کارگر

کارگر

 İslami İran Sipahiler Ordusunun, terörist Kumele örgütünün Kuzey Irak'taki yuvalarına yönelik son saldırısı üzerine, örgütün bir üyesi hasara uğradıklarını itiraf etti.


 İslam İnkılabı Muhafızları (Sipahiler) Ordusunun bölücü terörist Kumele örgütünün Kuzey Irak'taki yuvalarına karşı yeni bir saldırı turu başlatması üzerine bu örgütün bir üyesi Reuters haber ajansı muhabirine yaptığı açıklamada İran'ın son saldırılarından zarar gördüklerini belirtti.
Reuters'ın yazdığına göre, söz konusu kişi başka ayrıntı vermeden geçen Çarşamba sabahı örgütün birkaç bürosunun saldırılara maruz kaldığı ve mali hasar ve zarara yol açtığını söyledi.
Sipahiler Kara Kuvvetleri Hamza Seyyid-üş Şüheda karargahı geçen Çarşamba günü sabahı bölücü terörist Kumele örgütünün Irak'ın Kuzey bölgesindeki yuvalarını nokta füzeleri ve imha İHA'larıyla vurdu.

 

 Amerika’nın, Batının, Siyonistlerin ve gerici Arap rejimlerinin yanında yer alan eksen, kamuoyunu kışkırtıp terör gruplarını, isyancıları ve münafıkları kullanarak İran'ın atmosferini kaosa ve güvensizliğe sürükleyebileceklerini düşündüler ama daha birkaç gün bile geçmeden İran'daki kaos projelerinin başarısız olduğunu kabul ettiler.
 

Paralı askerlerinin İran'a karşı yıkıcı eylemlerine büyük ölçüde güvenen Siyonistler de şimdi planlarının başarısız olduğunu kabul etmek zorundalar.

Bu bağlamda Siyonist medya geçen çarşamba günü şu açıklamalarda bulundu: 'İsrail'de (İşgal Altındaki Filistin'de) herkes İran'daki olayları yakından takip ediyor ve İsrail güvenlik teşkilatı İran'daki protestoların bu ülkede bir değişiklik yaratmada başaralı olabilme olasılığı konusunda karamsarlar.

Siyonist rejimin askeri analisti Or Heller, bu rejimin TV kanallarından Kanal 13'te yaptığı açıklamalarda, İsrail Güvenlik Enstitüsü tarafından İran'daki durumun kapsamlı bir şekilde takip edildiğine değinerek şunları söyledi: '1979'daki İran devriminden bu yana İsrail'in en büyük arzusu İran'ın içeriden yıkılması olmuştur. Ancak çarşamba akşamı İsrail güvenlik teşkilatı yetkilileriyle görüştükten sonra, güvenlik teşkilatındaki tüm yetkililerin İran'daki protestoların bu ülkede bir değişim yaratmada başarılı olabileceği konusunda karamsar olduğunu söyleyebilirim.

Siyonist medya bu konuda şunları yazdı: 'İranlı yetkililer protesto dalgasını susturmayı başardılar. Çünkü bu protestoların faaliyet hacmi ve gücü çok azaldı ve Amerika'nın çabaları da işe yaramadı.

Siyonist rejim TV kanallarından Kanal 12'de Arap meseleleri analisti olan Ehud Yaari de İran'daki ayaklanmaların sonuçlarından duyduğu hayal kırıklığını dile getirdi ve şunları söyledi: 'Ne yazık ki İran'daki yetkililer, bu ülkenin tüm şehirlerini saran protesto ateşini söndürmeyi başardılar. Amerikalılar İran'daki bazı sosyal ağlardaki kısıtlamaları kaldırmaya çalışıyorlar, ancak bu da yardımcı olmadı ve İran'daki protestoların boyutunda ve yoğunluğunda önemli bir azalma gördük.'

Birkaç gün önce, İran'daki ayaklanmalarla eş zamanlı olarak Siyonist rejim Dışişleri Bakanlığı bu kaosu resmen destekledi ve şu açıklamalarda bulundu: 'İran'ın cesur halkının protestolarını yakından takip ediyoruz!'

Ancak İran'daki kargaşaların üzerinden birkaç gün geçmesinin ardından İsrail medyası şu itirafta bulundu: 'Washington ve Tel Aviv, son protestolarda hedeflerine ulaşamadı ve her zaman olduğu gibi çabaları, Tahran yetkililerinin güvenlik, siyasi ve sosyal olayları kontrol etme yeteneğinin bir sonucu olarak hızla başarısız oldu.'

İran Silahlı Kuvvetleri Genelkurmay Başkanı Tümgeneral Bakıri, "Komşu ülkelerdeki Amerikan üslerinden İran'a karşı bir haretek olursa, mutlaka mantıklı ve karşılıklı bir yanıt vereceğiz" dedi.
 

İran Silahlı Kuvvetleri Genelkurmay Başkanı Tümgeneral Muhammed Bakıri, Kuzey Irak'ta İran'a air bir insansız hava aracının (İHA) Amerikan güçleri tarafından imha edildiği iddiasıyla ilgili olarak şu açıklamalarda bulundu:

"Amerikalılar İran insansız hava aracına karşı harekete geçerse, İran silahlı kuvvetleri bu düşmanca eyleme karşılık verecektir. Bu karşılık verme ve intikam alma hakkımızı saklı tutarız."

İran Silahlı kuvvetlerinin Irak'taki Harir, Erbil ve Dohuk üsleri hakkında tam ve doğru bilgiye sahip olduğunun belirten Tümgeneral Bakıri, "Bu durumda sadece bölücü teröristlerle muhatap oluyoruz ve Amerikalılara karşı herhangi bir eylemimiz yok" dedi.

Tümgeneral Bakıri, "ABD'lilerin İran'a ait İHA'nın imha edilmesiyle ilgili iddiası, bu ülkenşn teröristler ve bölücü gruplarla işbirliği yaptığını kanıtlıyor" ifadesini kullandı.

