کارگر

کارگر

Cumhurbaşkanı Ayetullah Seyyid İbrahim Reisi  Bakanlar Kurulu toplantısında yaptığı konuşmasında, Filistin ve Gazze ile ilgili gelişmeleri de değerlendirdi.

Ayetullah Reisi bu hususta, Gazze ateşkesiyle ilgili kararın ABD tarafından veto edilmesini esef verici ve Washington'un Gazze halkının katliamında direkt rol oynadığının bir göstergesi diye tanımladı ve "Gazze'de meydana gelen gelişmeler ABD'nin nifak maskesini düşürdü ve böylece Amerika hükümetinin zalim, gaddar ve insanlık dışı yüzünü bir kez daha dünya halklarına sergiledi" diye konuştu.

Cumhurbaşkanı Reisi daha sonra, dünyada tek taraflılığa son verilmesi gerektiğinin uluslararası düzeyde kavrandığını belirterek "Milletlerin bu uyanışı, kuşkusuz dünya şartlarının değişeceği, tek taraflılık döneminin son bulacağı ve çok taraflılığa dayalı adil bir düzenin başlayacağının müjdecisi olacaktır" diye vurguladı.

 

Rus Uzman: ABD İçin Öncelik Gazze'deki Ölen Sivil Halk Değil, İsrail'dir
  ABD’nin BM Güvenlik Konseyi’nde (BMGK) Gazze'de acilen insani ateşkes ve tüm rehinelerin önkoşulsuz olarak serbest bırakılması istenilen karar tasarısını veto etmesini değerlendiren Rus uzman Blohin, ABD için Gazze diye bir şey olmadığını, bu ülkeden hümanizm adına herhangi bir şey beklenmemesi gerektiğini vurguladı.
 

Rusya Bilimler Akademisi Güvenlik Araştırmaları Merkezi'nin önde gelen araştırmacısı Konstantin Blohin, Sputnik’e demecinde bu bağlamda ABD’nin Ortadoğu politikasının özelliklerini anlattı.

Blohin, “Batılı ülkelerden adalete dayalı barış çağrıları yükseliyor, ancak fiilen herhangi bir adalet yok. Bugün tüm Batı açıkça İsrail'in yanında yer alıyor, kolektif Batı'nın ve NATO'nun potansiyeli ise kesinlikle Filistin'in potansiyelini aşıyor. Teorik olarak barışın, Filistin'e topraklarının geri verilmesiyle geleceği herkes için açık olmalı. Ancak İsrail anlaşma yapmaya hazır değil. Gerçi buradaki mesele İsrail bile değil, onlarca yıldır barışa katkıda bulunmayan Batılı ülkelerin konumuyla ilgili. ABD geri adım atmayacak, onlar için öncelik Gazze'deki ölen sivil halk değil, İsrail'dir. ABD için Gazze diye bir şey yok, hümanizm adına herhangi bir şey beklenmemeli” diye konuştu.

İki partili çok katı bir fikir birliğinin var olduğu ABD'nin söyleminde yakın gelecekte değişiklik olmayacağına dikkat çeken Blohin, “Cumhuriyetçi Parti daha çok İsrail yanlısı, Demokrat Parti ise daha az. Ancak bu ‘daha az’ bile İsrail'e yüzde 100 değil, yüzde 1.000 destek anlamına geliyor. Her iki parti de kesinlikle İsrail yanlısıdır. İsrailli politikacılar bazen (ABD Başkanı Joe) Biden'ı İran ile ‘nükleer anlaşma’ müzakerelerine devam etmek istediği için eleştiriyor. Bu kişiler daha önce Obama'yı bu ‘nükleer anlaşmayı’ yaptığı için eleştirmişti. Ancak şöyle ya da böyle Washington’daki mevcut hükümet İsrail'i aktif olarak destekliyor” vurgusunu yaptı.

İsrail-Filistin çatışmasının henüz bir çözümü olamadığının altını çizen Blohin, şunları söyledi:

“Barış, Batı birdenbire Ortadoğu politikasını gözden geçirirse gelebilir. Ama böyle bir şey ancak ABD'nin jeopolitik bir oyuncu olarak tamamen ortadan kalkmasıyla gerçekleşecek. En ilginç olan şey ise ilk başlarda, 20. yüzyılın 50'li yıllarının ortasında İsrail’in hiçbir şekilde Amerikan müttefiki olmamasıdır. Zaman içinde ABD, özellikle SSCB'nin etkisini göz önünde bulundurarak, İsrail'i Ortadoğu'da kendi nüfuzunu korumanın ve bölgedeki müttefikini güçlendirmenin bir yolu olarak görmeye başladı.”

Rus siyaset bilimci, ABD'nin İsrail'e yönelik bu desteğinin, İsrail'in ana ticaret ortağının özellikle ABD'nin olduğuna ve bu iki ülke arasındaki ticaretin son yıllarda daha da arttığına dikkat edildiği taktirde anlaşılabileceğini kaydetti.

Blohin, “İkili ticaret hacmi yılda milyarlarca doları buluyor ve ABD, İsrail ekonomisinin önemli bir yatırımcısı oldu. Birçok Amerikan şirketi İsrail'de iş yapıyor, istihdam yaratıyor, sermaye yatırıyor. İsrail'deki bu ekonomik büyüme, Amerikan şirketlerine İsrail'de geliştirilen teknolojilere ve yeniliklere erişim olanağı sağlıyor” ifadelerini kullandı.

Yemen halihazırda vurulmuş bir ülke. Husilerin kaybedecekleri çok az şey kaldı. Beri taraftan ABD muazzam üstünlük, caydırıcılık ve kibrine rağmen pek çok şeyin hesabını yapmak durumunda. Küresel devin de kırılganlıkları var.
 

İsrail’in Gazze’deki soykırım savaşının bölgeselleşme ihtimali tartışılırken Yemen akla gelen son dış halkaydı. İsrail’e kuzeyden cephe açan Hizbullah, İsrail-Amerikan ikilisinin endişelerinin birincil ağırlık noktasını oluştururken Golan’dan üçüncü cephe ihtimali bölgeselleşmenin ikinci halkasıydı. Üçüncü halkaya Suriye ve Irak’taki Amerikan üslerini hedef alan Şii milis güçlerini koymak gerekiyordu. Tabi çatışmaların doğrudan İran’ı da içine alması halinde cephe hattının Amerikan üslerinin bulunduğu Körfez ve petrolün çıkış boğazı Hürmüz’den Umman denizine, oradan gemi taşımacılığının kritik güzergahı Bab el Mendeb’den Kızıldeniz’e yay gibi gerilebilirdi. ‘Direniş ekseni’nde sıralanırken bazen unutulan Yemen’deki Ensarullah kısa devre yaptı.

Suudi liderliğinde koalisyonun 2015’ten beri yürüttüğü savaşla harabeye dönmüş Yemen’in Gazze’yle dayanışma adına İsrail’e balistik füze ve SİHA göndermesi şaşırtıcıydı. Tehdit önce biraz küçümsendi. Fakat Kızıldeniz’deki karşı önlemlere kadar 1600 kilometrelik bir menzilde yer alan Eylat limanı etkilendi. Husiler, Kızıldeniz’deki Amerikan gemilerinin yanı sıra Suudi Arabistan ve Ürdün hava savunma sistemini aşıp İsrail’e füze göndermenin beyhude olduğunu görünce gemilere yöneldi. Galaxy Leader ele geçirildi.

