerin önderleri oldular. Jabotinsky Haganah’ın ilk kumandanı oldu. 1920 şubatında kurulan bu örgüt başlangıçta eski Lejyoner çavuşlarından eğitim görüyordu. 1920’nin sonunda Haganah ve Hashomer, daha önce lejyonun başkanlığını yapmış olan Eliahu Golomb başkanlığında birleştiler. Haganah’a karşı yardımsever davranış içinde olmalarına karşın manda yöneticileri bir süre için Jabotinsky’i tutuklamak zorunda kaldılar. Artık Arap halkına karşı şiddet eylemleri başlamıştı.
Siyonist terörün ilk kurbanlarından biri de, Hollandalı bir Yahudi olacaktı. Jacop Israel de Haan Siyonizmin kötülük saçan yapısını fark etmişti ve susturulması gerekiyordu. Hukukçu ve yazar da olan Haan, Haham Yosef Chaim Sonnenfeld’i Siyonizmin Filistin’deki Yahudiler arasında, yarattığı ahlaki çöküntüye karşı açtığı kampanyada desteklemeye başlamıştı.
London Daily Mail’in sahibi ve Siyonizme dikkatle yaklaşan Lord Northcliffe Filistin’i ziyarete gelince, Siyonist basın da Haan aleyhinde kampanya başlattı. Northcliffe bağımsız Ortodoks Cemaatin delegeleriyle görüşmeye başlayınca, düzenlemeyi yapan de Haan ‘hain’ olarak saldırılara uğradı. Kampanya Haham Sonnonfeld’i ilk kez basına açıklama yapmaya zorladı... Delegelerin amacı (açıklamaya göre) “Siyonistlerin cemaatlere boyun eğdirme arzusuna muhalefet etmek ve isteğimiz ve görüşümüze karşıt olarak bizi yöneticilerin asasıyla yönetmek”ti.
De Haan görüş ve eylemlerinden dolayı yaşamının tehlikeye girdiğini gördü. İngiliz istihbarat subayı ve hem manda yönetiminde hem de Siyonist yönetiminde üye olan Albay Fred Kisch’e 16 Mayıs 1923’de yazdığı mektupta “24’ünden önce Filistin’i terk etmezsem öldürüleceğimi söyleyen (hükümet zarfına konulmuş) bir mektup aldım. Beni öldürüp öldürmemenin yararlarının ciddi tartışmalara sahne olduğu çevreleri sizin de onurlandırdığınızı biliyorum” diyordu.
De Haan’ın öldürülmesi ve cinayetin sorumlularının hiç bir zaman adalet önüne çıkarılmamaları manda yönetiminin saygınlığını azaltan olaylar arasında yerini alıyor. İngiliz polisinin geleneksel olarak suçluları yakalamada kullandığı haklı olarak övülen yöntemler Jacop de Haan’ın katillerinin bulunmasında nedense kullanılmadı. Manda yöneticileri nedense cinayeti ‘sır perdesi’ içinde ve katilleri cezasız bırakmayı yeğlediler. Katillerin adları, Abraham Krichevski ve Abraham Silberg daha sonra yayınlandı ama suçları nedeniyle mahkemeye çıkarılmadılar.
Daha sonra Filistin’de 1939’da gerçekleşen ayaklanmanın Haganah terör yapılanması içinde de yankıları oldu. Siyonist hareket içinde Haganah’ın ‘etkin çalışmadığı’ , ‘yeterli donanımı olmadığı’ eleştirileri vardı. Eleştiriler 1929 karışıklıkları sırasında Haganah’ın Filistinlilere saldırması için elverişli koşullar doğmuş olduğu fakat bundan yararlanılamadığı üstünde yoğunlaşıyordu. Hecht bu şansı kullanamadığı için günah keçisi yapıldı, yerine kumandan olarak tekrar Golomb getirildi. Oysa Hecht, Haganah’ı büyütmek için dikkate değer çabalar göstermişti. 1924’e gelindiğinde ellerinde 27 makinalı tüfek, 750 tüfek, 1050 tabanca, 750 el bombası ayrıca üyelerinin kişisel silahları vardı. Silahların birçoğu Jabotinsky’nin kumandan olduğu dönemde Amerikalı bir silah kaçakçısı ile yapılan anlaşmayla sağlanmıştı.
Bu dönem boyunca İngiliz işgal yönetimi silah kaçakçılığına, cephaneliklere, Haganah’m adamlarını açıktan eğitmesine göz yumuyordu. Gerçekten, Haganah, 1920’lerin ortalarında Kfar Gileadi ve Tel Aviv’de kendi mühimmat fabrikalarını bile kurmuştu. Kuramsal olarak bunlar yasa dışıydı ama rahatsız edilmeden işletildiler, kurşun, el bombaları ve bombalar ürettiler.