Amerikan ve Siyonist Rejim üslerin bulunduğu komşu ülkelere tavsiyede bulunan Tümgeneral Bakıri, "Komşu ülkelerdeki Amerikan üslerinden İran'a, ulusal güvenlik ve çıkarlarına karşı düşmanca bir hareket olursa, o üslere mutlaka karşılık vereceğiz" ifadelerinde bulundu.

İran Sipahiler Kara Kuvvetleri Komutanı "Şu ana kadar teröristlerin mevzileri ve bulundukları yerlere doğru attığımız 73 karadan karaya balistik füze ve onlarca imha İHA'sı ile hepsini ortadan kaldırdık" dedi.

 İslam İnkılabı Muhafızları (Sipahiler) Ordusu Kara Kuvvetleri Komutanı General Pakpur, Kuzey Irak'taki İran Karşıtı Teröristlere Yönelik Operasyonları Yönlendirme Merkezinde faaliyetleriyle ilgili konuşurken,
Hamza Seyyid-üş Şühada (s.a) Karargahının dünkü terörist karşıtı operasyonuna değinerek "Şu ana kadar teröristlerin mevzileri ve bulundukları yerleri dakik olarak belirleyip, attığımız 73 karadan karaya
balistik füze ve onlarca imha İHA'sı ile bütün hedefleri tamamen ortadan kaldırdık" dedi.
General Pakpur ayrıca "Operasyonun yeni aşamasında, dağınık 42 nokta ve kimi durumlarda bir birinden 400 kilometre uzak olan bu hefdefler kesin olarak İran karşıtı terör örgütlerine aitti" ifadesini kullandı.
Sipahiler Kara Kuvvetleri Komutanı General Pakpur daha sonra, Kuzey Irak yetkililerinin kendi topraklarını söz konusu İran ve İnkılap karşıtı bufitne unsurlarından arındırmaları konusunda bir an önce karar almaları gerektiğine değinerek "Ame her haliyle İslam mücahitleri Kuzey Irak'taki bölücü terör unsurlarını tamamen silahsız bırakıncaya kadar operasyonlarını devam ettirecektir" diye vurguladı.

 

 Gözlerimizi açalım ve bu kaybın önde gelenlerinin kimler olduğunu bulalım. Baş tribün ve ünlü olay organizatörü Mahsa adının bizim için ayaklanmanın kod adı olduğunu resmen açıkladı. Neden bazıları hala sorunu anlamıyor?

 


 Sorun başörtüsü değil. Temel olarak, tesettür konusu ülkemizde yüksek bir öncelik değildir. Mesele devriye gezmek değil. Devriye ile başa çıkmanın iyi ya da kötü yolu ikincil bir konudur. Mehsa'nın etkileyici ölümü bile değil, sonuna kadar araştırılması ve kararlılıkla anlatılması gereken hikayede bunların hepsi kod adlarıdır. Aldatmayı zayıflık değil strateji olarak görenlerin kod adı. Bazı insanların anlamaması garip. Bu metnin okuyucusu, bugünlerde görünüşte durmuş olanlardır.

 Bugün iç meselelerdeki zevk farklılıklarını çözmenin zamanı değil. Merhametli sözler ve tartışmalar bu zihinsel savaşta düşman için bir faktör haline geldiyse, devam edelim. Bugün hepimiz yas tutuyoruz ve elbette en az işi gerçeğin kalbi olan kötü akıma karşı birleşik bir aydınlanma cephesine ihtiyacımız var. Bugün feryat eden hareket, İran halkının sofrasını boşaltmak için yıllardır Washington'a iftira atanlarla aynı harekettir. İran halkına daha fazla ekmek ve ilaç ambargosu uygulamak için ABD Hazinesine giden bir harekettir bu...

Sahneye dikkatlice bakalım.

Acı olaylar yaşansa da heyecan, duygu ve öfke gerçekleri görmemize engel olmasın. Şeytani cellatların retoriğinden kralcıların ve ikiyüzlülerin ruminasyonlarına ve medya firavunlarının psikolojik operasyonlarına kadar hepsi, savaşa akıllıca hazırlanmak için gözümüzün önünde sürekli bir çizgidir. Düşmanın operasyon noktasını görün ve ona göre hareket edin. Zaman aydınlanma zamanıdır. Herkesin her yerde, aile ve arkadaşlık gruplarının her seviyesinde bir rolü vardır; Konuşmaktan, yazmaktan, yorum yapmaktan ve açıklayıcı materyal paylaşmaktan vb., bu aydınlanmada rol oynamalıdır.

Bazıları bu kederin yolunda zayıflayıp oturdular. Bazıları öfkeden tarihsel kimliklerinin üzerine atladı. Bazıları heyecanla gerçeğe göz yumdu. Merhametle yardım edelim ve akıllı olalım.

Asıl amacımız bu şifreyi ortaya çıkarmaktır. İş için sıraya girmiş kişileri ifşa etmek ve bu kişilerin zihinleri ve kimlikleri üzerinde spekülasyon yapmak bir güvenlik endişesi değil, ancak tartışmalar su üzerinde. Ancak bu insanların zihinleri ve kalpleri için şefkatli olmalıyız. Ancak bu sefer soyguncuların ve haydutların saygısız hale geldikleri ve şerefsizce inzivaya çekildikleri gün ışığı gibi ortadadır/Muhsin Mehdian

  İran Cumhurbaşkanı Seyyid İbrahim Reisi, "Amerikalıların yükümlülüklerini yerine getirmemeleri yüzünden, güvencesiz bir anlaşmanın anlamı yok" dedi. 
 

Seyyid İbrahim Reisi, 60 dakika süren CBS kanalı ile röportajında İran'ın iyi ve adil bir anlaşma için ciddi olduğunu ancak güvenceli bir anlaşma istediğini Amerika'nın artık anlaşmadan çıkamayacağı bir anlaşmadan yana olduğunu belirtti. 