CENTCOM’a göre, Husiler SİHA ve gemi savar balistik füzelerle uluslararası sularda üç ticari gemiye dört saldırı düzenledi. Üç SİHA bölgedeki USS Carney destroyeri tarafından önlendi.

Taktik değişim, İsrail’in canını acıtmış olmalı ki ABD ciddi pozisyonlar almaya başladı. İsrail için seyrüsefer imkânının kalmaması ciddi bir durum. Rota değiştirmek nakliye, sigortalama ve süre açısından maliyetleri artırıyor. Tel Aviv uluslararası güçler önlem almazsa bunun icabına bakacaklarını duyurdu. Beyaz Saray Ulusal Güvenlik Danışmanı Jake Sullivan yeni bir deniz görev gücü için ortaklarla görüştüklerini açıkladı. Fakat halihazırda 2022’de 38 ülkenin katılımıyla oluşturulmuş “Birleşik Görev Gücü 153” var. Anlaşılan biraz kâğıt üzerinde kaldığı düşünülen bu gücü daimi kılmayı hedefliyorlar.

***

Yemen Silahlı Kuvvetler Sözcüsü Yahya Seri hafta sonu Gazze'ye ihtiyacı olan gıda ve ilaç verilmezse sadece İsraillilere ait olanları değil İsrail’e giden tüm gemileri hedef alacaklarını duyurdu. Haliyle tehdidin muhatapları listesi küreselleşiyor.

“Ağıt Kapısı” anlamına gelen 20 mil genişliğindeki Bab el Mendeb’den yılda 17-21 bin arasında gemi geçiyor. Yani petrol ve doğalgaz dahil küresel ticaretin yüzde 12'si buradan yüzüyor.

Husilerin askeri kanadı Ensarullah’ın bugünkü hamlesinin bir benzerini 1973 savaşında Mısır yapmıştı.

Lime lime edilmiş olmanın ötesinde Suriye gibi farklı güçler arasında bölünmüş Yemen’in başkenti Sana’yı kontrol eden Husilerin taş devrine döndürülmeyi göze alması basitçe iki çıkarıma bağlanabilir:

- Yıkıcı savaş yüzünden Yemen’de kaybedecek bir şey kalmadı.

- Siyonist İsrail’e karşı Husilerin ideolojik adanmışlığı her şeyin üzerinde.

İslamcı kesimler Husilerin ümmetin onurunu kurtardıklarını düşünüyor. Bu övgüler özellikle direniş unsurlarını desteklerken doğrudan çatışmalara girmeyen, hatta Amerikan tarafıyla dolaylı müzakerelerde kendisini büyük savaşı önleyecek güç olarak konumlandırdığı söylenen İran’dan geliyor.

ABD ortaklarıyla verilecek yanıtları değerlendiriyor. Biden yönetiminin doğrudan Yemen’e saldırı emrini vermekte acele etmediği aktarılıyor. İsrail’in şu aşamada Yemen’e saldırmaması, ABD’nin de önleyici atışlarla yetinmesi Gazze’deki savaşın bölgeselleşmesi konusundaki hassasiyetle bağlantılı gibi duruyor. İran ile ABD arasında doğrudan bir çatışma kâbus senaryosu olarak ele alınırken iki tarafın da ayak izleri bundan kesinlikle kaçınmaya çalıştıklarını gösteriyor.

Bir neden daha var: Gazze, Yemen’deki barış görüşmelerinin kritik aşamasına denk geldi. Husilerin tutumuna rağmen Amerikalılar Yemen’de tarafları uzlaştırma sürecinin ölmediğini söylüyor. Belli ki Biden yönetimi, özel temsilci Timothy Lenderking’in mekik diplomasisinin sonuçlarını heba etmek istemiyor.

***

Husilerin İran bağlantısı epey zamandır tartışılıyor. Pentagon İran’ın rolünü ‘saldırıları kolaylaştırmak’ diye tanımlıyor. İsrail-Amerikan ekseninin fermuarsız ağızları ise salvoları “İran füzeyi veriyor, Ensarullah ateşliyor” diye okuyor. Aksi bir yorum da beklenmez.

İlk zamanlar kendisini Yemen’in iç gündemiyle sınırlamış olan Ensarullah’ın Hizbullah’tan esinlenerek bir dönüşüm geçirdiği söylenebilir. İranlı yetkililer Ensarullah’ı direniş ekseninin bir parçası olarak övse de Dışişleri, Husilerin kendi kararlarıyla hareket ettiğini savunarak suçlamaları reddediyor. Hareketin dinamiklerini anlamak için biraz geçmişe gitmek gerekiyor.

Liderleri Hüseyin Bedreddin el Husi’nin adına atfen Husiler diye anılan Ensarullah 1980’lerde ortaya çıktı. 1962’ye dek Yemen’e 1000 yıl hükmetmiş Zeydi İmamet geleneğinin küllerine üfleyerek büyüdü. Onlarca yıldır ikinci sınıf muamelesi görmüş Zeydilerin duygularını siyasal bir itiraza dönüştürdü. Ve birkaç yılda merkeze kafa tutacak konuma geldi.

Politik yönelimleriyle zamanla geleneksel çizgiden ayrılıp İran’a yaklaştı. Artık İranlılar gibi “ABD’ye ölüm, İsrail’e ölüm” diyorlar.

Ensarullah, Arap Baharı isyanlarıyla Devlet Başkanı Ali Abdullah Salih’in devrilmesinin ardından ulusal hükümet kurma çabalarının çökmesi üzerine 2014’te başkent Sana’yı ele geçirmişti. İran’ın kuklası olarak suçlandılar ama Tahran’ın “Sana’ya gitmeyin” telkinini dinlemediler. Zeydiler ve İranlı Şiiler arasında mezhepsel payda olsa da iki farklı gelenek söz konusu. Zeydiye 12 imam inancının dışında bir akım. Hatta Sünnilere en yakın Şii grup. 12 imam geleneği içinde Zeydileri Şii saymayanlar bile var. Husilere karşı savaşan cephede Zeydiler de mevcut. Bütün kredisini 1990’da ülkeyi birleştirmesine borçlu olan Ali Abdullah Salih de Zeydi idi.

Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri’nin (BAE) başını çektiği koalisyon 2015’te ABD ve Britanya’nın desteğiyle Husileri püskürtüp Abed Rabbo Mansur Hadi başkanlığındaki ‘tanınmış hükümeti’ Sana’ya taşıma hedefiyle savaş başlattı. Onbinlerce insanın ölümüne, yüzbinlerce insanın evsiz-barksız kalmasına ve milyonlarca insanın açlıkla yüzleşmesine neden olan müdahale başarısız oldu. Husiler havaalanları ve petrol tesislerine gönderdiği füzelerle kısmen savaşı Suudi topraklarına taşımayı başardı.