1929 karışıklıkları Haganah’ın genişletilmesi ve o zamana kadar devam eden Histadrut yönetiminden alınıp Siyonist hareketin yönetimine verilmesinin kararlaştırılması sonucunu verdi. Dolayısıyla siyasal vekillik kurumu oluşturuldu, 1931’de ‘Ulusal kumandanlık’a dönüştürüldü ve Yahudi Yürütme Kuruluna karşı sorumlu tutuldu. Golomb, Ulusal Kumandanlık içinde, kendisine daha sıkıyönetim olanağı sağlayacak Yüksek Kumandanlık kurumunu oluşturdu. Filistin’in çeşitli bölgelerinde de Haganah birimlerinin yönetimini elinde tutup birleştirecek merkezi yönetim geliştirildi. Haganah büyüdü: 1937’ye gelindiğinde 17 bin adamı, 4 bin kadını vardı. 230 makinalı tüfek, 4500 tüfek ve 10.000 tabancaya sahipti. Manda yönetimi hâlâ durumundan hoşnut bir uysallık içindeydi.
Tersine, 1936 ve 1939’da Filistin halkı yurdunu savunmak için ayaklandığında Manda yönetimi acil durum uygulamaya başladı, toplu cezalandırmaya da başvurdu.
Bu yöntemi Naziler ve uluslararası hukuka aykırı olmasına karşın işgal edilmiş bölgelerde Siyonistler de uygulamışlardır. Silah bulundurmanın cezası da ölümdü. Sözü edilen son ceza, elbette, Siyonistler için değil, Filistinliler için geçerliydi.
1936’dan 1939’a kadar 109 Filistinli en tuhaf nedenlerle İngiliz yönetimince ölüm cezasına çarptırıldı. 22 Kasım 1937’de, örnek olarak, 80 yaşındaki Şeyh Ferhân el-Sa’adî artık çalışmayan antika tüfeğin sahibi olduğu ve tüfek duvarda asıldığı için idam edildi. Öte yandan Haganah silahlanmaya ve askeri eğitime devam ediyordu.
Bu dönemde İngiliz işgal yönetiminin Haganah’a karşı tutumunun ne olduğu tanınmış bir Yahudi yazar tarafından çok iyi tanımlanmıştır. Filistin’e Siyonist teröristlerin silah kaçakçılığıyla silah soktuğunu tartıştıktan sonra yazar şöyle diyor:
“Yetkililer bundan tamamiyle haberdardılar. Bu durumu yalnız hoşgörüyle karşılamakla kalmayıp zaman zaman Haganah’a yasa dışı silahlar da sağladılar... Haganah hâlâ yasadışıydı ve sonuna kadar öyle kalacaktı ama onun hakkında başka türlü ağız kullanılıyordu, nerdeyse sevgi gösterilen bir yasadışılıktı bu... Yetkililer arama yapıp silah bulsalar onları müsadere etmek ve insanları tutuklamak zorundaydılar. Ama o günlerde hiç arama yapılmıyordu. Aynı dönemde birçok Filistinli Arap tüfekle yakalandı diye asılmış veya yıllar boyu hapse mahkûm edilmişti"
İsrail bakanlar kurullarında çeşitli bakanlıklar ve başbakanlık yapmış olan Siyonist askeri gücünün kurucularından biri şöyle yazmaktadır: “İngilizlerin iki alandaki teşvik edici katkıları o zaman için Haganah’ın gelişiminde çok önemli olmuştu. Bunlardan birincisi Yahudi Yerleşim Polisinin (JSP) kurulmasıydı... Öteki girişim resmi değildi fakat en az birincisi kadar önemliydi. Bu Filistin sahnesinde Yüzbaşı (sonra general) Orde Wingate’in görünmesiydi. Wingate’i sahneye çıkaran Irak Petrol Şirketi’nin çıkarlarıydı. Arap gerillalar şirketin Hayf rafinelerindeki boru hatlarına ağır zarar vermişlerdi. Sonuç olarak özel gece devriyeleri olarak bilinen birleşik Yahudi-İngiliz birimleri Wingate’in kumandasında kurulmuştu. Can alıcı öneme sahip boru hattı korunacaktı. Fakat birim çok küçük ve silahlan çok zayıftı, görevini yerine getirmesi zordu. Böylelikle Wingate zaten eylem halinde olan Haganah’la yasadışı olarak işbirliğine başladı, Haganah depolarından silah ödünç aldı, baskınlar ve pusular düzenledi.
Galile’deki geniş arazide, hattın iki yanında geceleri devriye gezildi. Sabah olunca yasadışı birimler kayboldu, yasal olanlar da üslerine döndüler. Biri yasal, öteki yan-yasal iki polis gücünün insan malzemesini Haganah oluşturuyordu ve böylece birimler eğitim ve eylem için kullanılmış olabiliyordu.