Reisi "ABD'liler ahitlerine bağlı kalmadılar, karşı taraf bağlı kalmayınca anlaşma da anlamsızdır." dedi.

İran Cumhurbaşkanı, İran'ın artık Amerika'ya güvenemeyeceğini bunu geçmişte denediğini belirtti. 

Reisi İran'ın nükleer gücünü barışçıl olarak kullanımı hususunda da vurguda bulundu. 

Reisi ayrıca İran'a yönelik temelsiz iddiaları reddederek İran'ın nükleer silah peşinde olmadığını savunma doktrininde nükleer bombanın yeri olmadığını vurguladı.

   Nebbaş nedir bilir misiniz?
 

Geçen Cuma Günü İran’da bir irşad merkezinde düşüp fenalaşan ve hastanede vefat eden

Masha Emini isminde İranlı kürt bir kadıncagızın ölümü üzerinden spekülasyon yapmaya çalışan birtakım İran düşmanları sosyal medyada yalan, tezvirat ve asparagas paylaşımlarla yoğun bir kampanya başlattı.

  

Maalesef her zamanki gibi bizim çevremizden sunulan bu vahamete ve ajitasyona kanıp kendini kaybeden ve olayın içeriğini bilmeden İran’a saldıran bunu yapsalar da polis ve görevlileri suçlayıp onların cezalandırılmalarına yönelik yorumlar yaparak sözüm ona devrime akıl vermeye çalışan Müslümanlar bu işin asıl yönlendirenleri MOSSAD ve CIA’nın ekmeğine yağ sürdüklerinin farkında değiller. Olayın sıcaklığı ile hızla koparılan hengame ve yaygaradan sonra İranlı yetkililer olayın oluş anındaki videoyu yayınlayarak bu İslamafobi cazgırlarını anında susturacağını düşündü ama maalesef bekledikleri olmadı.

>>Video İçin Tıklayınız<<

Hepiniz videoyu izlemişsinizdir. Mahsa Emini'nin rahatsızlanıp düştüğü yeri gördünüz. Burası bir sosyal hizmet merkezidir. Evet polise bağlı ama halka açık sosyal bir alan. Burada çeşitli eğitim ve bilgilendirme yapılıyor ve yolda çevrilip uyarılan ve tesettüre uygun olmayan halleri olan Hanımlar buraya gönderiliyor ve burada verilen tesettür ile ilgili seminerler katılmaları bekleniyor.

Devrimin ilk zamanları uzunca bir müddet bu müdahaleler itiraf etmek gerekirse tüm kadınlara birazda agresif şekilde yapılıyordu. Ekip halinde Tahran’ın işlek sokaklarında dolaşan Besici görevlileri başları açık insanları durduruyor onlara bu yaptıklarının yanlış olduğunu ve İslam’a göre örtünme şeklinin nasıl olması gerektiğini anlatıyorlardı. Ancak bunun ayak üstü olması ve bireysel tavır ve itirazların ve görevlilerin abartılı kişisel yaklaşımlarının tebliğ ve irşadı seyrinden çıkarması, sokak ortalarında çirkin görüntülerin ve insanların günlük yaşam seyrini etkileyen meşguliyetleri oluşturması ve daha birçok sebeple bu uygulamadan vaz geçildi.

Elbette bunda devrimin olgunlaşması ve ulemanın sürekli uyarılarının sebep olduğu olumlu yaklaşımların da etkisi oldu ve devlet yetkilileri bu uygulamayı yumuşatma kararı aldılar ve farklı uygulamalara başvurdular.

Bunlardan biri ve en önemlisi de sokakta tespit edilen bu kişilerin irşat ve uyarı işini daha düzgün daha organize edilip iyi planlanmış bir şekilde düzenli aralıklarla ve akademik bir nitelik kazandırarak yapıldığı irşad merkezlerine yönlendirmek ve buradaki oturumlara katılmayı kamusal bir görev olarak kanuni bir mecburiyet haline getirmek oldu.

Bu irşad merkezlerine hiç kimse zorla getirilmiyor. Hiçbir tutuklu veya gözaltına alınan şahıs gönderilmiyor. Sadece sokak kontrollerinde başlarını tamamen açmış şekilde dolaşanlar gördüklerinde onları çeviriyorlar kimlik tespiti yapıyorlar tutanak imzalatıyorlar ve nezaketle uyararak bu merkezlere yönlendiriliyorlar. Bu aşamadan sonra bu eğitimi almaları kanuni mecburiyet ve kamu görevi haline geliyor.  Bu mecburiyetten kurtulmaları için bu merkeze gelip konuşmayı dinlediklerine ve gerekli bilgiyi aldıklarına dair form doldurup imza atmaları gerekiyor.

Bununla birlikte olayın muhatapları da elenerek sadece başları tamamen acık olarak tespit edilenler için uygulanıyor. Onlar haricinde İran'da başı yarım açık olan binlerce insan var ve bunların hiçbirine artık müdahale edilmiyor.

Paylaşılan videoda dikkat ederseniz buradaki kadınların hepsi tesettüre uygun giyinmişler ama onların çoğu başörtülerini tam bağlamıyorlar yani başların üzerine atarak uçlarını boyna doluyorlar ya da direk elbiselerinin üzerine sarkıtıyorlar. Bunu yapmaların sebebi dışarıda görevlilerin olmadığı yerlerde başlarından şalları hemen kolayca indirerek atkı gibi omuzlarına koymaları ve tamamen başları acık gezmek içindir.  Başörtü ve şalları hep omuzlarında ve boyunlarında duruyor. Karşılarına devrim muhafızları ya da besiciler çıkınca anında omuzlarından başlarına çekerek yakalanmaktan kurtuluyorlar. Son günlerde yaygınlaşan bu usul normal halkın tercihi olduğu kadar bu işi bir eylem ve direniş yöntemi olarak kullanan devrim muhalifi ve zıddı inkılabi örgüt ve organizasyonlarda bir yöntem olarak benimsediler. Görevliler sadece bunlara müdahale ediyor yarım kapatanlara ya da saçın ucunu dışarda bırakanlara bir şey demiyorlar.  Bu müdahalede başörtüleri başlarında iken değil tamamen açıkken yakalandıklarında yapılıyor.