Suudiler kurucu liderin tembihini unutmuştu. Kral Abdülaziz 1934’te Yemen’i işgal edip Asir, Cizan ve Necran’ı ele geçirmişti. Yemen’in geri kalanından neden çekildiğini açıklarken “Yemen’i bilmiyorsunuz; dağlıktır ve kabilelerden oluşur. Kimse kontrol edemez. Tarih boyunca fethetmeye kalkışanların hepsi başarısız olmuştur. Son başarısız işgalci Osmanlı’dır. Halkımı heba etmek istemem” demişti. Abdülaziz’in torunları bunu göz ardı edince çakıldı. Bugün İsrail’e uzaktan cephe açanlar, Suudileri ‘çaresiz’ bırakanlarla aynı kişiler. Yalın ayaklılar. Suudilerin gönlü Husilerin başının ezilmesinden yana; bunu İsrail bile yapsa ‘İstemem ama yan cebime koy’ diyebilirler. Bu arada savaşın üzerinden iki yıl geçmeden Suud-Emirlik ikilisi birbirine düştü. Ortak hedef önce Aden’e kaçan, sonra Riyad’a yerleşen Hadi’yi koltuğuna döndürmekti. Ama Suudiler 2014’te terör örgütü ilan ettiği Müslüman Kardeşler’in Yemen uzantısı Islah’ı bu savaşta kara gücü olarak kullanıyordu. Salih’in kızağa alınmasında rolü olan General Ali Muhsin el Ahmar da Islah’ın kurucularından biri olarak Husilere karşı savaşa öncülük ediyordu. Tescilli Müslüman Kardeşler düşmanı BAE ise ayrılıkçı güney ile iş tutuyordu. BAE, Devlet Başkan Yardımcılığı koltuğuna oturan Ahmar'dan da uzak duruyordu.

Sonuçta Husiler Zeydilerin yoğunluklu olduğu tarihi Saada merkezli kuzey bölgelerindeki hakimiyeti başkente taşıdı. Artık Kızıldeniz kıyılarını da kontrol ediyorlar. Güneyde Aden, Taiz, İbb, Zincibar ve Mukalla gibi yerlerde Husiler yok sayılır. Orta kesimlerde ise aşiretler Sünni güçlerle çalışıyor. Hatta bazı Sünni aşiretler Husilere karşı El Kaide’yi destekledi. Yıllarca “Yemen’de El Kaide’ye karşı savaşıyoruz” diyen Amerikalılar da Husilere karşı Hadramavt, Ebyan ve Şebva’da El Kaide’nin önünü açtı. Yemen’deki El Kaide “Husilere karşı İhvan dahil tüm Müslümanlarla birlikte savaşıyoruz” diyordu.

ABD’nin yönlendirmesiyle dönemin BAE Veliaht Prensi Muhammed bin Zayid de 2018’de Islah’ın liderleri Muhammed Abdullah el Yadumi ve Abdulwahab Ahmed el Ansi’yi Abu Dabi’de ağırlayarak Müslüman Kardeşler’le çalışma yoluna girdi. Husilere karşı cepheyi sağlam tutmak için… BAE’de Islah adıyla örgütlenen Müslüman Kardeşler’e yönelik sağlam bir temizlik operasyonu yapılmıştı. Kamuya sızmış ne kadar ‘Kardeş’ varsa fişlenip atılmıştı. Yemen’deki Islah da küresel Müslüman Kardeşler’le bağının kalmadığı taahhüdüyle BAE’nin elini rahatlattı. Suudi-Emirlikler ikilisini eleştiren Nobel’le ödüllendirilmiş Arap Baharı figürü Tevekkül Kerman’ın da Islah üyeliğini yakarak “Artık pir-u pak hale geldik” dediler.

Fakat hiçbir plan tutmadı. “Meşruiyetini yeniden tesis edeceğiz” dedikleri Hadi’yi de çöpe attılar. ABD’nin yönlendirmesi ve Veliaht Prens Muhammed bin Selman’ın baskısıyla Hadi önce yardımcısı Ahmar'ı görevden aldı, ardından kendi görevine son verdi. Yetki sekiz kişilik bir konseye devredildi. Yemenliler bu operasyonu Muhammed bin Selman’ın 2017’te Lübnan Başbakanı Saad Hariri’yi ayağına çağırıp otel odasına hapsederek istifa mektubu yazdırmasına benzetiyor. Burada halk yok, onur yok, Riyad’ın tercihleri var. Haliyle Hadi’ye “Suud kuklası” diyenler konseyi de “Riyad’ın çıkarlarını temin komitesi” olarak görüyor. Konseyin başına eski İçişleri Bakanı Reşad el Alimi’yi getirdiler. Husiler için o da şaibeli bir isim. Hakkında üç suçlama sıralanıyor: Savaş sırasında Suudilere vurulacak yerlerin listesini vermek, 2014’te BM uhdesindeki görüşmelerde ABD'nin askeri varlığını yasallaştırmak için öneri sunmak ve normalleşme taahhüdüyle İsrail’le flört etmek. Suud-Emirlikler ikilisi Husiler aleyhine denklemi yeniden kurmak için 3 milyar dolar yardım ayırmayı da kararlaştırmıştı. Lenderking’in çabaları bunlarla bağlantılı.

***

Husilerin İsrail'e yönelik saldırılarını İran'ın jeopolitik manevralarının bir parçası olarak görme eğilimi çok yaygın. Fakat yerel gözlemciler bu tespiti yeterli bulmuyor. Öne çıkan birkaç nokta var:

- Filistin’e destek Husilerin içerde kendi tabanını genişletmesine ve konsolide etmesine yarayabilir.

- İsrail’e saldırılar Husilerin bölgesel etkinliğini artırabilir. Arap rejimleri İsrail ve ABD’ye karşı hiçbir şey yapmazken Husiler takdirle izleniyor. Husilerin İran’ın desteğiyle meşru hükümeti devirdikleri suçlaması etkisini yitirebilir. Yani Gazze salvoları içerde ve dışarda meşruiyet sorununun giderilmesine katkı sunabilir.

- Saldırılarla ilgili açıklamalar Ensarullah değil Yemen Silahlı Kuvvetleri adına yapılıyor. Bu da uluslararası toplumda Husilerin ülkenin hakimi oldukları algısını yerleştiriyor. Bunun nisanda kurulan müzakere masasına yansımaları da olabilir.

Yemen Hava Kuvvetleri'nin eski sözcüsü Tümgeneral Abdullah el Cafri ise Tehran Times’a demecinde dini, ulusal, ahlaki, tarihi ve insani sorumluluklarına dayalı ahlaki bir duruş sergilediklerini belirtirken Yemen Silahlı Kuvvetleri ve Halk Komiteleri’nin Husilerin lideri Seyyid Abdülmelik bin Bedireddin el Husi'nin emirlerini uyguladığını söylüyor. “Yemenlilerin koyduğu kural ‘dişe diş, göze göz’; yani Bab el Mendeb karşılığında Refah kapısının açılması gerekiyor” diyor.

Lafı bağlarsak Yemen halihazırda vurulmuş bir ülke. Husilerin kaybedecekleri çok az şey kaldı. Beri taraftan ABD muazzam üstünlük, caydırıcılık ve kibrine rağmen pek çok şeyin hesabını yapmak durumunda. Küresel devin de kırılganlıkları var.

Cafri, Amerikalıların Umman aracılığıyla hem tehdit hem de teklifte bulunduklarını söylüyor. Teklif, Sana Havaalanı’nın açılması, maaşların dağıtılması ve tazminat ödenmesi gibi bazı ödünlere karşılık İsrail’e saldırıların sonlandırılmasını içeriyor.