Bu gerçekler İngiliz manda yönetiminin Filistin’de Siyonist askeri gücün gelişimine göz kırptıklarını ve daha sonra Filistin’in meşru halkını yurtlarından sürmek için artan biçimde terörist amaçlar için kullanılmasını görmezlikten geldiklerini ortaya koymaktadır. Terörist kampanyanın daha sonra masum İngiliz halka yönelmesi ve onları da kurban etmesi, İngiliz halkın bir gün vicdansız yöneticilerine hesabını soracağı sayısız suçlardan birini oluşturmaktadır.
Nitekim Siyonist Rejim henüz 1947 yılına gelmeden Filistin topraklarında bulunan aileleri de olmak üzere İngiliz askerlerine defalarca saldırmış ve kendi eğittiği, müsamaha gösterdiği bu terör örgütü önce onların canını almıştı.
ehlader
Ailede Din Eğitimi-2
Ailede din eğitimi devamı…
C- Şahsiyet bağımsızlığına, küçüklük devresindeki kısıtlılıklardan kurtulmaya ve yaşı büyük olanların grubuna katılmaya ilgi duymak. Bu doğrultuda başarısız olunması durumunda genellikle genç itirazını başkaldırı ve isyan şekliyle ortaya koyar, normal olmayan eylemlere girişir ve davranış tarzı kötüleşir ve kaba huylu olur. Gerçekte ise hal diliyle benim şahsiyetime saygı duyun ve beni bağımsız ve özgür olarak tanıyın der.[1]
D- Saygısızlık, çirkin davranış, kınama ve mükerrer sitemde bulunmak, onları kötü ahlak, intikam istemi ve bazı zamanlar cinayet işlemeye sevk eder.[2] Müminleri önderi Ali (a.s) şöyle buyuruyor:
“Kınama ve sitemde aşırılık, (muhatapta) inat ve ısrarın ateşini alevlendirir.”[3] Ali (a.s) bir başka yerde de şöyle buyuruyor: “Mükerrer açıklamadan sakın; çünkü sitem etmeyi tekrarlamak günahkârı çirkin amellerinde cüretli ve cesur kılıp (öte taraftan) kınamayı itibarsız ve değersiz yapar.”[4]
E- Evlada ve özellikle gence başkalarının yanında nasihat etmek onun şahsiyetinin tahkir edilmesine neden olur. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Topluluk önünde nasihat etmek, muhatabın şahsiyetini darbelemek ve küçük düşürmektir.”[5] Evlatlarımızla iyi bir ilişki kurmak için şunlar gereklidir:
1- Eğitim işinde masumların (a.s) hayat tarzı ve rivayetlerine özel bir dikkat ve önemle bakmalıyız. Bu yüzden masum hazretlerin (a.s) genç hakkındaki görüşlerinin ne olduğuna bakmak gerekmektedir. İmam Ali (a.s) gençlik devresi hakkında şöyle buyuruyor: “Gencin bilgisi az olması hasebiyle cehaleti mazurdur.”[6] Bu buyruğa ve masumların (a.s) diğer sözlerine dikkat etmek, gencin hata ve sapmaları karşısında insanın sabır ve metanetinin daha çok olmasına neden olur.
2- Dinsel inançları öğretmede ümitsiz kılan beyanlardan ciddi bir şekilde kaçınılmalı ve tüm kullarına ve özellikle gence yönelik Yüce Allah’ın lütuf, rahmet ve şefkati hatırlatılmalıdır. Raczer ve Kemzovastik gibi birçok psikologlar davranışın hislerden etkilendiğini belirtmişlerdir. Algı tarzları, idrakler ve hisler davranışları belirlemektedir. Bu yüzden eğer eğitmen din bilgilerini sadece korku, ümitsizlik ve olumsuzluk hisleriyle katışık bir bütün halinde beyan ederse, dinsel eğitimin yüce hedefleri gerçekleşmeyecektir.[7] İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Sevmek korkmaktan daha iyidir.”[8]
3- Sevgi, özel ilgi ve muhtelif münasebetlerde hediye vermeyle duygusal eksikliklerini gidermek gayesiyle ev dışına ve iyi olmayan arkadaşlara sığınmamaları için olduğundan daha fazla evlatlarımızın gönlünü kendimize yöneltmeliyiz. Peygamber (s.a.a) evlatlara saygı göstermek hakkında şöyle buyurmuştur: “Evlatlarınıza saygı gösterin ve onları güzel eğitin.”[9]
4- Kötü ahlak ve şiddetten kaçınılmalıdır. İmam Ali (a.s) bu hususta şöyle buyuruyor: “Kötü ahlak dost ve yakınları insandan uzaklaştırır ve yabancıyı itinasızlık ve önemsememeye sevk eder.”[10]
5- Evlatların bazı hatalarına yönelik görmezlikte bulunmak ve onun yanlışlarından haberdar olunmadığını aksettirmek lazımdır; çünkü aksi takdirde onun size yönelik hayâ ve edebi azalır. İmam Ali (a.s) şöyle buyuruyor:
“Akıllı şahsın (şahsiyetinin) yarısı sabır ve tahammül ve diğer yarısı da görmezlikten gelmedir.”[11]
6- Edebildiğince direkt nasihat vermeden sakınılmalı ve istekler endirekt yoldan belirtilmelidir. İmam Rıza (a.s) şöyle buyuruyor: “Babamın şöyle söylediğini duydum: Nasihat serttir ve diğerlerine zor gelmektedir.”[12]
7- Aile ortamının şefkat ve samimiyet kazanmasına neden olan özellikle tüm aile bireylerinin hazır bulunduğu saatlerde (özellikle aile reisinin) ailenin yanında fazla ve samimice bulunmaya özen göstermek gerekir.