Bu şekilde yakalananlara bu merkezlerde sadece tesettürle ilgili eğitim verilip imzaları alınıyor ve başkaca hiçbir müdahale edilmiyor. Hiçbir cezayı müeddesi uygulanmıyor. Tutuklama yok. Gözaltına almak yok zorla getirmek yok. Hatta bu eğitime katılmanın belli bir süreside var. Yani üç gün beş gün ya da bir hafta gibi bir zaman içinde yapmaları bekleniyor. Bu kadar süre içinde gidip bu merkezden bu eğitimi al ve belgeni imzala olay bu.

 

 

 

 

Masha Emini’nin videonun başında elini kolunu sallayarak rahat bir şekilde bu merkeze girdiği görülüyor. Konferansı dinlemek için bir yer bulup oturuyor. Gayet rahat bacak bacak üstüne atıp etrafa bakınıyor.  Sonra görevlileri görünce onlarla durumu konuşmak için yanlarına geliyor ve kendinden emin ve hiç çekinmeden kıyafetini savunuyor. Muhtemelen “ben zaten tesettürlüyüm der gibi kıyafetini gösteriyor ve uygun olduğunu söylüyor beni niye buraya yolladılar” diye soruyor. Görevlide bu başörtüsünü aksesuar olarak kullandıklarını her zaman başlarında tutmadıklarını bunun başında değilken tespit edildiğini anlatmaya çalışıyor eliyle de sarkan örtüyü tutarak gösteriyor. Konuşma bittikten sonra görevliler yanından ayrılınca hastalığı nüksediyor ve fenalaşıp düşüyor. Bundan sonra görevliler yapılması gerekli her türlü müdahaleyi yapıyorlar. Hastanede duran kalbi çalıştırıyorlar tekrar duruyor tekrar çalıştırıyorlar ama bir kez daha duruyor ve yapılan tüm canlandırma işlemlerine tepki vermeyerek vefat ediyor. Tıbbı geçmişinde de beyin ameliyatı geçirdiği epilepsi ve tip1 diyabet hastası olduğu yazıyor.  Olayda hiçbir zorlama yok, darp yok herhangi fiziksel temas bile yok.

Ülkede birkaç yıldır "Halkın Mücahitleri Örgütü'nün yürüttüğü bir kampanya var. "Başımı açarım özgürlük hareketi" diye. Birtakım kadınlar halka açık farklı mekanlarda başlarını açarak video çekiyorlar ve sosyal medyada paylaşıyorlar. Böyle binlerce video var. Devlet de bunları engellemek için sıkı takip yapıyor.  Çünkü bu özgür bir siyasi hareket değildir. Bir örgüte bağlı ve direk yasaları ve devletin otoritesini karşısına alan örgütsel bir hareket. Devlet bunlara müdahale ediyor. Yoksa nefsi ve bireysel olan kişileri görmezden geliniyor. 

Bu video haricinde yayınlanan bütün diğer videolar bu olayla ilgisi olmayan videolar. Beş altı sene önceki “Yeşil fitne hareketi" eylemleri esnasında çekilmiş görüntüler. Yayınlandığı siteleri incelerseniz Gamoh ve Halkın Münafıkları örgütüne ait olduğunu göreceksiniz. Üstelik bu videodaki kadınlar Masha Emini’ye zerre kadar benzemiyor ve kıyafetleri de uymuyor. Zaten bu videodaki kadınlarda yeşil boyun atkısı var ve bu o dönem yapılan “Yeşil hareket”in simgesiydi. Bu videoları zıddı inkılabı örgütler sanki yeni olmuş ve Masha Emini’ni olayıymış gibi bilerek yayıyorlar BBC gibi birkaç TV bunları baz alıp haber yapınca sanki bu videolar bu olayla ilgiliymiş gibi ciddi algı oluştu ve insanlar buna bakarak İran’a ateş püskürüyorlar.  Bu örgütleri ABD ve İsrail destekleyip finanse ediyor. Halkın Mücahitleri Örgütü'nün (İran haklı onlara münafıkan-ı halk diyor) Arnavutluk’ta ciddi bir yapılanması var ve gecen hafta Arnavutluk devleti bunların CİA ile birlikte Arnavutluk devleti resmi arşivlerine yaptıkları sanal saldırıyı İran Devletinin yaptığını iddia ederek diplomatik ilişkileri kesmişti. Her ay İran aleyhine bir cinayet idam ve benzeri olaylar bu örgütler tarafından çarpıtılarak İran aleyhine karalama malzemesi olarak kullanılıyor.

Bundan yıllar önce Bety Mahmudi’nin “Kızım olmadan asla” isimli anı romanını Hollwood’ta filmi çekmişti.  Sonra “Soraya ’yı Taşlamak” isimli 1990’da yazılmış bir kitap 2009 yılında İran kökenli Amerikalı sinemacı Cyrus Nowratesh tarafından çevrilmiş ve Oskar ödülü almıştı. 1986 yılında İslam devriminden sonraki İran’ın küçük bir köyünde zina yapmakla suçlanan Soraya Manutçehri isminde bir kadının köyün erkekleri tarafından taşlanarak öldürülmesini anlatıyor ve gerçek hayattan olduğu iddia ediliyordu. Gergedan Mevsimi, Seperation vs vs bir sürü iftira ve yalan uyarlamalarla İran’ı kötülemek için insanların hikayeleri başkalaştırılarak senaryolar yazılıyor.

Gecen ay hatırlarsanız İdam edilen bir başka kadının tecavüze uğradığı için idam edildiği iddi edilip ajitasyon ve propaganda yapılmıştı. Ama mahkeme tutanaklarına ulaştığımızda sürekli fuhuş ve uyuşturucu ticareti yapmaktan ve ölüme sebebiyet vermekten bu cezayı aldığını. Suçun hem dedesi ve komşularının ihbarı ve hem de kendi itiraf etmesi ile tespit olduğu ve daha önce aynı suçtan iki kere daha ceza aldığını görmüştük.