Husilerin Amerikalılar ve vekil güçleriyle savaşı yeni değil. Canları çok yandı ve “Gazze savaşı bittikten sonra sıra Yemen’e gelecek” uyarısı Yemenliler için çok da ürkütücü gelmeyebilir.

gazeteduvar

  Washington Post, ABD'nin, Siyonist İsrail'e Gazze'ye saldırılarında kullanmak üzere on binlerce ton bomba verdiğini ancak yasalarındaki insancıl hukuk koşullarını dikkate almadığını yazdı.
 

Gazetenin haberine göre, ABD, saldırıların başlamasından bu yana, işgalci İsrail'e aralarında 2 bin kiloluk sığınak delicilerin de bulunduğu en az 15 bin bomba ve 50 binden fazla top mermisi gönderdi.

İnsan hakları örgütleri ve Biden'ın Demokrat Partisi içinde bir grup, ABD'nin İsrail'e yaptığı silah akışını mercek altına aldı.

ABD'nin yabancı ülkeleri silahlandırmaya ilişkin kuralları, uluslararası hukukun ihlal edilme ihtimalinin yüksek olduğu durumlarda, silah transferi yapılmamasını gerektiriyor.

Söz konusu kurallar çerçevesinde gazeteye konuşan ve ismini vermek istemeyen yönetim yetkilileri, İsrailli muhataplarıyla ülkenin uluslararası insancıl hukuk kapsamındaki yükümlülüklerini anladıklarından emin olmak için kapsamlı görüşmeler yaptıklarını ancak Washington yönetiminin, İsrail'in savaş hukukuna bağlılığı konusunda gerçekçi değerlendirmeler yapmadığını kabul etti.

Yetkiler ayrıca, Siyonist rejimin uluslararası insancıl hukuka uyduğuna ilişkin eş zamanlı bir değerlendirme yapılamadığını çünkü Siyonist İsrail güçlerinin operasyonları planlamak için kullandıkları istihbaratı paylaşmadıklarını kaydetti.

 

ABD, Siyonist İsrail'e 14000 tank mermisi gönderdi
 ABD Savunma Bakanlığı, Biden Hükümetinin Siyonist İsrail'e 14 bin tank mermisi göndermek için acil yetkilerini kullandığını bildirdi.
Biden Hükümeti, onay için Kongre'ye başvurmadan böyle bir girişimde bulundu.

ABD Savunma Bakanlığı (Pentagon), bu ülke Dışişleri Bakanlığının silah ihracatının kontrol edilemsi yasasıyla ilgili acil yetkilerini kullandığını belirtti.

Siyonist İsrail'in Gazze Şeridi'ne karşı kapsamlı savaşında ABD, bu rejimin en büyük destekçisi sayılıyor.

 İran Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Kenani düzenlediği haftalık basın toplantısında gündemdeki son gelişmeleri değerlendirdi.
 

İran Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Nasır Kenani bugün düzenlediği basın toplantısında Siyonist rejimin Gazze’deki cinayetlerini kınayarak, “Siyonistlerin Gazze Şeridi'ni işgaline tanık olmamızın üzerinden 67 gün geçiyor ve bu süre zarfında Siyonist rejimin ölüm makinesi 17 bin 997 kişiyi şehit etmiştir” dedi.

Kenani ayrıca ABD'nin, Gazze Şeridi'nde ateşkes sağlanmasına yönelik BM Güvenlik Konseyi kararını veto etmesini kınayarak, "ABD, uluslararası toplumun Gazze Şeridi'nde ateşkes talebine karşı tek başına duruyor ve Siyonistlerin Filistin halkına yönelik vahşet ve barbarlığının devam etmesi yönünde oy kullandı" ifadesini kullandı.

Kenani, ABD yönetiminin bir kez daha Siyonist rejimin yanında olduğunu ve Gazze’deki cinayetlerde bu rejimin suç ortağı olduğunu kanıtladığını söyledi.

Sözcü Kenani, "ABD, Gazze savaşının çözümünün bir parçası değil, Gazze halkına yönelik soykırımın sürdürülmesinin bir parçasıdır" dedi.

BM Güvenlik Konseyi'nin durumunun endişe verici olduğunu belirten Kenani, “Bu konsey kritik zamanlarda görevini tam anlamıyla yerine getiremediğini göstermiştir. BM Güvenlik Konseyi'nin daha sorumlu, yapısının daha demokratik olması gerektiğine inanıyoruz” diye kaydetti.

Kenani, Gazze savaşının geleçeğiyle ilgili olarak, “Filistin milletinin kendi kaderini ve kendi topraklarındaki hükümeti belirleme hakkına sahip olan tek taraf olduğun ve bölge dışından bazı kişilerin de Filistin'in gelecekteki kaderini belirlemeye çalıştığını ancak çabalarının bir sonucu olmayacağını defalarca ilan ettik. Filistin milleti, işgalci ve gaspçı tarafa fayda sağlayan yabancı ve haksız planlara boyun eğmeyecektir” ifadelerinde bulundu.

İran ve Irak arasındaki adli işbirliğine atıfta bulunan Kenani, “Bu işbirliği iki ülke arasında iyi işbirliği alanlarından biridir. İki ülke arasındaki derin ve kardeşlik ilişkilerinin gölgesinde konular sürekli takip ediliyor” dedi.

Kenani Netanyahu'nun İran ve Rusya'nın başarılarına duyduğu öfkeye değinerek, “İran'ın diğer ülkelerle ikili ilişkilerinde başkalarının açıklamalarına dikkat etmiyoruz; İran ile Rusya arasındaki ilişkiler, karşılıklı çıkarlar doğrultusunda ilerlemekte. Siyasi, kültürel ve konsolosluk ilişkilerinin genişlemesinin yanı sıra, iki ülke arasındaki ilişkilerde de büyüme yaşanıyor” ifadesini kullandı.

Kenani konuya ilişkin olarak, “İstatistiklere göre iki ülke arasındaki ticari ilişkilerin hacmi 5 milyar doların üzerine çıktı ve bu yılın 9 ayında iki ülke arasındaki ticaret hacmi yüzde 20'den fazla arttı. İki ülke tarafından çeşitli projeler yürütülüyor; Cumhurbaşkanı Reisi ile Putin arasındaki görüşmelerin odak noktasını kuzey-güney koridoru, bankacılık konuları vb. oluşturuyordu” ifadelerinde bulundu.

Kenani, Ortak Ekonomik Komisyonu toplantısının önümüzdeki aylarda Tahran'da düzenleneceğini duyurdu.

Kenani, İran'ın Gazze'de uzun vadeli bir ateşkes için aralarında Katar ve Umman'ın da bulunduğu aracı ülkelerle istişarede bulunduğuna ilişkin şunları söyledi:

“Ateşkes öncelikli bir konudur; İsrail rejiminin Gazze halkına karşı işlediği savaş suçlarının durdurulması gerektiği her zaman düşünüldü; Bu alandaki çabalar devam edecek; Yarın BM Genel Kurulu'nda Gazze'deki gelişmelere ilişkin oylamayla ilgili toplantı yapılacak ve İran da bu konudaki görüşlerini ifade edeck.”