8- Anne ve babanın ve de eğitmenlerin söz ve davranışlarında intibak olmalıdır; zira başkalarından istediğimiz hususlara ideal bir şekilde kendimiz bağlı olmalıyız. İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur:
“İnsanları dil kullanmaksızın (amel ile) hayra davet edin.”[13]
9- Tahakküm, zor ve tehdit dilinden sakınmak ve tahlil, kavratma ve hükümlerin hikmetini açıklama dilinden istifade etmek. Zira İslam’ın mantıklı açıklanmaması, Müslüman gençlerin dinden uzaklaşmasına neden olabilecek bir hasar doğurabilir. Nitekim Hıristiyanların Hıristiyanlıktan el çekmesi ve İslam dinine yönelişin sebebi, onların dinleri hakkında mantıkî anlamda ikna olmamalarıdır.[14]
10- Onun (hurafe ve mantık dışı konulardan arı olan) dinî mekân ve meclislerde bulunmasının altyapısını oluşturmaya dönük mantıklıca çalışmak ve başarılı dindar şahıslarla tanışması kendisinin dinsel öğretilere yönelik bağlılık derecesini takviye edecektir. Eğer dinsel münasebetlerde böyle oturumları evinizde düzenler ve bu oturumda kendisine de bir sorumluluk verirseniz etkisiz olmayacaktır.
11- En son ilaç dağlamaktır.[15] Eğer yumuşak yöntemler uzun bir süreden sonra cevap vermezse, o zaman sert yöntemlerden istifade edilebilir. Ama bu yöntemde de diğer yöntemlerde olduğu gibi aşırılığa kaçmamaya özen gösterilmelidir. Öte taraftan bu yöntemin faydalı olacağından emin olmayıncaya dek ondan istifade etmek tavsiye edilmemektedir. Bu nedenle evladı evden dışarı atmak ve kovmak iyi bir olarak davranış gözükmemektedir. Her halükarda eğer eğitmen ve özellikle de anne ve baba uhdelerine bırakılan evlatlarının eğitim sorumluluğuna yönelik özensizlik ve kusurda bulunmamışlarsa ve bununla birlikte etkili olmamışlarsa, kendilerini kınamamalı ve sitemde bulunmamalıdırlar; çünkü insan özgür yaratılmıştır, kararlarında özgürdür[16] ve herkes kendi amellerinden sorumlu olmalıdır.
------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
[1] Felsefî Muhammed Taki, Goftar Felsefî, Bozorgsalan ve Civan Ez Nazar Efkar Ve Temayülat, c. 1, s. 38.
[2] Felsefî Muhammed Taki, Goftar Felsefî, Bozorgsalan Ve Civan Ez Nazar Efkar Ve Temayülat, c. 1, s. 55.
[3] Tuhafü’l-Ukul, s. 84.
[4] Ğurerü’l-Hikem, 278.
[5] İbn. Ebi’l-Hadid, Şerh-u Nehci’l-Belağa, c. 2, s. 341.
[6] Ğurerü’l-Hikem, 76.
[7] Takviyet-i Nizam Hanıvade, c. 1, s. 266.
[8] Şeyh Kuleynî, el-Kafi, c. 8, s. 128.
[9] Müstedrekü’l-Vesail, c. 15, s. 168.
[10] Ğurerü’l-Hikem, 435.
[11] Muhammed Reyşehrî, Mizanu’l-Hikme, hadis. 14915.
[12] Keşfü’l-Ğumme, c. 3, s. 84.
[13] Muhaddis Nuri, Müstedrekü’l-Vesail, c. 8, s. 456.
[14] Dr. Sacidi, Din Gorizi Çıra, Din Gerayi Çe San? s. 226.
[15] Allame Meclisî, Biharü’l-Envar, c. 31, s. 503.
[16] İnsan, 3. “Biz ona yolu gösterdik. Artık ister şükreder isterse nankör olur.”