Daha önce de onlarca buna benzer vaka yaşandı. İsterseniz örnekleri artırabilirim. Şair ve Kürt olduğu icin idam edildiği ve idamdan önce protesto için dudaklarını diktiği söylenen mi olmadı sadece Ehli Sünnet olduğu için idam edildiği söylenen mi olmadı!

Bunlar hiçbir zaman bitmez. Takip edin birkaç hafta sonra başka bir hikaye çıkaracaklar.

Tekrarlamak gerekirse bu hikayeler dünyanın her yanından video resim ve olumsuz estantaneler toplanarak altına da uygun bir hikaye yazarak İran’ı karalamak ve İslam dinini ve İslam Devrimi’ni bağnaz, vahşi, barbar ve yoz göstermek için yüzlerce hikaye çevriliyor. Suriye’de Beyaz Beretli’lein çevirdikleri oskarlık filmleri hatırlayın. Bu hikayelerin ikna edici olması ve akılları karıştırması için içinde geçen şahıslar, olaylar, mekanları gerçek olup üzerlerine yapmak istedikleri oluşturmak istedikleri fikri, nefreti, kini, senaryoyu ustalıkla işliyorlar. Hücürat Suresi 6. Ayette Müslümanlar için  Allah tarafından konulmuş bir şarttır :

“Ey iman edenler! Yoldan çıkmış biri size bir haber getirirse (onun doğruluğunu) araştırın! (Yoksa) bilmeden bir topluluğa kötülük edersiniz de sonra yaptığınıza pişman olursunuz.”

Ama bizim kardeşlerimiz bize CNN, BBS, gibi İran’ın azılı düşmanlarının ülkelerin haber ajanslarından deliller getiriyorlar. Bir işin aslını bilmeden yaptığımız yorumların atılan iftiraların söylenen sözlerin Allah katında vebali yok mu sanıyorsunuz?

Bir ölümden fayda üretmek ölen kişi üzerinden siyaset ve propaganda yapmak hem de onun manevi hatırasını zedeleyerek.

Ölüleri soymayı meslek edenlere nebbaş denir. Ölen kişinin üzerindeki eşyaları bedeninde altın diş gibi kıymetli şeyleri çalarlar. Bunu her aşamada yaptıkları gibi bunların en meşhurları bunu mezarda yaparlar. Mezarı açık ölünün dişlerini sökerler eğer yanında bir eşya gömülmüşse onu da çalarlar.

İşte bugün İran karşıtlarının düştüğü durum budur. İran’ın başta Siyonist İsrail olmak üzere ABD ve dünya küfrü ve hegemonyasını ellerinde bulunduranlar olmak üzere, mezhepçiler, ırkçılar, topraklarında gözü olanlar, bölücüler, petrolünü, tütününü madenlerini çalmak isteyen kapitalistler, silah tüccarları, ilaç tacirleri, insan tacirleri, MOSSAD, CIA, GAMOH, Halkın Münafıkları, PJAK, PKK saymakla bitmez düşmanları var. Ama hepsi bu günlerde ortak noktalarda birleştiler ve aylardır yıllardır İran’da çeşitli doğal sebeplerden ya da işledikleri ağır suçların karşılığı idam edilenlerin ölülerini soyma onların hatıralarını, itibarlarını, aile ilişkilerini, akraba ve kavim ilişkilerini, mesleklerini, cinsiyetlerini, çocuklarını, eşlerini servetini dilini, düşüncesini inancını her şeylerini çalıp kendi çıkarları için yeniden dizayn edip, şekillendirip boyayıp piyasaya sürüyorlar. Bunları yaparken hiç sıkılmıyorlar, utanmıyorlar ve Allah’tan da korkmuyorlar. Yazık ki bu ölü soyucu nebbaşlara bilerek veya bilmeden hizmet eden çok iyi niyetli samimi insanda var. Ben diğerlerine değil de bunlara gerçekten çok üzülüyorum. Netice itibarı ile diğerlerinin dini imanı ahlakı kalmamışta bizin gafiller bunların bu işten sağladıkları karı kendi inançlarına kendi dinlerine kendi vatanlarına ve kendi kutsallarına karşı kullanacaklarını nasıl hesap edip düşünemiyorlar ona yanıyorum.

 


Fatih Bilgin

İran Dışişleri Bakanı, dün New York'ta Ermeni meslektaşı ile görüşmesinde İran'ın bölge jeopolitiğinin değiştirilmemesine dair tavrını hatırlattı.


 Dışişleri Bakanımız Hüseyin Emirabdullahiyan dün New York'ta BM Genel Kurul toplantısının kulisinde Ermeni meslektaşı Ararat Mirzoyan'la ikili ilişkiler ve Kafkasya bölgesine ilişkin en önemli konularla ilgili fikir alışverişinde bulundu.
Emirabdullahiyan yaptığı konuşmasında iki ülke arasında dönemlik olarak gerçekleştirilen danışma görüşmelerinden duyduğu memnuniyetini ifade ederek çeşitli siyasi, kültürel, eğitim ve ekonomik alanlarıyla ilgili sağlanan ikili anlaşmaların takip edilmesi gerektiğini vurguladı.
Dışişleri Bakanı Emirabdullahiyan ayrıca, Kafkasya bölgesine ilişkin son gelişmeler ve bölgenin jeopolitik sınırlarında değişiklik yapılmasının kabul edilmezliği olduğuna değinerek "Ülkeler arasındaki ihtilafların bölge dahilinde olacak siyasi görüşmeler yoluyla çözümlendirilmesi lazım" diye vurguladı.
Ermenistan Dışişleri Bakanı Mizoryan da bu ziyarette, İran'la Ermenistan arası ilişkilere ivedelik kazandırılmasının bu iki ülke arasında ve ayrıca bölgede işbirliği ve dayanışma ortamının güçlenmesine yardımcı olacağının altını çizdi.