 

Kenani, Erivan ile Bakü arasındaki ilişkilerin normalleşmesine ilişkin olarak, “İran, Azerbaycan ve Ermenistan'ın tutuklularının serbest bırakılması konusunda güven sağlamaya yönelik karşılıklı tedbirlere ilişkin ortak açıklamasını memnuniyetle karşılıyor ve bunu iki ülke arasında barışın sağlanmasına yönelik bir adım olarak değerlendiriyor. Kalıcı barışa ulaşmak, barış dilinin güçlendirilmesini ve bölgesel taraflar arasında güven oluşturucu bir atmosferin oluşmasını gerektirir; İran olarak bu süreci memnuniyetle karşılıyoruz” dedi./mehr

  Yemen Savunma Bakanlığı, işgal altındaki Filistin'e doğru giden bir geminin geçişinin engellendiğini açıkladı.
 

Yemen Savunma Bakanlığı Pazar günü yaptığı açıklama şu ifadelerde bulundu: ‘Uyarımızı dikkate almayan bir gemiyle uygun bir karşılık verildi. Yemen ordusu bu geminin geçişini engelleyerek geri dönmeye zorladı.’

Bu bağlamda Siyonist rejim gazetelerinden Yediot Aharanot'un internet sitesinde de Yemen ordusunun bugün bir geminin işgal altındaki bölgelere geçişini engellediği bildirildi.

Öte yandan Katar'ın El Cezire kanalı da bu sabah, Yemen Ensarullah hareketine yakın kaynaklardan naklen şu açıklamalarda bulundu: ‘Bu ülkenin ordusu, işgal altındaki bölgelere gidecek bir gemiyi uyardı ve rotasını geri çevirmeye zorladı.

Yemen silahlı kuvvetleri bu gemiye İHA gönderdi, mürettebat bu İHA’yı gördükten sonra rotasını değiştirerek işgal altındaki Filistin'e gitmeyi bırakıp Kızıldeniz'den dönmek zorunda kaldı.’

Yemen Silahlı Kuvvetleri Sözcüsü Tuğgeneral Yahya Seri, Cumartesi gecesi yaptığı açıklamada şu ifadelerde bulunmuştu: ‘Gazze'nin gıda ve tıbbi ihtiyaçları karşılanmadığı takdirde hangi milliyetten olursa olsun işgal altındaki Filistin'e giden gemilerin geçişini engelleyeceğiz ve bu gemiler silahlı kuvvetlerimizin meşru hedefi haline gelecektir.

Denizde seyrüseferin güvenliğiyle ilgili endişeler nedeniyle, tüm gemileri ve şirketleri İsrail limanlarıyla etkileşime girmemeleri konusunda uyarıyoruz.

Yemen Silahlı Kuvvetleri, İsrail ile bağlantılı veya İsrail limanlarına mal taşıyacak olan gemilerin dışında tüm gemiler ve tüm ülkeler için Kızıldeniz ve Umman Denizi üzerinden küresel ticaret trafiğini sürdürme konusundaki tam kararlılığını bir kez daha teyit etmektedir.’

Filistin konusunda somut adım atılması gerektiğini belirten Yeniden Refah Partisi Genel Başkan Yardımcısı Doğan Bekin, ‘Kürecik radar üssünün söküp atılması gerekiyor.’ dedi. Bekin, ‘Güvenliğimiz ABD’ye mi bağlı olacak?’ sözleriyle Hükümet’i eleştirdi.


Yeniden Refah Partisi Genel Başkan Yardımcısı Doğan Bekin’i pazar günü Ulusal Kanal’da Ezber Bozan programında konuk ettik. Bekin, AK Parti Hükümeti’nin dış politikasına sert eleştiriler getirdi. Hükümet’in ‘günübirlik siyaset belirlediğini’ söyleyen Bekin ‘stratejik planlamalar yapılması’ çağrısında bulundu. Bekin’in sorularımıza verdiği yanıtları okurlarımızın bilgisine sunuyoruz:

Değerli Ulusal Kanal izleyenleri bu haftaki konuğumuz Doğan Bekin. Yeniden Refah Partisi Genel Başkan Yardımcısı ve İstanbul Milletvekili. Bekin, önümüzdeki günlerde TBMM’de yapılacak olan NATO’nun genişlemesi oylamasında ‘Hayır’ oyu kullanacaklarını açıklayarak dikkat çekmişti. Çok sayıda konuyu şimdi masaya yatıracağız. Sayın Bekin kaç yıldır Milli Görüş hareketi içerisindesiniz?

  
12 yaşından beri. 

Siyasi mücadeleye nasıl başladınız?
1969 yılında 12 yaşındayken Erbakan Hocamızla ailevi bir yakınlaşmamız vardı. Dayım siyasi mücadelenin içindeydi. İstanbul Teknik Üniversitesi’nden tanışıyorlardı. Seçim zamanı büroda çay servisinde bulunuyordum, oranın işlerini yapıyordum. Bir yandan da konuşulanları dinleyip öğreniyordum. O günlerden beri Milli Görüş hareketinin içindeyim. 

 Türk siyasetinde pek göz önünde bulunmayan önemli isimler var. Sayın Hasan Korkmazcan’la tanıştığımda bunu düşünmüştüm. Korkmazcan’ın anıları büyük dersler içeriyor. Şu anda da Vatan Partisi Genel Başkan Yardımcısı olarak milletimize hizmet etmeye devam ediyor. Siz de yıllardır önemli görevler yaptınız. Daha çok hangi alanda çalıştınız?
Necmettin Erbakan Hocamızla birlikte daha çok dış politika alanında çalışmalarda bulundum. 

O zaman dış politikayla başlayalım. Ama öncesinde bir makalenizde dikkatimizi çeken bir noktayı sormak isterim: 12 Eylül 2020’de yazdığınız bir makalede şöyle diyorsunuz: “ (12 Eylül darbesi sürecinde yaşadıklarına atıfla) Prof. Dr. Necmettin Erbakan Hoca’nın bu zor imtihanda sabır örneği göstermesi, ister istemez bizlere Şeyhülislam Hasan Hayrullah Efendi’nin Taif’e sürgüne gönderilmesiyle ilgili yaşam öyküsünden kesitleri hatırlattı.” Hayrullah Efendi Namık Kemallerin kuşağından bir Jön Türk’tü. Mithat Paşa gibi Taif’e sürüldü. Süren kişi de, 2. Abdülhamit’ti. 26 Temmuz 1877 tarihinde sürüldü. Merhum Necmettin Erbakan’ı 2. Abdülhamid’in sürgün cezası verdiği bir din adamına benzetmenize bir itiraz geldi mi?
Yok gelmedi. Gelseydi de cevabım hazırdı.

 Neydi o yanıt?
Haksızlığa uğradı. İftiraya kurban olduğu için sürgün edildi. Taif’ten yazdığı mektuplar elimde mevcut. Son yazdığı mektup çok duygusal. Ailesine kişisel eşyalarının satılıp borçlarının ödenmesini istiyor. Çok önemli görevler ifa etmiş bir isim. Devlet görevlileri Hayrullah Efendi gibi dürüst olmalı.

Dış politikayla başlayalım dilerseniz. Ben bir analiz atayım ortaya dilerseniz onu çekiştirelim birlikte. AK Parti Hükümeti özellikle seçimlerden sonra ABD ve AB’yle kriz konularını soğutmaya çalışan bir çizgi izliyor. Mavi Vatan’da sondaj gemileri, Yunanistan’la ilişkiler, Suriye’yle normalleşme sürecinin dondurulması, AB hedefinin yeninden kamuoyunun gündemine getirilmesi gibi çok sayıda başlık sayabiliriz. Yeniden Refah Partisi’nin dış politika siyasetiyle bu hedefler birbirine uygun mu?
AK Parti'nin dış politikası sürekli değişiyor. Dış politikanın iç politikaya eklemlenmemesi gerekir. Dış politika kendi başına bir yapılanma olmalı. Argümanlarınızın çok güçlü olması gerekir. Günübirlik politikalarla dış politikayı yürütmek mümkün değil. Adalar Denizi’nde Yunanistan'la ciddi kriz yaşıyoruz. Bunu soğutmak çözüm değil. Yunanistan, Türkiye’nin savaş sebebi demesine rağmen hala karasularını 12 mile çıkaracağını seslendirmektedir. Adalarımızı kendi uhdesine alıyor. En son Yunanistan Dışişleri Bakanlığının Zürafa Ada’sıyla ilgili açıklaması var. Zürafa Adası her ne kadar bir kayacık adası gibi görünüyorsa da şu anda Amerika Birleşik Devletleri’nin Dedeağaç’ta kurduğu büyük üssün hemen altında yer alması itibariyle stratejik önemdedir. Bu adayla ilgili Dışişleri Bakanlığının bir ses çıkartmasını bekliyorduk ama ne yazık ki olmadı. Cihat Yaycı Paşa bir tek bu konuya eğildi.

 

AB bu konuya doğrudan müdahil durumda. Sizce Türkiye'nin Avrupa Birliği’ne kabul edilme ihtimali var mı?
Hemen hemen yok gibi

Siz TBMM’de Avrupa Birliği Uyum Komisyonu üyesi değil misiniz?
Doğrudur. 

Bu komisyon ne iş yapıyor o zaman?
AB’den ‘kabul’ yönünde bir sinyal olmadığı için komisyon tam olarak çalışmalarını başlatmadı. Ortada hiçbir somut adım yok. AB Komisyonu’nun raporları da Türkiye’nin aleyhine. 17 Aralık’ta da kesinleşecek. Türkiye stratejik bir hata yaptı. Önce Gümrük Birliği anlaşmasını imzalayarak büyük hata yaptı. 

Nasıl bir sonuca yol açtı bu?

Avrupa Birliği Türkiye açısından amacına ulaştı. Avrupa Birliği'nin inisiyatifiyle ihracatımızı yapabiliyoruz. Kamyonlarımıza vize zorluğu çıkarılıyor. Bazı mamullerimizin üçüncü dünya ülkelerine satışı mümkün olmuyor. Çünkü hepsi Avrupa Birliği tasallutu altında. Gümrük Birliği anlaşmasının güncellenmesi gerekiyor. Gümrük Birliği Türkiye’nin dış ticaretinde idam sehpasıdır. Bu 1838’deki kapitülasyonlara benzer bir anlaşmadır.

AK Parti hükümetini neden bu konuyu yeniden Türkiye'nin gündemine soktu o zaman?
AK Parti zaman zaman yaklaşıyor, zaman zaman uzaklaşıyor. Türkiye’nin AB’ye kabul edilmesi mümkün değil. Avrupa Birliği’nin kuruluş sürecine bakınız. Aslında bir Katolik birliğidir. Türkiye Hükümeti Erbakan Hoca’nın Çırağan Sarayı’nda 15 Haziran 1997’de D8 ülkeleriyle başlattığı çalışmayı devam ettirmelidir. 

TBMM’de NATO’nun genişlemesine onay çıkacak mı?
Biz Yeniden Refah Partisi Milletvekilleri olarak ‘Hayır’ diyeceğiz. İsveç Devleti ayrıca Suriye’nin kuzeyinde bir Asuristan devleti kurmak için çaba içerisinde. Parlamento kararı bile aldılar. 750 bin Asuri’ye soykırım kararı aldı, anıt dikti. Türkiye’nin bu sessiz politikası nereye kadar… IŞİD nereden çıktı? Batı ülkelerinin planlarıyla bağlantılı. 

IŞİD nereden geldi?
Paraşütle inmediler 35.000 kişi birden savaşçı geldi oraya. Büyük kısmı Orta Asya. Cumhuriyetlerinden geldi. Hepimiz biliyoruz ki oradaki insanların bir pasaport alma imkanları bile zor. Her biri cebine 1.000 dolar, 2.000 dolar koyuldu. Bu bir devlet aklıyla oldu. Musul’a kadar geçmeleri sağlandı. Tam bu süreçte Japonya’nın Irak’a pikap araç ihracı tam 10 kat arttı. O araçlar silah kullanmaya daha müsait çünkü. 28 Ekim 2017 deşifre edilen belgelerde IŞİD’in CIA ve MOSSAD’la ilişkileri tüm çıplaklığıyla ortaya çıkıyor. 

Batı neden bunu yapıyor?
Türkiye’ye Sevr’i dayatıyorlar. Irak’ı, Suriye’yi, Libya’yı böldüler. Bazı Arap devletlerinin hükümetlerini değiştirdiler. Batı bölgede güçlü devlet istemiyor. Demokrasi söylemi adı altında Irak’a, Suriye’ye müdahale ettiler. 

Filistin konusuna geçebiliriz izninizle. Hükümetin tutumunu yeterli buluyor musunuz?
Bulmuyoruz. Çünkü somut adımların atılması gerekiyor. Kürecik’teki radarın butonu ABD’nin elinde diye açık açık söylediler. Radar sistemi kurulmadan önce yine Türkiye üzerinde baskı uyguladılar. Bu müstemleke bir ülkenin uygulayacağı bir şeydi. Sökülüp atılması gerekiyor. Savunmamız ABD’ye mi bağlı olacak? İran’a karşı kurulan bir radar topraklarımızda ne arıyor. Komşumuzla, Müslüman bir ülkeyle ABD ve İsrail için neden karşı karşıya gelelim. İncirlik Üssü de kapatılmalıdır.

Türkiye’de İslamcı görüşü öne çıkaran isimlerin bir çoğu İran’a karşı ciddi bir düşmanlık içerisinde. AK Parti içinde de böyle isimler var. Partiniz İran’la ilişkiler konusunda nasıl bir tutum benimsiyor?
Refah yol döneminde yaptıklarımızı bu sualinize yanıt niteliğinde. Erbakan Hocamız ilk dış gezisini İran'a yapmıştı. Recai Kutan Beyefendi Enerji Bakanıydı. Enerji anlaşmaları yapmıştık komşumuzla. İlk defa burada anlatmak isterim. Hazineden Sorumlu Bakanımız Fehim Adak’a o zaman Amerikalılar sordu ‘Neden İran’la görüştünüz’ diye. 

Yıl kaçtı?
Sanıyorum 1997. İran’la anlaşma rahatsız etti onları. ‘Biz size temin ederdik’ dediler. 