Şanghay İşbirliği Örgütü 22. Devlet Başkanları Zirvesi'ne katılmak üzere Özbekistan'ın Semerkant kentinde bulunan İran Cumhurbaşkanı Seyyid İbrahim Reisi, El-Cezire TV kanalına verdiği demeçte nükleer anlaşma müzakereleri ile gündemi değerlendirdi.
 

Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi, nükleer anlaşmaya varma konusunda son kararın ABD'ye bağlı olduğunu söyledi.

Cumhurbaşkanı Reisi, İran-Suudi Arabistan ilişkileri hakkında, Tahran'ın hala Riyad ile görüş ayrılıkları olduğuna dikkat çekerek, “Şu ana kadar iki taraf arasında beş tur müzakere yapıldı ve görüşmeler devam edecek. Yabancı tarafların bölgeye müdahale etmediği takdirde bölgesel sorunların çözülebileceğine inanıyoruz.” dedi.

Reisi, İran’ın ABD ile doğrudan görüşüp görüşmeyeceği sorusuna, "ABD ile doğrudan nükleer müzakerelerin faydası yok. İran halkının çıkarlarının Amerika ile doğrudan müzakerelere dayanmadığına inanıyoruz.” yanıtını verdi.

Cumhurbaşkanı Reisi ayrıca, Viyana'daki nükleer müzakerelerin ilerlemesinin, Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı'nın (UAEA) güvenlik önlemleri konularının çözülmesini gerektirdiğini vurguladı.

Irak'taki son gelişmelerle ilgili olarak Resi, "Irak'ta güçlü bir hükümetin iktidara gelmesinden mutluluk duyarız ve Iraklılar ülkesinde Amerikalıların varlığına izin vermemeli." açıklamasında bulundu.

Cumhurbaşkanı Reisi, ABD'nin İran'a karşı uyguladığı yeni yaptırımlarını, "Washington anlaşma istiyorsa, nükleer müzakereler sırasında neden yeni yaptırımlar uyguluyor?" diye eleştirdi.

Batı taraflarının İran tutumuna tepki gösteren Reisi, “Batı, İran'dan nükleer faaliyetlerini durdurmasını istemek yerine, kitle imha silahlarına sahip Siyonist rejim İsrail'e böyle bir talepte bulunması lazım.” diye konuştu.

Cumhurbaşkanı Reisi, İran'a yönelik yaptırımların kaldırılmasının bir garantiyle birlikte olması gerektiğini de sözlerine ekledi.

Yemen krizine de değinen İbrahim Reisi, "Kalıcı bir ateşkesin sağlanması ve müzakerelerin ilerletilmesi için Yemen ablukası kaldırılmalıdır." değerlendirmesinde bulundu./tesnim

Şarkın Büyük Filozofu ve Kuran Müfessiri Allame Tabatabaî'nin Kalemiyle İmam Hüseyin (a.s) Hz. Ali (a.s) ve Peygamber-i Ekrem'in kızı Hz. Fatıma (a.s)'nın ikinci oğludur. Hicretin dördüncü yılında dünyaya geldi. Büyük kardeşi İmam Hasan Mücteba (a.s) şehit olduktan sonra Allah'ın emri ve kardeşinin vasiyeti üzerine imamet makamına ulaştı.

Şarkın Büyük Filozofu ve Kuran Müfessiri Allame Tabatabaî'nin Kalemiyle

     İmam Hüseyin (a.s) Hz. Ali (a.s) ve Peygamber-i Ekrem'in kızı Hz. Fatıma (a.s)'nın ikinci oğludur. Hicretin dördüncü yılında dünyaya geldi. Büyük kardeşi İmam Hasan Mücteba (a.s) şehit olduktan sonra Allah'ın emri ve kardeşinin vasiyeti üzerine imamet makamına ulaştı.

    İmam Hüseyin (a.s) on yıl imamet etti. Yaklaşık altı ay dışında bu müddetin tümü Muaviye'nin hilafeti zamanında en zor koşullar, acı durumlar ve en ağır baskılar altında geçti. Çünkü birinci olarak dini yasalar toplumda değerini kaybetmiş, hükümetin istekleri, Allah ve Resulünün isteklerinin yerini almıştı. İkinci olarak da Muaviye ve dostları bütün mümkün yollara başvurarak Ehl-i Beyt'i ve taraftarlarını ezip Ali(a.s)'nin ismini yok etmek istiyorlardı. Ayrıca Muaviye oğlu Yezid'in hilafet temellerini atıp pekiştiriyordu. Halkın bir kısmı, hiçbir usule kayıtlı olmadığından Yezid'in hilafetine razı değillerdi. Muaviye de muhalefetlerin çoğalmasını önlemek için daha fazla baskılara başvuruyordu.

    İmam Hüseyin (a.s) isteyerek istemeyerek bu karanlık günleri arkada bırakıyor ve Muaviye tarafından yapılan her çeşit ruhsal işkence ve baskılara katlanıyordu. Hicretin altmışıncı yılında Muaviye öldü ve oğlu Yezid babasının yerine oturdu. Biat meclisinin kurulması, Arapların içerisinde saltanat, imaret ve sair önemli konularda bir gelenekti. Toplum, özellikle tanınmış kişiler bu konularda sultana yahut emire biat eli veriyorlardı. Biatin ardından itaatsizlik etmek o kavme ar ve zillet sayılırdı. Aynı zamanda imzaladığı şeye boyun eğmekten kaçmak, kesin suç olarak bilinirdi. Hz. Peygamberin siretinde de baskı olmaksızın yapılan anlaşma ve ahit muteber sayılmıştır.

    Muaviye hayattayken tanınmış kişilerden Yezid'e biat almıştı. Fakat İmam Hüseyin (a.s)'a dokunmayıp, biat teklifinde bulunmamıştı. Özellikle oğlu Yezid'e şöyle vasiyet etti: Hüseyin Bin Ali biat etmezse fazla ısrar etme ve öylece kalsın. Çünkü Muaviye meselenin önünü arkasını ölçebiliyordu.