Bakan ne yanıtı verdi?
Biz milli menfaatimize bakarız demiş ve ‘Daha ucuza mı bulacaksınız?’ diye sormuş. Bunun garantisini veremeyiz diye yanıt vermişler. Bakanımız ‘Peki neden karışıyorsunuz’ diye yine sorunca ‘İran’la böyle bir ticarete girmenizi istemiyoruz’ demişler. ABD, Türkiye ve İran’ın birlikte hareket etmesini istemez. Hatta birbirine düşman olması için yapay sorunlar üretirler. 

Yeniden Refah Partisi Şangay İşbirliği Örgütü ve BRICS’in yükselişine ve Atlantik sisteminin karşısında yarattığı fırsatlara pek vurgu yapmıyor, neden?
Bu söylediğiniz kurumlardan önce D8’i kurduk. Endonezya, Bangladeş, Malezya, Pakistan, İran, Türkiye, Mısır ve Nijerya vardı. O zaman Erbakan Hoca’ya ‘Bunlarla mı kalkınacağız’ demişlerdi. Ama şu anda gelişmenin dinamikleri değişiyor. Batı müdahale ediyor mazlum ulusların gelişmesine. 

Hangi yöntemlerle müdahale ediyor?
Endonezya'nın rahmetli Cumhurbaşkanı Yusuf Habibi bizzat bana anlattı. IMF anlaşma şartı olarak ülkenin en iyi fabrikasını kapatma şartı koyuyor. Erbakan Hoca’nın sanayileşme yönündeki adımlarına ithalatçılar baskı uyguladı engellemeye çalıştı. Yusuf Habibi’nin Boeing ve Airbas’larda patenti var. Sonradan öğrendik 62 patenti varmış. 

  İran ve Türkiye dışişleri bakanları Gazze ve Batı Şeria'da Filistin halkına yönelik Siyonist suçlarını ve Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, İran Dışişleri Bakanı Hüseyin Emir Abdullahiyan ile telefonda görüştü.
 

Görüşmede Gazze ve Batı Şeria'da Filistin halkına yönelik Siyonist suçlar ve ikili ilişkilerle bölgesel konular ele alındı.

Hakan Fidan bu görüşmede, İran ile Türkiye arasında 8'inci üst düzey heyetler arasındaki toplantının yakın gelecekte gerçekleştirileceğine işaret ederek, İran'ın Gazze'ye karşı savaşta ateşkes sağlanmasına yönelik diplomatik çabalarını takdir etti ve Filistin meselesinin İslam dünyasının temel meselesi olarak değerlendirdi.

Emir Abdullahiyan da bu görüşmede iki ülke cumhurbaşkanları arasında yapılacak görüşmelerin önemini vurguladı ve Gazze meselesiyle ilgi olarak, ABD'nin Siyonist rejime kapsamlı desteğini, bu rejimin savunmasız insanlara karşı saldırganlığının devam etmesinde en önemli faktör olarak nitelendirdi ve bu cinayetlerin ve Gazze Şeridi'ndeki soykırımın durdurulması için diplomatik girişimlerle azami çaba gösterilmesi, Filistinlilere acil yardım sağlanması ve acılarının hafifletilmesi gerektiğini vurguladı.

Pazar, 10 Aralık 2023 05:08

Amerikancılığın Bugünkü Şifresi

Amerikancılığın Bugünkü Şifresi
 

-  Amerika sıkıntıda…
 

Ciddi itibar kaybediyor.

Özellikle Gazze’de yaşanan son olaylar…

ABD’nin tüm yaldızlarını döktü.

Ukrayna’da söyledikleri…

Siviller, insan hakları yaygarası…

Gazze’de yerle bir oldu.

İSRAİL’E DESTEK

Siviller, çocuklar, kadınlar, yaşlılar…

Hastanede yatan hastalar…

Okullardaki öğrenciler…

Camilerde, kiliselerde ibadet edenler…

Hepsi İsrail’in hedefindeydi.

ABD de İsrail’in vahşetine destek oldu.

Savaş uçakları, savaş gemileri…

Füzeleri, mühimmatları, askerleri…

Hepsini İsrail’e tahsis etti.

Yürümekte bile zorlanan Biden…

Koşa koşa Tel Aviv’e gitti.

NATO ülkelerinin devlet ve hükümet başkanları…

Boncuk gibi Netanyahu’nun önünde dizildi.

Netanyahu bu güçle Filistinlilere saldırdı.

EL ŞİFA HASTANESİ

Irak işgali sırasında Bağdat’a girmişti.

Firdevs Meydanı’ndaki gösteri…

Saddam heykelinin yıkılışı…

Saatlerce sürdü.

Dünyaya zaferin ilanı (!) olarak sunulmuştu.

Şimdi aynı taktik devrede.

El Şifa Hastanesi’ne giriş…

Psikolojik harekatın bir parçasıydı.

FOS ÇIKTI

İddiaya göre HAMAS’ın karargahı oradaydı.

Pentagon açıklama yaptı.

“İstihbarat bileşenlerimiz emin.”

İsrail hastaneye girdi.

Her yeri kırıp döktü.

Hastalar öldü.

Küvözdeki yeni doğan çocuklar yaşamını yitirdi.

Hiçbir şey bulunamadı.

Uydurdukları görüntüler o kadar komikti ki…

Sonra utanıp silmek zorunda kaldılar.

Aynı Irak’taki gibi.

Saddam’ın kitle imha silahları bahane edildi.

1 milyon Iraklı öldürüldü.

“İstihbarat hatası” denilip geçildi.

Yine aynı taktik, aynı rezalet…

AMERİKANCILAR DA ZORDA

Sade Amerika değil…

Amerikancılar da zorda.

Dünyanın her yerinde nefret artıyor.

İngiltere’de yaşananlar…

İngiliz devleti panik halinde.

Sokağa dökülen 100 binler…

Ya kontrolden çıkarsa…

Londra sokakları Paris sokakları gibi olursa…

İstihbarat örgütleri, hükümet…

Şimdiden çıkış arayışında.

Amerika’da da tepki büyüyor.

İsrail politikasına destek hızla eriyor.

Yüzde 30’a düşmüş durumda.

BİZDE DURUM

Bizdeki Amerikancılar…

Açıkça “Biz Amerikancıyız” diyemiyorlar.

Sürekli kenardan dolaşıyorlar.

Gazze’de yaşananlar…

Turnusol kağıdı gibi…

İsrail’i eleştirirken bile HAMAS’la başlıyorlar.

Önce HAMAS’ı kınıyorlar sonra İsrail’i.

SAVAŞI HAMAS BAŞLATMIŞ

Savaşı HAMAS başlatmış…

7 Ekim’de İsrail’e saldırmışlar…

Haritaya bile bakmıyorlar.

1947-2023…

Filistin toprakları sürekli azalmış.

Peki bu nasıl olmuş?

İsrail saldıra saldıra ilerlemiş.

Filistinliler işgal altındaki topraklarını istiyorlar…

Hemen “terörist” damgası vuruluyor.

Peki uluslararası hukuk ne diyor:

“Toprakları işgal edilmişse, o halkın savaşması haktır.”

Filistinlilerin yaptığı da bu.

Filistinliler 7 Ekim’de harekete geçti.

Geçmeseydi İsrail 9 Ekim’de saldıracaktı.

Filistinliler ön aldı.

ŞİFRE: HAMAS’I ELEŞTİRMEK

Gazze’de, Batı Şeria’da yaşananlar…

Bütün dünyada isyan var.

Batılı ülkelerde bile insanlar ayakta.

Bu koşullarda Gazze’yi konuşurken işe HAMAS’ı eleştirerek başlamak…

İşte Amerikancılığın şifresi bu.

Bizdeki muhalefete gelince…

14-28 Mayıs seçimlerinden hâlâ ders almadı.

Karadeniz’de Ukrayna’nın,

Çin’de Uygur ayrılıkçılarının,

Gazze’de İsrail’in yanındalar.

Daha doğrusu hep Amerika’nın safındalar…

Yazık..!

 
İsmet Özçelik/Aydınlık

 Cumhurbaşkanı, "Aksa Tufanı"nın direnişin sınırlarını bölgeden bütün dünyaya genişlettiğini açıklarken şunları söyledi: Irak, Suriye, Yemen ve Lübnan'ın ABD ve müttefiklerine karşı zafer kazandığı gibi, Filistin milleti de zafer kazanacak.

 

IRNA'nın haberine göre, Dr. Seyyid İbrahim Reisi Cumartesi akşamı Suriye Başbakanı "Hüseyin Arnus" ile görüşmesinde, İran İslam Cumhuriyeti ile Suriye ilişkilerinin köklü ve stratejik olduğunu belirterek bu yılın Mayıs ayında Şam'a yaptığı ziyarette bu ülkenin cumhurbaşkanı Sayın Beşar Esad ile yaptığı anlaşmaların önemli miktarının hayata geçirilmesinden duyduğu memnuniyeti dile getirdi. 

 

Cumhurbaşkanı, Siyonist rejim ve müttefiklerinin dünya kamuoyunda benzeri görülmemiş öfke ve nefretini, İslam Cumhuriyeti'nin bu rejimi sahte ve suçlu olarak gören son 43 yıldaki tutumunun doğruluğunun bir işareti olarak değerlendirerek "Aksa Tufanı" operasyonunun direnişin sınırlarını bölgeden bütün dünyaya genişlettiğini açıkladı ve şunları söyledi: Irak, Suriye, Yemen ve Lübnan'ın ABD ve müttefiklerine karşı zafer kazandığı gibi, Filistin milleti de zafer kazanacak.

 

Suriye Cumhurbaşkanı "Hüseyin Arnus" da bu görüşmede, İran İslam Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı'nın Şam'a ziyaretini, iki ülkenin tarihî ve stratejik ilişkilerinde bir dönüm noktası olduğunu belirtti. Bu ziyarette özellikle finans, bankacılık, enerji, turizm ve ticaret sektörlerinde yapılan anlaşmaların uygulanması, Tahran ve Şam'ın üst düzey yetkililerinin öncekinden daha fazla etkileşim ve işbirliğini geliştirme konusundaki gayret ve ciddiyetlerinin bir göstergesi olduğunu söyledi.

Türkiye Cumhurbaşkanı Washington'un Gazze'deki ateşkes karar tasarısını veto etmesine tepki olarak, ülkesinin ABD ve diğer insan hakları ihlalcilerine karşı duracağını vurguladı.

IRNA’nın Anadolu haber ajansından aktardığı habere göre, Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, “Batılı ülkeler İslam karşıtı eylemleri düşünce özgürlüğü bahanesiyle meşrulaştırdı ve onayladı” dedi.

Erdoğan, “Batı toplumlarını zehirli bir bitki gibi saran İslamofobi, insan haklarına yönelik en büyük tehditlerden biri olarak kabul ediliyor” ifadesini kullandı.

Türkiye Cumhurbaşkanı “Zenofobien, ırkçılıktan ve faşizmden en çok zarar görenler şüphesiz göçmenlerin çoğunluğunu oluşturan Müslümanlardır” diye konuştu.

Erdoğan, “Şu anda Gazze'de ve İşgal altındaki Filistin topraklarında İnsan Hakları Evrensel Bildirisi’nin ihlal edildiğine açıkça tanık oluyoruz” ifadelerinde bulundu.

Washington'un Gazze'deki ateşkes karar tasarısını veto ettiğine tepki olarak, “Ne yazık ki Gazze'deki ateşkes karar tasarısı, Güvenlik Konseyi'nin diğer üyelerinin görüşünün aksine ancak ABD tarafından reddedildi. Böyle bir adalet mümkün mü?” dedi.

Recep Tayyip Erdoğan, “İsrail, Batı'dan sınırsız destek alıyor, zulüm yapıyor ve insanlık karşıtı katliamlar işliyor” ifadesini kullandı.

Erdoğan, “Washington İsrail'e mali ve silah desteği sağlıyor, biz de ABD’ye ve insan haklarını ihlal eden tüm ülkelere karşı duracağız” ifadelerinde bulundu.

Birleşik Arap Emirlikleri'nin önerdiği karar tasarısı dün BM Güvenlik Konseyi’nde düzenlenen acil oturumda oylandı. Bu oylamada 15 üyeli Güvenlik Konseyi'nin 13 üyesi ateşkes taslağının lehine oy kullanırken sadece ABD ateşkesi reddetti. İngiltere "çekimser" oy kullandı.

IRNA’ya göre, BMGK'de herhangi bir kararın çıkarılması için 5 daimi üyeden (ABD, İngiltere, Fransa, Rusya ve Çin) hiçbirinin buna itiraz etmemesi koşuluyla 15 toplam üyeden en az 9'nun onayı gerekiyor. BAE'nin önerdiği karar da ABD tarafından veto edildi.

ABD’nin Birleşmiş Milletler Daimî Temsilcisi Linda Thomas Greenfield’in yerine toplantıya katılan Amerikalı diplomat Robert Wood, oylama öncesinde Gazze'de derhal ateşkes yapılmasına açıkça karşı çıkarak, “ABD, hem İsraillilerin hem de Filistinlilerin barış ve güvenlik içinde yaşayabileceği kalıcı bir barışı güçlü bir şekilde destekliyor. Ancak acil ateşkes çağrılarını desteklemiyoruz. Bu sadece bir sonraki savaşın tohumlarını atıyor çünkü Hamas'ın kalıcı bir barış yapma niyetinde değil” dedi.

“Filistin'de Öldürülen Her Çocuğun, Her Kadının Elindeki Kanda ABD Yönetiminin de Payı Var”
 
 Filistin ve Siyonist İsrail arasındaki çatışmaya dair konuşan TBMM Başkanı Kurtulmuş, Gazze'de soykırım boyutlarına ulaşmış çok adi bir işgal var. Bu bir etnik temizlik. Dünkü karardan sonra Filistin'de öldürülen her çocuğun, her kadının elindeki kanda ABD yönetiminin de payı vardır" dedi.
 

TBMM Başkanı Numan Kurtulmuş, ‘’100 Sanatçı 100 Eser’’ isimli 100. Yıl Cumhuriyet Sergisi’nin açılış töreninde konuştu.

Gazze'deki çatışmalara ilişkin açıklamalarda bulunan Kurtulmuş, "(BMGK'deki veto kararı) Dünkü karardan sonra Filistin'de öldürülen her çocuğun, her kadının elindeki kanda ABD yönetiminin de payı vardır" dedi.