    Ancak Yezid, gururu ve çekinmezliği sonucu, babası ölünce onun vasiyetini unutup, Medine valisine, Hüseyin'den benim hilafetim için biat iste, etmezse başını Şam'a gönder diye emir verdi. Medine valisi Yezid'in isteğini İmam Hüseyin (a.s)'a duyurunca İmam ondan bu konuda düşünmesi için zaman aldı ve geceleyin ailesini de alarak Mekke'ye hareket edip İslam'da resmen emniyetli ve güvenceli yer olarak ilan edilen Allah'ın Haremi (Mekke'ye) sığındı.

    Bu olay hicretin altmışıncı yılında Recep ayının sonları ve Şaban ayının evvellerinde vuku buldu. İmam Hüseyin (a.s) yaklaşık dört ay Mekke'ye sığınarak yaşadı. Bu haber yavaş yavaş İslam ülkelerine yayıldı. Bir taraftan, Muaviye devrindeki haksızlıklara razı olmayıp, Yezid'in hilafetine karşı çıkanlar İmam Hüseyin'in (a.s) yanına gelip yardım edeceklerine dair söz veriyorlardı, bir taraftan da Irak'tan, özellikle Kufe şehrinden halk aralıksız mektup gönderip İmam Hüseyin'in (a.s) Irak'a gelip Müslümanlara önderlik ederek zulüm ve adaletsizliği yok etmesini ısrarla istiyorlardı. Elbette bu durum Yezid için çok tehlikeli idi.

 
İmam Hüseyin (as)

  İmam Hüseyin (a.s), hac mevsimine kadar Mekke'de ikamet etti. Müslümanlar İslam ülkelerinden grup grup hac amellerini yapmak için Mekke'ye akın ettiler. Bu arada İmam, Yezid'in kendisini öldürmek için hacı kılığında gizli bir grubu gönderdiği haberini aldı. Bunlar amel sırasında ihram elbiseleri altına gizledikleri silahlarla İmam Hüseyin'i şehit edeceklerdi.

    İmam Hüseyin (a.s) hac amellerini yarıda keserek, bir toplantıda kısa bir konuşma yaparak Irak'a hareket edeceğini bildirdi. Bu konuşmada şehit olacağını da bildirdi. Müslümanlardan onun yardımına koşmalarını ve bu hedef yolunda kanlarını vermelerini istedi. Ertesi gün de Ehl-i Beyt'i ve dostlarını alarak Irak'a yöneldi.

    İmam Hüseyin (a.s) biat etmemeye kesin kararlıydı. Bu yolda şehit olacağını da iyi biliyordu. Umumi fesat, fikri inhitat ve toplumun, özellikle Iraklıların iradesizliğiyle gücü pekiştirilen Ümeyye Oğullarının büyük ve korkunç savaş gücünün onu yok edeceğini biliyordu.

    Tanınmış kişilerden bir grup, İmamın yanına gelip bu hareket ve kıyamın tehlikesini hatırlattılar. Fakat o hazret cevaplarında şöyle buyurdu: Ben biat etmeyeceğim. Zulüm ve fesat hükümetine boyun eğmeyeceğim. Nereye gitsem, nerede olsam beni öldüreceklerini biliyorum. Mekke'den ayrılmamın nedeni ise, kanımın dökülmesiyle Kabe'nin hürmetinin zedelenmesini önlemektir.

    İmam Hüseyin (a.s), Kufe yoluna koyuldu. Daha Kufe'ye birkaç günlük yol varken, Kufe'ye gönderdiği elçisinin ve tanınmış sadık dostlarından birinin, Yezid'in valisi tarafından şehit edilip yine onun emriyle ayaklarına ip bağlanarak, Kufe sokaklarında gezdirildiğini duydu. Kufe ve yöresinin sıkıca gözaltına alındığını ve İmam'la savaşacak teçhizatlı bir ordunun hazırlandığını duyunca, ölümden başka bir yol kalmadığını anladı. İşte burada şehit olmak için kesin karar aldığını açıkça belirtti ve Kufe' ye doğru hareketini devam ettirdi.

    Kufe'nin yaklaşık olarak yetmiş kilometre yakınlarında Kerbela ismindeki bir çölde Yezid'in ordusu onları ablukaya aldı. Sekiz gün burada kaldılar. Bu sırada günden güne abluka çemberi daralıyor ve sürekli düşmanın sayısı çoğalıyordu. Bilahare İmam (a.s), ailesi ve çok az sayıdaki ashabıyla birlikte, otuz bin kişiden oluşan ordunun muhasarasında kaldı.

    Bu birkaç gün içinde İmam Hüseyin (a.s), ordusunun yerlerini ayarlayıp dostlarını tasfiye etmeye karar aldı. Kısa bir konuşmada ashabına seslenerek şöyle buyurdu: Bizim ölüm ve şahadetten başka bir yolumuz yoktur. Ben biatımı sizden kaldırdım. Gitmek isteyen, gecenin karanlığından faydalanıp kendisini bu tehlikeli meydandan kurtarsın. Çünkü onlar bir tek beni öldürmek istiyorlar.

    Daha sonra ışıkların söndürülmesine emir verdi. Maddi maksatlar için İmam Hüseyin (a.s)'a koşulanlar ayrılıp dağıldılar. Sadece hak aşıklarından çok azı (40 kişiye yakın) yaranı ve Beni Haşim'den olan akrabaları kaldılar.

    İmam Hüseyin (a.s), yine kalanları toplayıp konuştu ve şöyle buyurdu: Sizden her kim isterse gecenin karanlığından faydalansın ve kendisini tehlikeden kurtarsın. Onlar bir tek beni istiyorlar. Fakat bu defa İmam' ın vefalı dostları bir bir kalkıp, biz hiçbir zaman senin önder olduğun hak yolundan dönmeyeceğiz, elimiz kılıç tutana, damarımızda kan akana dek savaşıp senin hürmetini koruyacağız, senin temiz eteğinden kopmayacağız, diye çeşitli beyanlarda bulundular.
İmam Hüseyin (as)

 

 Muharrem ayının dokuzuncu gününün sonlarında son teklif (biat veya savaş) düşman tarafından İmam'a ulaştı. Hazret, o geceyi ibadet için mühlet alıp yarınki savaşa hazırlandı.

    Hicretin 61. Yılı Muharrem ayının 10. günü İmam, bir avuç dostlarıyla (toplamı doksan kişiden azdı. Kırk kişi önceden yanında olanlar, otuzdan biraz fazlası savaş günü ve gecesi düşman ordusundan dönenler ve diğerleri de İmam'ın Haşimî akrabaları; örneğin oğulları, kardeşleri, kardeşinin ve bacısının oğulları ve amca oğullarıydı) sayısız düşman ordusu karşısında saf çektiler ve savaş başladı.

    O gün sabahtan akşama kadar savaştılar. İmam Hüseyin, Haşimi gençleri ve sair dostları son nefere kadar şehit oldular. (Şehitlerin içinde İmam Hasan (a.s)'ın iki küçük oğlu, İmam Hüseyin'in bir küçük oğlu ve daha kundakta olan bir yavrusunu da saymalıyız.)

    Savaş bittikten sonra düşman ordusu, İmam (a.s) ‘ın haremini yağmaladılar ve çadırları ateşe vererek şehitlerin başını kesip elbiselerini çıkardılar. Cesetleri defnetmeden, sığınaksız kızlardan ve kadınlardan oluşan Ehl-i Beyt esirlerini şehitlerin başlarıyla birlikte Kufe'ye doğru hareket ettirdiler. (Esirlerin içinde erkek olarak İmam Hüseyin (a.s)'ın yirmi iki yaşındaki oğlu dördüncü imam olan Zeynelabidin (a.s) ağır hasta olarak, bir de onun oğlu beşinci İmam Muhammed Bin Ali ve İmam Hasan (a.s)'ın oğlu Hasan-ül Müsenna da bulunuyorlardı. Hasan-ul Müsenna savaşta ağır yaralı olarak şehitlerin içinde kalmıştı fakat son anlarda diri olarak bulundu. Düşman komutanlarının birinin arabuluculuğuyla başı kesilmedi ve esirlerle birlikte Kufe'ye götürüldü.) Kufe ‘den de Dimeşk ‘e, Yezid ‘in yanına götürüldüler.

    Kerbela vakası, kadınların esir alınıp şehirlerde gezdirilmesi, (esirler içinde bulunan) Hz. Ali (a.s)'ın kızı (Hz. Zeynep) ve İmam Zeynülabidin'in Kufe ve Şam'daki toplantı yerlerinde konuşmaları, Ümeyye oğullarını rezil etti ve Muaviye'nin yıllarca yaptığı propakandayı etkisiz bıraktı. Hatta Yezid, Kerbela'da memurları eliyle yapılan bu işlerden kendisini temizlemeye çalıştı. Kerbela vakıası, etkisi geç olmasına rağmen, Ümeyye oğullarını saltanattan düşürmekle birlikte, Ehlibeyt mektebinin kökleşmesinde büyük bir etkendi. Gösterdiği en yakın etki, çeşitli kıyamlar ve bunun yanı sıra da on iki yıl süren kanlı savaşlardır. Öyle ki, İmam Hüseyin' in (a.s) katillerinden hiçbiri intikamdan kaçıp kurtulamadı.

    Tarihin İmam Hüseyin (a.s) ve Yezid'le ilgili bölümünü okuyup o zamanın hakim sistemi üzerinde araştırma yapan kimse bilir ki, İmam'ın sadece bir seçeneği vardı o da şehit olmaktı. İslam dininin apaçık ezilmesine neden olan biat, hiçbir koşulda İmam Hüseyin için mümkün değildi.

    Çünkü Yezid, İslam dinine ve kanunlarına saygı göstermemekle yetinmeyip, İslam'ı açıktan açığa ezmeğe girişen bir kişiydi.

Hal bu ki onun geçmişleri (babası), dinin kanunlarına, din adına muhalefet ediyorlar ve zahirde dine saygı gösteriyorlardı. Hatta halkın inandığı Peygamber (s.a.a.) ve sair dini şahsiyetlere yardım edip, onların yanında bulunmuş olmakla iftihar ediyorlardı.

    İşte buralardan, bazı tarihçilerin İmam Hasan ve İmam Hüseyin hakkında ortaya sürdükleri görüşlerin yanlış olduğu aydınlığa kavuşmuş oluyor. Bazıları diyorlar ki: İmam Hasan ve İmam Hüseyin iki değişik tabiata sahiptiler; İmam Hasan sulhsever idi. Kırk bin askeri olmasına rağmen barışı kabul etti. Fakat İmam Hüseyin savaşı tercih etti ve kırk kişi adamı olmasına rağmen Yezid‘le savaşa kalktı.

    Bu söz yanlıştır, çünkü görüyoruz ki Yezid'e biat etmeyi kabul etmeyen İmam Hüseyin (a.s), on yıl kardeşi gibi Muaviye' nin hükümeti döneminde yaşadı, ama hiçbir zaman muhalefet etmedi. Gerçekten de İmam Hasan ve İmam Hüseyin Muaviye ile savaşsalar da öldürüleceklerdi ve onların ölümünün İslam'a hiçbir faydası olmayacak; kendisini doğru yolda gösteren, sahabe, vahiy yazarı ve müminlerin dayısı olarak tanınan, her hileye başvuran Muaviye' nin siyaseti karşısında etkili olmayacaktı. Kaldı ki elindeki imkanları kullanıp, onları kendi dostları vasıtasıyla öldürtüp de kendisi yas tutabilir ve kanlarını almaya kalkabilirdi. Nitekim üçüncü halifeye de aynen böyle yapmıştı.